Bizi Takip Edin

ASYA

Japon siyasi tarihinde suikastlar

Yayınlanma

67 yaşındaki eski Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin, 8 Temmuz 2002’de Japonya’nın batısındaki Nara şehrinde bir seçim kampanyası mitinginde suikast sonucu öldürülmesi infial yaratmıştı.

Savaş öncesi Japonya’daki siyasi şiddetin tarihine bakıldığında, 19. yüzyılın sonlarından bu yana Japon milliyetçiliği ile günümüze kadar taşındığı görülmektedir. Tokugawa Şogunluğu’nu kaldıran ve imparatorun yönetimini geri getiren 1868 Meiji Restorasyonu başlangıçta birçok samuray tarafından desteklenirken, bazıları daha sonra yeni hükümetin reformlarıyla hayal kırıklığına uğradı. Restorasyon sonrası yıllarda ayrıcalıkları ve zenginlikleri ellerinden alındığından, çözümü geleneksel ticaret savaşlarında arayıp Kore ve Tayvan’ın fethini savundular. Japonya’nın Batılı güçlerle eşitsiz anlaşmalarını gözden geçirdiler. Tüm bu sorgulama 1877’deki Satsuma isyanına yol açmıştı.

Başarısız olan Samuray isyanları Japon milliyetçilerini Gen’yosha (Karanlık Okyanus Topluluğu) veya Kokuryukai (Kara Ejderha Topluluğu) gibi milliyetçi örgütleri kurmaya yöneltti. Bu örgütler Batı ülkeleriyle ilişkileri daha eşit bir zemine oturtan radikal bir dış politika gündemi işitiyordu. Ancak o dönemde şiddet yerine propaganda kullanılırken, 20. yüzyılda bir Japon politikacının ilk büyük suikastına neden olan şey tam olarak Japonya’nın ortaya çıkan yayılmacı dış politikasıydı.

İnfografik: Harici.com.tr

İnfografik: Harici.com.tr

20. yüzyılın başları, Japon sağcı ideolojisinin de evrimine tanık oldu. Başlangıçta dışa dönüktü, Japonya’nın Doğu Asya’daki genişlemesine odaklanıyordu ve zamanla aynı hedefi düşünen siyasi seçkinlerle birleşti. Yeni nesil aşırı sağ ideologlar, Japon imparatorluğu istikrara kavuşturulmadıkça ve toplumu reforme edilmedikçe daha fazla bölgesel genişlemenin imkânsız olduğuna inandığından 1910’lardan 1930’lara kadar Japon aşırı sağcılığı içe dönüktü, elitist olmaktan çok popülerdi ve bir diktatörlük kurmayı amaçlıyordu.

Başbakan Hara Takashi, bu yeni radikal hareketin ilk kurbanı oldu. 4 Kasım 1921’de Hara, Tokyo istasyonunda makasçı olarak çalışan Nakaoka Konichi adlı genç bir milliyetçi tarafından suikasta uğradı.

Japon ordusu genç subayların yeraltı örgütlerine katılması ve mevcut politikaları sorgulayıcı toplantılar düzenlemesiyle radikalizmin yuvası haline geldi. Sadece birkaç yıl içinde ordu, birçok kişinin ülkelerindeki tüm kötülüklerden sorumlu tuttuğu partileri ve büyük şirketleri geride bırakarak Japonya’daki ana siyasi güç haline geldi. Ve önceki nesil Japon milliyetçilerinden farklı olarak, bu düşük rütbeli subaylar ve askerler, hedeflerine ulaşmak için terörist yöntemleri desteklemeye gelen şiddet içermeyen araçlarla yetinmeyi reddettiler.

30 Kasım 1930’da Başbakan Hamaguchi Osachi, dokuz yıl önce Hara’nın öldürüldüğü aynı tren istasyonunda yaralandı. Saldırı, aşırı sağcı aktivist ve radikal grup Aikokusha’nın (Vatanseverler Derneği) üyesi Sagoya Tomeo tarafından gerçekleştirildi. Suikast girişiminden sağ kurtulan ancak komplikasyonlar nedeniyle bir yıl sonra hayatını kaybeden Hamaguchi, Japon aşırı milliyetçileri tarafından zayıf bir lider olarak görülüyordu.

1932’de, ordunun radikalleşmiş üyeleri, sermaye sahipleri ve onları destekleyen bürokratlara ilk darbe girişimini başlattı. Polis soruşturması Ketsmeidan (Kan Kardeşliği) adlı bir gruba işaret etti. Fakat bu isimler adaletten kaçmaya çalışmadılar ve polise teslim oldular. 15 Mayıs’ta, birkaç genç subay grubu çok sayıda koordineli saldırı düzenleyerek Başbakan Inukai Tsuyoshi’yi öldürdü ve politikacıların evlerine ve parti merkezlerine el bombaları attı. Ardından polise teslim oldular. İlginç bir şekilde, kamuoyunun sempatisi büyük ölçüde bu askerlere yönelirken, dönemin siyasetçilerinin can güvenliğinin ikinci planda kaldığı görülüyor.

İkinci darbe girişimi 26 Şubat 1936’da başladı. Tokyo’da art arda yapılan saldırılarda önde gelen birçok politikacı ve iş insanı hayatını kaybetti. Teröristlerin kurbanları arasında eski başbakanlar Saito Makoto ve Takahashi Korekiyo da vardı, mevcut Başbakan Okada Keisuke saldırganların yanlışlıkla kardeşini vurmasıyla hayatta kaldı. Ancak bu sefer saldırganların eylemleri hem halk hem de imparator tarafından şiddetle kınandı ve sonuç olarak isyancılar tutuklanmayı beklemek için kışlalarına döndüler. 1936’da Japon halkı suikast saldırılarını kınayarak reddetti ve politikacı öldürmenin Japonya’nın siyasi sistemini değiştirmeye yetmeyeceği çağrısında bulundu.

Japon siyasi tarihinde en uzun süre görev yapan başbakan olan Abe’nin öldürülmesi şunu gösteriyor, ülkenin aşırı sağcı karanlık geleneği siyaset üzerinde şiddet baskısı kurma stratejisini hâlâ sürdürüyor.

Abe’nin, A sınıfı savaş suçlusu ve LDP’nin kurucusu olduğu dedesinden kalan bir mirası söz konusu: İmparatorluk. Abe’nin bu özlemi, anayasada saldırganlığı ve savaşı yasaklayan 9. Maddeyi sorgulamaya açmasıyla belirgin hâle gelmişti. Eski bir donanma subayı tarafından öldürüldükten sonra halefi Fumio Kishida bayrağı devaldı ve sadık bir şekilde görevine devam ediyor. ABD ile olan askeri yakınlaşma, Güney Kore ile yeniden gelişen ilişkiler gelecekte Japonya’nın “Hint Pasifik Stratejisi” için öncülük eden bir ulusa dönüşeceğinin sinyallerini veriyor.

Bayrak taşıcıyı Kishida, 15 Nisan 2023 cumartesi günü Wakayama vilayetindeki Saikazaki limanında sis bombalı saldırıya uğradı. 24 yaşındaki Ryuji Kimura adlı saldırganın kalabalık arasından fırlattığı metal patlayıcı korumaların müdahalesi ile infilak etmeden önce uzaklaştırıldı. Saldırgan yakalanırken Kishida olay yerinden yara almadan kurtuldu.

Suikastçılar, kalabalık ortamlarda düzenledikleri saldırılarda “baraj ateşi” yöntemini kullanırlar. Hedefin önündeki kalabalığı boşaltıp hedefe net bir şekilde angaje olmak için uygun bir açıdan havaya bir el ateş açılır ve oluşacak boş koridordan suikast düzenlenir. Şimdi LDP içerisinde artan ABD temelli siyasetin kurucuları şu soruyu göz önünde tutumalı: Sis bombalı saldırı Kishida için bir “baraj ateşi” mi oldu?

ASYA

Asya ülkeleri, Orta Doğu’daki savaşın petrol akışını sekteye uğratabileceğinden korkuyor

Yayınlanma

İsrail ve İran arasında yükselen gerilim, Asya için çok önemli bir enerji arteri olan Hürmüz Boğazı’ndan petrol akışını sekteye uğratma tehdidinde bulunurken, daha geniş çaplı bir Orta Doğu çatışmasının arzı kesebileceği ve piyasaları istikrarsızlaştırabileceği korkusu artıyor.

Bağımsız bir enerji araştırma ve iş istihbaratı şirketi olan Rystad Energy’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika araştırma direktörü Aditya Saraswat, “Asya ekonomileri, özellikle de Çin ve Hindistan, Hürmüz Boğazı’ndan çıkan günlük 14 milyon varil [petrol] ihracatının en büyük payını tükettikleri için büyük bir riskle karşı karşıya kalacaklar” dedi.

Sızdırılan ABD istihbarat raporları İsrail’in kendisine füze saldırısı düzenleyen İran’a misilleme yapmayı planladığını gösteriyor. Tahran’ın saldırısı Hamas lideri İsmail Haniye, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve İranlı Tuğgeneral Abbas Nilfuruşan’ın İsrail tarafından öldürülmesinin ardından gelmişti.

Geçen yıl 7 Ekim’de İsrail’e düzenlenen saldırının beyni olan Hamas lideri Yahya Sinvar’ın öldürülmesinin ardından cumartesi günü bir insansız hava aracı Başbakan Benjamin Netanyahu’nun evini hedef aldı. Bu arada İsrail, Lübnan’da Hizbullah’a yönelik saldırılarını artırdı.

Gösterge petrol fiyatı olan Brent ham petrolü, çatışmaların ardından 26 Eylül’de yaklaşık 71 ABD doları iken 7 Ekim’de varil başına 80 ABD dolarına yükseldi. Pazartesi günü petrol, piyasadaki gergin havanın etkisiyle geçtiğimiz ay yüzde 0,15 artışla varil başına 73,40 ABD dolarından işlem gördü.

Hürmüz Boğazı Umman ve İran arasında uzanan, Orta Doğu petrol ve gaz üreticilerini dünya pazarlarına bağlayan dar bir deniz geçidi. Rystad Energy tarafından 17 Ekim’de yayınlanan bir rapora göre, savaşın tam anlamıyla patlak vermesi halinde bu hayati koridor tıkanabilir ve günlük 12 milyon varil petrolü riske atabilir.

Raporda, “Asya’nın petrol ithal eden ülkeleri artan maliyetler ve kesintiye uğrayan tedarik zincirleriyle karşı karşıya kalacak ve bu da piyasa endişelerini artıracaktır” denildi.

Asya-Pasifik bölgesi petrol ithalatına dünyadaki diğer tüm bölgelerden daha fazla bağımlı. Çin ve Hindistan dünyanın en büyük petrol ithalatçıları arasında yer alırken, Japonya, Kore, Singapur ve Tayland gibi diğer ülkeler de büyük petrol ve gaz tüketicileri arasında yer alıyor.

Saraswat’a göre Çin ve Hindistan İran’dan da petrol ithal ediyor. “Bu akışlar etkilenirse, ülkelerin ithalat akışlarını ve kaynak ülkeleri yeniden düzenlemesi gerekecek” diye ekledi.

Şimdiye kadar, artan jeopolitik gerilimler arzı kesintiye uğratmadı. Rystad Energy’ye göre İran ve İsrail’de petrol üretiminin ilk aşamaları olan upstream faaliyetler, 7 Ekim’den bu yana yaşanan bölgesel çatışmalara rağmen sabit kaldı.

Rapora göre İran’ın üretimi ağustos ayında bir önceki yıla göre günlük 227,000 varil artarak 3.27 milyona yükselirken, İsrail’in gaz üretimi 2023 yılında yüzde 15 arttı ve bu yıl yüzde 5 artmasının beklendiği belirtildi.

Gerginliğin bir savaşla sonuçlanması halinde, “İran ve İsrail’in yukarı havza tesislerine, boru hatlarına ve depolama birimlerine saldırılarla aktif bir savaşa girmesini bekliyoruz” denildi.

Analistler Orta Doğu’daki savaşın Asya için birden fazla risk oluşturduğunu söylüyor.

Geçen yıl 7 Ekim’den bu yana, özellikle Şanghay’dan Rotterdam’a uzanan Doğu-Batı ticaret rotalarında Kızıldeniz üzerinden ticari transit geçişler yüzde 70’in üzerinde azaldı. Sonuç olarak, EY Asya-Pasifik strateji uygulama lideri Nobuko Kobayashi’ye göre, bu rotadaki okyanus nakliye ücretleri yüzde 200’den fazla artarak 40 fitlik konteyner başına 3.400 ABD doları civarında seyretmektedir.

Buna rağmen, New York Fed’in küresel tedarik zinciri baskı endeksinin uzun vadeli ortalamasına yakın seyrettiğini ve Covid-19 dönemine kıyasla bir miktar rahatlamaya işaret ettiğini sözlerine ekledi.

“Uzun vadede, İsrail’in İran petrol tesislerine olası saldırıları nedeniyle petrol fiyatlarında önemli bir artış riski var. Bu durum küresel olarak enerji ve hammadde maliyetlerinin artmasına, potansiyel olarak enflasyonun yeniden alevlenmesine ve merkez bankalarının faiz oranlarını düşürme kararlarının zorlaşmasına yol açabilir” dedi.

INSEAD’da ekonomi profesörü olan Antonio Fatas’a göre bu riskler Asya’daki belirsizlik ortamına katkıda bulunuyor.

“Savaşın tırmanmaya devam ettiğini ve tehlikeli seviyelere ulaştığını düşünürsek, şu ana kadar etkisi küçük oldu. Ancak tırmanışın enerji ihracatı için kilit geçitleri tıkadığı bir noktaya ulaştığı durumlar hayal edilebilir,” diyen Fatas, “Henüz o noktada değiliz. Ancak ihtiyatlı olmak ve işlerin çok daha kötüye gidebileceği senaryoları düşünmeye hazır olmak gerekiyor” diye ekledi.

Analistler, genellikle enflasyonu körükleyen yüksek petrol fiyatlarının merkez bankalarını faizleri düşürmekten caydırma riskinin düşük olduğunu söylüyor. Merkez bankaları için bir ölçüt olan ABD Merkez Bankası, eylül ayında gösterge federal fon oranını yarım puan düşürerek yüzde 4,75’ten yüzde 5’e indirdi.

ESSEC Business School’da ekonomi profesörü olan Jamus Lim’e göre, Federal Rezerv fon oranının daha düşük olması, diğer merkez bankalarına daha önce yapamadıkları faiz indirimlerini yapabilmeleri için daha fazla alan sağlıyor.

“Asya ekonomilerinin çoğu pandemi şokundan daha fazla etkilendi, daha yavaş toparlandı ve sonrasında daha düşük enflasyon oranları yaşadı. Bu nedenle, birçoğu faiz oranlarını düşürmek için can atıyor ve Fed’in hamlesinden önce faiz oranlarını düşürmeleri halinde sermaye çıkışlarının artacağı korkusuna kapıldılar” dedi.

Lim, küresel talebin yumuşaması, faiz oranlarının düşmesi ve Rus petrolünün Asya’ya ulaşması gibi enerji arz kaynaklarının genişlemesi nedeniyle petrol fiyatlarının geçmişte olduğu gibi alevlenip alevlenmeyeceğinin henüz net olmadığını söyledi.

Çin ve Hindistan, Ukrayna savaşından bu yana Moskova’nın satışlarını kısıtlamayı amaçlayan Avrupa sınırlamalarına rağmen Rus petrolünün önemli alıcıları olarak ortaya çıktı. Lim, Orta Doğu’daki çatışmalardan kaynaklanan en büyük riskin nakliye koridorlarının bozulması olduğunu, ancak geçtiğimiz yıl yeniden yönlendirmeler nedeniyle bu riskin artık azaldığını söyledi.

Diğer analistler, Orta Doğu’daki çatışmaların İran petrol tesislerine doğrudan bir saldırıya dönüşmesi halinde petrol fiyatlarında keskin bir artışın göz ardı edilemeyeceğini söyledi.

CommTrendz Research’ün kurucusu Gnanasekar Thiagarajan, böyle bir durumun petrol fiyatlarının iki kattan fazla artarak varil başına yaklaşık 46 ABD dolarına çıktığı 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana neredeyse görülmemiş bir durum olacağını söyledi.

“Umarım bir daha yaşanmaz,” dedi.

Okumaya Devam Et

ASYA

‘Çin 2025’te teşvik için 12 trilyon yuan’lık yeni borca ​​ulaşabilir’

Yayınlanma

Bir hükümet danışmanı, Çin’in yetersiz harcama ve azalan gelirin birbirini beslediği aşağı yönlü bir sarmal olasılığına karşı “mümkün olan en kısa sürede ve hızlı bir şekilde” daha fazla teşvik önlemi alması gerektiğini söyledi.

Çin Sosyal Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi ve Siyaseti Enstitüsü Müdür Yardımcısı Zhang Bin, hazine bonoları, yerel özel amaçlı bonolar ve bütçe dışı borç satışları dahil olmak üzere önümüzdeki yıl artırılacak yeni devlet borçlarının 12 trilyon yuanı (1.67 trilyon ABD Doları) aşabileceğini söyledi.

Çin Makroekonomi Forumu tarafından 20 Ekim’de düzenlenen bir web seminerinde “Geçmişte, toplam talepteki her artış devlet harcamalarındaki artıştan ayrılamazdı, çünkü bu kısa vadede durumu hızla değiştirebilen hızlı bir değişkendi” dedi.

Agresif faiz indirimlerini savunan Zhang, 23 Mayıs’ta Çin’in doğusundaki Shandong eyaletinde düzenlenen ve Devlet Başkanı Xi Jinping’in de katıldığı bir sempozyumda konuşan birkaç ekonomistten biriydi.

Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi yılın ikinci çeyreğinden bu yana ivme kaybetmiş gibi görünürken Pekin, ülkenin yıllık ekonomik büyüme hedefi olan “yüzde 5 civarına” ulaşmak için bir dizi “aşamalı politika” uygulamaya koydu.

Geçtiğimiz birkaç hafta içinde, ekonomi portföyüne sahip devlet kurumları sırayla yüksek profilli basın toplantıları düzenlediler. Kesin rakamlar verilmese de politikalar, özellikle büyük ölçekli kentsel yenileme projeleri ve yerel yönetimlerin borçlarının hafifletilmesi konusunda merkezi hükümetin harcamalara daha aktif bir yaklaşım sergileyeceğini gösteriyor.

Kesin bir rakam verilmemesinin bir nedeni de yasal onay süreci olabilir; mali bütçede ya da tahvil kotasında yapılacak herhangi bir artış için ülkenin en üst yasama organı olan Ulusal Halk Kongresi’nin onayı gerekiyor.

Zhang, “reçete” artık hazır olduğu için uygulama hızının çok önemli hale geldiğini söyledi.

“Yetersiz taleple mücadele etmek için konjonktür karşıtı politikalar kullanırken politika ve zaman arasında bir yarış söz konusudur” dedi. “Politika harekete geçmezse, düşüş eğilimini hızlandıracaktır. Ne kadar erken hareket ederseniz, maliyet o kadar düşük olur ve başarılı olmak o kadar kolay olur” diye ekledi.

Zhang, teşvikin ölçeğinin daha da önemli olduğunu, zira önceki politika ayarlamalarının yetersiz talep sorununu ele almak için yeterince geniş olmadığını sözlerine ekledi.

“Bunun nedeni politikada bir sorun olması değil, yeterince güçlü olmamasıdır” dedi.

Zhang, ekonomik büyüme hedefinin gelecek yıl makul bir fiyat seviyesiyle yüzde 5 olması halinde, hükümet harcamalarının yıllık büyüme oranının yüzde 7’den az olmaması gerektiğini söyledi. Bu da 2024 yılında yaklaşık 11 trilyon yuan olan devlet borçlarının 12 trilyon yuanın üzerine çıkmasını gerektirecektir.

Bu harcamaların nereye gideceği konusunda ise, altyapının iyileştirilmesi için hala yer olduğunu söyledi. Zhang, kütüphaneler ve müzeler gibi kamu hizmet tesislerine kişi başına erişimin, yeraltı boru hatlarının kalitesi gibi, hala gelişmekte olan ülkelerin gerisinde olduğunu da sözlerine ekledi.

“[Devletin] yatırım yapması gereken pek çok şey var, ancak bunlar geçmişte olduğu gibi değil. Artık büyük altyapı projeleri değil, daha çok kılcal damarlar ve ince ayrıntılar söz konusu” dedi.

Okumaya Devam Et

ASYA

Güney Kore, Kuzey Kore’ye karşı NATO ile işbirliği sözü verdi

Yayınlanma

Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon Seok Yeol ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) Genel Sekreteri Mark Rutte, yaptıkları telefon görüşmesinde, Kuzey Kore’nin Rusya’ya asker gönderme hazırlıkları konusunda endişelerini paylaştı.

NATO Genel Sekreteri Rutte’nin talebi üzerine Yoon’un telefon görüşmesi gerçekleştirdiği ve görüşmede Pyongyang ile Moskova arasındaki askeri işbirliğinde son gelişmelerin paylaşıldığı, ortak yanıtların ele alındığı Güney Kore resmi kaynaklarınca belirtildi.

Görüşme, Ulusal İstihbarat Teşkilatı’nın cuma günü yaptığı açıklamada, Kuzey’in Ukrayna’daki savaşta Rusya’ya destek olmak için yaklaşık 12.000 asker göndermeye karar verdiğini ve yaklaşık 1.500 askerin Rusya’ya gönderildiğini açıklamasının ardından gerçekleşti.

Yoon’un ofisinden yapılan açıklamada, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Rusya ile Kuzey Kore arasındaki pervasız askeri ittifak, Hint-Pasifik bölgesi ile Atlantik bölgesinin güvenliğinin ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu bir kez daha teyit ediyor. Bu, kurallara dayalı uluslararası düzeni baltalıyor, Kore Yarımadası’nda ve küresel çapta barışı tehdit ediyor ve hükümet asla buna seyirci kalmayacak ve bunun olmasına izin vermeyecek” denildi.

Yoon, Güney Kore’nin Pyongyang ile Moskova arasındaki askeri işbirliğinin düzeyine yanıt olarak aktif olarak “aşamalı önlemler” alacağını belirterek, NATO ve üye ülkeleriyle işbirliği yaparak “pratik karşı önlemler” arama umudunu dile getirdi.

Haziran ayında, Güney Kore, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in karşılıklı savunmayı taahhüt eden bir anlaşma imzalamasının ardından Ukrayna’ya silah tedarik etme olasılığını belirtilmişti Mark Rutte’nin. Ancak, şimdiye kadar Ukrayna’ya öldürücü olmayan insani yardım sağlama duruşunu korudu.

Cumhurbaşkanlığı ofisinden yapılan açıklamaya göre, Rutte, görüşmelerde Kuzey Kore’nin Rusya’ya asker göndermesinin uluslararası hukuku ve BM Güvenlik Konseyi kararlarını açıkça ihlal ettiğini belirterek, bu konuda “ciddi endişe” duyduğunu dile getirdi.

NATO’nun, Rusya ile Kuzey Kore arasındaki askeri işbirliğine yanıt vermek için Güney Kore ile aktif işbirliğine hazır olduğunu vurgulayan Rutte, Güney Kore hükümetinin daha detaylı bilgi paylaşımı için NATO’ya bir heyet göndermesini talep etti.

Ayrıca, Kuzey Kore’nin Rusya’ya asker göndermesi sorununun çözümü için Güney Kore, Ukrayna ve NATO arasında savunma sanayi işbirliğinin ve güvenlik diyaloğunun güçlendirilmesi yönündeki umudunu dile getirdi.

Güney Kore Cumhurbaşkanlığı ofisinden yapılan açıklamaya göre, Yoon buna karşılık bilgi paylaşımını kolaylaştırmak ve güvenlik işbirliğini güçlendirecek önlemler almak için derhal bir heyet göndereceğine söz verdi.

Taraflar, hassas teknolojilerin olası transferi de dahil olmak üzere Rusya ile Kuzey Kore arasındaki işbirliğinin gelişmelerini yakından izlemeyi ve ortak yanıtlar geliştirmeyi kabul etti.

Telefon görüşmesinin ardından sosyal medya platformu X’te paylaşım yapan Rutte, Yoon ile NATO’nun “Seul ile yakın ortaklığı” hakkında görüştüğünü belirterek, Kuzey Kore’nin Ukrayna’da Rusya ile birlikte savaşmak üzere asker göndermesinin “önemli bir tırmanış” anlamına geleceğini söyledi.

Kuzey Kore’nin en seçkin askeri birliklerini de içeren böylesine büyük bir askeri birliğin konuşlandırılması, daha önce top mermileri ve kısa menzilli balistik füzeler tedarik etmekle sınırlı kalan Rusya ile askeri ilişkilerinde önemli bir gelişmeye işaret ediyor.

Seul’deki güvenlik uzmanları, Pyongyang’ın karşılığında Rusya’dan, Kuzey’in henüz güvence altına almadığı, kıtalararası balistik füze yeniden girişini de içeren önemli füze teknolojisini alabileceği yönündeki endişelerini dile getirdiler.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English