Bizi Takip Edin

AVRUPA

Katar ve Amerikan gazı Avrupa’yı kurtarır mı?

Yayınlanma

Avrupa Birliği’nin (AB) büyük ölçüde ortaklaşa olarak Rusya’dan doğalgaz tedarikini azaltması, bölgenin GSYİH’sinde toplu bir çöküşe ve özellikle enerji yoğun ağır sanayinin büyük bir darbe almasına neden oldu.

En iyi senaryolar, başta Doğu Alman sanayicilerinin üretimi 2021’e kıyasla yüzde 60 oranında azaltmak zorunda kalacağına işaret ederken, 1,5 milyondan fazla insanın da işsiz kalması muhtemel.

Bu koşullar altında AB, krizi en kısa sürede atlamak ve bu yıla dek yüzde 40 pazar payına sahip Rus gazını ikame etmek için ABD ve Katar ile sözleşmeler yapıyor.

Avrupa, yakın zaman önce ABD yönetiminin baskısıyla Rusya’dan Kuzey Akım 1 ve 2 üzerinden tedarik edilen görece ucuz ve uzun vadeli sözleşmelere dayanan boru hattı gazını terk etti. Geçen haftalarda boru hatlarını hedef alan sabotaj eylemleri, Kuzey Akım’ların artık – en azından uzunca bir süre – alternatif olarak var olmasına engel oldu.

AB üyeleri, şimdi pahalı sıvılaştırılmış doğalgaza (LNG) dönerek imkansızı başarmaya çalışıyor.

ABD ve Katar’ın potansiyeli

ABD, Brüksel’i Rus gazından vazgeçirmeye çalışırken kendisini garanti olarak sunsa da AB’nin talebini tam manasıyla karşılayamayacağı konusunda sinyaller vermeye başladı. Financial Times’a göre ABD’li fracking gazı (hidrolik kırılma teknolojisiyle çıkarılan gaz) tedarikçileri, Avrupa’nın bu kış enerji kriziyle başa çıkmasına yardımcı olmak için üretimi artıramayacakları konusunda şimdiden uyarı verdi.

Katar ise birkaç gerekçeden dolayı Avrupa’dan ziyade Asya ülkeleriyle ticaret yapmayı tercih ediyor. Bunun birinci nedeni mesafe. İkinci neden, Katar emirliğinin AB’nin siyasi taleplerine karşı oldukça ‘hassas’ olmasıyla ilgili.  Bununla beraber Katar’ın ana müşterisi olan Çin’in Doha’ya her 1000 metreküp başına prim ödemesi de önem teşkil ediyor.

Dolayısıyla Avrupa’da gazın maliyeti artmaya devam ediyor. Üstüne AB, birçok üye ülkenin reddetmesine rağmen, gaz tüketimini 1 Ağustos 2022’den Mart 2023’ün sonuna kadar yüzde 15 oranında azaltma yönünde ütopik bir karar aldı.

Diğer yandan AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya’dan ithal edilen gaza tavan fiyat getireceklerini bildirdi. Fakat AB üyeleri, özünde Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) mevzuatına aykırı olan bu karar üzerinde mutabık kalamadı.

Brüksel, bu tabloda Katar ile görüşmeleri hızlandırdı ve geçtiğimiz altı ay içinde çeşitli kademelerden bir dizi AB bürokratı ve bakanı, Doha’ya ilgili konuyu görüşmek üzere resmi ziyaretler düzenledi.

Katar’ın Avrupa’nın enerji piyasasındaki payı

Katar, şu anda Avrupa’ya 5 ila 10 milyon ton arasında LNG satıyor. Katar Enerji Bakanı Saad el-Kaabi, geçen haftalarda Londra’da düzenlenen enerji forumunda durum böyle devam ederse Avrupa’ya 12 ila 15 milyon ton gaz tedarik edecekleri taahhüdünü sundu.

Ancak Doha, Brüksel’den uzun vadeli sözleşmeler imzalamasını talep ediyor ve Almanya’nın ABD ile imzaladığı 15 yıllık sözleşmeyi emsal gösteriyor. Aynı zamanda Katar, ABD ile yapılan sözleşmelerin aksine oldukça katı koşullar dayatıyor.

Brüksel’in talebi ise tam tersine daha kısa vadeli sözleşmeler. Bu anlaşmazlık, LNG tedarik müzakerelerini mart ayından bu yana durma noktasına getirdi.

Avrupa ile gaz anlaşmasına varmak amacıyla Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad el-Sani, Cumhurbaşkanı Milos Zeman’ın resmi daveti üzerine 5 Ekim’de Çekya’ya geldi.  Katar Emiri ile yapılan bu toplantı, Çek ve Avrupalı ​​yetkililer için hayati önemdeydi.

Katar liderinin 7 Ekim’de AB liderleriyle gayri resmi bir toplantıda konuşma yapması planlandı ve ziyaretin birkaç gün sürmesi bekleniyordu. Fakat bu gerçekleşmedi.

Katar’ın coğrafi konumu, gaz tedarik güzergahları açısından kendisine elverişli bir hareket alanı sağlıyor. Bugün Katar’ın ürettiği LNG’nin yüzde 68’i Asya’ya ve yüzde 27’i Avrupa’ya naklediliyor.

Avrupa, yılda yaklaşık 450 milyar metreküp gaz tüketiyor ve Rusya bu hacmin yaklaşık yarısını sağlıyordu.

Katar gazı aldığını iddia eden Litvanya’nın Klaipeda limanına tankerlerle LNG sevkiyatı yapanın esasında Rusya olduğu da sır değil. Rusya ile Katar arasında bir anlaşma var; Rusya, Yamal’dan Litvanya’ya Katar adına LNG sağlarken, Katar, Rusya adına LNG’sini Çin’e gönderiyor. İki ülke, nakliyeden tasarruf etmek için birbirinin ürününü satarak teker döndürüyor.

Ve Kuzey Akım boru hatlarının bypass edilmesiyle Almanya’nın kaybettiği en az 55 milyar metreküp gazı ikame etmek için her biri 14 güne kadar süren 611 sefer yapılması gerekiyor. Böylelikle nakliyat; yakıt, mürettebat maaşları ve gemi kirasını da içeren birkaç yüz bin dolara mal oluyor.

Yani Avrupa’nın LNG ile Rus boru hattı gazını ikame etmesi imkansız. Avrupalı liderlerin tasarruf tedbirleri de bu gerçek gözetilerek getiriliyor.

AVRUPA

NATO, Almanya’nın Rostock kentinde donanma karargâhı açtı

Yayınlanma

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Baltık Denizi’ni sürekli gözetim altında tutmak amacıyla tasarlanan Rostock’taki yeni NATO deniz karargahının açılışını gerçekleştirdi.

Konuşmasında, bölgenin stratejik önemini vurgulayan Pistorius, Rusya’nın “amansız bir saldırganlık” içinde olduğunu ve bölgedeki istikrara yönelik tehditlerin arttığını iddia etti.

DW’nin aktardığına göre Pistorius, “Yeni karargâh, özellikle Rusya’ya coğrafi yakınlığı göz önüne alındığında, NATO’nun çıkarlarını korumak için kritik bir öneme sahip olacak,” ifadelerini kullandı.

Rusya’nın saldırganlığının hibrit savaşlardan siber saldırılara kadar geniş bir yelpazede kendini gösterdiğini ve bu durumun Avrupa’nın güvenliğini tehdit ettiğini öne süren Bakan, bu saldırıların barış ve savaş arasındaki sınırları bulanıklaştırdığını ifade etti.

Pistorius, Moskova’nın nüfuzunu artırmaya yönelik bu hamlelerin Avrupa’da güven bunalımı yarattığını da sözlerine ekledi.

Bakan ayrıca, Rusya’nın güçlenmesini engellemenin zorunlu olduğunu belirtti: “(Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin’in ilerlemesini durdurmak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Kendimizi savunmak ve NATO’nun doğu kanadındaki müttefiklerimizi desteklemek zorundayız.”

Pistorius, Baltık Denizi’nin Kuzey Avrupa’daki en önemli stratejik bölgelerden biri olduğunu hatırlatarak, bölgenin sadece askeri değil, aynı zamanda ekonomik açıdan da büyük önem taşıdığını ifade etti.

Baltık Denizi’nde geniş rüzgâr çiftlikleri, binlerce kilometre uzunluğunda kablo ve boru hatları bulunuyor, ayrıca birçok büyük liman faaliyet gösteriyor.

Almanya, bölgedeki Batılı ülkeler arasında en büyük deniz filosuna sahip olup, deniz operasyonlarında önemli bir deneyime sahip ve bu nedenle kritik bir sorumluluk üstleniyor.

Bonn Üniversitesi’nden güvenlik uzmanı Moritz Bracke, dünyanın uzun zamandır mutlak bir sükûnet içinde olmadığını belirterek, “Resmi olarak barış hali devam ediyor gibi görünse de dünya düzenine yönelik artık soyut olmayan, somut tehditlerle karşı karşıyayız,” dedi.

Bracke, Rusya’nın aktif olarak sabotaj operasyonları yürüttüğünü, casusluk faaliyetlerinde bulunduğunu ve Almanya ile diğer Avrupa ülkelerine zarar vermek amacıyla stratejik noktalar oluşturmaya çalıştığını ifade etti.

Bracke ayrıca, Baltık bölgesindeki olaylara ilişkin bilgilerin sistematik bir şekilde toplanması ve analiz edilmesinin, kritik altyapının daha etkin bir şekilde korunmasına yardımcı olacağını vurguladı.

Uzman, bu yaklaşımın, askeri güçlerin hedefe yönelik olarak kullanılmasını sağlayarak bölgedeki güvenliği artıracağını da sözlerine ekledi.

İsveç Savunma Bakanı: Rusya, Baltık Denizi’nde İsveç’e saldırabilir

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Emmanuel Todd: Almanya BRICS üyeliğine başvurmalı

Yayınlanma

Fransa’nın tanınmış entelektüellerinden Emmanuel Todd, Almanya ve Avrupa’nın geleceği hakkında fikirlerini Berliner Zeitung’dan Raphael Schmeller’e anlattı.

Almanya ve Avrupa’nın Rusya ile barışmasını ve ABD’den kopmasını öneren Todd, Batı’nın Ukrayna’daki savaşı çoktan kaybettiğini savundu.

ABD’ye baktığında büyüklük değil, Batı’nın çöküşünü gösteren çok sayıda semptom gördüğünü ileri süren Fransız aydın, “ABD’de bebek ölümleri yeniden arttı, eşitsizlik son yıllarda -ister Donald Trump ister Joe Biden döneminde olsun- dramatik bir şekilde kötüleşti ve ABD ekonomisi derin bir kriz içinde, yani yaşam standartları düştü,” dedi.

Amerikan seçimlerinde yarışan her iki adayın da “grotesk, hayal gücünden yoksun, hatta çılgın” olduğunu savunan Todd, Trump’ın ya da Harris’in ABD’nin düşüşünü durduramayacağını belirtti.

Donald Trump ve Kamala Harris’in Avrupa için de aynı derecede kötü olduğunu düşünen Todd, “Batı’nın çöküşü”nün özellikle bu jeopolitik meselelerde kendini gösterdiğini vurguladı.

“Batı Ukrayna’daki savaşı kaybetti. Şimdi dünya yeniden düzenleniyor ve bu Batı’nın fikirlerine göre değil. BRICS ülkeleri gibi yeni oyuncular devreye giriyor,” diyen Todd, bu bloğun fazlasıyla heterojen bir yapıya sahip olduğunu ama Ukrayna savaşının Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkeleri birbirine yakınlaştırdığını öne sürdü.

“Batı Rusya’yı izole etmek istedi ama dünyadaki ülkelerin çoğunun bu yola girmek istemediği ortaya çıktı ve bu bağlamda BRICS, Güney ülkelerinde de güçlü bir rol oynayan Batı’ya karşı bir tür antitez olarak ortaya çıktı,” tezini savunan Fransız aydın, bu nedenle Batı’nın çöküşünün her şeyden önce Ukrayna savaşındaki yenilgisinde görülebileceğini, Batı’nın bu savaş ile “kendi kalesine gol attığını” belirtti.

Kültürel anlamda “Batı” fikrinin, Avrupa’nın çeşitliliğinin hakkını vermeyen bir “kurgu” olduğuna işaret eden Todd, “Batı”dan bahsederken aslında Amerikan etki alanını, yani NATO’yu kast ettiklerini savundu.

Bu nedenle Avrupa ülkelerini BRICS’e katılmaktan alıkoyacak hiçbir şey olmadığını öne süren Todd, “Almanya’yı ele alalım: Ülkenin sanayi politikası konusunda hedefleri var, bu nedenle küçülen Batı’nın bir parçası olmaktansa yükselen BRICS’in bir parçası olmak daha mantıklı olacaktır. Evet, Almanya aslında BRICS üyeliği için başvurmalıdır,” dedi.

Batı’da artık liberal bir demokrasi görmediğinin altını çizen Todd, ABD’nin “liberal bir oligarşi” olduğunu, Fransa’da “kısmen otoriter bir devletle birleşmiş bir mikro-oligarşi” bulunduğunu, Almanya’da ise demokrasinin “biraz daha iyi” sayılabileceğini fakat bu ülkenin dış politika açısından egemen olmadığını ileri sürdü.

Berlin’in dış politika konularında kendi başına karar vermekten ziyade büyük ölçüde ABD’ye bağımlı olduğuna dikkat çeken Todd, “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizler ve Fransızlar bir noktada Almanya’dan çekildiler ama Amerikalılar askerleriyle birlikte kaldılar. Bu yüzden Almanya’yı hâlâ işgal altında bir ülke olarak görüyorum,” ifadelerini kullandı.

Şubat 2022’den itibaren Batı’daki insanların, Ukrayna’yı silahlandırırlarsa Rusya’yı devirebilecekleri ve bir rejim değişikliği başlatabilecekleri gibi “tamamen çılgın bir hayale” kapıldığını savunan Todd, “Ama elbette bu gerçekleşmedi; dediğim gibi, Rusya bu savaşı çoktan kazandı,” iddiasında bulundu.

Ukrayna savaşın tüm dünyaya ABD askeri endüstrisinin Rusya’yı yenecek kadar güçlü olmadığını gösterdiğini düşünen Fransız aydın, bu savağın Amerikan gücü için bir gerçeklik testi olarak görüldüğünü ve Washington’un bu testi kaybettiğini vurguladı.

Fransız düşünür bu durumun özellikle Avrupa’ya çok pahalıya mal olduğuna işaret ederken, özellikle Almanya’da bunun enerji krizi ve enflasyon olarak hissedildiğini hatırlattı.

Rusların bakış açısına göre, savaşın sonunda Odessa’yı ve Dnipro’nun sol yakasını işgal etmeleri ve Kiev’de kukla bir hükümet kurmaları gerektiğini savunan Todd, Batı’nın artık bu konuda hiçbir şey yapamayacağını ileri sürdü.

“​​Rusya’nın Polonya’ya ya da Avrupa’ya saldıracağı Batı’nın yanılsamasının bir parçasıdır, paranoyadır,” diyen düşünür, Rusların bunu yapabilecek maddi imkanlara sahip olmadığına, dolayısıyla Avrupa’da daha büyük bir savaşın onların çıkarına görülmediğine dikkat çekti.

Batı’nın çöküşü ile birlikte “barışçıl bir dünya” olacağını savunan Todd, sözlerini şöyle bitirdi:

“Bunun iki nedeni var: Birincisi, Avrupa’daki savaşın yapay olduğuna, yani ABD tarafından dışarıdan kışkırtıldığına inanıyorum. Rusya, Almanya’dan daha az Batılı değil; hatta İkinci Dünya Savaşı’nda Rusya Batılı güçlerle müttefikti, bunu unutmamalıyız. Rusya bir Avrupa ülkesidir ve benim için yüzyıllardır birbirleriyle savaş halinde olan Avrupa ulusları arasında barış doğal bir meseledir. Bu kadar uzun süre birbirleriyle savaştıktan sonra bugün Fransa ile Almanya ya da Danimarka ile İsveç arasında bir savaşı kim hayal edebilir? Eğer ABD Avrupa ile Rusya’nın arasını açmaktan vazgeçerse, bu durum burada da geçerli olacaktır.

İkinci olarak, perspektifi genişletirsek, dünyadaki hiçbir ülkenin büyük bir savaşta çıkarı olmadığını görüyorum. Yirminci yüzyılın dünyası demografik ve iktisadi olarak genişleyen bir dünyaydı, dolayısıyla savaş için gerekli maddi koşullara sahipti. Bugün büyük ülkeler düşük doğum oranları, iktisadi durgunluk ve toplumun güçlü bir şekilde bireyselleşmesi ile mücadele etmektedir. Bunlar büyük savaşlar için iyi koşullar değildir. Eğer ülkeler yalnız bırakılır ve Amerikalılar tarafından tehdit edilmezlerse, işler daha barışçıl hale gelecektir.”

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Moldova Cumhurbaşkanı Sandu, AB entegrasyonu için anayasada değişiklik sözü verdi

Yayınlanma

Moldova Cumhurbaşkanı Maya Sandu, Avrupa Birliği’ne entegrasyon için anayasa değişikliği sözü verdi. Referandum sonuçlarına göre, seçmenlerin yüzde 50,31’i AB üyeliğini destekledi ve Sandu, anayasal bir hüküm eklenmesini mümkün kılacaklarını belirtti.

Moldova Anayasası, ülkenin Avrupa entegrasyonunu destekleyen bir hüküm eklenerek değiştirilecek.

Bu değişiklik, Moldova vatandaşlarının çoğunluğunun Avrupa Birliği’ne (AB) katılma yönünde oy kullanması üzerine gündeme geldi.

Moldova medyasına göre, Cumhurbaşkanı Maya Sandu, 21 Ekim’de düzenlediği basın toplantısında referandum sonuçlarını değerlendirirken yaptığı açıklamada, “Referandum gerçekleşti. Vatandaşların çoğunluğu Moldova’nın Avrupa yolunda ilerlemesini ve ülkemizin Avrupa uluslarının barışçıl ailesine katılmasını destekledi. Bu sonuç, Anayasa’ya Avrupa entegrasyonuna dair bir hükmün eklenmesini mümkün kılıyor. Uluslararası toplum, halkın iradesine saygı gösteriyor,” dedi.

Cumhurbaşkanı ayrıca vatandaşlarına, referandumda verdikleri oyları korumak için yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turuna aktif katılım çağrısında bulundu.

Referandum sonuçlarına göre, seçmenlerin yüzde 50,31’i AB üyeliğini desteklerken, yüzde 49,69’u aleyhte oy kullandı.

3 Kasım’da seçimlerin ikinci turu yapılacak. Finale kalan iki aday arasında, oyların yüzde 42,07’sini alan mevcut Cumhurbaşkanı Sandu ve yüzde 26,27 oy oranıyla Sosyalist Parti adayı Aleksandru Stoianoglo yer alıyor.

Daha önce, 25 Haziran’da Kişinev ile Brüksel arasındaki ilk hükümetler arası konferans düzenlenmiş ve ülkenin AB’ye katılım müzakereleri başlatılmıştı.

Moldova’da seçimler: AB entegrasyonu karşıtları önde

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English