Bizi Takip Edin

Ortadoğu

İsrail’in çıkmazı: ‘Tartıldın, ölçüldün ve eksik bulundun’

Yayınlanma

İsrail’in Hamas’ın operasyonuna yanıt olarak Gazze’ye düzenlediği şiddetli saldırılar binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine yol açarken İsrail’in abluka altındaki bölgeye kara harekatı düzenleyip düzenlemeyeceğine ilişkin tartışmalar da sürüyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in saldırılarındaki üç temel hedefi anlatırken bu hedeflere ulaşmasının neden mümkün olmadığını da açıklamaya çalışıyor. Makalenin yazarı Suudi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Hesham Alghannam’a göre İsrail’in saldırıların ilk hedefi caydırıcılığını yeniden tesis etmek. Ancak İsrail’in içinde bulunduğu çıkmaz da tam olarak bu ilk hedefte. Çünkü, Gazze’yi yok etmek ve halkını vahşice öldürmek İsrail’in 7 Ekim’de kaybettiği caydırıcılık gücünü geri getirmeyecek.

Yazar bölgede gerçek barışın bu çatışmaya adil bir çözüm bulunarak sağlanabileceğini düşünüyor: “Bunun için Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi ve Türkiye, Rusya ve Çin de dahil bölgede adil ve istikrarlı bir barışın sağlanmasına yatırım yapan tüm ülkelerle yakın işbirliği içinde İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne yönelik siyasi girişimlerde bulunulması ve Gazze’de devam etmekte olan çatışmanın sona erdirilmesi için açık bir siyasi diyaloğun sürdürülmesi gerekiyor.”

***

7 Ekim Sonrası: İsrail’in kaybettiği caydırıcılığını geri kazanmak için acımasız arayışı

İsrail’in Gazze’ye yönelik yeni savaşındaki hedefleri üzerine bir okuma

Hesham Alghannam

7 Ekim’de Gazze’deki yüzlerce Filistinli savaşçı, İsrail’in kendisi hakkında yaydığı uzun süreli efsanelere meydan okumayı ve bu efsaneleri ortadan kaldırmayı başardı.

Sadece üç saat içinde, İsrail’in yenilmez ordusu, her şeyi bilen istihbaratı ve bağımsız kalırken başkalarına yardım sağlayan özgüvenli devlet efsanelerini paramparça ettiler.

Bu mitlerin kesin bir şekilde yıkılması, İsrailli liderleri açıkça aşırılık yanlısı ve kana susamış bir retorik benimsemeye teşvik etti. Aksa Tufanı savaşının başlamasının ardından Başbakan Binyamin Netanyahu “Gazze’ye karşı savaşın uzun süreceğini” ilan ederek Ortadoğu’yu temelden değiştireceğine söz verdi.

Dahası, Savunma Bakanı Yoav Galant Filistinlileri “hayvan” olarak nitelendirdi ve “Gazze Şeridi’ne tam bir abluka uygulandığını” ilan etti: “Elektrik yok, yiyecek yok, gaz yok. Her şey engellenmiş durumda. İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz.”

Dikkat çekici olan “Yeni Orta Doğu” kavramının 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgalini çağrıştırması.

Ancak işgalin tek sonucu Irak’ın yıkıma uğraması ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan olması, ülkenin kalıcı bir kaosa sürüklenmesi oldu. Daha sonra ABD nihayetinde geri çekildi ve Irak mücadele etmeye devam ediyor.

İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının üç temel hedefi olduğu söylenebilir:

İlk olarak İsrail, Filistinli savaşçıların Gazze’ye başarılı bir şekilde sızdığı, 11 askeri üs ve 20 yerleşimi ele geçirdiği ve yüzlerce askeri öldürdüğü ya da esir aldığı 7 Ekim baskınından sonra kaybettiği caydırıcı gücünü geri kazanmayı amaçlıyor.

İsrail on yıllar boyunca, her türlü düşmanı alt edebilecek müthiş bir askeri ve istihbarat aygıtına sahip, yenilmez bir devlet olduğu imajını özenle yarattı. Ancak bu imaj 7 Ekim’de paramparça oldu ve özündeki sahteliği ortaya çıktı.

Kaybettiği statüsünü geri kazanmak isteyen İsrail, Gazze’deki sivillere verdiği zarar kadınlara ve çocuklara karşı saldırgan imajını daha da pekiştirse de acımasızlığını göstermek için tüm yıkıcı yeteneklerini ortaya koyuyor. Caydırıcılığı yeniden tesis etmek, bedeli ne olursa olsun İsrail’in öncelikli hedefi olmaya devam ediyor.

İkinci olarak İsrail, Gazze’deki militan grupların liderlerini, üyelerini ve silahlarını ortadan kaldırarak onları yok etmek için durmaksızın çaba sarf ediyor. Bu niyet Savunma Bakanı Yoav Galant’ın ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile birlikte yaptığı “İsrail Gazze’yi Hamas’ın pençesinden kurtaracak” açıklamasında açıkça ortaya çıktı.

Hükümet, misillemenin ötesinde, silahlı gruplar Gazze’yi kontrol ederken geri dönmeyecek olan yasadışı yerleşim sakinleri arasında güveni yeniden tesis etmeyi amaçlıyor.

Bu bağlamda, İsrail’in 1982 yılında “Celile Barış Operasyonu” kapsamında Lübnan’ı işgal ettiğini hatırlamak önemli. Bu askerî harekât, Filistinli direniş güçlerinin Lübnan’dan Celile bölgesine başlattığı ve bölge sakinlerinin birçoğunu tahliyeye zorlayan saldırılarla tetiklenmişti.

Üçüncüsü, İsrail Filistinlilerin bilincini değiştirerek onları silahlı direnişle özgürlük ve bağımsızlık elde edilemeyeceğine ikna etmek istiyor.

Bunun yerine Filistinliler İsrail’in “sunduklarını” kabul etmeli. İsrail, 7 Ekim’den sonra Gazze’deki grupların kontrolü devam ettirmesi halinde Batı Şeria ve Kudüs’te direnişin cesaretlenmesinden korkuyor. Bu grupların ezilmesi, silahlı direnişin İsrail’in kaynaklarını ve kararlılığını sürekli olarak tüketen kalıcı bir kültür haline gelmesini önler.

Gazze’deki bu savaş, Hamas’ın 2007’de kontrolü ele geçirmesinden bu yana yaşanan önceki beş savaştan farklı.

Geçmişte İsrail ateşkesle sonuçlanan caydırıcı savaşlar yaşadı ve yıllar süren göreceli bir sükûnet sağladı. Hamas mallar, fonlar ve İsrail’de sınırlı çalışma izni gibi imtiyazlar elde ederken İsrail de huzura kavuştu.

Ancak bu savaş farklı çünkü hedeflerine ulaşmak için Gazze Şeridi’nin kapsamlı bir kara işgaline uğraması gerekiyor. Bu yaklaşım kaçınılmaz olarak binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine ve yüz binlercesinin yerinden edilmesine yol açacak; tüm bunların amacı ise savaşçılara ulaşmak, onları etkisiz hale getirmek ve silah depolarını dağıtmak.

Geçmişte İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik bir kara harekâtından, beraberinde getireceği büyük insani ve siyasi maliyetler nedeniyle kaçındı. On binlerce askerin bulunduğu Gazze’yi yeniden işgal etmek şüphesiz İsrail ordusunda önemli kayıplara yol açacaktı ki bu İsrail’in düşünmek istemediği ve İsrail toplumunun kabul etmeye hazır olmadığı bir ihtimaldi.

Öte yandan, bir kara harekâtı on binlerce olmasa bile binlerce Filistinli sivilin hayatını kaybetmesine yol açacaktı ki bu da uluslararası toplum tarafından kabul edilemez bir ihtimal olarak görülüyordu.

Buna ek olarak, İsrail cevaplayamadığı temel bir soru nedeniyle Gazze’yi yeniden işgal etmekte tereddüt etti: “İşgalin ikinci gününde ne olacak?” Başka bir deyişle, işgalden sonra iki milyondan fazla Filistinlinin hayatını kim yönetecekti?

Ancak İsrail’in 7 Ekim saldırıları sırasında subayları, askerleri ve yerleşimcileri dahil olmak üzere verdiği insan kayıpları, aşağılanma duygusu ve caydırıcı gücünün büyük ölçüde aşındığı korkusuyla birleşince tüm bu engeller ortadan kalktı.

Yetkililerin açıklamalarına göre İsrail, askerleri arasında önemli kayıplara bile katlanmaya hazır görünüyor. Dahası İsrail, Gazze’nin kontrolünü geri almak için ABD ve diğer Avrupa ülkelerinden istediği siyasi ve askeri desteği sağlamış durumda.

Şu anda, Gazze’nin işgalinin ardından ne olacağı sorusu, özellikle de Batı’nın desteğini aldıktan sonra, hesaplamalarında öncelikli bir endişe kaynağı gibi görünmüyor.

Katar Dışişleri Bakanı ile düzenlediği basın toplantısında bu konudaki sorulara yanıt veren ABD Dışişleri Bakanı, “Şu anda öncelik Hamas’ın İsrail’e karşı oluşturduğu tehdidi ortadan kaldırmak” dedi.

Bu açıklama Lloyd Austin’in Gallant ile yaptığı basın toplantısında vurguladıklarını tekrarlıyor: “ABD ordusu İsrail’e sağladığı güvenlik yardımları ve silahlar konusunda ya da bunların nasıl kullanılacağı konusunda herhangi bir koşul öne sürmemekte.”

İsrail ve Batı, Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve bölgesel çatışma riski anlamına gelse bile Gazze’deki militan grupların kökünü kazımaya kararlı görünüyor.

Çatışmanın tırmanması halinde İsrail’i desteklemek üzere ABD bir uçak gemisi konuşlandırdı ve bir tane daha gönderebilir. İngiltere İsrail’e Kraliyet Donanmasına ait gemiler, helikopterler ve gözetleme uçakları gönderirken Almanya da iki adet Heron insansız hava aracı gönderdi.

Bu savaşın bölgesel bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğine dair spekülasyonlardan uzak olarak, bu savaş Suudi Arabistan Krallığı’nın defalarca vurguladığı şeyin altını çiziyor: İsrail-Filistin çatışması çözülmeden Orta Doğu’da barış ve istikrar mümkün değil.

Bölgedeki çatışmanın özünü teşkil eden bu mesele, bölge devletleri ve halkları için büyük önem taşıyor. İşte tam da bu nedenle Krallık, İsrail ile ilişki kurma kararını İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne yönelik önemli ilerlemeler kaydedilmesine bağladı.

Krallık, Filistinli savaşçıların askeri operasyonunu kınamadı. Açıkça tüm sivillerin korunması çağrısında bulunarak, mevcut durumun “İsrail’in devam eden işgali ve Filistinlilerin haklarını inkâr etmesinden kaynaklandığını” belirttiği bir açıklama yayınladı ve uluslararası toplumu iki devletli çözümün uygulanmasına yol açacak güvenilir bir barış süreci başlatmaya çağırdı.

Yine de Batı, İsrail’in anlatısını tüm kalbiyle benimsiyor; İsrail’in, ölenler arasında en az 268 subay, asker ve 97 tutuklu olduğunu kabul etmesine rağmen (bu rakamlar İsrail’in güncellenmesiyle değişebilir) 7 Ekim’i 11 Eylül’e benzer bir terörizm olarak tasvir ediyor.

Dahası Batı, Filistinli silahlı grupları IŞİD’le bir tutarak şeytanlaştırıyor; öyle ki ABD Başkanı Biden başlangıçta Filistinli savaşçıların “erkeklerin, çocukların ve kadınların kafalarını kestiğini” gösteren videoları izlediğini iddia etti. Ancak Beyaz Saray daha sonra bu iddiayı yalanlayarak Başkan’ın bu videoları bizzat izlemediğini ancak İsrailli liderler tarafından bilgilendirildiğini açıkladı.

Özetle, Batı’da 7 Ekim’de yaşananların bir İsrail 11 Eylül’ü olduğu ve silahlı Filistinli grupların IŞİD’den farklı olmadığı yönünde bir söylem hâkim.

Sonuç olarak, birçok Arap ülkesi üzerinde, Filistinli savaşçıların eylemlerini kınama ve İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği katliamları durdurma yönünde baskı yapmalarını engelleme yönünde benzeri görülmemiş bir baskı var.

Bu misyon ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı bölgeye getirdi ve Blinken İsrail ziyaretine “buraya sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak gelmediğini, aynı zamanda dedesi ölümden kaçan bir Yahudi olarak geldiğini” ifadeleriyle başladı. Tüm bunlar doğal olarak Arapların tutumları üzerinde önemli bir baskı oluşturuyor.

Bu bağlamda iki önemli hususu göz önünde bulundurmak zorunlu:

Birincisi, İsrail’in Gazze’deki hedeflerine ulaşması İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmeyecek, aksine gerilimi daha da artıracak. İsrail, Filistinlilere önemli tavizler vermeyi reddederek askeri zaferini siyasi bir zafere dönüştürecektir.

Hatta Batı Şeria’daki (topraklarının %60’ını temsil eden) C Bölgesi’nin tamamını ilhak etmeye bile çalışabilir. Aynı zamanda, Filistin cephesinde kayda değer bir siyasi ilerleme olmamasına rağmen Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için Batı’dan baskı gelmeye devam ediyor.

İkinci olarak, İsrail’in Gazze’yi başarılı bir şekilde işgal etmesi halinde yönetmek gibi bir niyeti yok; bölgeyi hızla terk etme ve Birleşmiş Milletler ile Arap dünyasının uğraşması için harabeye çevirme eğiliminde.

Bu uzun süreli çatışmayı bölgesel barışın sağlanması için bir fırsata dönüştürmek İsrail’in mevcut arayışlarında başarısız olmasını gerektiriyor.

Ancak o zaman Batı, İsrail’e aldığı koşulsuz desteğe ve tüm arzularının karşılanmasına rağmen kendi güvenliğini sağlayamayacağını anlatacak.

Karşılığında İsrail, Filistinlilerle barışçıl bir çözümü benimsemek zorunda kalacak. Bu çözüm, İsrail’in 1967’de işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi karşılığında güvenlik düzenlemelerini içerecek.

Eğer bu analiz doğruysa, ki ben öyle olduğuna inanıyorum, bölgesel barış arayışı, İsrail’in Filistinlileri ezme ve onlara karşı zafer ilan etme çabalarındaki başarısızlığına bağlı.

Bu iki yolla gerçekleşebilir: ya İsrail’in zafer arayışını engelleyen bir Filistin direnişi ya da hem Filistin hem de İsrail tükenme noktasına geldiğinde İsrail saldırganlığını engellemek için devreye girecek bir Batı müdahalesi.

Her iki senaryoda da Suudi Arabistan’ın aktif diplomasisi için fırsat var ve bu da esasen Batı’ya sürekli olarak Filistin-İsrail çatışmasının Araplar için birincil mesele olmaya devam ettiği mesajını yinelemeyi içeriyor. Bölgede gerçek barış ve istikrar ancak bu çatışmaya adil bir çözüm getirilerek, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve kendi devletlerini kurma haklarının sağlanmasıyla elde edilebilir.

Bunun için Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi ve Türkiye, Rusya ve Çin de dahil bölgede adil ve istikrarlı bir barışın sağlanmasına yatırım yapan tüm ülkelerle yakın işbirliği içinde İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne yönelik siyasi girişimlerde bulunulması ve Gazze’de devam etmekte olan çatışmanın sona erdirilmesi için açık bir siyasi diyaloğun sürdürülmesi gerekiyor.

Sonuç olarak İsrail, Gazze’yi yok etmenin ve halkını vahşice öldürmenin 7 Ekim’de kaybettiği caydırıcılık gücünü geri getirmeyeceğini anlamalı.

İsrail’in içinde bulunduğu çıkmaz, Amerikan filmi “A Knight’s Tale” de kahramanın böbürlenen rakibi Kont Adhemar’ı tek bir darbeyle alaşağı ettikten sonra şöyle dediği sahneye benziyor: “Tartıldın, ölçüldün ve eksik bulundun.”

Ortadoğu

İsrail-İran Savaşı Küresel Enerji Piyasalarını Sarsabilir

Yayınlanma

Enerji uzmanı ve petrol mühendisi Necdet Pamir, Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Gökhan Çınkara, güvenlik analisti Burak Yıldırım ve gazeteci-yazar Nalan Yazgan, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını, yakın ve orta vadeli sonuçlarını ve Ortadoğu jeopolitiğine ve enerji piyasalarına etkilerini Harici’ye değerlendirdi: İsrail-İran savaşı küresel enerji piyasalarını sarsabilir.

İsrail, bu sabaha karşı İran’ın nükleer ve balistik füze programını hedef alan kapsamlı bir hava harekâtı başlattı. “Yükselen Aslan” adı verilen operasyonda İsrail savaş uçakları, Tahran, Tebriz, İsfahan’daki Natanz nükleer tesisi ile Loristan, Kirmanşah ve Hamedan gibi stratejik kentlerdeki nükleer ve askeri tesisleri vurdu. Saldırılarda üst düzey İranlı komutanlar ve nükleer bilim insanları öldürüldü.

Bu saldırı, İran’ın 1980’lerde Irak’la yaptığı savaştan bu yana karşılaştığı en ciddi askeri müdahale olarak değerlendiriliyor. Gelişme, uzun süredir karşı karşıya gelen iki ülkeyi topyekûn bir savaşın eşiğine getirmiş durumda.

Operasyon sürerken İran’ın İsrail’e 100’den fazla insansız hava aracı gönderdiği ve İsrail hava savunma sistemlerinin devrede olduğu bildirildi.  İsrail ordusu, halkı sığınaklarda kalmaları ve sivil savunma talimatlarına uymaları yönünde uyardı. İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, “Bu operasyon uzun süredir planlanıyordu. Mutlak başarı garantisi veremem. İran’ın tepkisi alışık olduğumuzdan farklı olabilir” dedi.

İsrail; İran, Irak ve Ürdün, hava sahalarını geçici olarak uçuşlara kapattı. Ülkede olağanüstü hâl ilan edildi.

İran Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in saldırılarından ABD’yi de sorumlu tuttu. Bakanlık açıklamasında, “Siyonist rejimin İran’a yönelik saldırgan eylemleri, ABD’nin koordinasyonu ve izni olmadan gerçekleştirilemez” denildi ve “ABD, bu maceranın sonuçlarından da sorumlu olacaktır” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada ayrıca, BM Şartı’nın ilgili maddeleri gereği İran’ın meşru müdafaa hakkını saklı tuttuğu vurgulandı.

İsrail’in İran’a saldırısı sonrası bölgede tırmanan tansiyon, enerji fiyatlarını yükseltti. Petrol fiyatları yüzde 7’den fazla yükseldi. Brent petrolün varil fiyatı, Türkiye saatiyle 04.10 itibarıyla yüzde 7,40 artışla 74,49 dolara çıktı.

Uzmanlara göre bu saldırılar yalnızca iki ülke arasındaki çatışma hattını değil, dünya enerji piyasalarını ve jeopolitik dengeyi de tehdit ediyor. Enerji uzmanı ve petrol mühendisi Necdet Pamir, Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Gökhan Çınkara, güvenlik analisti Burak Yıldırım ve gazeteci-yazar Nalan Yazgan, İran’ın olası tepkilerini, çatışmanın gidişatını, gerilimin bölgeye ve küresel piyasalara yansımalarını Harici’ye değerlendirdi.

İsrail İran’ın nükleer ve balistik programına saldırdı: İran’dan misilleme

Petrol Fiyatlarında Yükseliş: İlk Etki

İsrail’in saldırısıyla birlikte Brent petrolünün varil fiyatı 69 dolardan 74 doların üzerine çıktı. Enerji uzmanı Necdet Pamir’e göre bu yükselişin arkasında yalnızca jeopolitik değil; üretim kotaları, stok düzeyleri, spekülatif hareketler gibi çok sayıda faktör bulunuyor. Ancak diğer değişkenlerde kayda değer bir değişiklik olmazsa, kısa vadede yukarı yönlü fiyat hareketi kaçınılmaz görünüyor.

Hürmüz Boğazı: Küresel Enerjinin Dar Boğazı

İran daha önce saldırılar karşısında ABD’yi Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla tehdit etmişti. Bu sefer Tahran bu tehdidi pratiğe dökebilir. Pamir, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidinin bu kez söylemden pratiğe dönüşme ihtimalini güçlü görüyor. Günde 21 milyon varil petrol ve 306 milyon metreküp LNG taşıyan bu geçiş yolu kapatılırsa, dünya enerji arzında ciddi bir boşluk oluşacak. Pamir, bu durumda petrol fiyatlarının 100 doların çok üzerine çıkmasının ve dünya petrol arzının felç olmasının mümkün olduğunu düşünüyor.

Asya ve Avrupa’ya Etkisi Ne Olacak?

Pamir’e göre, Hürmüz çıkışlı petrolün büyük kısmı Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore gibi Asya pazarlarına gidiyor. Ancak Bab’ül Mendeb–Süveyş güzergâhı üzerinden Avrupa’ya yönelen 9 milyon varillik günlük petrol ticareti de risk altında. Bu yüzden kriz, sadece bölgesel değil, küresel sonuçlar doğurabilecek bir niteliğe sahip.

Krizin Çin’e Olası Etkileri

Enerji fiyatlarındaki artışın, özellikle Çin ve Türkiye gibi yüksek ithalat bağımlılığı olan ülkeleri olumsuz etkileyeceğini belirten Pamir, sadece Çin’in artan maliyetinin 111 milyar dolar seviyesinde olabileceğini öngörüyor. Türkiye gibi ülkeler için de enflasyonist baskılar kaçınılmaz.

Yıllardır ABD ve AB’nin ambargoları altında olan İran’ın petrolünün en büyük alıcısının Çin olduğunu hatırlatan Pamir, “Her ne kadar İran Petrol Bakanı Jawad Owji, İran’ın 17 ülkeye petrol ihraç ettiğini öne sürmekte ise de diğer ülkelerin ithalatları neredeyse semboliktir ve bunların çoğu da aldıkları petrolü, yeniden (re-export) Çin’e satmaktadırlar. Çin İran’dan (ve Rusya’dan) dünya petrol fiyatlarına göre çok daha indirimli fiyatla petrol almaktadır. Bu olanağın kısıtlanması durumunda, Çin ekonomisinin zararı büyüyecektir” değerlendirmesini yaptı.

Saldırının Stratejik Hedefi

İsrail’in saldırılarının stratejik hedefinin; nükleer tesisleri, petrol ve doğal gaz alt yapısını tahrip etmekten ziyade, rejim değişikliğinin yolunu açmak olduğunu düşünen Pamir, Tel Aviv’in saldırılarının şiddetini daha da artırması ve ABD’nin de buna katılarak İran’a doğrudan ve asimetrik güçle müdahale etmesi halinde, Tahran’ın “Hürmüz Boğazı’nı kapatma” tehdidini, söylemden eyleme geçirmesinin olası olduğunu tekrar vurguladı. “Hürmüz Boğazı, dünyanın en stratejik dar boğazlarından biridir” ifadelerini kullanan Pamir, “İsrail – İran çatışması, sadece bölgesel değil, küresel etkileri olacak bir sürece evrilmektedir” değerlendirmesini yaptı.

İran’dan Gelecek Misilleme Ne Ölçüde Olabilir?

İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, saldırının ardından yaptığı açıklamada, “Siyonist rejim bu sabah topraklarımızda bir suç işleyerek yerleşim alanlarını hedef aldı. Bu rejim ağır bir cezayla karşı karşıya kalacak,” dedi. “Şehit edilen komutan ve bilim insanlarının yerini, onların yoldaşları ve halefleri alacak. Bu rejim, kendi sonunu hızlandırdı” ifadelerini kullandı.

İranlı yetkililer arka arkaya “çok sert” bir misillemede bulunacaklarını açıklarken, bu misillemenin boyutu ve yöntemi çokça tartışılıyor.

Dr. Gökhan Çınkara’ya göre, İran’ın elinde güçlü bir cevap verme kapasitesi kalmamış olabilir, çünkü İsrail İran’ın yanıt üretmesi gereken yerlerini de öncül bir saldırıyla etkisiz hale getirdi. Önemli askeri figürleri kaybeden Tahran, hem iç kamuoyunu tatmin etmek hem de uluslararası arenadaki caydırıcılığını sürdürmek için bir misilleme yapmak zorunda. Ancak Çınkara’ya göre ABD’nin müdahil olması hâlinde bu misillemenin sınırları daralıyor.

Güvenlik analisti Burak Yıldırım ise, İran’ın mühimmat ve füze stoğuyla sınırlı bir yanıt verebileceğini, jet filosunun ise işlevsiz kaldığını belirtiyor. Vekiller aracılığıyla yapılacak hamlelerin etkisinin düşük olacağını ifade eden Yıldırım, Tahran’ın bölgedeki ABD üslerini hedef almasının ise, Washington’un çatışmaya doğrudan katılmasını tetikleyebileceğini belirtti.

İsrailli yetkili ifşa etti: ABD, müzakereleri İran’ı aldatmak için kullandı

Nükleer Müzakereler: Rölantide Bir Süreç

İran, İsrail’in saldırılarının ardından 15 Haziran’da yapılacak ABD ile nükleer müzakereleri durdurduğunu açıkladı.

ABD’nin İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurması ısrarı nedeniyle bir süre gerçekleştirilemeyen görüşmelerin 15 Haziran’da Umman’da yeniden başlayacağı bildirilmişti.

Çınkara’ya göre, nükleer müzakereler İran’ı oyalamak için bir araç olarak kullanılmış olabilir. İran bu olaylar silsilesi içerisinde süreci resmen sonlandırdı. Toplamda bu durumun, İsrail’e zaman kazandırdığı düşünülüyor.

Yıldırım’a göre ise, İran’ın yeniden müzakere masasına dönmesi, rejim açısından zayıflık göstergesi olarak algılanacaktır: “İran’ın bu konjonktürde nükleer anlaşmaya imza atması İsrail’e tamamen boyun eğmesi ve rejime yönelik iç tehditlerle karşı karşıya kalması anlamına gelecek. Müzakere masasını terk etmek ise fiili çatışma halinin ağırlaşmasını beraberinde getirecek.”

İran Rejiminin Geleceği Tehlikede mi?

İran rejiminin içeride büyük bir baskı altında olduğunu belirten gazeteci-yazar Nalan Yazgan, saldırılar sonrası içerideki muhalefetin dışarıdan da desteklenerek rejim karşıtı hareketlerin büyüyebileceği görüşünde. Yazgan da Necdet Pamir gibi, İsrail’in asıl hedefinin sadece nükleer tesisler değil, rejimin kendisi olduğunu düşünüyor.

Ancak bu değişikliğin kolay olmayacağını ifade eden Gökhan Çınkara, içeride ve dışarda farklı kanatlardan muhalifler olduğunu ve hangi aktörlerin ortaya çıkabileceğinin belirsiz ve tartışmalı olduğunu söyledi.

Netanyahu’nun İç Siyaset Hamlesi

Saldırıların hemen öncesinde İsrail’de Netanyahu hükümeti içeride krizler boğuşuyordu. Bir yandan hükümet içinde zorunlu askerlik krizi devam ederken muhalefet de Netanyahu iktidarını devirme girişiminde bulundu. Ancak muhalefetin önceki gün sunduğu meclisin feshine ilişkin tasarı ön oylamada 61’e karşı 53 oyla reddedildi.

Uzmanlar, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun bu saldırıyı iç siyasetteki krizleri bastırmak ve kendi sağ seçmenini konsolide etmek amacıyla kullandığı görüşünde.

Nalan Yazgan’a göre, Netanyahu, geleneksel bir taktikle içerideki koltuğunu korumak için İran’ı hedef aldı. Bu noktada İsrail’in daha fazla saldırı düzenleme yoluna gideceğini ifade eden Yazgan, ancak bunun uzun vadeli bir plan olduğunu ve sadece günlük politikayla ilgili olmadığını da vurguladı. “İsrail’in asıl hedefi nükleer tesisler değil, İran rejimini devirmek” diyen Yazgan, bunun için içeriden ve dışardan tüm imkanlarını seferber ettiklerini belirtti: “İsrail’in İran’da bir drone üssü kurduğu ve saldırının oradan yapıldığı ve bu yüzden savunmanın devreye sokulamadığı konuşuluyor. Bu da uzun vadeli yıllar süren bir proje olduğunu gösteriyor.”

Çınkara’ya göre ise, Netanyahu bu saldırı ile kendi sağ kamuoyunu konsolide etti. Netanyahu hükümetinin Haredilerle yaşadığı askerlik krizini de aştığını belirten Çınkara, şu an için içeride Netanyahu aleyhine ciddi bir süreç işlemediği görüşünde.

Öte yandan İsrail’in kaos istediğini ve gerilimi tırmandırmak istediğini vurgulayan Nalan Yazgan, “Bölgedeki kaos İsrail’in tek ve en güçlü devlet olarak devam edebilmesi için bir ihtiyaç” ifadesini kullandı. İsrail’in diğer yandan da Batı Şeria’yı ilhak planına yaklaştığını belirten Yazgan, “Gazze’de zaten Filistinsizleştirme planında sona yaklaştı. Asıl hedefleri şu an Batı Şeria, orayı İsrail toprağı yapma yolunda ilerliyorlar” dedi.

Netanyahu’nun ‘kırılgan’ zaferi: Zorunlu askerlik krizi ertelendi

Sonuç: Küresel Etkileri Olan Bir Kriz Kapıda

İsrail’in saldırıları sonucu İran’la yükselen gerilim enerji fiyatları ve güvenliği başta olmak üzere çok sayıda alanda bölgesel ve küresel kriz dinamiklerini tetikliyor. Uzmanlara göre, İran’ın nasıl yanıt vereceği ve ABD’nin tepkisi bu noktada önemli. Bu değişkenlerin, yalnızca enerji fiyatlarını değil, bölgesel güvenlik mimarisini, diplomatik ilişkileri ve iç politik dengeleri de sarsabileceği düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Pezeşkiyan: İsrail ahmaklığından pişman olacak

Yayınlanma

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, İsrail’in Tahran ve diğer şehirlere düzenlediği saldırının ardından, “meşru ve güçlü karşılığın düşmanı yaptığına pişman edeceğini” söyledi.

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, İsrail’in bu sabah şafak vaktinde başkent Tahran ve çok sayıda ile düzenlediği saldırıların ardından yaptığı açıklamada, “İran İslam Cumhuriyeti’nin meşru ve güçlü karşılığı, düşmanı yaptığına pişman edecektir,” dedi.

Saldırılarda konutlar da hede alınmış, aralarında askeri komutanlar, bilim insanları ve sivillerin de bulunduğu çok sayıda kişi hayatını kaybetmişti.

‘Bu barbarca bir saldırı’

Saldırıyı “barbarca” olarak nitelendiren Pezeşkiyan, halka seslendiği mesajında, “Tüm uluslararası taahhütlere aykırı olan bu saldırı, bu yasa dışı oluşumun cani doğasını ortaya koymaktadır,” ifadelerini kullandı.

Pezeşkiyan, bu saldırının, İran İslam Cumhuriyeti’nin yıllardır uyarısını yaptığı “bu varlığın fıtratının suç ve saldırganlık üzerine kurulu olduğu” gerçeğini tüm dünyaya kanıtladığını ekledi.

İran halkının ve yetkililerinin bu suç karşısında sessiz kalmayacağını vurgulayan Pezeşkiyan, “İran’ın yanıtı meşru, güçlü ve düşmanı ahmaklığından pişman edecek nitelikte olacaktır,” diye konuştu.

Tahran’ın her zaman bölgede ve dünyada barış ve istikrar arayışında olduğunu ve diyalog kurmaya hazır olduğunu belirten Cumhurbaşkanı, Tahran’ın “toprak bütünlüğünü ve egemenliğini meşru müdafaa çerçevesinde savunarak her türlü saldırganlığa kararlılıkla yanıt vereceğini” kaydetti.

Bunun yanı sıra Pezeşkiyan, İran halkına “birlik ve beraberliği koruma, düşmanın psikolojik savaş kapsamında yaydığı söylentilere ve yalan haberlere itibar etmeme” çağrısında bulundu.

Hamaney: İsrail’i şiddetli bir ceza bekliyor

İran Devrim Lideri Ali Hamaney de yaptığı açıklamada, “İran topraklarına saldırma suçunu işleyen İsrail’i şiddetli bir ceza bekliyor,” dedi.

Hamaney, halka gönderdiği mesajda, “İslam Cumhuriyeti silahlı kuvvetlerinin güçlü eli düşmanı rahat bırakmayacaktır. Siyonist varlık, bu cani eylemiyle kendisine acı ve sancılı bir kader hazırlamıştır ve buna kesinlikle ulaşacaktır,” ifadelerini kullandı.

İran Devrim Muhafızları Ordusu da diğer silahlı kuvvetlerle birlikte, İsrail’in İran’a yönelik saldırganlığına kararlılıkla yanıt vermek için “teyakkuzda” olduklarını duyurdu.

İran’la savaş kapıda mı?

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İsrail’den İran’a ikinci saldırı

Yayınlanma

İsrail, İran’a yönelik yeni saldırılar düzenleyerek İsfahan’daki Natanz nükleer tesisini, Tebriz’deki havalimanını ve Kirmanşah’taki bazı bölgeleri hedef aldı. İran devlet televizyonu, saldırılar sonucu Tebriz Havalimanı’nda yangın çıktığını ve patlama sesleri duyulduğunu bildirdi. Tesnim haber ajansı ise daha önce aynı bölgede düzenlenen saldırılarda en az 3 kişinin öldüğünü aktardı.

İsrail, geçtiğimiz saatlerde İran’daki farklı vilayetleri hedef alan yeni saldırılar düzenledi. İran devlet televizyonu, İsrail’in İsfahan vilayetindeki Natanz nükleer tesisine yeniden saldırdığını duyurdu.

Saldırılar sonucunda ülkenin kuzeybatısındaki Tebriz Havalimanı’nda yangın çıktığı ve patlama sesleri duyulduğu bildirildi.

Tebriz havalimanında yangın

İran devlet televizyonu, İsrail saldırıları neticesinde ülkenin kuzeybatısındaki Tebriz kentinde bulunan havalimanında patlama seslerinin duyulduğunu ve bir yangın çıktığını açıkladı.

Doğu Azerbaycan vilayetinde bulunan havalimanından alevlerin ve dumanların yükseldiğini gösteren bir video, “Tebriz Havalimanı şimdi” notuyla paylaşıldı.

Kirmanşah’ta yeni hedefler

Lübnan merkezli el-Meyadin televizyonu da, İsrail’in Kirmanşah’ta bulunan Kasr-ı Şirin ve Kangavar şehirlerini de hedef aldığını bildirdi.

Öte yandan Tesnim haber ajansı, daha önce aynı vilayette (Doğu Azerbaycan) 10 noktayı hedef alan bir dizi saldırı düzenlendiğini ve bu saldırılarda en az 3 kişinin hayatını kaybettiğini aktardı.

İran’la savaş kapıda mı?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English