Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Kriz ve devrim arasında uluslararası sistem

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda tercümesi verilen makale, Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) Akademik Direktörü ve tarih doktoru Andrey Kortunov’un imzasıyla yayımlandı. Ukrayna ihtilafının ardından Batılı ülkelerin Rusya’ya uyguladığı ağır ambargolar, ülkeyi Çin ile halihazırda var olan yakın ilişkilerini derinleştirmeye sevk etti. Dünyanın en büyük emtia tedarikçisi olan Rusya ile üretim devi Çin’in yakınlaşması ve gelişmekte olan bir dizi ülkeyle ortaklığa giderek yeni platformlar oluşturması ya da var olan platformları daha işler kılmaya başlaması kuşkusuz son bir yılın en ciddi sonuçlarından biriydi. Kortunov, bu daimî kriz sarmalının devrimci bir dönüşümü beraberinde getirmesinin güçlü bir ihtimal olduğuna dikkat çekiyor.


Kriz ve devrim arasında uluslararası sistem

Andrey Kortunov

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC)

29 Aralık 2023

“Kriz, tam da eskinin ölmekte olduğu ve yeninin doğamadığı gerçeğinden oluşur; bu ara dönemde çok çeşitli hastalık belirtileri ortaya çıkar.” Antonio Gramsci’nin iki dünya savaşı arasındaki çalkantılı dönemi anlattığı Hapishane Defterleri’nden yapılan bu meşhur alıntı, uluslararası sistemin son birkaç on yıldaki durumunu tasvir etmek için epey uygun.

Dünyanın devrimci bir dönüşüm dönemine girdiğini söylemek artık sıradanlaştı. Oysa küresel ilişkilerde yaklaşmakta olan devrim, SSCB’nin çöküşünden başlayarak geçmişte pek çok kez öngörülmüştü. Bu devrimin habercisi olarak 11 Eylül 2001’de ABD’de yaşanan terör saldırıları, ardından 2007-2008 küresel mali krizi, Arap Baharı’nın dramatik hadiseleri ve son olarak da yayılan Kovid-19 salgını gösterildi. Bazıları Donald Trump’ın Kasım 2016’daki başkanlık seçimlerini kazanmasını yeni bir dönemin başlangıç noktası olarak görürken, diğerleri Britanya’daki Brexit referandumunun birkaç ay önce bu referans noktası olduğunu düşünüyordu. Yine de tarihin tüm akışı tarafından programlanmış gibi görünen ve uzun zamandır beklenen devrim ertelenmeye devam ederken, küresel ancien régime yeni koşullara karşı olağanüstü bir direnç ve uyum kabiliyetini tekrar tekrar gösteriyordu.

Eski düzendeki bozulmanın artışı

Kriz her zaman bir şekilde devrimden önce gelse de her krizin eski sistemin radikal bir devrimle yıkılmasıyla sonuçlanması gerekmez. Krizin doğrudan sonucu, sistemdeki gerilimi azaltan gerekli reformların uygulanması, kriz öncesi statükonun yeniden tesis edilmesi veya hatta sistemin gelenekçi ya da arkaik pratikler doğrultusunda geriye doğru kaymaya başladığı gerici bir dönemin başlaması olabilir.

Bugün, önceki dönemlerde olduğu gibi uluslararası sistemin daha ileri evrimi için, aralarında devrimci çöküş alternatifinin en tercih edilebilir görünmediği bir dizi yörünge mevcut. Devrim, artan risklerle, kayda değer maliyetlerle ilişkilidir ve genelde öngörülemeyen sonuçlara yol açar. Dünyadaki mevcut durumdan hoşnut olmamak için iyi gerekçeleri olan pek çok devlet ve toplum, devrimci dönüşümler yerine evrimsel bir yolu tercih edecektir.

Bununla birlikte, 30 yıl boyunca çeşitli güç testlerine dayanmış olan sistemin, değiştirilmiş bir biçimde de olsa sürdürülebileceğini ve muhafaza edilebileceğini varsaymak makul olur mu? Ne de olsa mevcut durum, beşeriyetin Soğuk Savaş’tan bu yana yaşadığı diğer krizlerden ciddi ölçüde farklı. Bu farklılıkların en belirgin olanlarını sıralayalım.

Her şeyden evvel, önceki krizler ağırlıklı olarak gezegenin epey önemli de olsa tek bir bölgesinde ya da uluslararası ilişkilerin tek bir boyutunda ortaya çıkıyordu. Dünya, 1991’de SSCB’nin çöküşü ve 20 yıl sonra Arap Baharı da dahil bazı bölgelerinde ciddi devlet krizleri yaşadı. Yüzyılın başında New York ve Washington DC’deki terör saldırılarıyla doruğa ulaşan güvenlik krizi son derece özel bir nitelik taşıyordu. Aynı şey yüzyılın ilk on yılının sonlarında uluslararası mali düzenlemelerde ve ikinci ve üçüncü on yılların başında küresel sağlıkta yaşanan çalkantılar için de söylenebilir.

Mevcut küresel rahatsızlık, krizlerin pek çok farklı bölgede, küresel ilişkilerin ve küresel ekonominin farklı boyutlarında eşzamanlı olarak kendini göstermesiyle eşi benzeri görülmemiş bir karmaşıklıkla karakterize ediliyor. Neredeyse paralel bir şekilde, dünya ticareti ve yatırımının en önemli alanlarında bir düşüş görüyoruz; finans ve emtia piyasaları daha değişken hale geliyor, uluslararası çatışmalar ve iç savaşların sayısı ve kapsamı artıyor, iklim sorunları ve kaynak kıtlığı şiddetleniyor ve uluslararası hukuk uygulamalarının etkinliği kötüleşiyor. Başka bir deyişle, eski dünya düzeninin iyice aşınmış yapısı artık pek çok farklı yerde çatırdıyor.

Dahası, son krizler uzun vadeli ve hatta kronik hale geldi. Yüzyılın başındaki mali kriz, Arap Baharı, koronavirüs pandemisi; ki bu felaketlerin her birinin akut aşaması ortalama bir buçuk ila iki yıl sürdü. Bugün dünya, Rusya ile Batı arasındaki çatışmanın akut aşamaya geçişinin ikinci yıldönümüne yaklaşıyor ve tünelin ucunda görünen bir ışık yok. Dahası, gerilimin daha da tırmanacağına inanmak için pek çok neden var. Aynı uğursuz sonuçlar, şu anda yaşadığımız tarihsel dönemin diğer pek çok sistemsel çatışması için de geçerli olabilir.

Mevcut karışıklıklar başka bir açıdan da dikkat çekici. SSCB’nin çöküşünden bu yana ilk kez, başlıca uluslararası aktörlerin karşılaştığı ortak zorluklardan [terör, pandemi, iklim değişikliği, vb.] veya tehditlerden değil, daha ziyade bu aktörler arasındaki çelişkilerden kaynaklanıyor. Bu nedenle bir süre önce, zorlukların fıtratı gereği dışsal olduğu durumlarda, büyük güçlerin bu zorluklara ortaklaşa karşı koymak için çabalarını ve kaynaklarını bir araya getirme ihtimali en azından teorik olarak mevcutken, şimdi bu ihtimal esasen dışlanmış durumda ve dünya politikası “sıfır toplamlı bir oyuna” kaymaya devam ediyor.

Üst sınıflar işin içinden çıkamadığında ve alt sınıflar artık eskiyle yaşamak istemediğinde

Kuşkusuz, mazide yaşanan tüm krizler ve sistemsel başarısızlıklar mevcut devrimci duruma katkıda bulundu. Önde gelen aktörler genelde reform yapmak yerine statükoyu restore etme yolunu izledikleri için —ki bunun sonucunda ortaya çıkan pek çok sorun çözülmek yerine her yıl geri plana atıldı— ertelenen sorunların genel kümülatif olumsuz etkisi kaçınılmaz olarak birikiyor ve sistemin istikrarı giderek azalıyor. Mecazi anlamda konuşmak gerekirse, her yıl pek çok tehlikeli virüse yakalanan insanlık, tedavi için gerekli güçlü antibiyotikler yerine bildik aspirinleri kullanıyor; bu yüksek ateşi düşürebilir ama tam bir iyileşme asla gerçekleşmez. Uluslararası istikrarsızlığın her yeni nüksedişinde, sistemin düzenli ve kademeli bir şekilde dönüştürülmesini, yani kilit aktörler tarafından üzerinde mutabık kalınan reform mekanizması yoluyla yeniden inşa edilmesini sağlayacak imkanlar daha da daralıyor.

“Üst kademelerden” koordineli reformlar için ne kadar az fırsat olursa bir devrim sırasında her zaman meydana gelen “tabandaki” eski düzenin kendiliğinden ve şiddetli bir şekilde yıkılma ihtimali de o kadar artar. Eski tarih kitaplarından iyi bilinen bir durum ortaya çıkar; “üst sınıflar” [kozmopolit, siyasi ve iktisadi seçkinler] artık eski tarzda yönetemezken “alt sınıflar” [ulusal topluluklar] artık kendilerine dayatılan eski kurallarla yaşamak istemezler. Mevcut durum ile geçmiş on yıllardaki sayısız krizler arasındaki temel fark bu gibi görünüyor ve bu da eski sistemin devrimci bir şekilde çöküşünü sadece birkaç yıl öncesine göre çok daha olası kılıyor.

Tarih, bölgesel ve hatta küresel uluslararası ilişkiler sistemlerinin devrim niteliğindeki dönüşümlerinin pek çok emsalini barındırıyor.

Fakat bugünkü durumun pek çok açıdan tarihsel bir emsali bulunmuyor. Geçmişte, sistemsel bir krizi çözmenin doğal algoritması büyük bir savaşı içeriyordu. Askeri bir çatışma yeni bir güç dengesini dayatır ve savaş sırasında statülerini teyit eden baş aktörlerin uluslararası ilişkilerde oyunun yeni kurallarını tanımlamalarına imkân sağlardı. Vestfalya sisteminin (1648), Avrupa Konseyinin Viyana sisteminin (1815), Versay sisteminin (1919) ve Yalta-Potsdam sisteminin (1945) açılışında durum böyleydi.

Bugün, küresel ilişkilerde dengenin nispeten hızlı bir şekilde yeniden kurulması ihtimali pratikte çözülemez görünüyor; ana aktörler artık birbirleriyle doğrudan askeri çatışma lüksüne sahip değilken dolaylı çatışmalar [NATO-Rusya, ABD-Çin, Kolektif Batı-Küresel Güney] nihai kazanan ortaya çıkmadan epey uzun sürebilir. Bu tür çatışmalarda her iki taraf için de riskler çok yüksektir ve cezasızlıkla tırmanma seçenekleri çoktur. Oyunun güncellenmiş kurallarını düzeltmek de zordur, zira şu anda dünyada yaygın bir kurumsal yorgunluk ve yeni küresel veya bölgesel yönetişim kurumları kurmak için önemli kaynaklar ve siyasi sermaye yatırımı yapma konusunda isteklilik eksikliği mevcut.

Sürekli devrimin özellikleri

Tüm bunlar, uluslararası sistemin uzun vadeli ve sonu gelmeyen bir devrim dönemine girdiği anlamına geliyor. Ne 2024’te ne de önümüzdeki birkaç yıl boyunca istikrarlı bir yeni dünya düzeni ortaya çıkmayacak, uluslararası süreçler yeni bir sistemin oluşumundan ziyade büyük ölçüde eski sistemin devam eden çöküşü tarafından belirlenmeye devam edecektir. Bu koşullar altında, küresel eğilimler istikrarsızlık, dalgalanma ve çok yönlülük ile karakterize edilecektir.

Diğer hususların yanı sıra, uluslararası sistemin sürekli devrimi, bir zamanlar küresel olan iktisadi ve teknolojik modellerin bölgeselleşmesine ve hatta “atomize” olmasına, dış politikanın ve ana aktörlerin ulusal önceliklerinin giderek daha fazla güvenlikçi olmasına, küresel ve bölgesel düzeylerde çok taraflı mekanizmaların gerilemeye devam etmesine ve yeni bir iki kutuplu sistemi engelleyecek olan orta ve bölgesel güçlerin görünümünün artmasına yol açacaktır.

Alman filozof ve sosyolog Jürgen Habermas, “Devrimci bilinç ya da zihniyet kendini yeni bir başlangıcın mümkün olduğu inancında ifade eder,” demişti. Ancak bu inanç her zaman ve hemen yeni gerçekliğin ne olması gerektiğine dair net ve detaylı bir fikre dönüşmez. Yeni bir dünya düzeninin kademeli olarak ortaya çıkışı elbette zaman içinde hızlanacaktır ama bunun yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya, küresel veya bölgesel yönetişimle ilgili belirli konuları ele almak için taktiksel durumsal koalisyonlar yoluyla ilerlemesi muhtemel. Dahası, bu tür koalisyonlar yalnızca devletleri değil, uluslararası ilişkilerdeki devlet dışı aktörleri de içerecektir. Koalisyonlar, değerlerin ve ulusal sosyoekonomik kalkınma modellerinin bariz ve sürekli büyüyen çoğulculuğu altında oluşturulacaktır.

Muhtemelen düzenlemenin hedefi başlangıçta uluslararası ilişkilerin teknik, siyasi açıdan toksik olmayan boyutları olacak ve dünya siyasetinin daha karmaşık ve siyasi açıdan hassas boyutlarına doğru kademeli olarak genişleyecektir. Gramsci’nin ifadesiyle, yeni çok taraflı düzenleyici pratikler muhtemelen yeni bir dünyanın ilk taşları olacaktır; hala kaba ve ham olsalar bile, eski uluslararası sistemin görkemli kalıntılarından daha güzel olacaklardır.

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English