Bizi Takip Edin

AMERİKA

‘Küba’nın cani komşusuyla başı yine dertte’

Yayınlanma

Editörün notu: Küba, 1959’daki devrimden bu yana ABD’nin baskıcı politikalarıyla mücadele ediyor. ABD, Küba’ya uyguladığı iktisadi, ticari ve finansal ablukalarla ada ülkesini siyasi ve iktisadi olarak zayıflatmayı hedefliyor. Bu abluka, Küba’nın sağlık, eğitim ve diğer temel haklarına erişimini ciddi biçimde engelleyerek, ülkeye doğrudan ve dolaylı olarak büyük zararlar veriyor. BM ve uluslararası toplumun yıllık olarak tekrarladığı kınama ve yaptırımları kaldırma çağrılarına rağmen, ABD bu politikaları sonlandırmayı reddediyor ve hatta daha da sertleştiriyor.

Küba, tüm bu baskılara ve saldırılara rağmen bağımsız duruşunu koruyarak ABD’nin müdahaleci politikalarına karşı direnmeye devam ediyor. Washington yönetiminin bu politikalarının soykırım girişimi olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunan uluslararası hukukçular ve çeşitli bağımsız kuruluşlar, ABD’nin Küba’ya verdiği zararı tazmin etmesi gerektiğini ifade ediyor.


Edgar Göll, NachDenkSeiten

27 Ekim 2024

Şöyle bir senaryo düşünün: Erken bir sabah saatinde, bir adam Havana’daki ABD Büyükelçiliğinin önünde duruyor, yanında getirdiği Amerikan bayrağını benzinle ıslatıyor ve onu ateşe vermeye çalışıyor. Ardından, otomatik bir silahla elçilik binasına tam 23 el ateş ediyor. Tutuklandıktan sonra verdiği röportajda, eğer büyükelçi ya da başka biri binadan çıksaydı, onlara da tereddütsüz ateş edeceğini itiraf ediyor. Bu durumda ABD hükümetinin “küresel” çapta bir kınama kampanyası başlatması, CNN gibi kanalların olayı gün boyu ekranlara taşıması, Küba’nın sert eleştirilerle hedef alınması, yaptırımlar uygulanması ve Küba devletinin elçiliğin güvenliğini sağlama sorumluluğunu yerine getirmediği gerekçesiyle dava edilmesi gayet net olurdu.

Ama gerçek tam tersiydi ve çok daha farklı gelişti: Bu türden bir terör saldırısı ABD’nin başkenti Washington DC’de, Küba Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliğine yönelik gerçekleşti! 30 Nisan 2020’de, Küba doğumlu 42 yaşındaki Alexander Alazo, ABD bayrağına bürünmüş halde elçilik önünde saldırıya geçti. Önce, üzerinde “Trump 2020” yazılı bir Küba bayrağını yakmaya çalıştı. Ardından, otomatik bir tüfekle Küba’nın diplomatik temsilciliğine tam 32 el ateş etti. O esnada elçilik binasında yedi kişi bulunuyordu. ABD makamları, daha önce Alazo’ya siyasi sığınma hakkı tanımıştı. Yakalnmasının ardından, Columbia Bölgesi Mahkemesinden Yargıç Michael Harvey, Alazo’nun “toplum için bir tehdit oluşturduğunu” belirterek onu cezaevine gönderdi. Buna karşın, Miami merkezli çevrim içi portal ADN Cuba gibi aşırı sağcı sürgün Kübalıların medya organları bu açıkça tehlikeli saldırganı savunmaya kalktı. Alazo, bu saldırıdan önce bölgede yaşayan sağcı sürgün Kübalılarla doğrudan bağlantıya geçmişti. Onlar, Alazo’nun “akli dengesinin bozuk” olduğunu ve bu nedenle suçsuz sayılması gerektiğini iddia etti.

Şimdi, dört yıl sonra, ABD yargısı bu şaibeli iddiayı resmi olarak kabul etti. Eylül 2024’ün sonunda, Bölge Yargıcı Amy Berman Jackson, Alazo’nun 15 Ekim itibarıyla serbest bırakılmasına karar verdi. Alazo, şu anda bir haftadır serbest ve herhangi bir kısıtlamaya tabi değil. Yargıç, Alazo’nun eşine hitaben, “Uzun vadeli amacımız, onun iyileşmesi ve sizinle ve çocuklarınızla birlikte yaşamasıdır,” dedi. Alazo’ya “pro bono” (ücretsiz) vekalet eden eski federal savunma avukatı Sabrina P. Shroff ise, Washington Post‘a açıklamalarda bulunarak “Bay Alazo bu suçu işlerken iyi durumda değildi. Ona karşı hiçbir şekilde dava açılmamalıydı. (…) Tedavi gördüğü sürece Bay Alazo kimse için bir tehdit oluşturmaz,” diye konuştu.

Küba’nın net tepkisi

Bu olayın ardından Küba Dışişleri Bakanlığı, ABD hükümetini bir kez daha “Küba’ya karşı terör ve şiddet eylemlerinin hoşgörülü bir suç ortağı” olmakla suçladı. 4 Ekim’de yayımlanan açıklamada, “ABD’nin başkentindeki merkezi bir caddede bir diplomatik misyona yönelik bu saldırı, başka herhangi bir ülkede terör eylemi olarak sınıflandırılırdı,” ifadesine yer verildi. Ancak ABD hükümeti, “bu eylemi terör saldırısı olarak nitelendirmeyi reddetti ve failin ABD yasalarına göre açıkça terörist olarak tanımlanabilecek eylemlerine rağmen onu bu şekilde yargılama niyetini hiçbir zaman taşımadı.” Ayrıca, yargı makamlarının, “Alazo’nun Güney Florida’da yerleşik, daha önce de defalarca Küba’ya karşı saldırgan tutum sergileyen ve şiddet ile terörizmi teşvik eden gruplarla bağlantılarına dair delilleri” göz ardı ettiği belirtildi.

Küba Dışişleri Bakanlığı ayrıca, ABD topraklarından finanse edilip yürütülen organize terörün bir kurbanı olduğunu bir kez daha delilleriyle birlikte hatırlattı. 1959’dan bu yana sosyalist Küba’ya karşı düzenlenen terör saldırıları ve gizli operasyonlar sonucunda 3 bin 478 Kübalı hayatını kaybetmiş, 2 bin 99 kişi ise sakat kalmış veya yaralanmıştı. Küba hükümeti, bu tür bir eylem Küba büyükelçiliğine ve orada görev yapan personele karşı işlendiğinde, ABD hükümetinden ciddi, sorumlu ve dürüst bir tutum talep ettiğini defalarca dile getirdi; fakat bu çağrılar hiçbir zaman karşılık bulmadı.

Durumu daha da acı kılan şey ise, Küba’nın bu protesto notunu, 6 Ekim 1976’da bir sivil yolcu uçağına yönelik gerçekleştirilen terör saldırısının yıl dönümünden iki gün önce iletmiş olması. Eski CIA casusları Luis Posada Carriles ve Orlando Bosch’un talimatıyla, iki Venezuelalı paralı asker o tarihte uçağın kokpitine patlayıcılar yerleştirmişti. Barbados’tan kalkışından hemen sonra bu patlayıcılar infilak etti. Bu sivil uçak kazasında 57 Kübalı, beş Kuzey Koreli ve Guyana’dan 11 yolcu yaşamını yitirdi. ABD’de –yani saldırının faillerinin yaşadığı ülkede– ve diğer Batılı ülkelerde bu vahşi terör saldırısı bilinçli olarak unutturulmuşken, geride kalanlar ve mağdurlar bu trajediyi asla unutamıyor.

Daha da üzücü olan, bu terör saldırısından sorumlu şahısların, ölüm günlerine dek ABD’de hiçbir engellemeyle karşılaşmadan yaşamlarını sürdürmüş olmalarıydı. Bu nedenle, müteakip pazar günü Küba, Barbados, Guyana ve Trinidad ve Tobago’nun başkentlerinde –yani Havana, Bridgetown, Port of Spain ve Georgetown’da– düzenlenen etkinliklerle bu olayda hayatını kaybedenler anıldı. Anma törenleri sırasında, Barbados Dışişleri Bakanı Sandra Husbands, Trinidad ve Tobago Dışişleri Bakanı Amery Browne ve Guyana Dışişleri Bakanı Hugh Todd, ABD’ye Küba’yı “terörün sponsoru” olduğu iddiasıyla hazırlanan kara listeden nihayet çıkarması ve ada ülkesine 60 yılı aşkın süredir uygulanan iktisadi, ticari ve finansal ablukayı sona erdirmesi çağrısında bulundular. Bu yetkililer, bu tür terör saldırılarının, ABD’nin Küba’ya yönelik genel olarak suç teşkil eden ve terörist unsurlar içeren politikasının aşırı bir örneği olduğunu ve bu politikaların artık sona ermesi gerektiğini açıkça ifade ettiler.

ABD ablukası: Küba halkına karşı girişilmiş bir soykırım teşebbüsü

Küba’ya uygulanan ablukaya dönük benzer bir net değerlendirme, yaklaşık bir yıl önce, uluslararası hukuk profesörü Prof. Norman Paech’in koordinasyonuyla Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirilen uluslararası bir mahkemeden geldi. Bu mahkemenin kararında şöyle denildi:

“Abluka, doğrudan ve dolaylı olarak çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine yol açtı ve ABD’nin, Küba halkı boyun eğmeye karar vermediği sürece bu ablukayı sürdürme kararı, ABD’nin Küba halkının en azından bir kısmının fiziksel olarak yok edilmesini amaçlayan önlemleri devam ettirme konusunda kararlı olduğunu gösteriyor. Bu tür bir tutum, soykırım suçunun unsurlarını taşıyor olabilir.”

Brüksel mahkemesinin bu kararına göre BM kararları, uluslararası ve ulusal kuruluşların sayısız çağrıları ve bilimsel analizler tamamen doğrulandı:

“Çok sayıda yaptırım ve bunlara temel oluşturan ABD yasaları hukuka aykırıdır ve kaldırılmalıdır. ABD, Küba devletine, şirketlerine ve vatandaşlarına verdiği zarardan sorumlu tutulmalıdır.”

Geçtiğimiz günlerde, Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodríguez Parrilla, ABD ablukasının sonuçlarına dair güncel raporu sundu. Bu rapor, Mart 2023 ile Nisan 2024 arasındaki dönemde Küba’da meydana gelen maddi zararları ve kısıtlamaları kapsıyor.

Rapora göre, söz konusu dönemde meydana gelen zararlar beş milyar ABD dolarını aştı. Raporda ayrıca, özellikle Batı Avrupa’da olmak üzere dünya çapında Küba ile işbirliği yapan aktörleri ve işbirliklerini etkileyen “sınır ötesi etkiler” de ele alındı. Bu rapor, BM Genel Kurulu’nun 30 Ekim’de New York’ta oylayacağı ablukanın kaldırılmasına yönelik yeni bir BM kararı için temel teşkil ediyor.

İmparatorluğun cehaleti ve kibirli tavrı

Her yıl yapılan bu BM oylamalarında, ABD hükümeti sürekli olarak tüm dünyadan izole olmuş bir şekilde eleştirilerin hedefi oluyor. Buna rağmen, ABD, Küba’ya yönelik yaptırımlarını azaltmak ya da durdurmak bir yana, tam tersine daha da sertleştirdi. Öyle ki, Başkan Trump döneminde, Küba keyfi bir şekilde “Terörizmin Devlet Sponsorları” (State Sponsors of Terrorism, SSoT) listesine alındı. Bu durum, Küba’yı ve onunla iş yapan herkesi sert tek taraflı yaptırımlara maruz bıraktı. Şimdi ise Birleşmiş Milletler’den bir uzman grubu, ABD yönetimini bu tutumu gözden geçirmeye çağırdı. ABD’nin “terör destekçisi” olarak damgaladığı devletler ve bu ülkelerin halkları, bu listeye alınmaları nedeniyle zaten uygulanmakta olan yaptırımlara ek olarak daha da fazla zarar görüyor. BM uzman grubu, SSoT listesine alınmanın, gıda hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, iktisadi ve sosyal haklar, yaşam hakkı ve kalkınma hakkı dahil olmak üzere temel insan haklarını ciddi biçimde olumsuz etkilediğine dikkat çekti. Bu nitelendirme, tamamen ABD hükümeti tarafından tek taraflı olarak yapılıyor ve bu duruma BM uzmanları, “devletlerin egemen eşitliği, devletlerin içişlerine müdahale etmeme ve uluslararası anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi” gibi uluslararası hukukun temel ilkelerine aykırıdır,” yorumunu yaptı.

Küba’nın bu listeye alınması nedeniyle, Ocak 2021’den Şubat 2024’e kadar, yabancı bankalar yaklaşık 1064 kez Küba kuruluşlarına hizmet vermeyi reddettiklerini bildirdi. Küba Devlet Başkanı Diaz-Canel, Prensa Latina haber ajansına yaptığı açıklamada, ABD’nin bu eylemlerinin, aslında “terörizmin devlet sponsoru” (SSoT) niteliğini taşıyan bir tutum olduğunu –yani ABD hükümetinin tamamen keyfi ve asılsız bir şekilde Küba’ya atfettiği suçlamanın bizzat kendisi olduğunu– belirtti. Buna karşılık Washington’dan gelen yanıt ise şu şekilde oldu: Reuters haber ajansına konuşan bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “ABD kolluk kuvvetleri, ABD yasaları çerçevesinde bireyleri takip eder ve yabancı hükümetlerden talimat almaz,” dedi.

Küba sayısız kesin kanıt sunuyor ve görmezden geliniyor

1990’lı yıllarda, Doğu Avrupa’daki reel sosyalist ülkelerle işbirliğinin sona ermesinden sonra Küba’nın yaşadığı zorlu “Özel Dönem” sürecinde, Küba’ya yönelik terörist eylemler giderek tırmandı. Bu gelişmeler karşısında Küba makamları, bu suçların ABD’den desteklendiğini kanıtlamak amacıyla FBI’a çok sayıda dosya dolusu bilgi ve belge sundu.

Bu belgeler, ulusal elektrik şebekesine, kamu sağlık hizmetlerine ve ulaşım altyapısına yönelik ekonomik zararlar veren ve insan hayatını tehlikeye atan sabotaj ve vandalizm eylemlerini içeriyordu. Örneğin, Havana’daki tesislere molotof kokteylleri atılması, Mayıs 2019’da Mariel’deki konteyner terminalinden çıkan bir yük treninin raydan çıkarılması, otobüslerin taşlanarak veya yakılarak tahrip edilmesi, içme suyu kaynaklarının zehirlenmesi, devlet kurumlarına saldırılar, radyo istasyonlarının işgal edilmesi, diplomatik temsilciliklere ve Küba tesislerine yönelik saldırılar ve bir askeri birliğe baskın yaparak silahlarını ele geçirme planı gibi olaylar yaşandı.

Küba İçişleri Bakanlığı’ndan Víctor Álvarez Valle bu konuda şunları söyledi:

“Bu eylemlerin ortak noktası, adi suçlardan sabıkalı ve toplum dışı kabul edilen Kübalı vatandaşlar tarafından gerçekleştirilmiş olmalarıdır. Bu şahıslar, ABD’de yerleşik ve oradaki aşırı sağcı örgütlerle bağlantılı şahıslar tarafından devşirilmiş, yönlendirilmiş ve finanse edilmiştir. Yürütülen soruşturmalar neticesinde, ABD’de yaşayan iki Küba vatandaşı tarafından tertip edilen bu eylemlerin, Küba’da korku salmayı ve ülkede bir istikrarsızlık görüntüsü yaratmayı amaçladığı tespit edilmiştir.”

Yoğun soruşturmalar sonucunda Küba İçişleri Bakanlığı, Aralık 2023’te bir rapor yayımladı. Bu raporda, ABD merkezli 61 kişi ve 19 örgütün adı geçiyor ve Küba hükümeti bu kişileri terörizme destek sağlamakla suçluyor. Bu listede, “La Nueva Nación Cubana en Armas” (Silahlı Yeni Küba Ulusu) adlı örgüt de yer alıyor. Listedeki şahıslar hakkında soruşturmalar başlatılmış olup, bu kişilerin kendi ülkelerinde veya başka ülkelerde terörist faaliyetlere teşvik, planlama, organizasyon, finansman, destek sağlama veya bu tür eylemlere katılma suçlarından arandıkları belirtiliyor. “La Nueva Nación Cubana en Armas” örgütünün, Pinar del Río eyaletindeki ofisler, şeker kamışı tarlaları ve tütün fabrikalarına yönelik saldırılardan sorumlu olduğu, ayrıca Havana eyaletindeki San Miguel del Padrón bölgesinde anaokulları, okullar, poliklinikler ve Organización Básica Eléctrica (Temel Elektrik Organizasyonu) tesislerine yönelik saldırgan eylemler düzenlediği bildiriliyor. Álvarez Valle, bu konuda şu açıklamayı yaptı:

“Bu şahıslar, Kuzey Amerika topraklarında cezasız bir şekilde faaliyet göstermeye devam ediyor; şiddet yanlısı örgütleri finanse ediyor, organize ediyor ve destekliyorlar, böylece ülkemizin iç düzenini zayıflatmaya çalışıyorlar.”

Kasvetli öngörüler: Vahşi Batı’dan Küba’ya bakış

5 Kasım’da ABD’de düzenlenecek olan başkanlık seçimlerinde, her iki adaydan da Küba’ya dönük daha medeni ve uluslararası hukuka uygun bir politika beklemek mümkün görünmüyor. Kamala Harris’in açıklamaları muğlak ve çelişkili. Daha da kötüsü, Donald Trump ve başkan yardımcısı adayı Vance’in olası Küba politikası tam anlamıyla felaket olabilir. Trump, bir seçim mitinginde başkan olması durumunda “Küba’nın yakında çok farklı görüneceğini” iddia etti.

Bu askeri süper gücün dış politika elitleri, politikalarını yürütürken son derece acımasız ve yıkıcı bir tavır sergiliyor; BM Şartı, uluslararası hukuk, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve tüm dünya toplumunun iradesini hiçe sayıyor. Bu bağlamda, Guantánamo Körfezi’nde kurulan ve 700’e yakın tutuklunun bulunduğu yasa dışı, barbarca bir ABD işkence kampına dönüştürülen üssü hatırlatmak yeterli olacaktır, bu üs, 1902’den beri ABD ordusu tarafından uluslararası hukuka aykırı bir şekilde işgal edilmiş Küba toprağı olarak değerlendiriliyor.

Küba, “İmparatorluğun” saldırganlığını ve suçlarını, ABD destekli diktatör Batista’ya karşı 1959’da gerçekleştirdiği başarılı devrimden bu yana, yani tam 65 yıldır çekiyor. O dönemde, bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bir doktrin ortaya konmuştu. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları ile CIA tarafından 1959 sonbaharında hazırlanan ve Başkan Eisenhower ile halefi John F. Kennedy tarafından onaylanan ABD işgal planının ilk cümlesi şöyleydi:

“Burada sunulan programın amacı, Castro rejimini ABD için daha kabul edilebilir bir rejimle değiştirmektir; ancak bunu yaparken ABD müdahalesi izlenimi yaratılmamasına dikkat edilecektir.”

AMERİKA

Trump Pentagon’un iki numarası olarak milyarder Feinberg’i atadı

Yayınlanma

ABD’de Donald Trump, milyarder yatırımcı Stephen Feinberg’i üst düzey bir savunma görevine atadı.

Özel sermaye grubu Cerberus Capital Management’ın kurucularından Feinberg, savunma bakan yardımcılığına aday gösterilerek Pentagon’un iki numaralı ismi oldu.

Trump, şirketi sıkıntılı varlıklara odaklanan Feinberg’i “Pentagon’u Yeniden Büyük Yapmaya” yardımcı olacak “son derece başarılı bir işadamı” olduğu için övdü.

Yatırımcı, Trump’ın ilk döneminde İstihbarat Danışma Kurulu başkanıydı.

Savunma, yönetim altında 65 milyar dolarlık varlığa sahip olan Cerberus’un temel yatırım alanlarından biri. Fon mayıs ayında ABD askeri havacılık şirketi M1 Support Services’in kontrol hisselerini satın almıştı.

Trump Pentagon’u Silikon Vadisine emanet etmeye hazırlanıyor

Cerberus geçen ay da Avustralya’daki bir askeri-sivil ortak inşaat projesine 300 milyon dolarlık bir yatırım yaptığını duyurdu.

Pentagon’daki en yüksek rütbeli ikinci sivil olan bakan yardımcısı, savunma bütçesi de dahil olmak üzere günlük operasyonların yürütülmesinden sorumlu.

İş arkadaşlarına göre Feinberg, ABD’nin Çin gibi rakiplerinin gerisinde kalmasından endişe duymaya başladıktan sonra hipersonik alanına yatırım yapmaya karar verdi.

Uzun süredir medyadan ya da kamuoyu önüne çıkmaktan kaçınan Feinberg ulusal güvenliğe ilgi duyuyor. Şirketi, en azından geçmişte, mevcut şirketlerdeki özel sermaye hisselerine odaklanmıştı. Fakat Cerberus bu yıl savunma girişimlerine odaklanan bir girişim sermayesi fonu kurdu.

Pentagon’un üç numarasına bilindik bir isim: Elbridge Colby

Trump ayrıca Pentagon’un üç numaralı pozisyonuna da bir “Çin şahini” olarak bilinen Elbridge Colby’yi atadı.

Trump yönetiminde dış politika ve jeopolitika alanında da söz sahibi olması beklenen Colby, Avrupa ve orta Doğu’daki savaşlar yerine ABD’nin askeri gücünü Pasifik’te Çin’e karşı kaydırması gerektiğini savunuyor.

ABD’nin Ukrayna’ya taahhütlerinin fazla olduğunu savunan Colby, ülkesine ve çıkarlarına yönelik en somut meydan okumanın, iktisadi ve askeri olarak Çin’den geldiğinin altını çiziyor.

Ukrayna’ya da ‘Çin merceğinden’ baktığını söyleyen stratejist, Kiev’e bir anda tüm yardımların kesilmesini söylemediğini, Rusya’nın yaptıklarının ‘şeytani’ olduğunu ama ABD’nin yaptığı yardımların Amerikalıların somut çıkarlarıyla uyuşmadığını savunuyor.

Trump’ın dış siyaset danışmanı Colby: Çin, Rusya’dan daha tehlikeli

Ekonomi danışmanlığına “Powell düşmanı” Miran geldi

Donald Trump, ilk döneminde görev yapmış iktisatçı Stephen Miran’ı ise Ekonomik Danışmanlar Konseyine başkanlık etmesi için görevlendirdi.

Miran, Trump’ın ilk yönetiminde Hazine Bakanlığında ekonomi politikalarından sorumlu kıdemli danışman olarak görev yapmıştı.

Seçilmiş başkan bu atamayla, Biden yönetimini ekonomiyi manipüle etmekle ve merkez bankasının rolünü “gasp etmekle” suçlayan Federal Rezerv Başkanı Jay Powell’ı eleştiren bir ismi yükseltmeyi amaçlıyor.

Trump pazar günü yaptığı açıklamada, “Steve, tüm Amerikalıları ayağa kaldıracak Büyük Ekonomik Patlamayı sağlamak için Ekonomi Ekibimin geri kalanıyla birlikte çalışacak,” dedi.

Beyaz Saray Ekonomi Danışmanları Konseyi, başkana ekonomi politikası konusunda danışmanlık yapan üç kişilik bir grup.

Bu yılın başlarında Miran, Biden’ın Hazine Bakanlığını seçim sırasında ekonomiyi manipüle etmekle suçlayan bir makale kaleme almış ve hükümetin kısa vadeli borca bağımlılığının “gizli niceliksel gevşeme” anlamına geldiğini ve Fed’in enflasyonla mücadele kabiliyetini engellediğini savunmuştu.

Trump’a yakın Elbridge Colby: Tüm askeri gücümüzü Doğu Avrupa’ya aktarmayacağız

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Trudeau’ya darbe: Kendi partisinden istifa çağrısı

Yayınlanma

Kanada devlet yayını CBC’nin haberine göre, Ontario’dan 50’den fazla Liberal Parti milletvekili cumartesi günü bir konferans görüşmesi sırasında Justin Trudeau’nun başbakanlıktan istifa etmesi gerektiği konusunda “fikir birliğine” vardı.

Hafta sonu yapılan toplantıya katılan Ottawa bölgesi Liberal milletvekillerinden Chandra Arya CBC’ye verdiği demeçte, “Muhafazakârlar, Bloc Quebecois ve NDP’nin hepsi mevcut başbakanı düşürmek istediklerini söylediler. Dolayısıyla liderliğin şimdi değişmesinden başka alternatif yok,” dedi.

Arya, Trudeau’ya alternatif olarak Freeland’i kamuoyu önünde destekledi. Globe’un ismini vermek istemeyen bir kişiye dayandırdığı haberine göre, başkaları da özel olarak Arya’ya destek veriyor.

Bu sayı, Kanada Avam Kamarasında 153 sandalyesi bulunan Liberal Parti grubunun yaklaşık üçte birini temsil ediyor. Ne var ki Liberal milletvekillerinin liderlerini görevden almaları ya da bir yarışma başlatmaları için resmi bir mekanizma bulunmuyor.

Muhalefet partileri başbakanı devirme hazırlığında

Liberaller parlamentodaki en büyük grubu oluştursa da çoğunluğa sahip değiller ve yasaları geçirmek ve iktidarda kalmak için başta Yeni Demokratik Parti (NDP) olmak üzere diğer partilerin üyelerinin oylarına güveniyorlar.

Trudeau hükümeti, Maliye Bakanı Chrystia Freeland’in 16 Aralık’ta başbakanla hükümetin gidişatı konusunda anlaşmazlığa düştüklerini söyleyerek istifa etmesinden bu yana çalkantı içinde.

Bunun ardından NDP Lideri Jagmeet Singh cuma günü yaptığı açıklamada 25 üyesinin diğer iki muhalefet partisine katılarak önümüzdeki yılın başlarında hükümeti düşürmek için oy kullanacağını söyledi.

Liberal Parti’ye daha “merkezci” bir rol biçme çabası

Pazar günü Globe and Mail gazetesinde yer alan ayrı bir habere göre Trudeau kış tatili boyunca istifa etmeyi planlamıyor fakat ne yapması gerektiği konusunda düşünmeye devam edecek.

Montreal bölgesinden milletvekili Anthony Housefather de pazar günü yayınlanan bir televizyon röportajında yayıncı kuruluşa, “Kalırsa imkansız bir durumdayız çünkü oy pusulası o olacak” dedi.

Pazar günü The West Block’ta yayınlanan bir röportajda Mercedes Stephenson’a konuşan Housefather, “En önemlisi Kanadalıların ona olan güvenini açıkça kaybetmiş olması ve Kanadalıların onun gitmesini istemesi,” dedi.

Housefather, Trudeau bir sonraki seçimde aday olmaya kalkarsa, “Liberal programlara bakmayacağız, başka hiçbir şeye bakmayacağız. Her şey seçmenler için tek bir soru olacak: Justin Trudeau’nun başbakan olarak kalmasını istiyorlar mı? Bence bu konuda açıkça bir sonuca varmış durumdalar,” iddiasında bulundu.

Housefather, yeni bir liderin Liberallerin Trudeau tarafından yönetilen “ilerici” gündemden vazgeçerek “daha merkezci bir vizyon” sunmasına yardımcı olabileceğini ve partinin Kanadalıların arzu ettiği bir zamanda değişim sunmasına izin verebileceğini sözlerine ekledi.

Kanada halkının dörtte üçü Trudeau’nun istifasını istiyor

Milletvekili, konuştuğu meslektaşlarının önemli bir çoğunluğunun Trudeau’nun Liberallerin lideri olarak kalması için bir yol olmadığına inandığını da sözlerine ekledi.

Housefather, Trudeau’nun önümüzdeki günlerde ya da haftalarda istifa etmesi halinde, parti grubunun bir liderlik seçimi sırasında ya da “teorik olarak” bir sonraki seçime kadar başbakan olarak görev yapacak geçici bir lideri oylayabileceğini söyledi.

Ipsos’un Global News için yaptığı ve cuma günü açıklanan bir ankete göre Kanadalıların neredeyse dörtte üçü Trudeau’nun görevi bırakmasını isterken, Liberallere destek yüzde 20 ile neredeyse tarihin en düşük seviyesinde.

Kanadalıların yarısından biraz fazlası Ipsos’a, Ekim 2025’te yapılması planlanan seçimden önce, ilk fırsatta bir erken seçim istediklerini söyledi.

Bütçe açığı gerilimi ön planda

Trudeau hükümetindeki çatlak, i​lkbahar bütçesi görüşmeleri sırasında ortaya çıktı ve derinleşti. 

Freeland, hükümetin bütçe açığının 40 milyar dolar ya da altında kalacağını taahhüt etmişti. 

Fakat Meclis Başkanı Karina Gould tarafından yapılan Sonbahar Ekonomik Açıklaması, açığın yavaşlamadığını, aksine yaklaşık 62 milyar dolara yükseldiğini vurguladı.

Britanya Kolumbiyasındaki ara seçim kaybı Liberallere bir darbe daha vurdu ve bu, 2024 yılında Liberallerin aldığı üçüncü mağlubiyet oldu.

Freeland istifa mektubunda gereksiz harcamalarla ilgili endişelerini ve yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın “Önce Amerika” iktisadi gündemiyle başa çıkmak için en iyi yaklaşım konusundaki fikirlerini dile getirdi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Jake Sullivan: ABD’nin rakipleri ve düşmanları daha zayıf

Yayınlanma

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden yönetiminin seçilmiş Başkan Donald Trump’ı küresel olarak çok güçlü bir konumda bıraktığına inandığını söyledi.

Pazar günü CNN’in “Fareed Zakaria GPS” programına katılan Sullivan, “Bence ulusal gücümüz açısından, ittifaklarımızın gücü açısından ve açılış konuşmanızda belirttiğiniz önemli bir nokta açısından Amerika Birleşik Devletleri’nin eli çok güçlü, yani Amerika’nın rakipleri ve hasımları daha önce olduğundan daha zayıf ve daha fazla baskı altında,” iddiasında bulundu.

“Yaptıklarımızla gurur duyuyorum,” diye ekleyen Sullivan, Amerika’nın son dört yılda konumunu geliştirdiği önemli bir noktanın da askeri hazırlık olduğunu söyledi.

ABD’nin savunma sanayi tabanının kendileri iktidara geldiğinde “inanılmaz derecede zayıflamış durumda” olduğunu ileri süren Sullivan, bunun “40 yıldır devam eden” bir düşüş olduğunu da ekledi.

Sullivan, Suriye’nin eski lideri Beşar Esad’ın düşüşünün en endişe verici yönünün, IŞİD’in orada yeniden canlanma potansiyeli olduğunu söyledi.

Sullivan ayrıca İran’ın son aylarda Suriye ve Lübnan’daki müttefiklerinin aldığı yenilgiler nedeniyle zayıflamış göründüğünü ve İran’ın buna karşılık olarak saldırabileceğini ileri sürdü.

Sullivan, iyi şeyler olduğunda, “Genellikle kötü şeyler de köşede pusuda bekler,” uyarısında bulundu.

Sullivan, Trump’ı Başkan Joe Biden’ın Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Vladimir Putin yönetimine uyguladığı baskıyı Rusya üzerinde sürdürmeye çağırdı.

Sullivan, Rusya ile Ukrayna arasında adil bir anlaşma yapılabilmesi için “koza ihtiyaç olduğunu” söyledi ve bu “kozun” da Ukrayna’ya askeri desteğin sürdürülmesi olduğunu savundu.

Sullivan, Trump yönetiminin ABD-Çin ilişkilerindeki tüm hassas noktaları çözmek için Çin ile herhangi bir “büyük pazarlık” yapabileceğine şüpheyle yaklaştı fakat istikrar ve ilerleme olmaması için bir neden görmedi.

Sullivan, “Şiddetle rekabet edin, ancak mümkün olan yerlerde ortak zeminler bulun,” çağrısını yaptı.

Ayrıca Rusya ve İran gibi “düşmanların” zayıflamasının, özellikle Trump’ın öngörülemeyen hamleler yapma eğilimi göz önüne alındığında, yeni başkanın diplomatik atılımlar gerçekleştirmesi için bir fırsat yaratabileceğini söyledi.

Sullivan Trump için, “Beklenmedik şeyler yapmaya istekli,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English