Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Bağımsızlığının 39. yılında ‘tanınma’ mücadelesi

Yayınlanma

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Barış Harekatı’yla kazandığı bağımsızlığını 39 yıl önce bugün devletleşerek taçlandırdı. Bugüne kadar Birleşmiş Milletler’in sözde barış görüşmeleriyle oyalanan KKTC, artık bağımsız devlet olarak tanınma mücadelesi veriyor. Bunun önemli adımı Türk Devletleri Teşkilatı’nda atıldı.

Tüm dünya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) kuruluşunu, devletin ilk Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın 15 Kasım 1983’te yaptığı “KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak kurulduğunu dünya ve tarih önünde ilan ediyoruz” açıklamasıyla öğrendi. KKTC’nin ilanı, 1983’e gelene kadar yaşananlar göz önüne alındığında, hem zorunlu hem de zorluydu.

Ortak cumhuriyetten otonom yönetime

Adanın iki halkı Türkler ve Rumlar, 1960’da ortaklık temeline dayanan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1960’da kurdu. Ancak Rum silahlı grupları 1963’ten itibaren Kıbrıslı Türkleri yönetimden uzaklaştırmak için saldırılar düzenleme başladı. Yunanistan’da 1967’de darbeyle iktidara gelen askeri yönetimse adaya gizlice soktuğu milis güçleri eliyle Boğaziçi ve Geçitkale köylerine baskın düzenledi. Türkiye’nin ihtarı üzerine Yunan güçleri Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde adadan ayrıldı. Kıbrıs Türkleri de 29 Aralık 1967’de “1960 Anayasası tam anlamıyla işletilinceye kadar” “self determination” yani kendi kendini yönetme kararıyla “Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi”ni kurdu. Geçici yönetim, bir süre sonra “Kıbrıs Türk Yönetimi”ne dönüştürüldü. Bu yönetim biçimi, “Otonom Türk Yönetimi”nin ilan edildiği 1974’e kadar sürdü.

Otonomiden bağımsızlığa

Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için kurulan EOKA-B’nin liderlerinden Nikos Sampson, Yunanistan’da iktidarda bulunan cuntanın desteğiyle 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’u devirdi. Ada’daki darbe üzerine Ankara’da Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) hazırlık talimatı verdi. Ankara, Ada’ya müdahaleden önce diplomasi kanallarını işleteren garantör ülkelerden İngiltere’nin kapısını çaldı ancak Londra, Ankara’nın ortak müdahale önerisini kabul etmedi. Kıbrıslı Türklerin hayatını güvence altına almak için tek başına harekete geçen Türkiye, 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’nı başlattı. Harekat Türklerin güvenliğini sağlarken Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasının da önüne geçti. 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulması ve bir yıl sonra karşılıklı nüfus mübadelesiyle ada fiilen ikiye bölündü. BM gözetiminde yürütülen müzakereler Rum tarafının uzlaşmaz tavrı nedeniyle başarısız olunca Kıbrıs Türk Federe Meclisi, 15 Kasım 1983’te KKTC’nin kuruluşunu ilan etti. Bağımsız KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı da Rauf Denktaş oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi de, aynı gün düzenlediği olağanüstü oturumda KKTC’nin kuruluşunu ve bağımsızlık bildirisini oy birliğiyle onayladı.

Başarısız BM müzakereleri

Kıbrıs’ın Türk ve Rum tarafları olarak ayrılmasından sonra KKTC izole edilerek uluslararası yaptırımlara maruz kaldı. 1968’den 2017’ye kadar belli aralıklarla süren bazen kesintiye uğrayan iki devletin birleşmesi temelinde yürütülen BM müzakereleriyle Türk tarafı oyalanırken Rumlarınsa, adanın tek hakimi statüsüyle AB’ye alınmasının önü açıldı.

BM müzakerelerinin en çarpıcısı 2002’de görüşülmeye başlanan Annan Planı oldu. Denktaş ve o zamanki Rum lideri Tasos Papadopulos’un üzerinde uzlaştıkları plan 24 Nisan 2004’te adanın iki kesiminde de referanduma sunuldu. Türk tarafının kendileri için getireceği zorluğa rağmen yüzde 65’le kabul ettiği planı Rumlar yüzde 76 oranıyla reddetti. Türk tarafı çözüme yeşil ışık yakan taraf olmasına rağmen referandumun hemen ardından 1 Mayıs 2004’te Rumlar “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye tam üye yapıldı.

Özbekistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in ev sahipliğinde düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı’nın 9. liderler zirvesine Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım-Jomart Tokayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadyr Japarov, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkmenistan Milli Keneşinin Halk Maslahatı Başkanı Sayın Gurbanguly Berdimuhamedov, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ve TDT Genel Sekreteri Baghdad Amreyev katıldı.

Yeni mücadele: Tanınma

Sonrasına denenen tüm müzakereler Rumların kabul edilmesi mümkün olmayan şartları nedeniyle başarısız oldu. 2017’de Crans Montana’da yapılan son resmi müzakerelerde de güvenlik ve garantiler başlığında uzlaşma sağlanamadı. Bu tarihten sonra KKTC ve Türkiye, “ucu açık müzakerelere” katılmama kararı aldı ve adım adım KKTC’nin bağımsız devlet olarak tanınmasına ağırlık veren bir politikayı benimsedi.

Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Eylül ayındaki BM Zirvesi’nde KKTC’nin resmen tanınması çağrısı yaptı: “Uluslararası toplumu, Birleşmiş Milletler prensipleriyle çelişir şekilde, ambargolarla dünyadan koparılmaya çalışılan Kıbrıs Türklerine yönelik zulme son vermeye ve bir an önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni resmen tanımaya davet ediyoruz.”

Ekim ayında Rusya’nın KKTC’ye doğrudan uçuş ve temsilcilik için girişimlerde bulunduğu Rus basınına yansıdı. Bu ay Özbekistan’ın Semerkant şehrinde düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) 9. Devlet Başkanları Zirvesi’nde KKTC’nin teşkilata “gözlemci üye” olarak kabulü dönüm noktası oldu. Zirve sonunda kabul edilen ortak bildiride “Kıbrıs Türkü’nün Türk dünyasının ayrılmaz bir parçası olduğu” vurgulandı ve bu nedenden dolayı KKTC’nin gözlemci üye olarak teşkilata katıldığı belirtildi. Böylece KKTC’nin ilk kez kendi adıyla bir uluslararası kuruma kabul edilmiş oldu.

AB’nin trajikomik tepkisi

Beklendiği gibi bildiriye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yöneti’nin yanı sıra AB de tepki gösterdi. AB Dış İlişkiler ofisinden oldukça trajikomik bir açıklama geldi. Kıbrıs Türkü’nü hiçe sayıp Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni AB’ye üye yapan Birlik, “Kıbrıs Türk kesiminin” uluslararası tanınırlığı konusunda atılan herhangi bir adımın BM gözetiminde yeniden başlatılmasına çalışılan müzakerelere zarar vereceğini ileri sürüldü. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, AB’nin açıklamasını eleştirdi: “Açıklama haksız bir şekilde AB üyesi yapılan Güney Kıbrıs’ın bundan cesaret ve güç alarak bu üyeliği, tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanmasına ve uzlaşmaz tavrını sürdürmesine ne yazık ki hizmet etmektedir.”

Türkiye de açıklamayı yok hükmünde saydığını duyurdu: “KKTC, Türk dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır; dost ve kardeş Türk Devletleri ile her alanda ilişki kurup kaynaşması en tabii hakkıdır. Türkiye, Kıbrıs Türkü’nün ve onun gerçek temsilcisi olan KKTC’nin yanında olmaya devam edecektir.”

DİPLOMASİ

AB, savunma beyaz kitabında Çin’in askeri eylemlerini “risk” olarak tanımlandı

Yayınlanma

Avrupa Birliği’nin savunma konulu beyaz kitabına göre, Tayvan Boğazı’nda değişen statüko ve Pekin’in artan askeri eylemleri, Avrupa ve Hint-Pasifik ortakları için ekonomik ve stratejik sonuçları olan “büyük bir karmaşa riskini” artırıyor.

Çarşamba günü yayınlanan “Avrupa Savunması için Beyaz Kitap – Hazırlık 2030”da AB, kritik kabiliyet açıklarını kapatmanın ve Ukrayna’daki savaştan ve diğer küresel zorluklardan kaynaklanan tehditlere karşı üye ülkeleri yeniden silahlandırmak için güçlü bir temel oluşturmanın yollarını arıyor.

AB belgesinde, Rusya’nın askeri tehditlerinin yanı sıra Çin’in Hint-Pasifik bölgesinde artan askeri eylemlerinin de “kötüleşen stratejik bağlama” katkıda bulunduğu belirtildi.

Beyaz kitapta, Çin’in yükselişinin güvenlikle ilgili sonuçlarının “benzer şekilde stratejik nitelikte” olduğu ve Pekin’in AB’den tamamen farklı “otoriter ve demokratik olmayan” yönetim sisteminden kaynaklanan zorlukların bulunduğu belirtildi. Raporda Pekin’in ticaret, yatırım ve teknolojiye yaklaşımının “üstünlük elde etme” amacını taşıdığı belirtildi.

Kitapta, “Çin gibi otoriter devletler ekonomimiz ve toplumumuz üzerinde giderek daha fazla otorite ve kontrol sahibi olmaya çalışmaktadır. ABD gibi geleneksel müttefik ve ortaklar da odak noktalarını Avrupa’dan dünyanın diğer bölgelerine doğru değiştirmektedirler…Bu birçok kez uyarıldığımız bir konu ancak şu anda birçok kişinin tahmin ettiğinden daha hızlı gerçekleşiyor” değerlendirmesi yapıldı.

Pekin’in, “Hint-Pasifik’teki stratejik dengeyi önemli ölçüde değiştirdiği” ve “Tayvan’ı zorlamak için siyasi, ekonomik, askeri, siber ve bilişsel önlemlerini yoğunlaştırdığı” ifade edildi.

Yazarlar, “Tayvan’ın statükosunun değişmesi, Avrupa için derin ekonomik ve stratejik sonuçları olacak büyük bir bozulma riskini artırıyor” dedi.

“Buna ek olarak, Çin’in Doğu ve Güney Çin denizlerindeki eylemleri bölgeyi istikrarsızlaştırırken, Güney Pasifik ve Hint Okyanusu’ndaki artan askeri projeksiyonu Avrupalı ortakları arasında endişelere yol açıyor” ifadeleri kullanıldı.

Rusya ve Çin’i “tehdit” olarak değerlendiren AB beyaz kitabı, Avrupa’nın güvenliği için gerekli olduğunu iddia ettiği çabalarla uzun vadede savunmaya yatırım yapmayı, savunma sistemleri tedarik etmeyi ve Avrupa savunma sanayinin hazırlığını artırmayı önerdi. Ayrıca Avrupa’nın “Rusya’nın saldırganlığına karşı kendini savunması için Ukrayna’yı desteklemeye devam edeceği” vurgulandı.

Beyaz kitapta önerilen eylemler arasında yetenek açıklarını kapatarak Avrupa savunmasını geliştirmek, Avrupa savunma sanayisini desteklemek, askeri teknolojileri benimsemek ve askeri hareketliliği ve operasyonel işbirliğini stoklayarak ve geliştirerek en kötü durum senaryolarına hazırlanmak yer alıyor.

Raporun yayınlanması, AB’nin ReArm Europe Plan/Readiness 2030’un bu hafta açıklanmasıyla aynı zamana denk geldi. Bu plan, AB ülkelerine daha fazla mali esneklik sağlayarak savunma finansmanını artırmak üzere 800 milyar Avro’ya (872 milyar ABD Doları) kadar bir kaynağı harekete geçirmektedir.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

ABD, Türkiye’nin Gazprombank yaptırımlarından muafiyetini uzattı

Yayınlanma

ABD, Türkiye’nin Gazprombank’a yönelik yaptırımlardan muafiyetini mayıs ayına kadar uzattı. Bu karar, Türkiye’nin Rus gazı alımına devam etmesini sağlayacak.

ABD, Türkiye’nin Gazprombank’a yönelik yaptırımlardan muafiyetini Mayıs 2025’e kadar uzattı.

Bloomberg’in aktardığına göre, ismi belirtilmeyen bir Türk yetkili, Ankara’nın Gazprombank’a yönelik kısıtlamalardan muaf tutulmasının önceki süresinin 20 Mart’ta (bugün) sona erdiğini anımsattı.

Bu muafiyetin uzatılması, Türkiye’nin mayıs ayına kadar Rus gazı almaya devam etmesine olanak tanıyacak.

Bloomberg’in hesaplamalarına göre, geçen yıl ülkenin doğalgaz ithalatının yüzde 45’inden fazlası Rusya’dan yapıldı.

Ajans, bu sevkiyatların normalden daha soğuk geçen kış aylarında kritik öneme sahip olduğunu ve hidroelektrik üretiminde beklenen düşüş nedeniyle yaz aylarında da önemli bir rol oynamaya devam edeceğini belirtiyor.

ABD Hazine Bakanlığı, Kasım 2024’te Gazprombank’ı yaptırım listesine almıştı.

Bakanlık, şirkete yönelik yaptırımların, ABD Hazine Bakanlığı’nın Gazprombank A.Ş. ve Sahalin-2 projesiyle ilgili direktifleriyle bağlantılı olduğunu açıklamıştı.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, bu kararı yorumlayarak, Avrupa’ya yakıt tedarikini engelleme girişimlerine “karşılık verileceğini” söyledi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, aralık ayında, Rus gazının yabancı alıcılarının, tedarikler için yalnızca Gazprombank üzerinden değil, herhangi bir Rus bankası aracılığıyla ödeme yapmasına olanak tanıyan bir kararname imzalamıştı.

Bu ödeme yöntemine 2025’in ilk çeyreğinin sonuna kadar izin veriliyor.

Aynı ay içinde, Macaristan ve Türkiye, bir dizi görüşmenin ardından Amerikalı yetkililerden Rus gazı için Gazprombank üzerinden ödeme yapma izni almıştı.

Washington yönetimi, Rus bankasıyla sivil nükleer enerjiyle ilgili işlemlere geçici olarak (30 Haziran 2025’e kadar) izin vermişti.

Türk ve ABD hazine bakanları Mehmet Şimşek ve Scott Bessent, geçen günlerde yaptıkları telefon görüşmesinde “yaptırımları ve ayrıca karşılıklı çıkar sağlayan diğer ekonomi ve ulusal güvenlik konularını” ele almıştı.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Polonya ve Birleşik Krallık savunma harcamalarını artırmayı görüşüyor

Yayınlanma

Polonya Maliye Bakanı Andrzej Domański, savunma üretimini artırmak için Birleşik Krallık ve diğer Avrupa ülkeleriyle bir araya gelmenin yollarını tartıştıklarını söyledi.

Domański, Avrupa ülkelerinin “daha fazla ve daha akıllıca” harcama yaparak kendi güvenlikleri için daha fazla sorumluluk almaları gerektiğinin “çok açık” olduğunu söyledi ve çarşamba günü Londra’daki bir toplantıda Britanya Maliye Bakanı Rachel Reeves ile savunma harcamaları için “yeni araçları” görüştüğünü sözlerine ekledi.

AB dönem başkanlığını yürüten Polonya Reeves’i, Norveç Maliye Bakanı ve eski NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile birlikte önümüzdeki ay Varşova’da yapılacak olan Avrupa Maliye Bakanları toplantısına davet etti.

Domański Financial Times’a (FT) verdiği demeçte “Polonya ve Birleşik Krallık’ın savunma konusundaki düşüncelerinin birbirine çok benzediğini hissediyorum,” dedi ve savunma finansmanının diğer AB maliye bakanları ve İngiliz mevkidaşıyla görüşürken “en önemli önceliği” olduğunu sözlerine ekledi.

GSYİH’ye oranla NATO’nun en fazla savunma harcaması yapan ülkesi olan Polonya, Ukrayna savaşına ve ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa’nın bölgede çok daha büyük askeri taahhütler üstlenmesine yönelik taleplerine yanıt verirken Avrupalı ortaklarını savunmalarını güçlendirmeye zorluyor.

Domański ve Reeves geçen ay Cape Town’da düzenlenen G20 maliye bakanları toplantısı çerçevesinde, savunma yatırımları için finansmanın koordine edilmesinin yollarını incelemek üzere bir tartışma toplantısı düzenledi.

Bugün AB liderleri zirvesi öncesinde Avrupa Komisyonu çarşamba günü 150 milyar avroluk bir fon da dahil olmak üzere yeniden silahlanmaya ilişkin önerilerini yayınladı. AB planı, İngiltere’nin blokla bir savunma ve güvenlik anlaşması imzalaması halinde İngiliz üretimi silahlara açık olacak. 

Fakat Domański’nin Reeves ile görüşmesi, bazı AB üyesi ülkelerin İngiltere’yi bloğun savunma yapılanmasına dahil etmenin yollarını aradığı bir ortamda gerçekleşti.

“Avrupa kapasitesinin inşasıyla gerçekten ilgilenen bir ülke olarak, AB üyesi olmayan ülkelerle de çalışmak istiyoruz,” diyen Polonyalı maliye bakanı, önerilerde bulunmak için “erken” olduğunu da sözlerine ekledi.

Domański ortak hedefin, vergi mükelleflerinin parasını “daha verimli” harcarken ve Avrupa’nın küçük ve orta ölçekli işletmelerine destek sağlarken savunma için finansman maliyetini düşürmek olduğunu da sözlerine ekledi.

Bakan, AB çapında çözümlerin kritik önem taşıdığını, fakat “AB düzeyinde ulaşılamayacak hedefler varsa, o zaman başka çözümler bulmaya çalışacaklarını” söyledi.

Domański, savunma harcamalarını yerli üretimi teşvik etmek için bir sanayi politikası olarak kullanarak “Avrupalı satın al” yaklaşımını destekledi ve “Güçlü bir Avrupa savunma sanayii oluşturmak bir önceliktir. Polonya malı almak her zaman en iyisidir, eğer bu mümkün değilse o zaman Avrupa malı alınmalıdır,” dedi.

Bakan Britanya’nın rolü konusunda ise, “Maliye Bakanı [Reeves] ile farklı seçenekleri tartışıyorduk ve vergi mükelleflerimizin parasının verimli bir şekilde harcanması gerektiği ve paranın daha akıllıca harcanmasına yönelik yeni araçlar sayesinde bu verimliliğin artırılabileceği görüşünü paylaşıyoruz,” dedi.

Yetkililer, Avrupa hükümetlerinin ekipman alımlarında bir araya gelerek savunma sözleşmelerinde daha iyi değer elde etmelerini umarken, özel sektör finansmanını bir araya getirecek ortak mekanizmaları da inceliyorlar.

Birleşik Krallık hükümet sözcüsü, “AB’nin savunma üretimini artırmaya yönelik çabaları memnuniyetle karşılıyoruz. Avrupalı müttefiklerin her alanda adım atması gerekiyor ve Avrupa’nın çabalarını bir araya getirecek ve daha fazla eylemi harekete geçirecek yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var,” dedi.

Londra’daki tartışma, İngiltere’nin Ukrayna’yı desteklemek üzere “istekliler koalisyonuna” dahil olan yaklaşık 30 ülkeden üst düzey askeri planlamacıları bir araya getirmeye hazırlandığı sırada gerçekleşti.

Perşembe günü yapılacak toplantıda, bir ateşkesin ardından Ukrayna içinde konuşlandırılabilecek Avrupalı personelden oluşan İngiliz-Fransız liderliğindeki “güvence gücü” önerisinin operasyonel unsurları incelenecek. 

Katılımcılar arasında Birleşik Kralık Savunma Bakanı John Healey de yer alacak. Northwood, Hertfordshire’daki İngiliz Silahlı Kuvvetleri karargahındaki toplantı, kısmen müttefikler arasında güven ve net bir vizyon oluşturmaya devam etmek için tasarlandı, ama aynı zamanda koalisyonun potansiyel yeteneklerini daha ayrıntılı olarak inceleyecek.

Gündem hakkında bilgi sahibi olan kişilere göre, Ukrayna’ya kuvvet göndermeye istekli ülkelerin Avrupa’da NATO’ya zaten bağlı olan birlikleri yeniden konuşlandırıp konuşlandıramayacağının tartışılması bekleniyor.

Koalisyonda yer alan ve Ukrayna’ya asker gönderme konusunda daha az iştahlı olan diğer ülkeler de ittifakın mevcut birliklerinin yerini doldurabilir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English