Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Kuzey Afrika’nın IMF sınavı

Yayınlanma

Ekonomilerinin yapısal sorunlarının yanı sıra Kovid-19 sonrası küresel enflasyon ve yükselen faiz oranları ile Rusya-Ukrayna savaşının etkileri Kuzey Afrika ülkelerini son yılların kötü ekonomik tablosuyla karşı karşıya bıraktı. Ciddi ekonomik krizle boğuşan Mısır, Tunus ve Fas dış finansman sorunu yaşıyor.  

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Kuzey Afrika ülkelerinin geçmişten bugüne IMF’den borçlanma serüvenine mercek tutuyor. Bugüne kadar IMF’nin dayattığı ekonomik politikalar, birçok Afrika ülkesinde az gelişmişlik, açlık, toplumsal gerginlik, politik çatışmalar, anayasal krizler ve toplumsal ayaklanma gibi köklü sonuçlar doğurdu. Makalenin yazarı bu başarısızlığı büyük oranda IMF programlarını uygulamayan yerel yöneticilere fatura etse de bu programlara harfiyen uyan ülkelerin bugün karşılaştığı ekonomik tablo, bu savın gerçek olmadığını kanıtlıyor.

Ekonomik eşitsizliği körükleyen IMF dayatmaları nedeniyle “sütten ağzı yanan” pek çok ülke bugün alternatif yollar tükenene kadar IMF’nin kapısını çalmakta tereddüt ediyor. Aşağıdaki makale, bu tereddüdün nedenlerini sayısal olarak açıklamaya çalıyor:

***

Borç batağında: Kuzey Afrika’nın IMF ile karmaşık ilişkisine bakış

Kawthar Zantour

Mısır, Tunus ve Fas, toplam 20,5 milyar dolar olduğu tahmin edilen borçlarıyla IMF’den en fazla borç alan Arap ülkeleri.

Kuzey Afrika ülkelerinin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yaşadıkları deneyimler genellikle beklenen sonuçların elde edilememesi ile sonuçlandı. Bazı ülkelerin peşini iflas korkusu bırakmazken, bazıları da yapısal reformları yeniden hayata geçirme tehdidiyle karşı karşıya.

Mısır, Tunus ve Fas 25 Ağustos 2023’te açıklanan son verilere göre toplam 20,5 milyar dolar olduğu tahmin edilen borçlarıyla IMF’den en fazla borç alan Arap ülkeleri konumunda.

Buna Mısır’ın 16.68 milyar dolar, Fas’ın 1.9 milyar dolar ve Tunus’un 1.83 milyar dolarlık borcu da dahil.

Bu arada Cezayir fondan en son 1990’larda kredi almıştı. Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun, dış borçlanmanın ulusal egemenliğe zarar verdiğini savunduğundan ülke karşılaştığı tüm krizlere rağmen yeniden borç almayı reddetmekte kararlı.

Libya, Albay Muammer Kaddafi’nin iktidarının son anlarına kadar IMF’nin alacaklı üye ülkeleri arasındaydı. Hatta IMF’nin aynı yılın ağustos ayında yayınladığı rapora göre Mart 2011 sonuna kadar küresel borç veren ülke olarak kaldı.

Ayrıca Kuzey Afrika’da 2013’ten bu yana IMF programlarına dahil olmayan tek ülke. Kurum, ülkedeki silahlı çatışmaları gerekçe göstererek on yıllık bir aradan sonra bu yılın ilk yarısında ülkeyi izlemeye yeniden başladı.

Bu, IMF borçlanmasına geri dönüşleri, kendi devrimlerinin getirdiği büyük değişikliklerin ilk tezahürü olan diğer iki Arap Baharı ülkesi olan Mısır ve Tunus’tan farklı.

Mısır’ın devam eden mücadelesi

Mısır’ın IMF ile olan deneyimi diğer Kuzey Afrika ülkelerinden farklı. Ağır borç portföyü onu IMF’den borç alanlar listesinde Arjantin’den sonra dünyada ikinci sıraya yerleştiriyor.

Mısır, on yıllar boyunca yedi anlaşma imzalayarak fon ile çeşitli finansman programlarından yararlandı.

Bunlardan 186 milyon dolar değerindeki ilki Başkan Enver Sedat döneminde, ekonomik istikrar programının (1977-1981) parçası olarak imzalandı. Sonuncusu ise Ekim 2022’de 3 milyar dolar tutarında “genişletilmiş kredi kolaylığı” kapsamında imzalandı.

Mısır’ın IMF ile ilişkisi inişli çıkışlı bir seyir izliyor. İlişki Kahire’nin 1945 yılında fona üye olmasıyla başladı. Geçen 78 yıl boyunca ülke, sertlik, reddedilme ve umursamazlığın bir kombinasyonuyla karşılaştı.

2016’daki “başarılı” anlaşmanın ardından Kahire, üst düzey fon yetkililerinden büyük takdir ve övgü aldı. Ancak daha sonraki gelişmeler, Mısır tarihindeki en yüksek kredi miktarı (12 milyar dolar) ve hayal kırıklığı yaratan sonuç göz önüne alındığında, bu başarının göreceli olduğunu hatta hiç olmadığını gösterdi.

Kredi, IMF’nin “makroekonomik kırılganlıkları ele alma ve kapsayıcı büyüme ve istihdam yaratmayı teşvik etme” hedeflerine ulaşamadı.

2016 anlaşması Mısır’ın son derece sorunlu ekonomisi için kaçırılmış bir fırsat olabilir. Bu dönemde Kahire, ekonomik toparlanma programını finanse etmek ve kredi anlaşmasında yer alan bazı reformları uygulamak için önemli dış kaynakları (10 milyar dolardan fazla) harekete geçirmeyi başardı.

Ancak, sonuçlar nihayetinde benimsenen politikalarda eksiklikler olduğunu gösterdi ve ülke 2020’de iki farklı finansman türü için IMF’ye geri dönmek zorunda kaldı. Bunlardan ilki, 2.77 milyar dolar değerindeki Hızlı Finansman Aracı Programı kapsamında geldi.

İkincisi ise ülkenin Kovid-19 salgınının etkileriyle mücadelesini desteklemek üzere 5.2 milyar dolarlık acil yardım programının bir parçası olan bir “onay anlaşması”ydı. Bir başka anlaşma da geçen yılın sonlarında imzalanmıştı.

Mısır ayrıca IMF’nin döviz kıtlığı çeken 70 kadar ülkeyi desteklemeyi amaçlayan Dayanıklılık ve Sürdürülebilirlik Fonu kapsamında 2023 yılı sonuna kadar 1.3 milyar dolarlık yeni IMF kredisi talebinde bulundu.

Genel olarak, Mısır’ın IMF ile devam eden ilişkisine dair değerlendirmelerin tutarlı olduğu görülüyor.

Ülkenin 1991 yılında 375 milyon dolar değerinde (ve Başkan Hüsnü Mübarek döneminde yapılan) anlaşma, ülkenin krizler tarihinde potansiyel bir zirve noktası olarak öne çıkıyor. Kayda değer sosyal yansımalarına rağmen bu anlaşma, özellikle ülkenin iki kez Paris Kulübü’ne başvurmak zorunda kalmasıyla kıyaslandığında, dönüm noktası niteliğinde bir olay olarak kabul ediliyor.

Bu anlaşmanın şartları birçok olumlu sonuca yol açtı. Bunlar arasında harcamaların rasyonelleştirilmesi, sübvansiyonların aşamalı olarak kaldırılması, ücret yükünün ve kamu sektörü harcamalarının azaltılması, bankacılık sektöründe reform yapılması ve İş Hukuku ile özelleştirme tedbirlerinin yürürlüğe konulması yoluyla bütçe açığının azaltılması yer alıyor.

Buna ek olarak, etkili vergi politikası reformlarını benimseme, dış ticaretin serbestleştirilmesi, gümrük kısıtlamalarının hafifletilmesi ve yabancı yatırımı teşvik eden yasaların getirilmesi gibi önlemler alındı.

Anlaşma genellikle Mübarek rejiminin gücü ve ülkenin savaşlar, ekonomik şoklar ve mali sıkıntılardan sonra istikrara duyduğu ihtiyaç sayesinde birçok kişi tarafından başarılı olarak görüldü.

Ancak, rejimin o dönemdeki siyasi pragmatizmi olmasaydı anlaşmanın yetersiz kalacağını düşünenler de vardı. Irak savaşına girme kararı, Paris Kulübü üyelerinin toplam dış borcunu yarı yarıya azaltmayı kabul etmesiyle mali desteğin kapılarını açtı. Sonuç olarak, 1990’da GSYİH’nin %106.9’u olan borç 2001’de yaklaşık %27’ye düştü.

Tunus’un Karmaşık Durumu

Aynı dönemde, 1990’ların başında, en büyük IMF borçluları listesindeki ikinci Arap ülkesi olan Tunus, liberal uzmanların yapısal reform programının başarısı olarak gördükleri şey sayesinde ekonomisinde büyük bir sıçrama kaydetti.

O dönemde ülkenin Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali yönetimindeki rejimin IMF’nin tavsiyelerine oldukça iyi uyduğu düşünülüyordu.

Komşu ülkeler Fas ve Cezayir de benzer durumdaydı ve bu durum bölgedeki rejimlerin (Libya hariç) IMF’yi bir kurtarıcı olarak kullanmasına yol açtı. Bu durum ciddi mali açıkların, döviz rezervlerinin çöküşünün ve dış borçlardaki rekor artışın bir sonucuydu.

Tunus’a gelince, eski lider Habib Burgiba ile Amerika arasındaki stratejik ilişkiler sayesinde fon, Tunus’un uzun süreli finansman ortağı haline gelmişti.

Tunus’un o dönemdeki başbakanı Raşid Sfar, yapısal reform programının bir parçası olarak 1986 yılında imzalanan ve en önemli -ama en tehlikeli ve sosyal açıdan en acımasız- anlaşma olarak kabul edilen anlaşmayı destekledi.

Tunus ile IMF arasındaki anlaşmalar köklü ve sürdürülebilirdi. Bu ilişkiler 1964’ten 1991’e kadar kesintisiz devam etti. Ancak bundan sonraki yirmi yıl boyunca Tunus IMF’den tek bir dolar bile borç almamayı başardı. Bu büyü, 2013 yılında fonun kapısını tekrar çalınca bozuldu.

1984 yılına gelindiğinde IMF, sübvansiyonların kaldırılması da dahil reformların başlatılmasını şart koştu ve bu da Tunus’taki “ekmek isyanlarını” tetikledi. Bu şiddetli gösterilerde IMF’nin kemer sıkma programı nedeniyle artan ekmek fiyatları protesto ediliyordu.

İki yıl sonra Tunus, kamu sektöründe istihdamın azaltılması, faiz oranlarının yükseltilmesi, iç borçlanmanın sınırlandırılması, kamu harcamalarının azaltılması, dolaylı vergilerin artırılması, yabancı yatırımların teşvik edilmesi ve 560 devlet şirketinin özelleştirilmesi gibi daha acı kemer sıkma politikalarını beraberinde getiren bir anlaşma imzaladı.

Dünya Bankası raporuna göre bu anlaşma, ülkenin en kötü durumdan kurtulmasına yardımcı oldu ama aynı zamanda “ailelerin egemenliği” olarak adlandırılan bir dönemi de başlattı.

2019 yılında, geçiş dönemi adaletinden sorumlu bir kamu kurumu, IMF’ye mektup yazarak 1991 anlaşmasından kaynaklanan politikaların mağdurları için bir özür ve mali tazminat talep etti. Ayrıca Tunus’un gayrimeşru olduğunu düşündükleri borçlarının “iktidardaki ailelerin yararına kullanıldığı” için iptal edilmesi çağrısında bulundular.

Tunus 2011’den bu yana biri 2013’te, biri 2016’da ve biri de Kovid-19’un etkileriyle mücadele için 2020’de olmak üzere IMF ile üç finansman anlaşması imzaladı.

Ancak Tunus’un son on yılda IMF ile yaşadığı deneyim, 1960’ların sonundan 1990’ların başına kadar uzanan deneyimlerden büyük ölçüde farklı oldu.

Siyasi istikrarsızlık ve birbirini izleyen hükümetlerin beceriksizliği nedeniyle reformlar hayata geçirilemedi.

Ülke 25 Temmuz 2021’de geçiş dönemine girdikten sonra durum daha da kötüleşti. 1.9 milyar dolarlık yeni anlaşma, Devlet Başkanı Kays Said’in sözde diktaları reddetmesi ve 1984 ekmek devriminin tekrarlanmasından korkması nedeniyle bozuldu.

Cezayir ve Fas

Tunus’un iki dost olmayan komşusu Cezayir ve Fas’ın IMF ile farklı bir ilişkisi var. İki ülke 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında yapısal reform programlarını uygularken benzer zorluklar yaşadı.

Fas, 2012 yılından bu yana, ihtiyati ve likidite sınırı kapsamında her biri yaklaşık 3 milyar dolar değerinde olmak üzere art arda dört anlaşmadan yararlandı. Son anlaşma Nisan ayında 5 milyar dolarlık esnek kredi hattı kapsamında yapıldı.

Ancak Cezayir geçmiş deneyimlerinden ders aldı. Cezayir, hem Mağrip’in en büyük ekonomisi hem de 1963 yılında IMF’ye katılan bölgedeki son ülke.

Cezayir’in mevcut siyasi liderliği, hangi zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın IMF’den borç alma alışkanlığını canlandırmayı reddediyor.

Cumhurbaşkanı Tebbun bunun her şeyden önce “ulusal egemenliği korumanın” bir yolu olduğunu ve ikinci olarak da 1994 anlaşmasını yeniden yaşamak istemediklerini söylüyor.

Tebbun’un yorumları Kovid-19 krizi sırasında geldi. Cezayirli yetkililer krizi yönetmek için bütçelerini yarı yarıya azaltarak bir kemer sıkma politikası benimsedi.

1990’ları “yapısal reformlar” yoluyla acı bir şekilde yaşayan Kuzey Afrika ülkelerinin aksine, IMF ile Cezayir arasındaki ilişki eşler arası bir ilişkiye dönüştü.

Ülkenin döviz rezervlerinde büyük bir toparlanma yaşandı ve bu da Maliye Bakanı Karim Judy’nin 2012’de Parlamento’da hükümetin IMF’ye 5 milyar dolar borç verme kararını savunurken “uluslararası finans kurumları içinde nüfuzunu” artırma olasılığını ortaya çıkardı.

Ancak 2018’de Cezayir Merkez Bankası Başkanı bu miktarın IMF’ye aktarıldığını yalanladı ve Cezayir’in de diğer 60 ülke gibi istisnai küresel koşullar halinde fonun emrine 5 milyar dolar vermeyi taahhüt ettiğini vurguladı.

Bu arada IMF’ye 1958 yılında katılan Fas, IMF’den yüklü miktarda borç almaya devam etti. Siyasi istikrarı nedeniyle kurumla olan ilişkisi daha esnekti.

Özellikle “Arap Baharı üçlüsü” Mısır, Tunus ve Libya ile kıyaslandığında konumu nispeten güçlü. Ayrıca, halk protestolarının Cumhurbaşkanı Buteflika’nın iktidarını sona erdirmesinin ardından değişikliğe giden Cezayir’e kıyasla da iyi durumda.

Fas 1983 yılında borçlarını ödeyemez duruma düşmüştü. Bu başarısızlık, ülkeyi ciddi mali dengesizlikler, 1983’te GSYH’nin %12’si oranında bütçe açığı ve kamu borcunun GSYH’nin %82’sine yükselmesi ve döviz rezervlerinin ancak iki günlük arzı karşılamasıyla mücadele için 1993’e kadar süren bir yapısal uyum programına girmeye zorladı.

Libya… istisna

Libya, Kuzey Afrika ülkeleri arasında bir istisna olarak öne çıkıyor. IMF’den hiç kredi almadı.

1958 yılında fonun üyesi olan Libya, 2012 yılında geçiş hükümeti lideri Abdürrahim el-Keib’in kararıyla payını güçlendirdi. Ülkenin 1,121,000 çekme hakkı birimini (yaklaşık 1,735,000 dolar değerinde) 1,573,000 birime (yaklaşık 2,430,000 dolar değerinde) yükselteceğini duyurdu.

Libya IMF ile “gururla” ilgileniyor ve bu sayede görece özgürlüğün tadını çıkarıyor.

Bingazi Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Dr. Attia Al-Mahdi Al-Fitouri basına yaptığı açıklamada “Libya fondan hiçbir zaman kredi almadı, krediye ihtiyacı yok ve bu nedenle krediye ihtiyacı olan ve vatandaşlarına sert kemer sıkma politikaları uygulamak zorunda olan ülkelerin aksine fonun kural ve yönergelerini ihlal edebilir” dedi.

Farklı öncelikler

IMF ile ilişkiler söz konusu olduğunda Kuzey Afrika ülkelerinin farklı öncelikleri var.

Öncelikle Cezayir ve Libya IMF’nin kendi politikalarına doğrudan müdahale etmesini istemiyor. Fonla ilişkileri tartışmalı, zira tutumları fonun raporlarını sorgulamaktan, onu “değersiz bir danışmanlık ofisi” olarak görmeye kadar değişiyor.

Öte yandan Fas, yapısal uyum programına geri dönmemek için elinden geleni yapıyor. 1980’lerdeki program beraberinde geniş çaplı sorunlar doğuşmuş ve o dönemde maliye bakanı olan Fas Merkez Bankası başkanından uyarılar almıştı.

Bu arada Mısır, IMF’den daha fazla esneklik istiyor. Carnegie Orta Doğu Merkezi, 6 Temmuz 2023’te yayınladığı bir raporda, ülkenin reformları, özellikle de döviz kurunun serbestleştirilmesini uygulamadaki başarısızlığı nedeniyle fonun Mısır’a alışılmadık bir sertlikte yaklaştığını belirtti.

Mısır’ın en önemli önceliği yıl sonuna kadar 3.86 milyar dolarlık kısa vadeli ve 11.38 milyar dolarlık uzun vadeli borcun geri ödenmesini sağlamak.

Temerrüde düşmek, IMF ile henüz bir anlaşmaya varamamış olan Tunus için de endişe kaynağı.

Bugün Tunus ve Mısır IMF için iki kronik vakayı temsil ediyor.

Son 10 yılda sayısız başarısız ve sonuçsuz “reform” programı uygulama girişiminde bulunan bu iki ülke, ekonomik, mali ve sosyal krizlerini daha da derinleştirdi.

DİPLOMASİ

NATO Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda ile güvenlik bağlantılarını artıracak

Yayınlanma

NATO, Çin ve Rusya’ya karşı Asya-Pasifik bölgesiyle bağlarını güçlendirmeye devam ediyor.

Nikkei’nin edindiği bilgiye göre NATO, dört Asya-Pasifik ülkesinin liderlerini 9 Temmuz’dan itibaren Washington’da düzenlenecek üç günlük zirveye davet ederken, Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore ile işbirliğini genişletmeye yönelik ilk ortak belgesini önümüzdeki hafta yayınlamayı planlıyor.

Belgenin, NATO ile dört ülke arasındaki işbirliği çerçevelerini netleştirmesi ve siber güvenlik ve dezenformasyon da dahil olmak üzere tehditlere yanıt vermelerini sağlaması hedefleniyor.

Üye olmayan dört ülkenin hepsi zaten NATO ortağı ve NATO ile IP4 (Hint-Pasifik 4’lü formatı) arasındaki ilişkiyi ortaya koyması beklenen belgede “IP4” olarak anılacaklar.

IP4 ülkeleri NATO’nun siber tatbikatlarına katılacak.

Gelişmeyi değerlendiren Brookings akademisyenlerinden Angela Stent’e göre, Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın üst üste üçüncü kez NATO zirvesine katılacak olması Asya’nın Batı güvenliği için önemini vurgulamakta.

Stent zirvenin odak noktasının Rusya’nın Asyalı ortakları ve müttefikleriyle birlikte Avrupa için oluşturduğu “tehdit” olduğunu ve müttefiklerin bu yeni gerçekliğe nasıl karşılık verileceğini tartışacaklarını kaydetti.

Geçen ay Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in resmi ziyaret için Kuzey Kore’ye gitmesi ve iki ülke arasında savaş durumunda acil askeri yardımı da kapsayan anlaşma NATO ülkelerini alarma geçirmişti.

Stent’e göre, Putin-Kim zirvesi aynı zamanda NATO’nun Kuzey Kore-Rusya ilişkileri ve diğer bölgeler arası bağlantılarla ilgili bilgi ve istihbarat paylaşımı yoluyla IP4 ile daha yakın çalışması için de bir fırsat yarattı. Stente, NATO ülkelerinin Güney Kore ve Japonya’dan Kuzey Kore balistik füzeleri ve Kuzey Kore’nin Rusya’ya tedarik ediyor olabileceği silah türleri konusunda perspektif sunması yönünde beklentileri olduğunu kaydetti.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Modi’nin ŞİÖ’deki yokluğu Çin’e ‘mesaj’ olarak yorumlandı

Yayınlanma

Kazakistan’ın başkenti Astana’da toplanan Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) yıllık zirvesi bugün sona eriyor.

Çin ve Rusya öncülüğünde 2001 yılında kurulan Orta Asya ekonomik ve güvenlik ittifakı dünya nüfusunun yüzde 40’ından fazlasını barındırıyor ve bu yıl Belarus’un da katılımıyla üye sayısını 10’a çıkarma yolunda ilerliyor.

Ancak Çin Devlet Başkanı Xi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin derinleşen işbirliğinin bir başka işareti olarak zirvede bir araya gelirken, Hindistan Başbakanı Narendra Modi toplantıya katılmamaya karar verdi ve yerine dışişleri bakanını gönderdi. Modi’nin katılmaması bazı çevrelerce, Yeni Delhi’nin dış politikasında hassas bir denge kurma çabaları arasında zirvenin önemini azaltmaya yönelik bir girişim olarak görülüyor.

Hong Kong’daki Lingnan Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü olan ve Asya-Pasifik çalışmaları konusunda uzmanlaşan Zhang Baohui, Modi’nin katılmamasının Hindistan’ın ŞİÖ’den uzaklaştığını açıkça gösterdiğini söyledi.

2017’de rakibi Pakistan’la birlikte gruba katılan Hindistan, geçen yıl yıllık zirveye fiilen ev sahipliği yapmış, bu da pek çok kişi tarafından Hindistan’ın Batı ile ilişkileri gergin olan Çin ve Rusya ile doğrudan etkileşimden kaçınma çabası olarak yorumlanmıştı.

South China Morning Post’a konuşan Zhang, “Daha olası bir neden ise Hindistan’ın daha geniş kapsamlı stratejik düzenlemeleri olabilir. Hindistan, Batı ile uyumunu artırırken Batı-dışı kampla ilişkilerini zayıflatıyor,” dedi ve ekledi: “Bu durum özellikle Hindistan’ın, dünya tarafından büyük ölçüde Çin ve Rusya’nın etkisinde olan Batı dışı bir siyasi gruplaşma olarak görülen ŞİÖ ile ilişkilerinde açıkça görülmektedir.”

Singapur Ulusal Üniversitesi Güney Asya Çalışmaları Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olan Amit Ranjan ise, Modi’nin zirveye katılmamasının muhtemelen yoğun yurt içi ve seyahat programlarından kaynaklandığını söyledi.

Hindistan lideri geçtiğimiz ay üçüncü dönem için yeniden seçildi ancak partisi parlamentoda çok daha az bir çoğunluğa sahip oldu. İtalya’daki G7 Zirvesi’nden Hindistan’a yeni dönen Modi, önümüzdeki hafta Putin ile görüşmek üzere Rusya’ya gidecek.

Ranjan Modi’nin ŞİÖ’de Xi ile “karşı karşıya gelmekten” kaçınmak isteyebileceğini, zira iki ülke arasındaki ilişkilerin en son geçen yıl Güney Afrika’daki BRICS zirvesi sırasında bir araya gelmelerinden bu yana gergin olduğunu belirtti.

Bu arada Hindistan’ın ABD’nin Hint-Pasifik stratejisine giderek daha fazla uyum sağladığı ve Küresel Güney’in liderliği için Pekin ile rekabet ettiği görülüyor. İki Asyalı güç uzun süredir devam eden bir sınır anlaşmazlığı nedeniyle de çatışıyor.

“Hindistan ŞİÖ’ye katılmadan önce bunun Çin’in bir şovu olduğunu zaten biliyordu,” diyen Ranjan, şöyle devam etti: “Hindistan’ın dış politikası daha çok ulusal çıkarlarına dayanıyor. Hindistan, Çin ile doğrudan ilişki kurmaktansa Japonya, ABD ya da Rusya ile ilişki kurarak daha fazla kazanacağını düşünüyor olabilir.”

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Çin ve Güney Asya Merkezi Genel Sekreteri Liu Zongyi, Hindistan’ın Çin ile sınır anlaşmazlığı nedeniyle büyük ölçüde donmuş olan ilişkilerini geliştirmeye çok az ilgi duyduğunu söyledi.

Liu, “[Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam] Jaishankar, önceliğinin Çin ile sınır anlaşmazlıklarını çözmek olacağını açıkça belirtti … ancak Çin-Hindistan ilişkileri sadece sınır sorunlarını değil, birçok yönü içeriyor” dedi ve ekledi: “Bu bağlamda, sınır meselesi tamamen çözülemese de diğer ilişkilerimizi geliştirebiliriz.”

İki ülke arasındaki ilişkiler, 2020 yılında Himalaya bölgesindeki ortak sınırlarının tartışmalı bir bölümü olan Galwan Vadisi ‘nde orduları arasında yaşanan ölümcül çatışmanın ardından büyük bir gerileme yaşadı. Nükleer silahlara sahip iki ülke o zamandan bu yana 20’den fazla tur sınır görüşmesi gerçekleştirdi ve çok az ilerleme kaydetti.

Aynı zamanda Pekin ve Yeni Delhi, Covid-19 salgınından bu yana dört yıllık bir aradan sonra doğrudan uçuşlara henüz başlamadı ve her iki ülkeden gazeteciler diğerine yasaklı olmaya devam ediyor.

Ranjan yine de bazı olumlu gelişmeler gördüğünü söyledi. Pekin’in 18 aydır boş olan Hindistan büyükelçiliğine Xu Feihong’u atamasının her iki tarafın da ilişkileri geliştirmek istediğinin bir işareti olduğunu kaydetti.

Daha fazla diplomasiye ihtiyaç duyulduğunu ve bunun da en iyi Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile Hindistan Dışişleri Bakanı Jaishankar’ın daha sonra liderler düzeyinde yapılacak bir toplantı için “elverişli” bir ortam yaratmak üzere bir araya gelmeleriyle mümkün olacağını söyledi: “Daha alt düzeylerde iletişim kurmaları gerekiyor… Bu başlamadığı sürece iki liderin [bir araya gelmesi] çok zor.”

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

“Kurt işareti” krizi büyüyor: Almanya Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Büyükelçisi’ni çağırdı

Yayınlanma

Avusturya-Türkiye maçında yaşanan “kurt işareti” krizi sürüyor. Türkiye’nin Alman elçisini Dışişleri Bakanlığına çağırmasının ardından bugün de Alman Dışişleri Bakanlığı Berlin’deki Türk Büyükelçisini çağırdı.

Olay, Türk futbolcu Merih Demiral’ın Almanya’daki Euro 2024 maçında “kurt selamı” vererek tepkilere yol açmasının ardından geldi. Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, “Türk aşırı sağcılarının sembollerinin stadyumlarımızda yeri yoktur. Avrupa Futbol Şampiyonasının ırkçılık için bir platform olarak kullanılması kesinlikle kabul edilemez. UEFA’nın olayı soruşturmasını ve yaptırımları değerlendirmesini bekliyoruz,” demişti.

Türk Dışişlerinden yapılan açıklamada ise, UEFA tarafından Merih Demiral hakkında disiplin soruşturması açılmasının “kabul edilemez olduğu” söylenirken, Federal Anayasa Koruma Teşkilatı’nın bu simgeyi yasaklamadığını ileri sürerek, “Bir spor müsabakasındaki sevinç kutlaması sırasında, tarihi ve kültürel bir sembolün, hiç kimseyi hedef almayan biçimde kullanılmasına yönelik siyasi amaçlı tepkileri kınıyoruz,” demişti.

Erdoğan cumartesi Berlin’e gitmek istiyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da cumartesi günü Berlin’de yapılacak Hollanda-Türkiye maçını izlemeye gitmeyi planladığı belirtiliyor.

Alman dpa’nın bilgi sahibi kaynaklardan edindiği bilgiye göre Erdoğan bu amaçla Azerbaycan’a yapmayı planladığı geziyi iptal etti. Spiegel’in Türk basınında yer alan haberlerden aktarığına göre ise iptalin nedeni, Demiral’ın gol sevinciyle başlattığı “kurt selamı” tartışması.

Spiegel’deki haberde, “kurt selamı” ile ilişkilendirilen “Bozkurtlar”ın Almanya’da 18.500 üyesi bulunduğu ve bunun da grubu “ülkenin en büyük aşırı sağcı örgütü” yaptığını yazdı.

Spiegel, “Bozkurtlar”ın yasaklanmadığını fakat Federal Anayasa Koruma Teşkilatı tarafından izlendiğini hatırlattı.

Almanya İçişleri Bakanından “kurt işareti” açıklaması

Sevim Dağdelen’den “Bozkurtlar”a yasak çağrısı

Demiral’ın hareketi ile başlayan tartışmanın ardından Alman partilerinden de tepkiler geliyor ve “Ülkü Ocakları”nın Almanya’da yasaklanması çağrısı yükseliyor.

Federal Meclis’teki Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) grubunun dış politika sözcüsü Sevim Dağdelen, “Alman hükümetinin İslamcı-Türk örgütünü ve onun faşist sembolizmini yasaklamayı yıllardır ertelemesi skandaldır,” dedi. Buna ilişkin bir önerge çarşamba günü federal meclise sunuldu.

Faeser’in Demiral’ın jestini eleştirmesine de yanıt veren Dağdelen, “Federal İçişleri Bakanı Nancy Faeser’in 2024 Avrupa Şampiyonası’ndaki ‘kurt selamı’ konusundaki öfkesi, Alman Federal Meclisi’nin ‘bozkurtların’ yasaklanmasına ilişkin 18 Kasım 2020 tarihli inceleme yetkisini hâlâ ertelediği gerçeği ışığında ikiyüzlüdür,” ifadelerini kullandı. 

Sol Parti, Yeşiller ve CDU’dan da eleştiriler

Sol Parti’nin federal genel müdürü Katina Schubert de Tagesspiegel gazetesine yaptığı açıklamada, “Almanya’da bir futbolcu aşırı sağcıların selamını cezasız bir şekilde gösterebiliyorsa, bu federal hükümet için bir uyandırma çağrısı olmalıdır. Trafik ışıkları nihayet faşist terör örgütü Bozkurtları yasaklamalıdır. O zaman kurt selamı vermek de cezai bir suç olacaktır,” dedi.

Schubert, birçok Avrupa ülkesinde “Bozkurtlar”ın yasaklı olmasına rağmen sadece Alman hükümetinin görmezden geldiğini ve “sorunu tanımayı reddettiğini” söyledi.

Diğerlerinin yanı sıra Federal Tarım Bakanı Cem Özdemir (Yeşiller) de X aracılığıyla “kurt selamının” yasaklanması çağrısında bulundu. CDU da buna destek verdi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English