DİPLOMASİ
Kuzey Afrika’nın IMF sınavı
Yayınlanma
Ekonomilerinin yapısal sorunlarının yanı sıra Kovid-19 sonrası küresel enflasyon ve yükselen faiz oranları ile Rusya-Ukrayna savaşının etkileri Kuzey Afrika ülkelerini son yılların kötü ekonomik tablosuyla karşı karşıya bıraktı. Ciddi ekonomik krizle boğuşan Mısır, Tunus ve Fas dış finansman sorunu yaşıyor.
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Kuzey Afrika ülkelerinin geçmişten bugüne IMF’den borçlanma serüvenine mercek tutuyor. Bugüne kadar IMF’nin dayattığı ekonomik politikalar, birçok Afrika ülkesinde az gelişmişlik, açlık, toplumsal gerginlik, politik çatışmalar, anayasal krizler ve toplumsal ayaklanma gibi köklü sonuçlar doğurdu. Makalenin yazarı bu başarısızlığı büyük oranda IMF programlarını uygulamayan yerel yöneticilere fatura etse de bu programlara harfiyen uyan ülkelerin bugün karşılaştığı ekonomik tablo, bu savın gerçek olmadığını kanıtlıyor.
Ekonomik eşitsizliği körükleyen IMF dayatmaları nedeniyle “sütten ağzı yanan” pek çok ülke bugün alternatif yollar tükenene kadar IMF’nin kapısını çalmakta tereddüt ediyor. Aşağıdaki makale, bu tereddüdün nedenlerini sayısal olarak açıklamaya çalıyor:
***
Borç batağında: Kuzey Afrika’nın IMF ile karmaşık ilişkisine bakış
Kawthar Zantour
Mısır, Tunus ve Fas, toplam 20,5 milyar dolar olduğu tahmin edilen borçlarıyla IMF’den en fazla borç alan Arap ülkeleri.
Kuzey Afrika ülkelerinin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yaşadıkları deneyimler genellikle beklenen sonuçların elde edilememesi ile sonuçlandı. Bazı ülkelerin peşini iflas korkusu bırakmazken, bazıları da yapısal reformları yeniden hayata geçirme tehdidiyle karşı karşıya.
Mısır, Tunus ve Fas 25 Ağustos 2023’te açıklanan son verilere göre toplam 20,5 milyar dolar olduğu tahmin edilen borçlarıyla IMF’den en fazla borç alan Arap ülkeleri konumunda.
Buna Mısır’ın 16.68 milyar dolar, Fas’ın 1.9 milyar dolar ve Tunus’un 1.83 milyar dolarlık borcu da dahil.
Bu arada Cezayir fondan en son 1990’larda kredi almıştı. Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun, dış borçlanmanın ulusal egemenliğe zarar verdiğini savunduğundan ülke karşılaştığı tüm krizlere rağmen yeniden borç almayı reddetmekte kararlı.
Libya, Albay Muammer Kaddafi’nin iktidarının son anlarına kadar IMF’nin alacaklı üye ülkeleri arasındaydı. Hatta IMF’nin aynı yılın ağustos ayında yayınladığı rapora göre Mart 2011 sonuna kadar küresel borç veren ülke olarak kaldı.
Ayrıca Kuzey Afrika’da 2013’ten bu yana IMF programlarına dahil olmayan tek ülke. Kurum, ülkedeki silahlı çatışmaları gerekçe göstererek on yıllık bir aradan sonra bu yılın ilk yarısında ülkeyi izlemeye yeniden başladı.
Bu, IMF borçlanmasına geri dönüşleri, kendi devrimlerinin getirdiği büyük değişikliklerin ilk tezahürü olan diğer iki Arap Baharı ülkesi olan Mısır ve Tunus’tan farklı.
Mısır’ın devam eden mücadelesi
Mısır’ın IMF ile olan deneyimi diğer Kuzey Afrika ülkelerinden farklı. Ağır borç portföyü onu IMF’den borç alanlar listesinde Arjantin’den sonra dünyada ikinci sıraya yerleştiriyor.
Mısır, on yıllar boyunca yedi anlaşma imzalayarak fon ile çeşitli finansman programlarından yararlandı.
Bunlardan 186 milyon dolar değerindeki ilki Başkan Enver Sedat döneminde, ekonomik istikrar programının (1977-1981) parçası olarak imzalandı. Sonuncusu ise Ekim 2022’de 3 milyar dolar tutarında “genişletilmiş kredi kolaylığı” kapsamında imzalandı.
Mısır’ın IMF ile ilişkisi inişli çıkışlı bir seyir izliyor. İlişki Kahire’nin 1945 yılında fona üye olmasıyla başladı. Geçen 78 yıl boyunca ülke, sertlik, reddedilme ve umursamazlığın bir kombinasyonuyla karşılaştı.
2016’daki “başarılı” anlaşmanın ardından Kahire, üst düzey fon yetkililerinden büyük takdir ve övgü aldı. Ancak daha sonraki gelişmeler, Mısır tarihindeki en yüksek kredi miktarı (12 milyar dolar) ve hayal kırıklığı yaratan sonuç göz önüne alındığında, bu başarının göreceli olduğunu hatta hiç olmadığını gösterdi.
Kredi, IMF’nin “makroekonomik kırılganlıkları ele alma ve kapsayıcı büyüme ve istihdam yaratmayı teşvik etme” hedeflerine ulaşamadı.
2016 anlaşması Mısır’ın son derece sorunlu ekonomisi için kaçırılmış bir fırsat olabilir. Bu dönemde Kahire, ekonomik toparlanma programını finanse etmek ve kredi anlaşmasında yer alan bazı reformları uygulamak için önemli dış kaynakları (10 milyar dolardan fazla) harekete geçirmeyi başardı.
Ancak, sonuçlar nihayetinde benimsenen politikalarda eksiklikler olduğunu gösterdi ve ülke 2020’de iki farklı finansman türü için IMF’ye geri dönmek zorunda kaldı. Bunlardan ilki, 2.77 milyar dolar değerindeki Hızlı Finansman Aracı Programı kapsamında geldi.
İkincisi ise ülkenin Kovid-19 salgınının etkileriyle mücadelesini desteklemek üzere 5.2 milyar dolarlık acil yardım programının bir parçası olan bir “onay anlaşması”ydı. Bir başka anlaşma da geçen yılın sonlarında imzalanmıştı.
Mısır ayrıca IMF’nin döviz kıtlığı çeken 70 kadar ülkeyi desteklemeyi amaçlayan Dayanıklılık ve Sürdürülebilirlik Fonu kapsamında 2023 yılı sonuna kadar 1.3 milyar dolarlık yeni IMF kredisi talebinde bulundu.
Genel olarak, Mısır’ın IMF ile devam eden ilişkisine dair değerlendirmelerin tutarlı olduğu görülüyor.
Ülkenin 1991 yılında 375 milyon dolar değerinde (ve Başkan Hüsnü Mübarek döneminde yapılan) anlaşma, ülkenin krizler tarihinde potansiyel bir zirve noktası olarak öne çıkıyor. Kayda değer sosyal yansımalarına rağmen bu anlaşma, özellikle ülkenin iki kez Paris Kulübü’ne başvurmak zorunda kalmasıyla kıyaslandığında, dönüm noktası niteliğinde bir olay olarak kabul ediliyor.
Bu anlaşmanın şartları birçok olumlu sonuca yol açtı. Bunlar arasında harcamaların rasyonelleştirilmesi, sübvansiyonların aşamalı olarak kaldırılması, ücret yükünün ve kamu sektörü harcamalarının azaltılması, bankacılık sektöründe reform yapılması ve İş Hukuku ile özelleştirme tedbirlerinin yürürlüğe konulması yoluyla bütçe açığının azaltılması yer alıyor.
Buna ek olarak, etkili vergi politikası reformlarını benimseme, dış ticaretin serbestleştirilmesi, gümrük kısıtlamalarının hafifletilmesi ve yabancı yatırımı teşvik eden yasaların getirilmesi gibi önlemler alındı.
Anlaşma genellikle Mübarek rejiminin gücü ve ülkenin savaşlar, ekonomik şoklar ve mali sıkıntılardan sonra istikrara duyduğu ihtiyaç sayesinde birçok kişi tarafından başarılı olarak görüldü.
Ancak, rejimin o dönemdeki siyasi pragmatizmi olmasaydı anlaşmanın yetersiz kalacağını düşünenler de vardı. Irak savaşına girme kararı, Paris Kulübü üyelerinin toplam dış borcunu yarı yarıya azaltmayı kabul etmesiyle mali desteğin kapılarını açtı. Sonuç olarak, 1990’da GSYİH’nin %106.9’u olan borç 2001’de yaklaşık %27’ye düştü.
Tunus’un Karmaşık Durumu
Aynı dönemde, 1990’ların başında, en büyük IMF borçluları listesindeki ikinci Arap ülkesi olan Tunus, liberal uzmanların yapısal reform programının başarısı olarak gördükleri şey sayesinde ekonomisinde büyük bir sıçrama kaydetti.
O dönemde ülkenin Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali yönetimindeki rejimin IMF’nin tavsiyelerine oldukça iyi uyduğu düşünülüyordu.
Komşu ülkeler Fas ve Cezayir de benzer durumdaydı ve bu durum bölgedeki rejimlerin (Libya hariç) IMF’yi bir kurtarıcı olarak kullanmasına yol açtı. Bu durum ciddi mali açıkların, döviz rezervlerinin çöküşünün ve dış borçlardaki rekor artışın bir sonucuydu.
Tunus’a gelince, eski lider Habib Burgiba ile Amerika arasındaki stratejik ilişkiler sayesinde fon, Tunus’un uzun süreli finansman ortağı haline gelmişti.
Tunus’un o dönemdeki başbakanı Raşid Sfar, yapısal reform programının bir parçası olarak 1986 yılında imzalanan ve en önemli -ama en tehlikeli ve sosyal açıdan en acımasız- anlaşma olarak kabul edilen anlaşmayı destekledi.
Tunus ile IMF arasındaki anlaşmalar köklü ve sürdürülebilirdi. Bu ilişkiler 1964’ten 1991’e kadar kesintisiz devam etti. Ancak bundan sonraki yirmi yıl boyunca Tunus IMF’den tek bir dolar bile borç almamayı başardı. Bu büyü, 2013 yılında fonun kapısını tekrar çalınca bozuldu.
1984 yılına gelindiğinde IMF, sübvansiyonların kaldırılması da dahil reformların başlatılmasını şart koştu ve bu da Tunus’taki “ekmek isyanlarını” tetikledi. Bu şiddetli gösterilerde IMF’nin kemer sıkma programı nedeniyle artan ekmek fiyatları protesto ediliyordu.
İki yıl sonra Tunus, kamu sektöründe istihdamın azaltılması, faiz oranlarının yükseltilmesi, iç borçlanmanın sınırlandırılması, kamu harcamalarının azaltılması, dolaylı vergilerin artırılması, yabancı yatırımların teşvik edilmesi ve 560 devlet şirketinin özelleştirilmesi gibi daha acı kemer sıkma politikalarını beraberinde getiren bir anlaşma imzaladı.
Dünya Bankası raporuna göre bu anlaşma, ülkenin en kötü durumdan kurtulmasına yardımcı oldu ama aynı zamanda “ailelerin egemenliği” olarak adlandırılan bir dönemi de başlattı.
2019 yılında, geçiş dönemi adaletinden sorumlu bir kamu kurumu, IMF’ye mektup yazarak 1991 anlaşmasından kaynaklanan politikaların mağdurları için bir özür ve mali tazminat talep etti. Ayrıca Tunus’un gayrimeşru olduğunu düşündükleri borçlarının “iktidardaki ailelerin yararına kullanıldığı” için iptal edilmesi çağrısında bulundular.
Tunus 2011’den bu yana biri 2013’te, biri 2016’da ve biri de Kovid-19’un etkileriyle mücadele için 2020’de olmak üzere IMF ile üç finansman anlaşması imzaladı.
Ancak Tunus’un son on yılda IMF ile yaşadığı deneyim, 1960’ların sonundan 1990’ların başına kadar uzanan deneyimlerden büyük ölçüde farklı oldu.
Siyasi istikrarsızlık ve birbirini izleyen hükümetlerin beceriksizliği nedeniyle reformlar hayata geçirilemedi.
Ülke 25 Temmuz 2021’de geçiş dönemine girdikten sonra durum daha da kötüleşti. 1.9 milyar dolarlık yeni anlaşma, Devlet Başkanı Kays Said’in sözde diktaları reddetmesi ve 1984 ekmek devriminin tekrarlanmasından korkması nedeniyle bozuldu.
Cezayir ve Fas
Tunus’un iki dost olmayan komşusu Cezayir ve Fas’ın IMF ile farklı bir ilişkisi var. İki ülke 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında yapısal reform programlarını uygularken benzer zorluklar yaşadı.
Fas, 2012 yılından bu yana, ihtiyati ve likidite sınırı kapsamında her biri yaklaşık 3 milyar dolar değerinde olmak üzere art arda dört anlaşmadan yararlandı. Son anlaşma Nisan ayında 5 milyar dolarlık esnek kredi hattı kapsamında yapıldı.
Ancak Cezayir geçmiş deneyimlerinden ders aldı. Cezayir, hem Mağrip’in en büyük ekonomisi hem de 1963 yılında IMF’ye katılan bölgedeki son ülke.
Cezayir’in mevcut siyasi liderliği, hangi zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın IMF’den borç alma alışkanlığını canlandırmayı reddediyor.
Cumhurbaşkanı Tebbun bunun her şeyden önce “ulusal egemenliği korumanın” bir yolu olduğunu ve ikinci olarak da 1994 anlaşmasını yeniden yaşamak istemediklerini söylüyor.
Tebbun’un yorumları Kovid-19 krizi sırasında geldi. Cezayirli yetkililer krizi yönetmek için bütçelerini yarı yarıya azaltarak bir kemer sıkma politikası benimsedi.
1990’ları “yapısal reformlar” yoluyla acı bir şekilde yaşayan Kuzey Afrika ülkelerinin aksine, IMF ile Cezayir arasındaki ilişki eşler arası bir ilişkiye dönüştü.
Ülkenin döviz rezervlerinde büyük bir toparlanma yaşandı ve bu da Maliye Bakanı Karim Judy’nin 2012’de Parlamento’da hükümetin IMF’ye 5 milyar dolar borç verme kararını savunurken “uluslararası finans kurumları içinde nüfuzunu” artırma olasılığını ortaya çıkardı.
Ancak 2018’de Cezayir Merkez Bankası Başkanı bu miktarın IMF’ye aktarıldığını yalanladı ve Cezayir’in de diğer 60 ülke gibi istisnai küresel koşullar halinde fonun emrine 5 milyar dolar vermeyi taahhüt ettiğini vurguladı.
Bu arada IMF’ye 1958 yılında katılan Fas, IMF’den yüklü miktarda borç almaya devam etti. Siyasi istikrarı nedeniyle kurumla olan ilişkisi daha esnekti.
Özellikle “Arap Baharı üçlüsü” Mısır, Tunus ve Libya ile kıyaslandığında konumu nispeten güçlü. Ayrıca, halk protestolarının Cumhurbaşkanı Buteflika’nın iktidarını sona erdirmesinin ardından değişikliğe giden Cezayir’e kıyasla da iyi durumda.
Fas 1983 yılında borçlarını ödeyemez duruma düşmüştü. Bu başarısızlık, ülkeyi ciddi mali dengesizlikler, 1983’te GSYH’nin %12’si oranında bütçe açığı ve kamu borcunun GSYH’nin %82’sine yükselmesi ve döviz rezervlerinin ancak iki günlük arzı karşılamasıyla mücadele için 1993’e kadar süren bir yapısal uyum programına girmeye zorladı.
Libya… istisna
Libya, Kuzey Afrika ülkeleri arasında bir istisna olarak öne çıkıyor. IMF’den hiç kredi almadı.
1958 yılında fonun üyesi olan Libya, 2012 yılında geçiş hükümeti lideri Abdürrahim el-Keib’in kararıyla payını güçlendirdi. Ülkenin 1,121,000 çekme hakkı birimini (yaklaşık 1,735,000 dolar değerinde) 1,573,000 birime (yaklaşık 2,430,000 dolar değerinde) yükselteceğini duyurdu.
Libya IMF ile “gururla” ilgileniyor ve bu sayede görece özgürlüğün tadını çıkarıyor.
Bingazi Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Dr. Attia Al-Mahdi Al-Fitouri basına yaptığı açıklamada “Libya fondan hiçbir zaman kredi almadı, krediye ihtiyacı yok ve bu nedenle krediye ihtiyacı olan ve vatandaşlarına sert kemer sıkma politikaları uygulamak zorunda olan ülkelerin aksine fonun kural ve yönergelerini ihlal edebilir” dedi.
Farklı öncelikler
IMF ile ilişkiler söz konusu olduğunda Kuzey Afrika ülkelerinin farklı öncelikleri var.
Öncelikle Cezayir ve Libya IMF’nin kendi politikalarına doğrudan müdahale etmesini istemiyor. Fonla ilişkileri tartışmalı, zira tutumları fonun raporlarını sorgulamaktan, onu “değersiz bir danışmanlık ofisi” olarak görmeye kadar değişiyor.
Öte yandan Fas, yapısal uyum programına geri dönmemek için elinden geleni yapıyor. 1980’lerdeki program beraberinde geniş çaplı sorunlar doğuşmuş ve o dönemde maliye bakanı olan Fas Merkez Bankası başkanından uyarılar almıştı.
Bu arada Mısır, IMF’den daha fazla esneklik istiyor. Carnegie Orta Doğu Merkezi, 6 Temmuz 2023’te yayınladığı bir raporda, ülkenin reformları, özellikle de döviz kurunun serbestleştirilmesini uygulamadaki başarısızlığı nedeniyle fonun Mısır’a alışılmadık bir sertlikte yaklaştığını belirtti.
Mısır’ın en önemli önceliği yıl sonuna kadar 3.86 milyar dolarlık kısa vadeli ve 11.38 milyar dolarlık uzun vadeli borcun geri ödenmesini sağlamak.
Temerrüde düşmek, IMF ile henüz bir anlaşmaya varamamış olan Tunus için de endişe kaynağı.
Bugün Tunus ve Mısır IMF için iki kronik vakayı temsil ediyor.
Son 10 yılda sayısız başarısız ve sonuçsuz “reform” programı uygulama girişiminde bulunan bu iki ülke, ekonomik, mali ve sosyal krizlerini daha da derinleştirdi.
İlginizi Çekebilir
-
IMF, Ukrayna’ya finansmanın devamı için üç yeni şart getirdi
-
Şam’a giden yollar
-
Arjantin ile IMF arasında yeni program müzakereleri
-
“Suriye’nin yeni yönetiminin YPG’nin işgal ettiği bölgeleri kurtaracağına inanıyoruz”
-
Rusya, hava savunma sistemlerini Libya’ya kaydırıyor
-
Hamas, rehine anlaşmasının savaşı sona erdirmesini istiyor
DİPLOMASİ
BM: Küresel açlık krizi derinleşiyor
Yayınlanma
5 saat önce25/12/2024
Yazar
Harici.com.trDünya genelinde açlık çeken ya da başka şekillerde mücadele eden insanların sayısı artarken, dünyanın en zengin ülkelerinin bu insanlara yardım etmek için ayırdığı para miktarı düşüyor.
Birleşmiş Milletler, önümüzdeki yıl insani yardıma ihtiyaç duyacağını tahmin ettiği 307 milyon insanın en iyi ihtimalle %60’ına yardım edebilecek kadar para toplayabileceğini söylüyor. Bu da 2025 yılında en az 117 milyon insanın gıda ya da diğer yardımları alamayacağı anlamına geliyor.
BM ayrıca, kendi verilerine göre, dünya genelinde insani yardım için talep ettiği 49,6 milyar doların yaklaşık %46’sını toplayarak 2024 yılını tamamlayacak. Bu, dünya kuruluşunun üst üste ikinci kez hedeflediği miktarın yarısından daha azını topladığı yıl oldu.
Eksiklik, insani yardım kuruluşlarını açlar için tayınları kesmek ve yardım almaya uygun insan sayısını azaltmak gibi acı verici kararlar almaya zorladı.
Suriye gibi ülkelerde gıda yardımı kısılıyor
Bunun sonuçları, BM’nin ana gıda dağıtıcısı olan Dünya Gıda Programının (WFP) 6 milyon insanı beslediği Suriye gibi yerlerde hissediliyor. Örgütün ortaklıklar ve kaynak seferberliğinden sorumlu genel müdür yardımcısı Rania Dagash-Kamara, bu yılın başlarında yardım bağışlarına ilişkin tahminlerini göz önünde bulunduran WFP’nin yardım etmeyi umduğu kişi sayısını yaklaşık 1 milyona düşürdüğünü söyledi.
Dagash-Kamara mart ayında WFP’nin Suriye personelini ziyaret ettiği esnada verdiği bir röportajda, “Söyledikleri şu oldu: ‘Bu noktada açları doyurmak için açlardan alıyoruz’,” demişti.
BM yetkilileri yaygın çatışmalar, siyasi huzursuzluk ve aşırı hava koşulları gibi kıtlığı tetikleyen faktörlerin olduğu bir dönemde iyimser olmak için çok az neden görüyor.
BM’nin insani işlerden sorumlu genel sekreter yardımcısı ve acil yardım koordinatörü Tom Fletcher Reuters’a verdiği demeçte, “En çok ihtiyaç duyanlara yapılan çağrıları azaltmak zorunda kaldık,” dedi.
Trump’ın uluslararası kuruluşlara bağışları azaltması bekleniyor
Mali baskılar ve değişen iç siyaset, bazı zengin ülkelerin nereye ne kadar bağış yapacaklarına dair kararlarını yeniden şekillendiriyor. BM’nin en büyük bağışçılarından biri olan Almanya, genel kemer sıkma politikasının bir parçası olarak 2023’ten 2024’e kadar 500 milyon dolarlık fon kesintisine gitti.
Alman hükümeti, 2025 yılı için insani yardımda 1 milyar dolarlık bir kesinti daha yapılmasını önerdi. Şubat ayında yapılacak federal seçimlerden sonra yeni parlamento gelecek yılın harcama planına karar verecek.
İnsani yardım kuruluşları da ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın ocak ayında ikinci dönemine başladıktan sonra ne önereceğini izliyor.
Trump’ın danışmanları insani yardıma nasıl yaklaşacağını söylemedi ancak Trump ilk döneminde ABD fonlarını azaltmaya çalışmıştı.
ABD, dünya genelinde açlığın önlenmesi ve açlıkla mücadelede başrolü oynuyor. Ülke, son beş yılda 64,5 milyar dolar insani yardım sağladı. Bu rakam, BM tarafından kaydedilen toplam katkıların en az %38’ine tekabül ediyor.
AB, ABD ve Almanya yardımlarda başı çekiyor
İnsani yardım fonlarının çoğunluğu sadece üç zengin donörden geliyor: ABD, Almanya ve Avrupa Komisyonu.
Reuters’ın BM katkı verilerini incelediği araştırmaya göre, 2020-2024 yılları arasındaki krizlere yanıt olarak BM tarafından kaydedilen 170 milyar doların %58’ini bu ülkeler sağladı.
Diğer üç güç (Çin, Rusya ve Hindistan) aynı dönemde BM tarafından takip edilen insani yardım fonlarının %1’inden daha azına toplu olarak katkıda bulundu.
Dünyanın en büyük ikinci GSYİH’sine sahip Çin, 2023 yılında insani yardıma 11,5 milyon dolar katkıda bulunarak yardım/GSYİH oranı bakımından 32. sırada yer aldı..
Beşinci en büyük GSYİH’ye sahip Hindistan da aynı yıl 6,4 milyon dolarlık insani yardımla 35. sırada yer aldı.
Washington’daki Çin Büyükelçiliği sözcüsü Liu Pengyu, Çin’in WFP’yi her zaman desteklediğini söyledi ve ülkesinin kendi sınırları içinde 1,4 milyar insanı beslediğini belirterek, “Bu başlı başına dünya gıda güvenliğine büyük bir katkıdır,” dedi.
ABD’nin gıda yardımı kısıtlamaları
ABD, en büyük insani gıda yardımı sağlayıcılarından biri olan Dünya Gıda Programına yaptığı katkıların neredeyse tamamına kısıtlamalar getirme konusunda uzun süredir devam eden bir uygulamaya sahip.
Reuters tarafından incelenen WFP verilerine göre, ABD’nin WFP’ye yaptığı bağışların %99’undan fazlası son 10 yılın her birinde kısıtlamalar içeriyordu.
Amerikan insani yardım harcamalarını denetleyen ABD Uluslararası Kalkınma Ajansının (USAID) bir sözcüsü, yardım koşullarıyla ilgili bir soru üzerine, ajansın “Kongrenin gerektirdiği yükümlülükler ve standartlar doğrultusunda” hareket ettiğini söyledi.
Sözcü, bu standartların insani yardımın verimliliğini ve etkinliğini artırmayı amaçladığını ve yardım koşullarının “ABD vergi mükelleflerinin fonlarının sorumlu bir şekilde kullanılmasını sağlamak için uygun bir gözetim ölçüsü” sağlamayı amaçladığını söyledi.
Donör kuruluşların bazı mevcut ve eski yetkilileri de kısıtlamaları savunuyor ve küresel gıda yardımı sistemine musallat olan hırsızlık ve yolsuzluklara işaret ediyorlar.
DİPLOMASİ
Rusya: ABD, biyolojik laboratuvar projelerini Afrika’ya kaydırıyor
Yayınlanma
8 saat önce25/12/2024
Yazar
Harici.com.trRusya Savunma Bakanlığı, ABD’nin Ukrayna’daki biyolojik araştırma projelerini Afrika’ya taşıyarak askeri biyolojik faaliyetlerini genişlettiğini duyurdu. Bakanlık, bu projelerin, Afrika ülkelerinin biyogüvenlik egemenliğini tehdit ederek ABD’nin küresel etkisini artırmayı amaçladığını belirtti.
Rusya Savunma Bakanlığı, ABD’nin biyolojik araştırma projeleriyle ilgili dikkat çekici bir açıklamada bulundu.
Bakanlık, ABD’nin Ukrayna’daki biyolojik silah programlarını Afrika’ya taşıyarak burada geniş çaplı askeri biyolojik faaliyetler yürüttüğünü öne sürdü.
Rusya’ya göre, bu projeler yalnızca tamamlanmamış çalışmaları sürdürmekle kalmıyor, aynı zamanda Afrika ülkelerinin biyogüvenlik alanındaki egemenliklerini de tehlikeye atıyor.
Bakanlıktan yapılan açıklamada, “ABD, Afrika’yı tehlikeli enfeksiyon etkenleri için bir deney sahası ve ilaç testi merkezi olarak kullanıyor. Bu durum, bölgede biyolojik güvenliği ciddi şekilde riske atıyor,” ifadelerini kullandı.
ABD’nin biyolojik faaliyetlerinin hedefleri neler?
Moskova, ABD’nin biyolojik kontrol sisteminin belirli bir plan çerçevesinde ilerlediğini iddia ediyor. Bu plan dört temel adım üzerinden yürütülüyor:
ABD, bölgede sık görülen hastalıkları (şarbon, tularemi, veba gibi) öne çıkararak yerel hükümetlerin biyogüvenlikte yetersiz olduğunu savunuyor ve bu alanda destek teklif ediyor.
Aynı zamanda ABD, tehlikeli patojenlerin incelenmesi amacıyla biyolojik araştırma merkezleri kuruyor. Örneğin, Nijerya’da 2024 yılına kadar ortak bir tıbbi araştırma merkezi açılması planlanıyor.
Pentagon’un Tehdit Azaltma Müdürlüğü (DTRA), yerel uzmanlara kısa süreli eğitimler sunuyor ve bu kişilerin, ABD’nin elektronik hastalık gözetim sistemine entegrasyonunu sağlıyor.
Bununla beraber Washington yönetimi, projelerin ilerleyen aşamalarında biyogüvenlik ve sağlık standartlarını yerel hükümetlere zorunlu kılarak, bu ülkelerin bağımsızlığını kısıtlıyor.
Rusya Savunma Bakanlığı, Afrika’da ABD’nin askeri biyolojik faaliyetlerini destekleyen belgeler sundu. Buna göre, ABD şu projeleri yürütüyor:
Kenya’daki Amerikan Ordusu Tıbbi Araştırma Merkezi, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını izlemek için saha istasyonları ağı kuruyor.
Senegal’de Pentagon’un finanse ettiği 35 milyon dolarlık bir laboratuvar kompleksi inşa ediliyor.
Gana ve Cibuti’de ABD Donanması Tıbbi Araştırma Merkezi, bölgede tehlikeli patojenlerin izolasyonu ve dizilenmesi üzerine çalışıyor.
Gine’de ise sağlık sistemine 40 milyon dolarlık destek sağlanırken, aynı zamanda ciddi enfeksiyonlara yönelik araştırmalar yapılıyor.
Ukrayna’daki biyolojik laboratuvar projeleri
Rusya, Mart 2022’den bu yana Ukrayna’daki ABD biyolojik araştırma laboratuvarlarına ilişkin çeşitli iddialar ve belgeler yayımladı. Bu iddialar, Batılı medya organları ve uluslararası kuruluşlar tarafından genellikle reddedildi veya dezenformasyon olarak nitelendirildi.
Mart 2022’nin başlarında Rusya Savunma Bakanlığı, Ukrayna’nın Rus askeri operasyonunun başlamasının ardından tehlikeli patojenleri aceleyle imha ettiğini gösteren belgeler yayımladı.
Batılı medya organları ise Ukrayna’da bu tür patojenlerin varlığını tamamen reddetti. Aynı dönemde Rusya Savunma Bakanlığı, üzerinde çalışılan patojenler ve bu çalışmalara katılan Amerikan kuruluşları hakkında detaylar paylaştı.
Mart 2022’nin sonlarına doğru, Rusya Savunma Bakanlığı, Ukrayna’daki ABD biyolojik silah programına dair, New York merkezli Rosemont Seneca adlı bir firmanın finansmana dahil olduğunu gösteren ek belgeler sundu. Bu firma, ABD Başkanı Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden’a ait.
Nisan ve Mayıs 2022’de Rusya, ABD’li uzmanların Ukrayna’da insanlar üzerinde testler yaptığını iddia eden ek detaylar yayımladı. Haziran 2022’de Moskova’da düzenlenen bir konferansta, Pentagon’un Ukrayna’daki biyolojik silah programlarına dair bilinen bilgiler derlendi. Kısa bir süre sonra Pentagon, Ukrayna’da 46 biyolojik laboratuvarı finanse ettiğini kabul etti, fakat bunların sadece sağlık önlemleri için kullanıldığını belirtti.
Haziran ve Temmuz 2022’de, Rusya Savunma Bakanlığı, ABD biyolojik silah programları ve araştırılan patojenler hakkında daha fazla detay yayımladı. Ağustos 2022’de Rusya, Kovid-19’un ABD üretimi bir biyolojik silah olduğunu iddia etti ve Eylül 2022’de ABD’nin Ukrayna’daki biyolojik silah programlarına dair ek bilgiler sundu.
Eylül 2022’de, Rusya, Biyolojik Silahlar Sözleşmesi taraf devletlerinin özel bir toplantısını talep etti ve ABD ile Ukrayna’ya 20 soru yöneltti; ancak bu sorular yanıtlanmadı. Aralık 2022 ve Ocak 2023’te, Rusya Savunma Bakanlığı ek detaylar sundu.
Mart ve Nisan 2023’te, Rusya Savunma Bakanlığı, mRNA aşıları hakkında ilk kez açıklamalarda bulundu ve bu aşıların tehlikelerine dair ek bilgiler yayımladı.
Mayıs 2023’te, Pentagon’un Ukrayna’da göçmen kuşlar üzerinde, bulaşıcı hastalıkların yayılması amacıyla araştırmalar yaptığına dair iddialar sundu. Haziran ve Temmuz 2023’te Rusya, Bill Gates’in rolü ve sivrisinekler ile keneler üzerinde yapılan araştırmalar hakkında bilgiler paylaştı.
Ağustos 2023’te Rusya Savunma Bakanlığı, ABD’nin Kovid-19’u yarattığı ve daha tehlikeli patojenlerle yeni bir pandemi hazırlığında olduğu iddialarını güçlendirdi. Eylül ve Ekim 2023’te, Rusya, ABD’nin programlarını nasıl gizlediğine ve uluslararası denetimlerden kaçındığına dair bilgiler sundu.
Ağustos 2024’te Rusya Savunma Bakanlığı, Pentagon’un Ukrayna’daki tamamlanmamış projelerini geri çektiğini ve ABD hükümetinin bu araştırmaları gizlemeye çalıştığını bildirdi.
DİPLOMASİ
NATO şefi Rutte’ye göre Zelenskiy’in Scholz’a yönelik eleştirileri haksız
Yayınlanma
1 gün önce24/12/2024
Yazar
Harici.com.trNATO Genel Sekreteri Mark Rutte, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy tarafından zaman zaman sert bir şekilde eleştirilmesini haksız bulduğunu söyledi.
dpa’nın aktardığına göre Rutte 23 Aralık Pazartesi günü verdiği bir mülakatta, “Zelenskiy’e sık sık Olaf Scholz’u eleştirmeyi bırakması gerektiğini söyledim, çünkü bunun haksızlık olduğunu düşünüyorum,” dedi.
Rutte ayrıca Scholz’un aksine Ukrayna’ya Taurus seyir füzeleri tedarik edeceğini ve bunların kullanımına sınır koymayacağını söyledi.
“Genel olarak, bu tür kabiliyetlerin Ukrayna için çok önemli olduğunu biliyoruz,” diyen Rutte, müttefiklerin ne vermesi gerektiğine karar vermenin kendisine bağlı olmadığını da sözlerine ekledi.
Scholz’un kasım ayında Rusya lideri Vladimir Putin ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından Zelenskiy, bunun “Rus lideri izole etme” ve Ukrayna’daki savaşı “adil bir barışla” sona erdirme çabalarını baltalayan bir “Pandoranın kutusunu” açtığını söylemişti.
Öte yandan Zelenskiy pazar günü Ukraynalı diplomatlara yaptığı bir konuşmada, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin “ulaşılabilir” olduğunu ama Kiev’in bunun gerçekleşmesi için müttefiklerini ikna etmek için mücadele etmesi gerektiğini söyledi.
Zelenskiy Kiev’deki toplantıda diplomatlara, “Hepimiz Ukrayna’nın NATO’ya davet edilmesinin ve ittifaka üye olmasının sadece siyasi bir karar olabileceğini anlıyoruz. Ukrayna için ittifak sağlanabilir, fakat bu karar için gerekli tüm düzeylerde mücadele edersek sağlanabilir,” dedi.
Zelenskiy müttefiklerin Ukrayna’nın NATO’ya neler katabileceğini ve ittifaka üyeliğinin küresel ilişkileri nasıl istikrara kavuşturacağını bilmeleri gerektiğini söyledi.
Geçen hafta Zelenskiy Avrupa ülkelerini Rusya ile savaş sona erdikten sonra Ukrayna’yı korumak için garanti vermeye çağırmış ve Ukrayna’nın nihayetinde ittifaka üyelik yoluyla daha fazla korumaya ihtiyaç duyacağını söylemişti.
Morgan Stanley’in Kasım 2024 raporundan: Türkiye’de asgari ücrete %30 zam bekliyoruz
‘Trump ABD’yi Suriye’den çıkarmak istiyor’
ABD Dışişleri’nin ‘yabancı propagandayla mücadele’ merkezi kapatıldı
Moskova Belediye Başkanı, Rusya’nın demografi krizinden SBKP’yi sorumlu tuttu
Alman borsası Dax’ı 7 şirket kurtardı
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Kirillov suikasti, olası sonuçlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye hezimeti ve Rusya: Birkaç soru ve yanıt
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Esad’dan sonra sırada İran mı var?
-
ORTADOĞU2 hafta önce
SDG sözcüsü Ferhad Şami: ABD’nin bizi terk etmesinden korkuyoruz
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Esad’dan sonra Kıbrıs: İngilizler şimdilik rahat bir nefes aldı
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Bir milletin trajedisi: Beşar’ın parlak günleri ve yıkıma giden yol
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Bundan sonra Suriye
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
‘İkinci Trump döneminin en büyük zorluklarından biri Çin olacak’