Bizi Takip Edin

AVRUPA

OCCRP’nin maskesi düştü: ABD finansmanıyla ‘bağımsız gazetecilik’

Yayınlanma

Fransız gazetesi Mediapart, OCCRP’nin ABD hükümeti tarafından büyük miktarlarda fonlandığını ortaya koydu. Araştırmaya göre, OCCRP’nin finansmanı bağımsızlık tartışmalarını alevlendirirken, ABD’nin dış politika çıkarlarına yönelik bir etki yaratıldığı belirtildi.

Fransız internet gazetesi Mediapart, gazeteciler için bağımsız bir Amerikan araştırma ağı olan OCCRP’nin (Organize Suç ve Yolsuzluk Raporlama Projesi) ABD hükümeti tarafından büyük miktarlarda finanse edildiğine dair kapsamlı bir araştırma yayımladı.

Çok sayıda medya kuruluşu, OCCRP ile işbirliği yapıyor.

Mediapart‘ın haberine göre durum, İtalya’daki Il Fatto Quotidiano, Yunanistan’daki Reporters United ve Amerikan medya kuruluşu Drop Site News‘in aylarca süren ortak araştırmaları sonucunda ortaya çıktı. Norddeutscher Rundfunk’un (NDR) araştırmaya katkıda bulunduğu, ancak daha sonra OCCRP’nin baskısıyla yayımlamaktan çekindiği iddiası dikkat çekiyor.

Habere göre son yıllarda, Panama Belgeleri ve Pandora Belgeleriyle öne çıkan OCCRP, büyük ölçüde ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse ediliyor.

Amerikan federal hükümeti, 2014-2023 yılları arasında OCCRP tarafından harcanan paranın yüzde 52’sini sağladı. Kuruluşun 2008 yılından bu yana en az 47 milyon dolar aldığı, OCCRP’nin yıllık denetleme raporları ve eyalet bütçe belgeleri karşılaştırılarak tespit edildi.

Makale yayımlanmadan önce OCCRP’nin kurucusu Drew Sullivan, gazetecileri “kötü niyetli ve profesyonel olmayan” yöntemler kullanmakla suçladı.

Sullivan, NDR muhabiri John Goetz’i “Rusya adına casusluk yapmakla” suçladı.

Araştırmaya göre, NDR ABD hükümetinin finansman boyutunu öğrendikten sonra OCCRP ile gelecekteki işbirliğini durdurmaya karar verdi.

Berliner Zeitung‘dan Simon Zeise’nin sorusuna yanıt veren kurum, “baskıya boyun eğdiği” suçlamasını kesin bir dille reddetti ve bu iddianın “mesnetsiz” olduğunu söyledi. NDR yazarları OCCRP ile ilgili araştırmayı uzun süre devam ettirmişti.

Yayın kuruluşu, bazı yazı işleri ekiplerinin bağımsız ve özerk bir şekilde araştırmayı sürdürmeme ya da yayınlamama kararı aldığını belirtti. Hukuk departmanının ve yazı işlerinin değerlendirmesine göre, araştırmanın henüz yayınlanmaya hazır olmadığı anlaşıldı.

NDR, OCCRP ile çalışan departmanların işbirliğini askıya aldığını ve mevcut araştırmayı diğer yabancı yayın ofisleriyle paylaştığını açıkladı. OCCRP Başkanı Sullivan’ın John Goetz’in “Rus casusu” olduğu yönündeki suçlamalarına ise NDR kısa ve net bir “hayır” yanıtı verdi.

Ödüllü Amerikalı araştırmacı gazeteci Lowell Bergmann (Michael Mann’ın 1999 yapımı The Insider filminde Al Pacino tarafından canlandırılan karakter), 2015 yılında OCCRP yönetim kurulundan finansman konusundaki endişeleri nedeniyle istifa ettiğini söyledi.

Bergmann, “ABD hükümetinin müdahalesinden haberdar oldum. Konunun karmaşıklığını dikkate alarak endişelerimi saygılı bir şekilde ilettim ve yönetim kurulundan ayrıldım,” diye konuştu.

OCCRP daha önce devlet kaynaklarına başvurduğunu belirtmiş olsa da bu destek daha önce görülmemiş ölçüdeydi. Gazetecilik standartları, OCCRP’nin ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından sağlanan fonlar karşılığında ABD’de araştırma yapmamayı taahhüt etmesiyle ihlal edilmiş olabilir.

OCCRP Başkanı Drew Sullivan, “Politikamız, bir ülkenin kendi parasıyla o ülke hakkında haber yapmamasıdır. ABD hükümetinin buna izin vereceğini sanmıyorum,” ifadelerini kullandı.

Mediapart‘a göre, ABD hükümeti OCCRP haberlerinden uzak durmakla kalmayıp, belirli ülkelere odaklanan haberler için fon yönlendirerek önemli bir etki sağlıyor. Bu ülkeler arasında Washington’un düşman olarak gördüğü Rusya ve Venezuela da bulunuyor.

Sullivan, 2023’te gönderdiği bir e-postada, kuruluşun ilk yıllarında ABD hakkında haber yapmadığını ve bütçelerinin Washington ve George Soros’un Açık Toplum Vakıfları tarafından karşılandığını kabul etti. Mediapart’a verdiği demeçte, “Amerikan hükümetinden ya da Soros’tan para alıp ABD hakkında haber yapamazdık,” itirafında bulundu.

Fakat OCCRP yönetim kurulu, tüm hibelerin bağışçıların yayın politikasına müdahale etme hakkı olmadan sağlandığını belirtti. Bununla birlikte, OCCRP yönetimi söz konusu sözleşmelerin kopyalarını paylaşmayı reddetti.

Diğer yandan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’ndan Shannon Maguire, Washington yönetiminin OCCRP’nin editöryal kararlarına müdahale etmediğini ve yüzde yüz bağımsız olduklarını öne sürdü. Sullivan ise ABD hükümetinin “profesyonel olduğunu ve Rusya gibi kötü aktörlerin aksine medyayı etkilemeye çalışmadığını” savundu.

Rusya’ya yapılan atıf tesadüf değil. OCCRP, Washington’un “öncelikli sorun” olarak gördüğü ülkelerdeki araştırmalar için ABD hükümetinden çeşitli bağışlar aldı.

Dışişleri Bakanlığı, 2015-2019 yılları arasında “Rus Medya Alanının Dengelenmesi” adlı bir misyon için OCCRP’ye 2,2 milyon dolar sağladı.

Mediapart ayrıca, OCCRP’nin 2021-2022 yılları arasında Russian Asset Tracker adlı bir uluslararası medya çalışmasına öncülük ettiğine dikkat çekti. Proje, Rus milyarderlere ve şahsiyetlere ait en büyük devlet dışı mal varlığı veri tabanını oluşturdu.

Habere göre, ABD hükümeti Küresel Yolsuzlukla Mücadele Konsorsiyumu (GACC) aracılığıyla OCCRP tarafından üretilen raporları bir tür “silah” olarak kullandı.

GACC, 2016 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın açtığı bir ihale sonucunda kuruldu ve Amerikan hükümeti en büyük bağışçı konumunda. Bugüne kadar OCCRP’ye toplam 10,8 milyon dolar aktardı.

GACC’nin iki temel görevi bulunuyor: OCCRP’nin bulgularına dayanarak yolsuzlukla ilgili adli soruşturmalar ve yaptırım işlemleri başlatmak, sivil toplumu harekete geçirmek ve devletleri yolsuzluk ve kara para aklama ile mücadele yasalarını sıkılaştırmaya ikna etmek.

Mayıs 2024’te OCCRP, Rusya yaptırımlarının delinmesine ilişkin bir rapor hazırladı. Rapor, İngiliz düşünce kuruluşu Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü (RUSI) ile işbirliği içinde hazırlandı ve İngiltere Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edildi. RUSI’nin başkan yardımcılarından biri, eski CIA direktörü General David Petraeus.

Mediapart, bir gazetecilik kuruluşunun ABD’nin inisiyatifi ve mali desteğiyle bu tür faaliyetler yürütmesinin, “haklı bir dava” olsa bile, önemli etik soruları gündeme getirdiğini yazdı.

OCCRP Başkanı Sullivan ise farklı düşünüyor: “Bazıları bu yaklaşımı başlangıçta tartışmalı bulsa da diğer medya kuruluşları tarafından da benimsendi. GACC’nin oldukça başarılı olduğuna inanıyoruz.”

AVRUPA

Gürcistan’daki kriz kritik bir aşamaya geldi

Yayınlanma

Gürcistan Başbakanı İrakli Kobahidze, pazar günü düzenlediği basın toplantısında Cumhurbaşkanı Salome Zurabişvili’nin azledilmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledi. Kobahidze, “Elbette Sayın Salome, makam koltuğuyla birlikte sokağa çıkmak zorunda kalacak,” ifadelerini kullandı. Başbakana göre, Zurabişvili’nin koltuğunu yeni ve yasal olarak seçilmiş cumhurbaşkanına devretmesi gerekecek.

Bu açıklama, Cumhurbaşkanı Zurabişvili’nin bir gün önce yaptığı sert çıkışa bir yanıt niteliğindeydi. Zurabişvili, görev süresi bitse bile makamını terk etmeyeceğini belirtti.

Sputnik’in haberine göre Zurabişvili, parlamento seçimlerinin hileli olduğunu savunarak yeni cumhurbaşkanı seçiminin meşruiyetini sorguladı. Ayrıca Tiflis’te devam eden protesto ve ayaklanmalara açık destek verdiğini de açıkladı.

Böylece Gürcistan’ın yürütme organının iki temel unsuru -cumhurbaşkanı ve hükümet- arasında açık bir çatışma doğmuş oldu. Bu çatışmanın, şiddete evrilme riski bulunuyor.

Fakat bu gerilim, Gürcistan’daki siyasi süreçlerin yalnızca meselenin görünen kısmını temsil ediyor. Cumhurbaşkanı Zurabişvili, Gürcistan’ın Batı elitlerine tam bir tabiiyet içinde olması gerektiğini savunurken, mevcut hükümet ülkenin devlet egemenliği kavramını savunuyor.

Gürcistan’da ‘seçim hilesi’ iddiaları Anayasa Mahkemesi’ne taşındı

Batılı güçler de Gürcistan’daki hükümeti sert bir şekilde eleştiriyor ve protestolara destek veriyor. Özellikle Avrupa Birliği’nin (AB) yeni dış ilişkiler temsilcisi Kaja Kallas, protestoculara karşı uygulanan şiddeti kınayarak bu eylemleri Gürcü halkının Avrupa Birliği özlemlerinin bir yansıması olarak nitelendirdi. Bununla beraber, Gürcistan’daki iktidar partisinin AB’ye katılım sürecini askıya alma kararını eleştirerek, “Bunun AB’de sonuçları olacaktır,” uyarısında bulundu.

ABD ise Gürcistan ile stratejik ortaklığını askıya aldığını duyurdu. Bu karar, Gürcü yetkililerin anlaşmanın temel ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle alındı.

Gürcistan’ın altıncı cumhurbaşkanını belirlemek için seçimler 14 Aralık’ta yapılacak, yemin töreni ise 29 Aralık’ta gerçekleşecek. Bu tarihte Salome Zurabişvili’nin görev süresi resmen sona erecek.

Beş yıllık bir dönem için seçilen cumhurbaşkanının yetkileri çoğunlukla törensel olsa da makam hem siyasi hem de sembolik açıdan önemli bir rol oynuyor. Ancak ülkenin asıl yönetim gücü hükümetin elinde bulunuyor.

Son yıllarda Gürcistan’da düzenli olarak protestolar ve sokak ayaklanmaları yaşandı. Örneğin, 2021 yılında eski Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili, yasadışı sınır geçişi suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu durum AB’nin Tiflis’i kınamasına yol açtı ve ülkede dört gün süren geniş çaplı protestolara neden oldu.

2023 yılında ise Yabancı Etkinin Şeffaflığı yasa tasarısı huzursuzluk yarattı. Tasarı, medya ve sivil toplum kuruluşlarının finansman şeffaflığını artırmayı hedefliyordu ancak muhalefet, bunun Batı yanlısı politikadan sapma olduğunu savundu

ABD, AB ve BM’nin eleştirileri sonrasında, tasarı parlamentodan geçti ancak Cumhurbaşkanı Zurabişvili tarafından veto edildi. Parlamento, Zurabişvili’nin vetosunu aşarak tasarıyı Meclis Başkanı Şalva Papuaşvili’nin imzasıyla yasalaştırdı.

Lavrov: Kolektif Batı, Gürcistan’da renkli devrim başlatmaya çalışıyor

Bu yıl 28 Kasım’da Gürcistan hükümeti, 2028 sonuna kadar AB’ye katılım müzakerelerini ertelediğini açıkladı. Ayrıca, iktidardaki Gürcü Rüyası partisi, AB’den gelen tüm bütçe hibelerini reddetme kararı aldı. Bu karar, yeni protestoların fitilini ateşledi.

Gösteriler hızla şiddet olaylarına dönüştü. Protestocular barikatlar kurdu ve bazı kamu binaları ateşe verildi. Kolluk kuvvetleri ise protestoculara göz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla müdahale etti. Çatışmalarda hem protestocular hem de güvenlik güçleri arasında yaralananlar oldu.

Gürcü yetkililer, sert bir duruş sergileyerek protestocuları gözaltına alıp davalar açıyor. Gürcü siyaset bilimci Petre Mamradze, Vzglyad gazetesine verdiği demeçte hükümetin dirençli olduğunu ancak muhalefetin kaynaklarının sınırlı olduğunu savundu.

Mamradze’ye göre, muhalefet kitlesel protesto algısı yaratmak için olayları tırmandırıyor. Tiflis’in dar sokakları, az sayıda katılımcıyla bile geniş çaplı bir protesto görüntüsü verilmesine olanak sağlıyor.

Bu görüntüler Batı’da, özellikle Avrupa yanlısı politikacıların, protestoları cesur birer demokrasi mücadelesi olarak yorumlamasına yol açıyor. Mamradze, bu durumun vandalizm olaylarını görmezden gelen Batılı liderlerin tepkisini tetiklediğini belirtti.

Ayrıca, Cumhurbaşkanı Zurabişvili’nin mevcut krizi, parlamento seçimlerinin meşruiyetini zayıflatmak ve alternatif bir hükümet kurma amacıyla kullanabileceğine dikkat çekti.

Dış politika alanında önde gelen uzmanlardan biri olan ve başkanlık mekanizmasına yakınlığıyla bilinen Fyodor Lukyanov’a göre, Salome Zurabişvili sarsılmaz bir duruş sergiliyor ve pozisyonunu terk etmesi için bir neden görmüyor.

“Zurabişvili’nin siyasi kariyeri zaten sona erdi. Ancak Gürcü totalitarizmine karşı bir lider olarak konumlanma ihtimali, onun için son bir şans olabilir,” diyen Lukyanov, bu hedefe ulaşmak için Zurabişvili’nin dramatik sahneler ve kararlılık sergilemesi gerektiğini dile getirdi.

Lukyanov, Gürcü yetkililerin, Zurabişvili’yi cumhurbaşkanlığı ofisinden zorla çıkarmak zorunda kalabileceği bir senaryoya dikkat çekti. Ancak bu sürecin, Gürcistan içinde ve özellikle Batı’da “eski müttefiklerin düştüğü durum” algısını yaratmak için kullanılacağını ifade etti.

“Gürcü yetkililer, beklenmedik bir kararlılık sergiliyor,” diyen Lukyanov, yetkililerin ilkeli bir duruş sergilemelerinin, ABD ve AB’nin şu anda Gürcistan’a odaklanmadığına olan inançlarından kaynaklandığını söyledi.

Lukyanov, Gürcistan’daki krizin “renkli devrim” çerçevesinde geliştiğini, ancak bu tür süreçlerin her zaman protestocuların başarısıyla sonuçlanmadığını vurguladı. Asıl dönüm noktası, protestolar sırasında kan dökülmesi olabilir.

Kan dökülmesi durumunda Gürcistan’daki olayların, Ukrayna’daki Maydan protestoları gibi daha geniş yankılar uyandırabileceğini belirten Lukyanov, Gürcü yetkililerin iki zorlu hedefle karşı karşıya olduğunu söyledi: “Tavizsiz duruşlarını korumak, zira geri adım atmak teslimiyet anlamına gelecektir. Gerilimi tırmandırmaktan kaçınmak, askeri bir senaryonun önüne geçmek.”

Lukyanov, Gürcistan hükümetinin seçim sonuçlarının doğru olduğuna ve seçimlerin tekrarlanması için bir neden olmadığına dair kesin bir inanca sahip olduğunu da sözlerine ekledi.

Fakat Lukyanov, bu inancın, Batı ile Rusya arasındaki genel çatışmanın kötüleştiği bir döneme denk geldiğini ve Gürcistan’ın Batılı destekçilerinin durumu daha geniş bir ilkesel mesele olarak görebileceğini belirtti.

Gürcistan’ın beş büyükelçisi ve dışişleri bakan yardımcısı istifa etti

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Alman otomotiv krizi Vişegrad ülkelerine sıçrıyor

Yayınlanma

Alman otomotiv endüstrisindeki kriz sadece Almanya’daki otomobil fabrikalarını değil, aynı zamanda Alman endüstrisinin Macaristan da dahil olmak üzere Vişegrad ülkelerindeki (Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya) başlıca üretim tesislerini de etkiliyor.

Satışlardaki mevcut düşüşten özellikle e-araba sektörü etkileniyor. Bu durum hem Volkswagen başta olmak üzere otomobil üreticilerinin kendileri hem de tedarikçiler için geçerli.

German Foreign Policy’nin aktardığına göre, örneğin otomotiv tedarikçisi ZF, 2028 yılı sonuna kadar Almanya’da 14.000 kişiyi işten çıkarmayı planladığını açıkladı. Continental ise muhtemelen tedarikçi işletmesini tamamen kapatmayı ve borsaya açmayı planlıyor.

Federal Motorlu Taşımacılık Kurumuna göre, bu yılın ağustos ayında bir önceki yılın ağustos ayına kıyasla neredeyse yüzde 69 daha az yeni elektrikli otomobil tescil edildi. Dizel motorlarda bu düşüş yüzde 24.4, benzinli araçlarda ise yüzde 7,4.

Bu düşüşler ve aynı zamanda otomotiv sektörünün dönüşümü, ekonomileri büyük ölçüde Alman sanayisine bağlı olan ve büyümeleri büyük ölçüde Alman işlerinin bir sonucu olan Vişegrad ülkeleri için büyük zorluklar yaratıyor. Örneğin Macaristan’da sanayi üretimi şimdiden çökmüş durumda.

Vişegrad: Alman otomotiv sektörünün arka bahçesi

Vişegrad ülkeleri Alman sanayisi için dünyanın en önemli üretim merkezlerinden biri haline geldi.

Sadece 2016 yılı itibariyle Alman şirketleri bu dört ülkeye (V4) yaklaşık 84 milyar avro yatırım yapmış durumdaydı ki bu rakam, o tarihte Çin’e yapılan yatırımdan daha fazlaydı.

Almanya’nın bakış açısına göre V4 ülkeleri bir dizi yatırım avantajı sunuyor: Batı Avrupa’ya coğrafi yakınlık, gelişmiş bir sanayi altyapısı, büyük bir kalifiye işgücü ve düşük ücret seviyeleri.

Kimya ve elektronik sektörlerindeki Alman şirketleri güçlü bir şekilde temsil edilmekle birlikte, özellikle Alman ekonomisinin amiral gemileri olan makine mühendisliği ve özellikle otomotiv endüstrisi bir hayli etkili.

V4’teki otomobil üretimi 1991 ile 2019 yılları arasında 670.000’den 4,4 milyon araca çıkarak 6,6 kat arttı. Bu rakam 2019 yılında AB’de üretilen tüm araçların yüzde 24,9’una tekabül ediyordu.

2020 yılında pandemi nedeniyle üretim 3,6 milyon araca düşmüştü; fakat yüzde olarak bakıldığında, V4’ün AB otomobil üretimindeki payı yüzde 26,2’ye yükseldi.

Vişegrad’ın Almanya’ya bağımlılığı

V4’ün Alman sanayisine ve özellikle de Alman otomobil üretimine aşırı bağımlılığı dört ülke için sorunlu başlıklardan biri.

Planlamanın, geliştirmenin ve kârın önemli kısmı Almanya’ya gidiyor. Öte yandan Almanya’daki ekonomik gelişmenin V4 üzerinde doğrudan etkisi var. Örneğin küresel ekonomik krizin sonucu olarak 2009 yılında küresel otomobil satışları çöktüğünde Çekya, Slovakya ve Macaristan ekonomileri durgunluğa girmişti.

Alman otomobil üreticilerinin satışlarındaki mevcut düşüş de V4’teki üretimi etkiliyor. Örneğin Macaristan’da sanayi üretimi çöküş eğiliminde. Bloomberg bunu otomobil ve batarya üretimindeki zayıflamaya bağlıyor.

Buna bir de AB ile şu anda Macaristan’ın en önemli yatırımcısı olan Çin arasında baş gösteren ticaret savaşı ekleniyor. 2024’ün ikinci çeyreğinde Macaristan ekonomisi yüzde 0,2 oranında küçüldü.

Elektrikli araç dönüşümünün Vişegrad eksenine etkileri

Elektrikli araçlara geçiş üretimde büyük değişikliklere yol açarken bazı tedarikçiler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Polonya ve Macaristan, diğer Doğu Avrupa ülkelerine kıyasla içten yanmalı motorlar, motor parçaları ve şanzıman ihracatına daha bağımlı. Çekya ve Slovakya’da ise motor ve vites kutusu üretimi çoğunlukla büyük, yerel otomobil montajı için kullanılırken, ihracat için daha az kullanılıyor.

Altı motor fabrikası bulunan Polonya en büyük motor üreticisi konumunda ve 2020 yılında 2,8 milyar avro değerinde motor ihraç etti. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan aynı zamanda Doğu Avrupa’dan en büyük motor parçası ihracatçıları.

V4 hükümetleri de dönüşümle farklı şekillerde ilgileniyor. Polonya, Macaristan ve Slovakya, batarya fabrikaları ve elektrikli şanzıman bileşenlerinin üretimi için yatırımcıları çekmek için çalışıyor. Polonya ve Macaristan, Çin ve Güney Kore fabrikalarını çekme konusunda çok başarılı oldu. Çek Cumhuriyeti bu konuda oldukça geri kalmış durumda.

Karma üretim Doğu Avrupa’nın işine yaramayabilir

German Foreign Policy’ye göre Batı Avrupa’da Zwickau ve Emden’deki VW fabrikaları, Berlin yakınlarındaki Tesla fabrikası gibi tamamen e-araçların seri üretimine yönelik fabrikalar açılmış ya da VW’nin Wolfsburg yakınlarındaki Trinity fabrikası gibi bu tür fabrikalar planlanıyor olsa da, Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu için durum böyle değil.

Buradaki mevcut strateji, elektrikli araçların içten yanmalı motorlarla birlikte aynı fabrikalarda üretileceği karma üretime yönelik. Karma üretimi orta vadede kârlı hale getirmek için Doğu Avrupa’daki birçok fabrika düşük üretim maliyetleri ve yüksek işgücü esnekliği ile daha düşük üretimi telafi etmeyi planlıyor. 

Fakat uzun vadede, bu karma üretim stratejisinin tamamen e-mobiliteye yönelik fabrikalarla rekabet etmesi zor. Bu durumun uzun vadede Doğu Avrupa’da büyük iktisadi sorunlara yol açabileceği düşünülüyor.

Almanya ile Asya’nın kesişim noktası: Macaristan

Macaristan, “Doğu periferisindeki” konumunu güçlendirmek için Doğu Asya’nın batarya üretimine yaptığı doğrudan yatırımı Alman otomobil üreticilerinin elektrikli araç üretimine yaptığı yatırımla birleştiriyor.

Bu, Alman yatırımcılar için devlet teşvikleri, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimine (KYG) katılım ve Rusya ile enerji anlaşmaları ve altyapı projelerinin bir karışımını içeriyor.

Doğu Asyalı yatırımcılar sayesinde Macaristan, Avrupa’nın önde gelen elektrikli otomobil bataryası üreticilerinden biri haline geldi. Örneğin şu anda Szeged’de ilk Macar otomobil fabrikasını inşa eden Çinli BYD şirketi, Budapeşte’nin kuzeyinde bir batarya montaj tesisine de yatırım yapıyor.

Çinli şirketler 2016’dan bu yana Komárom’da Londra ve başka yerlerde kullanılan elektrikli otobüsler üretiyor. İki Çinli batarya üreticisi, Eve Energy ve dünyanın en büyük endüstri grubu CATL, Macaristan’da faaliyet gösteriyor.

CATL, Erfurt’taki ilk tesisinin ardından Debrecen’de ikinci Avrupa tesisini inşa ediyor. Güney Koreli grup SK Innovation Macaristan’daki üçüncü tesisini Budapeşte yakınlarındaki Iváncsa’da inşa ediyor.

Alman sanayisini Rusya üzerinden Asya’ya bağlamak

German Foreign Policy’deki habere göre Macaristan’daki yeni sanayi tesisleri, enerji ve altyapı projeleri birbiriyle bağlantılı olduğundan, Alman otomobil üreticilerinin e-araba üretimine ayak uydurabilmek için Macaristan’a olan ilgisini artırıyor.

Örneğin Çinli batarya üreticisi CATL, BMW ile aynı bölgede bir fabrika inşa ediyor. Bu fabrikaların yakınında ilave gaz yakıtlı enerji santralleri ile yeni bir enerji altyapısı inşa ediliyor.

Dolayısıyla Kuzeydoğu Macaristan, “kayda değer bir jeostratejik yolla” Alman sanayisini Doğu Asya yatırımlarına bağlayan ve Rus enerji kaynaklarını neredeyse eksiksiz bir batarya üretim zincirine entegre eden bir merkeze dönüşüyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Merz, “Putin ültimatomu” iddiasını yalanladı

Yayınlanma

Almanya’da Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) lideri ve muhalefetteki CDU/CSU bloğunun bir sonraki şansölye adayı Friedrich Merz, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un Ukrayna’ya Taurus füzeleri de dâhil olmak üzere daha fazla askeri yardım yapılacağı yönündeki suçlamalarını reddetti.

Cumartesi günü SPD’nin seçim konferansında Scholz, Ukrayna’ya uzun menzilli Taurus seyir füzeleri vermesi için Rusya’ya “ültimatom vermek istediği” iddiasıyla Merz’i eleştirdi ve bunu bir ‘Rus ruleti’ olarak nitelendirdi.

Merz, partisinin Berlin’deki parlamento grubu toplantısı öncesinde konuşarak Rusya Devlet Başkanına hiçbir zaman ültimatom vermediğini savundu.

CDU lideri, Ukrayna’ya savaşın gidişatını etkilemek için ateşkes ve silahların susturulmasını amaçlayan eylem seçenekleri sunmayı önerdiğini ileri sürdü.

Merz, seçilmesi halinde Rus lider Vladimir Putin ile Ukrayna’daki savaşın çözümü konusunda belirli koşullar altında bir telefon görüşmesi yapmaya hazır olduğunu söylüyor.

Almanya Şansölyesi Scholz, Ukrayna’ya uzun menzilli Taurus füzelerinin verilmesine defalarca karşı çıkmıştı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English