DÜNYA BASINI
OnlyFans feminizm kılığına bürünmüş sömürüdür
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin Notu: Cinselliğin duygudan, bağdan ve insani derinlikten yoksun bir “performans” anlayışına indirgenmesinin kadınların bireysel deneyimlerini ve toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini nasıl derinden sarstığı giderek daha yüksek sesle ifade ediliyor. Aşağıda çevirisini sunduğumuz metin, yakında yayımlanması beklenen Pornocracy kitabının ortak yazarlarından Josephine Bartosch’a ait. Bartosch, bu yazısında merceği OnlyFans’e tutarak, cinsellik pazarlayan dijital platformların, kadın cinselliği ve güçlenme kavramlarını nasıl araçsallaştırıp çarpıttığını ele alıyor.
OnlyFans’ın “bireysel güçlenme” adı altında pazarladığı sistemin, kadınları nesneleştiren patriyarkal ve kapitalist normların dijital bir yeniden üretimi olduğu vurgulayan Bartosch, bu tür platformların, toplumsal sorumluluk ve etik sınırları göz ardı ederek, genç kadınlar ve kız çocukları için tehlikeli bir model sunduğunu son dönemde ayyuka çıkan gelişmeler ışığında değerlendiriyor.
OnlyFans feminizm kılığına bürünmüş sömürüdür
Josephine Bartosch
Unherd
30 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal
BBC’de drag queen görmek kadar olağan: Kamuoyunun gözü önündeki bir kadın kârlı ancak onur kırıcı bir iş yaptığında hemen “feminist” kartını oynar. Bu durum, tek bir gün içinde 101 erkekle cinsel ilişkiye girerek adını manşetlere taşıyan OnlyFans sanatçısı Lily Phillips ve “işine” feminizmin yön verdiğini öne süren OnlyFans CEO’su Keily Blair için de geçerli. Fakat Reuters tarafından kısa süre önce yapılan bir araştırma, bu platformda suç teşkil eden unsurları ve kadın düşmanlığının nasıl paraya dönüştürüldüğünü gözler önüne seriyor.
Haber ajansı, bahsi geçen çalışmasıyla, 2019-2024 yılları arası OnlyFans’ta çok sayıda cinsel kölelik, çocuklara dönük cinsel istismar materyali ve rıza dışı veya “intikam” pornosu vakası ortaya çıkardı. Sadece kasım ayında 55 milyon içerik yüklendiği düşünüldüğünde, bu tür suçların platformdan tamamen temizlenebileceği iddiası bir hayalden ibaret. Geçerken belirtelim, iki kızı için daha iyi bir dünya yarattığını gururla dile getiren Blair, şirketin temel faaliyet alanına dair soruları geçiştiriyor, daha da ilginci 1,3 milyar dolarlık dev bir cinsellik markasının başında olmasına rağmen, “pornografi” terimini küçümseyici bularak kullanmaktan imtina ediyor.
OnlyFans 2016 yılında İngiliz girişimci Tim Stokely tarafından kuruldu; 2018’de ise karanlık yatırımcı Leonid Radvinsky’ye satıldı. O zamandan bu zamana ise, şu anda sayıları 4,1 milyonu bulan içerik üreticilerine 20 milyar doların üzerinde ödeme yaptı. Dijital pezevenklik komisyonu olarak ise yüzde 20’lik epey yüklü bir pay alıyor.
Pandemi, içerik üreticilerinin sayısında bir patlamaya neden oldu. Öyle ki 2019’da 348,000 olan içerik üreticisi sayısı, 2020’de 1,6 milyonun üzerine çıkmıştı. Bugün ise rekabet çok daha çetin. OnlyFans, sitedeki içeriklerin reklamını yapma gibi karmaşık bir işe karışmıyor ve pornografik içerik satan genç kadınları, hesaplarına trafik çekebilmek için sosyal medyada müstehcen resimler satmakla baş başa bırakıyor. OnlyFans’e dair göz boyayan, şişirme haberler, ayda 80.000 sterlinden fazla kazanan içerik üreticilerinden sadece en üstteki yüzde 0,1’ini öne çıkarıyor, ortalama bir içerik üreticisinin eline ise ancak 140 dolar kadar geçiyor.
Reuters’in bulguları sıradan bir markayı bile sarsabilirdi. Gazeteciler, siteye içerik oluşturmak için “kandırılan, uyuşturulan, terörize edilen ve cinsel olarak köleleştirilen” kadınların tüyler ürpertici hikayelerini ortaya çıkardı. ABD’deki banliyö evlerinde kadınlar hapsediliyor, tecavüz ediliyor, vahşileştiriliyor, vücutlarına “köpek” ve “oyuncak” gibi aşağılayıcı kelimeler, dövmelerle kazınıyordu. Ancak bu ifşalara rağmen OnlyFans kendisini geleneksel pornografiye karşı ilerici bir alternatif olarak konumlandırmaya, Blair ise içerik üreticilerine kendi sınırlarını belirleme “özgürlüğü” ile böbürlenmeye devam ediyor.
OnlyFans’ın en sinsi yönü, içerik üreticilerinin düşük gelirleri ya da suç teşkil eden istismara varan sömürüsü değil. Cinsel performansların satılmasının sıradanlaştığı bir dünyayı normalleştirmesidir. Bu pornolaştırılmış manzarada, nesneleştirme artık verili bir durum haline gelmiş ve cinselliğin metalaştırılması “güçlendirme” olarak paketlenmiştir. Lily Phillips’in zorlu gösterisini konu alan bir belgeselde belirttiği gibi: “Erkekler beni her zaman cinselleştirecek, o halde bunu paraya çevirebilirim.”
Bu türden düşünceler, pornografi çağında yetişen bir neslin özetini sunuyor. Gerçeklikten kopuk siyasetçiler ve duyarsız teknoloji devleri tarafından yüzüstü bırakılan bu çocuklar, henüz bir başkasının dudaklarına dahi dokunmadan önce çevrimiçi boğulma sahnelerine maruz kalan bir neslin uzantısıdır. Phillips gibi kadınlar için seks bir yakınlık eylemi olmaktan ziyade, maruz bırakılan ve tek tesellisi maddi tazminat olan bir alışveriş.
OnlyFans sadece pornografinin evrimleşmiş bir versiyonu değil, kadınlara ve kız çocuklarına kendi değerlerinin erkeklerin gözündeki cinsel çekiciliklerinde olduğunu ve bunun da bir fiyat etiketi olduğunu söyleyen bir kültürün doğal zirve noktası. Bu platform, porno endüstrisinin önceki kurbanlarını, kendilerinden çalınan cinselliğin dijital bir taklidini satmaya mahkûm eden bir pazar yeri aslında.
Her ne kadar kendini “güçlendirici” olarak pazarlasa da bu platform, gerçek bağın yerini ticaretin aldığı bir sömürüden besleniyor. Toplum bu “normali” benimsemeye devam ettikçe, kolektif insanlığımız için sonuçlarını görmezden gelmek daha da zorlaşacak. OnlyFans sadece bir marka değil, pornografinin sevgi gibi sahici bir duyguya karşı kazandığı zaferinin bir yansıması da aynı zamanda.
İlginizi Çekebilir
-
ABD’den HTŞ yönetimine destek: Yaptırımları gevşetme kararı
-
DSÖ Çin’i, COVID-19’a neden olan virüsün kökenine ilişkin verileri paylaşmaya çağırdı
-
ABD Hazinesi, Çinli bilgisayar korsanlarının saldırısına uğradığını ileri sürdü
-
HTŞ patronlara Suriye’de “serbest piyasa ekonomisi” ve “küresel ekonomiye entegrasyon” sözü verdi
-
“Trump’ın İsrail yanlısı kabinesi, kendisine oy veren Müslümanları hayal kırıklığına uğrattı”
-
Alman Demokratik Cumhuriyeti: Kadın özgürleşmesinde ileriye doğru büyük bir adım
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Beşar Esad yönetimi devrilmeden önce yazılmıştı. Suriye savaşının başlangıcından bu yana, başta ABD ve Birleşik Krallık olmak üzere Batı ülkeleri ile bölgedeki müttefiklerinin Suriye El Kaide’sinin (Nusra Cephesi) ve sonrasında Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) büyümesine nasıl katkı sundukları iyi belgelenmiş durumda. Daha 2012 yılında yazılan bir Amerikan istihbarat raporu, Suriye’nin doğusu ile Irak’ın batısında bir “İslam emirliği” kurulmasının neredeyse mukadder olduğuna işaret ediyordu. IŞİD Irak kentlerini birer birer ele geçirdiği sıralarda bunun bir “Sünni devrimi-öfkesi” olduğuna dair analizler de çokça yapılıyordu. Batılı istihbarat örgütleri, Suriye’ye yabancı cihatçıların taşınmasında ve silahlandırılmasında büyük bir rol oynuyordu. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Kit Klarenberg
Global Delinquents
4 Nisan 2024
22 Mart’ta Moskova’daki Crocus City Hall’da meydana gelen ve en az 137 masum insanın ölümüne, 60’tan fazlasının da ağır yaralanmasına neden olan korkunç toplu katliamdan sadece 24 saat sonra ABD’li yetkililer katliamdan IŞİD’in Güney-Orta Asya kolu olan IŞİD-H’yi sorumlu tuttu. Birçokları için bu suçlamanın bu kadar hızlı olması, Washington’un Batı kamuoyunun ve Rus hükümetinin dikkatini kararlı bir şekilde asıl suçlulardan -Ukrayna ve/veya Kiev’in en önde gelen vekil sponsoru Britanya’dan- uzaklaştırmaya çalıştığı şüphesini uyandırdı.
Dört tetikçinin nasıl devşirildiği, yönlendirildiği, silahlandırıldığı, finanse edildiği ve kimler tarafından öldürüldüğüne ilişkin tüm ayrıntılar henüz açıklanmadı. Kremlin, Kiev’in SBU’sunun [Ukrayna Güvenlik Servisi] nihai mimarlar olduğuna dair kanıtları ortaya çıkardığını iddia ederken, servis bunu reddediyor ve Rus yetkililerin saldırıyı önceden bildiklerini ve önleyebileceklerini fakat Ukrayna’ya yönelik saldırılarını artırmak için bunu yapmadıklarını iddia ediyor. Katillerin IŞİD’in Tacikistan kanadına bağlı bir kripto para cüzdanından para aldıkları bildirildi.
İşin aslı ne olursa olsun, sorumlu dört kişinin canavarca eylemlerine gerçekte kimin ya da neyin sponsor olduğuna dair hiçbir fikirleri olmadığı kesindir. IŞİD’in fanatik, aşırı dini köktencilikten ilham alan ana akım tasvirinin aksine, grup öncelikle kiralık bir silah. Herhangi bir zamanda, ortak çıkarlara bağlı bir dizi uluslararası bağışçının emriyle hareket eder. Finansman, silahlar ve emirler savaşçılarına dolambaçlı yollardan ve şeffaf olmayan bir şekilde ulaşıyor. Grup tarafından üstlenilen bir saldırının failleri ile nihai düzenleyicileri ve finansörleri arasında neredeyse her zaman katman katman kesintiler vardır.
IŞİD-H’nin şu anda Çin, İran ve Rusya’ya, başka bir deyişle ABD İmparatorluğu’nun başlıca düşmanlarına karşı dizildiği göz önüne alındığında, “ana” gruplarının kökenlerini yeniden gözden geçirmek zorunludur. On yıldan biraz daha uzun bir süre önce birdenbire ortaya çıkan, ana akım medya manşetlerine ve Batı kamuoyunun bilincine birkaç yıl boyunca hakim olduktan sonra tekrar ortadan kaybolan IŞİD, bir aşamada Irak ve Suriye topraklarının geniş bir bölümünü işgal etti. Burada kendi para birimini, pasaportlarını ve araç plakalarını çıkararak bir “İslam Devleti” ilan etti.
ABD ve Rusya tarafından bağımsız olarak başlatılan yıkıcı askeri müdahaleler 2017 yılında bu şeytani yapıyı ortadan kaldırdı. CIA ve MI6 hiç şüphesiz son derece rahatlamıştı. Ne de olsa IŞİD’in tam olarak nasıl ortaya çıktığına dair son derece garip sorular kapsamlı bir şekilde ortadan kalkmış oldu. Göreceğimiz üzere, terör örgütü ve halifeliği karanlık bir gecede şimşek çakması gibi değil, Londra ve Washington’da tasarlanan ve casusluk teşkilatları tarafından uygulanan özel ve kararlı bir politika sayesinde ortaya çıkmıştır.
‘Sürekli düşmanca’
RAND, merkezi Washington DC’de bulunan oldukça etkili bir “düşünce kuruluşudur.” Pentagon ve diğer ABD hükümet kuruluşları tarafından yılda yaklaşık 100 milyon dolarla finanse edilen bu kuruluş, ABD’nin ulusal güvenliği, dış ilişkileri, askeri stratejisi ve denizaşırı ülkelerdeki gizli ve açık eylemleri hakkında düzenli olarak tavsiyeler yayınlamaktadır. Bu açıklamalar çoğu zaman daha sonra politika olarak benimsenmektedir.
Örneğin, “Çin ile savaş” gibi “düşünülemez” bir olasılık üzerine Temmuz 2016 tarihli bir RAND makalesi, Pekin ile “sıcak” bir çatışma öncesinde Doğu Avrupa’nın ABD askerleriyle doldurulması gerektiğini öngörüyordu çünkü Rusya böyle bir anlaşmazlıkta şüphesiz komşusu ve müttefikinin yanında yer alacaktı. Bu nedenle Moskova’nın güçlerini sınırlarında bağlamak gerekli görülüyordu. Altı ay sonra, görünüşte “Rus saldırganlığına” karşı koymak için çok sayıda NATO askeri bölgeye geldi.
Benzer şekilde, Nisan 2019’da RAND Extending Russia [Rusya’yı Genişletmek] başlıklı bir rapor yayınladı. Moskova’yı “rejimin istikrarını baltalamak” amacıyla “aşırı genişlemeye” “yemlemek” için “bir dizi olası araç” ortaya koydu. Bu yöntemler arasında Ukrayna’ya “ölümcül yardım” sağlamak; Suriyeli isyancılara ABD desteğini artırmak; “Belarus’ta rejim değişikliğini” teşvik etmek; Kafkasya’daki “gerilimleri” kullanmak; “Orta Asya’daki Rus etkisini” ve Moldova’yı etkisiz hale getirmek vardı. Bunların çoğu daha sonra gerçekleşti.
Bu bağlamda, RAND’ın Kasım 2008’de yayınladığı Unfolding The Long War [Uzun Savaş’ın Açılışı] adlı rapor tedirgin edici bir okuma sunuyor. Aynı ay Bağdat ve Washington arasında imzalanan çekilme anlaşmasının şartları uyarınca koalisyon güçleri Irak’tan resmen ayrıldıktan sonra ABD’nin Terörle Küresel Savaşı’nın nasıl sürdürülebileceğini araştırıyordu. Bu gelişme, tanımı gereği, işgal resmen sona erdiğinde “stratejik bir öncelik” olmaya devam edecek olan Basra Körfezi petrol ve gaz kaynakları üzerindeki Anglo hakimiyetini tehdit ediyordu.
RAND, “Bu öncelik, uzun savaşı sürdürme önceliği ile güçlü bir etkileşim içinde olacaktır,” açıklamasında bulunuyordu. Düşünce kuruluşu, çekilmenin yarattığı güç boşluğu sırasında Irak’ta ABD hegemonyasını sürdürmek için bir “böl ve yönet” stratejisi önermeye devam ediyordu. Bu stratejinin himayesi altında Washington “[Irak’taki] çeşitli Selefi-cihatçı gruplar arasındaki fay hatlarını kullanarak onları birbirlerine düşürüp enerjilerini iç çatışmalara harcarken”, “sürekli düşmanca davranan İran’a karşı otoriter Sünni hükümetleri destekleyecek”ti:
“Bu strateji büyük ölçüde gizli eylemlere, bilgi operasyonlarına, konvansiyonel olmayan savaşa ve yerel güvenlik güçlerine desteğe dayanmaktadır… ABD ve yerel müttefikleri, ulusötesi cihatçıları yerel halkın gözünde itibarsızlaştırmak için vekalet kampanyaları başlatmak üzere milliyetçi cihatçıları kullanabilir… Bu, ABD tüm dikkatini [bölgeye] dönene kadar… zaman kazanmanın ucuz bir yolu olacaktır. ABD liderleri ayrıca Müslüman dünyasındaki Şii güçlenme hareketlerine karşı muhafazakar Sünni rejimlerin yanında yer alarak… süregelen Şii-Sünni çatışmasından faydalanmayı da seçebilir.”
‘Büyük Tehlike’
Böylece CIA ve MI6 Batı Asya’daki Sünni “milliyetçi cihatçıları” desteklemeye başladı. Ertesi yıl Beşar Esad, Katar’ın, Doha’nın geniş gaz rezervlerini Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye’yi kapsayan 1.500 kilometre uzunluğunda 10 milyar dolarlık bir boru hattıyla doğrudan Avrupa’ya ulaştırma önerisini iptal etti. WikiLeaks tarafından yayınlanan diplomatik kablolarda kapsamlı bir şekilde belgelendiği üzere, ABD, İsrail ve Suudi istihbaratı yerel bir Sünni isyanını körükleyerek Esad’ı devirmek için derhal harekete geçmiş ve bu amaçla muhalif grupları finanse etmeye başlamıştır.
Bu çaba Ekim 2011’de, Muammer Kaddafi’nin televizyonda yayınlanan cinayetinin ardından MI6’nın Libya’dan Suriye’ye silah ve radikal savaşçıları yönlendirmesiyle hız kazandı. CIA bu operasyonu denetledi ve İngiliz istihbaratını, entrikalarını Kongreye bildirmekten kaçınmak için bir paravan olarak kullandı. Ancak Haziran 2013’te, dönemin Başkanı Barack Obama’nın resmi onayıyla, Teşkilat’ın Şam’daki gizli kapaklı suç ortaklığı “Timber Sycamore” adı altında resmileşti ve daha sonra itiraf edildi.
O dönemde Batılı yetkililer Suriyeli vekillerini her durumda “ılımlı isyancılar” olarak adlandırıyordu. Oysa Washington, bu vekillerin işgal ettikleri topraklarda köktendinci bir halifelik kurmaya çalışan tehlikeli aşırılık yanlıları olduğunun farkındaydı. Bilgi Edinme Özgürlüğü yasaları kapsamında yayınlanan Ağustos 2012 tarihli bir ABD Savunma İstihbarat Ajansı [DIA] raporu, bu dönemde Batı Asya’daki olayların “açık bir mezhepsel yön aldığını” ve radikal Selefi grupların “Suriye’deki isyanı yönlendiren ana güçler” olduğunu gözlemlemektedir.
Bu gruplar arasında El Kaide’nin Irak kanadı (EKI) ve onun şemsiye kolu olan Irak İslam Devleti (IİD) de yer alıyordu. Bu ikili, DIA raporunun sadece öngörmekle kalmayıp görünüşte onayladığı bir ihtimal olan IŞİD’i oluşturmaya devam etti:
“Eğer durum kötü giderse, Suriye’nin doğusunda ilan edilmiş ya da edilmemiş bir Selefi prensliği kurulma ihtimali var… Bu tam da muhalefeti destekleyen güçlerin Suriye rejimini izole etmek için istediği şey… IŞİD, Irak ve Suriye’deki diğer terör örgütleriyle birleşerek bir İslam devleti de ilan edebilir ki bu büyük bir tehlike yaratacaktır.”
Bu ciddi kaygılara rağmen CIA, bu “yardımın” kaçınılmaz olarak IŞİD’in eline geçeceğini bile bile Suriye’nin “ılımlı isyancılarına” hesapta olmayan büyüklükte silah ve para sevkiyatı yapmaya devam etti. Dahası, Britanya eş zamanlı olarak bir yandan yaralı cihatçılara tıbbi yardım sağlarken bir yandan da muhalif milisleri öldürme sanatında eğitmek için milyonlarca dolara mal olan gizli programlar yürüttü. Londra ayrıca Katar’dan satın aldığı çok sayıda ambulansı ülkedeki silahlı gruplara bağışladı.
Sızdırılan belgelere göre bu çabalardan elde edilen ekipman ve personelin El Nusra, IŞİD ve Batı Asya’daki diğer aşırılık yanlısı grupların eline geçme riski İngiliz istihbaratı tarafından kaçınılmaz olarak “yüksek” olarak değerlendirilmiştir. Yine de bu tehlikeye karşı koymak için eşzamanlı bir strateji yoktu ve operasyonlar hızla devam etti. Sanki IŞİD’i eğitmek ve silahlandırmak MI6’in tam da istediği bir sonuçmuş gibi.
DÜNYA BASINI
HTŞ ile temas Irak’ın Şii müesses nizamı içinde tepkilere ve tartışmalara yol açtı
Yayınlanma
2 gün önce10/01/2025
Yazar
Harici.com.trHaber: Eski Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesinden sonra üst düzey bir Irak güvenlik heyeti yeni bir sayfa açmak amacıyla Şam’daki yeni Sünni İslamcı yöneticilerle bir araya geldi. Bu temas Irak’taki önde gelen Şii silahlı gruplar arasında tepkiye yol açtı. Heyet-i Tahrir Şam’ı (HTŞ) ezeli düşmanları olarak gören İran’a yakın bazı Iraklı gruplar, Suriye’de Türkiye destekli “teröristler” olarak tanımlanan gruplarla herhangi bir angajmana şiddetle karşı olduklarını söylüyor. Ancak Bağdat’ta HTŞ ile diyaloğun normalleşmeye başladığına dair işaretler var.
Haber: Irak Hükümet Sözcüsü Basim el-Avvadi, HTŞ lideri Ahmed eş-Şara ile yapılan görüşmelerin güvenlik odaklı olduğunu vurguladı. Diğer haberlere göre Iraklı ekip sınırların korunması ve yeniden dirilen İslam Devleti (IŞİD) tehdidi konularını ele aldı.
-Irak Ulusal İstihbarat Servisi (INIS) Direktörü Hamid al-Şatri’nin Irak Dışişleri Bakanı yerine heyete liderlik ettiğine dikkat çeken siyasi araştırmacı Haydar Barzanci, ziyareti “tamamen güvenlik odaklı” olarak niteledi ve dolayısıyla HTŞ’nin otoritesinin resmi olarak “tanınmasının” söz konusu olamayacağını ifade etti.
Irak’taki popüler bir Twitter/X hesabı, 26 Aralık’taki görüşmenin olağanüstü doğasına atıfta bulunarak, daha önce Şam’daki Sünni İslamcı bir hükümetin Şiileri “öldüreceği” ve “katletmeye geleceği” uyarısında bulunan tartışmalı Iraklı medyatik isimleri tiye aldı.
-Paylaşımda, özellikle Bağdat’ın Suriye geçici yönetimine diplomatik kanallar açtığı bir dönemde, söz konusu isimlerin HTŞ’yi eleştiren önceki açıklamalarını geri çekip çekmeyecekleri soruluyordu.
Şatri’nin Şam ziyareti Irak’ın siyasi sahnesinde de benzer hesaplaşmalara yol açtı. İran’ın en yakın müttefiklerinden bazıları, HTŞ’nin Türkiye’nin bölgesel emelleri için bir vekilden biraz daha fazlası olduğunu öne sürerek bu yakınlaşmayı zımnen eleştiriyor gibi göründüler.
-Ketaib Seyyid eş-Şüheda’nın lideri Ebu Ala el-Velayi 30 Aralık’ta Telegram’da yaptığı bir paylaşımda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “kan dökmekle” ve yalnızca “Irak’ın haklı evlatları” tarafından engellenebilen “yayılmacı bir projeyi” yürütmekle suçladı.
Velayi’nin açıklaması, aynı gün devlete ait Irakiya TV’ye verdiği mülakatta Suriye’nin yeni yöneticilerini “Türk yönetimi”ni temsil etmekle suçlayan Kanun Devleti bloğu lideri Nuri el-Maliki’nin iddialarının ardından geldi.
Bağlam/analiz: Şara ve Şatri’nin, Suriye’nin yeni atanan Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybânî ve İstihbarat Başkanı Enes Hattab eşliğinde yaptıkları görüşmenin geniş çapta paylaşılan görüntüleri birkaç hafta öncesine kadar hayal bile edilemezdi.
-Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen Şara 2003 yılında ABD öncülüğündeki Irak işgalinin ardından El-Kaide’ye katıldı. O dönemde Ebu Musab ez-Zerkavi tarafından yönetilen Irak’taki El-Kaide, acımasız taktikleri, sivilleri hedef alması ve ülkenin çoğunluğunu oluşturan Şii toplumuna karşı düşmanlığıyla tanınıyordu.
-Şara’yı El-Kaide’nin belirli operasyonlarıyla ilişkilendiren doğrudan bir kanıt olmasa da 2011 yılında IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi tarafından El-Kaide’nin Nusra Cephesi olarak bilinen Suriye kolunu kurmakla görevlendirildi.
Nusra Cephesi 2014’te IŞİD’den resmen ayrıldı ve 2017’de HTŞ adını aldı ancak Irak’taki siyasi çevrelerin bir kısmı, grubun hâlâ bir terör örgütü olduğunu iddia etmeye devam ediyor.
-HTŞ’nin itibarındaki lekeyi temizlemek ve Batı’nın Suriye’ye uyguladığı yaptırımları kaldırmak Suriye’nin yeni yöneticilerinin önümüzdeki aylarda yürütecekleri diplomatik çabanın merkezinde yer alacak.
Irak’ın Şii siyaset içinde HTŞ ile normalleşmeye yönelik genel sessizliğe rağmen, önde gelen isimlerden gelen son açıklamalar en azından bazılarının yaklaşımlarını yeniden değerlendirebileceğini gösteriyor.
-Iraklı analist Lawk Ghafuri’ye göre Başbakan Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin başını çektiği pragmatik bir kesim HTŞ ile siyasi ve ekonomik normalleşmeyi “zorunlu” ama gerekli bir gerçeklik olarak görüyor.
– Buna karşılık, İran destekli silahlı gruplar, Şam ile daha sıcak ilişkilerin kendi etkilerini zayıflatabileceğinden korkuyor. Özellikle Batılı yetkililerin bu grupları silahsızlandırmak veya düzenlemek için koordineli bir mücadele yürüttüğü dikkate alındığında bu endişeler daha da artıyor.
Şara ve Şatri arasında 26 Aralık’ta yapılan görüşmeden sonraki günlerde Sudani, görüşmenin “gizliliği” nedeniyle Iraklı milletvekillerinin tepkisiyle karşılaştı. Bazı milletvekilleri, görüşmede ele alınan konuların “belirsizliği” hakkında başbakandan açıklama talep ediyor.
-Ortaya atılan bir teoriye göre Sudani, elçisi aracılığıyla HTŞ ile İran arasında arabuluculuk yapmayı teklif etti. Bazı siyasi gözlemciler daha sonra bu teklifin yeni Suriye yönetimi tarafından reddedildiğini iddia etti.
Gelecek: Sudani’nin kendisini Şam ve Tahran arasında diplomatik bir kanal olarak sunmaya çalıştığına dair haberler gelmeye devam ediyor. Bazı gözlemciler Irak başbakanının gelecek yıl yapılması beklenen parlamento seçimleri öncesinde profilini yükseltmekte çıkarı olduğunu iddia ederken diğer uzmanlar IŞİD’in yarattığı güvenlik tehdidine dikkat çekiyor.
– İran Dışişleri Bakanlığı, 6 Ocak’ta yaptığı açıklamada, Suriye’deki gelişmelerin Sudani’nin 8 Ocak’taki ziyaretinde “kesinlikle” gündemin en önemli konularından biri olduğunu doğruladı. Irak’ın Halk Seferberlik Güçleri’nin (Haşdi Şabi) geleceğiyle ilgili mevcut hararetli tartışmaların da ikili diyaloglarda baskın bir konu olmaya devam etmesi bekleniyor.
-Bağdat ve Şam arasında daha fazla üst düzey temas, dikkatli bir şekilde yönetilmediği takdirde Irak’ın hassas siyasi bölünmelerini daha da kötüleştirebilir. Sudani’nin devam eden bölgesel diplomasi kampanyası bu noktada kritik bir rol oynayabilir, ancak bölgesel gelişmelerin hızı başbakanın çabalarını geride bırakabilir.
DÜNYA BASINI
Rus basınından değerlendirme: Trump’ın Grönland’a neden ihtiyacı var?
Yayınlanma
2 gün önce10/01/2025
Yazar
Harici.com.trSeçilmiş ABD Başkanı Donald Trump, Grönland’ın ABD’ye devredilmesi için Danimarka’ya gümrük vergisi tehdidinde bulundu. Ancak Grönland halkı ve Danimarka hükümeti, adanın geleceğine sadece Grönlandlıların karar verebileceğini belirtti. Rus uzmanlar, Trump’ın açıklamalarının asıl amacının ticaret ve savunma harcamaları konusunda Avrupa’ya baskı yapmak olduğunu ifade etti.
ABD’nin Grönland’a olan ilgisi ve bu adayı nasıl elde edebileceği, yeniden gündeme geldi. Seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump, 7 Ocak’taki son basın toplantısında, Grönland’ın ABD’ye verilmemesi durumunda Danimarka’ya yönelik gümrük vergileri uygulanabileceğini belirtti.
The New York Times (NYT) gazetesine göre, Trump’ın bahsettiği bu yaptırımlar, sadece Grönland üzerinde kontrolü bulunan Danimarka’ya değil, aynı zamanda Amerikan tüketicilerine de zarar verebilir.
Gazete, Danimarka’nın ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından biri olmasa da ülkeden gelen malların ABD’de talep gördüğünü vurguladı.
ABD Nüfus Sayım Bürosu verilerine göre, Danimarka ABD’nin ticaret ortakları arasında 37. sırada yer alıyor. Barrons dergisi, Kasım 2023 itibarıyla son 12 ayda iki ülke arasındaki ticaret hacminin 9,8 milyar dolar olduğunu bildirdi.
NYT, ABD’de özellikle ilaçlar (insülin, çeşitli aşılar ve antibiyotikler), tıbbi cihazlar ve Lego oyuncaklarının popüler olduğunu aktardı.
Danimarka ve Grönland’ın yanıtı
Trump’ın Grönland konusundaki taleplerine rağmen, Danimarka şu an için bu konuda geri adım atmayı düşünmüyor. Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, TV2 kanalına verdiği röportajda, Grönland’ın geleceğine yalnızca adanın sakinlerinin karar verebileceğini söyledi.
Frederiksen, Grönland hükümetinin başkanı ve adanın bağımsızlığını destekleyen partinin lideri Mute Egede’nin, Grönland halkının başka bir ülkeye satılma fikrine sıcak bakmadığını belirttiğine dikkat çekti.
2009’da imzalanan bir anlaşmaya göre, Grönland bağımsızlığını yalnızca ada halkının referandumda lehte oy kullanması durumunda ilan edebilir.
Egede, 4 Ocak’ta yaptığı bir açıklamada, 2025’te referandum yapılabileceğinin sinyallerini verdi: “Diğer ülkelerle iş birliğimiz ve ticaret ilişkilerimiz Danimarka’nın aracılığıyla kurulmak zorunda değil. Grönland’ın bağımsız bir devlet olabilmesi için gereken koşulları oluşturma çalışmaları başladı.”
Grönland’ın bağımsızlık arzusu
Grönlandlıların ABD’ye katılma isteyip istemediğine dair henüz bir sosyolojik araştırma yapılmamış olsa da adadaki nüfusun büyük bir kısmı Danimarka’dan bağımsızlık istemiyor.
Bu eğilimlerin ardında, özellikle Danimarka’nın geçmişte Grönlandlı kadınlara yönelik zorunlu sterilizasyon politikası gibi tartışmalı olayların etkisi bulunuyor. Ekim 2023’te, 12 yaşındayken Danimarkalı doktorların onayları olmaksızın rahim içi araç yerleştirdiğini söyleyen 67 kadının sayısı 143’e yükselmişti.
Danimarka ve Grönland yetkilileri, bu olaylarla ilgili özel bir soruşturma başlatmış olup, sonuçların Mayıs 2025’te açıklanması bekleniyor.
Trump’ın açıklamaları, yalnızca Danimarka’ya değil, diğer ticari ortaklara da baskı yapmak için kullanılan bir araç olarak değerlendiriliyor.
Yüksek Ekonomi Okulu (HSE) Merkezi’nde kıdemli araştırmacı Lev Sokolçik, Vedomosti gazetesine verdiği demeçte Trump’ın bu açıklamalarla ABD’nin ticaret anlaşmalarını yeniden gözden geçirmekten NATO müttefiklerinden savunma harcamalarını artırma taleplerine kadar geniş bir yelpazede müzakere pozisyonlarını güçlendirmeyi amaçladığını ifade etti.
“Bu, ‘Önce Amerika’ sloganı çerçevesinde bir retorik. Bu duruşa karşı çıkanlar ciddi bir baskıya maruz kalacak,” diyen Sokolçik, ayrıca Trump’ın bu açıklamalarının, uzun vadeli ABD-Çin rekabeti bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini ve Kuzey Kutbu’nun bu mücadelenin en önemli sahalarından biri olacağını belirtti.
Ancak Grönland’ın ABD’ye katılması, özellikle Cumhuriyetçi Parti içinde bu konuda bir fikir birliği olmaması ve Kongre’de böylesine bir anlaşmayı onaylama sürecinin zorluğu nedeniyle pratikte pek mümkün görünmüyor.
Sokolçik, bu durumun Trump’ın gerçek amacının, Avrupa ülkelerine ticaret ve savunma harcamaları konularında taviz verdirmek olduğunu öne sürdü.
Diğer yandan The Hill gazetesine göre, Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki bazı üst düzey Cumhuriyetçiler, Trump’ın yeni toprak satın alma girişimlerini desteklemeye hazır değil. Başka bir ülkeyle yapılacak herhangi bir anlaşmanın başarıyla gerçekleştirilmesi için Senato tarafından onaylanması gerekiyor. Bunun için 67 oy gerekli, ancak yeni dönemde Cumhuriyetçilerin sadece 53 sandalyesi bulunuyor.
Grönland neden önemli?
Rusya ve Kanada ile rekabet eden ABD, Grönland’ı kontrol altına alarak Kuzey Atlantik üzerindeki hakimiyetini pekiştirebilir ve kendisini bir Arktik gücü olarak konumlandırabilir.
Rusya ve Kanada gibi ülkelerle rekabet eden ABD, Grönland’ı kontrol altına alarak Kuzey Atlantik üzerindeki hakimiyetini pekiştirebilir ve kendisini bir Arktik gücü olarak konumlandırabilir.
Küresel ısınma ve Arktik buzullarının erimesiyle, bölgede petrol ve mineral gibi doğal kaynakların bulunduğu ortaya çıkmıştır. Rusya Bilimler Akademisi ABD ve Kanada Enstitüsü’nden Dmitriy Koçegurov, “Trump’ın Grönland’a olan ilgisini bu kaynaklar üzerinden anlamak mümkün,” açıklamasında bulundu.
Fakat Grönland’ın satışının önünde ciddi engeller bulunuyor. Bunlar arasında, satın alma sürecinin karmaşıklığı ve hem Danimarka hem de Grönland hükümetlerinin bu tür müzakerelere yanaşmaması sayılabilir. Koçegurov, Trump’ın asıl amacının Avrupa ülkelerine ticaret ve savunma harcamaları konularında taviz vermek için baskı yapmak olabileceğini ifade etti.
Trump Doktrini: ‘Grönland çıkışının amacı Çin’e güçlü bir mesaj göndermek’
Yazı dizisi: Rusya ekonomisinin dönüşümü – 1
Suriye’de rejim değişikliği ve büyük güçlerin sorumluluğu
OnlyFans feminizm kılığına bürünmüş sömürüdür
CIA ve MI6, IŞİD’i nasıl yarattı?
Endonezya Dışişleri Bakanı BRICS’e katılımı savundu, BM’de reform çağrısı yaptı
Çok Okunanlar
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Birbiri ardına yaşanan uçak kazaları: Neler oldu?
-
AMERİKA2 gün önce
Kaliforniya yangınları: San Francisco büyüklüğünde bir alan yok oldu
-
AMERİKA2 gün önce
Kaliforniya’daki yangınların yol açtığı zarar 150 milyar dolara ulaştı
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
‘Nihai barıştan bahsetmek için henüz erken’
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 2
-
ASYA2 hafta önce
Kopuşun yılı: 2024’te KDHC’de neler oldu?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 1
-
GÖRÜŞ2 gün önce
Bölgede değişen dinamikler ve PKK sorunu