Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Orta Doğu satrancı

Yayınlanma

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) dün akşam geç saatlerde Husilerin kontrol ettiği bölgede 2 gemi savar füze rampasını vurduğunu duyurdu. Husilerin yanıtı bu sabah gecikmedi. Aden Körfezi’nde ABD’ye ait bir gemiyi seyir füzeleriyle hedef aldıklarını ve “tam isabet” vurduklarını açıkladılar.

Husiler, İsrail’in Gazze’deki saldırılarına tepki gerekçesiyle 31 Ekim 2023’ten bu yana İsrailli şirketlere bağlı olduğunu belirttikleri ticari gemilere el koymaya, bazılarına da dron ve füzelerle saldırılar düzenliyor. ABD güçleri, bu süreçte birçok kez Yemen’den atılan füze ve kamikaze dronları düşürdüğünü kaydetti. Husilerin eylemlerinin ardından çok sayıda gemicilik şirketi, Kızıldeniz’deki seferlerini durdurma kararı aldı.

Kızıldeniz cephesi, Gazze savaşının tetiklediği cephelerden sadece biri. Aşağıda çevirisini okuyacağınız, Beyrut’ta yaşayan eski Lübnanlı subay ve güvenlik ve askeri işler uzmanı Khaled Hamadeh tarafından kaleme alınan makale,  Kızıldeniz başta olmak üzere İsrail’in saldırıları nedeniyle gerginliğin tırmandığı bölgelerde İsrail-ABD ve İran’ın yaşadığı ikilemi ele alıyor:  

***

İran ve İsrail Orta Doğu satrancında karşı karşıya

Kızıldeniz; Gazze ve Lübnan’dan sonra İsrail ile Hamas arasında devam eden çatışmada üçüncü bir cephe olarak ortaya çıktı.

KHALED HAMADEH

Kızıldeniz son haftalarda, özellikle de ABD ve İngiltere’nin 12 Ocak’ta Yemen’deki Husi mevzilerine yönelik askeri saldırılarının ardından dünya haberlerinin odak noktası oldu.

Bu bombardımanların amacı Husileri, Yemen’in batı kıyısı boyunca uzanan ve Husilerin kontrolünde olan işlek ticaret yolu Kızıldeniz’e giren ya da çıkan gemilere saldırmaktan vazgeçmeye zorlamaktı.

Daha sonra ABD tek başına saldırılar düzenleyerek bu kez drone yönlendiren bir radar tesisini hedef aldı. Londra ve Washington hem Husilere hem de İran’a mesaj vermeyi amaçlıyor.

Anglo-Amerikan ortak operasyonu, BM Güvenlik Konseyi’nin Husilerin saldırılarını kınayan, derhal durdurulmasını talep eden ve ülkelere ticari çıkarlarını tehditlere karşı koruma yetkisi veren kararının ardından geldi.

Karşılıklı yumruklar

ABD ve İngiltere saldırılarının 19 Kasım’dan bu yana Husilerin gemilere yönelik 27 saldırısına misilleme olduğunu açıkladı.

İnsansız hava araçları ve füzelerin kullanıldığı saldırılar 50’den fazla ülkeyi etkiledi ve Kızıldeniz’deki hem kargo hem de askeri gemileri hedef aldı.

En önemlisi de Husiler, Bahamalar bayrağı altında seyreden ve bir Japon şirketi ile İsrailli bir iş adamına ait olan, Polonya’da inşa edilmiş araba gemisi Galaxy Leader’ı kaçırırken videoya aldılar.

Husiler geminin mürettebatını alıkoyarak Hudeyde açıklarındaki bir Husi sığınağına götürdü ve İsrail Gazze’deki savaşını sona erdirene kadar açık denizlerdeki eylemlerinin devam edeceğini ilan etti.

ABD ve İngiltere önceden uyarıda bulundu, ancak birkaç günlük sessizliğin ardından Husi saldırıları yeniden başladı. ABD Başkanı Joe Biden bombardımanın İngiltere, Avustralya, Bahreyn, Kanada ve Hollanda’nın desteğiyle gerçekleştirildiğini söyledi.

Biden, “Husi isyancılar tarafından kullanılan ve kritik bir küresel su yolunda seyrüsefer özgürlüğüne tehdit oluşturan birkaç Yemen tesisini başarıyla hedef aldıklarını” söyledi.

Saldırılarda öncelikli olarak Sana Havalimanı yakınındaki Daylami hava üssünün yanı sıra Hudeyde, Taiz ve Hajjah vilayetlerindeki tesisler hedef alındı.

Bu tesisler Husilerin insansız hava araçları, balistik füzeleri, seyir füzeleri, kıyı radarları ve hava gözetleme kabiliyetleriyle bağlantılıydı.

ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) General Michael Corella, Husilerin uluslararası deniz taşımacılığına yönelik saldırılarını Tahran’ın pervasız tutumuna bağladı.

Yavaşça boğma

Ne ABD ne de (Husileri destekleyen) İran bunun daha geniş bir savaşa dönüşmesini istemiyor gibi göründüğünden, saldırılar daha geniş bir bölgesel çatışmaya dönüşmeyebilir, ancak Yemen çatışmasının küresel olarak kötü yönetildiğinin gösteriyor.

Eski bir CENTCOM komutanı olan Joseph Votel, saldırıların Husilerin oluşturduğu tehdide uygun olduğunu düşünüyor ve Husi saldırılarına kararlı bir yanıt vermenin caydırıcılığı yeniden tesis etmek için çok önemli olduğunu ekliyor.

Kızıldeniz; Gazze Şeridi ve İsrail-Lübnan sınırından sonra İsrail ile Hamas ve daha geniş anlamda Batı ile İran arasında süregelen çatışmada üçüncü bir cephe olarak ortaya çıktı.

Bölgesel sınırların ötesine uzanan potansiyel çatışma tırmanışı için en son parlama noktasını oluşturuyor.

İsrail’in kuzeyinde Hizbullah, 7 Ekim’deki Hamas saldırılarından bu yana saldırılarını artırarak İsrail güçleriyle her gün çatışmaya giriyor.

İsrail’in doğusunda ise Irak ve Suriye’deki İran destekli güçler bu ülkelerdeki Amerikan askeri mevzilerine saldırarak çatışmalara yol açıyor.

İsrail’in güneyinde ise Husiler Bab-el Mendep Boğazı’nı, sahipleri ve işletmecileri doğal olarak riskten kaçınan Batılı gemiler için bir Rus ruleti oyununa dönüştürüyor.

Stratejik olarak İran, vekil taşlarını Orta Doğu satranç tahtasında hem yavaş tempolu hem de tehlikeli stratejilerle hareket ettiriyor. 8 Ekim’den bu yana Hizbullah’ın 200’den fazla savaşçısını kaybettiği bildiriliyor.

Birleştirici olarak Gazze

Bu üç cephe ortak bir hedefi paylaşıyor: Gazze’de kalıcı ateşkesin sağlanması ve önemli sivil kayıplara ve yaygın yıkıma yol açan yıkıcı saldırıların durdurulması.

Bu yıkım ve çatışmanın şiddeti, Güney Afrika’nın İsrail’i Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) soykırımla suçlama kararında kilit faktörler oldu.

Üç cephedeki çatışma hem İran hem de ABD için karmaşık bir ikilem oluşturuyor. Biden için bu çatışmalar bölgesel zorlukları artırıyor ve ittifaklarını zayıflatmakla tehdit ediyor.

İran içinse taktiksel askeri avantaj elde etmek ile tam ölçekli bir bölgesel savaşın içine çekilme tehlikesinden kaçınmak arasında hassas bir denge kurmak anlamına geliyor.

Beyaz Saray, vekilleriyle karşı karşıya gelmesine rağmen Tahran’la doğrudan çatışmak istemediğini söyledi.

Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü John Kirby “İran’la çatışma arayışında değiliz” dedi: “Olayları tırmandırmak istemiyoruz ve son birkaç günde yaşananların ötesine geçmesi için de bir neden yok.”

Ancak Kirby, devam eden uluslararası saldırıların Gazze halkına duyulan sempati, dış müdahaleye karşıtlık ve artan Amerikan karşıtlığı nedeniyle Husilere yönelik yerel desteği artırabileceğini de kabul etti.

Sıradaki hamle

İleriye bakıldığında Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nin daha fazla askerileşmeye ve daha fazla Batı donanmasının varlığına tanık olması muhtemel.

Öte yandan Amerikan saldırıları, Husilerin eleştirilere maruz kaldığı Yemen’in iç kargaşasından dikkatleri başka yöne çekmesini sağladı.

Bu aynı zamanda İran liderliğindeki Direniş Ekseni içindeki konumlarını da güçlendiriyor ve onları ABD’nin etkisiz hale getirmek istediği önemli bir bölgesel varlık olarak konumlandırıyor.

Dahası, Gazze’de ateşkesin sağlanamaması, daha fazla Husi saldırısı da dahil bölge genelinde gerilimin artmasına yol açabilir.

Biden’ın önündeki zorluk, İsrail’in stratejik özgürlüğünü korumasına yardımcı olurken daha geniş çaplı bir bölgesel çatışmayı tetiklememekte yatıyor.

Şimdilik düşük etkili çatışmaların devam etmesi Tahran’ın bölgesel etkisini artırabilir ancak yükselen sıcaklık Tahran’ın uzun vadeli çıkarlarıyla örtüşmeyebilir. Tahran, ABD ve müttefikleriyle geniş çaplı bir çatışma istemiyor.

Böyle bir senaryo İran’ın genişleyen bölgesel nüfuzunu tehlikeye atacak ve dış politikasını ciddi şekilde etkileyecektir. Hatta özellikle bir yıl önce ülkeyi kasıp kavuran protestolar dikkate alındığında iç sorunlara bile yol açabilir.

ABD’nin Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünü ve uluslararası ticaret yollarının güvenliğini sağlarken İran’ın tuzaklarını da bertaraf etmesi gerekiyor. Söylemesi yapmaktan daha kolay.

GÖRÜŞ

Savaş Lübnan’a yayılır mı? Olası senaryolar ve en muhtemel senaryo

Yayınlanma

Khaled Al-Yamani
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Lübnan yöneticisi

İsrail genelkurmay başkanına yakın askeri kaynaklar, işgal ordusunun kuzey cephesinde tırmanan meydan okumayla yüzleşmek için çok sayıda planı olduğunu doğruluyor. Kuzey cephesinde güvenlik durumunun tırmanmasına dair beklenen bir dizi senaryo şu şekilde:

Askeri tesisler ve silah depoları da dahil olmak üzere güney Lübnan ve banliyölerindeki Hizbullah hedeflerine ve belki de kadrolarına yönelik hedefli hava saldırılarını içeren sınırlı bir askeri operasyon seçeneği. En sonuncusu, partinin en önde gelen askeri lideri Talib Abdullah’a yönelik suikast idi.

Böyle bir seçenek İsrailli karar vericinin gözünde “mümkün” görünüyor, böylece Hizbullah’ın tepkileri tolere edilebilir ve işgalin ateş çemberini küresel bir savaşı içerecek şekilde genişletemeyeceğini biliyorlar. Aynı zamanda, işgal böyle bir seçeneği bölgedeki savaş cephelerini artırmak istemeyen Amerikalılara satabilir, son haftalarda İsrail hükümetine güven duymasalar bile, yalanlarından, gerçekleri çarpıtmasından ve ana müttefiklerini manipüle etme yeteneğinden oldukça eminler, bu da Washington’u böyle bir İsrail seçeneğine yeşil ışık yakma konusunda temkinli olmaya teşvik edecektir.

İsrail askeri terminolojisinde “Üçüncü Lübnan Savaşı” ya da “Birinci Kuzey Savaşı” olarak bilinen topyekün savaş, partinin kuzey cephesini ele geçirmesi, tarım alanlarında ateş yakmaya devam etmesi ve şiddetin tırmanması ışığında, muhalefetten ve kamuoyundan hükümete ve orduya yöneltilen başarısızlık suçlamaları, onları her iki taraf için ve belki de tüm bölge için maliyetli ve tehlikeli olan bu seçeneği tercih etmeye zorluyor.

Gerçek şu ki, işgalin “Neron ve Roma’nın yanması” senaryosuna yol açmasını engelleyebilecek birçok kısıtlama var: iç ve dış, öznel ve nesnel, siyasi, güvenlik, askeri ve ekonomik, bu da onun çok fazla bir tercihi olmamasını sağlıyor. Diğeri birçok İsraillinin gözünde intihar gibi görünen bir seçim ve işgal yönetiminin bunu seçmesini engelleyen çok sayıda husus ve faktör var.

Bununla birlikte, bu “intihar” seçeneğinin gerçekleşme şansı çok yüksek olmasa bile, birincil misyonunun tüm cephelerde ateş yakmak olduğunu düşünen, İsrail’in aşınan caydırıcılığını yeniden tesis etme ve işgal varlığını son yıllarda tüm alanlardaki rolü azaldıktan sonra “bölgenin polisi” olarak yeniden kurma iddiasında olan sağcı faşist bir hükümetin varlığı göz önüne alındığında tamamen dışlanmamalıdır.

Kuzey Cephesinde, Hizbullah ile İsrail arasındaki karşılıklı çatışma sürerken, arabulucular hala onlarla istişareler yürütüyorlar, ancak bu tartışmalar kamuoyuna açıklanmıyor. Büyük güçler Lübnan arenasında işlerin kontrolden çıkmasını engellemek istiyor ve her bir tarafın kendi hesapları ve çıkarları var. Ancak Gazze’ye yönelik saldırılar devam ettiği sürece bu arabulucuların başarıya ulaşması zor.

Gazze’deki savaşı durdurmak; İşte kuzey cephesinde devam eden tırmanışı durdurabilecek “sihirli” kelime, işgalin saldırganlığını sona erdirme konusundaki isteksizliği nedeniyle bu seçeneğin başarısız olmasına rağmen, şimdi bahsedilemeyen birçok nedenden dolayı, bu hedefe ulaşılırsa, Irak ile doğu tarafı ve Yemen ile güney tarafı da dahil olmak üzere tüm cepheler sakinleşecek, ancak bu, İsrail’in Gazze cephesinde sükuneti sağladıktan sonra Lübnan’a karşı bir savaş başlatma isteğini filizlendirebilir.

Hizbullah’ın böyle bir senaryonun işgal içinde var olduğunu ve güçlü bir şekilde var olduğunu bildiğine ve buna dikkat ettiğine şüphe yok, ancak gerçekleşme hipotezi en azından yakın gelecekte mümkün değil. Çünkü askeri, ekonomik ve toplumsal kurumlarıyla işgalci varlık, Gazze’deki savaş sona ererse şüphesiz nefes almaya ihtiyaç duyacak ve belki de Hizbullah ile bir tür çatışmanın patlak vereceği bir gün gelecek, ancak yakın gelecekte olması şart değil.

Lübnan, Suriye ve İran’da suikastların hızlandırılması, komuta ve kontrol merkezlerinin yanı sıra silah ve füze depolarının hedef alınması ise işgalci için bir diğer seçenek. Bu halen yürürlükte olan bir politikadır ve önümüzdeki dönemde artması beklenmektedir. Aynı zamanda, direniş tarafının işgale karşı kapsamlı bir savaş başlatmasını gerektirmediği için, her iki taraf da kontrollü bir tempo sürdürebilecektir.

Beklenen sonuçlar

İşgalin kuzey cephesinde yaşananlara tek ve hızlı bir çözüm bulma kararını henüz vermediği göz önüne alındığında, önümüzdeki birkaç gün yukarıdaki senaryolardan herhangi birinin gerçekleşmesine tanık olmayacağız. Ancak bu durumdan yola çıkarak karşılaşılabilecek bir dizi sonuç şu şekilde:

– Mevcut tırmanma hızı, Gazze’deki duruma bağlı olarak artarak ve azalarak devam edecektir.

– Kuzey cephesinin yarattığı tehdidin ortadan kaldırılması için İsrail’den gelen taleplerin artması beklenmektedir.

– Bu cephedeki gelişmelerin İsrail siyasetinde ve medyasında giderek daha fazla yer alması öngörülmektedir.

– Herhangi bir askeri tırmanışı engellemek için Lübnan ile işgal arasında Amerikan ve Avrupa arabuluculuğunun yoğunlaştırılması öngörülmektedir.

Sonuç 

Lübnan ve işgal altındaki Filistin arasındaki kuzey cephesinde meydana gelen olaylar, gerginliğin her iki tarafı da durumun nelere yol açabileceğini doğru bir şekilde değerlendiremeden devam ediyor. Bunun birden fazla nedeni var, belki de en önemlisi yerel, bölgesel ve belki de uluslararası tarafların çokluğu

İşgal ise, maliyetler ve riskler açısından çoğu zaman birbirine yaklaşsalar bile, bir “sigorta poliçesi” elde etmeksizin, iç ve dış çeşitli siyasi ve askeri faktörleri göz önünde bulundurarak, yukarıda belirtilen seçenekler arasındaki tahminlerini değerlendirmeye devam etmektedir. Lübnan’a karşı olası bir saldırı, şu anda Gazze’de sıkışmış göründüğü zor duruma benzer bir sonuç doğurabilir ve İsrail bunun farkında.

Genel olarak konuşmak gerekirse, denge hala savaş çemberini küresel bir boyut kazanabilecek bölgesel bir savaşa doğru genişletme eğilimine karşı ve Lübnan cephesi, İsrail ordusunun tükenme durumunun, Hizbullah ve müttefiklerinin gücünün ve hazırlığının boyutunun ve isteksizliğinin anlaşıldığı bir atmosferde, hesaplanmış tırmanma dereceleri yaşayabilir… Amerikalılar ve Batılı güçler çatışma çemberini genişleterek taahhüt tavanlarını kontrol etmeye çalışıyorlar. Buna İsrail’in sahada uygulanamayan güçlü tehditleri de eşlik ediyor. Ancak dengeler bu tehditlerin uygulanması için uygun görünmüyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İran’da halk sandık başında

Yayınlanma

İran’da 14. Dönem Cumhurbaşkanlığı Seçimleri için oy verme işlemi yerel saatle 08.00’de başladı.

İran lideri Ayetullah Ali Hamaney, oyunu Tahran’da kabullerini gerçekleştirdiği İmam Humeyni Hüseyniyesi’ndeki salonda kurulan sandıkta kullandı.

İçişleri Bakanlığı Seçim Merkezinin verilerine göre, 88 milyon nüfusa sahip ülkede, yaklaşık 62 milyon seçmen, 59 binden fazla merkezde kurulan sandıklarda oy kullanabilecek. Ayrıca, 95 ülkede kurulan seçim merkezlerinde ülke dışındaki İran vatandaşları da sandığa gidebilecek.

Yerel saatle 08.00’de başlayan oy verme işlemi 18.00’de sona erecek ancak bu süre ihtiyaç halinde İçişleri Bakanlığına bağlı Seçim Merkezinin kararıyla uzatılabilir.

Seçimlerde reformist aday Mesud Pezeşkiyan, muhafazakâr adaylar Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, eski Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Said Celili ve eski İçişleri Bakanı Mustafa Purmuhammedi yarışıyor.

Muhafazakâr adaylar Tahran Belediye Başkanı Ali Rıza Zakani ve Emir Hüseyin Kadızadehaşimi, “muhafazakâr kanatta birliği sağlamak için” seçime saatler kala adaylıktan çekildi.

Adayların ilk turda seçilebilmesi için yüzde 50+1 oy alması gerekiyor.

İlk turda yüzde 50+1’in üzerine çıkan aday olmaması halinde en fazla oyu alan 2 aday ikinci tura kalacak ve 5 Temmuz’da yapılacak ikinci turda kazanan isim ülkenin 9. Cumhurbaşkanı olacak.

Seçim sonuçlarına dair ilk verilerin gece yarısı yayınlanması ve kesin sonuçların ise yarın açıklanması bekleniyor.

İran’da cumhurbaşkanı 4 yıl süreyle görev yapıyor ve üst üste en fazla 2 defa seçilebiliyor.

İran’daki seçim yarışında Pezeşkiyan önde

Pezeşkiyan anketlerde önde

İranlı Öğrenciler Anket Ajansı (ISPA) tarafından 26 Haziran’da ülke genelinde 3 bin 589 kişiyle yüz yüze gerçekleştirilen kamuoyu yoklamasında, yarışın ilk sırasında yüzde 33,1 ile Pezeşkiyan, ikinci sırasında yüzde 28,8 ile Celili yer alırken diğer muhafazakar aday Muhammed Bakır Kalibaf ise yüzde 19,1 ile üçüncü sırayı aldı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’e “ağır bomba sevkiyatı beklemede kalacak”

Yayınlanma

İsrail medyasına konuşan ABD’li bir yetkilinin, Tel Aviv’e ağır bomba sevkiyatının “şimdilik beklemede kalacağını” söylediği belirtildi.

The Times of Israel gazetesinin ismi paylaşılmayan ABD’li bir yetkiliye dayandırdığı haberine göre, ABD’nin İsrail’e “göndermediği ağır bombaları içeren bir sevkiyatın şimdilik beklemede kalmaya devam edeceği” kaydedildi.

Öte yandan Washington’da temaslarda bulunan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ise yaptığı görüntülü açıklamada, ABD’den ülkesine silah sevkiyatı konusu da dahil olmak üzere ABD’li yetkililerle görüşmelerinde “önemli ilerlemeler kaydettiklerini” öne sürdü.

Gallant ayrıca, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile görüşmesinde, Gazze’deki saldırılar ve esirlerin geri getirilmesi gibi konuların da ele alındığını belirtti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Gallant, ABD ile silah sevkiyatına dair yaşanan anlaşmazlık konusunda karşı karşıya gelmişti.

Gallant, ABD ile anlaşmazlıkları “kapalı odalarda çözdüklerini” öne sürerken, Netanyahu ise ABD ile silah sevkiyatı konusunda yaşanan “anlaşmazlıkların haftalardır kapalı odalarda çözülmediğini” savunmuştu.

Netanyahu, 18 Haziran’da ABD’yi ülkesine silah sevkiyatı yapmayı reddetmekle suçladığı bir video paylaşmış, ertesi günkü hükümet toplantısında ise ABD’nin silah yardımlarında “çarpıcı bir düşüş” olduğunu savunmuştu.

Netanyahu ayrıca, ABD’li yetkililerle yaptıkları görüşmelerde sevkiyatın hızlandırılması için defalarca çağrıda bulunduklarını ancak “temel durumun değişmediğini” iddia etmişti.

ABD Dışişleri Bakanlığı ise Netanyahu’nun “ABD’nin silah yardımlarında çarpıcı bir azalma olduğu” yönündeki açıklamasını reddederek, “bunun ne anlama geldiğini anlamadıklarını” belirtmişti.

ABD, İsrail’e 7 Ekim 2023’te Gazze’ye yönelik saldırılarının başlamasından bu yana milyarlarca dolar yardımda bulunurken, ABD Temsiciler Meclisi ise 8 Mayıs’ta, İsrail’e yaklaşık 250 ila 1000 kilogram ağırlığındaki bombaların tedarikinin durdurulduğunu bildirmişti.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana karadan, havadan ve denizden on binlerce ton bomba yağdırdığı Gazze Şeridi’ndeki saldırılarında en az 15 bin 694’ü çocuk, 10 bin 279’u kadın olmak üzere 37 bin 718 Filistinli öldü, 86 bin 377 kişi yaralandı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English