Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Seymour Hersh yazdı: Biden’ın Netanyahu problemi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze’de savaşı tırmandırma konusundaki kararlılığı Biden yönetimi nezdinde rahatsızlık yaratıyor. Uzun zamandır “isimsi kaynaklar” üzerinden Tel Aviv’e sinyal gönderen Biden, artık daha da açık konuşmayı tercih ediyor. Diğer yandan İsrail yönetiminin kuzey Gazze’den tehcir edilen sivillerin yerleştirildiği Refah’a da saldırı planlaması ve ateşkesten uzak durması, Amerikan istihbaratının “Netanyahu’nun kabinesi tehlikede” değerlendirmesini beraberinde getirdi. Dün de Politico’ya konuşan Amerikalı yetkililer, İsrail’in Refah’a saldırıyı başlatması halinde İsrail’e gelecekte yapılacak askeri yardımlara koşul koymayı değerlendireceğini söyledi.


Biden’ın Bibi problemi

Amerika’nın savaş karşıtı geçmişinden dersler ve bugünün başkanı için çıkış yolu

Seymour Hersh

12 Mart 2024

1967 yılının sonlarında Demokrat Parti içinde Güney Vietnam’daki savaşa karşı büyüyen hareket, savaştaki asker sayısını artıran ve günlük bombardımanı yoğunlaştıran Başkan Lyndon Johnson’a karşı koyacak bir lider arıyordu. Mevcut kaynaklardan öğrendiğimize göre Johnson, Jack Kennedy’nin yapamadığını yapma —Kuzey Vietnamlıları ve Güney’deki Viet Kong’u Amerikan ateş gücüne boyun eğmeye zorlamak ve yeniden seçilmesini kaçınılmaz kılacak şartlarda bir çözüm arama— kararlılığıyla Hanoi’den gelen muhtemel bir ateşkesle ilgili ipuçlarına yanıt olarak Amerikan bombardımanını birkaç günlüğüne bile olsa durdurmayı kararlılıkla reddetmişti. Hanoi, bombardıman devam ettiği sürece görüşme yapılamayacağı konusunda ısrar ediyordu.

Associated Press’in Pentagon muhabiri olarak, yoğunluğu çok az bilinen bombardımanın unsurlarını ifşa etmiştim. Savaşla ilgili eleştirel haberlerim sonunda Savunma Bakanı Robert McNamara’nın baskısıyla karşılaşan AP editörlerinin bana reddedeceğimi bildikleri bir görev değişikliği teklif etmelerine yol açmıştı. Böylece 1967’nin sonlarında bir kitap üzerinde çalışıyordum, yani işsizdim; o sırada savaşın önde gelen eleştirmenlerinden biri bana yaklaştı ve New York Senatörü Robert Kennedy’nin 1968 Demokrat başkanlık ön seçimlerinde Johnson’a meydan okumasının pek muhtemel olmadığını söyledi.

Amerika’da büyüyen ve benim de desteklediğim savaş karşıtı hareket —Güney Vietnam, o zamana dek yaklaşık 500 bin Amerikan askerinin savaştığı bir ölüm tarlasından biraz daha fazlasıydı— nihayet Senato’da Johnson’a karşı çıkmaya istekli kıdemli bir Demokrat bulmuştu. Bu kişi Minnesota’dan Eugene J. McCarthy idi. Yukarı Orta Batı’dan gelen pek çok ılımlı politikacı gibi o da komünizm eleştirmeniydi ama aynı zamanda Vietnam Savaşı’na da ölümüne karşıydı.

Senatörün basın sözcüsü ve metin yazarı olarak hizmet vermeye istekli olur muydum? Senato’da savaşa karşı olan pek çok kişi tanıyordum ama Amerika’daki pek çok kişi gibi, önemli Dış İlişkiler Komisyonunun son derece sessiz bir üyesi olan McCarthy hakkında çok az şey biliyordum. O zamanlar, düzenli maaşı olmayan bir serbest çalışan olmaktan daha az ödüllendirici bir şey yoktu ve McCarthy ile görüşmeyi kabul ettim. Ertesi gün için bir toplantı ayarlanmıştı bile (Bu deneyim hakkında daha önce burada yazmıştım).

Senatör oldukça çekici bir adamdı; üniversitede iyi bir atletti, formdaydı ve belli ki çok zekiydi. Ama toplantı tam bir fiyaskoydu. Johnson’a karşı aday olmaya zorlanmış ve basın operasyonunu ya da beni hiç umursamayan biri gibi görünüyordu. Ona kupürlerimden oluşan bir paket verdim, kabul etti ama hiç bakmadı ve benim hakkımda bildiği tek şey, o zamanlar Washington’da parlak bir köşe yazarı olan, arkadaşım ve komşum Mary McGrory’nin beni işe alması için onu teşvik ettiğiydi. Birkaç dakika sohbet ettikten sonra, “Sen yaparsın,” dedi ve beni ofisinden çıkarmak için ayağa kalktı. O günün ilerleyen saatlerinde Mary’ye beni kurtların önüne attığını ve bu çekingen senatör için çalışmamın mümkün olmadığını söyledim.

Beni ertesi gün New York’a uçmaya ve McCarthy’nin Lyndon Johnson’a meydan okuyan ilk konuşmasını dinlemeye çağırdı. Öyle de yaptım ve bir gün önce tanıştığım sıkılmış senatörün ne kadar derin ve cesur olduğu ortaya çıktı. Kampanya sırasında McCarthy, Vietnam’daki savaşın Amerikan bombalarıyla öldürülen masum siviller üzerindeki feci etkisi nedeniyle “ahlak dışı” olduğunu ilan etti. Daha önce Washington’da üst düzey bir siyasetçinin bu savaş hakkında ahlaki açıdan konuştuğunu hiç duymamıştım. Sonra da savaşın anayasayı da ihlal ettiğini söylemeye devam etti.

Çok etkilendim ve McCarthy için çalışmaya başladım; savaş hakkında bildiklerim ve sıkı çalışmam hoşuna gitmişti. Kısa süre sonra ve sonraki aylar boyunca ülke çapındaki gezilerde genelde onun tek yardımcısıydım. Senato’nun ve Amerikan istihbarat camiasının nasıl çalıştığı hakkında çok şey öğrendim. New Hampshire’daki kampanyası için müthiş bir kadro oluşturuldu ve savaşa ve başkana yönelik eleştirilerinde geri adım atmadı. Demokratların 12 Mart’taki ön seçimlerinde neredeyse Johnson kadar oy aldı. Üç haftadan kısa bir süre sonra Başkan yeniden seçime katılmayacağını açıkladı.

McCarthy’nin amacının netliğinde, dünyanın büyük bir kısmı gibi Hamas’ın 7 Ekim’de yarattığı dehşete öfke ve intikam arzusuyla karşılık veren Başkan Joe Biden için de bir ders var. Hamas’ın dikkatle planladığı İsrailli rehineleri kaçırma eylemine yaygın cinsel saldırılar ve sınırın birkaç kilometre ötesindeki küçük yerleşim birimlerinde yaşayan ve çiftçilik yapan savunmasız İsrailli ailelerin öldürülmesi eşlik etti. İlk saldırı sınırı açık bıraktı ve yüzlerce Gazze sakini kuşatma ve rehin alma eylemlerinde Hamas mensuplarına katıldı.

Bu noktada, İsrail’in Gazze’ye dönük bombardıman ve kara saldırılarının altıncı ayına girdiği, Amerika ve dünyanın öfkeyle izlediği sivil ölümlerinin arttığı bir dönemde, Biden zor durumdaki İsrail’e başlangıçta verdiği haklı desteği geri çekmediği sürece yeniden seçilmeyi başarmakta zorlanacaktır. Netanyahu’ya karşı durmalı ve en azından Hamas liderliğinden geriye kalanlarla esaslı görüşmelere kapı açabilecek bir ateşkes sağlanana kadar ABD’nin İsrail’e finansman, bomba ve diğer mühimmat sağlamaya devam edemeyeceğini söylemeli. Netanyahu’nun dört ila altı hafta sürecek bir savaşta lider kadrosu da dahil olmak üzere Hamas’ın tamamını yok etme hedefi, Gazze’de hala hayatta olan nüfusun yaşadığı sürekli terör ve umutsuzlukla bağdaşmıyor.

Haklı olsun ya da olmasın, çok az savaş düşman nüfusunun çektiği acılar nedeniyle sona ermiştir. Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki yirmi milyon can kaybı bize bunu anlatıyor. İsrail’in Gazze’de yaptığı gibi bir tarafın ordusu baskın olduğunda ve oradaki insanlar büyük acılar çektiğinde, kaybeden taraf ya teslim olur ya da yok edilir.

Netanyahu’nun bu noktada Hamas’a teslim olması için makul şartlar sunması gerektiğine inanan deneyimli bir Amerikalı uzmana danıştım. Ana unsurların şunlar olması gerektiğini dile getirdi:

— Hamas lideri Yahya Sinvar ve ekibinin İsrail kuvvetlerine teslim edilmesi.

— Hamas liderliğinin yargılanmak üzere Uluslararası Ceza Mahkemesine sevk edilmesi.

— Hamas’ın tamamen silahsızlandırılması.

— Hamas’ın kontrolündeki tüm rehinelerin serbest bırakılması ve esaret altında ölenlerin hesabının tam olarak verilmesi.

— Kısıtlanmamış insani yardım.

— Gazze’de denetimli seçimlerle özyönetimin yeniden tesis edilmesi.

— Yeniden yapılanma için yardımların sınırlardan geçişine izin verilmesi.

Netanyahu’nun böyle şartlar sunması olası mı? Kayıtlar bunu göstermiyor.

7 Ekim’de Başbakan, İsrail basınına göre kaybedeceği ve muhtemelen on yıldan fazla hapis cezasıyla karşı karşıya kalacağı dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma ve rüşvet suçlamalarıyla ilgili olarak kamuoyunda geniş yankı uyandıran bir davanın ortasındaydı. Yönetimi, istihbarat kurumları ve Amerika tarafından, Hamas’ın İsrail’in güneyinde, birkaç kilometre ötedeki zayıf savunulan bir grup yerleşime, yakındaki hafifçe savunulan bir istihbarat biriminden İsrail ordusu askerlerini rehin almak amacıyla sınır ötesi bir saldırı düzenlemek için aylardır eğitim yaptığı konusunda defalarca uyarıldı. Bu görev, İsrail’i ve dünyayı dehşete düşüren bir katliama dönüştü. İsrail ordusunun istihbarata yanıt verememesi Netanyahu’nun hatasıydı, zira suç her zaman en tepede durur. Başlangıçta başarısızlığını kabul etti ve kamuoyuna kapsamlı bir soruşturma sözü verdi. Böyle bir soruşturma henüz yapılmadı ve bu noktada konu dışı görünüyor. Sinvar ve Hamas’ı kontrol eden diğer şahsiyetlerin tutuklanması ve yargılanmasına odaklanmak yerine genel merkezlere başvurmak onun kararıydı. Washington’dan herhangi bir direniş görmeyen başbakan bunun yerine Gazze’ye topyekûn bir hava ve kara harekâtı emri vermeyi tercih etti; bunun emsali Başkan George W. Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin Usame bin Ladin ve El Kaide’nin 11 Eylül saldırılarına Afganistan’da Taliban’a ve Irak’ta Saddam Hüseyin’e karşı savaşarak karşılık verme kararıydı.

Farklı bir İsrailli lider, Sinvar ve diğer Hamas liderleri için insan avı emri verirken ordunun güvenlik başarısızlıklarına odaklanmayı seçer miydi? Netanyahu’nun bekleyen davası ve hayatının geri kalanını hapiste geçirme hayali, olacaklarda bir etken miydi? Bu sorular savaşın başlangıcında çok az soruldu ve şu anda büyük ölçüde yersiz.

Netanyahu’nun Hamas’taki herkesle savaşma, öldürme ya da ele geçirme ve Washington’un ne düşündüğünün canı cehenneme kararlılığı aylardır biliniyor ama Washington’daki basın mensupları tarafından sürekli yeniden keşfediliyor. İsrail’in askeri ve siyasi hakimiyetini Gazze ve Batı Şeria’ya yayma niyetinde ve bu konuda İsrail halkının ve İsrail’in Amerika’daki destekçilerinin çoğunun onayını almış durumda.

Bibi’nin son açıklamalarında kalan İsrailli rehinelerden bahsedilmemesi, bana söylendiğine göre, hayatta kalan rehinelere ilişkin mevcut istihbarat tahminlerinin giderek azalmasından kaynaklanıyor. İstihbarat camiası tarafından bilinen belirli tahminler var, fakat ne Washington ne de Tel Aviv bunları kamuoyuna açıkladı.

Almanya’da Politico/Bild’e verdiği son mülakatta Netanyahu, en rahat ve açık sözlü halini sergiledi. Biden’ın Gazze’deki ölümlerle ilgili aniden artan endişesini reddetti ve İsrail’in bir sonraki hamlesinin, bir milyondan fazla aç ve hasta Filistinlinin çadırlarda, yıkıntılarda ve açıkta, havadan atılan hazır yiyeceklerden uzakta toplandığı Refah’a topyekûn bir saldırı olacağını yineledi. “Oraya gideceğiz. Onların [Hamas’ın] peşini bırakmayacağız. Hamas’ın terörle mücadele taburlarının dörtte üçünü yok ettik ve son kısmını da bitirmek üzereyiz,” dedi. Hamas’ın sayısına ilişkin bu tahminin nasıl elde edildiğini açıklamadı ve geçen hafta sonu başlayan kutsal Ramazan ayı boyunca bir ateşkes fikrini reddetti. “Bir rehinenin daha serbest bırakıldığını görmek isterken” “müzakerelerde herhangi bir ilerleme” görmediğini söyledi. Rehinelerin serbest bırakılması bir zamanlar görüşmelerin başlıca nedeniydi.

Bunun nasıl sona ereceği bilinmiyor. Ve bu epey korkutucu.

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Yayınlanma

Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”


Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:

Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.

Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.

6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.

Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.

Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English