Ortadoğu
Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi, mezhepçi katliamlara dair nihai raporunu yayımladı

İskandinav İnsan Hakları Enstitüsü Başkanı Dr. Heysem Menna liderliğindeki Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi, Suriye’nin sahil bölgelerinde ve civarında Alevi sivillere yönelik sistematik katliamları ve mezhepçi temizlik uygulamalarını belgeleyen nihai raporunu yayımladı. Rapor, yeni yönetimin kontrolündeki bölgelerde işlenen vahşi cinayetleri, tehcir uygulamalarını ve yağma suçlarını detaylandırıyor.
İskandinav İnsan Hakları Enstitüsü’nün başkanlığını yürüten hukukçu ve Suriyeli muhalif aktivist Dr. Heysem Menna liderliğindeki Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi, Suriye’nin sahil kentleri Lazkiye ve Tartus’un yanı sıra Humus ve Hama vilayetlerinde Alevi sivillere yönelik işlenen ağır insan hakları ihlallerini ve katliamları belgeleyen nihai raporunu yayımladı.
22 Nisan tarihli rapor, 8 Aralık’ta Beşar Esad hükümetinin düşmesinin ardından bölgede kontrolü ele alan yeni yönetimin uyguladığı sistematik şiddet ve ayrımcılık politikalarına dikkat çekiyor.
Sistematik şiddet ve ayrımcılık
Rapor, Suriye sahil bölgelerinde sivillere yönelik yaygın şiddetin sistematik bir model izlediğini ortaya koyuyor.
Belgelenen ihlaller arasında saha infazları, işkence, tehcir, mülk yağmalama ve yıkım ile keyfi işten çıkarmalar yer alıyor. Özellikle Alevi toplumuna mensup belirli bir nüfus grubunun hedef alındığı vurgulanıyor.
Komite raporunda, bu ihlallere hükümet güçleri, güvenlik unsurları, yerli silahlı unsurlar ve yeni askeri komutanlığa bağlı yabancı silahlı grupların karıştığı belirtildi.
Görgü tanığı ifadeleri, cesetlerin gömülmesinin engellenmesi, evlere el konulması ve sivillerin alenen aşağılanması gibi vakaların belgelendiğini gösteriyor. Bu eylemlerin, belirli gruplara mezhepçi saiklerle zarar verme yönünde açık bir niyet taşıdığı ifade ediliyor.
Rapora göre, bazı dini merciilerden yayılan nefret söylemi ve cihat çağrıları ile bazı medya kuruluşlarının Alevi toplumuna karşı yürüttüğü yayınlar, mezhepçi kışkırtmayı tırmandırarak toplumsal ayrışmayı derinleştirmede temel bir faktör oldu.
HTŞ yönetiminin politikaları: Ayrımcılık ve etnik temizlik
8 Aralık’ta ülkede kontrolü ele alan Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki yeni yönetim, “düşman yaratma” politikasını dini ve mezhepçi temelde benimsedi. Rapor, yeni yönetimin, eski hükümete mensup olduğu düşünülen şahıslara yönelik “kan temizliği” adı altında keyfi işten çıkarmalar ve tutuklamalar başlattığını, özellikle Alevi memurların hedef alındığını belirtiyor. Kamu sektöründeki çalışanların yüzde 28’inden fazlasının işten çıkarıldığı, bu sayının ilgili bakanlıklar tarafından da doğrulandığı aktarılıyor.
Yeni yönetim, eski güvenlik ve ordu mensuplarını da hedef aldı. Rapor, yaklaşık 13 bin eski asker ve subayın tutuklandığına dair kesinleşmiş bilgiler olduğunu, bunların akıbetinin bilinmediğini belirtiyor. Irak ve Lübnan’a kaçan eski askerlerin de yeni yönetime teslim edildiği ve akıbetlerinin belirsiz olduğu ifade ediliyor.
Sahil bölgelerinde vahşetin boyutları
Rapor, 7 Mart’tan tarihinden itibaren Suriye sahilinde yaşanan katliamları detaylandırıyor. Ceble civarındaki el-Daliye köyünde başlayan olaylar, güvenlik güçlerinin bir genci alıkoyma girişimi sırasında halkın direnmesiyle çatışmaya dönüştü. Çatışmaların ardından güvenlik güçleri ve onlara bağlı gruplar, el-Daliye ve çevresindeki köylere rastgele topçu ateşi açtı.
El-Muhtariye köyünde 7 Mart’ta yaşanan katliamda, aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu 128’den fazla sivilin öldürüldüğü belgelendi. Görgü tanığı ifadeleri ve videolar, yaralıların sürünmeye zorlandığını, hayvan sesleri çıkarmaya mecbur bırakıldığını ve ardından infaz edildiğini gösteriyor. Cesetlerin günlerce sokaklarda kaldığı, ailelerin cenazeleri gömmesinin engellendiği belirtiliyor.
El-Şeer köyünde yaşananlarda ise sivillerin demir zincirler ve çivili sopalarla işkence gördüğü, aşağılandığı ve soğukkanlılıkla öldürüldüğü aktarılıyor. Bu köyde 65 sivilin hayatını kaybettiği, evlerin yakıldığı ve yağmalandığı ifade ediliyor.
Barabişbo köyünde yine 7 Mart’ta yaşanan saldırıda 44 sivilin öldürüldüğü, evlerin ve mülklerin yakılıp yıkıldığı, tarım arazilerinin yağmalandığı belirtiliyor. El-Şalfatiye köyünde 37 sivilin öldürüldüğü, evlerin ve iş yerlerinin yağmalandığı, el-Datur mahallesinde ise 65 sivilin öldürüldüğü, 13 kişinin gözaltına kaybedildiği ve cesetlerin günlerce sokaklarda kaldığı rapor ediliyor.
El-Kardaha civarındaki köylerde (Kubbu el-Avamiye, Ayn el-Arus, Beni İsa) ve Banyas civarındaki köylerde (Barmaya, Askalebe, el-Hattaniye, Fneytek, el-Meydan, Hammam Vasıl) da benzer katliamlar yaşandığı, evlerin yakıldığı, mülklerin yağmalandığı ve sivillerin hedef alındığı rapor ediliyor. El-Rasafa köyünde 7 Mart’ta yaşanan saldırıda 33 sivilin öldürüldüğü, evlerin ve iş yerlerinin yağmalandığı, hayvanların çalındığı belirtiliyor.
Raporun hukuki analiz bölümünde, Suriye sahilinde yaşanan katliamların ve sistematik Alevi sivillerin hedef alınmasının, 1948 Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde tanımlanan soykırım ve insanlığa karşı suçlar kapsamına girebileceği ifade ediliyor. Bu eylemlerin sadece doğrudan cinayetleri değil, aynı zamanda Alevi toplumunun kültürel ve dini kimliğini silmeye yönelik sistematik uygulamaları da içerdiği vurgulanıyor.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Suriye üzerinde doğrudan yargı yetkisi olmasa da, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin konuyu UCM’ye sevk etmesi durumunda yargılama yapılabileceği hatırlatılıyor. Ayrıca, bazı Avrupa ülkelerinde uygulanan evrensel yargı yetkisi ilkesi kapsamında, bu suçları işleyenlerin kendi toprakları dışında da yargılanabileceği belirtiliyor.
Kimler sorumlu?
Rapor, katliamlarda ve ihlallerde rol oynayan başlıca yerli ve yabancı aktörleri belirliyor. Yerli sorumlular arasında, Esad hükümetinin düşmesinin ardından askeri operasyonları yöneten ve daha sonra sahil bölgelerine yayılan Ortak Askeri Operasyonlar Odası’nın üst düzey komutanları yer alıyor.
Bunların başında HTŞ lideri Ahmed eş-Şaraa (Ebu Muhammed el-Colani) geliyor. Ayrıca, Suriye Milli Ordusu (SMO) bünyesindeki Hamza Tümeni (Seyfeddin Polat liderliğinde) ve Sultan Süleyman Şah Tümeni (Muhammed el-Casim liderliğinde) gibi gruplar ile yeni yönetime bağlı sivil ve askeri unsurlar da sorumlu tutuluyor.
Yabancı militanlar da katliamlarda aktif rol aldı. Raporda, Afgan, Çeçen, Özbek, Uygur, Türk, Faslı, Azerbaycanlı, Arnavut, Pakistanlı ve çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen militanların bu ihlallere karıştığı belirtiliyor.
Yeni yönetimin, katliamların ardından bir soruşturma komitesi kurduğu, ancak bu komitenin bağımsızlık, şeffaflık ve uzmanlık açısından yetersiz olduğu, mağdur temsilcilerini içermediği ve yetkilerinin sınırlı olduğu eleştirisi getiriliyor. Uluslararası toplumun ve ilgili ülkelerin (özellikle Astana sürecinin garantörleri Rusya ve Türkiye) bu vahşet karşısındaki sessizliği veya yetersiz tepkisi de raporda eleştirilen bir diğer nokta.
Katliamlardan kaçanlar Lübnan’a sığındı
Katliamlar, bölgede büyük bir insani krize yol açtı. Rapor, binlerce Alevi sivilin evlerini terk ederek Lübnan’a sığındığını, burada zorlu koşullarda yaşadıklarını belirtiyor. Lübnan’daki sivil ve insan hakları örgütlerinin verilerine göre, Lübnan’da kayıtlı Suriyeli mülteci sayısı 31 bin civarında, kayıt dışı olanlarla birlikte bu sayının daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Humeymim’deki Rus üssüne sığınan yaklaşık 10 bin sivilin de evlerine güvenli dönüşlerinin sağlanması gerektiği vurgulanıyor.
Rapor, kadınların kaçırılması ve cinsel saldırı vakalarına da dikkat çekiyor. Bu eylemlerin, IŞİD ve Nusra Cephesi gibi Selefi cihatçı grupların ideolojileriyle bağlantılı olduğu, kadınların “ganimet” olarak görüldüğü belirtiliyor. Kaçırılan kadınların bir kısmının fidye karşılığı serbest bırakıldığı, ancak bazılarının akıbetinin hala bilinmediği ifade ediliyor.
Çocukların da kaçırıldığı ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi psikolojik sorunlar yaşadığı, yetersiz beslenme ve sağlık hizmetlerine erişimde zorluk çektikleri belirtiliyor.
Adalet çağrısı
Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi, raporunda bir dizi acil çağrıda bulunuyor:
— Sistematik ihlallerden sorumlu tüm kişilerin, eski veya yeni rejimden olsun, hesap vermesi için yürütme organından tamamen bağımsız, üst düzey bir geçiş dönemi adaleti organı kurulması.
— Suriye halkının mezhepsel, etnik veya siyasi kökenine bakılmaksızın tam korunmasının sağlanması.
— Suriye sahilinde, Humus ve Hama kırsalında işlenen insanlığa karşı suçları soruşturmak için bağımsız bir uluslararası soruşturma komitesi kurulması.
— Soykırım veya mezhepçi etnik temizliği kışkırtan veya bu eylemlere karışan kişi ve kuruluşlara karşı sert uluslararası yaptırımlar uygulanması.
— Mağdurlara ve ailelerine adil tazminat ödenmesi ve yerinden edilenlerin evlerine güvenli ve gönüllü dönüş hakkının sağlanması.
— Uluslararası ve insani yardım kuruluşlarının Lübnan’daki Suriyelilere karşı sorumluluklarını yerine getirmesi.
— Azınlıklara, özellikle Alevilere yönelik katliamların tekrarlanmasını önlemek için Suriye topraklarının tamamında kalıcı uluslararası izleme komiteleri oluşturulması.
— Suriye sahil bölgelerinin insani afet bölgesi ilan edilmesi ve Birleşmiş Milletler’in acil ve sürdürülebilir müdahalesinin sağlanması.
— Bağımsız medya ve insan hakları örgütlerinin etkilenen bölgelere girerek suçları belgelemesine ve durumu tarafsız bir şekilde aktarmasına izin verilmesi.
Rapor, uluslararası toplumun bu ağır ihlaller karşısındaki sessizliğinin cezasızlık ortamını pekiştirdiğini ve Suriye’de barış ve adaletin geleceğini tehlikeye attığını vurguluyor.
Bu tavsiyelerin acilen uygulanmasının sadece hukuki bir zorunluluk değil, aynı zamanda bu tür suçların gelecekte tekrarlanmasını önlemek ve hukukun üstünlüğüne dayalı, eşit vatandaşlığa sahip bir devlet inşa etmek için ahlaki bir yükümlülük olduğu belirtiliyor.
16 Şubat 2025’te kurulan Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, Suriye içinden ve dışından 13 insan hakları ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla oluşturulmuş olup yaklaşık 60 insan hakları aktivistini bünyesinde barındırıyor.
Ortadoğu
BMGK’nin Gazze kararı 5. kez ABD tarafından veto edildi

BMGK’nin Gazze kararı ABD tarafından beşinci kez veto edildi. Hamas, ABD’nin veto yetkisini kullanmasının, İsrail’in Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) Gazze’de ateşkes sağlanması için sunulan karar tasarısı ABD tarafından Hamas’ı kınamadığı gerekçesiyle veto edildi.
Bu veto, ABD’nin Donald Trump döneminde BMGK’da kullandığı ilk veto olurken, Ekim 2023’te başlayan Gazze savaşına ilişkin ABD’nin veto ettiği beşinci tasarı oldu.
BMGK, daha önceki ateşkes girişimlerinde de benzer şekilde karar alamamıştı.
BMGK, kurulun geçici 10 üyesi (E10) tarafından imzalanan ve grup koordinatörü Slovenya tarafından dün sunulan Gazze tasarısını görüşmek üzere toplandı.
İnsani durum gerekçe gösterilerek sunulan ateşkesle ilgili karar tasarısına, söz konusu toplantıda yapılan oylamada ABD veto hakkını kullandı.
İsrail’in saldırılarının devam ettiği Gazze’deki sivillere acil müdahaleyi öneren tasarı, az önce sona eren oylamada 14 evet oyuna karşın veto hakkı bulunan daimi üye ABD tarafından reddedildi.
ABD Temsilcisi Dorothy Shea, veto kararına gerekçe olarak, “Bu karara karşı çıkmamız sürpriz olmamalı. İçerdiği, içermediği ve ileri sürülme biçimi için kabul edilemez” ifadelerini kullandı. Shea, “ABD, Hamas’ı kınamayan hiçbir önlemi desteklemeyeceğini açıkça belirtti” diye ekledi.
“14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor”
E10 grubu adına ABD’nin veto kararını değerlendiren Slovenya’nın BM Daimi Temsilcisi Samuel Zbogar, “Karar kabul edilmedi. Ancak 14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor.” dedi.
ABD’nin bir veto oyuyla, Konsey’in harekete geçmesinin engellendiğini vurgulayan Zbogar, “Uluslararası toplumu 80 yıldır yönlendiren kurallardan vazgeçmek ile veto hakkı arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığımızda insanlığı seçtik.” şeklinde konuştu.
Zbogar, BMGK içindeki farklı duruşların farkında olduklarını, bu nedenle taslak kararda sadece insani duruma odaklandıklarını belirterek,”Konsey’in engelsiz insani erişim ve açlıktan ölen sivillere yiyecek ulaştırılması için bu acil talep etrafında birleşmesi gerektiğini düşündük.” diye ekledi.
Slovenya Temsilcisi, sivilleri aç bırakmanın, onlara “muazzam” acılar çektirmenin “insanlık dışı ve uluslararası hukuka aykırı” olduğunu vurguladığı konuşmasında, “Hiçbir savaş hedefi böyle bir eylemi haklı çıkaramaz. Bunun ortak anlayışımız olduğunu umduk ve bekledik” sözlerini kaydetti.
Hamas: ABD insanlığa karşı suçları destekliyor
Hamas, BMGK’nin Gazze kararına ABD vetosunun, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.
Hamas’tan yapılan yazılı açıklamada, Gazze’de ateşkes için BMGK’ya sunulan karar tasarısının, ABD’nin tek oyuyla veto edilmesinin kınandığı belirtildi.
Açıklamada, “ABD’nin vetosu, Washington’un faşist işgal hükümetine karşı körü körüne taraflılığını temsil ediyor ve Gazze Şeridi’nde insanlığa karşı işlediği suçları desteklediğini teyit ediyor” denildi.
Washington’ın uluslararası hukuku hiçe saydığına değinilen açıklamada, bunun Filistin kanının dökülmesini durdurmaya yönelik her türlü uluslararası çabayı tamamen reddettiğini yansıtan küstah bir tutum olduğu vurgulandı.
Açıklamada, “ABD’nin tutumu, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından aranan savaş suçlusu İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Gazze Şeridi’nde çocuklar, kadınlar ve yaşlılar dahil olmak üzere masum sivillere karşı vahşi soykırım savaşını sürdürmesi için yeşil ışık anlamına geliyor ve İsrail’in işlemeyi sürdürdüğü suça tam ortak olduğunu ortaya koyuyor” değerlendirilmesinde bulunuldu.
Hamas, açıklamasında şunları kaydetti: “BMGK’nin 20 aydır devam eden savaşı durdurmadaki başarısızlığı, kuşatmayı kıramaması veya gıda yardımı girdirememesi, uluslararası toplum kurumlarının rolü ve İsrail’in hiçbir hesap vermeden veya ona yönelik fiili bir eylemde bulunulmadan her gün ihlal etmeyi sürdürdüğü uluslararası yasa ve sözleşmelerin etkinliği konusunda temel soruları gündeme getirdi.”
Açıklamada, uluslararası topluma bu ahlaki ve siyasi çöküşe karşı acilen harekete geçilmesi, soykırım savaşının derhal durdurulması ve İsrail liderlerinin Filistin halkına karşı işledikleri suçlar nedeniyle hesap vermeleri için baskı yapılması çağrısında bulunuldu.
Tasarı BMGK’nın geçici 10 üyesi tarafından sunulmuştu
Gazze’ye acil müdahaleyi öneren tasarı dün BMGK’nın geçici 10 üye ülkesi (E10) tarafından BMGK başkanlığına sunulmuş ve bugün için oylama talep edilmişti.
Tasarıda, mart ayında İsrail’in saldırılarını tekrar başlatmasıyla Gazze’deki sivil halkın durumunun daha da kötüleştiğine dikkat çekilmişti.
E10 grubu, kıtlık riski de dahil, Gazze’deki durumla ilgili “ciddi endişelerini” dile getiren ve tüm tarafların uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uymaları gerektiğini yeniden teyit eden özlü bir taslak karar hazırladıklarını belirtmişti.
Tasarıya imza atan ülkeler arasında, E10 koordinatörü olan Slovenya başta olmak üzere Cezayir, Danimarka, Yunanistan, Guyana, Panama, Pakistan, Güney Kore, Sierra Leone ve Somali bulunuyor.
Ortadoğu
İsrail hükümetinde Haredi krizi: Meclisin feshi için harekete geçildi

Tartışmalı askerlik muafliyeti yasası nedeniyle İsrail hükümetinde Haredi krizi derinleşiyor. Haredilerin dini liderleri, Tevrat eğitimi alan yeshiva öğrencilerini askerlikten muaf tutacak yasanın Meclis’ten hâlâ geçirilmemesi üzerine, Birleşik Tevrat Yahudiliği yetkililerine hükümetten çekilmeleri yönünde talimat verdi. Bu gelişme üzerine muhalefet partileri, İsrail Meclisi’nin feshi için yasa tasarısı sunacaklarını duyurdu.
Times of Israel’in İbranice yayın yapan medya organlarına dayandırdığı habere göre, Birleşik Tevrat Yahudiliği -UTJ içindeki üst düzey yetkililer, Meclis Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanı Yuli Edelstein ile yapılan son geceki toplantının başarısızlıkla sonuçlandığını söyledi. Degel HaTorah Partisi lideri Milletvekili Moshe Gafni’nin, partisinin ruhani liderlerinden hükümetten çekilmesi ve meclisin feshi için çalışması yönünde talimat aldığı duyurdu.
“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı
Degel HaTorah, UTJ’yi oluşturan iki ana partiden biri. Diğer parti ise UTJ’nin de liderliğini üstlenen Yitzchak Goldknopf’un temsil ettiği Agudat Yisrael Partisi. Agudat Yisrael’in halihazırda Meclis’in feshi ve erken seçim sürecini başlatacak yasa teklifini ilerletmek için çalıştığı iddia ediliyor.
Degel HaTorah’ın dini liderlerinden ve Bnei Brak’taki Slabodka Yeshiva’nın başkanı Haham Moshe Hirsch adına yapılan açıklamada şöyle denildi: “Dün gece milletvekilleri, Edelstein ile yapılan görüşmenin detaylarını Haham Hirsch’e aktardıktan sonra, askerlik meselesinde hiçbir ilerleme sağlanamadığı netleşti. Bu nedenle, yeshiva başkanı yakın zamanda koalisyondan çekilme talimatı verecek.”
Haredi krizi muhalefeti harekete geçirdi
Bu gelişmelere karşılık olarak, muhalefetteki Gelecek Var (Yesh Atid), İsrail Evimiz (Yisrael Beytenu) ve Demokratlar partileri, gelecek çarşamba günü Meclis’in feshine yönelik bir yasa tasarısı sunacaklarını açıkladı. Bu adım, Başbakan Binyamin Netanyahu’ya sorunu çözmesi için bir hafta süre tanınması anlamına geliyor. Ayrıca, teklifin Meclis’te oylamaya sunulması için geçecek süreç de dikkate alınacak.
Askerlik muafiyeti krizi Netanyahu hükümetini düşürebilir mi?
Şas ve UTJ, Meclis’teki iki Haredi partisi olarak, tartışmalı askerlik muafiyeti yasa tasarısının bu yıl 2 Haziran’da sona eren Şavuot Bayramı’na kadar geçirilmesini talep etmişti. Aksi takdirde hükümetin geleceğinin riske gireceği uyarısında bulunmuşlardı.
Ancak yedi milletvekilliği bulunan UTJ, tek başına hükümeti düşürebilecek güce sahip değil. Bu yönde atılacak herhangi bir adımın, koalisyon ortağı Şas’ın da desteğini alması gerekiyor. Netanyahu’nun mevcut koalisyonu, 120 sandalyeli Meclis’te 68 koltukla çoğunluğu elinde bulunduruyor.
Şas Partisi, gelişmelere ilişkin şu ana kadar kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı.
Aşırı Ortodoks olarak bilinen Harediler daha önce verdikleri birçok ültimatomdan geri adım atmıştı. Ancak son gelişmeler, özellikle İsrail ordusunun genç ultra-Ortodoks erkeklere yönelik celp sayısını artırma planları, Netanyahu ile Haredi partiler arasındaki ilişkinin kopma noktasına geldiğini gösteriyor.
Diplomasi
Hamaney’den Trump’a nükleer anlaşma resti

Tahran’ın kendi topraklarında uranyum zenginleştirmekten vazgeçmeyeceğini vurgulayan Hamaney’den Trump’a nükleer anlaşma resti geldi: “ABD’nin son teklifi doktrinimize ve pozisyonlarımıza yüzde 100 aykırı.”
İran’ın dini lideri Ali Hamaney İran devriminin kurucusu Ruhullah Humeyni’nin ölümünün 36. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törende, ABD ile nükleer müzakere süreci, bölgesel ve uluslararası konular hakkında değerlendirmelerde bulundu.
ABD’nin, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin tamamen durdurulmasını içeren nükleer anlaşma teklifini, “ulusal bağımsızlığa” yönelik bir tehdit olarak nitelendiren Hamaney, “Nükleer meselede ABD’nin sunduğu plan, ‘biz yapabiliriz’ anlayışına yüzde yüz karşıdır. Ulusal bağımsızlık demek, bir ülkenin ABD ve benzeri ülkelerden gelecek yeşil ya da kırmızı ışığı beklememesi demektir” ifadesini kullandı.
Reuters: İran ABD’nin nükleer teklifini reddetmeye hazırlanıyor
Ülkesi için “nükleer endüstrinin” önemine değinen Hamaney, konuşmasına şöyle devam etti: “İran, büyük çabalar sonucunda nükleer yakıt çevrimini tamamlamayı başardı. Nükleer endüstri sadece enerji amaçlı değildir. Nükleer endüstri bir ana endüstridir. Nükleer endüstriden çok sayıda bilimsel alan etkilenmektedir. Uranyum zenginleştirme nükleer meselenin anahtarıdır. Amerikalıların temel söylemi, nükleer teknolojiye sahip olmamamızdır. Radyofarmasötiklerde (nükleer teknolojiyle üretilen ilaç) ve diğer nükleer tabanlı bilimlerde ‘bize ihtiyaç duyun’ diyorlar. ABD’nin kaba ve kibirli liderleri bunu istiyor. ABD’nin saçmalıklarına cevabımız açıktır. Bu konuda hiçbir halt yapamazlar.”
Hamaney’in gözetimindeki “nükleer müzakere komitesi”nin ABD’nin teklifi ile ilgili “tamamen tek taraflı” ve “Tahran’ın çıkarlarına aykırı” değerlendirmesinde bulunduğu iddia edilmişti.
İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırıma dair de konuşan Hamaney, “Bugünkü İslam ülkelerinin Filistin meselesiyle ilgili yapabileceği çok şey var. Bugün tarafsızlık zamanı veya sessiz kalma günü değil. Siyonist rejime herhangi bir şekilde destek veren alnında ebedi bir utanç kalacağından emin olabilir” dedi.
Hamaney, ABD’nin de İsrail’e verdiği destek nedeniyle Gazze’de işlenen suçların ortağı olduğunu ve Amerikan güçlerinin bölgeden çıkarılması gerektiğini söyledi.
Irakçi: Zenginleştirme kırmızı çizgimiz
İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi da dün Beyrut’u ziyaretinde, ABD’nin Umman üzerinden ilettiği taslakta “çok sayıda belirsizlik ve soru işareti” olduğunu belirterek “İran topraklarında uranyum zenginleştirmeye devam etmek bizim kırmızı çizgimiz” çıkışı yapmıştı. İran Dışişleri Bakanı’nın, “Ancak bu zenginleştirmenin nükleer silah üretimine yol açmamasını sağlamak için adımlar atmaya hazırız” demesi dikkat çekmişti. Irakçi Amerikan teklifine önümüzdeki günlerde yanıt vereceklerini de eklemişti.
Konsorsiyum yeniden mi gündemde?
ABD merkezli haber sitesi Axios’a konuşan İranlı bir yetkili ise Tahran’ın, kendi topraklarında olduğu sürece uranyum zenginleştirmenin bölge ülkelerinden oluşacak bir konsorsiyum ile uranyum zenginleştirmeyi kabul edebileceğini söyledi. Haberde, konsorsiyum önerisinin Amerikan teklifinde de yer aldığı iddia edildi. İranlı üst düzey yetkili ise Axios’a demecinde “İran toprakları” şartını yineledi: “Konsorsiyum İran sınırları içinde faaliyet gösterecekse bu, dikkate alınmayı hak edebilir. Ancak ülke sınırları dışında konuşlandırılırsa, kesinlikle başarısızlığa mahkum olacak.”
İlk başkanlık döneminde İran’la 2015 tarihli nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilen, Beyaz Saray’a döndükten sonra Tahran’a yaptırım öngören “azami baskı” politikasını yeniden yürürlüğe koymuştu. Trump, bu baskı ve askeri tehditler eşliğinde İran liderliğine bir mektup göndererek müzakere teklifinde bulunmuştu.
-
Dünya Basını2 hafta önce
Çin’de üretilen güneş panelleri ve bataryalar neden bu kadar ucuz?
-
Diplomasi2 hafta önce
Lavrov’un ziyareti ve Ermenistan’da son durum: Denge mi, savrulma mı?
-
Görüş2 hafta önce
Rusya ile müzakerelerde aklıselimin galip gelme ihtimali
-
Söyleşi2 hafta önce
Eski AP Türkiye Raportörü Kati Piri Harici’ye konuştu: AB’nin tutarlı bir Türkiye stratejisi yok
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Tantura katliamı: İsrail’in örtbas ettiği savaş suçu
-
Avrupa5 gün önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1