Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi: Sahil bölgesinde soykırım işlendi

Yayınlanma

Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, yayımladığı ön raporda, geçici hükümetin göreve başlamasının ardından HTŞ ve müttefiki silahlı grupların Suriye sahil bölgesinde, özellikle Alevilere yönelik soykırım boyutuna varan katliamlar işlediğini bildirdi. Raporda, binlerce kişinin öldürüldüğü, on binlercesinin keyfi olarak gözaltına alındığı veya zorla kaybedildiği belirtilirken, BM’ye acil müdahale çağrısı yapıldı.

Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, 23 Mart 2025 tarihli ön raporunda, Suriye’de kurulan yeni yönetim ve ona bağlı silahlı grupların sahil bölgesinde soykırım işlediğini bildirdi.

Rapor, geçici cumhurbaşkanı Ebu Muhammed el-Colani’nin (şimdiki adıyla Ahmed eş-Şaraa) “rejim kalıntılarının peşine düşme” iddiasıyla genel seferberlik ilan etmesi ve camilerden yapılan “cihat” çağrıları sonrası, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) öncülüğündeki grupların ağırlıklı olarak Alevilerin yaşadığı köy ve mahallelere baskınlar düzenlediğini belirtiyor.

16 Şubat 2025’te kurulan Suriye İnsan Hakları ve İnsani Yardım Takip Komitesi, Suriye içinden ve dışından 13 insan hakları STK’sı ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla oluşturuldu ve yaklaşık 60 insan hakları aktivistini içeriyor.

Komite tarafından hazırlanan “Nefret Eken, Toplu Katliam Biçer: Suriye Sahilinde Soykırım—Ön Rapor” başlıklı belgeye göre, olayların ilk üç gününde belgelenen 25 katliam yaşandı.

Raporda, çoğu genç olmak üzere yaşlı, çocuk ve kadınların da bulunduğu 2 bin 246 Alevi kurbanın isminin doğrulandığı ifade edildi.

Ayrıca, kurbanlarla dayanışma gösterdikleri veya sivilleri saklamaya çalıştıkları için diğer mezheplerden 42 kişinin de öldürüldüğü belgelendi. Komite, 811 video kaydının da bu olayları belgelediğini aktardı.

Raporda, bölgenin zaten yüzde 97’yi aşan yoksulluk oranıyla benzeri görülmemiş insani felaketin eşiğinde olduğu vurgulandı.

Buna ek olarak, 10 binden fazla belgelenmiş yasa dışı gözaltı ve zorla kaybetme vakası, çeşitli devlet sektörlerinden (askeri ve sivil) çalışanların ve özellikle sağlık ve eğitim sektörlerinden 2 bin 14 kişinin işten çıkarılması gibi ihlallerin yaşandığı kaydedildi.

Özel mülklere el konulması, nefret söylemi ve mezhepçi kışkırtmanın yayılması ile korku ve terörün tırmanmasının sahil bölgesini vurduğu ifade edildi.

Rapor, HTŞ’nin (eski adıyla Nusra Cephesi) kuruluşundan itibaren taşıdığı radikal ideolojiye işaret ediyor.

Ebu Musab es-Suri’nin “Bilad’uş Şam Sünnileri Nusayriler, Haçlılar ve Yahudilerle Yüzleşiyor” gibi kitapların cihatçı okullarda öğretildiği, Ömer Abdülhekim’in “Müslüman kelimesinin yanına ‘demokratik’ kelimesini koymak, bir şarap şişesinin üzerine ‘helal’ kelimesini koymak gibidir,” şeklindeki ifadelerinin tekrarlandığı belirtiliyor.

Mısır kökenli Ebu Abdullah el-Muhacir’in (Abdurrahman el-Ali) “Cihad Fıkhında Meseleler” adlı kitabında yer alan ve savaş sırasında hayvanların öldürülmesinin caiz olduğu, “kafir askerlerin diri veya ölü olarak başlarının kesilmesinin meşruiyeti” gibi fetvalara atıfta bulunuluyor.

Komite, HTŞ’nin bu nefret söylemini eğitim müfredatlarında ve kontrolündeki camilerde sürdürdüğüne, Şam’da iktidarı ele geçirdikten sonra da aynı yaklaşımı devam ettirdiğine işaret ediyor.

Rapora göre, mezhepçi saldırılar ve şiddet, kitlesel işten çıkarmalarla tırmandı; yeni otorite ve bağlı milislerin saldırıları ile intikam cinayetleri günlük yaşamın bir parçası haline geldi.

Bu eylemlerin, eski rejimin liderinin biyolojik olarak ait olduğu gruba mensup olma gibi “asılsız bahanelerle” meşrulaştırılmaya çalışıldığı vurgulandı.

Keyfi gözaltılar

Öte yandan raporda, HTŞ’nin askeri ve güvenlik kurumlarından belirsiz sayıda kişiyi ve önceki hükümetle işbirliği yapmakla suçlanan çok sayıda kişiyi gözaltına aldığı belirtiliyor.

İktidarı devraldığı ilk hafta 354 kişinin gözaltına alındığı kaydedilirken, daha sonra silahlarını teslim edip yeni orduya katılmaları istenen asker ve güvenlik görevlilerinden 8 bin 276 kişinin tutuklandığı belgelendi.

Bu tutuklamalarının çoğunun mezhepçi saiklerle yapıldığı ve tutukluların dış dünyayla temas kurmalarına izin verilmediği kaydedildi.

Ayrıca, Irak ve Lübnan’a sığınan ve yeni yönetimin güvenceleri üzerine Suriye’ye dönen asker ve güvenlik personelinin çoğunun dönüşlerinde tutuklandığı belirtiliyor.

Komite, bu şekilde dönen 3 bin 24 kişinin akıbetinin bilinmediğini ve Irak ile Lübnan hükümetlerine bu iadelerin koşullarını açıklama çağrısı yapıyor.

Humus şehrinde 600’den fazla kişinin zorla kaybedildiğine dair teyit edilmiş bilgiler olduğu, ancak korku nedeniyle isimlerin açıklanamadığı ifade ediliyor.

Rapor, soykırım sonucuna vardı

Komite, Suriye’nin 1951’de onayladığı Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak, sahil bölgesindeki Alevi nüfusa yönelik eylemlerin (cinayet, ciddi bedensel veya zihinsel zarar verme, yaşam koşullarını kasten yok etme vb.) soykırım tanımına uyduğunu belirtiyor.

Rapor, bu suçların sorumluluğunu doğrudan geçici hükümet yetkililerine yüklüyor.

Suriye Genelkurmay Başkanı Ali Nureddin el-Naasan (HTŞ ve Nusra liderliğinden), Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra (HTŞ askeri ve güvenlik liderliğinden) ve Genel İstihbarat Direktörü Enes Hasan Hattab’ın (HTŞ güvenlik liderliğinden) “komployu bastırmak” amacıyla sahil bölgesine genel seferberlik ve konuşlandırma emirleri verdiği anımsatılıyor.

Emirlerin verildiği askeri gruplar arasında HTŞ’nin yanı sıra şu Suriyeli gruplar sıralanıyor: Amşe Tümeni, Hamzat Tümeni, Ahrar eş-Şarkiyye, Muntasır Billah Tümeni, Muhammed el-Fetih Tümeni, Sultan Murad Tümeni.

Ayrıca Suriyeli olmayan şu grupların da seferber edildiği belirtiliyor: İran’daki Sünni Muhacirin Hareketi (İran), Kafkas Tugayı (Rusya Federasyonu), Özbek Tugayı (Özbekistan), Türkistan İslam Partisi (Çin), Fas Taburu (Fas), Tacik Grubu (Tacikistan), Arnavut Grubu (Arnavutluk), Guraba Tugayı (çeşitli uyruklar), Beluç Grubu (Pakistan), Utbe bin Ferkad Azerbaycan Grubu (Azerbaycan), Ebu Yakub el-Türki Tugayı (Türkiye) ve Uygur Tugayı.

Komiteden çağrı

Komite, raporun sonunda Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi’ne acil çağrıda bulunarak şu adımların atılmasını talep ediyor:

— Suriye sahili ile Humus ve Hama kırsal bölgelerinin insani felaket bölgesi ilan edilmesi.

— BM’nin bu bölgelerde sürekli ve büyük ölçekli insani müdahale başlatması.

— BM müdahalesinin koruma tedbirleri, yeniden inşa, rehabilitasyon ve uzun vadeli destek programlarını içermesi.

— Etkilenen bölgelerdeki yerel dernekler ve sivil toplumla koordinasyon sağlanarak kaynakların birleştirilmesi.

— Etkilenen köy ve bölgelerde güvenilir yerel figürlerden oluşan mahalle komiteleri kurulması.

— Tüm ihlalleri araştırmak üzere bağımsız uluslararası soruşturma komitesi görevlendirilmesi.

— Daha fazla ihlali önlemek ve kan dökülmesini durdurmak için uluslararası izleme komiteleri gönderilmesi.

Komite, raporun eklerinde yüzlerce sayfalık belge, film ve yeminli ifadenin bulunduğunu ve bunların bağımsız BM soruşturma komisyonlarının talebi üzerine sunulabileceğini de ekliyor.

Ortadoğu

Ahmed Şara’nın Irak’a daveti ülkeyi karıştırdı

Yayınlanma

Ahmed Şara

Geçmişte El Kaide saflarında savaşmış olan Suriye’nin yeni lideri Ahmed Şara’nın Irak’a daveti tepki çekti. Şii siyasetçiler daveti “şehitlerin kanına ihanet” olarak değerlendiriyor.

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin, Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’yı gelecek ay Bağdat’ta düzenlenecek Arap Birliği Zirvesi’ne davet etmesi, ülkede sert tepkilere yol açtı. Tepkinin temelinde Şara’nın geçmişte Irak’ta El Kaide saflarında savaşmış olması yatıyor.

Sudani, çarşamba günü düzenlenen Süleymani Forumu’nda yaptığı açıklamada, Şara’ya resmi davet gönderildiğini açıkladı. The National Genel Yayın Yönetmeni Mina el-Uraybi’nin sorusu üzerine Sudani, “Evet, kendisine resmi davet gönderildi ve zirveye katılması memnuniyetle karşılanır” dedi.

17 Mayıs’ta düzenlenecek olan Arap Birliği Zirvesi, Irak’ın 2012’den bu yana ev sahipliği yaptığı ilk zirve olacak. Zirve, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü saldırıların ve İran-ABD arasında yürütülen nükleer görüşmelerin gölgesinde yapılacak.

Şii nüfusa yönelik sistematik saldırılar

Ahmed Şara, 2003’teki ABD işgalinden sonra Irak’a Suriye üzerinden gelen binlerce yabancı savaşçıdan biriydi. 2005’te ABD kuvvetleri tarafından tutuklandı ve 2011’e kadar cezaevinde kaldı. Serbest kaldıktan sonra Suriye’ye dönen Şara, El Kaide bağlantılı bir grup kurarak Beşar Esad yönetimine karşı savaştı. 2016’da El Kaide ile bağlarını kopardığını iddia eden Şara, Heyet-i Tahrir Şam’ı (HTŞ) grubu kurdu ve geçen aralık ayında düzenlenen bir saldırısıyla Şam’da Esad yönetimini devirdi.

Pek çok Iraklının hafızasında, 2003’teki ABD işgalinin ardından başlayan ve Şara’nın da içinde yer aldığı örgütün sistematik saldırıları hala tazeliğini koruyor. Şara’nın o dönemde bağlı olduğu El Kaide’nin Irak kolu, özellikle Şii nüfusa yönelik çok sayıda saldırıyla anılıyor. Necef, Kerbela ve Sadr City gibi Şii yoğunluklu bölgelerde düzenlenen bombalı saldırılarda yüzlerce sivil yaşamını yitirmiş, 2006’da Samarra’daki Askeriyye Türbesi’ne yapılan saldırı mezhep çatışmasını derinleştirmişti. Bu geçmiş nedeniyle, Şara’nın Bağdat’a davet edilmesi Irak’taki Şii gruplar açısından ciddi bir hassasiyet yaratıyor.

Siyasetçiler ve gruplar tepkili

The National’da yer alan habere göre Şii Milletvekili Yusuf El Kilabi, Sudani’yi “geç olmadan kararını gözden geçirmeye” çağırarak, “Şehitlerin kanıyla yoğrulmuş Irak, terörist Colani’yi hoş karşılamayacaktır” dedi.

Bir başka Milletvekili Falih El Hazali de “Irak, Arap diyaloğunun merkezidir; Bağdat’ın terörist Colani için güvenli limana dönüşmesine izin vermeyeceğiz. Şehitlerin kanı henüz kurumadı” ifadelerini kullandı.

İran’ın liderliğindeki Direniş Ekseni’nin parçası olan Iraklı direniş örgütleri de Şara’nın ABD kuvvetlerince tutuklandığına dair resmî belgeleri ve El Kaide lideri Eymen El Zevahiri’ye bağlılık yemini ettiği videoları sosyal medyada paylaşmaya başladı. Zevahiri, 2022’de ABD’nin Kabil’e düzenlediği bir insansız hava aracı saldırısıyla öldürülmüştü.

Sosyal medyada da tepki var

Iraklı sosyal medya kullanıcıları da öfkelerini dile getirdi. X platformunda Sara Ali adlı kullanıcı, Şara’nın kanlı ellerle Irak bayrağı önünde gösterildiği bir görsel eşliğinde, “Iraklıların ve Alevilerin katili, sen burada hoş karşılanmıyorsun” mesajını paylaştı.

HTŞ bağlantılı güvenlik güçleri geçen ay Suriye’nin kıyı bölgesinde yüzlerce Alevi’yi katletmişti.

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Politico: Kesintilerle ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzu da zayıflıyor

Yayınlanma

Trump yönetiminin dış yardımları durdurması ve gümrük tarifeleri, ABD’den yardım alan ülkeleri zor duruma bırakırken uzmanlar bu durumun ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzu üzerine olumsuz etkileri olacağı görüşünde.

Trump ikinci başkanlık dönemine 40 milyar dolarlık dış yardımı askıya alarak başladı. Politico’nun haberine göre, ABD yardımlarının başlıca alıcılarından olan Ürdün, Mısır, İsrail ve Irak da bu karardan doğrudan etkilendi.

Habere göre Trump yönetiminin aldığı karar, yalnızca ekonomik programları değil, aynı zamanda sağlık, eğitim, içme suyu ve mülteci destek hizmetlerini de durma noktasına getirdi. Ürdün’ün ikinci büyük şehri Irbid’de inşaatı devam eden Safed Lisesi, yardım kesintilerinin ardından şantiye hâline geldi. Bir mühendis, “Bir günde işten çıkarıldık” diyerek yaşananların hızını özetledi.

USAID sözleşmelerinin %90’ı donduruldu

ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) 2023’te bölgeye yaklaşık 4 milyar dolar yardım sağladığına dikkat çekilen haberde bu yardımların önemli bir bölümünün Ürdün gibi ülkelerde sağlık sistemini ayakta tutmaya, mültecilere destek vermeye ve terörle mücadeleye odaklandığı ifade edildi. Ancak Trump’ın ikinci döneminin ilk ayında başlattığı 90 günlük durdurma ve sonrasında gelen bütçe kesintileri, bu yapıların çoğunu sekteye uğrattı.

Trump yönetimi USAID dış yardım sözleşmelerinin %90’ını keseceğini açıkladı

Politico’nun ulaştığı belgeye göre, USAID sözleşmelerinin %90’ı donduruldu. Aynı süreçte, Ürdün gibi ABD’ye ihracat yapan ülkeler ani gümrük tarifeleriyle karşılaştı. Ürdün’ün 2023’te ABD’ye yaptığı 3 milyar dolarlık ihracatın üzerine %20 vergi getirildi.

ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzu da etkileniyor

Uzmanlara göre, bu kesintiler sadece ekonomik etki yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda bölgedeki ABD etkisini ve güvenlik mimarisini de zayıflatıyor. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nden Kelly Petillo, “ABD, bu adımlarla Ürdün gibi kilit müttefikleri doğrudan istikrarsızlaştırıyor” değerlendirmesinde bulundu.

ABD’nin ardından bazı Avrupa ülkeleri de dış yardım bütçelerini azaltma yoluna gitti. İngiltere, yardım bütçesini son 25 yılın en düşük seviyesine indirirken; Fransa, aşırı sağın baskısıyla yardım harcamalarını %35 oranında kıstı. Almanya ve Hollanda da benzer adımlar attı.

Sağlık sistemleri çöküyor, klinikler kapanıyor

Kesintiler sahada doğrudan etkisini gösteriyor. Yardım kuruluşları, Ürdün, Suriye ve Irak’ta birçok sağlık merkezinin faaliyetlerini durdurduğunu, personel çıkarmalarının başladığını bildiriyor.

USAID nedir ve dünya çapındaki rolü ne?

Ürdün’de ücretsiz sağlık hizmeti veren bir kliniğin müdür yardımcısı Ebu El-Hayca, “On yıldır mülteci kadınlara ve kız çocuklarına söz verdiğimiz hizmetleri artık sunamıyoruz” dedi. El-Hayca’ya göre ABD’nin Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’na (UNFPA) yaptığı kesintiler, sağlık sistemini çökme noktasına getirdi.

Radikalleşme ve göç riski büyüyor

Habere göre ABD yardımları 2023 yılında Ürdün’ün GSYH’sinin yüzde 2’sinden fazlasını, Suriye’nin yaklaşık yüzde 4’ünü ve Yemen’in GSYH’sinin yaklaşık yüzde 4,3’ünü oluşturuyordu.

Washington merkezli USAID yetkilileri yardım kesintilerinin uzun vadeli etkileri konusunda uyarıda bulunuyor. İsmini vermek istemeyen bir USAID çalışanı, “Umut azaldığında, hastalıklar artar, çocuklar önlenebilir nedenlerle ölür, eğitim geriler. Bu koşullar, ideolojik radikalleşmeye açık bir ortam yaratır” diyor.

Danimarka Mülteci Konseyi Genel Sekreteri Charlotte Slente ise daha sert bir uyarıda bulunuyor: “Eşitsizliğin büyüdüğü bu ülkeler, silahlı gruplar için güvenli limanlara dönüşebilir. Bu, sadece bölge için değil, küresel güvenlik için de tehdit oluşturur.”

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

NYT: İsrail’in İran saldırısı ABD’deki çatlak nedeniyle rafa kalktı

Yayınlanma

NYT, Trump yönetiminin İsrail’in mayıs ayında İran’ın nükleer tesislerine düzenlemeyi planladığı saldırıya destek vermediğini yazdı. Trump’ın İsrail’in İran saldırısı için onay vermemesinin ardında Beyaz Saray’daki derin görüş ayrılıkları ve nükleer müzakere arayışının ağır basması var.

ABD merkezli New York Times gazetesi (NYT) İsrail’in mayıs ayında İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırı planladığını, ancak bu planın Trump yönetimindeki görüş ayrılıkları sonucunda rafa kaldırıldığını yazdı. Habere göre Trump, yönetimi içinde oluşan şüpheler ve diplomasi yanlısı eğilimler sonucunda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya destek vermeyi reddetti ve İran’la doğrudan müzakere yoluna gitti.

İran-ABD müzakereleri: Maskat görüşmesi ne anlama geliyor?

Yönetim içinde derin görüş ayrılıkları

Habere göre, Beyaz Saray’da askeri müdahaleyi savunan ve karşı çıkanlar arasında sert tartışmalar yaşandı. Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard, İran’a yönelik bir saldırının ABD’yi istemediği şekilde geniş bir çatışmaya sürükleyebileceği uyarısını yaparken; Beyaz Saray Genel Sekreteri Susie Wiles, Savunma Bakanı Pete Hegseth ve Başkan Yardımcısı JD Vance da operasyon planına şüpheyle yaklaştı.

İran’a karşı en sert söylemleriyle bilinen Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz dahi, İsrail’in planlarının, ABD’nin aktif askeri desteği olmadan başarıya ulaşamayacağı görüşüne katıldı. Trump’ın bazı üst düzey danışmanları, İran’dan gelen dolaylı müzakere sinyallerinin ardından diplomasiye bir şans verilmesi gerektiğini savundu.

Başkan Yardımcısı Vance, Trump’a “nükleer bir anlaşma yapmak için benzersiz bir fırsat doğduğunu” söyledi ve müzakerelerin başarısız olması halinde İsrail’e destek verilebileceğini öne sürdü.

Beyaz Saray’da “İran” çekişmesi

Komando baskını ve bombardıman planı

İsrail’in hazırladığı ilk plan, İran’ın yer altı nükleer tesislerine yönelik komandolarla yapılacak bir baskını ve ABD hava desteğiyle gerçekleştirilecek hava saldırılarını içeriyordu. Ancak ABD’li askeri yetkililer, bu planın bazı önemli nükleer tesisleri etkisiz hale getiremeyebileceğini ve operasyonun Ekim ayından önce hazır olamayacağını belirtti.

Netanyahu’nun zaman kaybetmek istememesi üzerine İsrail, ikinci bir plana yöneldi: Mayıs başında başlatılacak yoğun hava bombardımanı. Bu saldırının bir hafta süreceği ve öncelikle İran’ın hava savunma sistemlerinin devre dışı bırakılacağı, ardından nükleer tesislerin hedef alınacağı öne sürüldü.

ABD askeri hazırlık yaptı ama yeşil ışık vermedi

NYT’nin haberine göre, CENTCOM Komutanı General Michael Kurilla ve Güvenlik Danışmanı Waltz, Trump’ın onaylaması halinde ABD’nin İsrail’e nasıl destek verebileceğini görüştü. Bu çerçevede ABD, 15 Mart’tan itibaren Yemen’deki Husilere yönelik saldırıları gerekçe göstererek Ortadoğu’ya ikinci uçak gemisini (Carl Vinson) gönderdi, iki Patriot hava savunma sistemi ve THAAD bataryaları konuşlandırdı. Bu adımların, İsrail’e İran’a karşı potansiyel bir desteğin parçası olduğu iddia edildi.

Ancak yönetim içindeki şüpheciler ağır bastı. Trump, askeri destekten vazgeçerek diplomasiye yöneldi.

Habere göre, General Kurilla, ay başındaki İsrail ziyaretinde bu kararı açıkladı.

İsrail; ABD-İran müzakereleri çökerse saldırı seçeneği için bastırıyor

Trump, Netanyahu’ya desteği yüz yüze reddetti

Netanyahu ise 3 Nisan günü Trump’a telefon ederek konuyu görüşmek istedi. NYT’ye konuşan İsrailli yetkililere göre Trump, İran planlarını telefonda konuşmak istemediğini söyleyip İsrail Başbakanı’nı ABD’ye davet etti. Ziyaret kamuoyuna ticaret görüşmesi olarak sunulsa da asıl gündem İran’dı.

Trump, görüşmeden önce gazetecilere yaptığı açıklamada “İran’la doğrudan müzakerelerin başladığını” ilan etti. Görüşmede ise Netanyahu’ya açıkça, “İran’la görüşmeler sürerken İsrail’in planladığı saldırıya ABD’nin destek vermeyeceğini” ifade etti.

NYT’ye göre, General Kurilla, ay başında İsrail’e yaptığı ziyarette, ABD’nin askeri destek vermeyeceğini resmen bildirdi. Haberde, Trump’ın İran’la askeri tehditleri sürdüren bir söylemle birlikte müzakere teklifini mart ayında Tahran’a ilettiği, İran’ın ise mart sonunda dolaylı müzakerelere açık olduğunu bildirdiği hatırlatıldı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English