Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“Suudi Arabistan, ABD’ye rağmen Suriye ile normalleşmeye öncülük ediyor”

Yayınlanma

“Arap yurdunda, özellikle de Suriye’de at koşturan ülkelerin yolunu kesmek amacıyla Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönmesine ilişkin talep, milli bir Arap talebi haline geldi. Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin buna karşı olduğunu bildiği halde Suudi Arabistan-Suriye ilişkilerini yeniden tesis etme hareketine öncülük etti.”

Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşü konusunda yürütülen uzun diplomasi maratonu, 7 Mayıs’ta, Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Arap Birliği Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda nihayete erdi. Son iki yıldır Suriye’nin birliğe geri dönüşüne itiraz eden Arap devletlerinin de sessiz onayıyla Suriye, 12 yıl aradan sonra Arap Birliği’ne döndü.

Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, bugün Arap Birliği’nin Liderler Zirvesi’ne katılacak.  Suriye’nin Birliğe dönüş sürecini, bölge için ne anlama geldiğini ve bundan sonra atılması beklenen adımları Independent Türkçe’nin Genel Koordinatörü Muhammed Zahid Gül ile konuştuk.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “yaratıcı kaos” çağrısını hatırlatan ve Suriye’nin Arap Birliği’nden çıkarılması sürecinde ABD’nin rolüne işaret eden Gül, gelinen noktada “Beşar Esad’ın devrilmesi” politikasının dayanaklarını kaybettiğine dikkat çekiyor.  “Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin Suriye’nin geleceği konusundaki vizyonunun Suriyelilerle Arapların menfaatine olmayabileceğinin farkında” diyen Gül, kötü ilişkiler ve kopuşun Arap ülkeleri ile Suriye arasındaki normal ilişkilerin tabiatına aykırı olduğunu söylüyor. Gül, Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünün bazılarıyla geç de olsa Suriye’nin tüm Arap ülkeleriyle ilişkilerini yeniden kurması için kapıyı aralayacağını belirtiyor.

Muhammed Zahid Gül’ün Harici’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

“Suriye’deki yabancı askerler Arap yurdunun zaafı”

  • Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü kuşkusuz Şam yönetiminin elini güçlendiriyor. Peki Arap ülkeleri Şam’ın masaya dönmesinden ne kazanacak. Suudi Arabistan başka olmak üzere Şam’la ilişkilerini normalleştirmeye başlayan ülkelerin beklentisi ne?

Hiç şüphe yok ki Suriye’nin Arap Devletleri Ligi (Arap Birliği)’ne dönüşü ve Arap ülkeleriyle ilişkilerini yeniden normalleştirmesi hem Suriye hem de istisnasız tüm Arap ülkeleri için bir kazançtır. Bununla birlikte Suriye’de on yıldan fazla bir süredir devam eden çatışmanın koşulları, çoğu Arap ülkesinin Esed rejimine karşı tutumunu değiştirmesinin önemli bir nedeniydi. Özellikle de Esed, orduyu ve askerî güçlerini, başlangıçta barışçıl bir değişim talep eden halk kesimlerine karşı kullanmaya başladıktan sonra.

Arap ülkelerini 2012 yılında Suriye’yi Arap Birliği’nden çıkarmaya teşvik eden şey, ABD’nin tutumuydu. ABD, o dönemde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın başkanlığında 2012 yılı ortalarına gelinmeden önce Cenevre 1 ve Cenevre 2 konferanslarında ve sonrasında somutlaşan devlet çabalarına öncülük etti. Hedef, iddialarına göre Suriye’de siyasi iktidarın geçişini, Libya’da olduğu gibi dramatik bir çöküş veya ardından gelebilecek ve bölge ülkelerini etkileyecek bir kargaşa ile değil de ABD’nin uluslararası gözetimi altında siyasi olarak sağlamaktı. Önce Katar, bu ABD yönelimlerini destekledi, sonra da Suudi Arabistan Krallığı. Ama Arap ülkeleri, Esed rejimini değiştirme konusunda ABD’den ciddiyet görmedi. Ardından İran, 2012 yılı sonunda Esed rejimi lehine olacak şekilde Suriye’ye askerî müdahalede bulundu. 2015 yılı sonunda Rusya’nın askerî müdahalesiyle de Suriye toprakları üzerindeki güç dengesi değişti ve Esed rejimine karşı askerî çaba, dayanaklarını kaybetti. Böylece Suriye; ABD, Rusya, İran, Türkiye ve diğerlerinin geniş askerî varlığından ötürü tüm Arap yurdunda bir zaaf noktası haline geldi.

Bu durum, genel olarak Arap zayıflığının tezahürlerinden biri oldu. Küresel planda güç dengelerini değiştirme yönelimlerinin ve Ukrayna, Tayvan, Yemen, Libya ve diğer yerlerde büyük uluslararası çekişmelerin ortaya çıkmasıyla bilgelik, kendini göstererek Suriye ya da başka yerde umutsuz çatışmaları beslemenin hiçbir faydası olmadığını öğütledi. Arap yurdunda, özellikle de Suriye’de at koşturan ülkelerin yolunu kesmek amacıyla Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönmesine ilişkin talep, milli bir Arap talebi haline geldi. Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin buna karşı olduğunu bildiği halde Suudi Arabistan-Suriye ilişkilerini yeniden tesis etme hareketine öncülük etti. Bu, ilan edilemeyecek koşullar altında olmalıydı. Suudi Arabistan Krallığı da Rusya, İran ve Irak ile ilişkilerini iyileştirme konusunda gerçekten bilgece bir diplomasi yürüttü. Bu, Suudi Arabistan Krallığı ile Arap ülkelerinin çıkarlarına hizmet eden bir şeydir.

“Karşı çıkanlar muhalif grupların destekçileri”

  • Arap Birliği’nin normalleşmedeki fonksiyonu ne olacak? Birliğe üye birçok devletin itirazları da sürüyor. Katar gibi, Fas gibi… Bunu da göz önüne alırsak normalleşmenin belirli limitleri olduğunu söyleyebilir miyiz? Suriye ile ilişkiler tek tek devletler düzeyinde mi ilerleyecek?

Arap Birliği’nin, Şam’la ilişkilerin normalleştirilmesinde rolü büyüktür. Arap Birliği, Suriye ile ilişkilerini kesmemiş olsaydı Suriye’nin Arap ülkeleriyle anlaşmazlıklarından bahsetmeye gerek olmazdı. Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü, Suriye’nin bazılarıyla geç de olsa tüm Arap ülkeleriyle ilişkilerini yeniden kurması için kapıyı açacak.

Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesine ya da Esed rejimiyle ilişkilerin normalleştirilmesine karşı çıkan Arap ülkeleri, 2011 yılından bugüne dek süren silahlı, siyasi ve diplomatik çatışma yıllarında ABD’nin teşvikiyle Suriyeli muhalif grupları destekleyen Arap ülkelerinin ön saflarında yer aldı.

ABD, gerek ABD Kongresi’nin aldığı Sezar Yasası gerekse diğer uluslararası yaptırımlar adına Esed rejimi ile rejimin üst düzey güvenlik, askerî ve ekonomik yetkililerine yönelik uluslararası ve Amerikan yaptırımlarının uygulanması için sesini yükselttikten sonra Arap ülkeleri, Suriye’nin dönüşünün engellenmesi için sadece bazı Arap ülkelerinin tutumlarıyla karşı karşıya kalmadı. Artık, Suriye’nin geleceğine dair siyasi vizyonunu yıllar sonra da gerçekleşse hem ABD hem de İsrail’e hizmet edecek şekilde dayatmaya çalışan ABD tutumuyla da karşı karşıyaydı. Suriye’deki çatışmanın sonraki on yıllar boyunca devam etmesi ABD’nin umurunda değil. Bu durum, hele de ABD’nin Suriye’yi bölmeye ya da geniş bir uluslararası askerî varlık, özellikle de ABD, Rusya, İran ve Türkiye askerî varlığı altında tutmaya çalışan politikaları gün yüzüne çıkmışken, Arap Birliği’nin çıkarlarına ters düşüyor.

Bazı Arap ülkeleri, Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşünün oy birliğiyle olması konusunda ısrar ederse o zaman Suudi Arabistan da dahil olmak üzere diğer bazı Arap ülkeleri için, her ne kadar geri dönüşün tüm Arap ülkeleri düzeyinde gerçekleşmesini tercih etseler de Suriye ile ilişkilerini bireysel olarak geliştirmeye çalışmaları kaçınılmaz olur.

“ABD çıkarlarıyla çatışırsa Krallık, Arapların çıkarından yana olur”

  • Washington, Esad’la normalleşmeye sayısız kez itiraz etti ancak Riyad, normalleşme diplomasisini yürüttü ve buna liderlik etti. ABD yaptırımları devam ederken Suriye’nin yeniden inşası veya Şam’ın beklentisi olan ekonomik ilişkilerin kurulması ne kadar mümkün?

Suudi Arabistan Krallığı, yolunu ve siyasetini senelerdir kendine has ve bağımsız bir Suudi politik kararıyla belirliyor. Bu, Suudi Arabistan Krallığı’nın ABD’nin petrole ilişkin vizyonuna aykırı ya da zararlı da olsa petrol fiyatları ve ihracat düzeyleri konusundaki bağımsız siyasetiyle kendini gösterdi. Aynı şekilde Suudi Arabistan Krallığı, İran ile çatışma hızını artırmayı reddetti. Bunun yanı sıra Rusya-Ukrayna savaşındaki tutumunu tarafsız kıldı, Çin ile ekonomik ilişkilerini iyileştirdi ve Filistin meselesinde adil ve kapsamlı bir siyasi çözüme varma taahhüdünde bulunmadıkça İsrail’le ilişkilerini normalleştirmeyi kabul etmedi.

Suudi siyaseti bugün başka başkentlerde değil, Riyad’da şekilleniyor. Suudi Arabistan Krallığı’nın Suriye ile ilişkilerin normalleşmesindeki çıkarları, ABD’nin özel çıkarlarıyla çatışırsa o zaman Suudi Arabistan, Krallığın ve Arapların çıkarına uygun olacak şeyi yapacaktır. Suudi Arabistan Krallığı, ABD’nin Suriye’nin geleceği konusundaki vizyonunun Suriyelilerle Arapların menfaatine olmayabileceğinin farkında. Krallık, Suriye meselesinde ABD’ye karşı çıkmamakla birlikte bu vizyonunun tüm detaylarında ona ortak da olmuyor. Özellikle de krizi, sınırsız bir süreye kadar devam ettirme konusunda.

Esed rejimi, Arap ulusal güvenliğini koruyan sorumlulukları üstlenmeden sadece Suriye’nin yeniden inşa edilmesi için Suudi Arabistan’la ekonomik ilişkiler kurmayı arzuluyorsa şayet bilinsin ki Krallık; uluslararası veya Amerikan yaptırım yasalarına karşı çıkmayacak ve imar, Suudi Arabistan’ın Esed rejimiyle ilişkilerini normalleştirme vizyonunun önceliği olmayacaktır.

“Yaratıcı Kaos’ tesadüf değil”

  • Bölge ülkeleri arasında anlaşmazlıklar devam etse de eskinin çatışmayı önceleyen ilişki biçimi yerini diplomasiye bırakıyor. Bu değişim, bölgede nasıl bir değişikliğe kapı aralayabilir?

Kötü ilişkiler ve kopuş ne Arap ülkeleri ile Suriye ne de Suudi Arabistan Krallığı ile Suriye arasındaki normal ilişkilerin tabiatına uygundu. Bu, daha on yıl önce ortaya çıkan bir şey ve sebebi de Suriye’de ortaya çıkan bir iç savaş. Suudi Arabistan Krallığı, bu savaşın barışçıl ve siyasi bir şekilde çözülmesini umuyordu. Ancak Esed rejiminin Suriye’de savaşmaları için İran ile Devrim Muhafızları’nı getirip Arap ulusal güvenliğini tehdit etmesi, Suudi Arabistan Krallığı ile Arap Birliği’ni öfkelendirdi. ABD ve İsrail’in planları, Suriye ve başka yerlerdeki bu çatışmaya kendi çıkarları doğrultusunda yatırım yapmaktan uzak değildi. Bu çatışmalar, on yılın ardından bir çıkmaz yola girdi. Zira ABD stratejisi, politikalarını tükenmiş ülkelerde ve helak eden iç savaşlarda çizmeye çalıştı. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 2006 yılında “yaratıcı kaos” çağrısı yapmasının ardından birçok Arap ülkesinde iç savaşların gerçekleşmesi tesadüf değildir. Başarısız iç çatışmalarla geçen tam on yılın ardından Arap yöneticiler, buna bir son verme kararı aldılar. ABD’nin, İsrail’in ya da başkalarının çıkarlarıyla çatışsa da ya bölge ve Arap ülkeleri, yiyip bitiren ve diğer Arap ülkelerini tehdit eden askerî çatışmalar ve iç savaşlar içinde bırakılacak ya da bunlara bir son verilecekti.

“İsrail ile normalleşmenin şartı Filistin”

  • Bölgenin normalleşme sürecinin en büyük kaybedeni, Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkeleriyle normalleşme umudunu koruyan İsrail gibi duruyor. İsrail’in Suudi Arabistan’la normalleşmesi mümkün mü?

Kral Abdullah girişimi başlatılıp bu girişim Beyrut ve diğer yerlerdeki Arap zirvelerinde benimsendiğinden beri Suudi Arabistan Krallığı, İsrail’le barışa karşı olmadığını ortaya koydu. Ancak bir şartla: İsrail devleti, Filistin meselesi için adil ve kapsamlı bir çözüme bağlı kalacak ve Arap ülkeleriyle barışçıl ilişkileri normalleştirmeye çalışacak. Krallık, İsrail ile ilişkileri bireysel olarak ve Filistinlilerin haklarını ihlal edecek şekilde normalleştirmeyi kabul etmiyor. Ayrıca İsrail’in Arap bölgesine yönelik hırslarına da bir son vermesi gerek. Suudi Arabistan’ın Suriye ile ilişkileri normalleştirme çabaları da bu bağlamdaki diplomatik çabalardır. Arap ülkelerinin tutumlarının güçlendirilmesi, özellikle İsrail ile Arap ilişkilerinin normalleştirilmesi konusunda tüm Arap ülkelerinin yararına olacaktır. İsrail, Arap ülkelerinin parçalanmasının ve tutumlarının zayıflığının, bilhassa Suriye-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesini engellemede kendi çıkarlarına daha çok hizmet ettiğine inanıyor. Zira Suriye ile Suudi Arabistan arasındaki bu normalleşme, İran dahil olmak üzere son on yılda Esed rejimini destekleyen ülkelerin onayını gerektiriyor ki bu, İsrail’in karşı olduğu bir şey.

  • Tel Aviv’in, İran’a yönelik stratejisinde örneğin doğrudan çatışmayı göze almak gibi bir değişiklik bekliyor musunuz?

İran, İsrail’in derinliklerini balistik füzelerle vurabilecek askerî yeteneklere sahip olduğu sürece İsrail, İran’a saldırmaya cesaret edemez. İsrail, sadece İran’ın reaktörlerine saldırırsa da bundan önce ABD’nin askerî desteğini sağlamaya başvuracaktır. Böyle bir şey de mevcut koşullarda ABD’nin itirazıyla karşılaşıyor. Çünkü ABD’nin askerî varlığı Irak’ta, Basra Körfezi sularında, Suriye ve diğer yerlerde İran ateşi altında.

ORTADOĞU

YPG’den HTŞ’ye “bayrak” adımı

Yayınlanma

PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD ve onun silahlı gücü YPG, Esad yönetimini devirip Şam’da yönetimi devralan Heyet-i Tahrir Şam’ın (HTŞ) değiştirdiği Suriye’nin bayrağını kendi denetimindeki kamu binalarına asılması emrini verdi.

Ana omurgasını PYD’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Suriye’nin kuzeyinde denetimi altına tuttuğu bölgelerde kurum binalarına “Suriye muhalefeti bayrağının” asılması emrini verdi. Rudaw’da yer alan habere göre SDG, söz konusu bayrağın “Suriye halkının özgürlük, onur ve ulusal birlik umutlarını temsil ettiğini” söyledi.

PYD Başkanlık Konseyi üyesi Salih Müslim de daha önce HTŞ ile diyaloğa açık olduklarını belirtmiş ve “HTŞ bize bir adım atarsa biz iki adım atarız” demişti.

Şam’da yönetimi devralan HTŞ, savaş sırasında Suriyeli muhalif örgütlerin kullandığı bayrağı Suriye’nin resmi bayrağı ile değiştirmişti. Devir teslimin yapıldığı kurumlarda HTŞ, söz konusu bayrağın yanında tevhid bayrağı da asıyor.

Suriye muhalefetinin sahiplendiği bayrak Fransız mandası altında yeni kurulan Suriye Cumhuriyeti’nin bayrağı olarak 1930 anayasası ile kabul edilmişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Gazze’de “ateşkes” diplomasisi hızlandı: Masada “Hamassız Gazze” planı var

Yayınlanma

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Gazze’de olası ateşkes ve esir takası gündemiyle İsrail’e gitti, ardından Mısır ve Katar’ı ziyaret edecek.

The Times of Israel gazetesinin haberinde, Sullivan’ın İsrail Başbakanı Netanyahu ve diğer yetkililerle yaptığı görüşmenin 20 Ocak’ta görevi devredecek olan Joe Biden yönetiminin Gazze’de esir takası ve ateşkese varılması için yaptığı son hamle olduğu değerlendirmesinde bulunuldu.

İsrail Başbakanlık Ofisinden yayınlanan fotoğraflarda, Sullivan ile Netanyahu arasındaki görüşmede üst düzey bakanların yanı sıra İsrail İç İstihbarat Teşkilatı Şin-Bet (Şabak) Başkanı Ronen Bar, Dış İstihbarat Teşkilatı Mossad Direktörü David Barnea ve Esirler ve Kayıplar Dosyası Koordinatörü Gal Hirsch’in de hazır bulunduğu görüldü.

Bölgedeki Batılı bir diplomat Reuters’a İsrail’in Filistinli militan Hamas grubuyla bir anlaşmaya varmak üzere olduğunu ancak bunun kapsamının sınırlı olacağını, sadece birkaç rehinenin serbest bırakılmasını ve çatışmalara kısa bir ara verilmesini içereceğini söyledi.

Müzakere edilen ateşkes, Mısır’ın “Hamassız Gazze” planına dayanıyor.

Plan başlangıçta bir ya da iki ay sürecek bir ateşkes ve rehinelerin kademeli olarak serbest bırakılmasını öngörüyor. Eş zamanlı olarak “sahada askeri baskı olmaksızın daha kapsamlı ve uzun müzakereler yapılması düşünülüyor. Mısırlı yetkililer ateşkes başladıktan sonra Hamas’a yaşayan rehinelerin listesini vermesi için birkaç günlük bir süre tanınmasını talep edecek. Plana göre ayrıca Mısır ve Gazze arasındaki Refah Sınır Kapısı, Filistin Yönetimi’nin gözetiminde ve Mısır’ın denetiminde hızlı bir şekilde yeniden faaliyete geçecek.

İsrail’e, Mısır’a geçiş yapan kişilere veto hakkı verilecek ve Kahire, Hamas’ın “önümüzdeki dönemde” ne sınır kapısını ne de Gazze Şeridi’ni kontrol etmesine izin verilmeyeceğine dair Filistin tarafından taahhüt alınacağını garanti edecek.

Hamas’ın bu plana Gazze’nin yönetiminin yerel Filistinlilerden oluşacak bir komisyona devredilmesi şartıyla onay verdiği biliniyor.

Mısırlı yetkililer planı İsrail’e de iletti.  Şin-Bet Direktörü Ronen Bar ile Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’nin iki gün önce Mısır’daydı. İsrail dış istihbarat teşkilatı Mossad Direktörü David Barnea’nın ise Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile Doha’da bir araya geldiği belirtiliyor.

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz ise telefonda görüştüğü ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’e ABD vatandaşı esirler de dahil olmak üzere esirlerin serbest kalmasını sağlayacak bir anlaşma için “şans olduğunu” söyledi. Katz, 4 Aralık’ta da benzer şekilde, “Bu sefer Hamas ile gerçekten bir esir takası yapma şansımız var” açıklamasında bulunmuştu.

ABD Başkanı Donald Trump, 20 Ocak’ta görevi Joe Biden’dan devralmadan önce Hamas’ın Gazze’de tuttuğu rehineleri serbest bırakmasını istemiş “aksi taktirde Ortadoğu cehenneme döner” tehdidinde bulunmuştu.

Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu da dün akşam Gazze’de derhal kapsayıcı ve kalıcı ateşkes ile esirlerin koşulsuz serbest bırakılması talep edilen karar tasarısını kabul etti. Filistin tarafından sunulan tasarı, 193 üyeli BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada 9 “hayır” ve 13 “çekimser” oyuna karşı 158 “evet” oyuyla kabul edildi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İran’dan İsrail’in Suriye işgaline karşı birlik çağrısı

Yayınlanma

Abbas Irakçi

İsrail, Suriye ile olan tampon bölgeyi işgalinin “geçici olduğunu” iddia ederken İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi, İsrail’in Suriye’deki saldırılarına karşı bölge ülkelerine işbirliği çağrısı yaptı.

Suriye’de 27 Kasım’da şiddetlenen çatışmaların ardından 8 Aralık’ta Esad yönetiminin çökmesiyle eş zamanlı, İsrail ordusu Suriye’ye saldırılarını artırdı.  Suriye ordusundan kalan askeri altyapı ve imkanları imha etmeye başlayan İsrail ordusu, Suriye toprağı olan Golan Tepeleri’ndeki işgalini genişletti. Golan Tepeleri civarındaki tampon bölgeye giren İsrail ordusu, işgali daha ileriye taşıyarak başkent Şam’ın 25 kilometre yakınlarına kadar sokuldu.

Esad yönetiminin devrilmesi üzerine yönetimi devralan Heyet-i Tahrir Şam’ın (HTŞ) İsrail’in saldırıları karşısında sessiz kalması dikkat çekiyor. Channel 4 News’e konuşan HTŞ sözcüsü Ubeyde Arnavut’a İsrail’in son hava saldırıları hakkındaki düşünceleri soruldu. Arnavut, “Bizim önceliğimiz güvenliği ve hizmetleri yeniden tesis etmek, kurumlarda sivil yaşamı canlandırmak. Fırınları, elektriği, suyu ve iletişimi yeniden tesis etmek için günlük yaşamın acil sorunlarını çözmek, bu nedenle önceliğimiz bu hizmetleri sunmak” dedi. Muhabirin “İsrail’in bu ülkedeki 300 tesisi vurması hakkında dürüstçe söyleyecek bir şeyiniz olmadığını mı söylüyorsunuz” sorusu üzerine ise Arnavut “Hiç şüpheniz olmasın. Herkesin yeni Suriye’nin egemenliğine saygı göstermesini istiyoruz, bu nokta bizim için çok önemli” ifadeleriyle doğrudan İsrail’i hedef almaktan kaçınan genel bir değerlendirme yaptı.

İşgallerle ilgili İsrail Başbakanlığından yapılan açıklamada ise Baas yönetiminin çöküşünün “İsrail ile sınır ve tampon bölgede boşluk yarattığı” öne sürülerek, İsrail’in işgal altındaki Golan Tepeleri’nden “7 Ekim benzeri bir saldırıya izin vermeyeceği” belirtildi. Açıklamada, İsrail’in tampon bölge ve sınırına yakın stratejik noktalardaki işgalinin de “1974 anlaşmasına bağlı bir güç kurulana kadar geçici olduğu” iddia edildi.

ABD de İsrail işgalin geçici olduğunu ileri sürüyor. İran ise işgale karşı bölge ülkelerine çağrı yaptı.

İran Dışişleri Bakanı Irakçi, X platformunda yaptığı paylaşımda şunları kaydetti: “İsrail rejimi, Suriye’de neredeyse tüm savunma ve sivil altyapıyı yok etti. Bu rejim, 1974 yılı anlaşmasını ve BM Güvenlik Konseyi’nin 350 sayılı kararını ihlal ederek Suriye’nin daha fazla toprağını işgal etti.”

Irakçi, BM Güvenlik Konseyi’nin yasa dışı saldırıların durdurulmasındaki temel sorumluluğunu üstlenemediğine dikkat çekerek, “ABD’nin engellemeleri nedeniyle Güvenlik Konseyi, eli kolu bağlı bir izleyici haline gelmiştir” dedi.

Irakçi, Suriye’nin komşuları, Arap ve İslam dünyası ve hatta Birleşmiş Milletler üyelerinden uluslararası hukukun temel ilkelerine ve BM Şartı’na önem veren hiçbir ülkenin bu duruma kayıtsız kalamayacağını belirterek “Saldırıları durdurmak ve Suriye’nin yıkımını önlemek için bölge ülkelerinin hızlı bir şekilde birlik olması ve etkili bir şekilde harekete geçmesi gereklidir” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English