Bizi Takip Edin

AVRUPA

The Economist’in kapağı: Avrupa hazır mı?

Yayınlanma

The Economist dergisi, Ukrayna’da çatışmalar devam ederken ve ABD seçimlerinde Donald Trump’ın galip gelme ihtimalinin tartışıldığı dönemde ‘Avrupa hazır mı?’ manşetini attı.

Dergide ismi açıklanmayan bir ABD’li yetkilinin görüşlerine yer verilen makaleye göre, ABD yardımının tamamen kesilmesi halinde Ukrayna ‘muhtemelen’ kaybedecek.

***

Avrupa Putin ile Trump arasında sıkışmış durumda

Rusya’nın saldırganlığı ve Amerika’nın tereddütleri Avrupa’nın ne kadar donanımsız olduğunu ortaya koyuyor

Rusya daha tehlikeli hale geliyor, Amerika daha az güvenilir ve Avrupa hazırlıksız. Sorun basitçe ortaya konuyor, ancak çözümünün ölçeğini anlamak zor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve üçüncü bir savaşı engelleyen NATO’ya dayalı güvenlik düzenlemeleri Avrupa’nın dokusunun o kadar büyük bir parçası ki, bunları yeniden oluşturmak epey büyük bir görev olacaktır. Avrupalı liderlerin Sovyet sonrası rehavetlerini acilen terk etmeleri gerekiyor. Bu da savunma harcamalarını on yıllardır görülmemiş bir düzeye çıkarmak, Avrupa’nın ihmal edilmiş askeri geleneklerini restore etmek, silah sanayilerini yeniden yapılandırmak ve muhtemel bir savaşa hazırlanmak anlamına geliyor. Çalışmalar daha yeni başladı.

Rusya’nın muhalefet lideri Aleksey Navalnıy’ın 16 Şubat’ta bir cezaevinde öldürülmesi, Vladimir Putin’in acımasızlığı ve şiddeti konusunda kalan tüm yanılsamaları yıkmış olsa gerek. Çatışmalar üçüncü yılına girerken Rusya Ukrayna’da kazanıyor. Ekonomiyi savaşa hazır hale getiren Rusya Devlet Başkanı, GSYİH’nin yüzde 7,1’ini savunmaya harcıyor. Danimarka Savunma Bakanı, Putin’in üç ila beş yıl içinde, belki de Baltık ülkelerinden birine karşı hibrit operasyonlar başlatarak NATO’yu ele geçirmeye hazır olabileceğini söyledi. Putin’in maksadı, NATO’nun bir ülkenin saldırıya uğraması halinde diğerlerinin yardıma hazır olacağı taahhüdünü boşa çıkarmak olacaktır.

Rusya tehdidi büyürken bile Batı’nın caydırıcılığı zayıflıyor. Bunun nedeni kısmen Amerika’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin tereddütlü olması. Ama aynı zamanda bir sonraki Amerikan başkanı olma ihtimali yüksek olan Donald Trump’ın Rusya’nın olası saldırısının ardından Avrupa’nın yanında yer alıp almayacağı konusunda kuşku uyandırmasından da kaynaklanıyor. Cumhuriyetçi Parti ve güvenlik kurumlarının bir kısmı Avrupa’ya daha az bağlı hale geliyor. Amerikan savunması giderek Pasifik’e odaklanıyor. Başkan Joe Biden yeniden seçilse bile, Amerika’nın içgüdüsel anlamda son Atlantikçi başkanı olabilir.

Bunun sonuçları korkunç. Avrupa tamamen NATO’nun baskın askeri gücüne bağlı. Yakın zamanda bir Amerikalı general, ordularının birçoğunun birkaç bin askerden oluşan tam güçte bir tugayı bile konuşlandırmakta zorlanacağından şikayet etti. İngiltere, 2015-23 yılları arasında beş muharip taburunu kaybetti. Pek çok ülke nakliye uçakları, komuta ve kontrol ve uydular gibi kabiliyetlerden yoksun. Polonya mükemmel HIMARS çok namlulu roketatar sistemini kullanabiliyor ama uzun menzilli hedeflerini bulmak için Amerika’ya bağımlı. Rusya ve Ukrayna’nın savaş alanında her gün test ettiği insansız hava aracı savaşındaki hızlı ilerlemeleri NATO’yu çağın gerisinde bırakma riski taşıyor.

Askeri planlamadaki uzun döngüler göz önüne alındığında, Avrupa’nın bunu bugünden düzeltmeye başlaması gerekiyor. Öncelik, kendi savaşma kabiliyetini artırmaktır. Bu da büyük bir silah altına alma ve tedarik programıyla başlar. Zorunlu askerlik pahalı ve etkisizdir, fakat Avrupa büyük yedekler bulunduran Finlandiya ve İsveç gibi İskandinav ülkelerinden bir şeyler öğrenebilir. Avrupa orduları teçhizat siparişlerini bir havuzda toplamaya çalışıyor ama savunma sanayii olan ülkeler, şirketlerinin bu işten adil bir pay alıp almadığı konusunda sık sık tartışıyor. Fransa, Amerikan ve İsrail rampalarını kullanan bir hava savunma sistemi satın alan Avrupa ülkelerine öfkeli. Askerlerinin savaş gücünü hızla artırmak ile kendi sanayilerini yavaş yavaş geliştirmek arasındaki dengede, hıza daha fazla önem vermeliler.

Bu hiç de ucuz olmayacak. Bu yıl Avrupa NATO’su savunmaya yaklaşık 380 milyar dolar harcayacak. Alım gücüne göre ayarlandığında bu rakam aşağı yukarı Rusya ile aynı, ancak Avrupa, parasının karşılığında daha az bazuka alıyor. Parçalanma bunun bir nedeni. Bir diğeri ise teçhizat konusunda cimri davranma alışkanlığı. NATO, üyelerinin bütçelerinin yüzde 20’sini silahlara harcamasını bekliyor. AB üyesi NATO ülkelerinin (artı Norveç) 1991’den bu yana biriktirdikleri açık 557 milyar avro (600 milyar dolar).

Bu boşluğu doldurmak zor olacaktır. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinin ardından sekiz yıl süren artışların ardından 2022’de NATO’nun Avrupalı üyeleri toplamda reel olarak 1990’dakinden daha fazla harcama yapmadı. Sosyal harcamalar ise iki kattan fazla artmıştı. NATO bütçeleriyle ilgili tartışmalar genellikle bir ülkenin GSYİH’nin yüzde 2’sini savunmaya ayırıp ayırmadığına indirgeniyor. Paranın nasıl harcandığı da önemli. Yine de verimlilikle bile yüzde 2 yeterli olmayacaktır.

Avrupalı liderler, diğer hizmetlerde kesinti, vergi ve borçlanma yoluyla bütçeleri artırma niyetindelerse, seçmenleri bu fedakarlıklara değeceğine ikna etmek zorunda kalacaklar. Avrupa’nın en büyük askeri harcamacısı olması muhtemel Almanya’da, anayasada yazılı olan bütçe açığı sınırını değiştirmeleri gerekecek. Avrupa Komisyonu’nun silah alımlarını koordine etme planı, belki de sanayi şampiyonlarının lobi faaliyetlerini engelleyeceği için üye ülkelerin eleştirilerine neden oldu. On yıllar boyunca Amerika’ya bel bağlamış olan ve barıştan başka bir şey bilmeyen pek çok Avrupalı, Rusya saldırganlığının gerektirdiği zor seçimlerden hala kaçıyor.

Bu zor seçimler nükleer silahlara kadar uzanıyor. Putin, Batı’yı Ukrayna’ya gelişmiş konvansiyonel silahlar vermekten caydırmak için gerilimi tırmandırma tehdidinde bulundu. Amerika’nın nükleer caydırıcılığı olmadan Doğu Avrupa aynı taktiklere karşı savunmasız kalacaktır. Nükleer silahlara sahip İngiltere ve Fransa bunun yerine garanti verebilir mi? Verirler miydi? Verirlerse, Bay Putin onlara inanır mı?

Tehlike, Avrupa’nın kurumsal teoloji konusunda kendi elini kolunu bağlaması. Bazıları, özellikle de Fransa’da, kıtanın mümkün olduğunca hızlı bir şekilde, ideal olarak Avrupa Birliği aracılığıyla Amerika’dan stratejik özerklik talep etmesi gerektiğini savunuyor. NATO’ya odaklanmak çok daha iyi olacaktır. İttifakın genişleme kapasitesi ve kapsamı, AB’nin yeni başlayan güvenlik operasyonundan çok daha fazla. NATO içinde Avrupa’nın rolünü güçlendirmek mantıklı, zira gerekli askeri yapılar halihazırda mevcut. Bu aynı zamanda Avrupa’nın savunması için hayati önem taşıyan AB dışı müttefikleri de bağlayacaktır: İngiltere, Avrupa’nın en büyük askeri harcamacısı, Norveç Rusya ile sınır paylaşıyor ve İzlanda, Kuzey Atlantik’e erişimi kontrol ediyor. Avrupa’nın NATO’daki ağırlığını artırmak hem Amerika’nın kalması umuduyla daha fazlasını yapmaya istekli olduğunu gösterme hem de Amerika’nın geri çekilmesi ihtimaline karşı hazırlık yapma avantajına sahip.

Rusya Avrupa’dan çok daha yoksul ve daha az nüfuslu. Bay Putin’in yağmalamaları onu gerileyen bir güç haline getiriyor. Fakat ayı hala yıkım ve sefalet yayabilir. Putin’i durdurmak için en iyi yer Ukrayna. Ancak bu başarılsa bile Avrupa’nın savunma konusunda çok farklı düşünmesi gerekecek. Buna bir an önce başlamalı.

AVRUPA

Mahkeme, Meloni’nin göçmenleri Arnavutluk’a gönderme planlarını bir kez daha engelledi

Yayınlanma

Pazartesi günü Roma’daki bir mahkeme, Başbakan Giorgia Meloni’nin kısa süre önce uygulamaya başladığı İtalya-Arnavutluk göçmen transferi planını, ekim ayı ortasında askıya aldığı 12 transfere ek olarak yedi sığınmacının transferini askıya alarak bir kez daha bozmaya karar verdi.

Aslen Mısır ve Bangladeşli olan sığınmacılar cuma günü İtalya’dan Arnavutluk’taki merkeze yerleştirilmişti. Mahkemenin kararı sığınmacıların İtalya’ya geri taşınması anlamına geliyor.

Aynı yargıçlar daha önce de Avrupa Adalet Divanının 4 Ekim tarihli kararına dayanarak başvuru sahiplerinin menşe ülkelerini güvensiz bularak gözaltı işlemlerini durdurmuş, fakat bu kez işlemleri askıya alarak hükümetin revize edilmiş “güvenli ülke” kararnamesini aynı mahkemeye geri göndermişti.

Mahkemenin hükümet ile yargı arasındaki gerilimi daha da tırmandırması muhtemel kararını açıklayan bir bildiride, “Bir ülkenin ‘güvenli’ olarak tanımlanmasına ilişkin kriterler AB hukuku tarafından belirlenmiştir. Bu nedenle, ulusal yasama ayrıcalıklarına bakılmaksızın, hakimler her zaman … İtalyan Anayasasının da öngördüğü gibi, uyumsuz olduğunda ulusal hukuka göre öncelikli olan AB hukukunun doğru uygulandığını doğrulamalıdır,” deniyor.

Roma mahkemesi bu kararla, hükümetin daha fazla yasal aksaklıktan kaçınmak için birinci ve ikinci göçmen transferleri arasında alelacele revize ettiği “güvenli ülkeler” kararnamesinin, bir ülkenin “güvenli” olarak kabul edilebilmesi için topraklarının tamamında güvenliğin garanti altına alınmasını gerektiren AB yasalarını geçersiz kılamayacağını teyit etmiş oldu.

Geçtiğimiz günlerde Bologna, Palermo ve Roma’daki mahkemeler konuyla ilgili soruları AB mahkemesine iletmişlerdi.

Pazartesi günkü karar aynı zamanda Arnavutluk’un dış kaynak kullanımı projesinde bir başka gecikmeye işaret ediyor ki muhalefet liderleri merkezlerin bir aydan fazla bir süredir boş bırakılmasının devlete milyonlarca dolara mal olduğunu söylüyor.

Ulusal ihale kurumuna göre, Arnavutluk’taki iki kabul merkezi beş yıl içinde 653 milyon avroya mal olacak.

Mahkemenin kararını eleştiren Başbakan Yardımcısı ve Lega lideri Matteo Salvini, “Hükümeti değil ama İtalyanları ve onların güvenliğini hedef alan siyasi amaçlı bir karar daha,” dedi.

Muhalefetteki Demokrat Parti Senatörü Filippo Sensi ise sosyal medya hesabından açıklama yaparak, “Ve şimdi de yedi kişi. Beceriksizlik, israf ve beyhudelik gerçekten inanılmaz,” ifadelerini kullandı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ukrayna solundan Sosyalist Enternasyonal’e açık mektup

Yayınlanma

Ukraynalı yazar Maksim Goldarb, Almanya’da yayın yapan NachDenkSeiten portalında, Ukrayna solu adına Sosyalist Enternasyonal’e (Socintern) hitaben bir açık mektup kaleme aldı.

Mektupta, Olof Palme ve Willy Brandt gibi siyasi önderlerin sosyalist ve sosyal demokrat ideallerine geri dönülmesi çağrısında bulunuyor.

Goldarb, Ukrayna hükümetinin terör ve baskılarıyla sarsılan sol örgütlere ve aktivistlere yönelik destek eksikliğinden duyduğu şaşkınlığı ifade ediyor.

Bu bağlamda yazar, 2022’den bu yana çok sayıda Ukraynalı solcu politikacının, aktivistin ve gazetecinin tutuklanması, işkence görmesi ve öldürülmesi vakalarını sıralıyor:

“Bundan bir ay önce, 126 ülkeden 150’den fazla sosyalist ve sosyal demokrat partinin yer aldığı Sosyalist Enternasyonal’in (Socintern) yönetim kurulu Amerika Birleşik Devletleri’nde toplandı. Kendini Birinci ve İkinci Enternasyonal ile Sosyalist İşçi Enternasyonal’inin mirasçısı olarak gören bu örgüt, 150 yıldan uzun bir tarihe sahip.

Enternasyonal’in tarihi, Engels, Liebknecht, Luxemburg, Kautsky, Vandervelde, Bauer, Adler ve Bebel gibi ünlü isimlerle anılıyor. 20. yüzyılda ise Sosyalist Enternasyonal’in hikayesi, İsveç Başbakanı Olof Palme, Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand ve Almanya Sosyal Demokrat Başbakanı Willy Brandt ile özdeşleşmiştir. Ayrıca, Brandt’in girişimiyle Sosyalist Enternasyonal, dünyanın temel sorunlarına (savaş ve barış, iktisadi kalkınma, demokrasinin gelişimi, gerçek bir milli bağımsızlığın sağlanması, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki ilişkiler ve ekoloji) bütüncül bir bakışla yaklaşma kararı almıştı.

Yirminci yüzyılda Socintern, dünya siyasetinde önemli bir aktör haline geldi. Küresel sorunları soyut bir perspektiften değil, ideolojik ve siyasi bir duruşla ele alarak kapitalist yaşam tarzının kriz belirtilerini vurguladı. 20. yüzyılın ikinci yarısında yeniden canlanan Socintern, dünya sahnesinde sosyalizmin fikirlerini en etkili şekilde temsil eden bir güç olarak öne çıktı.

Özgürlük, adalet, dayanışma; bunlar, Sosyalist Enternasyonal’in en temel siyasi ilkeleri olup, örgütün ana program belgesi olan Stockholm İlkeler Bildirgesi’nde güvence altına alınmıştır.

Bugün Sosyalist Enternasyonal’in başkanlığını, İspanya Başbakanı ve PSOE lideri Pedro Sanchez yürütmektedir. Sahneye yakışan ve düşüncelerini etkili bir dille ifade edebilen yetenekli bir siyasetçidir.

Biz Ukraynalı sosyalistler ve sosyal demokratlar, Sosyalist Enternasyonal’in yönetim kurulu toplantısını, birlik ve ilerleme dolu açıklamalarını hem sevinçle hem hayranlıkla hem de biraz şaşkınlıkla izledik.

Sevinç duyduk, zira Socintern’in örneğinde olduğu gibi sosyalist dünya hareketi yok olmamış; bilakis, güçlenerek, büyüyerek ve tüm insanlık için hayati önem taşıyan çağdaş sorunlara eğilerek küresel hedeflere doğru emin adımlarla ilerliyor. Neoliberaller, oligarşiler ve onların uzantıları karşısında küresel bir aktör olma şansına sahip.

Hayranlığımızın nedeni ise, Ukraynalı sosyalistlerin Socintern’de temsil edilmemesi ve bu faaliyetlere katılamamasıdır. Bunun bir nedeni, Ukrayna’daki sosyalist ve diğer sol partilerin Devlet Başkanı Zelenskiy rejimi tarafından dağıtılması ve yasaklanmasıdır; dolayısıyla resmi bir başvuru yapacak kimse kalmamıştır.

Şaşkınlığımız ise Sosyalist Enternasyonal’in genel olarak, üye partilerinin ise özel olarak Ukraynalı sol harekete, onun liderlerine ve üyelerine Ukrayna’daki mevcut hükümet tarafından uygulanan baskılara karşı sessiz kalmasından kaynaklanmaktadır. Bu baskılar neredeyse üç yıldır aralıksız devam etmektedir.

Socintern, onun başkanı ve pek çok Avrupalı üye partisi bilmelidir ki, savaşın başlangıcından bu yana Ukrayna hükümeti tüm, evet TÜM Ukraynalı sol partileri yasaklamıştır.

Bu partiler, tamamen mesnetsiz ve absürt suçlamalarla yasaklandı! Ülkeden ayrılamayan liderleri ve üyeleri ise ya öldürüldü ya da hapse atıldı: 6 Mart 2022, komünist liderler Kononoviç kardeşlerin tutuklanması ve hapse atılması; 10 Mart 2022, sosyalist gazeteci Yan Taksyur’un tutuklanması; 19 Mart 2022, muhalif siyasetçi ve insan hakları savunucusu Olena Berejna’nın tutuklanması; 22 Şubat 2022, blogger ve yazar Dmitro Skvorzov’un tutuklanması; 19 Mart 2022, solcu gazeteci Yuriy Tkatçev’in tutuklanması; 31 Mart 2022, gazeteci ve muhalif blogger Gleb Lyaşenko’nun tutuklanması.

Bir yıl sonra, Ukrayna Sosyalist Partisi’nin eski başkanı İlya Kiva, Moskova’da Ukrayna güvenlik teşkilatının bir ajanı tarafından öldürüldü. Liste daha birkaç sayfa boyunca uzatılabilir. Sol partilerin ofisleri milliyetçiler ve radikaller tarafından talan edildi.

Ukrayna’daki sol partiler, özellikle de Ukrayna Sol Güçler Birliği, yalnızca barış çağrısı yaptıkları, savaşın derhal durdurulmasını ve barış görüşmelerinin başlatılmasını savundukları için; nükleer bir felaketin yaklaştığını ilan ettikleri için; Ukrayna’daki savaşın yarattığı çıkar çevrelerine —oligarşiye ve savunma sanayiine— doğrudan işaret ettikleri için; ülkedeki yolsuzluğun felaket boyutuna ulaştığını, Neonazizm’in tırmanışını, milli ekonominin çöküşünü ve oligarklar ile devlet başkanına yakın olan bürokratların zenginleşmesini eleştirdikleri için; kısacası, bugün dünya oligarşisinin kontrolündeki medya organlarının dahi dile getirdiği her şeyi söyledikleri için yasaklandılar.

Avrupa’daki pek çok sol partiye, özellikle PSOE’ye ve Sosyalist Enternasyonal Başkanı P. Sanchez’e yaptığımız sayısız çağrı cevapsız kaldı. Bu neden böyle? İlgisizlik mi? Eğer öyleyse, Sosyalist Enternasyonal kongrelerinde sıkça bahsedilen o küresel dayanışma ve solun karşılıklı desteği nerede? İlan ettiğiniz ‘dayanışma’, ‘özgürlük’, ‘adalet’ nerede? Yoksa bunlar yalnızca Sosyalist Enternasyonal üyeleri için mi geçerli, diğer sol partiler buna dahil değil mi? Bizimle dayanışma protestolarınız nerede? Liderleriniz, Sanchez ve Scholz, neden Zelenskiy rejiminin liderlerini, onun açıkça diktatörce ve milliyetçi eğilimlerini sosyalist bir duruşla sert bir şekilde eleştirmek yerine gülerek karşılıyor?

Yoksa Sosyalist Enternasyonal ve Avrupa’daki sosyalist partilerin liderleri, Ukraynalı sosyalistlerin ve komünistlerin baskı altına alınmasını ve zulme uğramasını sessizce mi destekliyor? Neden? Hangi amaçla? Buna inanmak istemiyorum ama aksi halde yıllardır süren bu sessizliğinizi nasıl açıklayabiliriz? Bilgisizlik mi? Bir kez daha söylüyorum: Saçmalık.

Sahte bir maske takmak, güzel sözler, sloganlar, sahnede yapılan açıklamalar ve verilen pozlar, inançlarınızın Brandt ve Palme gibi isimlerin seviyesinde olduğunu göstermek için yeterli değil. Bu tür bir tutum ve ‘Görmedim, duymadım, bilmiyorum’ tavrı, Sosyalist Enternasyonal’in dünya politikasındaki rolünü ve gücünü önemsiz, etkisiz bir konuma indirgeyecek. Mevcut durumda Sosyalist Enternasyonal’in yeni binyılda dünya politikasındaki ağırlığı, Brandt dönemindeki etkiyle karşılaştırılamayacak bir noktaya gerilemekle karşı karşıya.

Yaklaşık 35 yıl önce, dönemin Sosyalist Enternasyonal başkanı B. Carlsson’un haklı olarak söylediği gibi: ‘Bu örgütün kongreleri, eylemsizlik çölünde kaybolup giden güzel sözlerin nehirlerine dönüşüyor.’

Son başkanlık toplantısında ilan edilen küresel hedefler iyi ve umut verici, fakat elbette işe küçük adımlarla başlamak gerekir: Öncelikle diğer ülkelerdeki solu savunmayı öğrenmek, sosyalizmin düşmanlarına karşı sert ve tavizsiz bir duruş sergilemek, dünya genelinde sol hareketin güvenilir bir savunucusu olarak kendimizi göstermek. Ancak bu şekilde Sosyalist Enternasyonal’in ana hedefi olan küresel ilerleme için küresel bir koalisyon inşa etme fikrine geçebiliriz.

Unutmayalım ki, neredeyse tüm sol partiler kendi ülkelerinde baskıya uğradı, liderleri ve üyeleri hapse atıldı ya da sürgüne gitmek zorunda kaldı, bazıları ise iktidardaki rejimler tarafından yok edildi. Ama sonunda sadece tekrar ayağa kalkmakla kalmadılar, pek çok ülkede zafer kazanan, hükümet olan partilere dönüştüler. Biz de modern sosyalizmin Ukrayna’da zafer kazanacağı aydınlık günlere inanıyoruz ve bu hedef doğrultusunda, sürgünde de olsak, baskı altında da olsak çalışıyoruz.

Bugün sosyalizmin birliği gerçekten bir ‘tek yumruk’, dünya çapında tek bir güç olarak sergilendiğinde anlam kazanacak bir desteğe ve korunmaya ihtiyacımız var.”

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Hollanda 9 Aralık’tan itibaren sınır kontrolleri uygulayacak

Yayınlanma

Hollanda Göç Bakanlığı, Hollanda’nın 9 Aralık’tan itibaren tamamı AB’nin Schengen bölgesindeki ülkelerle olan kara sınırlarında ve Schengen bölgesi içindeki bazı uçuşlarda kontroller uygulayacağını açıkladı.

Altı ay sürecek kontroller, Geert Wilders’in göçmen karşıtı Özgürlük Partisinin (PVV) liderliğindeki sağcı koalisyon tarafından önerilen daha geniş bir göç baskısının bir parçası.

Göç Bakanı Marjolein Faber, Bakanlar Kurulunun onayını aldıktan sonra bir basın açıklaması yaparak politikayı duyurdu.

PVV’li Faber, “Düzensiz göç ve göçmen kaçakçılığıyla somut bir şekilde mücadele etmenin zamanı geldi. Bu nedenle aralık ayının başından itibaren Hollanda’da sınır kontrollerini yeniden uygulamaya başlayacağız,” dedi.

“Pogrom” mu, “Siyonist provokasyon” mu: Amsterdam’da neler oldu?

Söz konusu tedbir 9 Aralık’ta yürürlüğe girecek. Lahey, kararın üye devletlerin dolaşım özgürlüğünü kısıtlamadan dört hafta önce Brüksel’e bildirimde bulunmalarını gerektiren AB yasalarına uygun olduğunu belirtti.

Bu yılın başlarında Faber Brüksel’e Hollanda’nın da AB mülteci yükümlülüklerinden çıkmak istediğini söylemişti.

Geçen yılki seçimlerde en çok sandalyeyi kazanan Geert Wilders, sosyal medya hesabından PVV’nin vaadini yerine getirdiğini söyledi. Wilders on yılı aşkın bir süredir Hollanda sınırlarının kapatılması çağrısında bulunuyor.

PVV’yi kabinede temsil eden Faber, sınır kontrollerinin nasıl yapılacağını belirtmedi. Bu hamle, sınır kontrolleri için ulusal politika gücü müdahalesi için ekstra finansman sağlamıyor. Açıklamada altı aylık kısıtlamaların “mevcut kapasite dahilinde” yapılması gerektiği belirtildi.

AB’den “göçle mücadele” manzaraları

Hollanda’nın komşuları Almanya ve Belçika ile yüzlerce kara sınır kapısı bulunuyor. Halihazırda polis nokta kontroller gerçekleştiriyor. Faber, sınır kontrollerinin trafiği mümkün olduğunca az engelleyecek şekilde yapılması gerektiğini söyledi.

Almanya geçen ay Fransa, Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve Danimarka sınırlarında, “aşırılık yanlılarının” saldırılarını gerekçe göstererek benzer kontroller yapmaya başlamıştı.

Almanya ve Hollanda, çoğu AB üye ülkesinin yanı sıra İzlanda, Lihtenştayn, Norveç ve İsviçre’yi de kapsayan sınırsız seyahat bölgesi olan Schengen bölgesinin parçası.

AB’ye göre üye devletler, iç güvenlik gibi ciddi bir tehdit durumunda AB’nin iç sınırları olarak adlandırılan bölgelerde geçici olarak kontrolleri yeniden başlatabilirler. Fakat sınır kontrollerinin istisnai durumlarda son çare olarak uygulanması ve süreyle sınırlı olması gerektiği de belirtiliyor.

Amsterdam’da İsrailli futbol holiganları ile Arap ve Müslüman topluluklar arasında çıkan olayların ardından PVV ve Wilders, olaylara karışan göçmenlerin sınır dışı edilmesini talep etmiş ve “düzensiz göçün antisemitizmi artırdığını” öne sürmüştü.

AB’den göçle mücadele manzaraları – 2: Schengen çatırdıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English