DÜNYA BASINI
Trudeau’nun düşüşü
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmen notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz Trudeau değerlendirmesi, jeopolitik iktisat ve “çok kutuplu” dünya düzeni üzerine Marksist perspektiften yaptığı analizlerle tanınan Profesör Radhika Desai’nin New Left Review’da yayımlanan son makalesinden.
Justin Trudeau, bir dönem sağ popülizme karşı bir siper ve demokratik değerlerin savunucusu olarak lanse edilse de ekonomik eşitsizlikleri derinleştiren, sosyal hizmetleri piyasanın insafına terk eden ve emperyalist dış politika anlayışını sürdürerek Batı’nın küresel hegemonyasına katkıda bulunan bir figür olarak tarihe geçti. 2015’te reform vaatleriyle yarattığı iyimser dalgadan, 2020’lerin sonunda işlevselliğini yitirmiş ve militaristleşmiş bir neoliberal statükonun taşıyıcısına dönüşmesi, yalnızca Kanada siyasetine özgü bir fenomen değil, aynı zamanda Batı demokrasilerinin içinden geçtiği yapısal krizin bir yansıması.
Desai de makale boyunca Trudeau’nun siyasi çöküşünü sadece bireysel bir başarısızlık olarak değil, neoliberal Atlantikçi düzenin çözülüş sürecinin bir parçası olarak ele alıyor. Bu bağlamda, makalede de vurgulandığı üzere, Trudeau’nun düşüşü, Biden’ın “demokrasiler ittifakı”nın dağılma sürecinin en güncel halkalarından biri olarak okunmalıdır. Ancak bu çözülme, sistem karşıtı bir sol hareketin yükselişine değil, bilakis sağ popülist figürlerin önünü açan bir boşluğa işaret ediyor. Trudeau’nun çöküşü, yalnızca bir liderin siyasi başarısızlığı olarak değil, neoliberal merkezin derinleşen meşruiyet krizi ve bu krizin sağ popülist hareketler tarafından nasıl araçsallaştırıldığının çarpıcı bir örneği olarak karşımızda duruyor. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Trudeau’nun düşüşü
Radhika Desai
New Left Review
17 Ocak 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Kanadalılar 2021’den beri onun görevi bırakması için çağrı yapıyorlar. Hatta kendi partisinden isimler dahi 2024 yılı başlarında bu koroya katılmıştı. Eylül ayında, Justin Trudeau’nun batan gemisinden ayrılma zamanının geldiğini idrak eden Yeni Demokratik Parti lideri Jagmeet Singh, eriyen Liberal Parti ile yapılan güven ve tedarik anlaşmasını Mart 2022’de sona erdirdi (iddialar o ki, bu işi milletvekilli emekliliğini hak edene kadar erteledi). Aralık ayına gelindiğinde, Trudeau, kabinesini yeniden şekillendirmekle meşgulken, kendi kabinesinden istifa çağrıları yükselmeye başlamıştı. Anketler yüzde 65’lik zirve noktasından yüzde 22’ye düştüğünü gösteriyordu. 16 Aralık’ta, kalan birkaç müttefikinden biri olan Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı Chrystia Freeland birdenbire istifa etti. Aynı zamanda parti liderliğine soyunma niteliğindeki istifa mektubunda, Trudeau ile Trump’ın yüzde 25 gümrük vergisi tehdidinin nasıl ele alınacağı konusunda “anlaşmazlık içinde” olduklarından bahsediyordu. Birkaç gün sonra Singh, parlamentonun yeni yıldaki ilk toplantısı için bir güvensizlik önergesi sunacağı sözünü verdi. Fakat Trudeau halen direnmekteydi.
Yılbaşı tatili boyunca yaklaşmakta olan parlamento yenilgisini ve parti içi kavgaları düşünecek fazlaca zaman bulmuş olacak ki, 6 Ocak’ta nihayet istifasını açıkladı. Trudeau partisini tarihsel olarak da biçare bir durumda bırakıyor. Son 129 yılın 93’ünde iktidarda olan Liberaller şu anda yüzde 16 ile üçüncü sırada yer alıyorlar ve Ekim ayında yapılması beklenen ancak muhtemelen ilkbaharda yapılacak olan bir sonraki seçimde olsa olsa 44 sandalye kazanabilecekleri tahmin ediliyor. Nazik ama mücadeleci yönüyle öne çıkan Pierre Poilievre liderliğindeki Muhafazakârlar ise yüzde 45’lik bir oy oranı ile rakiplerine büyük bir hezimet yaşatmaya doğru ilerliyorlar. Trudeau, parlamentoyu 24 Mart’a kadar tatil ederek Liberallere, yeni bir lider seçmeleri için sadece iki ay süre vermiş oldu; bu denli kısa bir zamanda seçilecek olan liderin meşruiyet sorunu ise [dolaylı yoldan] Poilievre’nin seçim kampanyasının değirmenine su taşımak demek aslında.
Trudeau’nun düşüşü uzun zaman alsa da nereden baksak epey dramatik oldu. 2015 yılında Stephen Harper yönetimindeki on yıllık Muhafazakâr iktidarın yarattığı bıkkınlık sonrası, Kanadalılara “gerçek değişim” ve “aydınlık yollar” vaat ederek iş başına geldi. Liberal Parti’nin talihini döndürmeye pek hevesli olan eski Maliye Bakanı Ralph Goodale, eski Kanada Merkez Bankası Başkanı David Dodge ve Freeland gibi ışığı yeni yeni parlayan yıldızlar ellerinden geleni yaptılar: “Güçlü bir orta sınıf” yaratma adına bütçe açıklarını göze alarak daha fazla kamu harcamaları, sosyal eşitlik, iklim değişikliğiyle mücadele, yerli halklarla uzlaşma ve Kanada’nın birinci gelen kazanır” şeklindeki seçim siteminin nispi temsil ile değiştirilmesi gibi.
Yüksek siyasi makamlar için salahiyetsizlik örneği sayılabilecek olan Trudeau’nun “gazete okumam” tavrı birdenbire erdem olarak görülmeye başlandı. Partinin yeniden markalaşmasına kişisel inançlarının yükünden arınmış bir aktör imajıyla önderlik etti. Eski bir drama öğretmeni ve amatör boksör olarak, rolünü iyi oynadı ve etkileyici bir figür olarak öne çıktı. Seçim başarısı onu –genç, telejenik [televizyonlara uygun] ve ülkenin en ikonik Başbakanının oğlu olarak– Kennedy benzeri bir şöhrete kavuşturdu. Vogue onu “Kanada siyasetinin yeni genç yüzü” olarak tavsif etmişti. Cinsiyet dengeli, çeşitlilik içeren, yani “Kanada’ya benzeyen” bir kabine atamasının nedeni sorulduğunda “Çünkü yıl 2015” yanıtını veriyordu.
Bu imaj dünyayı büyülese de ülkenin hayal kırıklığına uğraması çok uzun sürmedi. Şirketlere ve zenginlere yakınlığı Trudeau’yu skandallara açık hale getirdi: 2016’da [İsmaili Müslümanların milyarder ruhani lideri] Aga Khan’ın Bahamalar’daki konutunda kimseye bildirilmeden yapılan bedava aile tatili; 2019’da başsavcıya, rekabet kurallarını ihlal eden inşaat devi SNC-Lavalin’e dönük yumuşak davranma talimatı; 2020’de Trudeau aile üyelerine konuşmacı sıfatıyla ödeme yapan bir hayır kurumuna verilen neredeyse milyar dolarlık bir sözleşme; daha yakın bir zamanda ise, rekabetçi teklif olmaksızın McKinsey’e yönlendirilen bir dizi devlet ihaleleri… SNC-Lavalin skandalı kamuoyunun hafızasında tazeliğini korurken, 2019 seçimleri öncesinde genç Trudeau’nun siyah yüz boyasıyla çekilmiş fotoğrafları ortaya çıktı. Liberaller çoğunluğu kaybetti. Pandemi dönemindeki cömert gelir destekleri sayesinde telafi edileceği umulsa da, 2021’de yapılan erken seçim de başarısız oldu. Artık anketler Kanadalıların yüzde 55’inin Trudeau’nun gitmesini istediğini gösteriyordu.
Zaten başka türlü nasıl olabilirdi ki? Kanada’nın yetersiz büyüme ve verimliliğini ele alacak herhangi bir planı olmayan Trudeau hükümeti, öncelikle borçları azaltmaya odaklandı. Pandemi dönemi gelir desteği ilk ele geçen fırsatta sonlandırıldı. Yeni sosyal harcamalar, sağlık ve sosyal hizmetlerin geniş çaplı dış kaynak kullanımı nedeniyle şirketlerin işine yaradı, en çok onların cebi doldu. Yeni yatırımlar büyük ölçüde kamu-özel ortaklıkları biçimiyle oldu, bu da risksiz kâr fırsatları yarattı. Kanada Altyapı Bankası, sahibi olacakları ve kullanım ücretleriyle işletecekleri bir altyapı kuran şirketleri finanse etti. Hükümetin en başarılı politikası olarak görülen ulusal çocuk yardımı programının yarım milyon çocuğu yoksulluktan kurtardığı bildirilse de çocuk yoksulluğu 2021’de hala yüzde 17,2 seviyesindeydi. 2020 ile 2022 yılları arasında ise yüzde 5 daha da arttı.
Bu arada, “sosyal ilerleme” lafzı Trudeau’nun göstermelik kabinesinin ötesine neredeyse hiç geçemedi. Retorik ile gerçeklik arasındaki mesafe en çok yerli halklara dair meselelerde ortaya seriliyordu. Yerleşimci-devlet ekstraktif kapitalizme¹ başka nasıl hizmet edilebilirdi ki? Trudeau, yerli halklarla “haklar, saygı, işbirliği ve ortaklık” temelinde “uluslararası bir ilişki” kurma iddiasını geçim kaynaklarını yok eden petrol boru hattı projelerine karşı protestoları bastırarak göstermiş oldu. Kaldı ki bu projeler, Trudeau’nun ekolojik taahhütleriyle de büyük ölçüde çelişmekteydi. Muazzam bir başarı olarak sunulan Kanada’nın ilk “yerli” başsavcısının çok konuşulan ataması, SNC-Lavalin skandalı sonrası istifayla sonuçlandı. Öte yandan, maden çıkarma projeleri nedeniyle kirlenen rezerv alanlarında kontamine su² uyarıları ise hâlen devam ediyor.
Trudeau’nun “insan hakları” odaklı “feminist” dış politikası, militarist ve baskıcı hükümetlere silah ihracatını arttırmayı veyahut onlara sistemli dış yardım yapmayı dışlamıyordu. Bu politika, ABD saldırganlığına fazla hevesli bir uyumluluktan daha fazlasıydı. Kanada’nın 1988’deki Serbest Ticaret Anlaşması’ndan bu yana derinleşen ABD’ye ekonomik bağımlılığı, Vietnam savaşı sırasında resmi tarafsızlık getiren tüm bağımsızlık kıvılcımlarını söndürmüştü. Trump’ın [ABD, Kanada ve Meksika arasındaki Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması] NAFTA’yı, yırtıp atmasının ardından, Trudeau hükümeti, ticaret ilişkilerinin çeşitlendirilmesi gibi bağımsızlık için aciliyeti olan adımları düşünemedi ve yeni ABD-Meksika-Kanada Anlaşması (USMCA) kapsamında, pazar erişiminde sınırlamalar, fikri mülkiyet haklarında tavizler ve diğer ülkelerle ticaret düzenlemeleri üzerindeki kısıtlamaları kabul etmek zorunda kaldı. Bu süreçte, ABD’nin emriyle Huawei CFO’su Meng Wanzhou’yu tutuklayarak itaatte sınır tanımadığını göstermiş oldu. Kanada’nın ticaret ortaklığını çeşitlendirmesi için kilit bir rol oynayan, ikinci büyük ticaret ortağı olan Çin ile ilişkiler ise, Biden’ın sert tutumu ile hızla bir krize sürüklendi. Trump’ın yüzde 25’lik gümrük vergisi tehdidi karşısında Sheinbaum’un verdiği türden coşkulu bir karşılık gösteremeyen Trudeau, [Trump’ın Florida’daki malikanesi] Mar-a-Lago’ya koşarak durumu yatıştırmaya çalıştı. ABD ve Kanadalı madencilik şirketlerinin çıkarları ile tam uyumlu bir dış politika yürüten Trudeau, Latin Amerika’da, özellikle Lima Grubu aracılığıyla Venezuela’da gericiliği destekledi. 2014’ten bu yana, ama bilhassa da 2022’den itibaren, NATO’nun doğu kanadını desteklemek için Letonya’ya 2 bin askeri personel göndererek ve Ukraynalı neo-Nazi birliklerine askeri eğitim sağlayarak ABD’nin Ukrayna’daki rejim değişikliğini ve vekalet savaşını destekledi. Ekim 2023’ten bu yana ise Gazze’deki soykırımı destekledi ve bu yöndeki her türden muhalefeti “antisemitik” suçlamasıyla bastırdı.
Trudeau’nun düşüşünü asıl hızlandıran, Poilievre’de temsil edilen “yumuşak” bir popülist alternatifin yükselişi oldu. 2022 yılının başlarında, Ottawa’nın karla kaplı sokaklarında aşı zorunluluğuna karşı çıkan “özgürlük konvoyu” yaklaşık üç haftalık bir kaos yaratmıştı. Trudeau, bu karanlık karnavalı dağıtmak için ise olağanüstü hâl yasalarına başvurdu. Bu olayın Muhafazakâr Parti açısından önemli siyasal sonuçları olacaktı: Kısa bir süre sonra, pek de dikkat çekici bir lider olmayan Erin O’Toole liderlikten alındı ve yerine konvoya açık destek veren Poilievre geçti. İlerici umutları yerine getiremeyen bir muhafazakâr partiye bel bağlayan Trudeau’nun, Poilievre’nin kendisini “ütopyacı uyanıklık”la suçladığı yolsuz ve etkisiz bir lider olduğu yönündeki sert eleştirilere karşı savunmasız kalmıştır. Nitekim enflasyonun yükseldiği bir dönemde, Poilievre, hükümetin fiyat artışları konusundaki eylemsizliğini ve Kanada Merkez Bankası’nın yetkinliğini topa tutan bir strateji izlemişti.
Artan hayat pahalılığı krizi ve kamu hizmetlerinin artık kronikleşen yetersiz finansmanının ortasında, Poilievre’nin de ısrarlı kışkırtmalarıyla, ülkede göç karşıtı bir hava esmeye başladı. Pandemi kısıtlamalarının gevşetilmesiyle birlikte hizmet sektörü yavaş yavaş toparlanırken, Trudeau hükümeti, Harper döneminden kalma geçici yabancı işçi programı kapsamında düşük vasıflı göçü arttırma yoluna gitti. Ayrıca, düşük finansmanla mücadele eden üniversitelerle iş birliği yaparak uluslararası öğrenci programını da genişletti. Yılda ortalama 300,000 olan normal sayı 2022’de yaklaşık 500,000’e ulaşarak eşi benzeri görülmemiş bir göç rakamına ulaşıldı. Sağlık ve sosyal hizmetler zorlandı, kiralar ve konut fiyatları fırladı – Trudeau Kasım 2015’te göreve geldiğinde ortalama 446,000 dolar olan konut fiyatları bugün 732,000 dolar civarında. Ekim ayında son bir hamle daha yapan Trudeau, önümüzdeki birkaç yıl içinde yabancı öğrenci izinlerinin sınırlandırılması da dahil olmak üzere göç hedeflerinde bir azalmaya gideceğini açıkladı. Kuşkusuz bu hamle, bir başarısızlık itirafı olarak görülmelidir ve öyle de görüldü.
Bir zamanlar sağ popülizme karşı bir siper ve güney sınırındaki karşıtının tezadı olan görülen Trudeau, şimdi Biden’ın Atlantikçi “demokrasiler ittifakı”nın düşen son lideri oldu. Sahada çok az sayıda büyük sol gücün olması ve kalanların giderek eşitsizleşen, işlevsiz ve militarist bir neoliberal düzeni meşrulaştırmada başarısız olması, Trumpçıların bu boşluktan sıyrılmasını sağladı. Trudeau sadece en son düşen değil, aynı zamanda en sembolik olanıdır. Çok az merkez lider 2015’te Liberal Parti’yi 34 sandalyeden 184 sandalyeye çıkardığında daha fazla umut uyandırmıştı. Ama yine çok azı bu denli büyük bir hayal kırıklığı yaşattı. Ve çok azı, neoliberal kapitalist toplumlarda, kendi iktidarlarını koruma uğruna sergilediği çıkarcı kayıtsızlığı ve bu düzenin yarattığı siyasi boşlukları, ancak güç ellerinden alındığında ortaya serildiğini bu kadar çarpıcı şekilde açığa çıkarmıştı.
¹ Literatürde “hafriyatçılık”, “kazıp çıkarmacılık” gibi terimlerle de karşılanan bu yöntem, dünya pazarında satmak için topraktan doğal kaynakları çıkarma sürecine verilen ad. (editörün notu)
² İng. boiled water advisories. Kanada hükümetinin resmi internet sitesinde şöyle açıklanıyor: “İçme suyu tavsiyeleri, içme suyuyla ilgili gerçek veya potansiyel sağlık riskleri hakkında halk sağlığını koruma mesajlarıdır. Bu tavsiyeler genellikle ihtiyatidir, yani genellikle içme suyu kalitesi sorunları ortaya çıkmadan önce yayınlanırlar.” Kanada hükümetine göre 2021 yılında “su kaynatma” tavsiyelerinin %2’si Escherichia coli (E. coli) tespit edilmesinden kaynaklanmışken, %8’i diğer mikrobiyolojik parametrelerden kaynaklandı. Geri kalan %90 ise ekipman ve süreçle ilgili sorunlardan kaynaklandı. (editörün notu)
İlginizi Çekebilir
-
ABD-Güney Afrika arazi yasası geriliminde yeni perde
-
Biden’ın ‘veda yaptırımları’ Rusya ekonomisini nasıl etkileyecek?
-
Cook Adaları’nın Çin’le ‘stratejik’ anlaşması Yeni Zelanda’yı endişelendirdi
-
Trump, ABD Hazinesine yeni madeni para basımını durdurma talimatı verdi
-
TSMC, Tayvan’da meydana gelen son depremlerden 162 milyon dolar zarar bildirdi
-
Nebenzya: Rusya, Trump’ın Ukrayna söylemlerini takip ediyor ancak somut sinyal yok
DÜNYA BASINI
Et, süt ve yumurta reklamlarının sattığı fanteziler
Yayınlanma
2 gün önce08/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz makale, Carol J. Adams’ın kavramsal çerçevesi ve Jo-Anne McArthur’un saha deneyimlerinden hareketle et, süt ve yumurta endüstrisinin pazarlama stratejilerinin tüketici algısını nasıl manipüle ettiğini gözler önüne seriyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık mevzubahis olduğunda, pastoral çiftlik imajları, mutlu hayvan illüstrasyonları ve yemyeşil meralar bu yoğun gıda üretim modellerinin sert gerçeklerini örtbas eden birer fanteziden ibaret. Reklamların sunduğu bu sahte anlatı, hayvanların maruz kaldığı sömürüyü görünmez kılmakla kalmayıp, aynı zamanda etik kaygılarımızı körelterek tüketim alışkanlıklarını sorgulamamızı engelleyen bir ideolojik aygıt işlevi de görüyor.
Oysa kapitalist gıda üretimi, yalnızca hayvanları değil, doğayı ve insanları da aynı sistematik sömürü düzeninin içine hapsediyor. Fabrikalaşmış tarım ve hayvancılığın ardında, sadece hayvanların çektiği acılar değil, ekolojik yıkım, güvencesiz işçilik ve gıda emperyalizmi gibi geniş çaplı sömürü biçimleri de yatıyor. Bu bağlamda, endüstriyel tarım ve hayvancılığı eleştirel bir perspektiften ele alan hemen her çalışma, kapitalizmin farklı boyutlarda ürettiği yanılsamaları teşhir etmek ve hem insanın hem de hayvanın sömürüsüne dayalı üretim ilişkilerine karşı kolektif bir duruşu güçlendirmesi bakımından büyük bir değer taşıyor.
Et, Süt ve Yumurta Reklamları Size Fantezi Satıyor
Jessica Scott-Reid
Sentient Food
27 Ocak 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Görsel imgeler, gıda pazarlamasının temel taşlarından biri. Peynirin üzerindeki gülen ineği düşünün, böylesi hamleler tüketicilerin satın alma tercihlerinde büyük rol oynar. Ancak söz konusu et, süt ürünleri ve yumurta pazarlaması olduğunda, markaların kullandıkları imajlar gerçeği çoğunlukla ve pek tabii kasti olarak ıskalar. Beynin duygusal kısmına hitap eden bu görseller, sepetinizdeki et veya süt hakkında şeffaf veriler sağlamak için değil, anlattığı hikâye vasıtasıyla tüketicilerle “bağ kurmak” için vardır.
Yazar, akademisyen ve aktivist Carol J. Adams’ın¹ Sentient’e verdiği demeçte söylediği gibi, “İmaj temelli bir dünyadayız” ve “imajlar, mantığı baypas ederek doğrudan duygulara hitap ediyor”. Nihayetinde de tüketicilerin zihninde, çiftlik hayvanlarının nasıl yetiştirildiğine dair sahtelik barındıran bu imajlar kalıyor.
Gerçekten de kırmızı ahırlar, yemyeşil meralar, parlak güneş ışığı ve mutlu hayvanlar gibi semboller et ve süt ürünleri etiketlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Peki, bu yaygın görsel temsiller gerçeği ne kadar yansıtıyor? Sentient, Etin Cinsel Politikası ve The Pornography of Meat² [Etin Pornografisi] gibi kitapların yazarı Adams ile [insan-hayvan ilişkilerini belgeleyen bir fotoğraf projesi olan] We Animals kurucusu foto muhabir Jo-Anne McArthur’a danışarak, reklamlarda kullanılan yaygın imgeleri günümüz endüstriyel hayvancılık gerçekliğiyle karşılaştırdı.
Yanıltıcı reklam varan #1: Geleneksel kırmızı ahırlar
Kırmızı veya geleneksel ahır görseli, et, süt ve yumurta pazarlamasında yaygın olarak kullanılan önemli bir semboldür. Kökleri çocukluk tekerlemelerine, masallara ve filmlere dayanan ahır imajı, çiftçiliğin sağlıklı ve pastoral bir faaliyet olarak resmedilmesine yardımcı olur. “Yaşlı MacDonald’ın Çiftliği”nden Charlotte’un Sevgi Ağı’na ve Babe’e kadar çeşitli eserler aracılığıyla, çiftliklerin hayvanların özgürce dolaştığı huzurlu yerler olduğunu henüz küçük yaşlarda öğreniriz.
Yetişkin olduğumuzda ise, benzer ahır imgelerini bu kez et, süt ürünleri ve yumurta etiketlerinde buluruz. Adams, bu imgelerin rahatlık, aşinalık ve güven duyguları uyandırmak için yerleştirildiğini ve güçlü bir pazarlama aracı olduğunun altını çiziyor. Ayrıca, “Ahır kavramını bu [modern] kurumlara uygulamak için gerçekten esnetmek gerekir” diye de ekliyor.
Tarımsal tesisleri belgelemek için 60’tan fazla ülke gezen fotoğrafçı McArthur, bu ülkelerin tamamında gördüğü ahırların aslında çok büyük depolardan başka bir şey olmadığını söylüyor: “Küçük kırmızı ahırların olduğu o günler mazide kaldı.”
ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre, ABD’deki 56,265 çiftlikte yaklaşık 74,5 milyon domuz ve yaban domuzu yetiştiriliyor. Bu da ortalama bir binada çiftlik başına 1.300’den fazla hayvan bulunduğu anlamına geliyor. Herhalde ortada küçük kırmızı bir ahır falan olmadığı görülüyordur. Nitekim çoğu çiftlik hayvanı, konsantre hayvancılık tesisleri olan “Konsantre Hayvan Besleme Operasyonları” ve “Hayvan Besleme Operasyonları” sistemlerinde yetiştirilmekte olup bu tesisler tarımsal alanlardan ziyade fabrika tesislerini andırmaktadır.
Yanıltıcı reklam varan #2: Yeşil meralar
Et, süt ürünleri ve yumurtanın pazarlamasında yaygın olarak kullanılan bir diğer imaj ise yeşil meralar ve çimenli tepeler olarak karşımıza çıkar. Bazen parlak güneş ışığı, mavi gökyüzü ve berrak suların da eşlik ettiği bu semboller, zihinlerde çiftçiliğin doğal bir faaliyet olduğu izlenimini uyandırır.
Oysa tarım, nasıl tasvir edilirse edilsin, doğanın bir ürünü değil, insanlığın kendisini daha verimli şekilde beslemek için geliştirdiği bir insan icadıdır – hem de bütünüyle. Günümüzde çoğu çiftlik hayvanı, geleneksel otlaklarda değil, fabrika tipi çiftliklerde yetiştirilir. Bilhassa da tavukların bu tesislerdeki yaşam alanları oldukça sıkışıktır.
McArthur, “Yumurta bırakmak üzere yetiştirilen tavuklar güneşi hiç görmezler” diyor. Penceresiz depolarda tutulurlar ve yumurtlama döngülerini manipüle etmek için yapay aydınlatma kullanılır. ABD yumurta endüstrisindeki tavukların yaklaşık yüzde 60’ı, yasaların izin verdiği en küçük boyuttaki kapatma alanları olan pil kafeslere hapsedilir. Kanada’da ise bu oran yüzde 80’in üzerinde seyreder.
“Etlik piliçler” olarak da bilinen kümes hayvanlarına gelince, etiketlerde “organik” veya “gezen” ifadesi yer almadığı sürece, USDA standartlarına göre dış mekâna erişim sağlanması zorunluluğu bulunmuyor. Ancak ve ancak bu ifadeler yer aldığında, USDA yönergeleri gereği dış mekâna erişim zorunlu. Ulusal Tavuk Konseyi’nin asgari yönergelerine göre ise, sanayi çiftliklerinde – ki bu çiftlikler 50.000’e kadar piliç barındırabiliyor – her bir tavuk için yalnızca 100 inç kare kadarlık bir alan sağlanabiliyor.
Sertifikalı Hayvan Refahı Onaylı ve USDA Organik gibi tavukların açık havaya “erişimini” gerektiren bazı programlar var, ancak bunun pratikte ne anlama geldiği değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Sertifikalı İnsancıl Standartları (Certified Humane), “gezen” veya “merada yetiştirilen” olarak belirtilmediği sürece tavukların açık havaya erişmesini gerektirmez.
Kısacası, yeşil alanlara ve güneş ışığına bu sınırlı erişim ne yumurtlayan tavuklar ne de ABD’de yetiştirilen etlik piliçlerin çoğunluğu için yaygın bir uygulamadır.
Ve yanıltıcı reklamcılığın bir sonraki örneğinde göreceğimiz gibi, meralarda otlama yalnızca sığırlar için yaygın olup, bu durum çiftliğe bağlı olarak artıp azalır; ortalama olarak ise dört ila altı ay sürer.
Yanıltıcı reklam varan #3: Neden kahverengi değil de yeşil?
Bir etikette yeşil renk bulunması, tüketicilerin zihninde genellikle sağlıklı olmaya ve doğallığa dair bir çağrışım yapar. “Yeşil, olumlu bir renktir ve yeşil tarlalar pastoral bir ortamı ima eder” diyor Adams. Ancak, et etiketlerinde kullanılan yeşil mera görüntüleri çoğu kez gerçeği yansıtmaz. Nitekim gerçek daha çok kahverengidir.
“Peki ya gübreler nerede?” diye soruyor Adams. “Ya bu devasa gübre tarlalarından akan kirli sular?” Günümüz tarım işletmeleri her yıl yaklaşık 1,4 milyar ton gibi muazzam bir oranda gübre üretiyor. Bu gübre atıklarının ekinlerin büyümesine yardımcı olmak için tarlalara yayılması gerekse de atık miktarının büyüklüğü, kazalar veya değişen iklim koşulları nedeniyle oluşan sızıntılar, birçok istisnaya yol açıyor.
Tarım işletmelerinin sebep olduğu gübre, yüzey ve yeraltı sularındaki fosfor ve azot kirliliğinin başlıca nedeni olup, Iowa ve Kuzey Carolina gibi eyaletlerdeki büyük ölçekli çiftliklerin yakınında yaşayan topluluklar için su kaynaklarının içilemezliği gibi bir sonuç doğuruyor.
ABD’deki ineklerin yaşamlarının en azından ilk kısmını merada geçirdikleri kısmen doğru. Ancak bunların yarısından fazlası, kesime gönderilmeden önce kilo almaları için besi çiftliklerine yerleştiriliyor. Ocak 2024 itibarıyla ABD’de 14,4 milyon inek ve buzağı besi çiftliklerinde bulunuyordu.
McArthur, ABD ve Kanada da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki endüstriyel besi çiftliklerine gittiğini ve buraların hayvanlara “hareket etmeleri, keşfetmeleri ya da doğal davranışlar sergilemeleri için pek fazla alan tanınmayan dar ve kirli alanlar” olduğunu söylüyor. Yine, aşırı miktardaki hayvan atıkları nedeniyle buraların oldukça kaygan zeminli olduğunu belirtiyor: “Burası hayvanların üzerinde özgürce koşup oynayabileceği yerler değil.”
Yanıltıcı reklam varan #4: Mutlu inekler ve diğer çizgi karakterler
Markalarında hayvanlara yer veren et, süt ve yumurta şirketleri genellikle hayvanların gerçek görüntüleri yerine çizgi tasvirlerini ya da basit siluetlerini kullanmayı tercih ederler.
Bu kulağa zararsız gelebilir, ancak vegan-feminist eleştirel teorinin öncülerinden olan Adams’a göre, bu taktiğin arkasında daha kasıtlı bir niyet var. Et pazarlamacıları gerçek görüntülerden uzak durma eğilimindeler çünkü “gerçek hayvan fotoğrafları kullanmak, hayvanların bizim yiyeceğimiz olmak istediği yalanını sürdürmek demek olacaktır. Bu yüzden de farklı kültürel mecazlara ihtiyaçları var. İşte çizgi tasvirler de bunlardan biri. Daha büyük bir yalanın içinde hapsetse de çizgi tercihi onları özgürleştiriyor.”
McArthur, çiftlik hayvanlarını fotoğraflama deneyiminden yola çıkarak, “(pazarlama amacıyla) güzel görünecek bir hayvanın fotoğrafını çekmek neredeyse imkânsızdır,” diyor ve ekliyor: “Çünkü bulundukları koşullar nedeniyle çok ama çok kirliler ve aynı koşullar sebebiyle kendilerini temizleme becerisi geliştiremezler”; “Böyle bir tesise girip de, bu hayvanları yemeyi istememize sebep olacak güzellikte bir fotoğraf çekmek pek mümkün değil.”
“Gülen inek” türünden çizgi tasvirlerin kullanılması, çiftlik hayvanlarının mutlu ve temiz olduğu algısını güçlendirmeye yardımcı oluyor. Refah standartlarıyla övünen çiftçilerin sıklıkla dile getirdiği gibi, bu hayvanların yaşadığı sadece “tek bir kötü gün” [kesildikleri gün] vardır, bu tasvirler de bu düşünceyi pekiştirmek için tercih edilir. Fakat, artık hepimiz biliyoruz ki, hayvanların büyük çoğunluğu bu tür çiftliklerde yetiştirilmezler.
“Pazarlamacılar, gerçeği tehdit edici buldukları için onu sterilize etmeye, duygusallaştırmaya çalışırlar,” diyor Adams. “Mutlu bir inek imgesi kullanmak, tüketicilerin sorgulamadan kabullenmesini sağlamak için etkili bir yöntemdir.”
Sonuç yerine
Et, süt ve yumurta pazarlaması, tüketici algılarını şekillendirmek için büyük ölçüde imgelere dayanır; kırmızı ahırlar ve yeşil otlaklar gibi semboller pastoral çiftçilik koşullarını akla getirse de gerçekte durum tamamen farklıdır. Çiftlik hayvanlarının çoğu etiketlerde tasvir edilen huzurlu ortamlardan çok uzakta, endüstriyel ve aşırı kalabalık ortamlarda tutularak hapsedilmiştir. İtinayla ve kasti olarak oluşturulmuş bu görseller, fabrika çiftliklerinin acımasız koşullarını maskelemekte ve endüstriyel hayvan tarımının gerçek doğasını sterilize eden yanıltıcı anlatıyı sürdürmektedir.
¹ Feminist teori, ekofeminizm ve hayvan çalışmaları alanlarında önemli katkılar sunan akademisyen ve yazar. Çalışmaları, özellikle vegan-feminist teori çerçevesinde, et tüketimi, toplumsal cinsiyet ve ataerkil tahakküm arasındaki kesişimselliklere odaklanır. Türkçe’ye Etin Cinsel Politikası olarak çevrilen The Sexual Politics of Meat (1990) adlı eseri, kültürel söylem ve temsil biçimleri üzerinden et yemenin cinsiyetlendirilmiş ve ideolojik boyutlarını analiz eden öncü bir çalışma olarak kabul edilir. Adams, eleştirel teori, etik ve görsel kültür incelemeleri gibi çeşitli disiplinlerle kesişen bir literatür içinde konumlanarak, hayvan hakları ve feminist eleştiriyi bir araya getiren özgün bir perspektif geliştirmiştir. (ç.n.)
² Etin Cinsel Politikası’nın tamamlayıcısı ve devamı niteliğinde Ekim 2020’de yayımlanan Carol J. Adams’ın bu kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmedi.
DÜNYA BASINI
“ABD’nin Gazze’ye asker göndermesi direnişi tetikleyebilir”
Yayınlanma
4 gün önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Amerikan güçleri hızla kayıplar verebilir ve kamuoyu bunu uzun süre tolere etmeyecektir.
Askeri uzmanlar, ABD’nin Amerikan güçlerinin yardımıyla Gazze’yi ele geçirme ve yeniden inşa etme girişiminin büyük operasyonel zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Bu da direniş riskini ve Başkan Donald Trump’ın dış çatışmalardan kaçınma arzusuyla çelişen sürekli asker konuşlandırma ihtiyacını artıracaktır.
Gazze’deki mevcut durum, yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybettiği ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde yaşadığı türden, yıllarca sürebilecek ve maliyeti trilyonlarca doları bulabilecek bir çatışma riskini barındırıyor.
Trump, Filistin bölgesini tüm Filistinlilerden arındırma vizyonunu açıklamış olsa da bölgeyi “Orta Doğu’nun Riviera”sına dönüştürmek için büyük bir yeniden inşa projesine başlamayı ve ABD birliklerini bölgeye göndermeyi henüz taahhüt etmiş değil.
Ancak salı günü yaptığı açıklamada, “gerekirse” ABD askerlerini Gazze’ye göndereceğini söyledi. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de çarşamba günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken bu ihtimali vurguladı.
Hegseth gazetecilere yaptığı kısa açıklamada “Gazze konusuna gelince deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya çalışmaktır” dedi: “Hem diplomatik hem de askerî açıdan tüm seçenekleri değerlendirmek üzere müttefiklerimizle, muhataplarımızla birlikte çalışmayı dört gözle bekliyoruz.”
Trump’ın söylediği pek çok şeyde olduğu gibi, sözleri de bir müzakerede taviz koparmaya yönelik maksimalist bir pazarlık manevrası olarak görülebilir. Ancak, gerçek değerine bakıldığında, sözleri müttefikleri ve gözlemcileri tedirgin etti. Uzmanlar The National’a Gazze’de olası bir askeri varlığın, Hamas’ın teslim olduğu en iyi senaryoda bile karmaşık olacağını söylüyor.
Atlantik Konseyi’nin Terörle Mücadele Projesi Başkanı ve Savunma Bakanlığı’nda özel operasyonlar ve terörle mücadeleden sorumlu eski bir yetkili olan Alex Plitsas, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi bir şekilde temizleyip yeniden inşa etme önerisinin büyük bir askeri ve ekonomik katılım gerektirdiğini söyledi. Ancak Başkan’ın bu çabanın bedelini kimin ödeyeceğini belirtmediğini de sözlerine ekledi.
Ayrıca olası bir ABD askeri varlığı durumunda ABD birlikleri hızla kayıplar verebilir ki Trump’ın izolasyonist destekçileri bunu uzun süre tolere etmeyecektir. Zira zorunlu göçün ardından Gazze’de kalan Filistinliler neredeyse kesin olarak işgalci güce karşı silahlanacaktır.
Plitsas, “Irak’tan çok net bir şekilde öğrendik ki bir karşı direniş operasyonu hem can kaybı hem de maddi kaynaklar açısından son derece maliyetlidir. Ayrıca çatışmanın ortasında kalan siviller büyük kayıplar yaşar” dedi ve böyle bir müdahalenin uzun vadeli stratejik bir taahhüt gerektirdiğini ve bu süreçte büyük acılar yaşanacağını belirtti.
Trump’ın uyumlu Cumhuriyetçi Parti’sinin bazı üyeleri bile Gazze önerisine ilişkin endişelerini dile getirdiler.
Cumhuriyetçi senatör Rand Paul X kanalında “Önce Amerika için oy verdiğimizi sanıyordum” dedi ve ekledi: “Hazinemizi mahvedecek ve askerlerimizin kanını dökecek yeni bir işgali düşünmeye hakkımız yok.”
Plitsas, Gazze’yi ele geçirmek, güvenliği sağlamak ve bölgeyi yeniden inşa etmek için yaklaşık 100.000 askerden oluşan birkaç askerî tümenin konuşlandırılması gerektiğini belirtti ve “Ve bu sadece güvenlik kısmı. Yeniden inşa süreci, yönetim ve devlet inşası da işin içinde olacak. Bu da ABD hükümetinin diğer kurumlarını devreye sokmayı gerektirecektir” dedi.
ABD Askeri Akademisi Modern Savaş Enstitüsü’nde Kentsel Savaş Çalışmaları Başkanı olan John Spencer da Hamas’ın ne ölçüde ortadan kaldırıldığına ya da silah bıraktığına bağlı olarak uzun zaman alacak bir görev için on binlerce askerin karadan ve denizden gelmesini gerektireceğini söyledi.
İsrail ordusuyla birlikte 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi dört kez gezen Spencer, “Düşmanın da bir sözü var” dedi ve ekledi: “Eğer aktif bir savaş söz konusu olursa bu uzun zaman alır. Bunun kabul edilmesi gerekir.”
Spencer, İsrail birliklerinin ağırlıklı olarak kentsel alanları temizlediğini ve sonra tekrar çekildiğini hatırlattı. ABD’nin görevi de bu bölgeleri temizlemek, güvenliği sağlamak ve Hamas’ın bıraktığı patlamamış bombaları ya da tuzakları etkisiz hale getirmek olacaktır.
Spencer herhangi bir bölgeyi yeniden inşa için güvenli hale getirmenin son derece karmaşık bir girişim olacağını, çünkü binalar ve molozların yanı sıra Hamas tünellerinin de temizlenmesi gerekeceğini söyledi.
Irak’ın Musul kentinin IŞİD militanlarından temizlenmesinden sonra patlayıcıların temizlenmesi yaklaşık beş yıl sürmüştü ve bu sadece bir şehirdi.
Spencer, “Bence İnsanlar bu savaşın enkaz ve yıkım gibi benzersiz özelliklerini ve yapılması gereken gerçek iş miktarını hafife alıyorlar” dedi.
Ancak ABD’nin Gazze’de askerî bir operasyon düzenlemesinin lojistiğini bile düşünmek, Arap ülkelerinin bu plana destek vereceğini varsaymayı gerektiriyor ve böyle bir destek olduğuna dair hiçbir işaret yok.
Ürdün ve Mısır, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria’dan Filistinlilerin kısa veya uzun vadede yerlerinden edilmesini kesin bir dille reddetti.
Plitsas, “Çünkü bu, Filistin devletinin sona ermesi halinde geri dönüş hakkının ortadan kalkması anlamına gelir ki bu da onların asla kabul etmeyeceği bir şey” dedi.
DÜNYA BASINI
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
Yayınlanma
4 gün önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.
Steven A. Cook / Foreign Policy
Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.
Nereden başlamalı?
Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.
Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.
Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;
-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,
-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,
– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,
– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.
Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.
Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması -1

ABD-Güney Afrika arazi yasası geriliminde yeni perde

Biden’ın ‘veda yaptırımları’ Rusya ekonomisini nasıl etkileyecek?

“İlgi var ancak yaptırımlar yatırımları engelliyor”

Cook Adaları’nın Çin’le ‘stratejik’ anlaşması Yeni Zelanda’yı endişelendirdi
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
BRICS ailesinin genişlemesi ve Brezilya Zirvesi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Abhazya’nın yeni lideri Türkiye ile daha yakın işbirliğine giden yolu açabilir
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
Krizdeki kapitalizmin aracı faşizm ve Trump
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
İktidarda kalmanın yolları
-
ASYA2 hafta önce
Çin, DeepSeek ile yapay zekâ yarışında ABD’yi sollayacak mı?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Gazze’de bir çadırda yazılan Filistin yemek kitabı
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
SDG-HTŞ çıkmazında 3 senaryo
-
DİPLOMASİ4 gün önce
Colani ile Macron görüştü, Lazkiye liman işletmesi Fransız şirkette kaldı