Bizi Takip Edin

Dünya Basını

Trump’ın İran’a karşı sert oyunu

Yayınlanma

ABD, İran’ı müzakere masasına getirmek için İsrail saldırılarıyla tehdit edebilir, ancak Trump Tahran ile bir anlaşmayı tercih ediyor.

Arash Azizi / Al-Majalla

ABD Başkanı Donald Trump, uzun süredir İran konusunda tutarlı bir duruş sergiliyor: Ülkenin yöneticilerini değiştirmek istemiyor, ancak davranışlarını değiştirmeye, özellikle de İran’ın nükleer silah edinmesini engellemeye kararlı.

Bu hedefe ulaşmak için, ilk döneminde uyguladığı “maksimum baskı” politikasını geri getirmekte ısrarcı, yani İran’a yönelik sert yaptırımların uygulanmasını savunuyor. Biden döneminde bu yaptırımlar tamamen kaldırılmamış olsa da zaman zaman daha esnek bir şekilde uygulanmıştı. Ancak bu dönemi farklı kılan şey, Trump’ın İsrail’in İran’a yönelik saldırılarını desteklemeye hazır olması ya da en azından bu tehdidi İran’ı müzakere masasına çekmek için bir araç olarak kullanması.

Trump, genel olarak her zaman İran’a sert bir havuç-sopa taktiği ile yaklaşıyor. Bu tutumu, başkanlığının ilk haftalarında da açıkça görüldü. 4 Şubat’ta ulusal güvenlikle ilgili bir başkanlık genelgesi imzalayarak İran üzerindeki baskıyı daha da artırdı. Ancak genelgeyi imzalarken, İranlı liderlerle müzakere etmek istediğini ve aslında bu belgeyi imzalamak zorunda kalmamayı dilediğini belirtti.

Bu duruşunu bir gün sonra Truth Social’da yaptığı bir paylaşımda yineledi. İran’ın nükleer silah sahibi olmadığı sürece “büyük ve başarılı bir ülke” olmasını istediğini söyledi. (Genelgede ayrıca İran’ın bölgedeki milislere verdiği destek ve balistik füze programları da yer alıyordu.) Trump, İran’ın “barışçıl bir şekilde büyümesine ve refah içinde gelişmesine” olanak sağlayacak “Doğrulanmış Nükleer Barış Anlaşması” için çağrıda bulundu ve iki ülkenin derhal bu konuda çalışmaya başlaması gerektiğini ifade etti.

İranlı liderlerden gelen ilk yanıt hızlı ve sert oldu. 7 Şubat’ta İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney, ABD ile müzakerelerin “akıllıca veya onurlu” olmadığını vurguladı. Geçmişte başarısız olan bu tür görüşmelerin yine başarısız olacağını söyledi. Ancak bunlar uzun bir sürecin ilk hamleleri. İran güvenlik kurumlarındaki hemen hemen tüm ciddi isimler, ülkenin er ya da geç ABD ile müzakere etmek zorunda olduğunu biliyor.

Yıpratıcı yaptırımlar

ABD’nin uyguladığı yaptırımlar, İran ekonomisini adeta çökertiyor. Hamaney’in konuşmasının ardından İran riyali, ABD doları karşısında neredeyse bir milyona kadar geriledi. Bu durum, İran parasını dünyanın en değersiz para birimlerinden biri haline getiriyor. Buna son iki yılda İran’ın “Direniş Ekseni” olarak adlandırdığı yapının aldığı ağır darbeleri ve ülkedeki kırılgan toplumsal barışını da eklediğimizde, ekonomik iyileşmenin ne kadar acil olduğu daha net anlaşılıyor.

Ancak ekonomik baskının İran’ı müzakere masasına getirmeye yetmemesi durumunda, Trump yönetiminin kullanabileceği başka bir araç daha var: İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yönelik yıkıcı saldırı tehdidi. ABD medyasında çıkan son haberlere göre İsrail, önümüzdeki yıl İran’ın nükleer tesislerine saldırmak için hazırlık yapıyor.

Trump’ın 5 Şubat’ta yaptığı barış yanlısı paylaşımı bile örtülü bir tehdit içeriyordu. Eğer bir anlaşma sağlanmazsa, ABD’nin İsrail’le birlikte İran’a saldırabileceği imasında bulunuyordu. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, uzun zamandır bu tür saldırıları savunuyor. Trump’ın başkanlık koltuğunda olması, Netanyahu’ya bu planları gerçekleştirmek için gerekli desteğe sahip olduğu hissini verebilir. Ancak Trump, bu tehdidi İran’dan tavizler koparmak için bir pazarlık aracı olarak da kullanabilir.

Trump’ın Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ilk Orta Doğu gezisinin ilk durağı olarak İsrail’i ziyaret etti. Netanyahu, Rubio ile görüştükten sonra 16 Şubat’ta yaptığı açıklamada, görüşmelerinin ana gündem maddesinin İran olduğunu belirtti. Batı Şeria, Lübnan, Irak ve Suriye’deki istikrarsızlığın sorumlusunun İran olduğunu iddia eden ABD ve İsrail, İran tehdidine karşı “omuz omuza” durdu. Rubio, Senato’daki onay oturumlarında yaptığı konuşmalara benzer şekilde İran rejimini eleştirerek, İran halkının “rejimin kurbanı” olduğunu ifade etti.

Rubio, burada patronunun yapmadığını yaparak, İran İslam Cumhuriyeti’nin İran halkını meşru bir şekilde temsil etmediğini savundu. Rubio bu yaklaşımıyla, İran halkına rejimi devirmeleri yönünde çağrı yapan Netanyahu’ya benziyor. ABD istihbarat raporlarına göre, İsrail İran’da rejim değişikliği hedefliyor, ancak bu hedefin gerçekleştirilmesi söylemek kadar kolay değil.

Buna karşın, Trump’ın doğrudan rejim değişikliğini desteklemesi pek olası görünmüyor. İran ile daha iyi bir anlaşma yapmak, onun dış politika yaklaşımına ve ilan ettiği gündeme daha uygun düşüyor. Ancak İsrail’in tehditlerini desteklemek, Trump açısından müzakere sürecinde faydalı bir taktik olarak görülebilir.

Obama döneminde 2015 anlaşmasını müzakere eden üst düzey yetkililer bile ABD’nin artık askeri güç kullanmaya hazır olması gerektiğini söylüyor. İran’ı endişelendiren bir hamle olarak Trump, Biden yönetiminin İsrail’e ağır MK-84 bombalarının sevkiyatına getirdiği yasağı kaldırdı. 900 kilogram ağırlığındaki bu bombalar, İsrail’in saldırı planları için kritik öneme sahip olabilir.

Ekonomik baskı ve askeri tehditlerin bir araya gelmesi muhtemelen İranlı müzakerecileri masaya oturtmaya yetecektir. Görüşmelerin gerçekleşmesi halinde pek çok ülke arabuluculuk yapabilir. CNN’e göre hem ABD hem de İran ile iyi ilişkilere sahip olan Suudi Arabistan bu konuda açık olduğunu belirtti. Ayrıca Katar’ın da bu rolü üstlenmek istediğine dair haberler var.

Bölge açısından bakıldığında, İran’ın nükleer programını sınırlandıracak ve bölgedeki yıkıcı faaliyetlerini azaltacak bir anlaşma, savaş tehdidini ortadan kaldırabileceği için büyük bir fayda sağlayacaktır. İran’a yönelik yaptırımların kaldırılması, Suudi Arabistan ve diğer bölge ekonomileriyle ticareti kolaylaştırabilir. 2015’in aksine, bugün Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin çoğunun İran ile iyi ilişkileri var ve bir anlaşmaya karşı çıkmaları beklenmiyor.

Var olan engeller

Ancak herhangi bir anlaşmanın önünde hâlâ büyük engeller var. Birincisi, Nisan ayında 86 yaşına girecek olan Hamaney, hayatının bu son döneminde uzlaşmaya yanaşmayabilir. Trump ile yapılacak büyük bir anlaşmanın, İran İslam Cumhuriyeti için tam bir teslimiyet olarak görülebileceğinden endişe edebilir. 1979’da kurucularından biri olduğu rejim, böyle bir anlaşma sonrasında özünü koruyamayabilir.

İkincisi, herhangi bir anlaşma Trump’ın kendi ekibi içinde dikkatle incelenecek ve tartışmalara yol açacaktır. Böyle bir anlaşma, halk desteğinin aşınması ve bölgesel müttefiklerinin zayıflaması nedeniyle büyük ölçüde güç kaybeden İran’a can simidi atmak gibi görülebilir. Trump’ın çevresindeki İran karşıtı şahinler ise farklı bir yaklaşım önerebilir: İran’a sürekli darbeler indirerek onu zayıf tutmak ama aynı zamanda yeniden yapılanmasına yardımcı olabilecek bir anlaşmaya varmadan nükleer silah girişiminden vazgeçirmek.

Üçüncüsü, İsrail’in Trump ile İran arasında yapılacak bir anlaşmaya razı olması durumunda, bunun karşılığında başka büyük talepleri olabilir. Örneğin, Filistinlilerle olan çatışmasında daha fazla taviz isteyebilir. Trump’ın, Netanyahu tarafından da desteklenen Gazze’ye yönelik etnik temizlik planları böyle bir oyunun sadece ilk aşaması olabilir.

Ancak Suudi Arabistan gibi bölgenin güçlü Arap ülkeleri bu planlara kesin bir şekilde karşı çıkıyor ve muhtemelen bu tutumlarını sürdürecekler. ABD, bölgesel desteği olmadan Orta Doğu’da geniş kapsamlı anlaşmalar yapamaz.

Dördüncüsü, İran ile yapılacak herhangi bir anlaşmanın, nükleer meseleyle ilgili teknik zorlukların yanı sıra, ABD’nin diğer kaygılarını da ele alması gerekecek. Bunlar arasında İran’ın bölgedeki müttefiklerini içeren “Direniş Ekseni” ve balistik füze programı da bulunuyor. Bu konuların ele alınması ise sabır ve ayrıntılı müzakereler gerektiriyor.

Trump yönetimi, Obama döneminde 2015 İran Nükleer Anlaşması’yla sonuçlanan yoğun müzakereleri yürütecek yeterli kadroya, sabra ve dirayete sahip mi? Görüşmeler uzarsa, İsrail süreci sabote edip doğrudan saldırıları mı tercih edecek? Trump’ın sert pazarlık tarzı Tahran’a işlemeyecek mi, yoksa müzakereleri başlamadan çıkmaza mı sokacak? Bu sorular, herhangi bir müzakere sürecinin üzerinde bir gölge gibi duracak.

Zorluklar aşılabilir

Bu engeller ne kadar zorlu olsa da hiçbiri aşılamaz değil. Hamaney üzerindeki iç baskı, onu bir anlaşmayı kabul etmeye zorlayabilir. Trump’ın ekibinde, Başkan Yardımcısı JD Vance gibi, rejim değişikliği politikalarına oldukça şüpheyle yaklaşan ve anlaşmaya karşı çıkanlara karşı denge unsuru olabilecek birçok üst düzey isim var.

Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri, Trump’ın Filistin konusundaki tartışmalı planlarını dizginleyebilir ve bu konuyu İran müzakerelerinden bağımsız hale getirebilir. Son olarak, Trump, belki de Orta Doğu özel temsilcisi Steve Witkoff’un himayesinde, müzakereleri yürütmek için alışılmadık yollar bulabilir.

Orta Doğu ve Trump yönetimi söz konusu olduğunda öngörüde bulunmak çok kolay değil. Ancak İran’a yönelik askeri saldırı tehditleri yakın gelecekte artsa bile Trump yine de Tahran ile bir anlaşmaya varmayı tercih edecektir.

Dünya Basını

Batı basını, İstanbul’daki ikinci Rusya-Ukrayna görüşmelerine nasıl tepki verdi?

Yayınlanma

Rusya ve Ukrayna heyetleri, çatışmanın çözümüne yönelik ikinci tur müzakereler için 2 Haziran’da İstanbul’daki Çırağan Sarayı’nda bir araya geldi. Bir saatten fazla süren görüşmede, Rus heyetine Devlet Başkanı Yardımcısı Vladimir Medinskiy, Ukrayna heyetine ise Savunma Bakanı Rustem Umerov başkanlık etti.

Müzakereler sonucunda tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri masaya yatırdığı ve yeni bir esir takası için hazırlıklara başlandığı bildirilirken, uluslararası basın kuruluşları görüşmelerden önemli bir ilerleme beklemediklerini aktardı.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri teati ettiğini ve yeni bir esir serbest bırakma sürecinin hazırlıklarına başladıklarını belirtti.

Ukrayna Savunma Bakanı Umerov ise müzakerecilerin tüm ağır hasta esirler ile 25 yaş altındaki kişilerin takası konusunda anlaşmaya vardığını açıkladı.

Rus heyetine başkanlık eden Medinskiy, Rusya’nın gelecek hafta tek taraflı olarak Ukrayna’ya hayatını kaybeden 6 bin askerin naaşını teslim edeceğini söyledi. Ayrıca Medinskiy, Moskova’nın Kiev’den çatışma nedeniyle zor durumda kalan 339 çocuğun isim listesini aldığını da sözlerine ekledi.

Reuters: Atılım beklentisi düşük

İngiliz haber ajansı Reuters, “Pazartesi günü bir atılım beklentisi düşüktü. Ukrayna, Rusya’nın bugüne kadarki yaklaşımını kendisini teslim olmaya zorlama girişimi olarak görüyor ki Kiev bunu asla yapmayacaktır. Diğer yandan, Mayıs ayında son altı ayın en hızlı ilerlemesini kaydeden Moskova ise Kiev’in Rusya’nın şartlarıyla barışı kabul etmesi gerektiğini, aksi takdirde daha fazla toprak kaybıyla yüzleşeceğini belirtiyor,” ifadelerini kullandı.

Associated Press: Taraflar kilit konularda uzak

Amerikan haber ajansı Associated Press (AP), “ABD’nin her iki tarafı ateşkese teşvik etme çabaları henüz başarıya ulaşmadı. Ukrayna bu adımı kabul etti ancak Kremlin fiilen reddetti. Her iki ülkeden üst düzey yetkililerin son yorumları, askeri faaliyetlerin durdurulmasına yönelik kilit şartlar konusunda hâlâ anlaşmadan uzak olduklarını gösteriyor,” değerlendirmesinde bulundu.

Bloomberg: Barış umudu uzak görünüyor

Bloomberg haber kuruluşu ise “Bu görüşme, çatışmanın başlangıcından bu yana savaşan iki taraf arasında kamuoyuna açık ikinci görüşme oldu ve Mayıs ayındaki ilk tur müzakerelerin ardından geldi. ABD Başkanı Donald Trump’ın aylardır süren ve ilerleme kaydedilememesi nedeniyle giderek hayal kırıklığına uğradığı çabalarına rağmen barış olasılığı uzak görünüyor. Moskova, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisine hâlâ direniyor,” diye yazdı.

The New York Times: Müzakereler tıkanırken sahada saldırılar artıyor

ABD’nin önde gelen gazetelerinden The New York Times, “Moskova ve Kiev, her iki ülke liderlerini kâh ikna etmeye çalışan kâh eleştiren Başkan Trump’ın baskısı altında müzakere ediyor. Ancak Rusya ve Ukrayna sert bir duruş sergiliyor ve hiçbir tarafın diğer taraf için kabul edilebilir şartlar sunması beklenmiyor. Müzakereler çıkmaza girerken, savaş alanında saldırılar yoğunlaşıyor,” yorumunu yaptı.

CNN: Belirsizlik sürüyor

Amerikan haber kanalı CNN, “Geçen ay Türkiye’de yapılan ve düşman ülkeler arasında 2022’den bu yana ilk olan birinci tur görüşmelerin ardından her iki taraf da tam bir ateşkes ve potansiyel olarak uzun vadeli bir barış için şartlarını teati etmeyi kabul etmişti. Ukrayna’nın pazar günkü hava saldırısının bu yolu kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da daha da çetrefilli hâle getirip getirmeyeceği henüz belirsiz,” ifadelerine yer verdi.

Financial Times: İlerleme belirtisi yok, Trump hayal kırıklığı yaşıyor

İngiliz Financial Times gazetesi ise, “Heyetler el sıkışmadı ve potansiyel bir anlaşmaya varılması yönünde herhangi bir ilerleme belirtisi göstermedi. Rusya’nın uzlaşmaz tutumu, göreve geldiği ilk gün çatışmayı çözebileceğiyle övünen ve Putin ile yakın ilişkilerinin bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olacağına inanan ABD Başkanı Donald Trump’ı hayal kırıklığına uğrattı,” değerlendirmesini okuyucularıyla paylaştı.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Financial Times: Borç batağındaki ‘gelişmekte olan ülkeler’ için kayıp on yıl kapıda

Yayınlanma

İngiliz Financial Times gazetesi, ‘gelişmekte olan ülkelerin’ karşı karşıya olduğu borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki olumsuz etkilerini ele aldı. Gazete, milyarlarca insanın umutlarını boşa çıkaran mevcut mali yapıların acilen yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Borç servisinin eğitim, sağlık ve altyapı gibi kritik alanlardan kaynak çektiği belirtildi.

İngiliz Financial Times gazetesi, “gelişmekte olan ülkelerin” yüzleştiği borç krizini ve bunun kalkınma üzerindeki yıkıcı etkilerini mercek altına aldı.

Gazete, milyarlarca insanın beklentilerini karşılayamayan mevcut mali yapıların acilen yeniden ele alınması gerektiğinin altını çizerek, borç sorununun birçok düşük ve orta gelirli ülkede daha da derinleştiğini belirtti.

Söz konusu ülkeler borçlarını ödemekte temerrüde düşmeseler de kalkınma hedeflerinde geri kalıyorlar.

Likidite eksikliği nedeniyle hükümetler, eğitim, sağlık, altyapı ve iklim uyumu gibi hayati alanlara ayrılması gereken değerli kamu kaynaklarını, daha önce alınmış borçların servisine yönlendirmek zorunda kalıyor.

BM verileri endişe verici

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) tarafından yayımlanan son veriler, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.

Verilere göre 54 ülke, vergi gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını sadece faiz ödemelerine harcıyor.

“Gelişmekte olan ülkelerin” vergi gelirlerine oranla ortalama faiz yükünün 2011’den bu yana neredeyse iki katına çıktığına dikkat çekildi.

Gazete, 3,3 milyardan fazla insanın borç servisine sağlıktan daha fazla harcama yapan ülkelerde yaşadığını, 2,1 milyar insanın ise borçlara eğitimden daha fazla kaynak ayıran ülkelerde hayatını sürdürdüğünü vurguladı.

Financial Times, bunun sürdürülebilir bir kalkınma yolu olmadığını, aksine borcun bir engel teşkil ettiğini belirtti.

Borçlanma maliyetleri artıyor

Bu durumun, borçlanma maliyetlerinin keskin bir şekilde yükseldiği bir dönemde yaşandığına işaret edildi. 2008 mali krizinin ardından faiz oranlarının sıfıra yaklaşmasıyla daralan borçların, şimdi çok daha yüksek faiz oranlarıyla yenilendiği ifade edildi. Gazeteye göre, Covid-19 salgını ve Ukrayna’daki savaş sonrasında getiri farkları azalmış olsa da, sermaye piyasalarında borç yenileme maliyeti birçok düşük ve orta gelirli ülke için hâlâ aşırı derecede yüksek.

Küresel ekonomideki zayıf görünüm de krizi daha da ağırlaştırıyor. Yavaşlayan büyüme, borç sürdürülebilirliğini baltalayarak krizi derinleştiriyor.

“Sistemik bir başarısızlık söz konusu”

Gazete, bugünkü krizin sistemik bir başarısızlığı yansıttığını ve bunun temelinde küresel sermaye akışlarındaki süregelen asimetrinin yattığını vurguladı.

Sermayenin gelişmiş ekonomilere genellikle anti-siklik (ekonomik döngünün tersi yönde) akarak durgunluk dönemlerinde destek sağlarken, “gelişmekte olan ülkelere” pro-siklik (ekonomik döngüyle aynı yönde) aktığı ve bu durumun şokları daha da kötüleştirdiği açıklandı.

Financial Times, bu durumun neticesinde net dış transferlerin negatife döndüğünü belirtti. Sadece 2023 yılında, düşük ve orta gelirli ülkelerin (Çin hariç) uzun vadeli borçlarda 30 milyar ABD doları net özel sektör çıkışı yaşadığı, bunun 2022’deki yaklaşık 50 milyar ABD dolarlık çıkışa göre hafif bir iyileşme olsa da hâlâ “kalkınma için önemli bir kaynak kaybını” temsil ettiği ifade edildi.

Uluslararası kurumlar yetersiz kalıyor

Çok taraflı kurumların da yetersiz kaldığına dikkat çeken gazete, Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) düşük ve orta gelirli ülkelere yapılan net transferlerin —salgın sırasında önemli ölçüde artmışken— şimdi çöktüğünü belirtti.

Gazete, “2020’de 22 milyar ABD dolarlık pozitif transferden, net rakam 2022’de sıfıra ve 2023’te eksi 5 milyar ABD dolarına düştü,” ifadelerini kullandı ve bunun düşük ödemeler ile faiz ödemelerindeki büyük artıştan kaynaklandığını ekledi.

‘Mevcut borç politikaları halklara değil piyasalara hizmet ediyor’

Financial Times, uzmanlar arasında pek çok “gelişmekte olan ülkedeki” mevcut borç politikalarının halklara değil, mali piyasalara hizmet ettiği yönünde artan bir fikir birliği olduğunu aktardı.

Gazete, bunun bütün ülkeleri kayıp bir on yıla veya daha kötüsüne mahkum etme tehlikesi taşıdığını vurgulayarak, dünyanın en yoksul ve en savunmasız insanlarından bazılarının bir veya daha fazla kayıp on yıl yaşamasının “dünyanın kaldıramayacağı bir durum” olduğunu açıkladı.

Gazete, tartışmanın sadece mali temerrütten kaçınmaya dayalı dar başarı anlatılarının ötesine geçmesi gerektiğini belirterek, “Gelecekleri sürdürülemez koşullardaki eski borçların servisine ipotek edilen milyarlarca insanın yaşadığı gerçekliği yansıtmalıdır,” çağrısında bulundu.

Ayrıca, tekrarlayan borç ve kalkınma krizlerine yol açan küresel yapıdaki temel kusurların ele alınmasıyla işe başlanması gerektiğini vurguladı.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?

Yayınlanma

Bugün İstanbul’da yapılması planlanan Rusya-Ukrayna görüşmelerinde, barışçıl çözüme yönelik ortak bir muhtıra hedefleniyor. Ancak Moskova merkezli Dünya Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Eduard Solovyov’a göre, tarafların temel konulardaki (toprak bütünlüğü, Ukrayna’nın NATO üyeliği, tarafsızlık statüsü) zıt pozisyonları, Ukrayna yönetiminin meşruiyet sorunu ve muhtıranın hukuki bağlayıcılığının olmaması önemli engeller teşkil ediyor. Rusya’nın asgari talepleri arasında Ukrayna’nın NATO’dan uzak durması ve toprak değişikliklerinin tanınması yer alırken, bu maddeler Kiev için kırmızı çizgi niteliğinde. Uzmana göre, olası bir muhtıranın Rusya’ya yönelik yaptırımları kısa ve orta vadede etkilemesi beklenmiyor.


Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı, gelecekteki muhtıranın önündeki engelleri değerlendiriyor

RBK

2 Haziran 2025

2 Haziran’da İstanbul’da Rusya ve Ukrayna heyetlerinin bir araya gelmesi bekleniyor. Rusya Bilimler Akademisi Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Post-Sovyet Araştırmalar Merkezi Başkanı Eduard Solovyov, tarafların ortak bir muhtıraya giden yolda çözmeleri gereken sorunları ele alıyor.

2 Haziran’da İstanbul’da Rus ve Ukrayna heyetleri arasında bir görüşme yapılması planlanıyor. Bu görüşmenin sonucunda tarafların barışçıl bir çözüme ilişkin ortak bir muhtıra imzalaması gündemde. Kiev’in iddialarına göre Ukrayna, muhtıra versiyonunu Moskova ve Washington’a göndermiş durumda. Moskova ise sızıntıları ve görüşmeler başlamadan önce yapılabilecek taraflı yorumları engellemek amacıyla kendi taslağını İstanbul’da sunacağını belirtiyor.

Nihai muhtıranın nasıl görüneceği konusunda şimdilik bir yargıya varmak zor. Büyük ihtimalle Kiev ve Moskova tarafından hazırlanan belgeler temelden farklılık gösteriyor. Görüşmeler sırasında bu belgelerin birleştirilip birleştirilemeyeceği ise büyük bir soru işareti. Fakat, çatışmanın olası çözümüne ilişkin tartışmaların, son zamanlarda sadece Ukrayna değil, Avrupa siyasi elitlerinin de özelliği haline gelen sert açıklamalardan, ültimatomlardan ve megafon diplomasisinden uzaklaşarak, daha rasyonel, profesyonel ve somut sonuç odaklı bir tartışma düzeyine kayma fırsatı bulması bile bir ilerlemedir.

Ukrayna tarafının, ateşkesin koşullarına odaklanmaya çalışacağı tahmin ediliyor. Rusya tarafı ise muhtemelen, ikili Rusya-Ukrayna ilişkileri ve anlaşmalarının ötesine geçen, çatışmanın genel olarak sona ermesine yönelik kendi vizyonunu öne sürecektir. Bu vizyon, NATO ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere Batılı ülkelerden belirli taahhütler içeriyor. Dolayısıyla, muhtırada neredeyse kesin olarak Ukrayna çevresindeki çatışmanın çözümüne ilişkin ilkeler ve daha geniş çerçeveler yer alacaktır.

Eduard Solovyov

Muhtıra, hukuki bağlayıcılığı olan bir belge niteliği taşımıyor. Belgede, olası bir anlaşmanın bazı temel parametrelerinin sabitlenmesi bekleniyor. Moskova’nın sıkça ve tutarlı bir şekilde dile getirdiği bir sorun var: Ukrayna tarafındaki meşruiyet eksikliği. Kiev’de bağlayıcı bir hukuki belgeyi imzalayacak kimse bulunmuyor. Ukrayna Devlet Başkanı ve parlamentosunun (Verhovna Rada) yetki süresi 2024 yılında dolmuştu. Muhtıra, gelecekte meşru Ukrayna makamlarıyla yapılacak bir anlaşma çerçevesinde sağlamlaştırılacak olan anlaşmaların bir ara biçimidir.

Tarafların bir dizi kilit konudaki pozisyonları taban tabana zıt. Mevcut Ukrayna yönetimi, Kırım’ın, Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyetlerinin, Zaporojye ve Herson oblastlarının Rusya’ya ait statüsünü tanımıyor. Rusya, toprak değişikliklerinin sabitlenmesinde ve daha geniş bir bağlamda Ukrayna’nın tarafsızlık statüsünün ve silahsızlandırılmasının sağlanmasında ısrar ediyor. Bu arada Kiev, ülkenin NATO’ya katılım hedefinin Anayasa’da sabitlendiğini ve bu konuda tartışılacak bir şey olmadığını, savunma kapasitesinin güçlendirilmesinin ise egemenliğin garantisi olduğunu belirterek bu son iki konuyu da görüşmeyi reddediyor.

Esasında Moskova için önemli olan sadece Kiev’in tarafsız, blok dışı statü garantileri ve silahlı kuvvetlerin sayısal azaltılması konusundaki taahhütleri değil, aynı zamanda NATO ülkelerinin sadece Ukrayna’ya değil, en azından diğer Sovyet sonrası ülkelere yönelik olarak da doğuya doğru genişlememe taahhütleridir. Bu tür geniş siyasi genellemelerin muhtırada yer alıp almayacağı henüz belirsiz.

Rusya için asgari program, Ukrayna’nın sadece NATO’ya katılmama taahhüdünde bulunmasını değil, aynı zamanda ittifak ülkelerinin kendi topraklarını askeri amaçlarla kullanmasına izin vermemesini sağlamaktır; yani, ittifak ülkeleriyle ortak tatbikat yapmama, yabancı askerlerin ve askeri altyapının varlığını dışlama ve askeri-teknik işbirliğinin bazı gelişmiş biçimlerinden kaçınma taahhütlerini sabitlemektir. Ayrıca, Kırım’ın, Donbass cumhuriyetlerinin ve Novorusya’nın iki bölgesinin değişen statüsünün tanınmasını sağlamaktır. Kiev makamları için bugüne kadar tüm bu konular, mevcut Ukrayna yönetiminin çizdiği kırmızı çizgilerin aşılması anlamına geldiği için fiilen tabuydu.

Ayrı bir konu da yaptırımların kaldırılması beklentileri; Avrupa kulvarında bu konuyu, çatışmada sürdürülebilir bir çözüme ulaşılana kadar tartışmak zor olacaktır. Bu nedenle, Rusya karşıtı yaptırımlar, özellikle Avrupa yaptırımları, orta vadede büyük olasılıkla devam edecek ve ortak bir Rusya-Ukrayna muhtırasının imzalanması, mevcut durumu ve yasa dışı olarak dondurulan Rus varlıklarının iadesi beklentilerini etkilemeyecektir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English