Marco Rubio’nun ABD Dışişleri Bakanı olarak ilk yurtdışı gezisi kapsamında bu hafta sonu Panama’ya yaptığı ziyaret, Orta Amerika ülkesini boydan boya kesen stratejik su yolu Panama Kanalı’na olan ilgiyi artırdı.
Donald Trump yönetimi, Hong Konglu holding CK Hutchison’ın hem Pasifik hem de Atlantik tarafındaki limanlara olan ilgisinden kaynaklanan, Çin’in geçit üzerindeki iddia edilen etkisini ortadan kaldırmaya kararlı.
Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan resmi açıklamaya göre Rubio, Panama Devlet Başkanı Jose Raul Mulino ve Dışişleri Bakanı Javier Martinez-Acha’ya “bu statükonun kabul edilemez olduğunu” ve “acil değişiklikler” yapılmazsa ABD’nin “gerekli önlemleri alacağını” söyledi.
Bu açıklama Trump’ın 20 Ocak’taki açılış konuşmasında kanalla ilgili olarak yaptığı “kanalı geri alıyoruz” açıklamasının ardından geldi.
Mulino Amerika’nın tutumunu reddediyor ve hükümetinin nakliye güzergahı üzerindeki meşru haklarını ve egemen kontrolünü sürdürdüğünde ısrar ediyor.
Nikkei Asia, Panama Kanalı mücadelesi hakkında öne çıkan beş başlığı derledi:
Trump neden kanala kafayı takmış durumda?
ABD, dünyanın en kritik nakliye rotalarından birinin şekillenmesinde önemli bir role sahipti. Pasifik ve Atlantik okyanuslarını birbirine bağlayan ve deniz taşımacılığında yeni bir çağ açan 80 kilometrelik kanalın inşasını 1914 yılında tamamladı.
ABD on yıllar boyunca kontrolü elinde tuttu ancak 1977’de dönemin Başkanı Jimmy Carter, Panama’nın 1999’da devralmasının önünü açan anlaşmaları imzaladı. Panama Kanalı İdaresi o tarihten bu yana su yolunu işletmektedir.
Otoriteye göre kanal, Şili’nin güneyindeki Horn Burnu çevresindeki 43 günlük ve Güney Afrika’daki Ümit Burnu çevresindeki 37 günlük seyir sürelerine kıyasla, yaklaşık 26 günlük seyir süresiyle ABD’nin Doğu Kıyısı ile Asya arasındaki deniz ticareti için en hızlı rotayı sunuyor.
Kanal, ABD ile Asya arasında ham petrol ve sıvılaştırılmış doğal gaz da dahil olmak üzere enerji ürünlerinin ticareti için kilit bir kanal olmuştur. Şu anda küresel deniz ticaretinin yaklaşık %5’ini gerçekleştirirken, kanaldan geçen kargonun %70’inden fazlası ya ABD’den geliyor ya da ABD’ye gidiyor.
Trump’ın kanal üzerindeki kontrolü yeniden ele geçirme takıntısı, ABD’nin ticari ve jeopolitik çıkarları olarak gördüğü şeylerden kaynaklanıyor olabilir.
Aralık ayında ABD’nin “Panama Kanalı’nın tam olarak ve sorgusuz sualsiz bize iade edilmesini talep edebileceğini” söyledi. Carter’ı kontrolü “aptalca” bir şekilde devretmekle suçladı ve Panama hükümetinin Çin ya da başka bir tarafla değil sadece yönetimle ilgilenmesi gerektiğini savundu. Çin’e üstü kapalı bir göndermede bulunarak kanalın “yanlış ellere” geçmesine izin vermeyeceği sözünü verdi.
Trump ayrıca Panama’nın aldığı geçiş ücretlerinden de şikayetçi. Basında yer alan bir habere göre, 2003 yılında Panama City’de düzenlenen Miss Universe yarışmasında ABD’nin “kazıklandığını” düşündüğünü söyledi.
Aralık ayında bir sosyal medya paylaşımında Trump, “gülünç” geçiş ücretlerini durdurma sözü verdi.
Hong Kong’lu CK Hutchison limanları nasıl işletmeye başladı?
Panama’lılar 31 Aralık 1999 tarihinde öğlen saatlerinde kanalın tam kontrolünü yeniden ele geçirirken, hükümet devir teslimden önce operasyonları özelleştirmek için uluslararası bir ihale açmıştı. Hutchison Whampoa – bugünkü CK Hutchison Holdings, Hong Kong’lu işadamı Li Ka-shing’in ailesine ait iki büyük holdingden biri – 1997’den başlayarak kanalın her iki ucunu işletmek üzere 25 yıllık bir sözleşme imzaladı.
İki liman – Atlantik’e açılan Karayip tarafındaki Cristobal ve Pasifik’teki Balboa – Hutchison Port Holdings’in bir birimi olan Panama Ports Company tarafından işletilmektedir. Bu da CK Hutchison’ın bir bölümüdür. Panama, Haziran 2021’de anlaşmanın 25 yıl daha otomatik olarak yenilenmesine izin verdi.
1990’larda bile ABD Kongresi’nden bazıları, limanların bir Amerikalı rakip ya da ABD-Japonya konsorsiyumu yerine “Çinli” bir şirkete verilmesini sorgulamıştı.
ABD Dışişleri Bakanlığı, 8 Aralık 1999’da, kanalın devredilmesinden bir aydan kısa bir süre önce yayınladığı bir belgede “Çin’in Panama Kanalı’nı devraldığına dair söylentileri” ele aldı. Belgede Hutchison’un “limanların sahibi olmadığı, daha ziyade Panama Hükümeti adına işlettiği” vurgulanıyordu.
Dışişleri Bakanlığı ayrıca çeşitli Amerikan kuruluşlarının “bu konuyu kapsamlı bir şekilde araştırdıklarını ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Kanal operasyonlarını kontrol edecek bir konumda olacağı sonucunu destekleyecek herhangi bir kanıt ortaya koymadıklarını” söyledi.
Ancak Hong Kong’un jeopolitik konumu o zamandan bu yana büyük ölçüde değişti. 1997’de İngiltere’den Çin’e devredilen şehir, şu anda Pekin’in Haziran 2020’de uygulamaya koyduğu katı bir ulusal güvenlik yasası altında. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin kanalla ilgili yakın tarihli bir yorumunda uzmanlar, “Çin’in askeri-sivil füzyon doktrini, herhangi bir ÇHC yatırımının devletin fiili bir aracı olduğu ve Hutchison Ports PPC de dahil olmak üzere ABD’nin stratejik çıkarlarını riske atma potansiyeline sahip olduğu anlamına geliyor” diye yazdı.
Rubio’nun kendisi de Amerikalı gazeteci Megyn Kelly ile yakın zamanda yaptığı bir röportajda “bir ülke, iki sistem” yönetim çerçevesine rağmen Hong Kong’u artık özerk olarak görmediğini ifade etmiştir.
CK Hutchison, Nikkei Asia’nın kanalla ilgili son gelişmeler hakkındaki sorusuna hemen yanıt vermedi.
Bir Hong Kong hükümet sözcüsü Nikkei Asia’ya yaptığı açıklamada, “Amerikalı yetkililerin Panama Kanalı’nın işletilmesine ilişkin iddiaları yersiz ve gerçek dışıdır” diyerek “güçlü bir onaylamama ve itiraz” ifade etti.
Panama hükümeti kanala ve Çin ile ilişkilerine nasıl bakıyor?
Yerel basında çıkan haberlere göre Panama Devlet Başkanı Mulino pazar günü Panama City’de Rubio’yu ağırladıktan sonra gazetecilere yaptığı açıklamada “Panama’nın egemenliği söz konusu değil” dedi. Mulino, Rubio’ya ülkesinin haklarını “benim konumumdaki herhangi bir Panamalının yapacağı gibi” savunacağını vurguladığını söyledi.
Çin konusunda Panama 2017’de büyük bir diplomatik değişiklik yaparak Tayvan’ı tanımayı sonlandırdı.
Panama için Pekin’in yanında yer almak yeni ekonomik kapılar açtı. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping Aralık 2018’de ülkeyi ziyaret ederek eski Devlet Başkanı Juan Carlos Varela ile görüştü.
Ancak Mulino pazar günü yaptığı açıklamada hükümetinin, yenilenmesi gündeme geldiğinde Çin’in küresel altyapıya yönelik Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılımını uzatmayacağını belirtti.
Trump’ın göreve başlamasının hemen ardından Panamalı yetkililer CK Hutchison’ın Panama Limanları Şirketini denetlemek üzere harekete geçti.
Panama kanal üzerindeki egemenliğini pazarlık konusu yapmazken, yetkililer Trump’ı yatıştırmak için farklı bir yol arıyor olabilir.
ABD kanalın kontrolünü nasıl ele geçirebilir?
Rubio’nun “[ABD’nin] anlaşma kapsamındaki haklarını korumak için gerekli tedbirleri alma” sözüne rağmen Washington’un gerçekte ne yapabileceği belirsizliğini koruyor.
Bakan, Eylül 1977’de iki hükümet tarafından imzalanan ve daha sonra her iki tarafça da onaylanan Panama Kanalı’nın Daimi Tarafsızlığı ve İşletilmesine İlişkin Antlaşmaya atıfta bulunuyordu.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Tammy Bruce’a göre Rubio, “Çin Komünist Partisi’nin Panama Kanalı bölgesi üzerindeki mevcut nüfuz ve kontrol pozisyonunun kanala yönelik bir tehdit olduğunu ve anlaşmanın ihlalini temsil ettiğini” söyledi. Ancak belgede iki taraftan birinin ihlali durumunda ne gibi adımlar atılabileceği belirtilmiyor.
1989 yılında ABD, Washington’un politikasını uygulamak için Panama’da doğrudan askeri harekata başvurdu. Dönemin ABD Başkanı George Bush, ABD mahkemelerinde haraç toplama, uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama suçlamalarıyla itham edilen dönemin fiili lideri Manuel Noriega’yı “tutuklamak” için asker gönderdi. Noriega, Vatikan’ın Panama City’deki büyükelçiliğine sığındı ama sonunda teslim oldu, yargılanmak üzere Florida’ya uçtu ve 17 yıl hapis yattı.
Bu miras kanal tartışmalarına gölge düşürebilir. Ancak Mulino, Rubio ile görüşmesinin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada ABD’nin en üst düzey diplomatının “saygılı” ve “olumlu” olduğunu söyledi. Associated Press’e göre Başkan, “anlaşmaya ve geçerliliğine karşı gerçek bir tehdit olduğunu hissetmediğini” söyledi.
Pekin ne diyor? Gerçekten ne kadar etkisi var?
Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mao Ning, aralık ayında Trump’ın Çin’in kanal üzerindeki etkisine ilişkin sözlerini reddetti. Geçidin “doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir büyük güç tarafından kontrol edilmediğini” söyleyen sözcü, Çin’in Panama’nın egemenliğine saygı duyduğunu ve burayı “kalıcı olarak tarafsız bir uluslararası su yolu” olarak gördüğünü ekledi.
Ocak ayında bir basın toplantısında Trump’ın “kanalı geri alma” sözü sorulduğunda “Çin kanalın yönetimine ve işletilmesine katılmadı ve kanal işlerine asla müdahale etmedi” dedi.
Yine de ABD’den sonra kanalın en büyük ikinci kullanıcısı olan Çin’in bölgedeki ticari varlığı giderek artıyor. American Enterprise Institute’a göre Çin, 2005’ten 2020’ye kadar Panama’ya başta altyapı projeleri olmak üzere en az 2,25 milyar dolar yatırım yaptı. Çinli telekom şirketi Huawei Technologies 2008 yılında Panama’da faaliyet göstermeye başladı ve bir serbest ticaret limanı olan Colon Serbest Bölgesi’ni elektronik sistemlerini dağıtmak için bir merkez olarak kullanmak da dahil olmak üzere buradaki yatırımlarını artırdı.
Çinli şirketler Panama City’den Kosta Rika sınırındaki David kasabasına kadar 450 kilometrelik bir demiryolunu finanse etmeyi, inşa etmeyi ve işletmeyi teklif etti. Çinli şirketler geçen yıl Panama’da bir kruvaziyer terminali inşa etmeyi tamamladı.
Çin’in Panama’daki faaliyetleri Batı’nın daha fazla güvenlik önlemi almasına neden oldu. ABD, 2018 yılında kanalın ağzında büyük bir Çin Büyükelçiliği inşa etme planlarına itiraz etti. ABD Senatörü Ted Cruz geçen hafta Çinli şirketlerin kanal üzerinde inşa etmekte olduğu 1,3 milyar dolarlık köprünün Çin’in her iki uçtaki konteyner limanlarını kontrol etmesine olanak sağlayacağı ve ABD ulusal güvenliğine tehdit oluşturacağı uyarısında bulundu.
Reuters tarafından görülen nihai taslak bildiriye göre, önde gelen Batılı devletlerin dışişleri bakanları perşembe günü İran’ın “keyfi gözaltı ve yabancı suikast girişimlerini giderek artan bir şekilde baskı aracı olarak kullanmasının yarattığı tehdit” konusunda uyarıda bulundu.
ABD, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya ve Kanada’dan oluşan G7 ülkeleri yaptıkları açıklamada Tahran’ın “Orta Doğu’daki istikrarsızlığın başlıca kaynağı” olduğunu iddia ederek ülkenin nükleer programı konusunda diplomasiyi yeniden başlatmaya çağırdı.
Taslak bildiride, Filistin sorununa iki devletli çözümün de bahsi geçmedi ve metnin daha önceki taslaklarında bunun önemini vurgulayan dil terk edildi.
Üyeler bunun yerine “Filistin halkı için siyasi bir ufkun” gerekliliğini vurguladı ve Gazze’ye “engelsiz insani yardımın” yeniden başlaması ve kalıcı bir ateşkes için desteklerini yeniden teyit etti.
Diplomatlar tarafından onaylanan nihai taslağın cuma günü ilerleyen saatlerde bakanlar tarafından da kabul edilmesi bekleniyor.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, Ukrayna’daki savaş sona erdikten sonra Rusya ile ilişkilerin normalleştirilmesi gerektiğini belirtti. Rutte, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna’ya verdiği desteği azaltmasına rağmen transatlantik ittifakı bir arada tutmaya çalışırken, Avrupa ülkelerinin savunma harcamalarını artırması ve askeri konumlarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini vurguladı.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, Ukrayna’daki çatışmalar sona erdikten sonra Rusya ile ilişkilerin zamanla normalleştirilmesi gerektiğini söyledi.
Rutte, Bloomberg TV‘de Annmarie Hordern’e verdiği mülakatta, “Savaş Avrupa için bir şekilde durmuş olursa, adım adım, ABD için de adım adım Rusya ile normal ilişkileri yeniden kurmak normal olur,” dedi.
Ancak Rutte, henüz o noktada olmadıklarını ve Rusya’nın müzakereleri ciddiye almasını sağlamak için üzerlerindeki baskıyı sürdürmeleri gerektiğini ifade etti.
Son haftalarda yoğun bir diplomasi yürüten Rutte, Başkan Donald Trump’ın Ukrayna’ya verdiği desteği azaltması ve ABD’nin Avrupa’daki geleneksel güvenlik rolünden çekileceğine işaret etmesiyle ittifakı bir arada tutmaya çalışıyor.
Bu sürpriz hamle, Avrupa ülkelerini savunma harcamalarını artırmaya ve askeri konumlarını yeniden düşünmeye sevk etti.
Rutte, perşembe günü Beyaz Saray’da Trump ile bir araya geldi ve ikili, Ukrayna’da ABD’nin arabuluculuğunda potansiyel bir ateşkesi görüştü. Avrupa’nın müzakerelerde büyük ölçüde dışlanması, kıtadaki pek çok lideri rahatsız etti.
Devam eden görüşmeler hakkında konuşan Rutte, “Amerikan yönetimi ve elbette Ukraynalılarla ciddi görüşmelere girmeye hazır olduklarından emin olmak için üzerlerindeki baskıyı sürdürmeliyiz,” ifadesini kullandı.
Rutte’nin en büyük görevi, Trump’ın üyelerin savunmaya yeterince harcama yapmayarak Washington’ı istismar ettiği yönündeki yaygın eleştirileri arasında ABD’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) bağlılığını sürdürmesini sağlamak.
Trump daha önce ABD’yi askeri ittifaktan çekmekle tehdit etmişti.
Trump ve Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin Oval Ofis’teki televizyonda yayınlanan tartışmasının ardından Rutte, ABD’nin Ukrayna için yaptığı her şeyi överken, Ukraynalı lidere ilişkileri düzeltme çağrısında bulundu.
NATO, haziran ayındaki bir sonraki zirvede üyelerinin savunma harcamaları hedefini en az yüzde 3’e çıkarmaya çalışacak.
Trump, müttefiklerin yüzde 5 harcama yapmasını talep etti; bu, yaygın olarak gerçekçi olmayan ve ABD’nin bile karşılamadığı bir hedef.
İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto perşembe günü yaptığı açıklamada, Başbakan Giorgia Meloni’nin partisinin Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Çarşamba günü Ukrayna ile ilgili olarak aldığı kararı desteklemediğini belirterek “Amerikalılara karşı olan bir şeye oy vermeyeceklerini” söyledi.
AP’deki Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) grubunda bulunan Meloni’nin partisi Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri – FdI)) ilk kez Ukrayna’ya “tereddütsüz ve koşulsuz” desteği teyiteden bir karar tasarısını desteklemekten kaçındı.
ECR Eş Başkanı Nicola Procaccini, kararın olası bir ateşkes görüşmeleri de dahil olmak üzere son dönemdeki diplomatik değişimleri yansıtmadığını gerekçe göstererek oylamayı ertelemeye çalışmıştı.
Nihayetinde FdI, modası geçmiş bir kararı desteklemenin “Ukrayna’ya yardım etmek yerine ABD’ye karşı nefreti körükleyeceğini” savunarak çekimser kaldı.
Bu hamle Meloni’nin bir yandan Ukrayna’yı desteklerken diğer yandan ABD ile bağlarını korumak gibi hassas bir dengeyi gözettiğinin altını çiziyor.
Meloni, cumartesi günü Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer tarafından düzenlenecek zirveye katılıp katılmayacağına henüz karar vermedi.
Partisi içindeki kaynaklar, zirvenin Kiev’deki savunma operasyonları için Ukrayna’ya “gönüllü” ordular gönderilmesine odaklanması halinde İtalya’nın katılmayacağını, zira ülkenin yalnızca BM barış gücü yetkisi altındaki operasyonları destekleyeceğini öne sürüyor.