Bizi Takip Edin

DOĞU AKDENİZ

Ufuktaki yeni saflaşmalar

Yayınlanma

Trablus’ta yaşanan son çatışmalar, NATO ve onun siyasi kolu Birleşmiş Milletler’in düzeni sağlayamayacağı ancak devletleri yok edip yıkıma yol açabileceğini gösteriyor. Libya’daki pek çok kişi Kaddafi rejimini beğenmemiş olabilir ancak onun devrilmesi özgürlüğe değil, kaosa ve bir devletin fiilen yokluğuna yol açtı.

Libya’nın başkenti Trablus, Ağustos ayının son günlerinde Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdülhamit Dibeybe ve İstikrar Hükümeti lideri Fethi Başağa’ya yakın milislerin çatışmasına sahne oldu. 32 kişinin hayatını kaybettiği ve yüzden fazla insanın yaralandığı çatışmalar, 2019’daki Hafter saldırısının geri püskürtülmesinden beri Trablus’a hakim olan sakinliği bozdu.

Şubat 2021’de Libya’nın rakip güçleri olan, Trablus ve Bingazi bir birlik hükümeti kurmayı kabul etti. Abdülhamid Dibeybe Aralık 2021’de yapılacak seçimlere kadar ülkeyi yönetmek üzere başbakan olarak seçildi. Ancak istikrarsız güvenlik ortamı ve tarafların anayasa ile seçim yasası üzerinde anlaşamaması seçimlerin yapılmasını engelledi. Son çatışmanın tohumlarını eken de işte bu başarısızlık oldu. Anlaşmazlığın çapı, bu yılın başlarında daha da büyüdü. Temsilciler Meclisi (TM) Dibeybe’den güvenoyunu çekti ve Trablus’un eski İçişleri Bakanı Fethi Başağa’yı başbakan olarak seçti. Başağa, Trablus’a girip hükümeti devralacağını söylerken BM’nin tanıdığı Dibeybe, iktidarı ancak seçimle göreve gelecek hükümete teslim etmekte kararlı bir duruş sergiledi. Misratalı olması sebebiyle buradaki milis kuvvetlerin bir kısmının desteğini alan Başağa, Trablus’taki milisler arasında da az da olsa taraftar buldu.

İki gün süren çatışmalar

En nihayetinde 26-27 Ağustos’ta Başağa’ya bağlı güçler Trablus’un kontrolünü ele geçirmek için harekete geçti ve UBH’ye bağlı askeri bir konvoya rastgele ateş açması çatışmaların fitilini ateşledi. Trablus’un Bin Gaşir ve Sarim bölgelerinde başlayan çatışmalar ilerleyen saatlerde Cumhuriyet Caddesi ve Dahra gibi kentin merkezi bölgelerine sıçradı. İlk çatışmalar, Başağa’ya yakın Haitem Tajouri liderliğindeki milis güçler ile Başkanlık Konseyi’ne bağlı İstikrar Destek Birliği arasında yaşandı. Trablus’un 200 kilometre doğusundaki Misrata kentinden Başağa’ya yakın askeri bir konvoy başkentin doğusuna geldi. Güneyde ise Dibeybe’nin geçen 17 Mayıs’ta görevden aldığı Askeri İstihbarat Dairesi Başkanı Usame Cuveyli’ye bağlı Zintanlı Tugayları kente doğru harekete geçti ve şehir merkezi ile Trablus Havalimanı arasındaki ana yol ve kavşakların kontrolünü ele geçirmeye çalıştı.

Misrata’dan Trablus’a ulaşmaya çalışan milislerin hava bombardımanı ile şehre girişi engellenirken İstikrar Destek Birliği’ne bağlı kuvvetler, Haitem Tajouri’nin milislerinin ana karargahlarını ele geçirdi. Cuveyli’nin liderliğindeki milisler daha güneye çekilmek zorunda kaldı. Küçük çaplı çatışmalar toplamda 48 saat sürse de gerçekte “ayaklanma” bir kaç saat içinde bastırılmıştı.

Başbakan Dibeybe de akşam saatlerinde sokağa inerek şehrin güvenliğini sağlayan birlikleri ziyaret etti, “darbe dönemlerinin kapandığını, isteyenin seçime girebileceğini” söyledi. İlgili birimlere saldırıya katılan herkesin tutuklanması emrini verdi. Hakkında tutuklama kararı çıkan isimler arasında Başağa ve Cuveyli de bulunuyor.

Başağa’nın eli artık daha zayıf

Çatışmalar, Trablus’un denetimindeki silahlı birlikler arasındaki bölünmüşlüğün devam ettiğini ve bu durumun ülkenin güvenliğini tehdit ettiğini bir kez daha gösterdi. Çatışmaların sonunda ise Başağa’yı destekleyen milis güçlerin çatışma öncesi konumlarına göre Trablus’a daha uzak bölgelere çekilmek zorunda kaldıkları görünüyor. Başağa’nın Trablus’ta kaybettiği mevziler, oldukça düşük olan Trablus’a girme ihtimalini artık sıfıra yaklaştırmış durumda. Abdülhamid Dibeybe ise Trablus’taki konumunu önemli ölçüde güçlendirdi. Ancak bu durumun birliği teşvik etmesi pek olası değil hatta Libya’daki bölünmeyi önemli ölçüde derinleştirebilir. Gerçek bir barış girişimi olmazsa, yeni çatışmalar kaçınılmaz.

Başağa’nın intihar girişimi

İşin başka bir boyutu; kimse Başağa’nın Trablus’a girip hükümeti devirebileceğine ihtimal vermiyordu. Başağa için “intihar girişimi” anlamına gelebilecek bu adımı neden attığı tartışma konusu. Eski Yüksek Devlet Konseyi’ne danışmanlık yapmış, siyasi yorumcu Salah el-Bakush, TM Başkanı Akile Salih’in Başağa’ya Trablus’a girmesi için bir hafta süre verdiğini ve Başağa’nın buna uyduğunu iddia etti: “Salih, adamın kazanamayacağını ve masumların kanının döküleceğini biliyor, ancak üçüncü bir hükümet için müzakereleri zorlamayı, seçimleri erteletmeyi ve iktidarda kalmayı umuyor.

Herhangi bir özel bilgisi olmayan bir çok analist de Halife Hafter ya da Akile Salih’in Başağa’yı bu girişime zorlamış olabileceği görüşünde. Formül şu: Başağa küçük bir ihtimal de olsa Trablus’a girebilirse Hafter ve/veya Salih başketteki pozisyonunu güçlendirecek. Başarısız olursa, Trablus ve çevresinde yönetilemeyen milis güçler arasında bir iç savaşın fitili ateşlenecek…

‘Üçüncü hükümet’ tartışması

Gelişmeler, çatışmaların bir süredir iddia olarak konuşulan “üçüncü hükümet” girişiminden bağımsız olmadığını da gösteriyor. Ağustos başında Libya medyasına servis edilen “Mısır kaynaklı” haberlere göre, Akile Salih ile Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el-Mışri, “üçüncü hükümet” seçeneği için pazarlık yapıyor. Kahire’de Mısır istihbaratının gözetiminde yapılan görüşmelerle ilgili Ankara bilgilendiriliyor hatta “Kahire ve Ankara arasında mevcut iki yönetime alternatif olacak yeni bir hükümet kurma planı ve her iki tarafın müttefiklerini bu plana uymaya zorlama konusunda fikir birliği var.

Haberin, görüşme ile ilgili kısmını doğrulayan bir açıklama, Yüksek Devlet Konseyi’nin eski başkanı, Vatan İçin Birlik Partisi (Union for Homeland) lideri Abdul Rahman el-Swehli’den geldi. Swehli 4 Eylül’de attığı twitte, Mışri’nin ile Salih’in Mısır istihbaratı himayesinde yeni bir hükümet ve yüksek mevkiler için pazarlık yaptığını söyledi.

Katar merkezli El Cezire’nin Danıştay’dan bir kaynağa dayandırdığı haberine göre ise Mışri, Kahire’ye gitmeden önce Konsey üyelerine bizzat kendisinin başkanlık ettiği üçüncü bir hükümet için görüşeceğini söyledi.

Akile Salih ile Halid el Mışri’nin Ağustos ortasında ve çatışmalardan sonra ayın 31’inde Kahire’ye gittiği biliniyor. İkinci görüşme, Türkiye’deki başka bir diplomasi trafiği nedeniyle kesintiye uğradı.

Türkiye’deki diplomasi trafiği

Ankara, Trablus’taki çatışmaların hemen ertesinde Libyalı tarafları İstanbul’a çağırdı. Resmi davet üzerine Türkiye’ye geleceğini açıklayan ilk isim Başağa oldu. Ancak Türk yetkililer Başağa ile fotoğraf vermedi. 1 Eylül’de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan’la görüşen Dibeybe, Vahdettin Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de görüntü verdi.

Ankara’nın uzlaşma için formül aradığı ve iki ismin Erdoğan’la üçlü bir görüntü vermesi için çalıştığı belirtiliyor. Ancak uzlaşı sağlanamadı ve görüşmeler ayrı ayrı yapıldı. Görüşmelerden sonra Dibeybe “Görüştüğüm Türk yetkililer, benim başbakanı olduğum Ulusal Birlik Hükümetini desteklediklerini bir daha teyit ettiler ve seçimlerin yapılması için bir yol haritası hazırlanması konusunda mutabık kaldık” açıklaması yaptı. Aradığı desteği bulamayan Başağa ise görüşmeye ilişkin resmi açıklama yapmadı, sözde kabinesinin üyelerine “temasların süreceğine” ilişkin bilgi vermekle yetindi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı Abdulhamid Dibeybe’yi Vahdettin Köşkü’nde kabul etti.

İstanbul’daki diplomasi trafiğine dahil olan bir isim de Mışri oldu. Kahire’deki görüşmelere ara verip İstanbul’a gelen Mışri, konuyla ilgili tek açıklamasını görüşmelerden günler sonra sosyal medya hesabından yaptı. Mışri, Çavuşoğlu, Akar ve Fidan’la görüştüğünü, Türk yetkililerin sadece diyaloga dayalı bir çözüm vizyonunu desteklediklerini ve seçimlerin bir an önce yapılması çağrısında bulunduklarını söyledi.

Libyalı kaynaklar, Akile Salih’in de İstanbul’a davet edildiğini ancak Salih’in gelip gelmediğine ilişkin bir bilginin bulunmadığını söylüyor.

Bir diğer iddia da Müslüman Kardeşler liderlerinden Muhammed Savan’ın da görüşmelere katıldığı yönünde. Savan, Trablus’taki çatışmalardan sonra hakkında yakalama kararı çıkarılan isimlerden biri. Müslüman Kardeşler’in Libya ayağı Adalet ve İnşa Partisi’nin kurucusu Savan, geçen yıl partisinin başkalık yarışını kaybedince istifa etmiş ve Demokrat Parti’yi kurmuştu.

Yeni saflaşmalara doğru

Gelinen süreç, yapılan açıklamalar ve kurulan pazarlık masaları; ortaya atılan iddialarla birlikte değerlendirildiğinde iki yıl önce çok uç görünen yeni saflaşmalar ya da en azından yeni uzlaşı arayışlarının ip uçlarını veriyor:

  • Hafter’le arasının bir süredir açık olduğu bilinen Akile Salih, Mışri ile ortak bir payda bulmaya çalışıyor. Trablus yönetimi ile yıldızı barışmayan Kahire, “üçüncü hükümet” seçeneğini hem Trablus’taki çıkarını korumanın hem de Türkiye ile “ara formülde” buluşmanın anahtarı görüyor. Başağa’nın Salih tarafından Trablus’a “intihar görevine” gönderilmesi de Türkiye’yi bu formüle ikna çabası gibi duruyor. Bir tarafta istikrarı sağlayamayan Dibeybe diğer tarafta itibarı zayıflamış Başağa… Salih-Mışri ikilisi bu kaosun kendilerini seçenek olarak öne çıkaracağını düşünüyor olabilir. Libyalı kaynakların çatışmalarda Rusya değil de Mısır’a işaret etmesi de Kahire’nin başını çektiği bu formül iddialarını güçlendiriyor.
  • Trablus’taki çatışmalardan önce ve sonra Bingazi’den yapılan açıklamalar bir başka uzlaşı arayışına dikkatleri çekiyor. Halife Hafter’in sözcüsü, “Trablus’taki çatışmalarda hiçbir gücü desteklemediklerini, çatışmaların Trablus halkına zarar verdiğini” söyledi. Dibeybe’nin, 12 Temmuz’da mevcut Libya Ulusal Petrol Kurumu (NOC) Başkanını görevden alarak yerine Hafter’e yakın bir isim olan Ferhat bin Kıdara’yı ataması, Dibeybe ile Hafter’in “uzlaşı aradığı” iddiasına yol açmış ancak Dibeybe tarafından yalanlanmıştı. Hafter ile Dibeybe arasında var olduğu söylenen ittifak Trablus çatışmasına, kadar petrol çemberinin dışına çıkmadı ancak Hafter’in çatışmada tarafsız olduğunu açıklaması, bu iddiayı güçlendirecek bir adım olarak görülüyor. Bu olası ittifakın arkasındaki gücün Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olduğu konuşuluyor. Türkiye’nin Hafter safından bir ismin ülkenin en önemli kurumlarından birinin başına atanmasına itiraz etmemesi de Ankara-Abu Dabi normalleşmesinde bir iyi niyet göstergesi olarak yorumlanıyor.
  • Hafter’e yakın ismin NOC Başkanlığına atanması ve ittifak iddialarının, Dibeybe hükümetinin kadim destekçilerinden Katar’ı rahatsız ettiği biliniyor. Resmiyette Dibeybe’ye desteğini sürdürse de Katar’ın başka arayışlara girdiği konuşuluyor. Bir süredir gündemde olmayan Müslüman Kardeşler’in yeniden boy göstermesi bu “arayışın” parçası olabilir. Libyalı tarafların Türk yetkililerle görüştüğü sırasında Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdul Rahman da İstanbul’daydı. Muhammed Savan’ın görüşme trafiğine dahil edildiğinin ileri sürülmesi de bu iddiayı destekliyor.

Ankara’nın pozisyonu

Türkiye’nin Libya’daki temel çıkarı bu ülkeyle imzalanan deniz yetki sınırlandırma anlaşmasının korunması ve ülkenin siyasi istikrarında. 2019’da Trablus hükümetine açıktan ve güçlü destek veren Ankara, bugün arabulucu gibi hareket ediyor. Ancak Ankara’nın tavrındaki bu değişikliğin, içerikten ziyade taktik ve retorik düzeyde olduğu görünüyor. Elbette Ankara, Dibeybe hükümetine daha yakın duruyor ancak geçmişte olduğu gibi bunu açıktan ifade etmeyi tercih etmiyor yani Dibeybe ile fotoğraf verirken Başağa’yı doğrudan hedef almıyor ya da Libyalı diğer aktörlere kapıyı tamamen kapatmıyor. Bunun bir nedeni, yazıda anlatmaya çalıştığımız Libya siyasetinin karışıklığı ve “esnekliği” ile ilgili. Diğer nedeni de Türkiye’nin Libya’da da aktif olan ülkelerle girdiği yeni “normalleşme” süreci.

Üzerine konuşulan yeni uzlaşma formülleri ile ilgili Türkiye, seçenekleri müzakere ediyor ancak esas olarak topyekun bir hükümet değişimine taraftar değil. Daha çok, mevcut hükümetin revize edilerek uzlaşmanın sağlanması, istikrarın korunması ve seçimlere gidilmesini istiyor.

Özetle; Libya’da herkes hesabını mevcut ittifakların her an değişebileceği ve hesapta olmayan kişilerin oyuna dahil olabileceği ihtimali üzerinden yapıyor.

Batının çözümsüzlüğü

Son çatışmalar bir kez daha gösterdi ki ülkedeki silahlı yapılar denetim altına alınmadan, hayata geçirilecek siyasi hiçbir çözüm, uzun ömürlü olmayacak. Libya güvenlik sektörünün yeniden yapılandırılması ve milis grupların dağıtılması seçimden daha acil bir gündem. Libya gerçekliğine uygun, uygulanabilir ve gerçekçi stratejiye dayanan bir uzlaşma süreci ancak güvenlik sağlandıktan sonra hayata geçirilebilir. Anayasa değişikliğini temel alacak uzlaşı sürecinin tamamlanmasından sonra sandığa gitmek çözüm vaat eden tek seçenek gibi duruyor.

Ancak süreç bir kez daha, Batılı ülkelerin çıkar çatışmaları arasında yalpalayan BM’nin inisiyatifine bırakılamaz. Çünkü son çatışmaların da ana suçlusu Batı, Stephanie Williams ve BM. Batılı diplomatların himayesinde ve onların modellerine göre, ülkenin öznel şartlarına bakılmaksızın dayatılan çözüm modelleri başarısız oldu. Batı, acil sorunları çözmek yerine, Libya petrolünün kontrolünü ele geçirmek ve yabancı askeri personelin Libya’dan çekilmesiyle meşguldü.

Liderliği kim yapacak

Daha büyük bir savaşın pusuda beklediği de hesaba katılırsa, karşımıza yeni barış sürecinin kimin inisiyatifine bırakılacağı sorusu çıkıyor. En gerçekçi seçeneğin, 2020’de taraflara silah bıraktırmayı başaran iki güç; Türkiye ve Rusya olduğu görünüyor. İki ülke, bölge ülkelerini de ikna ederek ülkedeki siyasi çıkmaz döngüsünü kırmak zorunda.

Suriye örneğinin gösterdiği gibi Ankara ve Moskova müzakere edebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin’in Soçi’deki son görüşmelerinde Libya konusunun tartışılması önemli bir adım. Bir önemli gelişme de 9 Eylül’de yaşandı. Rusya Federasyonu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Devlet Başkanı Putin’in Orta Doğu ve Afrika Özel Temsilcisi Mikhail Bogdanov, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Mehmet Samsar’la Libya ana gündemini görüştü. Rusya’dan yapılan açıklamada, konuyla ilgili görüş alışverişinde bulunulduğu belirtildi. Açıklamada, her iki ülkenin de “Libya’da barış ve güvenliğin sağlanması amacıyla Libyalı taraflarla görüşmeleri koordine etmeye devam etmeye hazır oldukları” belirtildi. Bu görüşmeler, örneğin güvenlik bölgelerinin sınırlandırılması konusunda anlaşmaya varmak için bu yönde işbirliği umutları olduğu anlamına geliyor.

En mantıklı adım, Rusya ve Türkiye’nin Libya’nın toprak bütünlüğünü korumak için prensipte hemfikir olması ve her iki tarafın da garantör olarak hareket etmesi olacaktır. Rusya Doğu Libya’nın güvenliğini, Türkiye ise Batı Libya’nın güvenliğini garanti altına alabilir. Bu çözüm için en gerçekçi ihtimal olacaktır. İki güvenlik bölgesi arasındaki sınır Site boyunca uzanabilir.

DOĞU AKDENİZ

Yaptırım tehdidine maruz kalan Dörtyol terminali Rusya’dan petrol alımını durdurdu

Yayınlanma

Hatay’ın Dörtyol ilçesinde bulunan petrol terminali, ABD’nin artan yaptırım baskısı nedeniyle artık Rusya’dan ithal edilen petrolü kabul etmeyecek.

Terminali yöneten Global Terminal Services (GTS) şirketi, Reuters ajansına yaptığı açıklamada, “GTS, Rus petrolüyle olası tüm bağlarını kesmeye karar vermiştir,” ifadelerini kullandı.

Şirket, sadece Rusya menşeli ürünleri değil, aynı zamanda Rusya’da yüklenmiş tüm ürünleri de reddedeceğini sözlerine ekledi.

Ayrıca Global Terminal Services, G7 ülkeleri tarafından Rusya’dan petrol ithalatına getirilen tavan fiyat uygulamasını da dahil olmak üzere önceki operasyonların yaptırımlara uygun olarak yürütüldüğünü bildirdi.

Şirket, “GTS’nin yeni yaklaşımı, yürürlükteki tüm yaptırımlara uyma çabalarına rağmen ulaşamayacağı ve kontrol edemeyeceği ek bir düzeltici eylemdir,” vurgusunu yaptı.

Batı’nın Ukrayna’ya dönük askeri müdahale nedeniyle Rusya’ya yaptırımları ağırlaştırmasının ardından Türkiye, Rus petrol ve yakıtının en büyük ithalatçılarından biri haline geldi.

Ancak Batı’nın yaptırım baskısı giderek kendini hissettiriyor. Başkan Joe Biden’ın aralık ayında ikincil yaptırımlara ilişkin kararnamesinden sonra şubat ayında ABD’nin tehditlerinin Moskova ile Ankara arasındaki ticareti yavaşlattığı ve Rus tedarikçilerin petrol ödemeleri için haftalarca beklemek zorunda kaldığı bildirilmişti.

Veri analiz firması Kpler’e göre, yakıt ve ham petrol ithal eden, ihraç eden ve depolayan GTS Terminali, geçen yıl Rusya’dan 11,74 milyon varil ham petrol ve yakıt aldı.

Türkiye’nin hacim bakımından en büyük yedinci ithalat terminali olan Dörtyol, 2021’de 10. sıradaydı. 2023 yılında Rusya’dan ham petrol ve yakıt ithalatı, 2021’de tüm menşelerden aldığı toplam hacmin yaklaşık yedi katıydı.

Kpler’e göre terminalden yapılan ihracat da 2023’te 2021’e kıyasla neredeyse beş kat artarak yaklaşık 24,7 milyon varile yükseldi.

Dörtyol’a gelen son tanker, 19 Şubat’ta Rusya’nın Baltık limanı Primorsk’tan 511 bin varillik dizel yükü teslim etti.

Dörtyol’dan ihraç edilen petrolün yaygın varış noktaları arasında Yunanistan’ın Korint, Elefsis ve Selanik limanları ile Kuzeybatı Avrupa’nın petrol ticareti, rafinajı ve depolama merkezleri olan Rotterdam ve Antwerp yer alıyordu.

FT: Dörtyol terminali Rus petrolünün Avrupa’ya ulaşmasına yardımcı oluyor

Okumaya Devam Et

DOĞU AKDENİZ

Rus şirketleri Güney Kıbrıs’tan çekiliyor

Yayınlanma

Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin (GKRY) önde gelen gazetelerinden Phileleftheros, büyük Rus şirketlerinin ülkeyi toplu olarak terk ettiklerini bildirdi.

Gazetede yer alan haberde, şirketlerin Rusya’nın özel vergi rejimine sahip idari bölgelerine ya da Kazakistan gibi komşu ülkelere geçiş yaptığı belirtildi.

Örnek olarak gazete, TCS Group (Tinkoff Bank’ın ana şirketi), Etalon Group, perakendeci Fix Price, United Medical Group (Avrupa Tıp Merkezi’nin holding şirketi), Transmashholding, Globaltrans ve e-ticaret devi Ozon’un adadan ayrıldığı veya ayrılmayı planladığı bilgisini paylaştı.

Gazeteye göre, son aylarda ‘sektörlerinde büyük miktarda iş yapan’ ve çift haneli değerlere sahip sayıda şirket, Güney Kıbrıs’ın yargı alanından ayrılmak istediklerini açıkladı.

Haberde, ‘diğer ticari kuruluşların da yakın gelecekte aynı şeyi yapacakları’ değerlendirmesi yer aldı.

Gazete bu durumu, ülkenin yeni makamlarının Rusya karşıtı yaptırımların delinmesine karşı çıkma yönündeki politikasına bağladı.

Credit Suisse ve UBS’e ‘Rusya yaptırımlarını delme’ soruşturması

Okumaya Devam Et

DOĞU AKDENİZ

‘Doğu Akdeniz’deki enerji görüşmelerine Türkiye dahil edilmeli’

Yayınlanma

İngiltere’nin eski Libya ve Ürdün Büyükelçisi, Kıbrıs eski Yüksek Komiseri, Peter Millett Harici’ye konuştu. “Türkiye ve İsrail arasındaki gerilimin geçici olduğunu düşünüyorum” diyen Millett, Ankara’nın Doğu Akdeniz’deki enerji görüşmelerine dahil edilmesi gerektiğini vurguladı.

2015-2018 yıllarında İngiltere’nin Libya Büyükelçisi olarak görev yapan Peter Millett, bu süreç zarfında, BM’nin Libya Siyasi Anlaşması’nı müzakere etme sürecinde öne çıktı. Ayrıca İngiliz Büyükelçiliğinin Tunus’tan Trablus’a dönüşünü de yönetti.

Millett, Libya’dan önce 2011-2015 yılları arasında İngiltere’nin Ürdün Büyükelçisi ve 2015-2010 yılları arasında da Kıbrıs Yüksek Komiserliği yaptı. Ayrıca Venezuela, Katar, Brüksel ve Atina’da diplomatik görevlerde bulundu.

 Gündeme ilişkin Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Millett, Libya’daki son durumu aktardı, ülkenin hala bölünmüş durumda olduğunu ve seçimlerin ise ülkeyi birleştiremediğini söyledi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atina ziyaretine ve sonuçlarına ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Millett, bu gelişmeyi çok olumlu gördüğünü ve farklılıkların aşılmasında yardımcı olacağını düşündüğünü belirtti. Özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji tartışmaları konusunda bu görüşmelerin etkili olabileceğine işaret eden eski İngiliz Büyükelçi, Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasında bu meselenin ele alınması gerektiğini ifade etti.

‘Libya hala bölünmüş durumda’

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde Atina’yı ziyaret etti. Yunanistan Başbakanı Miçotakis ile Dostane İlişkiler ve İyi Komşuluk Atina Bildirgesi’nin imzalanmasıyla birlikte çok olumlu bir tablo ortaya çıktı. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye ile Yunanistan arasında gerilimin yüksek olmasının nedenlerinden biri de Türkiye’nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile Deniz Sınır Anlaşması imzalamasıydı. Yunan hükümeti ise BM’nin tanıdığı UMH’yi reddeden Halife Haftar’la yaptığı işbirliğinin yanı sıra anlaşmanın iptali için de çaba göstermişti. Öncelikle Libya’daki son durumu bize aktarır mısınız? Erdoğan’ın Atina ziyaretinin Doğu Akdeniz’deki meselelere ilişkin değişiklik yaratacağını düşünüyor musunuz?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyaretini çok olumlu buluyorum. Yunanistan ile Türkiye arasında uzlaşma sinyali vermesi gayet olumlu. Çünkü şeytan ayrıntıda gizlidir. Orada pek çok ayrıntı var; özellikle denizin sınırlandırılması sorunlu olacaktı. Çünkü Yunanistan ve Türkiye’nin deniz ve kıta sahanlığının nasıl paylaşılması gerektiği konusunda farklı kabulleri var. Yani burada farklılıklar var ama umarım birbirleriyle konuşmaları bu konuda yardımcı olur.

Libya ne yazık ki hâlâ bölünmüş durumda. İki rakip hükümet var. Biri BM tarafından tanınıyor ama diğeri tanınmıyor. Hala birbiriyle yarışan iki meclis var; biri yasama meclisi, diğeri ise istişare meclisi. Ülke hâlâ bölünmüş vaziyette. Sanırım Derne’de yaşanan sel felaketi insanların birlik olduğunu gösterdi. İnsanlar arasındaki dayanışma gerçekten çok güçlüydü. İnsanlar birlik, güvenlik ve refah istiyor. Bunu başarmanın tek yolu birlik olmuş bir hükümete sahip olmak ve bunu seçimlerle başarmaktır. Ne yazık ki, iktidarı elinde bulunduran tepedeki insanlar iktidardan gerçekten memnunlar, seçimlerden bile bahsetmiyorlar ve seçimleri pek desteklemiyorlar.

‘Seçim, tüm partiler sonuçları kabul etmeye hazır olduğunda yapılmalı’

Libya’da ne zaman bir seçim konuşulsa, Kaddafi’nin oğlunun aday olması gibi eski hikayeler ortaya çıkıyor. Geçen sefer o da seçime girmek istiyordu ama olmadı, hatta seçimler hiç yapılmadı. Neden böyle oldu?

Seçimlerin Aralık 2021’de gerçekleşmesi gerekiyordu ancak seçimlere yalnızca birkaç gün kala iptal edildi. Sorunların bir kısmı, Uluslararası Mahkeme’den tutuklama emri bulunan Seyf El Kaddafi gibi bazı adayların çok tartışmalı olmasıydı. Ancak seçimler ülkeyi birleştirmediği sürece başarılı olunamayacağını düşünüyorum. İki yıl önceki sorun, seçimlerin ülkeyi bir araya getirmeyeceği, aksine durumu daha da kötüleştireceği gerçeğiydi. Dolayısıyla sonuçların kaybedenler de dahil herkes tarafından kabul edilmesinin sağlanacağı şekilde seçimlere hazırlanmaları gerekiyordu.

Bunun gerçekten olabileceğini düşünüyor musunuz? Çünkü Kaddafi’nin devrilmesinden sonra birçok isim gelip seçim yapılmasından bahsetti ama aslında hiçbir zaman başarıya ulaşılamadı. Demokrasi kültürünün Libya toplumuna ve siyasetine zorla uygulanabileceğini düşünüyor musunuz?

Libya’da 42 yıllık diktatörlük vardı. Ondan önce monarşi vardı. Ondan önce İtalyan İmparatorluğu’nun, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı. Demokrasi geleneği yok. 2012’de, 2014’te seçimler yapıldı ve şimdi insanlar olan bitene karşı olduklarını, istikrar istediklerini ifade etmek için seçim istiyor. Seçim geleneği olmayan bir ülkede de seçim yapılabileceğini düşünüyorum. Ama bu, kabile gelenekleri de dahil olmak üzere tarihi, kültürü ve gelenekleri dikkate alan bir şekilde yapılmalıdır. Sonuçlar kendi çıkarına olsun ya da olmasın herkesin sonuçları kabul etmesi olgunluğuna sahip olunması önemlidir.

‘İstihdam edebilir Libyalıların yüzde 70’i hükümet veya silahlı grupların çalışanları’

Geçtiğimiz günlerde bazı Libyalı yetkililerle görüştüm. Maaşların ödenmesi ve artık elektrik sıkıntısının kalmamasıyla Libya’nın imajının daha iyi hale geldiğini söylediler. Libya halkı ne zaman temel hayati ihtiyaçların karşılanmasının son derece başarılı politikalar olarak görülmeyeceği bir noktaya gelecek? Libya halkı ne zaman dünyadaki diğer insanlar gibi temel yaşam standartlarına ulaştığı için müteşekkir olmak zorunda kalmayacak?

Libya’da son beş yılda ciddi elektrik sıkıntısı yaşandı. Bu artık çözülmüş gibi görünüyor. Libyalılar daha iyisini hak ediyor. Libyalılar 2011’de diktatörü devirmek için devrimlerini başlattılar çünkü daha iyi bir yaşam, daha iyi kamu hizmetleri istiyorlardı. Zengin bir ülke. Günde 1,2 milyon varil petrol üretiyorlar. Geliri, Merkez Bankası’na geliyor. Bu para, eğitim ve altyapıya yönelik kamu hizmetleri için ayrılmıyor ve harcanmıyor. Ekonomik reformlara şiddetle ihtiyaçları var. Para Merkez Bankası’na gidiyor ve Merkez Bankası, tanınmış hükümetin emrine göre para dağıtımını yapıyor. Maaşlar ödeniyor. Dünyanın en ucuz petrolü olan petrolle, maaş ve sübvansiyonlara büyük paralar harcanıyor ama petrol komşu ülkelere kaçırılıyor. Ödenekler suçları körüklüyor, insanlara fayda sağlamıyor. Ekonomik reformları hayata geçirmek için birleşmiş ve doğru düzgün bir hükümete ihtiyacı var. Özel sektörün de büyümesi gerekiyor. İstihdam edilebilir Libyalıların %70’i hükümet veya silahlı grup çalışanları. Özel sektörü teşvik etmeleri gerekiyor. Türkiye’ye bakın, özel sektör her yerde. Kamunun iyi, özel sektörün kötü olduğu anlayışının tersine çevrilmesi gerekiyor.

“Doğru bir hükümet” kurulması gerektiğini söylediniz. Ne demek istiyorsunuz? Libya buna nasıl erişecek?

Devletin kurumları… Derne’deki sel felaketinde devletin kurumlarının yetersizliğini gördünüz. Belediye düzeyine kadar olan tüm kurumlar bitikti. Ne yapacakları, nasıl yapacakları hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Daha iyi kamu hizmetleri sunabilecek siyasi ve ekonomik kurumların eksikliği var. Mesela e-devlet kurmak kolaydır. Türkiye’de her şeyi e-devlet üzerinden yapabilirsiniz. Devlet kurumlarının inşa edilmesi gerekiyor. Başarılı kurumlar Merkez Bankası ve petrol şirketleridir. Çünkü Kaddafi her zaman bunları güçlendirdi ve orada iyi yetişmiş insanlara önem verdi. Ancak hükümetin geri kalanının eğitime ve kapasite geliştirmeye ihtiyacı var. Ve sonra hükümete gelen paranın etkili bir şekilde insanların yararına harcanması gerekiyor.

‘Libyalılar Türklerin ve Rusların gitmesini istiyor’

Libya, Kaddafi’nin devrilmesinden bu yana vekalet savaşının yapıldığı bir yer oldu. Farklı farklı askeri gruplar var. Batılı ülkeler hâlâ orada. Rusya Wagner aracılığıyla orada. Hafter tarafından saldırılar olduğunda Türkler UMH ordusunu eğitti. Diğer ülkelerden gelenlerin askeri varlığı konusunda son durum nedir?

Ateşkes son iki yıldır hâlâ yürürlükte. Evet, Rusya’nın desteklediği Hafter güçleri ve Türkiye’nin desteklediği UMH güçleri var. Ateşkes, bu fikri kabul ettiren UMH ve Hafter cephesinden 5’er Libyalı profesyonel askeri yetkiliden oluşan 5+5 Komitesi tarafından sürdürülüyor. Libyalılar, hem Rusların hem de Türk kuvvetlerinin gitmesini istiyor. Ama gideceklerse aynı anda gitmeliler.

Bunu Libya hükümeti mi, yoksa Libya halkı mı istiyor?

Libya halkı bunu istiyor. Sanırım dışarıda postal görmekten hoşlanmıyorlar. Ama kesinlikle Ruslar orada popüler değil. Rusların zayıflıklarını istismar ettiğini düşünüyorlar. Wagner resmen olarak Nijer’e, Mali’ye, Çad’a vb. girmek için orada. Bence barış hakim olsa da, milisler arasında ara sıra çatışma görüyorsunuz. Çok fazla milis ve çok fazla silah var. Ama artık Libyalıların savaştan bıktığını düşünüyorum.

‘Doğu Akdeniz’in altındaki kaynaklar adil bir şekilde paylaşılmalı’

Yakın gelecekte Doğu Akdeniz’de petrol veya doğalgaz çıkarılması konusunda bazı ülkeler arasında bir işbirliği öngörüyor musunuz?

Erdoğan ve Miçotakis bunu konuşabiliyorsa, bunu Kıbrıs ve İsrail ile de konuşmaları gerekiyor. Bu konuşmayı daha önce de yapmışlardı ama bunun içinde Türkiye yoktu. Türkiye’nin görüşmelere net bir şekilde dahil edilmesi gerekiyor. Umuyoruz ki Erdoğan ile Miçotakis arasındaki bu açılım, daha fazla diyaloğa ve deniz altındaki kaynakların gerçek anlamda nasıl paylaştırılacağı konusunda daha fazla tartışmaya yol açacaktır. O zaman Türk ve Yunan askerleri arasında üç-dört yıldır gördüğümüz çatışma riskini yaşamazsınız. Her ne pahasına olursa olsun çatışmalardan kaçınılmalıdır. Ancak petrol ve gaza ihtiyaç duyan dünya için kaynakların adil bir şekilde paylaşılması önemli çünkü dünya Rusya ve Ukrayna savaşı nedeniyle çok şey kaybetti.

‘Türkiye-İsrail arasındaki gerilimin geçici olduğunu düşünüyorum’

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da sert bir şekilde dile getirdiği gibi Gazze’de yaşanan katliamı ve işgali unutmadan, sadece dış politika açısından Türkiye’nin aynı anda Yunanistan’ı kazanması ve İsrail’i kaybetmesi şanssızlık mıdır?

(Türkiye-İsrail geriliminin) siyasi ve geçici olduğunu düşünüyorum. İsrail ile Gazze arasında yaşananların bir noktada bitmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını duydum. Çok iyiydi. Ve haklı da. Ona katılıyorum. Netanyahu’nun Gazze’de yaptıkları kabul edilemez. Dünyanın İsrail’in Gazze’yi işgal etmesine izin vereceğini düşünmüyorum. Kamuoyu ve siyasi görüş İsrail’e karşı olmaya doğru gidiyor. Dolayısıyla bir noktada tüm bu ülkeleri kapsayan tartışmalara ihtiyaç duyulacak. Ama özellikle Türkiye ve Yunanistan, uzun bir geçmişi olan, hukuki ve siyasi pek çok zorluğun olduğu bu hassas konuları tartışmaya başlarlarsa bunun olumlu bir hamle olacağını düşünüyorum.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English