AVRUPA
Ukrayna’nın ağır sanayisi çöküş yaşıyor

Mart ve haziran ayları arasında Rusya’nın hava saldırıları nedeniyle Ukrayna’daki elektrik santrallerinin hasar görmesi Batı basınında ülkenin sivil altyapısına yönelik bir saldırı olarak yansıtıldı.
Bazıları pek çok Ukraynalının önümüzdeki kış donmak zorunda kalacağını bildirdi. Ancak Ukrayna demir-çelik endüstrisinin ve dolayısıyla savunma sanayinin saldırılardan büyük ölçüde etkilendiği gerçeği neredeyse hiç dile getirilmedi.
Bu yılın mart ve haziran ayları arasında Ukrayna’da elektrik üreten bir dizi kömürlü termik santral ve hidroelektrik santrali, hava saldırıları nedeniyle hasar gördü ya da yıkıldı.
Şu anda maksimum 18 gigawatt elektrik tüketim potansiyelinin sadece dokuz gigawatt’ı karşılanabilir durumda.
Ukraynalılar çoğunlukla doğalgaz ısınıyor
Bazı termik santrallerin sadece elektrik üretmekle kalmayıp, elektrik üretmek için kullanılamayan atık ısının bölgesel ısıtma yoluyla evleri ve daireleri ısıtmak için kullanıldığı biliniyor.
Gazın yakılmasıyla ısı üreten ve bunları kontrol etmek için elektriğe ihtiyaç duyan merkezi kombine ısı ve enerji santrallerinin elektrik eksikliği nedeniyle kısa sürelerle devre dışı kalma riski de söz konusu.
Ancak, enerji ihtiyaçları acil durum güç jeneratörleri ile karşılanabilir. Daha yakından incelendiğinde ise Ukraynalı hanelerin çoğunluğunun ısınma için doğalgaz kullandığı ortaya çıkıyor.
Ukrayna devlet enerji şirketi Naftogaz, internet sitesinde 9,6 milyon haneye gaz tedarik ettiğini belirtiyor. Vikipedi’ye göre, 2007 yılında yaklaşık 42 milyon nüfusa sahip Ukrayna’da 17 milyonun biraz altında hane vardı.
Ukrayna Ulusal Bilimler Akademisi, 2023 yılı ortalarında Kiev’in kontrolündeki bölgede yaşayanların sayısını 28 milyon olarak tahmin etti. Bu da yaklaşık 11,4 milyon haneye karşılık geliyor. Bu da Kiev’in kontrolü altındaki hanelerin yüzde 84’üne doğrudan gaz tedarik edildiği anlamına geliyor.
Kentlerdeki pek çok evin merkezi ısıtma sistemlerinin yardımıyla ısıtıldığı ve kırsal kesimde hala odun ve kömür kullanıldığı düşünüldüğünde, önümüzdeki kış Ukrayna nüfusu için ısı tedarikinin büyük ölçüde tehlikeye girmemesi gerekiyor.
‘Ukrayna’nın SSCB’den miras kalan enerji sektöründe taş üstünde taş kalmayacak’
Ağırlıklı olarak termik ve hidroelektrik santraller tahrip edildi
ABD’li araştırma merkezi Wilson Center tarafından mayıs ayında yayımlanan rapora göre Kiev’in kontrol ettiği bölgelerdeki fosil yakıtla çalışan tüm termik santraller ve iki hidroelektrik santrali Rusya’nın hava saldırılarında ya yok oldu ya da ciddi hasar gördü.
Polonya hükümeti tarafından işletilen bir düşünce kuruluşu olan Doğu Araştırmaları Merkezi (OSW) tarafından yapılan bir analiz, termik santrallerin kapasitesinin yüzde 80 ila 90’ının ve hidroelektrik santrallerinin kapasitesinin yüzde 45’inin saldırılarda kaybedildiği kanaatinde.
Yıkım ve hasarın bir sonucu olarak Ukrayna vatandaşları düzenli elektrik kesintilerine katlanmak zorunda. Polonyalı düşünce kuruluşu, önümüzdeki kış birkaç ila 20 saatlik günlük kesintilerin beklenebileceğine işaret ediyor.
AB’den elektrik tedariki çözüm değil
Ukrayna elektrik şebekesi Mart 2022’den bu yana Avrupa Birliği (AB) şebekesine bağlı. Ancak iletim kapasitesi şu anda sadece 1,7 gigawatt. Kapasiteyi 2,2 gigawatt’a çıkarma planı bile eksik olan dokuz gigawatt’ı yerine koymak için yeterli değil.
Avrupa İletim Sistemi Operatörleri Birliği’nin verileri, diğer Avrupa ülkelerinden Ukrayna’ya net elektrik enerjisi ithalatının Nisan 2024’ten bu yana önemli ölçüde arttığını ve bazı durumlarda maksimum kapasite olan 1,7 gigawatt’a ulaştığını gösteriyor.
Rusya’nın saldırılarının hedefinde Ukrayna demir-çelik üretimi ve Ukrayna savunma sanayii var
Diğer yandan İngiliz düşünce kuruluşu Royal United Services Institute for Defence and Security Studies, Rusya ordusunun düzenlediği hava saldırılarının ‘etkileyici isabetliliğine’ dikkat çekti.
Ukrayna’nın en büyü enerji tüketicisi, demir çelik endüstrisi. Ülke, 2007 yılında dünyanın sekizinci en büyük demir çelik üreticisi ve üçüncü en büyük demir çelik ihracatçısıydı.
Buna bağımlı olan savunma sanayii de ülkenin en büyük işverenlerinden biri. Ukrayna, 2012 yılında dünyanın en büyük dördüncü silah ihracatçısı oldu. Silahlar arasında özellikle zırhlı araçlar ve gemiler yer alıyor.
Donbass’ın kaybı, Kiev kontrolündeki Ukrayna’da demir çelik üretimine ağır bir darbe vurdu, zira ülkenin kömür üretiminin yüzde 90’ı buradan sağlanıyordu.
Ayrıca Rusya, savaş başlayana kadar ülkenin en büyük kömür tedarikçisiydi. Kömürden üretilen kok, demirin eritilmesinde önemli bir enerji kaynağı.
Mariupol’deki Azovstal çelik fabrikası da 2022’nin bahar aylarında Rusya’nın eline geçti. Kiev’in kontrolü altında kalan demir-çelik fabrikaları savaş başlamadan önceki üretimlerinin üçte birinden, 2014’te iç savaş başlamadan önceki üretimlerinin ise beşte birinden daha azını üretiyor.
Ukraynalı düşünce kuruluşu GMK Centre’a göre, Ukrayna’daki orijinal 13 yüksek fırından sadece beşi halen faaliyette.
Buna ek olarak, elektrikle çalışan ve çelik üretiminde kullanılan iki elektrik ark ocağı bulunuyor. Kısıtlamalara rağmen Ukrayna’nın demir ve çelik üretimi savaşın başlangıcından bu yana kayda değer ölçüde arttı.
Kamuya açık veri eksikliği nedeniyle, Ukrayna’daki enerji santrallerinin yıkılmasının demir çelik üretimi üzerindeki etkisini tam olarak ölçmek henüz mümkün değil.
Fakat GMK Centre, temmuz ayı başında, ciddi ölçüde artan elektrik fiyatları nedeniyle demir cevheri ihracatının yılın ikinci yarısında yılın ilk altı ayına kıyasla muhtemelen 2,7 milyon ton düşeceğini bildirmişti. Yüksek fiyatlar AB’den yapılan elektrik enerjisi ithalatından kaynaklanıyordu.
Ukraynalı düşünce kuruluşunun bir başka raporuna göre de elektrik ithalatı ülkenin Avrupa’daki en yüksek sanayi elektriği fiyatlarına sahip olmasına yol açtı.
Bu durum ülkenin rekabet gücünü azaltacak ve ‘çelik endüstrisinin pek çok alanını büyük ölçüde etkileyecek’. Elektrik maliyetlerinin kömür madenciliğindeki payı yüzde 32, demir cevheri üretiminde yüzde 60 ve çelik üretiminde yüzde 25.
Ukrayna temerrütten kurtuldu, sıra vergi yükünün artırılmasında
AVRUPA
Avrupa Merkez Bankası Başkanı Lagarde: Visa ve Mastercard’dan çıkacağız

Avrupa Merkez Bankası Başkanı (ECB) Christine Lagarde, Avrupa Birliği’nin (AB) Visa, Mastercard, PayPal ve Alipay gibi ABD ve Çin platformlarına olan bağımlılığını kıracak bir “ödeme platformu devrimi” çağrısında bulundu.
Bunu “bağımsızlığa doğru bir yürüyüş” olarak tanımlayan Lagarde, Avrupa’nın finansal egemenliğini güvence altına almak için kendi alternatifini inşa etmesi gerektiğini söyledi.
Lagarde, tamamen birleşik bir sermaye piyasasının, yılda 3 trilyon avroya kadar potansiyel katma değerle daha derin bir mali entegrasyonun önünü açabileceğini de sözlerine ekledi.
“The Pat Kenny Show”da konuşan Lagarde, Avrupa’nın yabancı dijital ödeme altyapısına olan bağımlılığının altını çizdi ve “Visa, MasterCard, PayPal ve Alipay’in hepsi Amerikan ya da Çinli şirketler tarafından kontrol ediliyor. Avrupalı bir teklif olduğundan emin olmalıyız,” dedi.
ECB liderinin yorumları, üye ülkeler arasında tek bir sermaye piyasası oluşturmayı amaçlayan ve uzun süredir devam eden bir AB girişimi olan Sermaye Piyasaları Birliği’ne (CMU) yeniden odaklanıldığı bir dönemde geldi.
CMU ile amaç, blok genelinde yatırım ve tasarruf akışını iyileştirmek, işletmelere finansmana daha iyi erişim ve vatandaşlara daha verimli tasarruf araçları sağlamak.
Lagarde, CMU’daki ilerlemeyi daha geniş bir iktisadi entegrasyonla ilişkilendirerek, bunun para politikası üzerindeki baskıyı hafifletebileceğini ve gelecekteki bir mali birlik için zemin hazırlayabileceğini söyledi.
Avrupa Parlamentosu Araştırma Servisi’ne (EPRS) göre, daha derin entegrasyon 2032 yılına kadar 2,8 trilyon avronun üzerinde ek GSYİH yaratabilir ve bunun en az 321 milyar avroluk kısmı Ekonomik ve Parasal Birliğin tamamlanmasına atfedilebilir durumda.
Öte yandan Visa ve Mastercard’a Avrupalı bir alternatif oluşturmanın önünde ciddi zorluklar var. Bunların arasında Avrupa’daki düşük değişim ücretleri kârlılığın sağlanmasını zorlaştırması; küresel oyunculara rakip olacak bir altyapı oluşturmak için büyük miktarda ön yatırım gerekmesi; benimsemenin önündeki engeller arasında tüketici ve tüccar davranışlarının değiştirilmesi ve bankaların yeni bir sistemi desteklemeye ikna edilmesi yer alıyor.
AVRUPA
Fransa’da Le Pen’e destek eylemleri

Fransa’da Ulusal Birlik (RN) partisi üyeleri pazar günü Paris’te bir araya gelerek, örgütün lideri Marine Le Pen’in mahkemeler tarafından “idam edilmesini” kınadılar.
Euractiv’e konuşan partinin birçok destekçisi, binlerce kişinin “demokrasiyi kurtarmak” için Napolyon’un mezarının bulunduğu Invalides kubbesinin önünde toplandığını söyledi.
Le Pen sahneden meydan okuyarak, “Teslim olmayacağım,” dedi.
Geçen hafta başında Le Pen, Avrupa Parlamentosu danışmanlarının dolandırıcılık davası nedeniyle beş yıl kamu görevinden men cezası aldı ve siyaseten yasaklı hale geldi.
Yargıçlar Le Pen’in lehine karar vermez ve 2026’da yapılması beklenen temyiz başvurusunda uygunsuzluk kararını bozmazsa, bu durum Fransız siyasetçinin 2027’de Fransa’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmasını engelleyecek.
“Bu adalet değil, siyasettir” sözlerini yineleyen Le Pen, ‘bazı yargıçların’ önyargılı olduğu iddiasını yineledi ve hepsinden önemlisi kendisinin iktidara gelmesini engellemeye kararlı ‘sistemi’ kınadı.
Le Pen “barışçıl ve demokratik, halkçı ve yurtsever bir direniş” çağrısında bulundu.
Napolyon ve Atina demokrasisine göndermelerle dolu konuşmasında, RN Başkanı ve partinin kendisinden sonraki en popüler figürü Jordan Bardella, Le Pen’e ve oluşturdukları “ikiliye” olan sarsılmaz sadakatini yeniden teyit etti ve ortaklıklarını “güven üzerine kurulu” olarak tanımladı.
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, İtalya Başbakanı Matteo Salvini ve eski Çek Başbakanı Andrej Babiš’in miting ekranlarına yansıyan mesajlarıyla yurt dışından da destek geldi.
Le Pen’in mahkumiyeti parti içinde şok etkisi yaratmış olsa da, bundan sonra nasıl bir yol izleneceğine dair henüz bir strateji sunulmadı.
Le Pen ve parti arkadaşları çoğunlukla temyizden olumlu bir karar çıkmasını umduklarını söylüyorlar.
Fransız siyasetçi ayrıca AB’nin “otoriter acımasızlığına” ve “hukukun her ilkesini ihlal ederek” çalıştığını söylediği dolandırıcılık izleme örgütü OLAF’a sert bir saldırı başlattı.
Sağcı parti ve müttefikleri şu anda “kışkırtıcı bir niyetleri olmadığı” konusunda ısrar ederek yargıçlara yönelik “baskı ve şiddeti” kınarken, “her türlü vatansever alternatifi reddeden bir sisteme” karşı iktidarın “halka” iade edilmesi çağrısında bulunuyorlar.
RN, mart ayındaki karardan bu yana 500.000 kişinin Le Pen’i destekleyen bir dilekçeyi imzaladığını iddia ediyor ve 20.000’den fazla yeni üye kazandığını söylüyor.
Mitingin sonunda 22 yaşındaki Anthony Euractiv’e, “halkın uyanışını” umduğunu ve “önümüzdeki günlerde” partiye katılmayı düşündüğünü söyledi.
Paris bölgesinin başka yerlerinde de iki miting düzenlendi. La France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa – LFI) ve Yeşiller gibi sol gruplar, solcu lider Jean-Luc Mélenchon’un X’te yazdığı gibi, “Le Pen ve RN’nin mağduriyet anlatısını reddetmek” için Place de la République’de (Cumhuriyet Meydanı) toplandı.
İktidar partileri tarafında ise Fransa Başbakanı Francois Bayrou cumartesi günü Le Parisien’e verdiği bir röportajda ABD Başkanı Donald Trump’ın Le Pen’e verdiği desteği kınayarak bunu “dış müdahale” olarak nitelendirdi.
AVRUPA
Komünist Parti’ye karşı ilk ‘Twitter devrimi’: Moldova’da 16 yıl önce ne olmuştu?

Moldova, 2009 yılının Nisan ayında bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından sonra ülke tarihinin en çalkantılı ve tartışmalı siyasi krizlerinden birine sahne oldu. 5 Nisan’da yapılan parlamento seçimlerinde Moldova Komünist Partisi’nin (PCRM) zafer ilan etmesinin ardından, seçimlerin hileli olduğu iddialarıyla ülke çapında başlayan protestolar kısa sürede çatışmalara dönüştü.
Başkent Kişinev başta olmak üzere Bălți ve diğer şehirlerde binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen gösteriler, ülke içinde ‘üzüm devrimi’ olarak adlandırılsa da sosyal medya üzerinden örgütlenmesi nedeniyle daha çok ‘Twitter Devrimi’ olarak tanındı.
Öyle ki, Moldova’daki antikomünist eylemler, Twitter’dan (bugünkü adıyla X) örgütlenen ilk kitlesel protesto gösterisi sayılabilir. Zira, 2006’da kurulan Twitter’ın 2008 ABD başkanlık seçimleri, 2008 Gürcistan-Rusya savaşı ve yine 2008’deki Yunanistan öğrenci eylemlerinde kullanıldığı bilinse de, o dönemde Facebook ve internet blogları çok daha popülerdi. Kitlelerin örgütlü hareketi konusunda Twitter kullanımının ilk kez Moldova’da başarıyla gerçekleştirildiği biliniyor.
Eylemler nasıl patlak verdi?
6 Nisan’da, PCRM’nin yaklaşık yüzde 50 oy oranıyla çoğunluğu elde ettiği açıklamaları sonrası protestocular sokaklara döküldü. Ortaya çıkan tepkinin nedeni, PCRM’nin zaferini henüz resmi sonuçlar ilan edilmeden önce ilan etmiş olmasıydı. Nihai sonuçlara göre PCRM yüzde 49.48 oy oranıyla parlamentodaki 101 sandalyeden 60’ını kazandı.
PCRM için kritik olan ise, Moldova Anayasası’na göre cumhurbaşkanını seçmek için gerekli olan 61 sandalyeden yalnızca bir sandalye eksik kalmasıydı.
AGİT Seçim Gözlem Misyonu seçimlerin genel anlamda özgür ve adil olduğunu ifade etse de, Liberal Parti (PL), Liberal Demokrat Parti (PLDM) ve Bizim Moldova İttifakı (AMN) — sonuçları kabul etmedi. Oy sayımında usulsüzlük yapıldığını ileri süren bu partiler, seçimlerin iptali, yeniden sayım ya da yeni seçim yapılması talebiyle çağrıda bulundu.
Moldova İçişleri Bakanlığı’nın seçmen yaşına dair sunduğu veriler ile yerel yönetimlerin bildirdiği kayıtlı seçmen sayısı arasında 160 bin kişilik bir fark olduğu iddiaları ise gerilimi artıran bir diğer gelişme oldu.Ayrıca bazı seçmenlere birden fazla oy pusulası verildiği gibi kanıtlanamayan iddialar da ‘usulsüzlük’ söylemini destekler nitelikteydi.
6 Nisan’da başlayan gösteriler, ertesi gün 30 binden fazla kişinin katılımıyla kitlesel bir düzeye ulaştı. Protestolara öncülük eden isimlerden gazeteci Natalia Morar’ın eylemleri Facebook, Twitter paylaşımları ve SMS yoluyla örgütlemesi, eylemlere ‘Twitter devrimi’ denmesine yol açtı.
Gösteriler, her eski Sovyet ülkesinde olduğu gibi ‘barışçıl’ söylemlerle başlasa da, kısa süre içerisinde güvenlik güçleriyle çatışmalar başladı ancak polis güçleri göz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla müdahale etse de eylemciler karşısında geri çekilmek zorunda kaldı.
Parlamentoya baskın
Protestocular, Moldova Cumhurbaşkanlığı binasını ve Parlamento’yu bastı ve binayı ateşe verdi. Romanya ve Avrupa Birliği (AB) bayrakları taşıyan ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu eylemciler, “Avrupa istiyoruz”, “Biz Rumeniz” ve “Komünizm defol” gibi sloganlar attı. Moldova bayrağının yerine Romanya ve AB bayrakları asıldı.
Orantısız müdahale ve işkence iddiaları
Polis güçleri ise, 7 Nisan gecesi müdahale ederek 200’den fazla eylemciyi gözaltına aldı. İçişleri Bakanlığı, toplamda 295 kişinin gözaltına alındığını açıklarken, insan hakları grupları bu sayının gerçekte çok daha fazla olduğunu iddia etti.
Uluslararası Af Örgütü, Moldova hükümetini çocuklar da dahil olmak üzere yüzlerce protestocuyu keyfi olarak gözaltına almakla, işkenceyle suçladı. BM İnsan Hakları Ofisi ise, gözaltına alınan kişilerin çoğunun fiziksel şiddete maruz kaldığını, avukatlarıyla görüştürülmediğini iddia etti. Aynı dönemde uluslararası medya organlarında, 800 kişinin kayıp olduğu yönünde haberler yayınlansa da bu bilgiler teyit edilemedi.
Bazı Rumen gazeteciler ise, Moldova’da tehdit edildiklerini, gözaltına alındıklarını belirtti. 10 Nisan’da Jurnal de Chișinău gazetesi genel yayın yönetmeni Rodica Mahu ve TVR muhabiri Doru Dendiu gözaltına alındı. Ancak aynı gün serbest bırakıldılar; Dendiu’nun ülkeyi terk etmesi istendi. Morar ise ev hapsine alındı. Bu süreçte Kişinev’de internet erişimi de kısıtlandı.
İlk ölüm
Protestolar sırasında 23 yaşındaki Valeriu Boboc’un polis şiddeti sonucu öldüğü iddiası kamuoyunda infial yarattı. Resmi açıklamada ölüm nedeni ‘zehirlenme’ olarak sunulsa da, ailesi vücudundaki darp izlerini gerekçe göstererek Valeriu’yu polisin öldürdüğünü ileri sürdü.
Moldova Devlet Başkanı Vladimir Voronin, 15 Nisan’da protestocular için genel af ilan ettiğini duyursa da, Ancak muhalefet, af kararının uygulanmadığını ve gözaltıların sürdüğünü ifade etti.
Moldova’dan Romanya’ya suçlama
Moldova Başsavcılığı, eylemlerin iş insanı Gabriel Stati tarafından finanse edildiğini iddia ederek Ukrayna’dan iadesini talep etti. Stati, Ukrayna makamları tarafından Odessa’da yakalanıp, 2009’un Haziran ayına kadar tutuklu kalacağı Moldova’ya iade edildi.
Moldovalı yetkililer ayrıca, protestoların dış müdahale ile yönlendirildiğini ileri sürerek, Romanya’yı suçladı ve Romanya’nın Kişinev Büyükelçisini sınır dışı etti. Romanya ise, iddiaları reddetti.
Yaşanan eylemler, Moldova’da komünist iktidarın çöküşünün de başlangıcı oldu. Kutuplaşmanın geri dönülemez noktaya geldiği Moldova parlamentosunda yeni cumhurbaşkanı seçilemedi. Bu nedenle parlamento feshedildi, 29 Temmuz 2009’da yeni seçimler yapıldı. Yapılan erken seçimin ardından, Komünist Parti yüzde 44,7 oy oranıyla ve 48 sandalyeyle zaferle çıksa da, 101 üyeli meclisteki kalan 53 sandalye dört muhalefet partisine gitti. Muhalefet partileri ise, Avrupa Entegrasyonu İttifakı’nı kurmayı kabul etti ve 2001’den beri iktidarda olan komünistler muhalefete düştü.
Rumen mi Moldovalı mı?
‘Twitter Devrimi’nin en dikkat çeken boyutlarından biri ise, kuşkusuz Romanya vurgusuydu. Eylemcilerin savunduğu, hükümetin ise suçladığı Romanya’nın Moldova’yla tarihsel ilişkileri, ülke içindeki siyasi saflaşmanın da önemli bir belirleyeniydi.
Moldova vatandaşlarının bir kısmı kendilerini Rumen, bir kısmı ise ayrı bir Moldova ulusunun mensubu olarak görüyor. Bu ikilem, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) mirasıyla ‘Avrupalı gelecek’ arasındaki rekabetin de bir yansıması.
Bölünmenin kökeni
Moldova ile Romanya arasındaki tarihsel bağ, 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanıyor. Prenslikler Birliği ile 1859 yılında temelleri atılan Romanya Krallığı, 1. Dünya Savaşı’nın ardından, Besarabya olarak bilinen, bugünkü Moldova’nın büyük kısmını oluşturan bölgeyi 1918’de topraklarına katmıştı. Ancak Besarabya, Molotov-Ribbentrop Paktı çerçevesinde 1940’ta Sovyetler’e bağlandı ve Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
Moldova’nın siyasi, kültürel ve kimliksel olarak sergilediği ‘ikiliğin’ başladığı nokta da buydu ve bu nedenle bu bölünme dil veya aidiyet sınırlarını aşarak bir jeopolitik yönelim sorunu haline geldi.
Bir tarafta ‘Rumen köklerini’ savunan, Avrupa ile bütünleşmeyi savunan milliyetçiler, diğer yanda ise Sovyet geçmişiyle şekillenmiş, bağımsız bir Moldova kimliği vurgusunu öne çıkaran ve güncel politikada Rusya’ya yakınlığı savunan muhalif Moldovalılar, Transdinyesterli Ruslar ve Gagavuz Türkleri…
Bölgenin neredeyse her ülkesinde olduğu gibi Moldova’da da şekillenen Batı yanlısı iktidar ve Rusya yanlısı muhalefet ikilemi, Moldova – Romanya ilişkilerinin tarihselliği de eklenince çelişkiyi derinleştiriyor.
Günümüzde güç dengelerinin değiştiği Moldova’da 2009 eylemleri, Batı yanlısı Maya Sandu iktidarının tenkitleriyle anılsa da, 16 yıl önce Komünist Parti’yi iktidara taşıyan yüzde 50’lik kesimin takipçileri, yaşananları ülkenin dış müdahaleyle istikrarsızlaştırılması sürecinin başlangıcı olarak görüyor.
Kaynaklar:
https://web.archive.org/web/20160304095933/http://unimedia.info/stiri/-10249.html
https://www.nytimes.com/2009/07/30/world/europe/30moldova.html
https://www.rferl.org/a/Chisinau_Unrest_Exposes_Moldovas_Fault_Lines/1605757.html
-
ORTADOĞU1 hafta önce
Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi: Sahil bölgesinde soykırım işlendi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 2
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
Politico: İmamoğlu’nun tutuklanmasına rağmen AB, Türkiye’ye para göndermeye devam edecek
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Husiler’in Savaşı: “Altıncı Orta Doğu Savaşı” ve Filistin Anlatısı
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Signal bir Amerikan hükümeti operasyonudur
-
ORTADOĞU2 hafta önce
İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”
-
AMERİKA2 hafta önce
Gizli CIA dosyalarında ‘Ahit Sandığı’nın bulunduğu iddia ediliyor