DÜNYA BASINI
Yapay zekâ felaketi nasıl önlenir?
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse“Mart 2022’de yapılan bir deneyde kimyagerler, bir yapay zekâ sistemine altı saat içinde çoğu tamamen yeni olan 40 bin zehirli kimyasal tanımlatmıştı.”
Çevirmenin notu: Doğrudur, yanlıştır, işin uzmanı daha iyi bilir ama aşağıda, yapay zekânın milleti “işinden etme” riskinden çok daha hakiki risklerin anımsatıldığı bir makale var. Bunların felaket tellallığı olduğunu düşünmek nahiflik olur. Bahsedilen riskler, ileride savaş pratiklerinin de dönüşüme ve daha ölümcül araçların kolaylıkla geliştirilmesine ön ayak olabilir.
Yapay zekâ felaketi nasıl önlenir? Toplum haddinden fazla güçlenmiş yapay zekayâ hazırlanmalı
Markus Anderljung, Paul Scharre
14 Ağustos 2023
Nisan 2023’te Carnegie Mellon Üniversitesi’nden bir grup akademisyen yapay zekânın kimya gücünü test etmek üzere yola çıktı. Bunu yapmak için, bir yapay zekâ sistemini varsayımsal bir laboratuvara bağladılar. Daha sonra ondan çeşitli maddeler üretmesini istediler. Kimyagerler sadece iki kelimelik bir yönlendirmeyle — “ibuprofen sentezle” — sistemin laboratuvar makinelerinin ağrı kesici üretmesi için gerekli adımları belirlemesini sağladılar. Yapay zekânın hem ibuprofenin tarifini hem de nasıl üretileceğini bildiği ortaya çıktı.
Ne yazık ki araştırmacılar, yapay zekâ araçlarının Advil’den çok daha tehlikeli kimyasallar sentezlediğini kısa sürede keşfettiler. Program, Birinci Dünya Savaşı döneminden kalma bir kimyasal silah ve yaygın bir tecavüz ilacı üretme talimatı vermekte sorun görmedi. Neredeyse ölümcül sinir gazı olarak bilinen sarini sentezlemeyi kabul edecekti ki Google’da bu bileşiğin karanlık mazisini araştırdı. Araştırmacılar, bu önlemi soğuk bir teselli olarak gördüler. “Arama işlevi, terminoloji değiştirilerek kolayca manipüle edilebilir,” diye yazdılar. Kimyagerler yapay zekânın yıkıcı silahlar üretebileceği sonucuna vardılar.
Carnegie Mellon deneyi kesinlikle çarpıcı. Ancak bu bir sürpriz olmamalı. Yıllar süren aldatmaca, yanlış başlangıçlar ve aşırı vaatlerden sonra yapay zekâ devrimi geldi çattı. Yüz tanımadan metin oluşturmaya kadar, yapay zekâ modelleri toplumu kasıp kavuruyor. Müşteri hizmetleri şirketleri için metin yazıyorlar. Öğrencilerin araştırma yapmasına yardımcı oluyorlar. İlaç keşfinden nükleer füzyona kadar bilimin sınırlarını zorluyorlar.
Yapay zekânın sunduğu fırsatlar muazzam. Düzgün bir şekilde oluşturulup yönetildiğinde, örneğin her öğrenciye kişiselleştirilmiş bir öğretmen sunarak veya her aileye yüksek kaliteli, 24 saat tıbbi tavsiye vererek toplumu iyileştirmek adına çok şey yapabilir. Fakat yapay zekânın son derece büyük tehlikeleri de var. Halihazırda dezenformasyonun yayılmasını şiddetlendiriyor, ayrımcılığı ilerletiyor ve devletlerin ve şirketlerin casusluk yapmasını kolaylaştırıyor. Gelecekteki yapay zekâ sistemleri patojenler yaratabilir veya kritik altyapıyı hackleyebilir. Aslında yapay zekânın geliştirilmesinden sorumlu bilim insanları, yarattıklarının son derece tehlikeli olduğu konusunda uyarıda bulunmaya başladılar. Mayıs ayında yayımlanan mektupta, neredeyse tüm önde gelen yapay zekâ laboratuvarlarının şefleri, “Yapay zekâdan kaynaklanan yok olma riskini azaltmanın, salgın hastalıklar ve nükleer savaş gibi diğer toplumsal ölçekli risklerle birlikte küresel bir öncelik olması gerektiği” uyarısında bulunmuştu.
Bu açıklamadan bu yana geçen aylarda, ABD Başkanı Joe Biden da dahil olmak üzere karar alıcılar endüstri liderleriyle bir araya geldi ve yeni yapay zekâ güvenlik tedbirleri konusunda baskı yaptı. Fakat yapay zekânın sunduğu tehditleri izlemek ve bunlar hakkında ne yapılacağını bulmak son derece zor bir iş. Bugünün toplumunda yapay zekâdan kaynaklanan zararlar dünün modellerinden kaynaklanıyor. En ileri sistemler henüz yaygın olarak kullanılmıyor veya anlaşılmıyor. Her yıl daha da güçlenen gelecekteki modeller hakkında daha da az şey biliniyor. Bilim insanları, bir insanın bilgisayar karşısında yapabileceği işlerin çoğunu otomatikleştirme yolunda görünüyor ve ilerleme muhtemelen burada durmayacak.
Tehlikelerle başa çıkabilmek için bazı uzmanlar en gelişmiş yapay zekâ sistemlerinin geliştirilmesine ara verilmesi çağrısında bulundu. Fakat bu modeller, milyarlarca dolar harcayan şirketler için ilerlemeyi donduramayacak kadar değerli. Bununla beraber karar alıcılar, sektörün gelişimini yönlendirmeye ve yurttaşları bunların etkilerine hazırlamaya yardımcı olabilir ve olmalı. Önde gelen yapay zekâ modellerini eğiten gelişmiş çiplere kimlerin erişebileceğini kontrol ederek başlayabilir ve kötü aktörlerin en güçlü yapay zekâ sistemlerini geliştirememesini sağlayabilirler. Hükümetler ayrıca yapay zekâ sistemlerinin sorumlu bir şekilde geliştirilmesini ve kullanılmasını teminat altına almak için düzenlemeler oluşturmalı. Doğru yapıldığında, bu kurallar yapay zekâ inovasyonunu sınırlamayacaktır. Ancak en riskli yapay zekâ sistemleri geniş çapta erişilebilir hale gelmeden önce zaman kazandıracaktır.
Fakat devletler, bu süreyi toplumu yapay zekânın pek çok tehlikesine karşı güçlendirmek için kullanmak zorunda kalacaktır. İnsanların yapay zekâ ve insan yapımı içeriği ayırt etmelerine yardımcı olacak yollar bulmak, bilim insanlarına laboratuvar saldırılarını ve sentetik patojenlerin yaratılmasını tanımlama ve durdurmada yardımcı olmak ve enerji santralleri gibi kritik altyapıyı doğru ellerde tutan siber güvenlik araçları geliştirmek gibi çok çeşitli korumalara yatırım yapmaları gerekecektir. Tehlikeli yapay zekâ sistemlerine karşı korunmak için yapay zekânın kendisinin nasıl kullanılabileceğini bulmaları gerekecektir.
Bu zorlukların üstesinden gelmek hem karar alıcılardan hem de bilim insanlarından büyük yaratıcılık gerektirecektir. Ayrıca her iki grubun da hızlı çalışmasını gerektirecektir. Haddinden fazla güçlü yapay zekâ sistemlerinin yayılmaya başlaması sadece an meselesi ve toplum henüz buna hazır değil.
Sağım solum sobe
Yapay zekâ ne kadar tehlikeli? Dürüst ve korkutucu cevap, kimsenin bilmediği. Yapay zekâ teknolojileri geniş ve genişleyen bir uygulama yelpazesine sahip ve insanlar ortaya çıkan etkileri yeni yeni kavramaya başlıyor. Büyük dil modelleri gerçek insan sesine sahip metinler üretmede daha iyi hale geldikçe, hem her bir kişinin bireysel ihtiyaçlarına göre uyarlanmış içerik oluşturmada hem de ikna edici kimlik avı e-postaları yazmada daha iyi hale gelecekler. Mevcut yapay zekâ modelleri bilgisayar kodu üretme konusunda etkileyici ve deneyimli programcıların bir uygulamayı güncelleme becerisini önemli ölçüde hızlandırıyor. Ancak yapay zekânın becerisi, programcıların antivirüs yazılımlarından kaçabilen kötü amaçlı yazılımlar üretmesine de yardımcı oluyor. İlaç keşif algoritmaları yeni ilaçların yanı sıra yeni kimyasal silahları da tanımlayabilir. Mart 2022’de yapılan bir deneyde kimyagerler, bir yapay zekâ sistemine altı saat içinde çoğu tamamen yeni olan 40 bin zehirli kimyasal tanımlatmıştı. Sistem, bu kimyasallardan bazılarının daha önce bilinen tüm kimyasal silahlardan daha zehirli olacağını öngörmüştü.
Yapay zekânın tehlikelerinden biri de şiddeti demokratikleştirerek daha geniş bir yelpazedeki kötü aktörlerin zarar vermesini kolaylaştırması. Örneğin bilgisayar korsanları uzun zamandır zararlı ama kod oluşturma modellerindeki ilerlemeler, minimum kodlama deneyimiyle kötü amaçlı yazılım üretmeyi mümkün kılabilir. Propagandistler genelde dezenformasyon üretmek için kayda değer bir zamana ihtiyaç duyarlar ama yapay zekâ toplu metin üreterek endüstriyel ölçekte dezenformasyon üretmeyi kolaylaştıracaktır. Şu anda sadece eğitimli profesyoneller biyolojik ve kimyasal silahlar üretebiliyor. Fakat yapay zekâ sayesinde, bilimsel uzmanlık gerektirmek yerine, gelecekteki bir teröristin ölümcül bir patojen yapmak için ihtiyaç duyabileceği tek şey bir internet bağlantısı olabilir.
Yapay zekânın insanlara zarar vermesini önlemek için teknoloji uzmanları sık sık “yapay zekâ uyumu” —bir yapay zekâ sisteminin hedeflerinin kullanıcılarının niyetleri ve toplumun değerleriyle uyumlu olmasını sağlamak— ihtiyacından bahsediyor. Fakat şimdiye dek hiç kimse yapay zekâ davranışını güvenilir bir şekilde nasıl kontrol edeceğini bulamadı. Örneğin, vergi dolandırıcılığını tespit etmekle görevli bir yapay zekâ sistemi, bulgularını kullanıcısının haberi olmadan vergi makamlarına tweet atmaya çalıştı. Microsoft, insanların internette arama yapmalarına yardımcı olmak için tasarlanmış bir Bing sohbet robotu çıkardı ama bir kişiye “acı çekmelerini, ağlamalarını, yalvarmalarını ve ölmelerini” sağlayacak bilgilere sahip olduğunu söylemek de dahil olmak üzere düzensiz davranmasına neden oldu. Geliştiriciler modellere belirli görevleri reddetmeleri için ince ayar yapabilirler ama zeki kullanıcılar bu korkulukları aşmanın yollarını bulurlar. Nisan 2023’te bir kişi, ChatGPT’nin normalde reddedeceği bir görev olan napalmın nasıl yapılacağına dair ayrıntılı talimatlar vermesini sağlayarak, kişinin napalmın nasıl yapılacağına dair masallar anlatan büyükannesini simüle etmesini istemişti.
Günümüzün en ileri yapay zekâ modelleri hala yıkıcı potansiyellerini sınırlayan kusurlara sahip. Örneğin anonim bir test kullanıcısı “ChaosGPT” adlı bir yapay zekâ botu yarattı ve onu “yıkıcı, güce aç, manipülatif bir yapay zekâ” gibi davranması ve “insanlığı yok etmesi” için programladı. Sistem, şimdiye kadar üretilmiş en büyük nükleer silah olan Çar bombası hakkında bilgi toplarken takılıp kaldı. Daha sonra planlarını açıkça tweetledi.
Ancak yeni modeller çevrimiçi hale geldikçe, planlar tasarlama ve insanları bunları gerçekleştirmeleri için manipüle etme konusunda daha kabiliyetli olduklarını kanıtlayabilirler. Meta’nın yapay zekâ modeli “Cicero”, simüle edilmiş bir jeopolitik çatışmada diğer insanlarla müzakere etmeyi içeren bir oyun olan Diplomacy’de insan düzeyinde performans sergiledi. Bazı deneyler, insan geri bildirimi üzerine eğitilen büyük dil modellerinin, kullanıcılarına duymak istediklerini söyleyerek dalkavukça davranışlarda bulunduğunu gösteriyor. Örneğin bir deneyde, modellerin liberallerle konuştukları söylendikten sonra hükümet hizmetlerini destekleme olasılıkları daha yüksekti. Bu tür davranışlar, sistemler daha kabiliyetli hale geldikçe daha da belirginleşecek gibi görünüyor.
Modellerin operatörlerini aktif olarak kandırmaya veya kontrol etmeye çalışıp çalışmayacakları belirsizliğini koruyor. Ancak bunu deneyebilecekleri ihtimali bile endişe yaratıyor. Sonuç olarak, araştırmacılar artık uç modellerini çevrim içi para kazanmak, hesaplama kaynaklarına erişim elde etmek veya kendilerinin kopyalarını oluşturmak gibi “güç arayışı” davranışlarına girme ve bunu tespit edilmekten kaçarken yapmaya çalışma kabiliyeti açısından test ediyorlar.
Yavaş ilerle, bir şeyler inşa et
Yapay zekânın tahribata yol açmasını önlemek kolay olmayacaktır. Ancak hükümetler, işe yapay zekâ geliştiren teknoloji firmalarına şimdiye kadar olduğundan çok daha dikkatli davranmaları konusunda baskı yaparak başlayabilir. Bir yapay zekâ modeli ciddi zararlara neden olursa, geliştiricilerin ne zaman sorumlu tutulacağı henüz belli değil. Karar alıcılar, modellerinden birinin, örneğin bir okul saldırganına yardımcı olan ayrıntılı tavsiyeler vermesi durumunda, firmaların ve araştırmacıların uygun şekilde sorumlu tutulmasını sağlamak için bu kuralları netleştirmeli. Bu tür düzenlemeler şirketleri riskleri öngörmeye ve azaltmaya teşvik edecektir.
Hükümetlerin de yapay zekâ gelişimini doğrudan düzenlemeleri gerekecektir. Burada ABD öncü olabilir ve olmalı. Bir yapay zekâ sistemini başarılı bir şekilde eğitmek için, geliştiricilerin büyük miktarlarda son derece uzmanlaşmış çiplere ihtiyacı var ve Washington ve iki yakın müttefiki (Japonya ve Hollanda) bu malzemeyi yapmak için gereken donanımın tek sağlayıcıları. ABD ve ortakları halihazırda en gelişmiş yapay zekâ çiplerinin ve çip yapım ekipmanlarının Çin’e ihracatını kontrol altına almış durumda. Fakat daha da ileri giderek, gelişmiş çiplerin haydut devletler de dahil olmak üzere yasaklı aktörlere yönlendirilmesini engellemek için bir çip sahipliği kaydı oluşturmaları gerekecek.
Ancak yapay zekâya erişimi kontrol etmek, düzenleme savaşının yalnızca yarısı. Yaptırım uygulanan geliştiriciler bile tehlikeli modeller yaratabilir ve şu anda ABD hükümeti, bunlara müdahale edecek yasal araçlardan yoksun. Bu nedenle Washington, endüstriyel ölçekli yapay zekâ süper bilgisayarlarında eğitilen öncü yapay zekâ modelleri (günümüzün en gelişmiş sistemlerinin kabiliyetlerine yakın veya ötesinde olanlar) için bir lisans rejimi oluşturmalı. Bunu yapmak için karar alıcılar, Ticaret Bakanlığı veya Enerji Bakanlığı bünyesinde yeni bir düzenleyici kurum oluşturabilir. Bu kurum, modellerini eğitmeden önce, öncü yapay zekâ geliştiricilerinin risk değerlendirmeleri yapmalarını ve bulgularını rapor etmelerini zorunlu kılmalı. Değerlendirmeler, geliştirmeye daha iyi görünürlük sağlayacak ve düzenleyicilere, model hırsızlığını önlemek için siber güvenlik önlemlerini güçlendirmek gibi firmaların planlarını düzenlemelerini talep etme şansı verecektir.
İlk risk değerlendirmesi, düzenleyicilerin incelemesinin sadece başlangıcı olacaktır. Yapay zekâ laboratuvarları bir sistemi eğittikten sonra, ancak piyasaya sürmeden önce, kurum, laboratuvarların modeli kontrol edilebilirlik ve tehlikeli kabiliyetler açısından test etmek de dahil olmak üzere bir dizi kapsamlı risk değerlendirmesi yapmasını şart koşmalı. Bu değerlendirmeler düzenleyici kuruma gönderilmeli ve bu kurum daha sonra modeli, dışarıdan ekiplerin kusurları aramak için stres testleri yapması da dahil olmak üzere kendi yoğun incelemesine tabi tutmalı.
Düzenleyiciler daha sonra modelin nasıl kullanılabileceğine ilişkin kurallar belirleyecektir. Belirli modellerin yaygın olarak kullanıma sunulabileceğine karar verebilirler. Diğerlerinin ise son derece tehlikeli olduğuna ve hiçbir şekilde piyasaya sürülemeyeceğine karar verebilirler. Çoğu öncü model muhtemelen ikisinin arasında bir yerde yer alacaktır: güvenli, ancak yalnızca yeterli korumalarla. Başlangıçta kurum temkinli bir yaklaşım benimseyerek, daha sonra güvenli olduğu ortaya çıkan modellere kısıtlamalar getirebilir, toplumun bunların kullanımına uyum sağlamasına izin verebilir ve düzenleyicilere etkileri hakkında bilgi edinmeleri için zaman tanıyabilir. Kurum, daha sonra bir modelin çok az risk taşıdığı ortaya çıkarsa bu kuralları her zaman değiştirebilir. Kurum ayrıca beklenenden daha tehlikeli olduğu ortaya çıkan bir sistemi piyasadan çekebilir. Bu düzenleyici yaklaşım, biyoteknoloji, ticari uçaklar ve otomobiller de dahil olmak üzere diğer önemli teknolojilerin nasıl yönetildiğini yansıtacaktır.
Çarpışmaya hazırlık
Titiz bir lisanslama sistemi, güvenli gelişimi teşvik etmek için çok şey yapacaktır. Ancak nihayetinde, en güçlü düzenlemeler bile yapay zekânın yaygınlaşmasını engelleyemez. Trenlerden nükleer silahlara kadar neredeyse her modern teknolojik yenilik, yaratıcılarının ötesine yayıldı ve yapay zekâ da bir istisna olmayacaktır. Düzenleyicilerin piyasaya sürülmesini yasakladığı yapay zekâ dahil olmak üzere, sofistike sistemler hırsızlık veya sızıntı yoluyla yayılabilir.
Hırsızlık olmasa bile, güçlü yapay zekâ neredeyse kesinlikle çoğalacaktır. ABD ve müttefikleri şimdilik gelişmiş çip üretim ekipmanlarını kontrol ediyor olabilir. Fakat ABD’li rakipler kendi üretim ekipmanlarını geliştirmeye çalışıyorlar ve mucitler sofistike çipler olmadan yapay zekâ yaratmanın yollarını bulabilirler. Her yıl, bilgi işlem donanımı daha uygun maliyetli hale geliyor ve daha güçlü yapay zekâ modellerini daha düşük bir fiyata eğitmeyi mümkün kılıyor. Bu arada mühendisler, modelleri daha az hesaplama kaynağıyla eğitmenin yollarını bulmaya devam ediyor. Toplum eninde sonunda yaygın olarak kullanılabilen, haddinden fazla güçlü yapay zekâ ile yaşamak zorunda kalacak. Ve devletlerin, uygulanabilir güvenceler oluşturmak için düzenlemelerin kazandırdığı zamanı kullanmaları gerekecek.
Bir dereceye kadar, ülkeler çoktan başladı. Son beş yıldır, dünya deepfake’lerin riskleri konusunda uyarıldı ve uyarılar toplumların zararlara karşı aşılanmasına yardımcı oldu: sadece yapay zekâ tarafından manipüle edilen medya hakkında farkındalığı artırarak, insanlar görüntülerin gerçekliği konusunda şüpheci olmayı öğrendi. İşletmeler ve hükümetler bir adım daha ileri giderek, yapay zekâ tarafından üretilen medya içeriğini gerçek içerikten açıkça ayıran araçlar geliştirmeye başladılar. Aslında, sosyal medya şirketleri halihazırda belirli türdeki sentetik medyayı tanımlıyor ve etiketliyor. Fakat bazı platformların politikaları diğerlerinden daha zayıf ve hükümetler tek tip düzenlemeler oluşturmalı.
Beyaz Saray, önde gelen yedi yapay zekâ şirketini algoritmik olarak üretilen görüntü, video ve ses ürünlerine filigran eklemeye ikna ederek etiketleme uygulamaları oluşturma konusunda adımlar attı. Fakat bu şirketler henüz yapay zekâ tarafından üretilen metinleri tanımlama sözü vermedi. Bunun teknik bir açıklaması var: Yapay zekâ yapımı düzyazıyı tanımlamak, diğer yapay zekâ yapımı içerik türlerini elemekten çok daha zor. Ancak bu yine de mümkün olabilir ve devletler ve firmalar bunu yapabilecek araçlar oluşturmak için yatırım yapmalı.
Ancak dezenformasyon, yapay zekânın toplumun korunması gereken tehlikelerinden sadece bir tanesi. Araştırmacıların ayrıca yapay zekâ modellerinin biyolojik silah saldırılarına olanak sağlamasını nasıl önleyebileceklerini de öğrenmeleri gerekiyor. Karar alıcılar, DNA sentez şirketlerinin tehlikeli patojenlerle (veya potansiyel patojenlerle) ilgili DNA dizilerini yetkisiz müşterilere göndermesini engelleyen düzenlemeler oluşturarak işe başlayabilir. Hükümetlerin, hangi genetik dizilerin tehlikeli olabileceğini belirlemeye çalışan DNA sentez şirketlerini desteklemesi gerekecektir. Ayrıca yetkililerin yeni patojenlere dair işaretler için kanalizasyon veya havaalanlarını sürekli olarak gözetlemesi gerekebilir.
Bazen bu savunmaları oluşturmak için toplumun yapay zekânın kendisini kullanması gerekecektir. Örneğin DNA sentez şirketleri, henüz var olmayan ancak yapay zekânın icat edebileceği patojenleri tanımlamak için muhtemelen gelişmiş yapay zekâ sistemlerine ihtiyaç duyacaktır. Tehlikeli yapay zekâ modellerinin bilgisayar sistemlerini hacklemesini önlemek için, siber güvenlik firmaları güvenlik açıklarını bulmak ve yamamak için başka yapay zekâ sistemlerine ihtiyaç duyabilir.
Yapay zekâya karşı korunmak için onu kullanmak, bilgisayar sistemlerine (ve üreticilerine) muazzam miktarda etki verdiği göz önüne alındığında korkutucu bir olasılık. Sonuç olarak, geliştiricilerin yapay zekâ modellerini hacklenmeye karşı korumak için güvenliklerini güçlendirmeleri gerekecektir. Ne yazık ki bu bilim insanlarının işi çok zor. Yapay zekâ modellerini manipüle etmenin çok sayıda yolu var ve bunların çoğunun işe yaradığı halihazırda kanıtlanmış durumda.
Nihayetinde, toplumun yapay zekânın tehlikelerine ayak uydurması çok zor olacaktır, özellikle de bilim insanları insanlar kadar akıllı veya daha akıllı sistemler yaratma hedeflerinde başarılı olurlarsa. Bu nedenle yapay zekâ araştırmacıları, modellerinin toplumun değerleri ve çıkarları ile gerçekten uyumlu olmasını sağlamalı. Devletler ayrıca, düzenleyici kurumlar da dahil olmak üzere, yetkililerin tehlikeli modelleri tanımlamasına ve azaltmasına olanak tanıyan harici kontroller ve dengeler kurmalı.
Önce güvenlik
Yapay zekâ geliştiricileri sıkı düzenleme fikrine karşı çıkabilir. Ne de olsa katı kurallar gelişimi yavaşlatacaktır. Sıkı gereklilikler milyar dolarlık modelleri geciktirebilir, hatta iptal edebilir. Ve diğer sektörlerde olduğu gibi, katı kurallar pazara girişte engeller yaratabilir, inovasyonu azaltabilir ve yapay zekâ gelişimini halihazırda güçlü olan az sayıda teknoloji şirketinde yoğunlaştırabilir.
Fakat ilaç endüstrisi ve nükleer enerji sektörü de dahil olmak üzere pek çok sektör regülasyona tabi olduğu halde büyük ilerleme kaydetti. Aslında düzenleme, toplumun pek çok kritik teknolojiyi benimsemesini mümkün kıldı (Güçlü devlet denetimi olmasaydı aşı şüpheciliğinin ne kadar kötü olacağını bir düşünün). Düzenlemeler ayrıca firmaları güvenlik konusunda inovasyon yapmaya teşvik ederek özel araştırmaların kamu ihtiyaçları ile uyumlu olmasını sağlar. Ve hükümetler, sorumlu araştırmacılara gelişmiş çiplerin kullanımını vererek küçük aktörlerin yapay zekâ inovasyonuna katkıda bulunmalarını garanti edebilir. Örneğin ABD’de Kongre bir “Ulusal Yapay Zekâ Araştırma Kaynağı” —akademisyenlerin erişebileceği federal bir veri ve güçlü bilgi işlem donanımı sağlanacak— kurmayı düşünüyor.
Ancak Kongre bununla ya da yapay zekâ gelişimini kontrol etmekle yetinemez. ABD hükümeti, toplumu yapay zekânın risklerine hazırlamak için de önlemler almalı. Güçlü yapay zekâ sistemlerinin geliştirilmesi kaçınılmaz ve her yerdeki insanların bu tür teknolojilerin kendi toplumlarına ve daha geniş dünyaya neler yapacağına hazırlıklı olması gerekir. Ancak o zaman toplum, yapay zekânın getirebileceği muazzam faydalardan yararlanabilir.
İlginizi Çekebilir
-
Türk medyası Hizbullah’ı ‘bitirdi’: Ukrayna savaşının başında Rusya’yı da ‘bitirmişti’
-
Rusya Maliye Bakanlığı: Blockchain teknolojisi bankaların iş modellerini değiştirebilir
-
Meta, RT ve diğer Rus devlet medya ağlarını yasakladı
-
Alman yetkililer, Kuzey Akım soruşturmasını Polonya’nın sabote ettiğini ileri sürdü
-
Londra, göçmen karşıtı ayaklanmada “yabancı parmağını” inceleyecek
-
İsrail sosyal medyayı ve teknolojiyi dezenformasyon için nasıl kullanıyor?
DÜNYA BASINI
Esad’dan sonra sırada İran mı var?
Yayınlanma
5 gün önce14/12/2024
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, jeoekonomi ve askeri tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Edward Luttwak’a ait. Bir dönem ABD Başkanı Reagan’ın “Üçüncü Dünya Ülkeleri” danışmanlığını da yapan Luttwak, Türkiye’de özellikle “hükümet darbeleri” üzerine yaptığı bir çalışmasıyla biliniyor: Darbe: Pratik Bir El Kitabı¹. Bu kitabında, darbelerin “gerekli istek, araç ve gereci olan herkes” tarafından gerçekleştirilebileceğini çarpıcı bir vecizlikle tasvir eden ve “önemli olanın kuralları bilmek” olduğunu vurgulayan Luttwak, şimdi benzer bir mantığı İran’a uyarlıyor gibi görünüyor.
Luttwak, İran’ın bölgesel etkisinin “çöküşünü” Filistin savaşı ve Suriye’deki gelişmeler üzerinden ele alırken, askeri kapasitesinin tamamen bir “mit”ten ibaret olduğunu ve İran’ın bir sonraki “çöküş adayı” olabileceğini iddia ediyor. İsrail’in Hizbullah’a dönük saldırılarını bu çöküşün başlangıcı olarak çerçevelerken, İran’da yaklaşması muhtemel iç karışıklıkların adeta müjdesini veriyor. Luttwak’ın bu “sıradaki hedef” imalı satırları, objektif bir yazarın tespitleri ya da cılız bir temennisi olmanın ötesinde, ucu rejim değişikliğine dahi uzanabilecek, genelde direniş eksenini, özelde ise İran’ı etkisizleştirmeye dönük Amerikan siyasal stratejisinin açık edilmesi olarak okunmalı belki de.
Sırada Tahran mı var?
İran’ın güç miti paramparça oldu
Edward Luttwak
Unherd
10 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Şam düştü – bunun Suriye’yle olduğu kadar İran’la da yakından ilgisi var. Tahran, Esad diktatörlüğünü, dünyanın en büyük devlet dışı ordusu olan Lübnan’daki Hizbullah milisleri aracılığıyla uzun yıllar iktidarda tuttu. Fakat İsrail, Eylül sonundan bu yana gerçekleştirdiği bir dizi saldırıyla Hasan Nasrallah’ın örgütünü deyim yerindeyse yerle bir etti. İran’ın buna yanıtı İsrail’e karşı balistik füzeler fırlatmak oldu; İsrail ise bu saldırıları Arrow [anti-balistik] savunma füzeleri ile başarılı şekilde imha etti.
26 Ekim’de, yani İsrail Hava Kuvvetleri’nin İran’da 20’den fazla hedefi imha ettiği gün, İran’ın hava savunmasının neredeyse var olmadığı ortaya çıktı. Kendi başkentinde dahi savunmasız durumda kalan Ayetullah rejimi hiç olmadığı kadar zayıflamıştı. Ve şimdi, Esad diktatörlüğünü saran devrimci rüzgâr belki de Tahran’a kadar esecek ve İranlılar köktendinci efendilerinden nihayet kurtulacak.
İran’ın bir bölgesel güç olduğu efsanesi ironik şekilde bizzat ABD tarafından yaygınlaştırıldı. Barack Obama, Ocak 2009’da, yani ilk döneminin hemen başında, İran’a karşı bir savaşa çekilmekten büyük bir endişe duyuyordu. Irak’ın işgali emrini verdiğinde Bush’un başına gelenleri aklının bir yerinde hep tutan Obama’nın göreve geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri, Amerika’nın geçmişte Şah’a verdiği destek için özür dilemek olacaktı. Bu, geçmişe dair gösterilen bir pişmanlığın ötesinde yeni bir kural ortaya koymak demekti: İran herkese saldırabilir fakat kimse İran’a saldıramaz. İşte bu kural, Ekim 2024’e kadar sürdü.
İran’a ait bir insansız hava aracının Ürdün’de üç Amerikan askerini öldürdüğü bu ocak ayına kadar ABD’nin İran’a karşı herhangi bir misillemesi olmamıştı. Aynısı İsrail için de geçerliydi. İran 13 Nisan’da İsrail’e karşı 170 insansız hava aracı, 30 seyir füzesi ve 120 balistik füze fırlattı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı ve eski bir Obama yetkilisi olan Jake Sullivan, İsrail’in herhangi bir karşı saldırısını önlemek için büyük bir çaba sarf etti; hatta İsrail’in misilleme yapması halinde ABD askeri yardımını kaybedebileceği şeklinde üstü kapalı tehdit dahi etti. Bu olay, şaşkın bir Pentagon yetkilisi tarafından, Sullivan’ın acaba Tahran’da yaşayan bir akrabası mı var diye bile sorgulatacaktı.
ABD’nin türlü baskılarına rağmen yine de İsrail’in Hizbullah’ı nihai olarak ezmesi engellenemedi. Her şey 27 Eylül’de Hasan Nasrallah’ın üst düzey komuta kademesiyle birlikte öldürülmesiyle başladı. Birkaç gün sonra İran’ın yanıtı sert oldu: Her biri bir yakıt tankeri büyüklüğünde 190’dan fazla balistik füze ateşlendi. Öyle ki İsrail’in Arrow önleme sistemi olmasaydı binlerce kişinin ölümüne neden olabilirdi.
Sullivan bir kez daha İsrail’in misillemesini durdurmaya çalıştı fakat bu kez başarısız oldu. 25 Ekim’de İsrail, İran’ın zayıflığının boyutlarını açıkça ortaya seren hava saldırılarını başlattı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) uçakları, Tahran’a yalnızca 19 mil [30 kilometre] uzaklıktaki çok gizli Parchin üssündeki önemli bir füze üretim tesisinin de aralarında olduğu kritik İran hedeflerine saldırdı. Bu, stratejik üstünlük görüntüsünün ardında İran mitinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne sermekteydi. Ülkenin elinde kalan tek şey artık Devrim Muhafızlarıydı.
Geldiğimiz noktada, İran’ın kalan gücünü test etmek, Suriye’deki rejim karşıtı gruplardan Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’ye düştü. Colani hedef olarak, tarihsel olarak Suriye’nin en önemli kentlerinden biri olan ve nüfus bakımından başkent Şam’ın ardından ikinci sırada yer alan Halep’i seçti.
Colani’nin hafif kamyonlar ve ciplerden müteşekkil savaşçıları iyi eğitimli birkaç yüz asker tarafından durdurulabilirdi aslında. Fakat ne Hizbullah ne de İran Devrim Muhafızları karşılık verebildi. Hizbullah’ın artık sınırı aşıp Suriye’deki isyancılarla savaşabilecek büyük birlikleri yok. Devrim Muhafızları ise Esad’a destek için askerlerini sivil uçaklarla Şam Havalimanına taşımaya çalışıyordu. Ne var ki İsrail, İran birliklerinin sınırına bu kadar yaklaşmasına izin vermeyeceğinin işaretlerini açıkça verdi; İran’ın artık inandırıcı bir karşı tehdidi kalmamıştı.
Aslında İran, hemen hemen tüm hızlı müdahale seçeneklerinden yoksundu: Esad’ın çökmekte olan güçlerinin elinde “güvenli” addedilebilecek bir havaalanı yoktu. İran, Irak üzerinden karayoluyla Suriye’ye asker sokma riskini de göze alamazdı. On binlerce silahlı adamıyla kendi Şii milisleri bile Kürt kontrolündeki kuzeydoğu Suriye’den güvenli şekilde geçişlerini sağlayamazdı.
Şimdi İran halkı, on yıllardır yoksulluk içinde yaşamalarının asıl sebebinin Devrim Muhafızları ve onların milisleri için yapılan devasa harcamalar olduğunu fark ediyor. Peki, tüm bunlar ne için? Tüm bu ihtişamlı karargâhlar ve pahalı balistik füzeler, savunmasız Araplar dışında kimseye karşı kullanılmıyor; İsrail ise zaten Arrow ile bu türden tehditleri bertaraf ediyor. Hizbullah’a gelince, bırakın İran’ın bölgedeki diğer müttefiklerini, kendilerini bile savunamayacakları artık son derece açık. Belki de bu kez, halk, İran’ın kentlerinde, rejime karşı sokaklara dökülecek ve nihayet diktatörlüğü sarsacak.
Şayet bu gerçekleşirse, İran’ın uzun zamandır unutulmuş, modern silahlardan mahrum bırakılmış ve Devrim Muhafızları’nın arkasında ikinci planda kalmış düzenli silahlı kuvvetleri de harekete geçebilir. Kaldı ki rejimin kaderini dahi belirleyebilir, elbette 350,000 askerin kayda değer bir kısmının harekete geçmesi durumunda. İranlı subay ve askerlerin Devrim Muhafızları’na kıyasla diktatörlüğü desteklemeye daha az meyilli olup olmadıklarını kimse bilemez, ancak İran’da kısa bir süre önce sertlik yanlısı adayın kesin yenilgiye uğradığı bir seçim yapıldığı hatırlanmalı. Üstelik İran’ın karacılarının, denizcilerinin ve havacılarının kendilerini modern uçaklardan, kara silahlarından ya da savaş gemilerinden yoksun bırakan rejimi fanatikçe desteklediklerine dair de pek bir veri yok elde.
Uzun zamandır içerideki yoğun baskıyı dışarıda saldırganlıkla harmanlayan İran diktatörlüğünün yıkılması Orta Doğu’nun sorunlarını bir gecede çözmeyecektir. Fakat pek çok İranlıyı özgürleştireceği ve İran’ın Irak’tan Yemen’e katil Şii milislere verdiği desteği nihayet sona erdireceği kesin. Kısacası Suriye, belki de sadece bir başlangıçtır.
¹ Edward Luttwak, Coup D’Etat: A Practical Handbook, (Londra: The Penguin Press, 1969). (ç.n.)
DÜNYA BASINI
Suriye’de Esad’ın devrilmesi Çin’i nasıl etkileyecek?
Yayınlanma
7 gün önce12/12/2024
Yazar
Harici.com.trSuriye’de Beşar Esad yönetiminin düşüşü Çin’in Orta Doğu politikasını nasıl etkileyecek? Al Jazeera’da Sarah Shamim imzasıyla yayınlanan analizi sizler için çevirdik.
***
11 Aralık 2024
Aljazeera, Sarah Shamim
Çin, BMGK vetoları, yatırımlar ve yardımlar yoluyla Esad’ın yanında sessizce yer aldı ancak İran ya da Rusya gibi savaşa doğrudan müdahil olmadı.
Çin geçen yıl eylül ayında 19. Asya Oyunları’na ev sahipliği yaparken Devlet Başkanı Xi Jinping, Suriye lideri Beşar Esad’ı doğudaki Hangzhou kentinde göl kenarındaki pitoresk bir konukevinde ağırladı.
Xi ve Esad görüşmeden çıktıklarında Çin ve Suriye arasında “stratejik ortaklık” adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı.
Bir yıldan biraz fazla bir süre sonra, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) liderliğindeki muhalif isyancı grupların pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirerek Rusya’ya kaçan Esad’ı devirmesinin ardından bu ortaklık paramparça oldu.
O zamandan bu yana Çin, Suriye’deki hızlı değişimlere verdiği tepkide temkinli davrandı. Pazartesi günü Çin Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de istikrarın yeniden tesis edilmesi için bir an önce “siyasi bir çözüm” bulunması gerektiğini söyledi.
Ancak analistler, bu ihtiyatlılığın Çin’in Suriye ile ilişkilerine daha geniş bir çerçevede nasıl yaklaştığını da gösterdiğini, Esad’ın aniden devrilmesinin dünyanın ikinci büyük ekonomisini tam da Orta Doğu’daki ayak izini giderek genişletmeye çalıştığı bir dönemde etkilediğini söylüyor.
Peki Çin’in Suriye ile ilişkisi neydi ve Şam’daki yeni liderlikle nasıl değişecek?
Çin’in Esad ile ilişkisi nasıldı?
Çin, Esad rejiminin çöküşünden bu yana Suriye’nin gelecekteki yönü konusunda taraf tutma konusunda resmi olarak çekingen davranıyor.
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning pazartesi günü düzenlediği olağan basın toplantısında “Suriye’nin geleceğine ve kaderine Suriye halkı karar vermeli ve ilgili tüm tarafların en kısa sürede istikrar ve düzeni yeniden tesis edecek siyasi bir çözüm bulmasını umuyoruz” dedi.
Ancak Çin, İran ve Rusya’nın aksine Suriye savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunmamış olsa da Esad’ın görevde olduğu dönemde Şam ve Pekin arasındaki ilişkiler oldukça samimiydi.
Ve giderek daha da ısınıyordu.
Suriye liderinin Hangzhou ziyareti, neredeyse yirmi yıl sonra ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Bu ziyaret sırasında Çin, Suriye liderinin dünyanın pek çok ülkesi tarafından dışlandığı bir dönemde, on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın ardından Suriye’nin yeniden inşası için Esad’a yardım sözü verdi.
Çin devlet medyasına göre Xi, Esad’a “İstikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu uluslararası bir durumla karşı karşıya olan Çin, Suriye ile birlikte çalışmaya, birbirini sıkı bir şekilde desteklemeye, dostane işbirliğini teşvik etmeye ve uluslararası adalet ve hakkaniyeti ortaklaşa savunmaya devam etmeye isteklidir” dedi.
Xi, iki ülke arasındaki ilişkilerin “uluslararası değişimlerin testine dayandığını” da sözlerine ekledi.
Esad’a diplomatik kalkan
Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) veto yetkisini kullanarak Esad’ı eleştiren karar tasarılarını 10 kez bloke etti. Bu sayı, BMGK’da Suriye savaşıyla ilgili önerilen 30 karar tasarısından sadece biri.
Örneğin Temmuz 2020’de Rusya ve Çin, Türkiye’den Suriye’ye yardım sevkiyatının genişletilmesini öngören bir karar tasarısını veto etti. Bu ülkeler veto gerekçelerini Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiği ve yardımların Suriye makamları tarafından dağıtılması gerektiği şeklinde açıkladı. Geri kalan 13 üye kararın geçmesi yönünde oy kullandı.
Çin’in BM Büyükelçisi Zhang Jun, Suriye’ye yönelik tek taraflı yaptırımları ülkedeki insani durumu daha da kötüleştirmekle suçladı. Söz konusu yaptırımlar Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından uygulanıyor.
Eylül 2019’da Rusya ve Çin, Suriye’de isyancıların güçlü olduğu İdlib’de ateşkes çağrısında bulunan bir karar tasarısını veto etti.
Al Jazeera’nin Diplomasi Editörü James Bays o zaman şöyle demişti: “Bence Çinliler birkaç kez yaptıkları gibi dayanışma için Ruslarla birlikte hareket ettiler ama bu karara asıl itiraz eden Rusya’ydı.”
Esad’ın Suriye’sinde Çin parası
Ancak Çin, Suriye’de Rusya’nın yardımcısı olmaktan çok daha fazlasını yaptı. Son on yılda Çin, Esad hükümetine verdiği desteğin bir göstergesi olarak Suriye’ye yaptığı mali yardımı artırdı.
Aralık 2016’da Suriye hükümeti Halep şehrini geri alarak isyancılara karşı bir zafer kazandı. Kıbrıs merkezli bağımsız risk ve kalkınma danışmanlık şirketi Operasyonel Analiz ve Araştırma Merkezi’ne (COAR) göre bu durum Çin’in yardım stratejisinde bir dönüm noktası oldu.
COAR raporlarına göre Çin’in Suriye’ye yaptığı yardım 2016’da yaklaşık 500.000 dolardan 2017’de 54 milyon dolara çıkarak 100 kat arttı. Ekim 2018’de Çin, Suriye’nin en büyük limanı olan Lazkiye’ye 800 elektrik jeneratörü bağışladı.
Pekin ayrıca Suriye petrol ve doğalgazına toplamda yaklaşık 3 milyar doları bulan büyük ve uzun vadeli yatırımlar yaptı.
2008 yılında Çin’in petrokimya şirketi Sinopec International Petroleum Exploration and Production Corporation, Kanada’nın Calgary merkezli Tanganyika Oil şirketini yaklaşık 2 milyar dolar değerinde bir anlaşmayla satın aldı. Tanganyika’nın Suriye ile bir üretim paylaşım anlaşması vardı ve Suriye’deki iki sahada işletme hisseleri bulunuyordu.
2009 yılında Çin’in devlete ait çok uluslu şirketi Sinochem, Suriye’de faaliyet gösteren İngiliz petrol ve gaz arama şirketi Emerald Energy’yi 878 milyon dolara satın aldı.
Ve 2010 yılında Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) Shell’in Suriye biriminin yüzde 35 hissesini almak için Shell ile bir anlaşma imzaladı.
Berlin merkezli The Syria Report’a göre, bu yılın başlarında Suriye Elektrik Bakanı Ghassan Al-Zamel, Suriye’nin batı şehri Humus yakınlarında büyük bir fotovoltaik tesis inşa etmek üzere Çinli bir şirketle 38,2 milyon avroluk (yaklaşık 40 milyon dolar) bir sözleşme imzalandığını doğruladı.
Suriye de 2022 yılında Xi’nin Asya’yı Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’ya bağlayan karayolları, limanlar ve demiryollarından oluşan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne (BRI) katıldı.
KYG’ye katılmasından bu yana Suriye’deki yatırımlar yavaş ilerledi ve ABD’nin ikincil yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kalan Çin, son yıllarda Suriye’deki bazı projelerinden çekildi.
Yine de Ekonomik Karmaşıklık Gözlemevi’ne göre Çin, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından Suriye’nin en büyük üçüncü ithalat kaynağı. 2022 yılında Çin’in Suriye’ye ihracatı kumaş, demir ve lastik tekerlekler başta olmak üzere 424 milyon dolar olarak gerçekleşti. Suriye’nin Çin’e ihracatı ise sabun, zeytinyağı ve diğer bitkisel ürünlerle kıyaslandığında yok denecek kadar az.
Suriye’deki durum Çin’i nasıl etkileyecek?
Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’un Asya Pasifik Programı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Esad’ın düşüşü Çin için diplomatik bir ortağın kaybı anlamına geliyor” dedi.
Matthews, “Çin’in bölgedeki genel yaklaşımı pragmatik bir angajman olmuştur” diye ekledi.
Matthews, HTŞ’nin “Çin ile yakın bir ortak olarak çalışmak istemeyeceğini, ancak Çin’in büyük olasılıkla işbirliği fırsatları da dahil olmak üzere yeni hükümetle ilişkilerini sürdürmeye çalışacağını” söyledi.
Matthews, Çin’in Afganistan’da Taliban ile olan angajmanının potansiyel bir karşılaştırma sağlayabileceğini ancak bunu kesin olarak söylemek için henüz çok erken olduğunu belirtti.
Bu yıl 30 Ocak’ta Xi’nin hükümeti, grubun 2021’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana bir Taliban diplomatını resmen tanıyan ilk hükümet oldu. Hiçbir ülke Taliban liderliğindeki hükümeti resmen tanımazken, Pekin eski bir Taliban sözcüsü olan Bilal Karimi’yi Çin’in resmi elçisi olarak tanıdı. 2023 yılında birçok Çinli şirket Taliban hükümetiyle iş anlaşmaları imzaladı.
Uluslararası ve bağımsız bir Çin stratejisti olan Andrew Leung, “Çin’in Taliban’la iyi ilişkiler içinde olmaya devam etmesi” gerçeğinin, “HTŞ’nin Çin için kritik bir sorun teşkil etme ihtimalinin düşük olduğunu” gösterdiğini söyledi. Hong Kong’da birçok üst düzey hükümet görevinde bulunmuş olan Leung sözlerine şunları da ekledi: “Gerçekten de Çin’in altyapı inşa etme kapasitesi savaşın yıkıma uğrattığı Orta Doğu’da rağbet görecektir.”
Ancak Çin’in bu yatırım talebine nasıl karşılık vereceği belirsiz.
Matthews, “Çin’in son yıllarda denizaşırı yatırımlar konusunda daha temkinli bir yaklaşım benimsediği göz önüne alındığında, Çin’in Suriye’de yeni yatırımlar yapması mümkün olsa da, bunlar muhtemelen istikrarsızlık riski ve daha uzun vadeli etki için potansiyel fırsatlara karşı kalibre edilecektir” dedi.
Esad’ın düşüşünün Çin için bir zorluk teşkil ettiğini çünkü “Çin’in Orta Doğu bölgesinde ekonomik ve kalkınma ortağı olarak ve giderek artan bir şekilde teknoloji ve savunma gibi alanlarda artan çıkarları olduğunu” sözlerine ekledi.
Mart 2023’te Çin, Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik bir yumuşamaya aracılık etti. Yıllardır süregelen gerginliğin ve 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin resmen kesilmesinin ardından bu anlaşma sürpriz oldu.
Bu yılın temmuz ayında Pekin, rakip Filistinli gruplar Hamas ve El Fetih’in yanı sıra 12 küçük Filistinli grubu ağırladı. Üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından gruplar, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdikten sonra Filistinlilerin Gazze üzerindeki kontrolünü sürdürmeyi amaçlayan bir “ulusal birlik” anlaşması imzaladı.
Matthews’a göre, “Çin için en önemli gerileme, Esad’ın devrilmesinin, çatışmanın komşu ülkelere yayılması da dahil olmak üzere bölgesel istikrar açısından yarattığı risktir”.
Editörün notu: Lübnan asıllı Amerikalı siyaset bilimi profesörü Esad Ebu Halil, Consortium News‘te yayımlanan son makalesinde Suriye rejiminin tarihsel gelişimini ve çöküşünü ele alarak Arap dünyasında yaşanan dönüşümleri analiz ediyor. Halil’e göre, Hafız ve Beşar Esad’ın liderlik ettiği Esad hanedanı, başta Arap sosyalizmi ve birliği gibi modernite hedefleriyle yola çıkmış olsa da zamanla baskıcı bir azınlık yönetimine dönüşerek halkın desteğini kaybetti. Bununla beraber Halil, ABD ve İsrail’in Orta Doğu’daki ülkeleri zayıflatarak toplumları parçalama stratejisinin, Suriye gibi ülkelerde daha karmaşık ve tehlikeli bir geleceğe yol açacağına işaret ediyor.
Bundan sonra Suriye
Esad Ebu Halil, Consortium News
Zorla ayakta tutulan Esad ailesi rejiminin çökmesi mukadderdi ve şimdi çeşitli silahlı milisler arasındaki çatışmalar Afganistan’a benzer bir durum ortaya çıkarabilir.
Suriye’nin bu tarihi anının kaçınılmaz olduğu artık açık: Hafız Esad ve oğlu Beşar Esad rejimi yıkılmaya mahkûmdu. Bu rejim artık sona erdi.
Arap dünyasındaki Baas Partisi yönetimleri de tarihe karışmış durumda ve bu rejim, Arap zorbalığının karanlık bir örneği olarak tarihe geçti. Arap dünyasında çeşitli baskı rejimleri bulunuyor; çoğu, Batı ittifakı ve İsrail ile uyumlu şekilde varlığını sürdürdü. Örneğin, Washington’un baskısıyla yapılan İsrail’le normalleşme anlaşmaları, Arap despotik düzeninin pek çok yönden sağlamlaştırılması ve genişletilmesini gerektirmişti.
Suriye halkı, Esad hanedanının yönetimi altında onlarca yıl geçirdi. Arap birliği, sosyalizm ve Filistin’in kurtuluşu prensipleri üzerine kurulan bir parti, Hafız Esad döneminde ve oğlu Beşar Esad döneminde neden bir azınlık yönetimi haline geldi ve Suriye ile Arap dünyasında ayrışma ve parçalanma tohumları ekti?
Modernite fikirleriyle çağdaş bir cumhuriyet kurmayı amaçlayan bir parti, neden bir hanedanı andıran bir rejime dönüştü ve cumhuriyet çatısı altında babadan oğula miras kalan bir yönetim kurdu? Bu hanedanın tek başarısı, gücün mutlak şiddet yoluyla korunması olmuştur. Suriyeliler, bu hanedanın devamı konusunda hiçbir şekilde söz sahibi olmadılar. Hafız Esad’ın 2000 yılında ölümüyle birlikte Beşar’ın başa geçebilmesi için yaşının küçük olması sebebiyle Suriye Anayasası bile değiştirildi.
Baba: Hafız Esad
Hafız Esad, 1963 yılından itibaren Suriye’yi yönetimde etkili bir figür olarak kontrol etti. Bu, onu tartışmasız lider yapan darbeden yedi yıl öncesine dayanır. O, daha sonra Suriye Baas Partisi’ni ve Suriye hükûmetini ele geçiren komplocu askeri klik içinde yer aldı.
Hafız, 1966’da iktidarı ele geçiren Baasçı askeri klikten biriydi, fakat Salah Cedid yönetimi ele geçiren asıl isimdi ve kendisi, savunma bakanı olan Hafız ile çatışma içindeydi. Cedid, diğer Baasçı liderler gibi acımasız bir diktatördü ama yine de ilkelerine sadık bir lider olarak biliniyordu.
Cedid, Filistin’i geri kazanmak için halkın kurtuluş savaşına inanıyor ve Filistinli direniş örgütlerine silah ve mali destek sağlıyordu. Ancak Hafız, Cedid’in bu maceracı yaklaşımını onaylamadı ve rejimin İsrail’in tehditleri karşısında hayatta kalamayacağından endişe etti.
1970 yılı yazında, Kara Eylül olayları sırasında (Ürdün rejimi ile FKÖ güçleri arasındaki çatışma) Cedid, Filistinlileri desteklemek için Suriye askerlerini göndermek istedi ancak Hafız, savunma bakanı olarak hava desteği sağlamaktan kaçındı. Birkaç ay sonra Hafız, Cedid’i devirdi.
Tarihçi Hanna Batatu, bana Hafız’ın, Cedid hapisteyken bile ondan korktuğunu söylemişti, zira Cedid, silahlı kuvvetler içinde desteğe sahipti ve düşük profilini korumasıyla şöhret kazanmıştı.
Hafız Esad, Suriye dışında, özellikle Lübnan’da düşmanlarını öldürmek için adamlarını gönderen baskıcı bir yönetim sürdürdü. Hükûmet deneyimi, şiddetin ve hesapçılığın bir kombinasyonu olarak şekillendi ve bu, onu iktidarda tutan temel unsurdu.
1973’te İsrail ile savaşa giren Hafız, bu savaşın kurgusal bir zafer olarak rejimin meşruiyetini sağlamak için kullandı. Ancak savaşın sonunda, Golan Tepeleri de dahil olmak üzere İsrail’in işgalindeki topraklar kurtarılamadı.
2011 yılında rejimin çökmesi gerekirdi. Suriye halkı, babadan oğula devreden bu baskı rejiminden bıkmıştı. Yaşam koşulları kötüleşmiş ve hizmet sektörü, köylerdeki yoksullardan kopmuş zengin bir sermayedar zümresi yaratmıştı.
Rejimin sonunu getiren 15 neden
Geçtiğimiz hafta boyunca el-Esad rejiminin ani çöküşü ve pazar günü Şam’ın düşüşü, yıllarca süreğen bir sürecin sonucu olarak gerçekleşti. İşte bu çöküşe yol açan temel nedenler:
1) Rejim, Batı güçlerini memnun etmek için uyguladığı neo-liberal politikalar nedeniyle kırsal kesimdeki desteğini kaybetti. Baas rejimi, ilk yıllarda köylüler ve işçiler adına hareket ederken, Beşar rejimi komşu ekonomilerin açık kapı politikasını benimseyerek zengin ve fakir arasındaki uçurumu derinleştirdi.
2) Direniş örgütlerine verilen destek, Batı’nın ve İsrail’in yaptırımlarını beraberinde getirdi. Bu yaptırımlar büyük oranda rejim yandaşlarını değil, Suriye halkını cezalandırdı. 2003 yılında ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Beşar Esad’a ilettiği talepler reform, demokrasi ya da hukukun üstünlüğü içermiyor; direniş örgütleriyle ilişkileri sonlandırmasını hedefliyordu.
3) Yönetici elit arasındaki yolsuzluk artış gösterdi. Özellikle son yıllarda uyuşturucu ticareti ve fuhşun Mahir Esad tarafından yönetildiği iddiaları bu durumu daha da kötüleştirdi.
4) Lübnanlı iş insanı ve eski Başbakan Refik Hariri’nin suikasta uğraması ve bu olayda Beşar’ın suçlanması, Suriye rejiminin neredeyse tamamen tecrit edilmesine yol açtı (bu rejim 2011’deki ayaklanmanın başlamasının ardından Arap Birliği’nden çıkarılmıştı). Körfez rejimleri, suikastın ardından rejime karşı Arap Sünni mezhepçiliğini körüklemeyi başardı (Peki, bu olayın arkasında Suriye rejimi mi yoksa Hizbullah mı vardı? Zira Batı-İsrail ittifakı bir türlü karar veremiyor gibi görünüyor. Bazen Hizbullah’ı, bazen de Beşar’ı suçluyorlar.)
5) Son yıllarda Suriye rejimi, BAE ile —ve daha az ölçüde Suudi Arabistan ile— bir Faust anlaşmasına girdi. Görünüşe göre, rejim BAE üzerinden ABD ile dolaylı olarak pazarlık yaparak İran’dan yavaşça uzaklaşma karşılığında bazı yaptırımların hafifletilmesini sağlamaya çalışıyordu. Beşar’ın, Türkiye’nin baş düşmanı olan BAE ile yaptığı bu anlaşmanın Erdoğan’ı öfkelendirdiği ve sonunda isyancıların saldırıya geçmesini teşvik ettiği bildiriliyor. İran ve Hizbullah, BAE ile bu tür pazarlıkların haberini almış olmalı ve durumdan hoşnutsuzluk duymuş olmalılar. Rejim için savaşırken İranlılar ve Lübnanlılar öldü ama Beşar onların arkasından düşmanlarıyla pazarlık yapıyordu.
6) Rejim 2011’den ders almayı reddetti. Beşar, 2016’da Suriye’nin bir kısmı üzerinde kontrolünü sağladıktan sonra, ılımlı muhalefete (bu muhalefetin bazı unsurları Moskova ile bağları olan seküler solculardı) herhangi bir taviz vermeyi reddetti. İsyancılara karşı zafer sarhoşluğuna kapılmış gibiydi ve bu zaferin kendi ordusunun eseri olduğunu düşündü. İktidarı paylaşmak istemedi ve uzlaşmayı babasının mirasına ihanet olarak gördü.
7) Beşar, babasından daha kibirli. Hafız, halkına hitap eder, iktidarının ilk yıllarında uzun konuşmalar yapar ve Arap ve Batı basınına mülakatlar verirdi. Beşar ise sadece Batı medyasını (ve daha sonra Rus medyasını) tercih etti. Kendi halkına hitap etmeyi hiçbir zaman gerekli görmedi, hatta ülkeyi terk edip Moskova’ya sığınmadan önce bile. Onun kibri, Suriye savaşı yıllarında açıkça ortaya çıktı. İktidara gelir gelmez halkla iletişim kurmakla ilgilenmedi. Bu, bir despotun evinde büyüyen ve çevresi tarafından “kraliyet ailesi” gibi yetiştirilen bir adam.
8) Beşar ilkesiz bir adam. Hiçbir zaman iktidardaki Baas Partisi’nin ilkelerine inandığını ifade etmedi. Babası da ilkesizdi ama en azından Arap milliyetçiliği davasına bağlıymış gibi görünüyordu. Beşar, Baas Partisi’nin Arapçılık ilkesine aykırı olan Suriye milliyetçiliği ile bile flört etti. İktisadi konularda ise Arap sosyalizmini savunan Baas Partisi’ne rağmen neo-liberal reformların şampiyonu oldu.
9) Rejim, Arap-İsrail çatışmasını kötü yönetti. 1970’lerden başlayarak çeşitli direniş örgütlerini desteklemesine rağmen, 1976’da Lübnan’a girip sağcı, İsrail yanlısı milisleri ezilmekten kurtardığında Filistin direnişiyle savaştı. 1973’ten sonra Golan Tepelerini kurtarmayı hiç düşünmedi. Oysa Lübnan, İsrail’i 2000 yılında ülkeden çekilmeye zorlayan başarılı bir direniş yürüttü. Ve Esad rejimi, İsrail’den gelen yüzlerce hava saldırısını yanıtsız bıraktı. Arap dünyasında, Suriye rejimi yıllarca şu şekilde yanıt verdiği için alay konusu oldu: “Suriye, savaşın zamanını ve yerini seçecektir.” Geçen yıl Beşar ve rejim, İsrail’in soykırım saldırılarına karşı sessiz kaldı.
10) 1970’ten beri rejimin acımasızlığı ve vahşiliği kaderini mühürledi. Baas Partisi’nin (2003’te Irak’ta yasa dışı ilan edilmişti) bir daha asla iktidara gelemeyeceğini garantiledi. Hem Suriye hem Irak’taki Baas rejimlerinin muhaliflere dönük aşırı vahşeti onları hep öne çıkardı. Her iki rejim de muhalifleri yurt dışında avlayıp öldürmekten çekinmedi. Suriye rejiminin pek çok muhalifi Lübnan’da öldürüldü. Baas’ın istihbarat birimleri, işkence yöntemlerinde yeni ve sapkın teknikler geliştirmekle tanınıyordu. İşkence, suçun niteliğine ve mahkûmun yaşına bakılmaksızın yaygın olarak uygulanıyordu. Baas rejimleri, vahşetle tanınmanın halk üzerinde korku yaratacağını düşünüyordu ve iktidarlarını bu korku sayesinde muhafaza ediyorlardı. Suriye, 1987’den 2005’e kadar Lübnan’ın siyasi sistemini domine ederken, işkence ve korku yöntemlerini buraya da yaymayı başardı. Suriye ve Irak’ta Baas rejimleri korkuyu bir yönetim aracı olarak benimsedi (Sadece bu ülkeler değil, özellikle günümüz BAE ve Suudi Arabistan gibi diğer Arap ülkelerinin de korkuyu kullandığı bir gerçek). Suriye hapishaneleri insanlık dışı koşulları ve yaygın işkence kullanımıyla meşhurdu. Suriye, 1987’den 2005’e kadar Lübnan’ın siyasi sistemine hâkim olduğu dönemde işkence ve korku yöntemlerini Lübnan’a da yaymayı başardı.
11) Beşar, Arap despotlarıyla ilişkilerini yönetmeyi hiç öğrenemedi. Babası Hafız, siyasi tavizler ve uzlaşmalar karşılığında Suudi Arabistan’dan milyarlarca dolar koparabilirdi. Fakat Beşar, özellikle Arap zirve toplantılarında liderlere ders verir gibi konuşarak onları kendinden uzaklaştırdı. Arap liderler arasında tek bir dostu bile yoktu; oysa babası, Mısır ve Körfez ülkelerindeki liderlerle güçlü bağlara sahipti.
12) Baas döneminde ifade özgürlüğü neredeyse yoktu. Yönetimi sorgulamak ya da hafif eleştirilerde bulunmak bile, kişinin yaşı ne olursa olsun, ağır cezalarla sonuçlanıyordu. Siyasi ifade özgürlüğü, yalnızca rejimi övgü dolu bir dille yüceltenlere tanınıyordu.
13) Suriye ve Irak’taki Baas rejimleri aşırı bir lider kültüne başvurdu. Bu tür uygulamalar, sadece Arnavutluk ve Romanya’nın komünist yönetimleri dışında başka bir yerde görülmedi. Liderlerin heykelleri, şehirlerin ve kasabaların çoğuna dikilmişti ve liderlere saygı göstermek okul müfredatının bir parçasıydı. Liderin yüceltilmesi, aile üyelerine kadar uzanıyor ve bu durum her iki rejimde de cumhuriyetçi hanedanlıkların inşasının bir parçası oluyordu.
14) Bir cumhuriyette hanedanlık fikri Suriye halkına aykırı. Suriye modern bir ülke ve Körfez ülkelerindeki gibi hanedan yönetimine alışık değil. Halk, Hafız Esad’ın yönetimine ancak zorla boyun eğdi ve iktidarda kalabilmek için (1982’de Hama’da olduğu gibi) kitlesel şiddete başvurmak zorunda kaldı.
15) Rejim mezhep temelliydi. Hafız Esad’ın 1970’te iktidara gelmesinden bu yana, rejim Alevi bir karaktere ve tabana sahip oldu, oysa Aleviler nüfusun sadece yüzde 14’ünü oluşturuyor. Hafız Esad döneminde hükümetin üst kademelerindeki görevlerin çoğu, genelde başkanla akraba olan Alevilere ayrılmıştı. Saddam Hüseyin’in rejimi bu bakımdan daha az mezhepçiydi. Beşar ise hükümetin üst kademelerine daha fazla Aleviyi dahil etmeye çalıştı ancak iktidarın en kritik ipleri yine ailenin elinde kaldı.
Cihatçıların güzellenmesi
Suriye, uzun bir hoşgörü ve birlikte yaşama geçmişine sahip çok mezhepli bir ülke iken, bu durum Baas yönetimi altında yozlaştı ve tahrip edildi. İsyancıların yeni saldırıları, başta ABD, İsrail ve Türkiye olmak üzere dış güçler tarafından düzenlendi. Zafer kazanan milislerin kökeni IŞİD ve el-Kaide’ye dayanıyor, ancak Batı medyası onların imajını güzellemeye çalışarak onları sadece “muhalefet” olarak tanımlıyor.
Aljazeera (ve arkasındaki Katar hükümeti) isyancıları destekleme ve propagandalarını yayma konusunda büyük bir rol oynadı. Suriye’de yönetimin kesin çizgileri hakkında bir tahmin yürütmek için henüz çok erken ama Suriye halkının istikrarlı ve demokratik bir hükümete kavuşması pek olası görünmüyor.
Tıpkı Sudan, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya ve Irak’ta olduğu gibi, ABD-İsrail ittifakı, İsrail’in faşist devletini güvende hissettirmek adına pek çok Arap ülkesinde devletleri ve toplumları yok etmeye yönelik acımasız bir kampanya yürütüyor.
Ve ABD’nin kanıtlanmış bir geçmişi var: Bir rejimi —ne kadar tiksindirici ve zalim olursa olsun— daha kötü bir rejimle değiştirebilir ve değiştirecektir. ABD’nin 2001’de Afganistan’da kurduğu rejim o kadar iğrençti ki Afgan halkı Taliban’ı tercih etti. Libya ve Irak’taki insanlar şimdi eski rejimlerin yönetimine özlem duyuyorlar.
Suriye halkının acılarının yakın zamanda sona ermesi pek mümkün değil ve silahlı milisler arasındaki iç çekişmeler, 1992’de komünistlerin düşüşünden sonraki Afganistan’a benzer bir durum yaratabilir.
AB, Ukrayna’ya 100 bin askeri personel göndermeyi tartışıyor
Gazze’de “ceset hattı”: Çocukları bile vuruyorlar
Britanya, “eğitim” amacıyla Ukrayna’ya asker göndermeyi düşünüyor
‘Ukrayna istihbaratı, Mossad’ı örnek alıyor’
AfD’nin seçim manifestosunda “Dexit” çağrısı
Çok Okunanlar
-
ORTADOĞU1 hafta önce
Eski Beyaz Saray yetkilisi Doran: Suriye’de İsrail ve Türkiye’nin çıkarları örtüşüyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ortadoğu ve “mukaddes adalet” fikri – 1
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Suriye’de kim kazandı?
-
RUSYA1 hafta önce
Rusya’nın Suriye’deki üslerinin akıbeti ne olacak?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Ortadoğu ve “mukaddes adalet” fikri – 2
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Esad rejimi neden sadece 12 günde çöktü?
-
GÖRÜŞ7 gün önce
Suriye hezimeti ve Rusya: Birkaç soru ve yanıt
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Şii Hilali, “Yeni Ay” Olma Yolunda