Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Zaharova: Ruslara yönelik soykırımı görmezden gelen Almanya’nın İsrail’i savunması şaşırtıcı değil

Yayınlanma

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, önceki gün düzenlediği basın toplantısında Gazze savaşı, İsrail’e yönelik soykırım suçlamaları ve Batılı ülkelerin tutumunu değerlendirdi.

Alman hükümetinin, İsrail’i Gazze Şeridi’ndeki Arap nüfusa karşı soykırım yapmakla suçlayarak BM Uluslararası Adalet Divanı’nda dava açan Güney Afrika Cumhuriyeti’ne karşılık verme niyetinde olduğunu açıklamasını nasıl yorumlayacağı sorulan Zaharova, şöyle konuştu:

“Alman hükümetinin, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’i Gazze Şeridi halkına karşı soykırım işlemekle suçlayan bir dava açmasına karşı çıkma kararı bizi şaşırtmadı. Bu karar, Berlin’in sonuçlarına bakmaksızın İsrail’e her zaman verdiği koşulsuz desteğin arka planında yer alıyor. Alman yetkililerin bu tutumu, Washington tarafından tanımlanan ‘kurallara dayalı düzenin’ dile getirilmeyen dogmaları arasında uzun zamandır önemli bir yer tutuyor.

Bu durumda, Alman siyasi seçkinleri İsrail’e iyilikten çok kötülük yapmış gibi görünüyor. Konuyla ilgili bir hükümet açıklamasında Berlin, ‘Alman tarihinin muhasebesine ve Holokost şeklinde insanlığa karşı işlenen suça’ atıfta bulunarak, insanların kitlesel imhası konusunda ‘uzman’ olduğunu iddia ediyor.

Peki ya Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında diğer uluslara, milliyetlere ve halklara karşı işlediği insanlık suçları?

Anlaşılan Almanya, BM Genel Kurulu’nun A/RES/60/7 sayılı kararı ve bir dizi başka uluslararası belgeye göre Holokost’un çeşitli etnik ve sosyal grupların Naziler tarafından zulme uğratılması ve kitlesel olarak imha edilmesi olduğunu yine unutmuş. AGİT Berlin Deklarasyonu da tüm etnik ve dini gruplara ayrımcılık yapılmaksızın saygılı bir şekilde muamele edilmesinin önemini kabul etme ihtiyacını pekiştirmişti.

Tarih, ağır suçlar işlemiş ve gayri meşru deneyimlerinden edindikleri bilgileri benzer zulümlerin önlenmesine yardımcı olmak için kullanarak ıslah yoluna girmiş pek çok suçlu örneğini bilir. Fakat bu her zaman, tekrarlamak bir yana, kendi suçlarını meşrulaştırmaya dönük en ufak bir girişimde bulunmadan, aktif pişmanlık ve koşulsuz suç itirafının varlığında mümkün olmuştur.

‘Almanya, mazisiyle yüzleşme konusunda farklı bir yol izliyor’

Almanya’nın mazisiyle yüzleşme konusunda farklı bir yol izlediğini görüyoruz. Yine 80 yıl önce olduğu gibi, Berlin makamlarının eylemleri, insanların milliyet temelinde bölünmesinin yeni ve daha sofistike bir düzeye taşındığını gösteriyor.

İşte birkaç örnek. Berlin, Rusların, Belarusluların, Ukraynalıların, Fin-Ugor halklarının, Ermenilerin, Gürcülerin, Moldovalıların ve diğerlerinin Alman hükümetinden fon almaya hakları olmadığına inanarak Leningrad kuşatmasından sağ kurtulan Yahudi olmayanlara tazminat ödemeyi ısrarla reddetmeye devam ediyor. Dünya kamuoyunun dikkatini, yeni ırk ayrımcılığının bu bariz gerçeğine defalarca çektik. Wannsee Konferansı kararları ve Avrupa’da bir ‘ölüm kampları’ sisteminin kurulmasıyla birlikte, 27 Ocak’ta kaldırılışının 80. yıldönümü kutlanacak olan 800 günden fazla korkunç bir abluka altında kalan Leningrad trajedisi, Nazi Almanyası ve müttefiklerinin insanlık dışı niyetlerinin ciddi bir kanıtı.

‘Almanya, Rusya’nın Nazizmin yeniden canlandırılmasını önlemeye yönelik çabalarının altını oymayı amaçlıyor’

Federal Almanya Cumhuriyeti yetkilileri, Rusya’nın Nazizmin yeniden canlandırılmasını önlemeye yönelik çabalarının altını oymayı amaçlıyor. Federal Almanya Cumhuriyeti daha önce BM Genel Kurul toplantılarında, Nazizmin, neo-Nazizmin ve ırkçılığın, ırk ayrımcılığının, yabancı düşmanlığının ve ilgili hoşgörüsüzlüğün çağdaş biçimlerinin tırmanmasına katkıda bulunan diğer uygulamaların yüceltilmesiyle mücadeleye ilişkin Rusya tarafından önerilen karar tasarısının kabul edilmesine ilişkin oylamada sistematik olarak çekimser kaldı ve 2022’den bu yana buna tamamen karşı çıkarak, Nazi hareketinin yeniden yüceltilmesini ve eski Naziler de dahil olmak üzere SS örgütünün eski üyelerinin aklanmasını durdurmak için belge metninde yer alan önerilere meydan okudu.

Almanya, Nazi işbirlikçilerinin yüceltilmesini iç ve dış politikasının kayda değer bir parçası haline getiren Kiev rejiminin Avrupa Birliği’ndeki en yüksek sesli savunucusu.

‘Rusları ve Rusça konuşanları kasten öldürenlere sponsorluk yapıyor’

Berlin, neo-Nazi meşaleli yürüyüşler düzenleyen, İkinci Dünya Savaşı savaş suçlularını yücelten, SS şivronlarını ve yamalarını amblem olarak kullanan ve Batı tarafından tedarik edilen askeri teçhizata Wehrmacht sembollerini boyayan militanları destekliyor. Rusları ve Rusça konuşanları kasten öldürenlere sponsorluk yapıyor, silahlandırıyor, tıbbi tedavi organize ediyor ve uluslararası arenada destek sağlıyor.

‘Baerbock, atalarının ‘Königsberg savunmasında’ öldüğünü gururla iddia etti’

Son zamanlarda Federal Almanya Cumhuriyeti yönetiminden temsilcilerin Berlin’in Nazi geçmişini kınamasını sorgulayan açıklamaları sıklaştı. Almanya’nın ve Ukrayna’daki neo-Nazi rejiminin ‘tarihin doğru tarafında yer aldığını’ açıkça teyit eden Federal Şansölye O. Scholz, esasında Nazi Almanya’sının işbirlikçilerini yeniden canlandıran ve faşizmle mücadele edenlerin anısını silmeye çalışan mevcut Rus düşmanı Zelenskiy rejimini haklı çıkardı. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, atalarının ‘Königsberg savunmasında’ öldüğünü gururla iddia etti. Alman yönetici elitinin tarihin ‘doğru tarafı’ anlayışı artık budur.

Berlin, Nasyonal Sosyalizmin ülkemiz halklarına karşı işlediği suçları soykırım olarak tanımayı reddetmeye devam ediyor. Rus soruşturma makamları ve mahkemeleri, ülkemizin çeşitli bölgelerinde Üçüncü Reich birlikleri tarafından işlenen savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım eylemlerine tanıklık eden önemli miktarda kanıt biriktirdi.

Böylece, 25 Temmuz 2022 tarihinde Krasnodar Bölge Mahkemesi, Temmuz 1942’den Ağustos 1943’e kadar Krasnodar oblastının işgal altındaki topraklarında Alman faşist işgalciler tarafından işlenen soykırım gerçeğini tespit etti. O dönemde Kuban’da, Alman ve işgal yetkilileri ile suç ortakları, aralarında 9 binden fazla çocuğun da bulunduğu 48 binden fazla sivili kurşuna dizerek, işkence ederek, asarak, gazla öldürerek, diri diri yakarak ve konuşlandırılmış toplama kampları ağını kullanarak kasten katletmişti.

10 Ekim 2022 tarihinde Leningrad Bölge Mahkemesi, Büyük Anayurt Savaşı sırasında Nazi işgalcilerin bu bölge topraklarında işlediği suçları soykırım olarak kabul etti. Mahkeme, 1941 ve 1944 yılları arasında Alman işgal makamlarının 33 binden fazla sivili kasten katlettiğini tespit etti.

Petersburg Kent Mahkemesi, 20 Ekim 2022 tarihinde Leningrad kuşatmasının Sovyet halkına yönelik bir soykırım olduğuna hükmetti. Oturumlar sırasında kuşatmada hayatını kaybeden insan sayısının en az 1 milyon 93 bin 842 olduğu anlaşıldı.

Reichsführer SS Heinrich Himmler’in himayesinde geliştirilen ve özü Dr. E. Wetzel’in 27 Nisan 1942 tarihli ‘Genel Plan Ost Üzerine Görüş ve Öneriler’ başlıklı belgesinde korunan ‘Genel Plan Ost’a göre, Almanya tarafından fethedilen eski Sovyetler Birliği’ndeki Alman yerleşim bölgesinde sadece 14 milyon Slav’ın kalacağı hatırlatılmalı. Bunlar 4,5 milyon Almanın kontrolü altına sokulacaktı. ‘Irksal olarak istenmeyen yerliler’ Batı Sibirya’ya gönderilecekti. Sözde 31 milyon sürgünden bahsediliyordu. Doğum oranının düşürülmesine yol açacak bir dizi önlemle ‘Rusya halkının ırksal açıdan zayıflatılması’ ve ‘biyolojik gücünün zayıflatılması’ öngörülüyordu.

Bu ve benzeri sayısız örneğin, Almanya’nın Üçüncü Reich’ın ülkemize karşı işlediği suçları soykırım olarak resmen tanıması için yeterli olduğuna inanıyoruz.

Tüm bunlardan, BM Uluslararası Adalet Divanı’ndaki mevcut yargılamalar bağlamında Berlin’in, insanlık karşısındaki tarihsel suçunu oluşturan her şeyin sadece bir bölümünü – Holokost meselesini – ayırmaya karar verdiği ve bunu tamamen değil, sadece şu anda kendisine uygun olan açıdan ele almaya karar verdiği kanaatine varabiliriz.

Orta Doğu söz konusu olduğunda, Scholz hükümeti sadece iç siyasi mülahazaları değil, aynı zamanda Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin toplu olarak cezalandırılmasının tüm dünyada, özellikle de Küresel Güney’de yarattığı öfkeyi dikkate alarak böyle bir girişimde bulunmamayı tercih edebilirdi. Bu hatalı yaklaşımın kınanması daha şimdiden en üst düzeyde dile getirilmiştir: Namibya Cumhuriyeti Devlet Başkanı H. Geingob, Almanya’nın Afrika’da işlediği insanlığa karşı suçların kefaretini henüz ödememiş olması nedeniyle Federal Almanya Cumhuriyeti’ni bu son derece hassas konuda herhangi bir adım atmamaya çağırdı. Burada kastedilen 1904-1908 yılları arasında Alman Güney-Batı Afrikası’ndaki sömürge yönetiminin burada yaşayan on binlerce Herero ve Nama halkını katlettiği hadiseler. Namibya’da bu hadiseler ülkenin yerli nüfusuna karşı işlenmiş bir soykırım eylemi olarak kabul ediliyor.

‘Üçüncü Reich’ın işlediği suçların Alman makamları tarafından pişmanlık nedeni olarak görülmemesi şok edici ve öfke uyandırıcı’

Üçüncü Reich’ın 27 milyon SSCB vatandaşının imhası da dahil olmak üzere işlediği suçların büyük bir kısmının Alman makamları tarafından pişmanlık nedeni olarak görülmemesi şok edici ve öfke uyandırıcı. Aksine, Berlin bir kez daha 80 yıl önce Hitler’in ne yok edebildiği ne de fethedebildiği Avrupa’nın o bölgesinde yaşayanların imhasına dalmış durumda.

Burada şu soru ortaya çıkıyor: Almanların bu pişmanlığı daha önce samimi miydi ve Almanya’nın Nazilerden arındırılması hedeflerine ulaşıldı mı?

‘Neo-Nazi pratiklerinin onaylanmasının arka planında Alman militarizmi canlanmaya devam ediyor’

Mevcut Alman yönetiminin liderliğinin tutumunu kabul edilemez, ahlak dışı, gayri meşru ve gayri ahlaki buluyoruz. Bununla birlikte en rahatsız edici olan şey, neo-Nazi pratiklerinin onaylanmasının arka planında Alman militarizminin canlanmaya devam etmesi. Bu eğilim, bu ülkenin çelişkili tarihsel deneyimi göz önüne alındığında Almanya’nın yanı sıra Avrupa ve dünyanın kaderi için de son derece vahim sonuçlar doğurabilir.”

DİPLOMASİ

Reuters: Ukrayna’ya askeri yardım koordinasyonunu ABD yerine NATO üstlendi

Yayınlanma

Reuters ajansına konuşan bir kaynağa göre, ABD, Ukrayna’ya yönelik Batı ülkelerinin askeri yardımlarının koordinasyon görevini Kuzey Atlantik İttifakı’na (NATO) devretti.

Bu adım, önceden planlanmış olmasına rağmen birkaç ay ertelenmişti.

Ajans, bu kararın NATO’nun Ukrayna’ya asker göndermeden “savaşta daha aktif bir rol üstlenmesini” sağlayacağını belirtti.

Fakat diplomatlar, ABD’nin Kiev’e en büyük askeri desteği sağlamaya devam etmesi nedeniyle bu değişikliğin etkisinin sınırlı kalabileceğini ifade etti.

Ajans ayrıca, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını hızla sona erdirmek istediğini, ancak bunu başarmak için nasıl bir yol izleyeceğini henüz açıklamadığını anımsattı.

NATO ülkeleri, temmuz ayında Washington’da düzenlenen bir zirvede, Ukrayna’ya askeri yardım sevkiyatının koordinasyonunun NATO’ya devredilmesine karar verdi.

Bu yeni yapı, NATO Güvenlik Yardım ve Eğitim Misyonu (NSATU) olarak adlandırılıyor ve yaklaşık 700 kişilik bir personel kadrosuna sahip.

Misyonun merkezi, Almanya’nın Wiesbaden kentindeki bir ABD üssünde bulunuyor.

McFaul: Ukrayna, topraklardan feragat karşılığında NATO üyeliğine ikna edilmeli

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

İsviçreli Büyükelçi Buch: Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular

Yayınlanma

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinin erken sonlandırılmasının savaşın uzamasına ve ölümlerin artmasına yol açtığını belirtti. Batı’nın bu stratejisinin sadece Rusya’yı değil, tüm Batı’yı da zayıflattığını vurguladı.

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Türkiye’nin savaşın altıncı haftasında gerçekleştirdiği ve giderek olumsuz bir şöhrete bürünen Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine dair değerlendirmede bulundu.

Antithèse adlı YouTube kanalına mülakat veren Ruch, müzakerelerin nasıl sonlandırıldığı ve Batı’nın bu süreçteki rolü üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Ruch, Batı’nın –özellikle İngiliz müttefikler ve Amerikalıların– müzakerelerin başarıya ulaşmasının eşiğinde olduğu bir dönemde bu süreci sonlandırdığını belirtti.

Bu kararın, Batı’nın Rusya’yı zayıflatma stratejisi kapsamında alındığını ifade eden Ruch, bu yaklaşımın hem Rusya’yı hem de Batı’yı zayıflattığını ileri sürdü.

“Bu kararı son derece ahlaksızca buluyorum, zira savaşın devam etmesi halinde ölümlerin on binlerce, hatta yüz binlerle ifade edilebileceği aşikardı,” diyen Ruch, bu kararın insani boyutunu vurguladı.

Ruch, Batı’nın müzakereleri sonlandırma kararını, Rusya’yı zayıflatma amacıyla erken alındığını ve bunun da savaşın uzamasına yol açtığını savundu.

Ruch, “Neden bu kadar çok insan öldü?” sorusunu sorarak, Batı’nın stratejisinin sadece Rusya’yı değil, aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflattığını dile getirdi.

Avrupa’nın bu süreçte önemli ölçüde etkilendiğini belirten Ruch, “Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular,” dedi.

Savaşın devam etmesi durumunda ölümlerin artacağı ve çatışmaların daha da tırmanacağı konusunda uyarılarda bulunan Ruch, “Bu, insanlık adına büyük bir trajediydi,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, bugün yapılacak bir barış anlaşmasının bile Rusya’nın uzlaşmaya hazır olup olmadığına bağlı olduğunu belirten Ruch, sürecin son derece zorlu olduğunu vurguladı.

Öte yandan Ruch, kitabının yazılmasına neden olan süreç hakkında da bilgiler verdi. “Rusya’nın işgalinden sonra başladım, zira bu durumu önleyememiş olmamız mümkün değildi,” diyen Ruch, Batı’nın masada iki taslak anlaşma olmasına rağmen bunlara uymamasının savaşın uzamasına neden olduğunu söyledi.

Tarihçilerin bu dönemi bir gün yeniden ele almasının gerektiğini belirten Ruch, “Bu, belki de tarihçiler tarafından bir gün yeniden ele alınması gereken bir tartışma,” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin bu süreçteki rolüne de değinen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık konusunda Ukrayna ile çalışmak istediğini ve bu konuda görüşmeler yaptığını anlattı. “Türkler, Ukrayna için tarafsızlık kavramı üzerinde bizimle çalışmak istiyorlardı,” diyen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık modeli üzerine çalışmalar yaptığını ve bu sürecin önemli olduğunu belirtti.

Ruch, Batı’nın küresel bir gündemi olduğunu ve bu savaşla yüzleşmek için acelelerinin olmadığını ifade etti. Rusya’nın nükleer tehditlerini artırması ve Batı’nın buna karşı ne tür tedbirler alacağı konusundaki endişelerini dile getiren Ruch, kara birliklerinin NATO ile Rusya arasında bir savaşa yol açabileceğini ve bunun Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi riskler taşıdığını vurguladı.

Ayrıca Ruch, savaşın yarın sona ereceğini düşünmediğini ve çözüm modelinin hala İstanbul’da müzakere edilenlere dayandığını belirtti. Tarafsızlık ve güvenlik garantileri konusundaki belirsizlikler nedeniyle bu sürecin ne kadar zor olacağını vurgulayan Ruch, “Bu savaşın yarın sona erdiğini göremeyeceğiz,” diye ekledi.

Ukrayna’da müzakere gündemi: Toprak mı güvenlik garantisi mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English