Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Zaharova: Ruslara yönelik soykırımı görmezden gelen Almanya’nın İsrail’i savunması şaşırtıcı değil

Yayınlanma

Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, önceki gün düzenlediği basın toplantısında Gazze savaşı, İsrail’e yönelik soykırım suçlamaları ve Batılı ülkelerin tutumunu değerlendirdi.

Alman hükümetinin, İsrail’i Gazze Şeridi’ndeki Arap nüfusa karşı soykırım yapmakla suçlayarak BM Uluslararası Adalet Divanı’nda dava açan Güney Afrika Cumhuriyeti’ne karşılık verme niyetinde olduğunu açıklamasını nasıl yorumlayacağı sorulan Zaharova, şöyle konuştu:

“Alman hükümetinin, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’i Gazze Şeridi halkına karşı soykırım işlemekle suçlayan bir dava açmasına karşı çıkma kararı bizi şaşırtmadı. Bu karar, Berlin’in sonuçlarına bakmaksızın İsrail’e her zaman verdiği koşulsuz desteğin arka planında yer alıyor. Alman yetkililerin bu tutumu, Washington tarafından tanımlanan ‘kurallara dayalı düzenin’ dile getirilmeyen dogmaları arasında uzun zamandır önemli bir yer tutuyor.

Bu durumda, Alman siyasi seçkinleri İsrail’e iyilikten çok kötülük yapmış gibi görünüyor. Konuyla ilgili bir hükümet açıklamasında Berlin, ‘Alman tarihinin muhasebesine ve Holokost şeklinde insanlığa karşı işlenen suça’ atıfta bulunarak, insanların kitlesel imhası konusunda ‘uzman’ olduğunu iddia ediyor.

Peki ya Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sırasında diğer uluslara, milliyetlere ve halklara karşı işlediği insanlık suçları?

Anlaşılan Almanya, BM Genel Kurulu’nun A/RES/60/7 sayılı kararı ve bir dizi başka uluslararası belgeye göre Holokost’un çeşitli etnik ve sosyal grupların Naziler tarafından zulme uğratılması ve kitlesel olarak imha edilmesi olduğunu yine unutmuş. AGİT Berlin Deklarasyonu da tüm etnik ve dini gruplara ayrımcılık yapılmaksızın saygılı bir şekilde muamele edilmesinin önemini kabul etme ihtiyacını pekiştirmişti.

Tarih, ağır suçlar işlemiş ve gayri meşru deneyimlerinden edindikleri bilgileri benzer zulümlerin önlenmesine yardımcı olmak için kullanarak ıslah yoluna girmiş pek çok suçlu örneğini bilir. Fakat bu her zaman, tekrarlamak bir yana, kendi suçlarını meşrulaştırmaya dönük en ufak bir girişimde bulunmadan, aktif pişmanlık ve koşulsuz suç itirafının varlığında mümkün olmuştur.

‘Almanya, mazisiyle yüzleşme konusunda farklı bir yol izliyor’

Almanya’nın mazisiyle yüzleşme konusunda farklı bir yol izlediğini görüyoruz. Yine 80 yıl önce olduğu gibi, Berlin makamlarının eylemleri, insanların milliyet temelinde bölünmesinin yeni ve daha sofistike bir düzeye taşındığını gösteriyor.

İşte birkaç örnek. Berlin, Rusların, Belarusluların, Ukraynalıların, Fin-Ugor halklarının, Ermenilerin, Gürcülerin, Moldovalıların ve diğerlerinin Alman hükümetinden fon almaya hakları olmadığına inanarak Leningrad kuşatmasından sağ kurtulan Yahudi olmayanlara tazminat ödemeyi ısrarla reddetmeye devam ediyor. Dünya kamuoyunun dikkatini, yeni ırk ayrımcılığının bu bariz gerçeğine defalarca çektik. Wannsee Konferansı kararları ve Avrupa’da bir ‘ölüm kampları’ sisteminin kurulmasıyla birlikte, 27 Ocak’ta kaldırılışının 80. yıldönümü kutlanacak olan 800 günden fazla korkunç bir abluka altında kalan Leningrad trajedisi, Nazi Almanyası ve müttefiklerinin insanlık dışı niyetlerinin ciddi bir kanıtı.

‘Almanya, Rusya’nın Nazizmin yeniden canlandırılmasını önlemeye yönelik çabalarının altını oymayı amaçlıyor’

Federal Almanya Cumhuriyeti yetkilileri, Rusya’nın Nazizmin yeniden canlandırılmasını önlemeye yönelik çabalarının altını oymayı amaçlıyor. Federal Almanya Cumhuriyeti daha önce BM Genel Kurul toplantılarında, Nazizmin, neo-Nazizmin ve ırkçılığın, ırk ayrımcılığının, yabancı düşmanlığının ve ilgili hoşgörüsüzlüğün çağdaş biçimlerinin tırmanmasına katkıda bulunan diğer uygulamaların yüceltilmesiyle mücadeleye ilişkin Rusya tarafından önerilen karar tasarısının kabul edilmesine ilişkin oylamada sistematik olarak çekimser kaldı ve 2022’den bu yana buna tamamen karşı çıkarak, Nazi hareketinin yeniden yüceltilmesini ve eski Naziler de dahil olmak üzere SS örgütünün eski üyelerinin aklanmasını durdurmak için belge metninde yer alan önerilere meydan okudu.

Almanya, Nazi işbirlikçilerinin yüceltilmesini iç ve dış politikasının kayda değer bir parçası haline getiren Kiev rejiminin Avrupa Birliği’ndeki en yüksek sesli savunucusu.

‘Rusları ve Rusça konuşanları kasten öldürenlere sponsorluk yapıyor’

Berlin, neo-Nazi meşaleli yürüyüşler düzenleyen, İkinci Dünya Savaşı savaş suçlularını yücelten, SS şivronlarını ve yamalarını amblem olarak kullanan ve Batı tarafından tedarik edilen askeri teçhizata Wehrmacht sembollerini boyayan militanları destekliyor. Rusları ve Rusça konuşanları kasten öldürenlere sponsorluk yapıyor, silahlandırıyor, tıbbi tedavi organize ediyor ve uluslararası arenada destek sağlıyor.

‘Baerbock, atalarının ‘Königsberg savunmasında’ öldüğünü gururla iddia etti’

Son zamanlarda Federal Almanya Cumhuriyeti yönetiminden temsilcilerin Berlin’in Nazi geçmişini kınamasını sorgulayan açıklamaları sıklaştı. Almanya’nın ve Ukrayna’daki neo-Nazi rejiminin ‘tarihin doğru tarafında yer aldığını’ açıkça teyit eden Federal Şansölye O. Scholz, esasında Nazi Almanya’sının işbirlikçilerini yeniden canlandıran ve faşizmle mücadele edenlerin anısını silmeye çalışan mevcut Rus düşmanı Zelenskiy rejimini haklı çıkardı. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, atalarının ‘Königsberg savunmasında’ öldüğünü gururla iddia etti. Alman yönetici elitinin tarihin ‘doğru tarafı’ anlayışı artık budur.

Berlin, Nasyonal Sosyalizmin ülkemiz halklarına karşı işlediği suçları soykırım olarak tanımayı reddetmeye devam ediyor. Rus soruşturma makamları ve mahkemeleri, ülkemizin çeşitli bölgelerinde Üçüncü Reich birlikleri tarafından işlenen savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım eylemlerine tanıklık eden önemli miktarda kanıt biriktirdi.

Böylece, 25 Temmuz 2022 tarihinde Krasnodar Bölge Mahkemesi, Temmuz 1942’den Ağustos 1943’e kadar Krasnodar oblastının işgal altındaki topraklarında Alman faşist işgalciler tarafından işlenen soykırım gerçeğini tespit etti. O dönemde Kuban’da, Alman ve işgal yetkilileri ile suç ortakları, aralarında 9 binden fazla çocuğun da bulunduğu 48 binden fazla sivili kurşuna dizerek, işkence ederek, asarak, gazla öldürerek, diri diri yakarak ve konuşlandırılmış toplama kampları ağını kullanarak kasten katletmişti.

10 Ekim 2022 tarihinde Leningrad Bölge Mahkemesi, Büyük Anayurt Savaşı sırasında Nazi işgalcilerin bu bölge topraklarında işlediği suçları soykırım olarak kabul etti. Mahkeme, 1941 ve 1944 yılları arasında Alman işgal makamlarının 33 binden fazla sivili kasten katlettiğini tespit etti.

Petersburg Kent Mahkemesi, 20 Ekim 2022 tarihinde Leningrad kuşatmasının Sovyet halkına yönelik bir soykırım olduğuna hükmetti. Oturumlar sırasında kuşatmada hayatını kaybeden insan sayısının en az 1 milyon 93 bin 842 olduğu anlaşıldı.

Reichsführer SS Heinrich Himmler’in himayesinde geliştirilen ve özü Dr. E. Wetzel’in 27 Nisan 1942 tarihli ‘Genel Plan Ost Üzerine Görüş ve Öneriler’ başlıklı belgesinde korunan ‘Genel Plan Ost’a göre, Almanya tarafından fethedilen eski Sovyetler Birliği’ndeki Alman yerleşim bölgesinde sadece 14 milyon Slav’ın kalacağı hatırlatılmalı. Bunlar 4,5 milyon Almanın kontrolü altına sokulacaktı. ‘Irksal olarak istenmeyen yerliler’ Batı Sibirya’ya gönderilecekti. Sözde 31 milyon sürgünden bahsediliyordu. Doğum oranının düşürülmesine yol açacak bir dizi önlemle ‘Rusya halkının ırksal açıdan zayıflatılması’ ve ‘biyolojik gücünün zayıflatılması’ öngörülüyordu.

Bu ve benzeri sayısız örneğin, Almanya’nın Üçüncü Reich’ın ülkemize karşı işlediği suçları soykırım olarak resmen tanıması için yeterli olduğuna inanıyoruz.

Tüm bunlardan, BM Uluslararası Adalet Divanı’ndaki mevcut yargılamalar bağlamında Berlin’in, insanlık karşısındaki tarihsel suçunu oluşturan her şeyin sadece bir bölümünü – Holokost meselesini – ayırmaya karar verdiği ve bunu tamamen değil, sadece şu anda kendisine uygun olan açıdan ele almaya karar verdiği kanaatine varabiliriz.

Orta Doğu söz konusu olduğunda, Scholz hükümeti sadece iç siyasi mülahazaları değil, aynı zamanda Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin toplu olarak cezalandırılmasının tüm dünyada, özellikle de Küresel Güney’de yarattığı öfkeyi dikkate alarak böyle bir girişimde bulunmamayı tercih edebilirdi. Bu hatalı yaklaşımın kınanması daha şimdiden en üst düzeyde dile getirilmiştir: Namibya Cumhuriyeti Devlet Başkanı H. Geingob, Almanya’nın Afrika’da işlediği insanlığa karşı suçların kefaretini henüz ödememiş olması nedeniyle Federal Almanya Cumhuriyeti’ni bu son derece hassas konuda herhangi bir adım atmamaya çağırdı. Burada kastedilen 1904-1908 yılları arasında Alman Güney-Batı Afrikası’ndaki sömürge yönetiminin burada yaşayan on binlerce Herero ve Nama halkını katlettiği hadiseler. Namibya’da bu hadiseler ülkenin yerli nüfusuna karşı işlenmiş bir soykırım eylemi olarak kabul ediliyor.

‘Üçüncü Reich’ın işlediği suçların Alman makamları tarafından pişmanlık nedeni olarak görülmemesi şok edici ve öfke uyandırıcı’

Üçüncü Reich’ın 27 milyon SSCB vatandaşının imhası da dahil olmak üzere işlediği suçların büyük bir kısmının Alman makamları tarafından pişmanlık nedeni olarak görülmemesi şok edici ve öfke uyandırıcı. Aksine, Berlin bir kez daha 80 yıl önce Hitler’in ne yok edebildiği ne de fethedebildiği Avrupa’nın o bölgesinde yaşayanların imhasına dalmış durumda.

Burada şu soru ortaya çıkıyor: Almanların bu pişmanlığı daha önce samimi miydi ve Almanya’nın Nazilerden arındırılması hedeflerine ulaşıldı mı?

‘Neo-Nazi pratiklerinin onaylanmasının arka planında Alman militarizmi canlanmaya devam ediyor’

Mevcut Alman yönetiminin liderliğinin tutumunu kabul edilemez, ahlak dışı, gayri meşru ve gayri ahlaki buluyoruz. Bununla birlikte en rahatsız edici olan şey, neo-Nazi pratiklerinin onaylanmasının arka planında Alman militarizminin canlanmaya devam etmesi. Bu eğilim, bu ülkenin çelişkili tarihsel deneyimi göz önüne alındığında Almanya’nın yanı sıra Avrupa ve dünyanın kaderi için de son derece vahim sonuçlar doğurabilir.”

DİPLOMASİ

Anlaşmazlıkların damga vurduğu COP29’da yoksul ülkeler için yılda 1 trilyon dolar çağrısı yapıldı

Yayınlanma

Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğiyle baş edebilmeleri için on yılın sonuna kadar yılda en az 1 trilyon dolara ihtiyaçları olduğunu belirten ekonomistler, Bakü’deki iklim görüşmelerinde bir finans anlaşmasına varma çabalarının diplomatik anlaşmazlıkların gölgesinde kalma riski taşıdığı konusunda uyardı.

Paranın odak noktası olduğu COP29’daki görüşmelerin başarısı, gelişmekte olan ülkelerin daha yeşil enerjiye geçişi finanse etmelerine ve aşırı hava koşullarına karşı korunmalarına yardımcı olmak için zengin ülkelerin, kalkınma kredisi veren kuruluşların ve özel sektörün her yıl ne kadar kaynak sağlaması gerektiğine dair yeni bir hedef üzerinde anlaşıp anlaşamayacaklarına göre değerlendirilecek.

Kamuoyundaki anlaşmazlıklar ve küresel siyasetteki gerilimler nedeniyle havanın bozulduğu bu zirvede bir anlaşmaya varmak özellikle zor olacak gibi görünüyor.

Donald Trump’ın başkanlık seçimlerini kazanması, ABD’nin iklim müzakerelerindeki gelecekteki rolünü şüpheye düşürürken, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki gerilim de yüzeye çıktı.

COP29 Baş Müzakerecisi Yalchin Rafiyev bir basın toplantısında “Taraflar zamanın daraldığını unutmamalı” dedi ve ekledi: “Bu değerli zamanı birbirleriyle doğrudan konuşmak ve köprü kurucu çözümler üretmeyi sahiplenmek için kullanmalılar.”

OECD mayıs ayında yaptığı açıklamada, 2025 yılında sona erecek olan yıllık 100 milyar dolarlık bir önceki finansman hedefine iki yıl gecikmeyle 2022 yılında ulaşıldığını söyledi. Bu miktarın büyük bir kısmı hibe yerine kredi şeklindeydi ve alıcı ülkeler bu durumun değişmesi gerektiğini söylüyor.

Perşembe günü, İklim Finansmanı Bağımsız Üst Düzey Uzman Grubu tarafından hazırlanan bir raporda, ülkelerin şimdi harekete geçmemesi halinde hedeflenen yıllık rakamın 2035 yılına kadar yılda en az 1.3 trilyon dolara yükselmesi gerekeceği belirtildi.

Raporda, “2030’dan önce yatırımlardaki herhangi bir eksiklik, takip eden yıllar üzerinde ek bir baskı yaratacak ve iklim istikrarına giden daha dik ve potansiyel olarak daha maliyetli bir yol oluşturacaktır” denildi.

Müzakereciler perde arkasında taslak metinler üzerinde çalışıyor, ancak şu ana kadar Birleşmiş Milletler iklim organı tarafından yayınlanan ilk aşama belgeleri masadaki çok çeşitli görüşleri yansıtıyor.

Bazı müzakereciler finansla ilgili son metnin üzerinde çalışmak için çok uzun olduğunu ve bir anlaşmayı şekillendirmek için görüşmelere başlamadan önce kısaltılmış bir versiyon beklediklerini söylediler.

2015’teki Paris Anlaşması’ndan bu yana katkıda bulunmakla yükümlü olan pek çok Batılı hükümetin daha fazla katkıda bulunma konusundaki isteksizliği göz önüne alındığında, herhangi bir anlaşmanın zorlu geçmesi muhtemeldir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin gelecekteki herhangi bir finansman anlaşmasından çekilme olasılığı ise, delegeler üzerinde gerekli fonları sağlamak için başka yollar bulma baskısını artırıyor.

Bunlar arasında, daha zengin ülkeler tarafından finanse edilen ve daha fazla kredi verebilmeleri için reform sürecinde olan Dünya Bankası gibi dünyanın çok taraflı kalkınma bankaları da yer alıyor.

En büyük on banka, iklim finansmanını 2030 yılına kadar yaklaşık %60 oranında artırarak yılda 120 milyar dolara çıkarmayı planladıklarını ve bunun en az 65 milyar dolarının da özel sektörden sağlanacağını açıkladı.

Perşembe günü Azerbaycan Bankalar Birliği Başkanı Zakir Nuriyev, ülkenin 22 bankasının Azerbaycan’ın düşük karbon ekonomisine geçişine yardımcı olacak projeleri finanse etmek için yaklaşık 1,2 milyar dolar taahhüt edeceğini söyledi.

Kavgalar damga vurdu

Pek çok küresel liderin katılmama kararı aldığı konferansa şu ana kadar birlikten çok bölünme damgasını vurdu.

Fransa İklim Bakanı Agnès Pannier-Runacher, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in Fransa’yı Karayipler’deki denizaşırı topraklarda “suç işlemekle” suçlamasının ardından çarşamba günü COP29 gezisini iptal etti.

Fransa ve Azerbaycan’ın ilişkileri, Paris’in Ermenistan’a verdiği destek nedeniyle uzun süredir gergin. Paris bu yıl Bakü’yü Yeni Kaledonya’daki şiddet olaylarına karışmak ve yataklık etmekle suçladı.

Avrupa Birliği iklim komiseri Wopke Hoekstra, X’te yaptığı bir paylaşımda, “İkili anlaşmazlıklar ne olursa olsun, COP tüm tarafların gelip iklim eylemi konusunda müzakere etme özgürlüğüne sahip olduğu bir yer olmalıdır” dedi.

Bu açıklama, Aliyev’in konferansta yaptığı ve ABD ile AB’yi, fosil yakıtların başlıca tüketicileri ve üreticileri olmalarına rağmen iklim değişikliği konusunda ülkelere ders vermekle ve ikiyüzlülükle suçladığı açılış konuşmasının ardından geldi.

Bu arada perşembe günü Arjantin hükümeti müzakerecilerini COP29 görüşmelerinden geri çekti.

Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei daha önce küresel ısınmayı bir aldatmaca olarak nitelendirmişti. Kendisi de bir iklim değişikliği inkarcısı olan Trump ile bu hafta görüşecek.

Protestocular ‘iklim adaleti’ çağrısı yaptı

Bu sabah COP29 toplantısının yapıldığı salonun girişinde toplanan göstericiler, zengin ülkeleri Küresel Güney’de iklim değişikliğine uyum ve azaltım için verdikleri mali taahhütleri yerine getirmeye çağırdı.

COP29 müzakereleri devam ederken aktivistler, geçmiş emisyonları ele alan ve gelişmekte olan ülkelerin borçlarını derinleştirmekten kaçınan adil ve hakkaniyetli iklim finansmanına duyulan ihtiyacı vurguladı.

Aktivistler ayrıca “iklim sömürgeciliği” ve “iklim apartheid’ı” konularını vurguladılar. İklim sömürgeciliği, zengin ulusların kaynaklarını yurtdışında iklim çözümlerini uygulamak için nasıl kullandıklarını ve genellikle yerel toplulukların refahı yerine kâra öncelik verdiklerini tanımlamak için kullanılıyor. Küresel Kuzey’in Küresel Güney’de ağaçlandırma projeleri veya yenilenebilir enerji için yaptığı baskılar bazen yerli toplulukları yerlerinden ederek tarihsel eşitsizlikleri daha da kötüleştiriyor.

İklim apartheidi de, servet eşitsizliğinin iklim etkilerine karşı dayanıklılığı nasıl etkilediğini vurgulamaktadır. Kaynak zengini ülkeler iklim tehditlerine uyum sağlamak için daha iyi donanıma sahipken, toplumlarını yeniden inşa etmek ve korumak için daha az kaynağa sahip olan yoksul ülkeler iklim krizinin yükünü taşıyor. Bu eşitsizlik, Küresel Güney’de giderek daha sık ve şiddetli yoksulluğa, yerinden edilmelere ve altyapı kayıplarına yol açıyor.

Protestocular, COP29 müzakerelerinin, iklim felaketlerine uyum sağlamak veya bu felaketlerden kurtulmak için yeterli kaynağı olmayan ülkeleri desteklemek üzere “kayıp ve zarar” fonuna odaklanmasını talep ediyor. Geçen yıl bir Kayıp ve Zarar fonunun kurulması önemli bir adımdı, ancak 2033 yılına kadar ihtiyaç duyulacağı tahmin edilen 580 milyar doların çok altında, sadece yaklaşık 700 milyon dolar taahhüt edildi.

İklim adaleti savunucuları, iklim krizine yönelik bir çözümün Küresel Güney’den, yerli topluluklardan ve çevrenin ön saflardaki savunucularından gelen sesleri içermesi gerektiğinde ısrar ediyorlar.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Avrupa, Ukrayna’da ‘güvenlik garantisi karşılığında toprak tavizi’ planını tartışıyor

Yayınlanma

Ukrayna’nın Avrupalı müttefikleri, Kiev ile Moskova arasında toprak tavizlerini de içerebilecek müzakerelerle savaşın sona erdirilmesi şansını sessizce değerlendirmeye başladı.

Bu bağlamda, Rusya’nın bazı tavizler vermesi ve Ukrayna’nın güçlü güvenlik garantileri alması gerekecek ki bu da ülkenin askeri gücünü artırmaya yönelik yardımların devamını zorunlu kılabilir.

The Washington Post gazetesinin Avrupa ve NATO ülkelerinden 10 mevcut ve eski diplomatla yaptığı görüşmelere dayandırdığı haberine göre, Ukrayna’nın Avrupalı müttefiklerinden bazıları, görünürde tereddütsüz destek açıklamalarına rağmen, yavaş yavaş Ukrayna ile Rusya arasında müzakereler için zemin hazırlamaya başladı.

Diplomatlar, Ukrayna’nın muhtemel toprak tavizlerinden söz etmenin artık eskisi kadar rahatsız edici bir konu olmadığını, artık bu durumu “barış karşılığı toprak” yerine “güvenlik karşılığı toprak” şeklinde ifade ettiklerini belirtiyor.

Batılı bir yetkili, “Bu artık kesinlikle marjinal bir fikir değil,” diyerek görüşlerin değişmeye başladığını ifade etti.

AB makamları, olası barış görüşmelerinde Ukrayna’nın konumunu güçlendirmek için askeri desteğin artırılması gerektiğini vurgularken, özellikle Donald Trump yönetiminin bir anlaşma müzakere etmeye başlaması halinde yaşanabilecek sürprizlerden kaçınmak istediklerini belirtiyorlar.

Gazeteinin kaynaklarına göre, geçen hafta Budapeşte’de AB liderlerinin katıldığı bir akşam yemeğinde Ukrayna’ya sağlanan parasal ve askeri desteğin devam etmesi gerektiği tartışıldı ve ABD’nin yardımlarını sona erdirmesi halinde Avrupa’nın nasıl finansman sağlayacağı üzerinde duruldu.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi araştırma görevlisi ve NATO’nun eski genel sekreter yardımcılarından Camille Grand’a göre, Avrupa’da birçok kişi müzakerelerin beklenenden daha erken başlayabileceğini ve “her iki tarafın da bazı tavizler vermesini gerektireceğini” kabul ediyor.

Görüşmelere dair bilgi sahibi kaynaklara göre, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, geçen hafta Trump ile yaptığı 25 dakikalık görüşmede, Moskova’nın da anlamlı tavizler vermesinin şart olduğunu açıkça ifade etti.

Eski Estonya Başbakanı Kaija Kallas, Avrupa Parlamentosu’nda AB’nin yeni Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği görevine kabul edildiği 2015 Minsk Anlaşmaları’nın uygulanmadığını hatırlatarak basit bir barış anlaşmasının yeterli olmayacağını söyledi.

“Belki de kendimi yeterince açık ifade edemedim: Ben barıştan yanayım,” diyen Kallas, AB’nin Ukrayna’ya devrettiği savunma ve silah yardımlarındaki ‘son derece yetersiz yatırımları’ eleştirerek, “Rusya’nın son sömürgeci savaşını kaybettiği bir konumda olmamız gerekiyor,” diye ekledi.

Richard Haass: ABD, Ukrayna’da hedeflerini yeniden tanımlamalı

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

The Economist: Cephede kötüleşen durum hakkındaki bilgiler Zelenskiy’den gizleniyor

Yayınlanma

The Economist‘e konuşan bir kaynak, Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin cephede karşılaştığı sorunlardan haberdar edilmediğini ileri sürdü.

Kaynak, “Kendisinin sıcak bir banyoda tutulduğu bile söylenemez. Adeta bir saunada tutuluyor,” diyerek yetkililerin tüm gerekli bilgileri başkana bildirmediğine dikkat çekti.

Donald Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kazanmasının ardından Ukrayna yönetimi değişikliklere hazırlanmaya başladı.

Üst düzey bir Ukraynalı yetkiliye göre, Trump’ın Ukrayna’ya sempati duyan eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu yeni yönetimine dahil etmeyecek olması, Kiev’de hayal kırıklığı yarattı.

The Economist’e konuşan yetkili, “Bu, çok olumsuz bir gelişme,” dedi. Ukraynalı yetkililer, Trump’ın Ukrayna politikasının başkan yardımcısı adayı J.D. Vance’in sunduklarına benzemesinden endişe ediyor.

Söz konusu plan, Rusya ve Ukrayna birlikleri arasında mevcut temas hattında bir askerden arındırılmış bölge oluşturulmasını ve Kiev’in NATO’ya katılmayı reddetmesini öngörüyor.

Devlet Başkanı Zelenskiy, bu öneriyi “radikal” ve “kabul edilemez” olarak nitelendirerek, bunun aslında Ukrayna’ya topraklarından vazgeçme teklifi olduğunu ifade etmişti.

Daha önce The Wall Street Journal kaynakları, Trump’ın Ukrayna’ya topraklarından feragat etmeden Rusya ile savaşı dondurmayı ve en az 20 yıl NATO’ya katılmaktan vazgeçmeyi önerebileceğini belirtmişti. Bu arada plana göre ABD, Kiev’e silah desteğini sürdürmeye devam edecek.

AFP’nin Amerikan Savaş Araştırmaları Enstitüsü (ISW) verilerine dayandırarak yaptığı analize göre, Rus birlikleri ekim ayı sonu itibariyle Ukrayna topraklarının 478 kilometrekaresini ele geçirerek Mart 2022’den bu yana bir rekor kırmış durumda.

27 Ekim itibariyle Rusya ordusu, 2024 yılının ağustos ve eylül aylarına göre -sırasıyla 477 ve 459 kilometrekare- daha fazla toprak ele geçirdi.

Ayrıca Rusya ordusu, Donetsk oblastının doğusunda 300 kilometrekareden fazla alanı ele geçirdi. Şu anda Rus kuvvetleri, stratejik öneme sahip Pokrovsk kasabasından sadece birkaç kilometre uzaklıkta bulunuyor.

Trump’ın Ukrayna planı: NATO üyeliğinden vazgeçiş ve askerden arındırılmış bölge

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English