Bizi Takip Edin

Ortadoğu

“Statükoya geri dönülmeyecek”

Yayınlanma

Hamas’ın İsrail’e karşı cumartesi günü başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’nun yankıları sürüyor. Hamas’ın en büyük ve koordineli operasyonunun yarattığı şok etkisini üzerinden atamayan ve alelacele savaş ilan eden İsrail, Gazze’yi tamamen abluka altına alıyor. İsrail Savunma Bakanı Gallant, ‘Gazze’ye elektrik, gıda ve akaryakıt yok’ dedi. İsrail Enerji Bakanı Israel Katz, Gazze’nin suyunu da kestiklerini duyurdu.

Peki Hamas, bu operasyonu neden şimdi başlattı, çatışmalar bölgesel bir savaşa dönüşebilir mi? Dr. Selim Sezer, Aksa Tufanı operasyonunu Harici’ye değerlendirirken Türkiye’de İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerini meşrulaştırmaya varan propagandaları da çürütüyor.

“Yom Kippur Savaşı’nın ellinci yıldönümüne denk gelmesi tesadüf gibi görünmüyor”

-Hamas, bu operasyonu neden başlattı ve tam olarak neyi hedefliyor? Neden şimdi?

Bu soruya net bir yanıt vermemizi sağlayacak verilere henüz sahip değiliz. Ancak en azından, bu sürecin kısa zamanda sona ermeyeceğini ve bir noktada sonlandığı zaman da 7 Ekim 2023 öncesi statükoya geri dönülmeyeceğini söyleyebiliriz.

Tanık olduğumuz sürecin 1948’den beri bir muadili bulunmuyor. 75 yıllık “Filistin-İsrail çatışması” tarihinde buna en fazla benzeyen süreç, Mısır ve Suriye’nin 1967’de kaybettikleri topraklarını geri almak için İsrail’e sürpriz bir saldırı düzenlediği, 6 Ekim 1973’te başlayan Yom Kippur Savaşı’dır. Aksa Tufanı operasyonunun da – bir günlük farkı saymazsak – Yom Kippur Savaşı’nın ellinci yıldönümüne denk gelmesi tesadüf gibi görünmüyor.

Hamas’ın bu operasyonu başlangıçta “yarma harekâtı” olarak da tanımlanan, 18 yıllık Gazze ablukasını kırma ve çok sayıda kişiyi esir alarak İsrail’i bir esir takasına zorlama amaçlı bir operasyon gibi görünüyordu. Ancak Sderot’tan başlayarak pek çok yerleşim alanının kontrolü de Filistinli militanların eline geçti. Hatta militanların hareket yönüne bakarsak Batı Şeria’ya doğru ilerledikleri gibi bir izlenim ediniyoruz. Amaç, Gazze ve Batı Şeria’yı birbirine bağlayan bir koridor oluşturmak olabilir.

Sahadaki bu gelişmelerin dışında temel siyasi amacın, Arap devletleri tarafından gündemden düşürülen ve iradeleri dikkate alınmayan Filistinlilerin iradesini ortaya koymak, 18 yıllık ablukaya ve yarım asırdan uzun işgale ilk kez saldırı yoluyla karşı çıkmak olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda 1948’de kaybedilmiş bazı toprakların geri alınmaya çalışıldığı anlaşılıyor, ancak bunun kalıcı sonuçlar getirebileceğinden emin değilim. Bununla birlikte belirttiğim üzere, her ne olursa olsun bu savaştan sonra statüko değişecektir.

“Hamas direniş eksenine geri döndü”

-Hamas, “direniş eksenine” dahil oldu diyebilir miyiz?

Hamas geçmişte de “direniş ekseni” diye adlandırılan, merkezinde İran’ın bulunduğu, ABD ve İsrail karşıtı devletler ve devlet dışı aktörler ittifakının parçasıydı. Ancak 2012 yılından sonra bu ittifaktan tedricen uzaklaştı. Suriye iç savaşında isyancılardan yana tutum alması, Siyasi Büro’nun Şam’dan Doha’ya taşınması, büyük çaplı bir politika değişikliği anlamına geliyordu.

Elbette bu politika değişimi Hamas içindeki tüm unsurların desteklediği bir pozisyon değildi. Hem siyasi kanat ile askeri kanat arasında, hem de siyasi kanadın kendi içinde önemli görüş farklılıkları vardı. Birkaç yıldır özellikle Beyrut’ta yapılan çeşitli görüşmeler, Hamas’ın İran’la ve Lübnan Hizbullah hareketiyle ilişkilerini onardığına işaret ediyordu. Bu operasyon ise kanaatimce, bu sürecin nihayete erdiğinin, Hamas’ın kesin olarak bu ittifaka geri döndüğünün göstergesidir.

“Bölgesel çatışma ihtimaller arasında”

Sonucu şimdiden öngörmek zor ancak Hamas’ın bu operasyonu bölgedeki genel gidişatı ve dengeleri hangi yönde değiştirme potansiyeline sahip?

Her şeyden önce, başta Suudi Arabistan olmak üzere pek çok Arap devleti, İsrail’le devam eden normalleşme süreçlerini askıya almak veya en azından yavaşlatmak zorunda kalacaktır. Bunun en önemli nedeni de kendi ülkelerindeki toplumsal rahatsızlıktır. Arap devletleri ve liderleri Filistin davasını desteklemekten çoktan vazgeçmiş olsa da, bu ülkelerin halkları, özellikle şu andaki koşullar altında, yöneticilerinin İsrail’le ilişkileri iyileştirmesini istemeyecektir.

Sürecin getirebileceği muhtemel sonuçlar arasında İran’ın ve çeşitli milis gruplarının da savaşa girmesi de bulunuyor ki bu, çok daha büyük ölçekli bir bölgesel çatışmayı beraberinde getirebilir. Hizbullah, Lübnan’ın iç dengeleri ve iç siyasette yaşadığı bazı sorunlar nedeniyle çatışmaya doğrudan dahil olmayabilir, ancak kuzeydeki sınırdan bazı çatışma haberleri de alıyoruz.

Mısır, Ürdün ve Türkiye’nin çatışmaları dindirmeye ve bir ateşkes/uzlaşma zemini oluşturmaya çalışacağını tahmin ediyorum. Ancak bu oldukça zor görünüyor ve eğer bir noktada olabilecekse de en azından şu anda bunu konuşmak için çok erken.

Olasılıklardan biri de İsrail’in sınır bölgelerinde kontrolü geri alma girişiminin başarısız olması ve Gazze’yi çevreleyen bölgelerin Filistinlilerin fiili idaresi altına girmesidir. Bu da zayıf da olsa gerçek bir ihtimaldir.

Son olarak, son dönemlerde pek çok İsrailli ülkeyi terk etmeye başlamıştı. Büyük bir ihtimalle bu süreçle birlikte bu eğilim artacak, dünyanın farklı yerlerinden İsrail’e göç ise azalacaktır. Bu durum orta-uzun vadede İsrail’in demografik üstünlük politikasını riske atabilir ki bu da aslında İsrail’in taşıyıcı kolonlarından birinin çatlaması demektir.

Filistin toprakları İsrail’in eline nasıl geçti?

-Türkiye’de çokça propagandası yapıldığı için soruyorum: Filistinliler topraklarını Yahudilere mi sattı?

Bu hususta büyük bir külliyat var ve birkaç kitap ya da makale okuyan hiç kimse böyle bir iddiada bulunmayacaktır. Size olabildiğince kısa şekilde özetlemeye çalışayım. 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı devleti toprakta özel mülkiyeti getirdiği zaman başta Sursuk’lar olmak üzere, çoğu Beyrutlu olan bazı tüccarlar Filistin’de geniş tarım arazileri satın aldı. Bu kişiler, 19. Yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında Siyonistlerin bölgeye gelip toprak edinmeye çalıştığını görünce şişirilmiş fiyatlarla bu arazileri onlara satmaya başladı. Filistinli köylüler ise buna direnç gösterdi. Dirençlerinin sesi 1911 yılında Meclis-i Mebusan’a kadar ulaştı. Buna rağmen, Filistinli olmayan tüccar ve toprak ağalarının satışları devam etti. Birkaç örnekte de aşırı borçlanmış Filistinli çiftçiler, küçük arazilerini elden çıkarmak zorunda kaldı. Tabii, satılan bu araziler halen Osmanlı toprağıydı, yani satın alanlar sadece toprağı işleme hakkını elde etmiş oluyordu, siyasi açıdan sahibi ve hakimi olmuyordu.

1917 sonunda Büyük Britanya, Filistin’in kontrolünü askeri yoldan ele geçirdi. 1920 yılında Filistin’de manda yönetimi kurdu ve bu yönetim altında Filistin’e Yahudi göçlerini teşvik etti ve pek çok toprak transferi gerçekleştirdi. Buna rağmen 1947 yılına gelindiğinde Yahudilerin elinde bulunan topraklar, Filistin topraklarının sadece %8’i kadardı. 29 Kasım 1947 tarihli BM Taksim Planı ise Filistin’in %55’ini kurulacak olan Yahudi Devleti’ne vermeyi kararlaştırdı. İsrail Devleti 14 Mayıs 1948’de kuruluşunu ilan ettikten sonra taksim planının öngördüğü sınırların da ötesine geçti ve Ocak 1949’da Rodos’ta ateşkese varıldığında bölgenin %78’ini ele geçirmiş haldeydi. 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda ise kalan %22’yi de işgal etti. İşte bir zamanlar Filistin toprağı olan yerlerin İsrail toprağına dönüşmesinin hikayesi budur. Yaşananların “Filistinlilerin kendi topraklarını satmasıyla” uzaktan yakından alakası yoktur.

“Sığınmacı karşıtlığı açıkça Arap karşıtlığına dönmüş durumda”

Türkiye kamuoyunda sizce neden özellikle Hamas’ın uyguladığı şiddet üzerinde duruluyor da İsrail’in uyguladığı tecrit, şiddet ve etnik temizlik üzerinde durulmuyor? Hangi motivasyon unsurları kamuoyunu ‘Araplara karşı’ İsrail’in eylemlerini meşrulaştırmaya itiyor?

Evvela Filistinli örgütler Hamas’tan ibaret değil; içlerinde farklı İslamcı oluşumlar olduğu gibi, Arap ulusalcısı, Marksist ve Maocu hareketler de var bu hareketler hep birlikte hareket ediyor. Ancak kamuoyu Filistin’e baktığında sadece Hamas’ı görüyor. İkincisi dar bir bakış açısıyla “cihatçılar” diye geniş bir kategori oluşturuluyor ve Hamas, IŞİD gibi oluşumlarla eşitleniyor. Oysa IŞİD Hamas’ı kafir olarak görür ve ben size IŞİD biatlı küçük Selefi örgütlerin Gazze’de Hamas üyelerine düzenlediği saldırıların bir dökümünü sunabilirim. İdeoloji, program, yöntemler, bölgesel ilişkiler vs. hiçbir yönden Hamas’ın bu tür oluşumlarla alakası yoktur. Üçüncüsü özellikle son yıllarda Türkiye’de artan sığınmacı karşıtlığı, bazı tarihsel mitlerle de beslenerek açıkça Arap karşıtlığına dönüşmüş durumda ve Filistinliler sırf “Arap” oldukları için karşılarındaki güç desteklenebiliyor. Son olarak toplumun bir kısmı Filistin meselesini Türkiye’deki iktidarla da eşitliyor ve iktidara karşı olmanın Filistin davasına da karşı olmayı gerektirdiği şeklinde çıkarsamalara varılıyor. Bu sebeple sol partilerin Filistinli hareketlere destek açıklaması pek çok çevrede şaşkınlık yaratabiliyor. Asıl şaşkınlığı gerektirecek olan şey bunun tersinin yaşanması olurdu.

Ortadoğu

BMGK’nin Gazze kararı 5. kez ABD tarafından veto edildi

Yayınlanma

BMGK’nin Gazze kararı ABD tarafından beşinci kez veto edildi. Hamas, ABD’nin veto yetkisini kullanmasının, İsrail’in Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine (BMGK) Gazze’de ateşkes sağlanması için sunulan karar tasarısı ABD tarafından Hamas’ı kınamadığı gerekçesiyle veto edildi.

Bu veto, ABD’nin Donald Trump döneminde BMGK’da kullandığı ilk veto olurken, Ekim 2023’te başlayan Gazze savaşına ilişkin ABD’nin veto ettiği beşinci tasarı oldu.

BMGK, daha önceki ateşkes girişimlerinde de benzer şekilde karar alamamıştı.

BMGK, kurulun geçici 10 üyesi (E10) tarafından imzalanan ve grup koordinatörü Slovenya tarafından dün sunulan Gazze tasarısını görüşmek üzere toplandı.

İnsani durum gerekçe gösterilerek sunulan ateşkesle ilgili karar tasarısına, söz konusu toplantıda yapılan oylamada ABD veto hakkını kullandı.

İsrail’in saldırılarının devam ettiği Gazze’deki sivillere acil müdahaleyi öneren tasarı, az önce sona eren oylamada 14 evet oyuna karşın veto hakkı bulunan daimi üye ABD tarafından reddedildi.

ABD Temsilcisi Dorothy Shea, veto kararına gerekçe olarak, “Bu karara karşı çıkmamız sürpriz olmamalı. İçerdiği, içermediği ve ileri sürülme biçimi için kabul edilemez” ifadelerini kullandı. Shea, “ABD, Hamas’ı kınamayan hiçbir önlemi desteklemeyeceğini açıkça belirtti” diye ekledi.

“14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor”

E10 grubu adına ABD’nin veto kararını değerlendiren Slovenya’nın BM Daimi Temsilcisi Samuel Zbogar, “Karar kabul edilmedi. Ancak 14 evet oyu güçlü bir mesaj taşıyor.” dedi.

ABD’nin bir veto oyuyla, Konsey’in harekete geçmesinin engellendiğini vurgulayan Zbogar, “Uluslararası toplumu 80 yıldır yönlendiren kurallardan vazgeçmek ile veto hakkı arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığımızda insanlığı seçtik.” şeklinde konuştu.

Zbogar, BMGK içindeki farklı duruşların farkında olduklarını, bu nedenle taslak kararda sadece insani duruma odaklandıklarını belirterek,”Konsey’in engelsiz insani erişim ve açlıktan ölen sivillere yiyecek ulaştırılması için bu acil talep etrafında birleşmesi gerektiğini düşündük.” diye ekledi.

Slovenya Temsilcisi, sivilleri aç bırakmanın, onlara “muazzam” acılar çektirmenin “insanlık dışı ve uluslararası hukuka aykırı” olduğunu vurguladığı konuşmasında, “Hiçbir savaş hedefi böyle bir eylemi haklı çıkaramaz. Bunun ortak anlayışımız olduğunu umduk ve bekledik” sözlerini kaydetti.

Hamas: ABD insanlığa karşı suçları destekliyor

Hamas, BMGK’nin Gazze kararına ABD vetosunun, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Filistinli sivillere karşı işlediği soykırıma doğrudan destek anlamına geldiğini söyledi.

Hamas’tan yapılan yazılı açıklamada, Gazze’de ateşkes için BMGK’ya sunulan karar tasarısının, ABD’nin tek oyuyla veto edilmesinin kınandığı belirtildi.

Açıklamada, “ABD’nin vetosu, Washington’un faşist işgal hükümetine karşı körü körüne taraflılığını temsil ediyor ve Gazze Şeridi’nde insanlığa karşı işlediği suçları desteklediğini teyit ediyor” denildi.

Washington’ın uluslararası hukuku hiçe saydığına değinilen açıklamada, bunun Filistin kanının dökülmesini durdurmaya yönelik her türlü uluslararası çabayı tamamen reddettiğini yansıtan küstah bir tutum olduğu vurgulandı.

Açıklamada, “ABD’nin tutumu, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından aranan savaş suçlusu İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Gazze Şeridi’nde çocuklar, kadınlar ve yaşlılar dahil olmak üzere masum sivillere karşı vahşi soykırım savaşını sürdürmesi için yeşil ışık anlamına geliyor ve İsrail’in işlemeyi sürdürdüğü suça tam ortak olduğunu ortaya koyuyor” değerlendirilmesinde bulunuldu.

Hamas, açıklamasında şunları kaydetti: “BMGK’nin 20 aydır devam eden savaşı durdurmadaki başarısızlığı, kuşatmayı kıramaması veya gıda yardımı girdirememesi, uluslararası toplum kurumlarının rolü ve İsrail’in hiçbir hesap vermeden veya ona yönelik fiili bir eylemde bulunulmadan her gün ihlal etmeyi sürdürdüğü uluslararası yasa ve sözleşmelerin etkinliği konusunda temel soruları gündeme getirdi.”

Açıklamada, uluslararası topluma bu ahlaki ve siyasi çöküşe karşı acilen harekete geçilmesi, soykırım savaşının derhal durdurulması ve İsrail liderlerinin Filistin halkına karşı işledikleri suçlar nedeniyle hesap vermeleri için baskı yapılması çağrısında bulunuldu.

Tasarı BMGK’nın geçici 10 üyesi tarafından sunulmuştu

Gazze’ye acil müdahaleyi öneren tasarı dün BMGK’nın geçici 10 üye ülkesi (E10) tarafından BMGK başkanlığına sunulmuş ve bugün için oylama talep edilmişti.

Tasarıda, mart ayında İsrail’in saldırılarını tekrar başlatmasıyla Gazze’deki sivil halkın durumunun daha da kötüleştiğine dikkat çekilmişti.

E10 grubu, kıtlık riski de dahil, Gazze’deki durumla ilgili “ciddi endişelerini” dile getiren ve tüm tarafların uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülüklerine uymaları gerektiğini yeniden teyit eden özlü bir taslak karar hazırladıklarını belirtmişti.

Tasarıya imza atan ülkeler arasında, E10 koordinatörü olan Slovenya başta olmak üzere Cezayir, Danimarka, Yunanistan, Guyana, Panama, Pakistan, Güney Kore, Sierra Leone ve Somali bulunuyor.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İsrail hükümetinde Haredi krizi: Meclisin feshi için harekete geçildi

Yayınlanma

Tartışmalı askerlik muafliyeti yasası nedeniyle İsrail hükümetinde Haredi krizi derinleşiyor. Haredilerin dini liderleri, Tevrat eğitimi alan yeshiva öğrencilerini askerlikten muaf tutacak yasanın Meclis’ten hâlâ geçirilmemesi üzerine, Birleşik Tevrat Yahudiliği yetkililerine hükümetten çekilmeleri yönünde talimat verdi. Bu gelişme üzerine muhalefet partileri, İsrail Meclisi’nin feshi için yasa tasarısı sunacaklarını duyurdu.

Times of Israel’in İbranice yayın yapan medya organlarına dayandırdığı habere göre, Birleşik Tevrat Yahudiliği -UTJ içindeki üst düzey yetkililer, Meclis Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanı Yuli Edelstein ile yapılan son geceki toplantının başarısızlıkla sonuçlandığını söyledi. Degel HaTorah Partisi lideri Milletvekili Moshe Gafni’nin, partisinin ruhani liderlerinden hükümetten çekilmesi ve meclisin feshi için çalışması yönünde talimat aldığı duyurdu.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Degel HaTorah, UTJ’yi oluşturan iki ana partiden biri. Diğer parti ise UTJ’nin de liderliğini üstlenen Yitzchak Goldknopf’un temsil ettiği Agudat Yisrael Partisi. Agudat Yisrael’in halihazırda Meclis’in feshi ve erken seçim sürecini başlatacak yasa teklifini ilerletmek için çalıştığı iddia ediliyor.

Degel HaTorah’ın dini liderlerinden ve Bnei Brak’taki Slabodka Yeshiva’nın başkanı Haham Moshe Hirsch adına yapılan açıklamada şöyle denildi: “Dün gece milletvekilleri, Edelstein ile yapılan görüşmenin detaylarını Haham Hirsch’e aktardıktan sonra, askerlik meselesinde hiçbir ilerleme sağlanamadığı netleşti. Bu nedenle, yeshiva başkanı yakın zamanda koalisyondan çekilme talimatı verecek.”

Haredi krizi muhalefeti harekete geçirdi

Bu gelişmelere karşılık olarak, muhalefetteki Gelecek Var (Yesh Atid), İsrail Evimiz (Yisrael Beytenu) ve Demokratlar partileri, gelecek çarşamba günü Meclis’in feshine yönelik bir yasa tasarısı sunacaklarını açıkladı. Bu adım, Başbakan Binyamin Netanyahu’ya sorunu çözmesi için bir hafta süre tanınması anlamına geliyor. Ayrıca, teklifin Meclis’te oylamaya sunulması için geçecek süreç de dikkate alınacak.

Askerlik muafiyeti krizi Netanyahu hükümetini düşürebilir mi?

Şas ve UTJ, Meclis’teki iki Haredi partisi olarak, tartışmalı askerlik muafiyeti yasa tasarısının bu yıl 2 Haziran’da sona eren Şavuot Bayramı’na kadar geçirilmesini talep etmişti. Aksi takdirde hükümetin geleceğinin riske gireceği uyarısında bulunmuşlardı.

Ancak yedi milletvekilliği bulunan UTJ, tek başına hükümeti düşürebilecek güce sahip değil. Bu yönde atılacak herhangi bir adımın, koalisyon ortağı Şas’ın da desteğini alması gerekiyor. Netanyahu’nun mevcut koalisyonu, 120 sandalyeli Meclis’te 68 koltukla çoğunluğu elinde bulunduruyor.

Şas Partisi, gelişmelere ilişkin şu ana kadar kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmadı.

Aşırı Ortodoks olarak bilinen Harediler daha önce verdikleri birçok ültimatomdan geri adım atmıştı. Ancak son gelişmeler, özellikle İsrail ordusunun genç ultra-Ortodoks erkeklere yönelik celp sayısını artırma planları, Netanyahu ile Haredi partiler arasındaki ilişkinin kopma noktasına geldiğini gösteriyor.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Hamaney’den Trump’a nükleer anlaşma resti

Yayınlanma

Ali Hamaney

Tahran’ın kendi topraklarında uranyum zenginleştirmekten vazgeçmeyeceğini vurgulayan Hamaney’den Trump’a nükleer anlaşma resti geldi: “ABD’nin son teklifi doktrinimize ve pozisyonlarımıza yüzde 100 aykırı.”

İran’ın dini lideri Ali Hamaney İran devriminin kurucusu Ruhullah Humeyni’nin ölümünün 36. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen törende, ABD ile nükleer müzakere süreci, bölgesel ve uluslararası konular hakkında değerlendirmelerde bulundu.

ABD’nin, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin tamamen durdurulmasını içeren nükleer anlaşma teklifini, “ulusal bağımsızlığa” yönelik bir tehdit olarak nitelendiren Hamaney, “Nükleer meselede ABD’nin sunduğu plan, ‘biz yapabiliriz’ anlayışına yüzde yüz karşıdır. Ulusal bağımsızlık demek, bir ülkenin ABD ve benzeri ülkelerden gelecek yeşil ya da kırmızı ışığı beklememesi demektir” ifadesini kullandı.

Reuters: İran ABD’nin nükleer teklifini reddetmeye hazırlanıyor

Ülkesi için “nükleer endüstrinin” önemine değinen Hamaney, konuşmasına şöyle devam etti: “İran, büyük çabalar sonucunda nükleer yakıt çevrimini tamamlamayı başardı. Nükleer endüstri sadece enerji amaçlı değildir. Nükleer endüstri bir ana endüstridir. Nükleer endüstriden çok sayıda bilimsel alan etkilenmektedir. Uranyum zenginleştirme nükleer meselenin anahtarıdır. Amerikalıların temel söylemi, nükleer teknolojiye sahip olmamamızdır. Radyofarmasötiklerde (nükleer teknolojiyle üretilen ilaç) ve diğer nükleer tabanlı bilimlerde ‘bize ihtiyaç duyun’ diyorlar. ABD’nin kaba ve kibirli liderleri bunu istiyor. ABD’nin saçmalıklarına cevabımız açıktır. Bu konuda hiçbir halt yapamazlar.”

Hamaney’in gözetimindeki “nükleer müzakere komitesi”nin ABD’nin teklifi ile ilgili “tamamen tek taraflı” ve “Tahran’ın çıkarlarına aykırı” değerlendirmesinde bulunduğu iddia edilmişti.

İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırıma dair de konuşan Hamaney, “Bugünkü İslam ülkelerinin Filistin meselesiyle ilgili yapabileceği çok şey var. Bugün tarafsızlık zamanı veya sessiz kalma günü değil. Siyonist rejime herhangi bir şekilde destek veren alnında ebedi bir utanç kalacağından emin olabilir” dedi.

Hamaney, ABD’nin de İsrail’e verdiği destek nedeniyle Gazze’de işlenen suçların ortağı olduğunu ve Amerikan güçlerinin bölgeden çıkarılması gerektiğini söyledi.

Irakçi: Zenginleştirme kırmızı çizgimiz

İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi da dün Beyrut’u ziyaretinde, ABD’nin Umman üzerinden ilettiği taslakta “çok sayıda belirsizlik ve soru işareti” olduğunu belirterek “İran topraklarında uranyum zenginleştirmeye devam etmek bizim kırmızı çizgimiz” çıkışı yapmıştı. İran Dışişleri Bakanı’nın, “Ancak bu zenginleştirmenin nükleer silah üretimine yol açmamasını sağlamak için adımlar atmaya hazırız” demesi dikkat çekmişti. Irakçi Amerikan teklifine önümüzdeki günlerde yanıt vereceklerini de eklemişti.

Konsorsiyum yeniden mi gündemde?

ABD merkezli haber sitesi Axios’a konuşan İranlı bir yetkili ise Tahran’ın, kendi topraklarında olduğu sürece uranyum zenginleştirmenin bölge ülkelerinden oluşacak bir konsorsiyum ile uranyum zenginleştirmeyi kabul edebileceğini söyledi. Haberde, konsorsiyum önerisinin Amerikan teklifinde de yer aldığı iddia edildi. İranlı üst düzey yetkili ise Axios’a demecinde “İran toprakları” şartını yineledi: “Konsorsiyum İran sınırları içinde faaliyet gösterecekse bu, dikkate alınmayı hak edebilir. Ancak ülke sınırları dışında konuşlandırılırsa, kesinlikle başarısızlığa mahkum olacak.”

İlk başkanlık döneminde İran’la 2015 tarihli nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilen, Beyaz Saray’a döndükten sonra Tahran’a yaptırım öngören “azami baskı” politikasını yeniden yürürlüğe koymuştu. Trump, bu baskı ve askeri tehditler eşliğinde İran liderliğine bir mektup göndererek müzakere teklifinde bulunmuştu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English