Diplomasi
Futbol dilencileri Katar’da umduğunu değil, bulduğunu yiyecek

Uruguaylı yazar ve futbolsever (böyle çağrılmak hoşuna giderdi) Eduardo Galeano, artık klasikleşmiş kitabı Gölgede ve Güneşte Futbol’un girişinde kendisini “iyi bir futbol dilencisi” olarak tanımlar ve devamında şöyle der: Tanrı rızası için, güzel bir maç lütfen.
Pazar günü Katar’da başlayan Dünya Kupası ise futbol dışında her şeyiyle gündem oldu. Uzun yıllardır stadyum inşaatlarında köle gibi çalıştırılan işçiler ve işçi ölümleri konuşulmuştu; turnuva başlamadan önce ise eski FIFA Başkanı Sepp Blatter’in “Fransa, Katar lehine siyasi baskı yaptı,” açıklaması, “sahte taraftar” iddiaları, stadyumlar ve çevresinde içkinin yasaklanması (üstüne bir de FIFA Başkanı Gianni Infantino’nun “Üç saat bira içmezseniz ölmezsiniz,” demesi!) ve ilk maçta Katar’ın Ekvador’a şike önerdiği yönündeki haberler damga vurdu.
İlk maçta, özellikle ilk yarıda Katar futbol takımının Ekvador karşısında amiyane tabirle “mahalle takımı” görüntüsünde olması da yangını iyice körükledi. Katar’ın bir “futbol ülkesi” olmadığı kesin ama bu takımın 2019’da Asya Kupası’nı, üstelik finalde Japonya gibi dişli bir takibi yenerek kazandığını hatırlatalım. Dolayısıyla ilk maçtaki dağınık görüntü yanıltıcı olabilir fakat bu turnuvada Katar Milli Takımının oynadığı futbolun ancak son sıralarda konuşulacağı da kesin.
Katar ve işçi ölümleri
Dünya Kupası için inşa edilen tüm binalarda göçmen işçilerin kullanıldığı artık sır olmaktan çıktı. Dahası, kendi “yerli” nüfusu, toplam nüfusun aşağı yukarı %12’sine tekabül eden Katar, bağımsız bir ülke olarak tarih sahnesine çıktığı günden beri göçmen emeği üzerinde yükseliyor. Güneydoğu Asya, sadece Katar’a değil, tüm Körfez krallıklarına işçi ihraç ediyor. Eskiden Körfez’i besleyen esas işçi havzası diğer Arap ülkeleriydi; ama krallıklar, Arap dünyasının “yıkıcı” siyasi düşüncelerinden uzak durmak için Güney Asya ile sıkı ilişkiler kurdular.
Dünya Kupası için Katar’ın 7 yeni stadyum inşa ettiği açıklandı. Elbette bu stadyumlara yeni havaalanları, metrolar, yollar ve 100 civarı yeni otel de eşlik ediyor. Doha yönetimi, stadyumların inşasında 30 bin yabancı işçinin kullanıldığını duyurmuştu. Bunların çoğu, yukarıdaki bilgiler eşliğinde şaşırtıcı olmayan şekilde, Bangladeş, Hindistan, Nepal ve Filipinlerden temin edildi.
Şubat 2021’de, The Guardian gazetesi Dünya Kupası inşaatlarında çalışan 6 bin 500 yabancı işçinin hayatını kaybettiğini ileri sürmüştü. Gazete, bu rakamı Doha’daki elçiliklerden elde ettiğini söylemişti. Katar hükümeti ise haberi yalanlayarak, ölümlerin tamamının Dünya Kupası inşaatlarıyla ilgili olmadığını, bazı işçilerin yıllardır Katar’da çalıştığını ve doğal nedenlerden de ölümlerin gerçekleştiğini söyledi. Hükümetin verdiği bilgiye inanacak olursak, 2014-2020 arasında turnuva için yapılan inşaat şantiyelerinde toplam 37 ölüm kaydedilmişti ve bu ölümlerin yalnızca üçü iş bağlantılıydı.
Fakat Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), bu rakamların fazlasıyla düşük olduğunu düşünüyor; zira Katar, kalp krizi ve solunum yetmezliği gibi ölüm nedenlerini iş kazası saymıyor. Oysa bu rahatsızlıklar, yüksek sıcaklıklarda yapılan ağır işlerin sonuçları arasında yer alıyor. ILO’nun kendi hesaplamalarına göre, yalnızca 2021 yılında 50 yabancı işçi öldü, 500’ün üzerinde yabancı işçi de ağır yaralandı.
Diğer eleştiri de göçmen işçilerin çalışma koşulları. Körfez bölgesinde çok yaygın olan bu işçilik türünde (“kafala”), patronlar göçmen işçilerin pasaportuna el koyuyor ve iş bitene kadar ülkeden ayrılmasının önüne geçiyor. Hükümet, 2017 yılında iş koşullarını düzenleyici önlemler alsa ve ILO’nun baskısıyla bu sistemi kaldırdığını ilan etse de Uluslararası Af Örgütü birçok şirketin hâlâ bu sistemi kullandığına ilişkin bir rapor yayımlamıştı.
Son olarak Reuters, Ekim ayının sonunda göçmen işçilerin Doha’da kaldıkları evlerden aceleyle tahliye edildiğini bildirdi. Çoğunluğa Asyalı ve Afrikalı işçilerin kaldığı El Mansura bölgesinde 1200 işçiye tahliye için iki saat süre tanındığı da haberde yer alan iddialar arasında.
İngiltere’nin sessiz ve derinden desteği
Ama Katar’da görülen, yalnızca Katar’ın aynadaki görüntüsü değil. Yalnızca turnuva güvenliğini kimlerin sağladığına bakmak bile bize bir şeyler anlatıyor: ABD, Britanya, Fransa, İtalya, Pakistan, Türkiye, NATO.
Sadece bu da değil. Katar güvenlik güçleri, geçen Ekim ayında bir tatbikat yaptı ve tatbikata, yukarıda sayılan ülkelere ek olarak Almanya, Polonya, İspanya, Ürdün, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Filistin de katıldı. Turnuvanın güvenlik komitesinin verdiği rakamlara göre, Katar tarafında tatbikata katılanların 32 bini devlet görevlisiyken, 17 bini özel güvenlik sektöründen. Britanya, güvenlik için Katar’a iki savaş gemisi yolladı (Katar’daki El Udeyd Üssünde ABD’li ve İngiliz askerler de bulunuyor).
Bu sadece işin bir yönü. Londra, 2010 yılından bu yana Doha’ya 3,4 milyar sterlin (4 milyar dolar) silah sattı. İskoç Yeşiller Partisi, bu meseleyi gündeme getirdi ve Katar’ın Dünya Kupası vesilesiyle yapacağı propagandaya Britanya’nın da ortak olduğunu ileri sürdü. İş o noktaya geldi ki, Britanya genelinde birçok bar, Katar’ın “LGBT karşıtı” duruşunu ve insan hakları karnesini gerekçe göstererek Dünya Kupası maçlarını yayınlamama ve boykot kararı aldı.
Üstelik FIFA Başkanı Infantino, bira yasağını savunurken yaptığı açıklamalarda yalnız değil. Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı James Cleverly, Ekim ayının sonunda yaptığı bir açıklamada, LGBT futbol izleyicilerini “Katar kültürüne saygı göstermeye” davet edince tepki çekmişti.
İngiliz futbol efsanesi David Beckham da yuhalamalardan nasibini aldı. Beckham’ın Katar Dünya Kupası elçiliği için 10 yıllığına 150 milyon sterlinlik (177 bin dolar) bir anlaşma imzaladığı öne sürülüyordu. İngiliz yıldız, Doha’dan gönderdiği mesajda, “Futbol sahası ilerleme için bir platfor olacak,” dedi ama hedef olmaktan kurtulamadı. İngiliz komedyen Joe Lycett, 10 bin sterlini (11 bin 900 dolar) kağıt makinesinden geçirdiği bir video paylaşarak Beckham’ın elçilikten çekilmeye çağırdı.
Hem futboldan daha fazlasının on yıllardır bu iki ülkeyi birbirine bağladığını da hatırlatalım. 2008’deki finansal krizin İngiltere bacağında, ünlü Barclay’s bankası yer alıyordu ve Katar’ı yöneten El Thani ailesinin bu bankadaki yatırımları, “yıkılamayacak kadar büyük” bankayı batmaktan kurtarmıştı. Barclay’s-Katar bağlantısı, banka yöneticilerinin aldığı ufak tefek cezalar dışında kamuoyundan gizlendi.
Libya ve Suriye dosyalarının kötü şöhretli siması, şimdilerde büyük yatırımcı olarak arz-ı endam eden Şeyh Hamad bin Casim bin Cabir el-Thani’nin Birleşik Krallık bağlantısını hiç küçümsememek gerekiyor. Yeni Kral Charles’ın, 2011-2015 yılları arasında kendi hayır kurumu için el-Thani’den nakit dolu çantalarla 3 milyon sterlin (3 milyon 540 bin dolar) kabul ettiği iddia ediliyor. El-Thani 1996 yılında dışişleri bakanı iken, Katar ile İngiliz silah şirketi BAE Systems arasında 500 milyon sterlinlik bir anlaşma imzalanmıştı. Daha sonra ortaya çıktı ki, anlaşma, el-Thani bağlantılı iki Jersey Adası şirketine 7 milyon sterlinlik bir transferi de içeriyordu. Mesele ortaya çıktığında Jersey yetkilileri soruşturma başlatmıştı ama İngiliz hükümeti, iki ülke arasındaki ilişkileri bozabileceği gerekçesiyle soruşturmayı kapatmıştı.
Macron’un dediklerinin aksine, Fransa’da futbol ve siyaset iç içe
Elbette, Sepp Blatter’in açıklamalarının ardından ibre Fransa’ya döndü. Blatter’e göre, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, FIFA oylamasına Katar lehine müdahale etmiş ve eski UEFA Başkanı Michel Platini’ye baskı yapmıştı. Platini, baskı görmediğini, fakat oylamadan önce Elysee Sarayında Sarkozy ve o dönemki Katar Veliaht Prensi Tamim Bin Hamad El-Thani ile yemek yediğini söylemiş ve “Sarkozy’nin Katar’ı desteklediği yönünde bir izlenim edindiğini” kabul etmişti. İşin ilginç yanı, Fransız L’Equipe’in ulaştığı Platini, Katar 2022’ye herhangi bir davet almadığını, dahası gitmeyi de düşünmediğini söyledi.
Daha da tuhafı, Batılı ülkelerden gelen birçok futbolcu Katar’a karşı -alt perdeden de olsa- eleştirilerde bulunurken, Fransa’nın kaptanı Hugo Lloris, “Fransa’dayken, yabancıları ağırladığımızda genellikle kurallarımıza uymalarını, kültürümüze saygı duymalarını isteriz ve ben de Katar’a gittiğimde aynısını yapacağım. Fikirlerine katılabilirim veya katılmayabilirim, fakat saygı göstermeliyim,” dedi.
Lloris’e, Elysee Sarayından birilerinin sufle verdiğinden şüphe etmekte fayda olabilir, çünkü neredeyse Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un sözlerini birebir tekrar etti. Katar’ın “insan hakları” karnesi hatırlatıldığında, Fransız lider, “Spor politikleştirilmemeli,” deyivermişti. Sadece Sarkozy değil, onun halefi “sosyalist” François Hollande da Katar’la iyi ilişkileri devam ettirmiş ve Körfez ülkesine 24 savaş uçağı satmıştı.
Burada daha önemli iki bilgiyi hatırlatmakta fayda var: Birincisi, Fransa’nın en önemli kulübü Paris Saint-Germain’in (PSG) sahibi, Katar Varlık Fonu’na bağlı Katar Spor Yatırımları. İkincisi, geçen Eylül ayında, Katar ile Fransız enerji devi TotalEnergies 1,5 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. Total, bu anlaşmayla birlikte, dünyanın bilinen gaz rezervlerinin yüzde 10’una sahip olan North Field South’ta yüzde 9,3’lük bir hisseye sahip oldu ki bu, Katar’ın yabancı bir enerji şirketiyle bu türden yaptığı ilk anlaşma.
Herkes orada
Sadece Avrupalılar değil, Asyalılar da bu turnuvaya hevesle koşuyor. 32 takımlı turnuvada bu sene 6 Asya ülkesi var ve bu bir rekor. Dahası, FIFA’nın 14 ortağı ve Dünya Kupası sponsorunun 9’u Asya merkezli şirketler. 2002 yılında Japonya-Güney Kore ortaklığında düzenlenen Dünya Kupası’nın 15 sponsorundan yalnızca 6’sı evsahibi ülkelerden gelmişti.
Sponsorluğun önemini geçiştirmek mümkün değil. Yayın gelirinin ardından, sponsorluk anlaşmaları FIFA’nın en önemli gelir kaynakları sıralamasında ilk sırada. Yapılan hesaplamalar, sponsorluk gelirlerinin 1,35 milyar dolar (toplam gelirin yüzde 29’u) olduğunu gösteriyor. Yayın haklarından elde edilen gelirse 2,64 milyar dolar.
Asya menşeli sponsorlar arasında Hindistan’dan, Çin’den, Singapur’dan, Güney Kore’den ve Katar’dan şirketler yer alıyor. 2018’de Rusya’da düzenlenen turnuva, Asya’da 1,6 milyar kişi tarafından izlendi; bu, toplam izlenmenin yüzde 43’üne tekabül ediyor. 2018’de en çok izleyiciye sahip 5 ülkeden 3’ü Asya’daydı ve bu üç ülkeyi tahmin etmek pek zor değil: Çin, Endonezya ve Hindistan. İşin tuhafı ise, bu üç ülkeden hiçbirinin Dünya Kupası’na katılmıyor oluşu.
Diplomasi
Avrupa ülkeleri ‘diplomaside’: İran’ın balistik füze programını hedef aldılar

Avrupa dışişleri bakanları cuma öğleden sonra Cenevre’de İranlı yetkililerle bir araya geldiler ve İran’dan yalnızca nükleer faaliyetlerini değil, balistik füze programını da azaltmasını istediler.
Perşembe sabahı gazetecilere konuşan Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, şu anda İran ile diplomasi hedeflerinin Tahran’ın sadece nükleer programını değil, aynı zamanda balistik füze programını ve İran’ın bölgesel istikrarı bozucu faaliyetlerini de “önemli ve kalıcı” bir şekilde azaltmasını sağlamak olduğunu söylemişti.
Barrot, “Tamamen askeri bir çözüm yok,” diyerek İran’ın Washington ile müzakere masasına dönmesi gerektiğini ekledi.
Almanya, Fransa ve İngiltere, İran’a “İsrail’in saldırılarının durmasını beklemeden” müzakerelere başlaması çağrısında bulundu.
Wall Street Journal’a (WSJ) göre bazı Avrupalı yetkililer ABD’nin İran’a yönelik sıfır zenginleştirme hedefini desteklerken, Almanya, Birleşik Krallık ve Fransa’nın resmi tutumu, İran’ın herhangi bir zenginleştirme programının sıkı sınırlar içinde tutulması ve Tahran’ın nükleer bomba yapımında kullanılabilecek yeterli miktarda silah sınıfı fisil madde biriktirememesi için yakından izlenmesi yönünde yeni bir anlaşma yapılması yönünde.
ABD Başkanı Donald Trump ise, New Jersey’in Morristown kentine varışında, “İran Avrupa ile konuşmak istemiyor. Bizimle konuşmak istiyor. Avrupa bu konuda yardımcı olamayacak,” dedi.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın dışişleri bakanlarıyla yaptığı görüşmelerin ardından, İsrail’in “saldırganlığını” durdurması halinde müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu söyledi.
Arakçı, Tahran’ın üç ülkeyle ve Avrupa Birliği ile “görüşmelerin devamını” desteklediğini eklerken, ülkesinin “yakın gelecekte yeniden bir araya gelmeye hazır olduğunu” da ifade etti.
Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul, “Bugünkü olumlu sonuç, İran tarafının tüm önemli konularda müzakereleri sürdürmeye temelde istekli olduğu izlenimiyle ayrıldığımızdır. Tüm bölge son derece kritik bir durumda ve müzakerelerde daha fazla tırmanışın önlenmesi ve ilerleme sağlanması bizim ortak çabamız,” dedi.
Avrupalıların bu müzakerelere dahil olması gerektiğini, ancak Washington’un da önemli bir rol oynadığını ekledi.
Almanya’nın en üst düzey diplomatı, “Her şeyden önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu müzakerelere ve bir çözüm bulunmasına dahil olması büyük önem taşıyor,” dedi ve Almanya’nın İsrail’in güvenlik çıkarlarını koruyacağını da sözlerine ekledi.
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot ve Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı David Lammy de toplantı hakkında benzer izlenimlerini dile getirerek, İranlıların görüşmelere devam etmeye hazır olduğunu ve İran’ın nükleer silaha sahip olamayacağının açıkça belirtildiğini söylediler.
Fakat Reuters’ta yer alan habere göre İranlı üst düzey bir yetkili cumartesi günü, Cenevre’de ülkesinin nükleer programı hakkında yapılan görüşmelerde Avrupa güçleri tarafından sunulan önerilerin “gerçekçi olmadığını” belirterek, bu önerilere bağlı kalınması halinde bir anlaşmaya varmanın zor olacağını söyledi.
İsrail ile İran arasındaki çatışmanın tırmanmasını önlemek amacıyla E3 olarak bilinen Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya dışişleri bakanları ile AB’nin İranlı mevkidaşları cuma günü (20 Haziran) bir araya geldikten sonra ilerleme kaydedildiğine dair çok az işaret vardı.
“Avrupalıların Cenevre’de yaptığı tartışmalar ve öneriler gerçekçi değildi. Bu tutumda ısrar etmek İran ile Avrupa’yı bir anlaşmaya yaklaştırmayacaktır,” diyen üst düzey yetkili, İran’ın her halükarda Avrupa’nın önerilerini Tahran’da inceleyeceğini ve bir sonraki toplantıda yanıtını sunacağını söyledi.
Her iki taraf da önerilerin ayrıntılarını açıklamasa da, iki Avrupalı diplomat, E3’ün İsrail’in yakın vadede ateşkes kabul etmeyeceğini ve İran ile ABD’nin müzakereleri yeniden başlatmasının zor olacağını düşündüğünü söyledi.
Diyalogun, başlangıçta ABD’nin katılmadığı, İran’ın balistik füze programını da içerebilecek daha sıkı denetimleri öngören yeni bir anlaşma üzerinde paralel bir müzakere süreci başlatılması olduğu belirtildi.
Cumartesi günü İran cumhurbaşkanıyla görüşen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, iki tarafın müzakereleri hızlandırma konusunda anlaştığını ama İran’ın “niyetinin barışçıl olduğuna dair her türlü güvenceyi vermesi” gerektiğini vurguladı.
Bazı Avrupalı bakanların cuma günü İran’ın nükleer programın ötesindeki konularda müzakereye daha hazır olduğunu öne sürmesine rağmen, üst düzey yetkili, füze programı da dahil olmak üzere savunma kapasitesinin müzakere edilebileceği olasılığını reddetti ve uranyum zenginleştirmesinin tamamen durdurulması fikrinin çıkmaz sokak olduğunu yineledi.
Yetkili, “İran diplomasiyi memnuniyetle karşılar, fakat savaşın gölgesinde değil,” dedi.
Öte yandan AB’nin dış politika kolu Avrupa Dış Eylem Servisi, İsrail’in Avrupa Birliği ile ilişkilerini düzenleyen anlaşma kapsamında insan hakları yükümlülüklerini ihlal ettiğine dair işaretler olduğunu açıkladı.
Reuters ve dpa haber ajanslarının gördüğü bir belgeye göre, İsrail “AB-İsrail Ortaklık Anlaşmasının 2. maddesi kapsamındaki insan hakları yükümlülüklerini ihlal etmiş” olacak.
Örgüt, bağımsız uluslararası kurumların değerlendirmelerini kaynak olarak gösterdi.
Diplomasi
Karin Kneissl: Trump, İran’a saldırarak aptalca bir karar verdi

Eski Avusturya Dışişleri Bakanı Karin Kneissl, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’daki nükleer tesislere yönelik saldırı kararını ‘aptalca’ olarak nitelendirdi. Kneissl, bu saldırının tüm savaş yasalarını ihlal ettiğini ve İran’a bölgedeki Amerikan üslerini vurma konusunda meşruiyet kazandırdığını belirtti.
Eski Avusturya Dışişleri Bakanı ve St. Petersburg Devlet Üniversitesi GORKI Merkezi Başkanı Karin Kneissl, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’daki nükleer tesislere saldırma kararının “aptalca” olduğunu ve tüm savaş yasalarını ihlal ettiğini açıkladı.
Kneissl, 22 Haziran gecesi gerçekleştiği belirtilen saldırının ardından yaptığı değerlendirmede, bu hamlenin İran’a bölgedeki Amerikan askeri üslerine saldırma hakkı tanıdığını vurguladı.
Kneissl, Telegram kanalından yaptığı paylaşımda, “ABD Başkanı Trump bunu Kongre’nin onayı olmadan yaptı. Böylesine aptalca bir karar beklemiyordum,” ifadelerini kullandı.
‘Tüm savaş yasaları ihlal edildi’
ABD ve İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini bombalamaya nasıl cüret ettiğini sorgulayan Kneissl, “Tüm savaş yasaları ihlal edildi,” diyerek duruma tepki gösterdi.
Kneissl, Trump’ın bu kararında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun baskısı altında kaldığını belirterek, “Ancak bu bir mazeret olamaz,” diye ekledi.
Eski bakan, saldırının sonuçlarına dikkat çekerek şunları kaydetti:
“Artık İran’ın, bölgedeki 40 bin ABD askerinin bulunduğu Amerikan askeri üslerine saldırması önünde hiçbir engel kalmadı. Ve hâlâ Tahran adına bu tür saldırılar düzenleyebilecek çok sayıda silahlı grup var.”
ABD’nin İran saldırısına Kongre’den ortak tepki: ‘Anayasaya aykırı’
Diyalog fırsatı kaçırıldı
Kneissl, saldırıdan önce Cuma günü İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Amerikan yönetimi arasında diyalog için küçük bir fırsat penceresi doğduğunu hatırlattı. “İran belirli konuları tartışmaya hazırdı,” diyen Kneissl, “Peki ya şimdi?” sorusunu yöneltti.
Eski bakan ayrıca, ABD’nin İran’daki nükleer tesislere seyreltilmiş uranyum içeren bombalarla saldırmış olabileceği ihtimali üzerinde durdu.
Bu tür mühimmatların ilk kez 1999 baharında ABD’nin Belgrad’ı bombaladığı Sırbistan’da kullanıldığını belirten Kneissl, “Bu işe yaramayacak. Seyreltilmiş uranyumlu mühimmatlar eski Yugoslav Halk Ordusu’nun tanklarına karşı kullanılmıştı. Hiçbir etkisi olmadı, sadece daha önce Irak’ta olduğu gibi çevre felaketine yol açtı. Bu kez sonuçlar 26 yıl öncesine göre çok daha büyük olabilir. ABD ve NATO güçleri o zaman da askeri hedeflerine ulaşamamış, o çatışmada da desteğe ihtiyaç duymuşlardı,” dedi.
ABD’nin saldırı açıklaması
22 Haziran’ı sabaha bağlayan gece ABD Başkanı Donald Trump, ABD Hava Kuvvetleri’nin “Fordo, Natanz ve İsfahan dahil olmak üzere İran’daki üç nükleer tesise” başarılı bir saldırı düzenlediğini duyurmuştu.
Trump, Tahran’ın çatışmayı sona erdirmeyi kabul etmesi gerektiğini ifade etmişti.
Bu saldırıdan önce, 13 Haziran’dan itibaren İsrail’in de İran’a yönelik günlük saldırılar düzenlediği ve operasyonun amacının İran’ın füze ve nükleer programlarını yok etmek olduğu belirtilmişti.
Diplomasi
UAEA: İran’ın nükleer tesislerinde radyasyon seviyesinde artış yok

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), ABD’nin İran’daki üç nükleer tesise yönelik saldırısının ardından bölgede radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış tespit edilmediğini duyurdu. İranlı yetkililer de tesislerin altyapısının güvende olduğunu ve radyasyon sızıntısı olmadığını açıkladı.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), bugün yaptığı açıklamada, ABD’nin İran’daki üç nükleer tesise yönelik saldırılarının ardından radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış gözlemlenmediğini bildirdi.
İranlı yetkililer de tesislerde sızıntı olmadığını ve altyapının güvende olduğunu belirtti.
ABD uçakları, pazar günü şafak vaktinde İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerini hedef alan bir saldırı gerçekleştirmişti.
UAEA, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı paylaşımda, “İran’daki Fordo dahil üç nükleer tesise yönelik saldırıların ardından, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, şu ana kadar tesis dışında radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış bildirilmediğini teyit etmektedir,” ifadelerini kullandı.
Ajans, daha fazla bilgi elde edildiğinde İran’daki duruma ilişkin ek değerlendirmeler sunacağını da ekledi.
İran: Tesisler güvende, sızıntı yok
ABD saldırılarına ilk resmi tepki İranlı yetkililerden geldi. Sabah saatlerinde yapılan açıklamada, saldırıdan etkilenen tesislerde herhangi bir radyasyon sızıntısı veya çevredeki halk için bir tehdit kaydedilmediği vurgulandı.
Açıklamada ayrıca, nükleer tesislerin altyapısının güvende olduğu ifade edildi.
İran Atom Enerjisi Kurumu da derhal gerekli incelemelerin yapıldığını ve “ABD’nin nükleer tesislere yönelik saldırıları sonucunda herhangi bir kirliliğe dair bir belirti olmadığını” duyurdu.
ABD’nin İran saldırısına Kongre’den ortak tepki: ‘Anayasaya aykırı’
-
Görüş6 gün önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu5 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi1 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Avrupa5 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor