Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Almanya Dışişleri Bakanı, Çin ziyaretinde kimin çıkarlarını temsil ediyor?

Yayınlanma

Annalena Baerbock’un sözde “değer temelli, feminist” dış politikası Alman ekonomisinin çıkarlarıyla çelişiyor. Yeşiller partisinden politikacının üç günlük ziyareti, Alman dış politikasının ABD’ye bağımlılığını ve Almanya’nın bir müzakere gücü olarak düşüşünü gösteriyor.

13 Nisan 2023’te Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock Çin’e ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Uçuştan kısa bir süre önce, “Pekin’de değer temelli dış politikasından taviz vermek istemediğini” açıkça belirtti. Buna ek olarak da ev sahibini Çin’in Tayvan eyaleti konusunda eleştirdi. Böylece Çin, “Tayvan adası etrafındaki askeri tatbikatıyla gerilimi artırmış oldu.” Öte yandan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “Fransa’nın Çin politikasının Avrupa’nın Çin politikasını bire bir yansıttığı” yönündeki açıklamalarını destekledi. Bu nedenle gerçekte nasıl bir tutum takınacağı belirsizdi.

Tientsin’e vardığında, önce bir okulu ve bir rüzgâr türbini şirketini ziyaret etti. Baerbock, Tayvan’ın yarı iletken üretimi için büyük önem taşıdığına dikkat çekti ve Tayvanlı ve ABD’li politikacıların önceki provokasyonlarının adını vermeden Çin’den gerilimi düşürmesini talep etti. Sıkı bir Rusya karşıtı transatlantikçi olan Baerbock, Çin’i Moskova üzerindeki nüfuzunu kullanmaya ve Rusya’nın “saldırganlık savaşını” kınamaya çağırdı. Ertesi gün Çin Dışişleri Bakanı Qin Gang ile yapılan görüşmede, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, daha fazla çatışma yaşandı. “İnsan hakları ve azınlıklara baskı” suçlamaları vardı ve bu koruma aynı zamanda “Alman ekonomisinin çıkarına” idi. Qin Gang bunu açıkça reddetti: “Çin’in en az ihtiyacı olan şey Batı’dan bir öğretmendir.” Sincan eyaletinde de Çin karşıtı yabancı güçlerin radikalizm ve ayrılıkçılığının söz konusu olduğunu söyledi. Çin Dışişleri Bakanı ayrıca her iki devletin de akıl ve mantıkla hareket eden ülkeler olduğunu ve bu nedenle çatışmacı değil yapıcı bir şekilde işbirliği yapabileceklerini belirtti.

Çin ve Rusya’ya karşı Yeşiller partili NATO savaşçısı

Açıklamaları, Almanya’da Çin ve Rusya’ya karşı en agresif kışkırtıcılardan biri olan partisinin dış politika tutumuyla birebir örtüştüğü için şaşırtıcı değil. Örneğin, Yeşiller Partisi’nin Çin Halk Cumhuriyeti konusundaki duruşu 2021 parti bildirgesinden anlaşılabilir. Burada parti, Tibet, Sincan, Hong Kong ve Tayvan gibi Çin’in iç meselelerini sert bir şekilde eleştirmeyi en önemli görevi olarak belirledi. Yeşiller’in Ekonomi Bakanı Robert Habeck, bu yönelime dayanarak 2022 sonunda Çin ile işbirliğini azaltmak için 100 sayfalık gizli bir strateji belgesi hazırlattı. Almanya Çin’e çok bağımlıydı ve bunun yerine “demokratik” ortaklarla daha fazla ticaret yapmalıydı. Bu amaçla, bu strateji belgesinin ilk adımları Mart 2023’te uygulanmaya başlandı. Robert Habeck, bazı Alman mallarının Çin’e ihracatını kısıtlamak ve Huawei gibi Çinli şirketlerin Alman 5G pazarına erişimini sınırlamak istiyor. ABD’de Çin’e yönelik halihazırda mevcut olan ihracat ve yatırım kısıtlamaları da inceleniyor.

Alman sanayisinin Çin’e ihtiyacı var

Almanya’da bu çılgınca ve kendine zarar veren politikaya karşı bir direniş var. Siyasette de ama her şeyden önce Alman iş dünyasında. 22 Mart 2023 tarihinde Ekonomik Kalkınma ve Dış Ticaret Federal Yönetim Kurulu Başkanı Michael Schumann, Habeck’in ihracat kısıtlamalarına ilişkin kararlarını Alman ekonomisine zarar verici olarak değerlendirdi. Schuhmann, bu politikaya tepki gösterileceğine işaret etti. Almanya’nın en büyük ticaret ortağı Volkswagen de Çin’e yatırım yapmaya devam edecek. 2023 yılı için yapılan tahminler 45,17 milyar avroluk bir ciro öngörüyor. Dünyada Volkswagen’in daha fazla satış yaptığı bir ülke yok. Çin’in en büyük kimyasal yatırımcısı BASF, 2015 yılında yaklaşık 5,5 milyar avroluk satış gerçekleştirdi. BASF, 2022 yılında Zhanjiang’da toplam yatırım hacmi 10 milyar avro olan yeni bir üretim tesisi açtı ve BASF CEO’su Martin Brudermüller’e göre daha uzun vadeli işbirlikleri planlıyor. Baerbock bile Çin’de bulunduğu ilk gün yerel Alman rüzgâr enerjisi şirketi Flender Ltd. şirketini ziyaret etti ve orada kendisine Çin pazarının Alman ekonomisi için olağanüstü önemi anlatıldı. Çin’e inişinin ardından Alman Ticaret Odası’ndan bir temsilci büyüme ve yenilikçiliğin yanı sıra yapıcı ve dengeli ikili iş birliğinin önemine değindi. Bazı sanayi sektörleri Çin pazarı olmadan ayakta kalamaz.

ABD’nin Almanya ve AB üzerindeki etkisi

Küme düşen hegemonik güç ABD, yükselen Çin’e karşı ekonomik savaşını giderek kızıştırıyor. Bu nedenle, ABD’nin “müttefikleri”, kendi çıkarlarına zarar verse bile, bu jeopolitik çatışmayı desteklemeye itiliyor. Bunu sağlamak için ABD’nin tüm Avrupa ülkelerinde transatlantik etki grupları var. Almanya’da, kitle iletişim araçlarının geniş kesimleri dışında, bunlar her şeyden önce Yeşiller ve FDP gibi partilerdir. Ancak Çin politikası konusunda bölünen sadece Avrupa değil. Mevcut Alman hükümetinin de net bir çizgisi yok. Görünüşe göre Alman Şansölyesi, SPD partisinin bazı üyeleriyle birlikte, medyadan ve koalisyon ortaklarından gelen yoğun baskıya rağmen, en azından Alman ekonomisinin tamamen sanayisizleşmesini ve yıkımını geciktirmeye çalışıyor. Macron’un Çin ziyareti ve “müttefik olmak, özellikle Tayvan meselesinde, bağımlı olmak anlamına gelmiyor” açıklaması da AB düzeyinde küçük bir umut ışığı yarattı. Ancak Macron’a yönelik olumsuz tepkiler ve Scholz üzerindeki baskıyla birlikte, siyasi çizgiler üzerinden yaşanan bu çatışmanın tırmanmaya devam edeceği kesin.

Brezilya Cumhurbaşkanı Lula’nın ziyareti, Almanya’nın dünya sahnesindeki düşüşünü gösteriyor

Almanya Dışişleri Bakanı’nın ziyaretiyle eş zamanlı olarak Brezilya Devlet Başkanı Lula da Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile bir araya geldi. Lula, Çin’in başkentindeki Büyük Halk Salonu’nda karşılandı. Brezilya ve Çin daha yakın iş birliği yapmak istiyor ve iki ülke arasında yaklaşık 900 milyon avroluk yatırım hacmine sahip 15 yeni anlaşma duyuruldu. Bunlar arasında Huawei’den bir ziyaret ve teknoloji grubuyla ortaklıklar yer alırken, Almanya gelecekte Huawei ile işbirliklerinden kaçınmak istiyor. Baerbock’un ziyareti tüm medyada Lula’nın ziyaretinin gölgesinde kaldı ve yeni dünya düzenindeki açık değişimi gösterdi. Geçmişte, en büyük üretici ülke olarak Almanya, özellikle tarafsız duruşu ve içişlerine karışmaması nedeniyle ziyaretler sırasında en yüksek önceliğe ve ilgiye sahipti. Tam da Çin Dışişleri Bakanı’nın “akıl ve mantıkla hareket eden” dediği ülke. Almanya ise tam tersine yüksek diplomatik duyarlılığı ve aynı zamanda ekonomik işbirliğiyle tanınıyordu. Bu da Almanya’ya yapıcı eleştiriler de dahil olmak üzere özel bir müzakere alanı sunuyordu. Ancak şimdi Almanya’nın dünya sahnesi üzerindeki etkisi azalıyor ve Alman ziyaretleri ikincil hale geliyor. Bu, sadece değer temelli dış politika, içişlerine müdahale ve ABD’nin çıkarları için ekonomik işbirliklerinin bozulmasından kaynaklanmıyor.

Çok kutuplu yeni dünya düzeninde Almanya’nın kasvetli geleceği

Alman Dışişleri Bakanı’nın ziyareti, Alman sanayisinin çıkarları ile Yeşiller’in “değer temelli, feminist” dış politikası arasındaki iç çatışmasının arttığını açıkça gösteriyor. Alman endüstrisinin benzer değer temelli politikalar izlediğine dair ifadeleri gerçeklerle uyuşmuyor. Aksine, sanayi ortaklıkları aramaya devam edecektir. Çok kutuplu dünya düzeni geldi. Avrupalılar, Macron’un bağımsız Avrupa fikrine uygun olarak işbirliği ve ortak çalışma seçeneklerine sahiptir. Karşılıklı saygı ve kazan-kazan işbirliği ile barışçıl, refah dolu bir dünya için bir seçim. Bu her şeyden önce şu anlama gelir: iç işlerine karışmama ve diğer kültürlere saygı. Ya da ekonomik ve siyasi izolasyonu ve kendi kendilerini yok etmeyi seçerler. Belirleyici faktör, AB’nin ve özellikle de bazı büyük AB ülkelerinin ABD’ye bağımlılıktan kurtulup kurtulamayacağı ve bunun yerine kendi halklarının çıkarları doğrultusunda bağımsız bir dış politika, ekonomi ve güvenlik politikası uygulayıp uygulayamayacağı olacaktır. Ancak kısa vadede bir değişiklik beklenemez; ne de olsa en azından Almanya’da, transatlantik Alman karşıtı Yeşiller Partisi’nin yanı sıra FDP de hükümet sorumluluğuna sahiptir ve Çin ve Rusya karşıtı politikalarını sürdüreceklerdir.

Christian Wagner, Alman ağır makine endüstrisinde yedi yıl çalıştı ve mekatronik alanında ve işletme hukuku alanında lisans derecesine sahip. Wagner, Çin ve diğer Asya ülkelerinde ekonomik, siyasi ve akademik işbirlikleri için ortaklıklar düzenlemiştir. Şu anda Çin’de Renmin Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yüksek lisans yapmaktadır.

GÖRÜŞ

‘Made in Turan’: Neydi, ne oldu?

Yayınlanma

Yazar

Son dönemde, sosyal medya başta olmak üzere, Türk devletlerinin ‘Made in Turan’ markası altında birleşeceğine ilişkin bir iddia dolaşıma girdi.

İddia şu: Türk devletleri, bundan sonra ‘Made in Turan’ markası altında birleşecek…

Peki, Azerbaycan’ın girişimiyle ortaya çıktığı ve 2-3 Mayıs’ta Bakü’de düzenlenen Türk Devletleri Ekonomik Forumu’nda tanıtıldığı belirtilen bu markayla ilgili ne biliniyor?

‘Marka, Azerbaycan’ın girişimiyle ortaya çıkarıldı’ iddiası

Konuyla ilgili dolaşıma sokulan haberlerde, markanın ‘Azerbaycan’ın girişimiyle’ ortaya çıktığı ve 2-3 Mayıs’ta Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen Türk Devletleri Ekonomik Forumu’nda tanıtıldığı ifade edildi.

Evet, marka, Türk Devletleri Ekonomik Forumu’nda tanıtıldı. Medyaya yansıyan “Azerbaycan’ın girişimiyle” ifadeleri ise, markanın ‘Bakü yönetiminin resmi bir girişimi’ olduğu yönünde bir algı yaratıyor. Ancak, Bakü yönetiminin bu markayla herhangi bir resmi ilişkisi yok. Azerbaycan’ın konuyla ilgili resmi kurumlarının hiçbirinde bu markadan bahsedilmiyor.

Aynı şekilde, markayla ilgili dolaşıma giren haberlerin çoğunda, markanın ‘Türk Devletleri Teşkilatı’nın bir ürünü’ olduğu yönünde ifadeler yer alıyor. Ancak, söz konusu markanın ilan edildiği, 2-3 Mayıs’ta Bakü’de düzenlenen Türk Devletleri Ekonomik Forumu Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) organizatörü olduğu bir etkinlik değildi.

Bu algı da muhtemelen, ‘Türk devletleri’ tanımı kullanılan her etkinliğin Türk basınında Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) bünyesinde gerçekleştirildiği yönündeki aktarımından kaynaklanıyor.

Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) işin neresinde?

Afişten de gördüğümüz üzere, etkinliğin organizatörleri arasında, Azerbaycan merkezli iki kuruluş bulunuyor: Kiçik və Orta Biznes Subyektləri və Klublarının Assosiasiyası (KOBİA) – (Azerbaycan Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin Geliştirilmesi Ajansı) ve yukarıda bahsettiğimiz, ‘Made in Turan’ markasını piyasaya süren Azərbaycan Françayzinq Assosiasiyası…

Yani, bu etkinliğin ve ilan edilen markanın Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ile doğrudan, organik bir ilişkisi de bulunmuyor…

Öyle ki, Türk Devletleri Ekonomik Forumu’na dair TDT’nin kendi sitesinde yayınlanan haberde de, ne ilan edilen bu markadan, ne de Türk devletlerinin ‘artık tek bir marka altında birleştiğinden’ tek kelime bahsedilmiyor.2

Azerbaycan Franchise Derneği (AFA) nedir?

Azerbaycan Franchising Derneği (AFA), kendini “Azerbaycan da franchising alanında gelişmeleri duyurmak, markaların gelişmesine katkı sağlamak için kurulan ilk kuruluş” ifadeleriyle tanıtıyor ve franchising ile ilgilenen yabancı franchise şirketlerine ve girişimcilere iş kurma konusunda yardım sağlıyor.3

Yani, Azerbaycan merkezli bir franchising şirketi olan AFA, ‘Made in Turan’ ismiyle duyurduğu markasını Bakü’de kendi düzenlediği etkinlikte tanıtıyor. Bu, Türk devletlerini hedef alan ve TDT’nin bağlantılarını kullanmaya çalışan ticari bir girişim.

Made in Turan’ın ne olduğunu ise, aslında AFA Yönetim Kurulu Başkanı Jamid Movsumov defalarca ve açıkça anlatmış.

Movsumov’un da kendine ait bir internet sitesi var, ancak belli ki kurulumu yarım bırakılmış. Azerbaycan dilinde atılan başlıkları, site şablonlarında otomatik bir şekilde yer alan standart yazılar takip ediyor.

Movsumov, ‘Made in Turan’ ile ilgili olarak Mayıs başından bu yana çeşitli basın kuruluşlarına açıklamalarda bulunmuş.

‘Hedefimiz özel avantajlar sağlamak’

Örneğin, 1 Mayıs’ta Azerbaycan merkezli Trend’e konuşan Movsumov, “Hedefimiz, ilgili devletlerin gümrük teşkilatlarıyla işbirliği yaparak ‘Made in Turan’ markasına özel avantajlar sağlamak ve özel ihracat fırsatları yaratmak” ifadelerini kullanıyor.5

Movsumov’un ‘Turan’ fikri ise yeni değil. 2023 yılındaki bir başka açıklamasında, ‘Turan forumu’ düzenlemek istediğini kaydetmiş.6

Bu yıl başında ise, Çinli ve Türk şirketleri Nahçivan’da bir araya getirmiş.7

Özetle Movsumov, çeşitli ekonomik fırsatları değerlendiren, klasik anlamda bir işadamı. ‘Made in Turan’ markası ise, TDT üzerinden yaygınlık kazandırmaya çalıştığı kendi girişimi.

TDT ülkelerinden bu markaya dahil olmak isteyen şirketlere, TDT ülkelerinden özel gümrük ayrıcalıkları sağlayıp büyük karlar elde etmek… Bu açıdan bakıldığında, söz konusu marka, an klasik anlamıyla bir ticari hamle.

Ayrıca, markaya ‘made in…’ kalıbının yapıştırılması ve bu işin doğrudan bir franchising şirketi tarafından yapılması, asıl hedefin Turan’dan ziyade ‘Turan bölgesinde’ iş yapmaya hevesli Avrupalı şirketler olduğu yönünde işaretler de barındırıyor.

Markayı kim kabul etti?

Söz konusu markaya ilişkin tek katılım imzası ise Kazakistan’da atıldı. Bu imza da Türk basınında “Made in Turan’a Kazakistan da katıldı” ifadeleriyle yansıdı. Ancak Kazakistan’da bu markaya dahil olan ise devlet değil, Kazakistan’daki ‘Orta Asya Franchising Derneği’ydi.

Söz konusu katılım, ‘Uluslararası Türk Franchising Dernekleri Kongresi: Türk dünyasında franchising’in gelişimi için beklentiler ve fırsatlar’ başlıklı, Orta Asya Franchise Derneği tarafından ve Kazakistan Ulusal Girişimciler Odası ‘Atameken’ işbirliğiyle düzenlenen yuvarlak masa etkinliği sırasında gerçekleşti.

Made in Turan’ın seçenekleri

Bütün bunlar alt alta konduğunda, ‘Made in Turan’ markasının önünde Avrupalı şirketlerin Rus karşıtı yaptırımları delme konusundaki yeni aracı, ya da Rus karşıtı yaptırımlardan yararlanıp markaya bağlı şirketlerin Avrupa ile ticaretini artırması gibi seçenekler bulunuyor.

Ya da Movsumov bu markayla bölgeyle derin ticari bağları bulunan Çinli şirketlerin tek elden mihmandarlığını yapmayı hedefleyecek. Belki de hepsi birden…

Öte yandan, Türkiye ve Azerbaycan’da bu markanın başarılı olacağını söylemek mümkün. İdeolojik arka planı düşünüldüğünde, özellikle Türk büyük sermaye çevrelerinin milliyetçi/muhafazakar kesimlerinde bu markanın alıcısının çok olması bekleniyor.

Ancak, Movsumov’un gümrük ayrıcalığı elde etmeye çalıştığı TDT ülkelerinden üçü, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan, aynı zamanda Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyesi. Dolayısıyla Movsumov’un işi hiç kolay değil. Hatta, bu koşullarda Made in Turan markasını Türk devletlerinin ‘tek ve en büyük markası’ haline getirmesi mümkün de değil. Gerçekten öyle bir amacı olup olmadığı ise muamma…

Görünüşe göre, Movsumov tarafından başlatılan bu girişim, Çin ve Rusya’yı ürkütmeden ve son yıllarda öne çıkarılan ‘Turan’ modasını takip ederek Türkçe konuşan ülkelerdeki anlaşmalı şirketlerin katılımıyla planlanan bir ticari hamleden fazlası olamayacak. Zira, Made in Turan markası, gündeme geldiği hızla gündemden düştü.

Azerbaycan basınında bile, hem marka hem de Jamid Movsumov’la ilgili en son haberler mayıs ayında yayınlanmış.

Özetle, kendi koşulları içinde karlı görünen bu ticari hamlenin henüz Türklükle veya Turan’la herhangi bir ilgisi bulunmadığını söylemek mümkün.

Markanın önümüzdeki dönemdeki faaliyetlerini yakından takip etmeye devam edeceğiz. Başarısı ise, ‘Türk dünyasının Turan hayaliyle’ değil, Movsumov’un ticari zekası ve ikna gücüyle doğru orantılı olacak.

1. https://www.turkicstates.org/tr/haberler/turk-devletleri-ekonomik-forumu-2024-2-3-mayis-2024-tarihinde-bakude-duzenleniyor_3255

2. https://www.turkicstates.org/tr/haberler/turk-devletleri-ekonomik-forumu-2024-bakude-gerceklestirildi_3273

3. https://franchise.org.az/az/afa-haqqinda#

4. https://jamidmovsumov.com

5. https://www.trend.az/business/3893239.html

6. https://www.trend.az/business/3692931.html

7. https://report.az/ru/biznes/v-nahchyvane-v-kachestve-rezidentov-zaregistrirovany-dve-tureckie-kompanii/

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Yabba-Dabba-Doo!

Yayınlanma

Yazar

Dünya liderleri 3. Dünya Savaşı’nın kapıda olduğu tehlikesinden bahsederken gözler yine İsrail-Lübnan sınırına çevrildi.

Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana gerek yazılarımda gerek ekranlarda yaptığım değerlendirmelerde bölgesel savaşın tetiklenme ihtimalinin çok yüksek olduğunu belirttim. Şimdi de Beyrut’taki evimde bu yazıyı kaleme alırken aynı hissiyat içerisindeyim. Operasyonun ertesi günü 8 Ekim’den bu yana İsrail ile Hizbullah arasında karşılıklı saldırılarla devam eden kontrollü gerginliğin asılı olduğu ip her an kopabilir ve işler çığırından çıkabilir.

Sınır Bölgesinde Neler Oluyor?

İsrail, Gazze Şeridi’nin güneyinde yer alan Refah’taki operasyonlarını bitirdikten sonra hala Hizbullah ile diplomatik bir anlaşma sağlanamazsa kuzeyde yeni bir cephe açabilir.

İsrail Savunma eski Bakanı ve savaş kabinesi eski üyesi Benny Gantz kuzeydeki savaşı eylül ayından yani akademik yılın başlangıcından önce bitirememesi durumunda hükümetten ayrılacağına söz vermişti.

Aylardır sınırda devam eden savaşta Hizbullah için İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Amir Abdullahiyan’ın helikopter kazasında hayatlarını kaybetmeleri bir kırılma noktası olmuş gibi gözüküyor. Zira bu olaydan sonra Hizbullah’ın İsrail’e saldırılarında fark edilir bir yoğunluk başladı.

Diplomatik Anlaşma Olur mu?

Taraflar arasında artan kavgacı söylemlerin karşıdakini caydırmak için gövde gösterisi mi yoksa savaşın ayak sesleri mi olduğunu kestirmek zor. Blöf bile olsa taraflardan birinin tek bir yanlış hamlesinin büyük bir savaşa dönüşme riski var.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1701 sayılı kararına göre sınırdaki Mavi Hat ile Litani Nehri’nin güneyindeki bölgede silahlı personel olarak sadece Lübnan Ordusu askerleri ve Birleşmiş Milletler Barış Koruma Gücü UNIFIL olabilecek. Yani bu bölgedeki Hizbullah askerlerinin çekilmesi isteniyor.

Temmuz 2006’daki savaşı bitiren bu karar yıllardır uygulanmıyor. Her iki taraf da BMGK’nın 1701 sayılı kararına ihlallerde bulunuyor. Hizbullah saldırılarını durdurmak için İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki saldırılarına son vermesini şart koşuyor.

Lübnan Başbakanı Necib Mikati, “Biz her zaman barışın savunucusuyuz” açıklamasında bulundu ve İsrail’in Gazze’deki operasyonlarını durdurması ve Lübnan’da Hizbullah’a saldırmayı bırakması gerektiğini söyledi. Mikati, “Halkımızın yanındayız. Direniş görevini yapıyor, Lübnan hükümeti görevini yapıyor ve amacımız ülkeyi kelimenin tam anlamıyla korumaktır” dedi.

Olası bir İsrail-Hizbullah savaşında, İran ve Irak’taki bazı gruplar da Hizbullah’a desteklerini açıkladılar. Arap Birliği, Hizbullah’ı terörist örgüt listesinden çıkardı. Gazze’ye destek için Şii bir örgüt olan Hizbullah İsrail Ordusu’nu karşısına aldı. Dolayısıyla Lübnanlılar, Gazze’de olup bitene kınamadan öte tepki veremeyen Arap ülkelerine kızgınlar.

Ülkedeki Tek Havaalanı Hedef mi?

Lübnan’da sivillerin kullandığı ülkenin tek havaalanı olan Beyrut Refik Hariri Uluslararası Havaalanı Temmuz 2006’daki savaşta İsrail’in ilk hedeflerinden biriydi. İngiliz The Telegraph gazetesinde yayımlanan bir makalede havaalanı, Hizbullah’ın füze ve patlayıcı stokladığı iddia edilerek hedef gösterildi. Bu iddialar üzerine Lübnan Ulaştırma Bakanı Ali Hamieh, havaalanında herkese açık bir inceleme turu gerçekleştirdi. İsrail, ülkenin tek havaalanını bombalarsa, ülke dışına tahliyeler ancak deniz yoluyla gerçekleşebilecek.

Olası bir savaşta her iki tarafta da yıkım dehşet verici boyutlara kısa sürede erişecektir. Hizbullah, İsrail’e henüz hiç kullanmadığı ekipmanlarla saldıracağını açıkladı ve stratejik hedef konumundaki yerlerin koordinatlarını gösteren bir video yayınladı. Lübnan’dan atılan füzelerle şimdi bile satüre olan demir kubbe İsrail’i korumaya yetmeyecek. ABD’nin sağlayacağı hava savunma sistemleri ise Lübnan topraklarından gelecek olan füzeleri ve sihaları karşılamada etkin olamayacak.

İsrail ise kısa sürede Lübnan’ın alt yapısını ve ülkedeki tek havalimanını bombalayarak büyük zarar verebilir. Litani Nehir’ine kadar Lübnan topraklarına karadan çıkartma yapma olasılığı yüksek. Savaş yorgunu İsrail bunu başarabilir mi?

Silahların susmadığı Ortadoğu’da bölgesel bir savaş riskinin gerçekliği ve yakınlığı ürpertici boyutlara geldi. Sözde kimse büyük bir savaş istemiyor. Karşılıklı tehditlerin ve günlük saldırıların ise neredeyse rutin haline geldiği Hizbullah-İsrail ilişkisinde gövde gösterileri büyük bir savaşı önlemede caydırıcı olabilecek mi?

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Lübnan’da savaş istemediklerini ancak Lübnan’ı taş devrine geri gönderebileceklerini söyledi. Bunun üzerine Lübnanlılar aralarında Taş Devri çizgi filmindeki Fred Çakmaktaş gibi şakalaşmaya başladılar Yabba-Dabba-Doo!

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Modi’nin Moskova ziyareti: İkili ilişkilerden çok, küresel belirsizliğe hazırlık

Yayınlanma

Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin 8 Temmuz’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ikili zirve için Moskova’ya bir ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor. Martta beşinci dönemine başlayan Putin’in ardından haziranda üçüncü dönem hükümetini kuran Modi’nin ilk ikili dış ziyareti. Ayrıca Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana Rusya’ya yapacağı ilk ziyaret. Her iki ülke de küresel belirsizliğin ortasında yeni ortaklıklar ararken Modi’nin gezisi iki ülke arasındaki güçlü bağların yeniden teyididir. Aynı zamanda Hindistan’ın bağlarını “dengelemeye” devam etme niyetinde olduğunun bir işareti. Dolayısıyla iki ülke arasındaki zayıflayan siyasi bağlar üzerine bazı kaygıları ortadan kaldırmakta önemli bir yol kat edeceği, daha açık bir biçimde Rusya’nın ilişkilerde “sapma” kaygılarını gidereceği beklentisi ile ayrıca önem kazanıyor. Ve Batı’nın Putin’i dışlanmış olarak gösterme çabalarını zayıflatması anlamında da önemli görülebilir.

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) Kazakistan’daki zirvesini atlayan Modi’nin bu ziyareti aynı zamanda son iki döneminde seçimlerden sonra ilk dış seyahatlerinde mahalleye odaklandığı geçmiş gelenekten önemli bir sapma anlamına da geliyor. 2014’te ilk ikili dış ziyaretini Himalayalar’da Bhutan ve Nepal ve 2019’da Hint Okyanusu’nda Maldivler ve Sri Lanka’ya yapmayı seçen Modi, son on yılda Rusya’yı beş kez ziyaret etti ancak 2019’dan bu yana Moskova’ya ikili bir gezi yapmadı. Moskova’ya ilk ziyareti BRICS zirvesi için Haziran 2015’te, son ziyareti ise Eylül 2019’da Vladivostok’ta düzenlenen Doğu Ekonomik Forumu içindi.

Hindistan, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna müdahalesini “işgal” olarak nitelendirmedi ancak genel olarak barışçıl bir çözüm ve anlaşmazlıklarda sivillerin korunması çağrısında bulundu. Modi, İsviçre’de Ukrayna savaşı ile ilgili düzenlenen küresel barış zirvesine katılmadı ve Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili tarafından temsil edildi. Rusya’nın davet edilmediği zirvenin ardından yayınlanan ortak bildiriye mesafeli yaklaşan Hindistan çatışmanın her iki tarafı olan Rusya ve Ukrayna’nın masada olması gerektiğini vurguladı.

Ukrayna savaşı, daha önce durgun olan Hindistan-Rusya ticaretinde önemli bir artışa yol açtı. Son iki yılda iki ülke arasındaki ticaret neredeyse üç katına çıkarak yaklaşık 66 milyar dolara ulaştı. Bu artışın başlıca nedeni Hindistan’ın büyük miktarlarda, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından Batı tarafından yaptırım uygulanan Rus ham petrolü satın almasıdır. Hükümet verilerine göre Hindistan’ın Rusya’dan ham petrol ithalatı 2022’de 2 milyar dolar iken 2024’te 46,5 milyar dolara yükseldi. İronik bir şekilde, Batı’nın Rus petrolüne uyguladığı yaptırımların tetiklediği bir petrol krizi sırasında Hindistan, Rusya’dan aynı petrolün ithalatını indirimli olarak artırdı ve bu da onu Hindistan’ın en büyük petrol ihracatçılarından biri yaptı.

Göreve başlamasından sonraki bir hafta içinde Modi, Küresel Güney’den büyük uluslar ile bir sosyal yardım oturumuna katılmak üzere G-7 zirvesi için İtalya’ya gitti. Ancak ŞİÖ zirvesine katılmadı; Hindistan’ı Dışişleri Bakanı Jaishankar temsil etti. Bu, Batı’ya Delhi’nin Batı ile bağlarını geliştirmeye devam edeceği yönünde bir işaret. Grubun Batı karşıtı yönelimi, Modi’nin dış politikasındaki incelikli Batı yanlısı eğilimler ile giderek daha fazla çeliştiğinden Hindistan ŞİÖ’ye ilgisini kaybediyor gibi. Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in zirveye katılmayı planlaması nedeni ile son dakika iptali özellikle anlamlıydı. Gerçi resmi olarak Modi’nin katılım sağlayacağına yönelik bir bilgilendirme yapılmadığı için pek de iptal denemez ama… Delhi, Moskova’ya ikili bir ziyaret düzenleyerek yokluğunu telafi edecek olsa da Modi-Xi görüşmesi için bir aciliyetin olmadığı açık. Ve bu ziyaret, Hindistan dış politikasının tanımlayıcı bir özelliği olan stratejik özerkliğe güçlü eğilimini yansıtmaktadır ve bu, Moskova ile güçlendirilmiş bağların devam etmesi anlamına gelir. Bu arada Çin’in varlığı dikkate alınırsa, çok taraflı zirvelerde Hindistan pozisyonunu sürdürmeye pek istekli değil gibi.

Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov salı günü yaptığı açıklamada, Putin ile Modi arasındaki ilişkinin “son derece güvenilir doğası” göz önüne alındığında, iki liderin yakında Moskova’da bir araya gelmeleri durumunda her başlığın konuşmaya açık olacağını, diğer deyişle hiçbir konunun yasaklanmayacağını söyledi. Bununla beraber Modi-Putin görüşmelerinin ilk etapta Hindistan’ın petrol ithalatı nedeni ile Hindistan-Rusya ticaretindeki artışa, özellikle Delhi aleyhine gelişen geniş ticaret açığına, Batı yaptırımlarından kaynaklanan ödeme sorunlarının yumuşatılmasına, Chennai-Vladivostok deniz koridoruna ilişkin daha önceki görüşmelere ve daha fazla savunma değişiminin önünü açacak Karşılıklı Lojistik Değişim (RELOS) anlaşmasının sonuçlanmasına odaklanması bekleniyor. Ayrıca Ukrayna savaşı nedeni ile geciken savunma donanımı ve yedek parça tedarikinin hızlandırılması da amaçlanıyor. Son ama daha da önemlisi, gelişen Çin-Rusya bağlarını kaygı ile izleyen Hindistan’ın stratejik çıkarlarının ziyarete yön vermesi bekleniyor.

Kısa süre önce askeri işbirliğini güçlendirmek amacı ile Rus hükümeti Delhi ile bir lojistik anlaşma taslağını onayladı. İki ülkenin silahlı kuvvetleri arasındaki operasyonel katılımın artırılmasında önemli bir adım olan lojistik anlaşması, barışı koruma misyonları, insani yardım ve ortak askeri tatbikatlar da dahil çeşitli askeri operasyonlar sırasında ülkeler arasında karşılıklı lojistik desteği kolaylaştırıyor. Destek genellikle yakıt ikmali, bakım ve tedarik gibi kritik hizmetleri içeriyor ve birlikte çalışabilirliği artırıyor. Anlaşma, kabul edilmesi halinde beş yıl geçerli olacak ve taraflardan herhangi biri feshetme kararı almadığı sürece otomatik olarak yenilenecek. Bu taslak lojistik anlaşması, Rusya ile Hindistan arasında uzun süredir devam eden askeri ilişkinin devamı niteliğinde. İki ülke, 2021’de askeri-teknik işbirliğine ilişkin 2030’a kadar uzatılacak kapsamlı bir anlaşma imzalamıştı. Hindistan’ın ayrıca Amerika, Fransa, Güney Kore, Singapur, Avustralya ve Japonya ile benzer lojistik anlaşmaları var. Bu anlaşmalar, Hindistan’ın stratejik erişimini ve operasyonel hazırlığını artırmada hayati önem taşıyor ve ordusunun daha uzun ve daha karmaşık konuşlandırmaları sürdürebilmesini sağlıyor.

Ve en önemlisini sona sakladım: Beklenen Modi-Putin zirvesi ikili sonuçlardan çok esasen dünya görüşünün paylaşılması ile ilgileniyor.

Ukrayna savaşının tırmanma eğilimi sürüyor. İsrail-Hamas çatışması azalma belirtisi göstermiyor. Pakistan, Ocak 2025’te BM Güvenlik Konseyi’ne iki yıllığına geçici üye olarak katılacak. Pakistan ile her koşulda dostluk yaklaşımı güden Çin’in geçmişte olduğu gibi bazı Hindistan vatandaşlarını küresel teröristler olarak ilan etme veya Jammu ve Keşmir konusunda bir karar alma fırsatı arayacağı yönünde birtakım Hindistan kaygıları doğuyor. Ayrıca, Hindistan gelecek yıl Cenevre’deki Uluslararası İnsan Hakları Konseyi’nin bir üyesi olmayacak. Hindistan’ın üye olmadığı 2018’deki süreçte Konsey’in Jammu ve Keşmir’deki insan hakları ihlalleri hakkında bir rapor sunduğu dikkate alınırsa, Delhi için başka bir kaygı da doğuyor.

Dahası, İşçi Partisi’nin İngiltere’de iktidara gelirken, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un seçimleri kazanma yolunda sağ kanatla zayıflaması söz konusu. Ayrıca Amerika, Başkan Biden ve Trump’ın sınır tanımayan bir mücadele içinde olduğu Başkanlık seçimleri yolunda.

Batı’nın Rusya’yı Ukrayna ile zorlaması ile Rusya doğu çevresinde Pekin tarafından sıkıştırılsa da Putin Xi ile yumuşama arayışına girmek zorunda kaldığı için Hindistan’ın konumu karmaşık bir hal aldı. Batı, Rusya ile tüm kanalları açık tuttuğu için Hindistan’ı eleştirse de Delhi Hindistan’ın askeri malzemelerinin çoğunluğu hala Moskova’dan geldiği için Moskova’nın Pekin ile bağ kurmasını öylece durup izleyemez. Ancak aynı zamanda Çin ile yakın ilişkilerine karşın Rusya’nın Çin’e karşı riskten korunmaya çalıştığı ve Hindistan’ın da buna karşı bir denge unsuru olarak yardımcı olduğu görülüyor. Açık gereklilik şu ki Rusya’nın Çin’e yaklaşması ile birlikte Hindistan, Batı ile büyüyen bağlarına karşın Rusya’ya bir denge unsuru sunmak zorunda.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English