Bizi Takip Edin

Avrupa

Bir Avrupa gücü olarak Birleşik Krallık

Yayınlanma

Çevirmenin notu: 2014’te Kiev’de yaşanan darbe ve Donbass ihtilafının başlamasından bu yana ve bugün, Ukrayna’nın en istikrarlı destekçilerinin başında Britanya geliyor. Londra’nın Moskova’ya dönük saldırgan tavrı ve Kiev’e sunduğu devasa askeri yardımlar bugün yaşanan savaşın önemli sebeplerinden biri. Britanya’nın en eski düşünce kuruluşu Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü’nün (RUSI) genel müdür yardımcısı Malcolm Chalmers, Londra’nın son süreçte kazandıklarını ve ileriki vadede karşılaşacağı engelleri değerlendiriyor.


Bir Avrupa gücü olarak Birleşik Krallık

Malcolm Chalmers — RUSI

24 Şubat 2023

Rusya’nın işgaline karşı Ukrayna’ya yardım etme çabalarıyla Birleşik Krallık, Avrupa’nın güvenliğine olan bağlılığının sağlamlığını gösterdi.

Geçtiğimiz sene boyunca Birleşik Krallık, Ukrayna’nın Avrupa’daki mevcut en güçlü destekçisi konumunu pekiştirdi ve kendisini ittifakın askeri desteğini hızlandırma çabalarının merkezine koydu. Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak, kısa bir süre önce düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda “Avrupa kıtamızın güvenliği her zaman en önemli önceliğimiz olacaktır” vurgusunu yaptı.

Fransa ve Almanya’nın aksine Birleşik Krallık hükümeti, güçlü Ukrayna politikası için iç politikada destek arayışına girmek zorunda kalmadı. 2022’nin şubat ayından bu yana ülke üç başbakan değiştirmesine rağmen hepsi de aynı yaklaşımı destekledi ve İşçi Partisi muhalefetinden de yoğun bir destek aldı. Savunma Bakanı Ben Wallace, sürekliliğin sağlanmasında çok değerli olduğunu kanıtlayan bir tecrübe, bireysel bağlılık ve siyasi nüfuz düzeyi sağladı. Parti liderliğine aday olma ihtimalini geri çeviren Wallace, şu anda 1945’ten bu yana en uzun süre görev yapan üçüncü savunma bakanı [ondan daha uzun süre görev yapan sadece Denis Healey ve Geoff Hoon olmuştu]. Bunun yardımı dokundu.

Irak ve Afganistan’a yönelik yirmi yıllık taahhütler, Boris Johnson’ın Bütünleşik İncelemesinde çokça müjdelenen “Hint-Pasifik Ekseni” ve hükümetin Brexit sonrası “Küresel Britanya” yorumu, bazılarının Birleşik Krallık’ın Avrupa’nın güvenliğine verdiği önceliği sorgulamasına yol açmıştı.

Fakat Rusya’nın 2014’teki ilk işgalinin ardından Birleşik Krallık, Ukrayna Silahlı Kuvvetleriyle hızlı bir şekilde güçlü bir ikili ilişki geliştirdi. 22 bin Ukaynalı asker, 2022’deki işgalden önce Birleşik Krallık’ın Orbital Operasyonu kapsamında eğitilmişti. 2021 yılında Ukrayna’nın Karadeniz’de Birleşik Krallık tarafından tedarik edilen gemilerle donanmış yeni bir deniz üssü inşa etmesine yardımcı olmak üzere varılan anlaşma ve Kırım açıklarında bir “seyrüsefer serbestisi” operasyonu düzenleme kararı, Birleşik Krallık’ın Ukrayna’nın güvenliğini destekleme konusunda istekliliğinin bir başka göstergesiydi.

Kurbağayı kaynatmak

Savaşın başlamasından bu yana Birleşik Krallık, bu temel üzerine bina edildi ve pek çok müttefikinden daha ileri görüşlü oldu. Nükleer silaha sahip bir ülke olarak Washington’un gerilimin tırmanması risklerinin ciddiye alınması gerektiği yönündeki inancını paylaşıyor. Ancak bu risklerle başa çıkma konusunda kendi kararlarını vermeye hazır; bunu yaparken de başlıca müttefikinin çok önüne geçmemeye dikkat ediyor.

Birleşik Krallık, gözle görülür biçimde silahlı sevkiyatı hususunda ön saflarda yer aldı. Ukrayna’ya ölümcül silah desteği [tanksavar füzeler] tedarik eden ilk Avrupa ülkesi oldu, bunu siber destek, elektronik savaş kabiliyetleri, insansız hava araçları, hava savunma ve savaş araçları izledi. Birleşik Krallık, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerine kendi ülkesinde geniş çaplı eğitim veriyor ve bu konuda daha geniş bir ülke grubuna öncülük ediyor. Aralık ayında Ukrayna’ya Batı yapımı ana muharebe tanklarının yanı sıra kendi stoklarından çok sayıda ilave zırhlı araç sağlamayı kabul eden ilk ülke oldu. Şubat ayında ise ülkenin pilotlarına eğitim vermeyi teklif etti ve gelecekte savaş uçağı tedariki konusunda müttefikler arasındaki tartışmaların yeniden başlamasına yardımcı oldu. Tüm bu girişimler bir araya geldiğinde Birleşik Krallık, 2022-23 mali yılında 2,3 milyar pound ve 2023-23 mali yılında da yine 2,3 milyar pound tutarındaki yardımlarıyla Avrupa’nın Ukrayna’ya en büyük savunma tedarikçisi olmaya devam ediyor.

Avrupa’nın payına düşenler

Bu çabalar, Birleşik Krallık’ın Brexit sonrasında Avrupa’daki komşularıyla ilişkilerini onarma çabaları için de faydalı oldu. Johnson’ın başbakanlık döneminin büyük kısmı, Müşterek Yurt Dışı Seferi Kuvvetine yapılan vurgu ile örneklendirilen, kuzey ve doğu Avrupa ile savunma işbirliğine güçlü bir odaklanma ile karakterize edildi. Bakanlar, AB ile doğrudan işbirliği olarak görülebilecek her eyleme karşı temkinli davrandılar.

Ukrayna savaşı bu durumu değiştiriyor. Birleşik Krallık ve AB yetkilileri, ihtilafın başından itibaren yaptırım politikası ve uygulaması konusunda yakın işbirliği için oldular. Birleşik Krallık, 2022’nin ekim ayında yeni Avrupa Siyasi Topluluğu’nun kuruluş zirvesinde aktif bir katılımcı oldu. PESCO’nun Askeri Mobilite Programına katılım anlaşması, tartışmalı bir şekilde kısıtlı operasyonel değere sahip olsa da yeni bir pragmatizmin önemli bir sembolüydü. Kuzey İrlanda Protokolü meselesi çözüme kavuşursa bu sadece araştırma işbirliği için Horizon programına geri dönülmesini sağlamakla kalmayacak, zamanla daha geniş bir dış politika ve güvenlik politikası işbirliği için siyasi zemin de yaratabilecek.

Eksen konseptleri

Tüm kuvvetli siyasi kavramlar, yankı uyandıran mesajları muğlak içeriklerle bir araya getirir. Bu durum hem “Küresel Britanya” hem de “Hint-Pasifik Ekseni” için tam anlamıyla geçerli oldu. Her iki konseptin de Bütünleşik İncelemenin mart ayında yayımlanacak olan yenilemesinden ne ölçüde etkileneceğini göreceğiz. Açık olan şu ki Birleşik Krallık ordusu, NATO’nun gereksinimlerini karşılama konusunda yeni baskılarla karşı karşıya. Nihayetinde Eksen’in önde gelen savunucuları bile bunun hiçbir zaman Doğu Asya’ya geniş çaplı bir askeri güç kaydırma için reçete olarak tasarlanmadığını vurguluyorlar.

Birleşik Krallık’ın Hint-Pasifik’teki dost ve müttefikleriyle savunma sanayi işbirliği için pek çok yeni fırsat doğması muhtemel. Bunların en büyüğü ve potansiyel manada en verimlisi, kısa süre önce Japonya ve İtalya ile ortaklaşa başlatılan Küresel Hava Muharebe Programı [eski adıyla Tempest]. Birleşik Krallık açısından bu tür bir işbirliğinin temel hedefi ölçek ekonomileri ve ileri teknolojilerin paylaşımı yoluyla tedarikin maliyet etkinliğini artırmak. Bu, Birleşik Krallık’ın kaynaklarını potansiyel olarak NATO’nun ülkeye daha yakın rollerinden saptırabilecek büyük ve yeni operasyonel taahhütler üstlenmesini gerektirmiyor.

İmkanlar ve para

Savaşın ortaya çıkardığı kabiliyet eksikliklerinin giderilmesi ve NATO’nun caydırıcılığının acilen güçlendirilmesi gerektiği konusunda pek çok tartışma yaşandı. Geçen sene bazı müttefikler — özellikle de Rusya’ya en yakın olanlar — harcamalarında büyük artışlar açıkladılar. AB’nin en büyük iki askeri gücü olan Fransa ve Almanya, zamanlama ya da spesifik kabiliyetlere dair detay vermemekle birlikte kendi savunma bütçelerinde uzun yılları kapsayan büyük artışlar açıkladılar.

Birleşik Krallık ise şu ana dek böyle bir açıklama yapmadı. Beklenenden daha yüksek olan enflasyon nedeniyle mevcut harcama planları, çekirdek savunma harcamalarının 2019-20 ve 2024-35 yılları arasında reel olarak yalnızca yüzde 5 oranında artacağı anlamına geliyor. Şansölyenin hem teçhizat maliyetlerindeki ek enflasyonu telafi etmek hem de acil stok gereksinimlerini karşılamak için bir miktar kaynak artışı sağlaması bekleniyor. Bunun ne kadar olacağını 15 Mart’ta bütçe açıklandığında göreceğiz.

Savaşın ortaya çıkardığı sorunlardan biri, kontrgerillanın öncelikli misyon olduğu uzun dönem boyunca Savunma Bakanlığı’nın, ordunun artık büyük ölçekli konvansiyonel savaş için optimize edilmediği anlamına gelen kabiliyet kararları alması oldu. Bu durum 2014’ten sonra değişmeye başladı. 2020 tarihli Harcama İncelemesi, Genelkurmay için 10 yıllık tedarik bütçesini 19 milyar pound’dan 28,8 milyar pound’a çıkardı ve bunun büyük bir bölümü denk çatışma ihtiyaçlarına odaklandı. Fakat ordunun yüksek yoğunluklu çatışmaları sürdürebilen müstakil bir muharebe tümenine sahip olma hedefine ulaşabilmesi için daha fazlasına ihtiyaç duyulacak. Diğer teşkilatların da benzer ihtiyaçları var.

Birleşik Krallık’ın NATO’ya olan yüzde 2’lik taahhüdünü yerine getirmesini destekleyen kapsamlı bir siyasi uzlaşı olsa da bu uzlaşı GSYİH’nin savunmaya ayrılan yüzdesinde kayda değer bir artış öngörmüyor gibi görünüyor ki bunun için vergi gelirlerinin [GSYİH oranına göre] artırılması gerekiyor. Bu nedenle Savunma Bakanlığı’nın bu yıl ya da bir sonraki seçimin ardından yapılacak incelemede kabiliyetler arasında zor da olsa seçim yapması gerekecek. Bu arada bugünün önceliği, Birleşik Krallık’ın kendi askeri kapasitesine yönelik bazı kısa vadeli riskler pahasına da olsa Ukrayna’nın kazanmasına yardımcı olmak.

Geçici inceleme

Önümüzdeki Bütünleşik İnceleme Yenilemesinin (IRR) muhtemel içeriği hakkında halihazırda pek çok spekülasyon üretilse de iki nedenden ötürü orijinal belgeden belirgin ölçüde sapma ihtimali düşük.

Birincisi, kimse savaşın nasıl sona ereceğini bilmezken savunma politikasında uzun vadeli değişimler yapmak zor olur. Bu durum Britanya’nın 1915 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden üç yıl önce 10 yıllık bir stratejik savunma incelemesi yapmasına benzetilebilir. En akla yatan senaryo, bir aşamada ihtilafın yatışması, her iki tarafın da bitkin düşmesi, ancak hiçbirinin kesin zafer kazanamaması. Fakat taraflardan birinin ya da öbürünün kritik kaynaklarının [asker, mühimmat, yakıt, para] tükenmesi ve askeri pozisyonunun çökmesi [1918’de Almanya’ya olduğu gibi] hala mümkün. Uzun vadeli bir savunma incelemesinin zamanı, savaşın sonucu netleştiğinde gelecek.

İkincisi, IRR yeni bir Savunma Komuta Belgesine dönüştürüldüğünde ve buna uzun vadeli teçhizat planına eklemeler [ve çıkarmalar] yapıldığında bir sonraki seçime ancak bir yıl kalmış olacak. Bazı rota değişiklikleri lazım olabilir. Ama 2023’ün sonbaharında seçimlerin sonucu belli olana ve yeni hükümet kendi mali ve stratejik önceliklerine karar verecek zamanı bulana kadar temel politika değişikliklerini ertelemek için sağlam bir gerekçe bulunmuş olacak.

Avrupa

Fransa ve Norveç: İran’a saldırıların yasal dayanağı yok

Yayınlanma

Fransa ve Norveç, İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik askeri saldırılarının yasallığını sorgulayarak, saldırıları destekleyen müttefiklerinden ayrıldı.

Fransız lider Emmanuel Macron, pazartesi günü (23 Haziran) Norveç’i ziyareti sırasında gazetecilere verdiği demeçte, “Fransa, İran’ın nükleer silaha sahip olmaması hedefini paylaşsa da, bu saldırıların yasal dayanağı yoktur,” dedi.

Fransa Cumhurbaşkanı, başından beri İran ile olan çatışmadan uzak durmuş olsa da, bu sözleri şimdiye kadarki en sert açıklamaları oldu.

Macron ile birlikte açıklama yapan Norveç Başbakanı Jonas Gahr Store de, ABD’nin saldırılarının “uluslararası hukukun dışında” olduğunu söyleyerek Norveç medyasına daha önce yaptığı açıklamaları tekrar etti.

Bu tutum, bölgeyi daha güvenli hale getirmek için “kirli işi” yaptığını öven Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’in tutumuyla çelişiyor. Merz, pazartesi günü Berlin’de düzenlenen bir iş dünyası etkinliğinde bu tutumunu yineledi.

Alman muhafazakâr siyasetçi, “İsrail’in bir hafta önce başlattığı şeyi eleştirmek için bizim ya da şahsen benim hiçbir nedenim yok, aynı şekilde Amerika’nın geçen hafta sonu yaptıklarını eleştirmek için de hiçbir neden yok,” dedi.

Saldırıların “elbette riskli” olduğunu ekleyen Merz, bununla birlikte “durumu olduğu gibi bırakmanın da bir seçenek olmadığını” savundu.

Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor

Merz, ABD’nin çatışmaya girmesini de savunarak, savaşın daha geniş bir kaosa dönüşmeyeceğinden “makul ölçüde emin” olduğunu, ama tahminlerde bulunmanın zor olduğunu da sözlerine ekledi.

Daha önce İsrail için “bizim kirli işlerimizi yapıyor” diyen Şansölye, benzer bir söz ederek, “Onlar bizim çıkarlarımıza da uygun bir şey yapıyorlar,” ifadelerini kullandı.

Bugün (24 Haziran) Lahey’de başlayacak NATO zirvesinde savunma harcamalarının artırılması için destek toplamaya çalışacak NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de saldırıları destekledi ve bunların uluslararası hukuku ihlal etmediğini söyledi.

İran’a yönelik saldırılar konusunda farklı görüşlere sahip olsalar da, Macron ve Merz, Avrupa’yı savunmak için daha yakın işbirliği konusunda hemfikir. Pazartesi günü Financial Times’ta yayınlanan ortak makalelerinde, iki lider Rusya’yı bölgenin güvenliğine yönelik ana tehdit olarak belirttiler.

Macron ve Merz, “Bu zorlu zamanlarda, Almanya ve Fransa, Avrupa ve transatlantik dostlarımız ve müttefiklerimizle birlikte, ortak değerlerimizi ve vatandaşlarımızın özgürlüğünü ve güvenliğini savunmak için birleşik ve güçlü duruyoruz,” diye yazdı.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Avrupa Dörtlüsü, ABD’nin NATO rolünü devralabilir mi?

Yayınlanma

ABD’nin NATO ittifakında bıraktığı boşluğu Almanya, Britanya, Fransa ve Polonya’nın kapatabileceği öne sürülse de bu grup Amerika liderliğindeki ittifaktan çok daha savunmasız olacak.

Politico’da yer alan analize göre Donald Trump ilk kez başkan olduğunda NATO’dan neredeyse çıkıyordu; şimdi yeniden göreve geldi ve “her zamankinden daha öngörülemez.”

Bu hafta Lahey’de bir araya gelecek NATO liderleri, ABD ‘aşkanının Ukrayna’yı terk edeceğinden endişeli. Onu yatıştırmak ve Rusya karşısında Avrupa’yı yalnız bırakmamasını sağlamak için büyük bir savunma harcaması artışını kabul etmeleri bekleniyor.

Politico’ya göre Avrupa’nın sorunu, ABD’nin daha az müdahalesini gerçekten telafi edebilecek belirgin bir ülke veya Almanya, Britanya, Fransa ve Polonya gibi bir ülke grubu olmaması.

Ayrıca Avrupa ülkeleri, her biri büyük mali, askeri ve siyasi zorluklarla karşı karşıya.

‘ABD oyun alanına düzen getiriyordu’

Üst düzey bir Fransız askeri yetkili, “Amerikan liderliğinin avantajı, o kadar üstün, büyük ve iyilikseverdi ki kimse buna itiraz edemiyordu: Oyun alanına düzen getirdi, kararların kim tarafından alındığına dair hiçbir şüphe yoktu” diyor.

Washington’un NATO veya Avrupa güvenliğinin arkasındaki itici güç olmadığı bir durumda, “artık gerçek bir alfa erkek kalmaz” diye ekleyen Fransız yetkili, “Başka hiç kimse güç kullanarak üstünlüğünü iddia edemez,” ifadelerini kullanıyor.

Politico ve WELT, ondan fazla mevcut ve eski Avrupalı ve Amerikalı politika yapıcı, askeri yetkili ve akademisyenle, Amerika’nın rolünün azalması durumunda NATO ve Avrupa güvenliğinin nasıl olacağı konusunda konuştu.

Herkes ABD’nin NATO’dan gerçekten çekilmesinin olası olmadığını vurgularken, askeri ittifakın değişmesi gerektiği ve bunun diğer ülkeleri daha fazla liderlik rolü üstlenmeye itebileceği konusunda geniş bir mutabakat var.

Bu arada, müttefik liderler Trump’ın Lahey’den mutlu ayrılmasını sağlamak için ona karşı dikkatli davranacaklar.

Eski Litvanya Dışişleri Bakanı Gabrielius Landsbergis, “ABD’nin Avrupa’da kalacağını ve karşılıklı savunma taahhüdünü teyit edeceğini ummak yerine, bir nedenden ötürü ABD’nin orada olmaması veya beklediğimiz şekilde davranmaması durumunda bunun nasıl işleyeceğini düşünmeliyiz,” uyarısında bulundu.

Avrupa’da değişim kaçınılmaz

Avrupalılar on yıllardır ABD’ye güveniyordu. Washington’un konvansiyonel ve nükleer silahları, ortak askeri, iktisadi, siyasi ve kültürel bağlara dayanan transatlantik ittifakta temel “güvenlik” sağladı.

Politico’ya göre tüm bunlar şimdi değişiyor ve Avrupa’yı kendine bazı zor sorular sormaya zorluyor.

ABD yönetimi, Rusya’nın önümüzdeki beş yıl içinde NATO topraklarına saldırı düzenleyebileceği endişelerinin artmasına rağmen, Avrupa’da konuşlanmış bazı ABD askerlerinin başka yerlere yeniden konuşlandırılıp konuşlandırılmayacağını değerlendirmek için bir inceleme yürütüyor.

Washington, NATO’ya bağlı kalacağını ısrarla vurguluyor fakat değişiklikler kapıda. ABD’nin NATO Büyükelçisi Matthew Whitaker, NATO zirvesinden sonra müttefiklerle ABD askerlerinin azaltılması konusunda görüşmelere başlayacaklarını söyledi.

Ayrıca, müttefikler ordularına yeterli miktarda para yatırdığı sürece ABD’nin NATO’nun ortak savunma maddesi olan 5. maddeye bağlı olduğunu da belirtti.

Birçok Avrupa başkentinde, ABD’nin güvenilir bir müttefik olmayabileceği fikrine karşı isteksizlik var. Landsbergis, “Bu birçokları için rahatsız edici bir konu. Bunu konuşma fırsatına sahip olduğum için kendimi ayrıcalıklı hissediyorum, çünkü bakan olduğum zamankinden daha özgürüm. Birçok kişi, bu konuyu açarsan NATO’yu zayıflatırsın diye düşünüyor,” diye konuşuyor.

Doğu Avrupa’da ABD’ye ihtiyaç sürüyor

Rusya’ya ne kadar yakın olunursa, Amerika ve onun askerleri, tankları, savaş uçakları, füzeleri, ağır yük taşıma kapasitesi ve nükleer silahlarının buradan ayrılmayacağına dair ısrar o kadar güçlü oluyor.

Polonya Savunma Bakan Yardımcısı Paweł Zalewski, “Amerikalıların NATO kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirdiğini teyit edebilirim. Aramızdaki iletişim ve işbirliği çok iyi. Trump’ın söylemleri, Avrupalıları kendi kıtalarının savunmasına daha fazla yatırım yapmaya ikna etmeyi amaçlıyor. Bu işe yarıyor ve Polonya olarak bundan memnunuz,” diyor.

Birçok Avrupalı da Trump’ın bu tavrının geçip transatlantik ilişkilerin geçmiş on yıllardaki alışılagelmiş düzene döneceğini umuyor.

SIPRI’den Kunz, “Avrupalılar arasında sorunun boyutu ve süresi konusunda anlaşmazlık var. Hâlâ, 2028’de Beyaz Saray’a iyi bir adamın dönmesiyle normale dönebileceğimiz veya Trump ile anlaşmalar yapabileceğimiz için hemen bir B planı düşünmenin anlamsız olduğunu düşünenler var,” iddiasında bulunuyor.

Başkentlerin, Avrupa’nın güvenliğinde ABD’nin daha az rol oynadığı bir geleceği düşünmek istememelerinin birçok nedeni var. Yetkililer, bu konuyu kamuoyunda tartışmanın bile “Putin’e karşı zayıflık” izlenimi verebileceğini savunuyor.

Bunun nedenlerinden biri, ABD’nin askeri teçhizatını ve desteğini ikame etmenin ne kadar zor olacağı. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsünün (IISS) geçen ay yayınlanan bir araştırmasına göre, ABD silahlarının ve 128.000 askerinin aynı özelliklere sahip muadilleriyle değiştirilmesinin maliyeti 25 yılda yaklaşık 1 trilyon dolara ulaşacak.

En acil bağımlılıklar, uydular, derin vuruş kabiliyetleri, havada yakıt ikmali ve taktik nakliye gibi kritik öneme sahip unsurlar.

Alman Hıristiyan Demokrat milletvekili Norbert Röttgen, “Amacımız NATO içinde ABD’nin yerini almak değil, onu daha fazla Avrupa kapasitesiyle tamamlamaktır. Güvenilir bir nükleer caydırıcılık gibi bazı ABD kapasiteleri, Avrupalılar tarafından uzun yıllar boyunca sağlanamazdı,” diyor.

Bu konudan kaçınmanın diğer bir nedeni de, Politico’ya göre, “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” korkusu: Avrupa öne çıkıp kıtanın savunma yükünün çoğunu üstlenirse, bu ABD’nin NATO’daki rolünü daha da azaltması için bir bahane olabilir, ki bu da çoğu Avrupalının istemediği bir durum.

Eski Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, “ABD’nin Avrupa’dan ayrılma olasılığı söz konusu olduğunda, bu gelişmeyi hızlandıracak hiçbir şey yapmamalıyız,” diyor.

Polonya ve Litvanya gibi ön saflarda yer alan ülkelerin yanı sıra, Birleşik Krallık da kendi stratejik çıkarları ile ABD’nin çıkarları arasındaki farklılıklar konusunda herhangi bir tartışmayı kesintiye uğratma konusunda özellikle katı bir tutum sergiliyor.

İngiliz bakanlar ve yetkililer, kamuoyunda ve özel görüşmelerde, ABD’nin NATO’ya bağlılığının tam olduğunu vurgularken, Avrupa ülkelerinin kendi savunmaları konusunda daha fazla sorumluluk alması gerektiğini kabul ediyor.

Örneğin savunma alanında deneyimli bir İngiliz milletvekili, Amerika’ya karşı “dikkatli” davranılması gerektiğini söylüyor.

Öte yandan birçok eski ve mevcut Avrupalı yetkili, Avrupalıların her türlü senaryoya hazırlıklı olması gerektiği konusunda uyarıda bulunuyor.

Fischer, “İki yol üzerinde düşünerek hazırlık yapmalıyız: biri Amerika ile, diğeri sadece Avrupa ile,” diye uyarıyor.

Avrupa koalisyonu mümkün mü?

NATO’nun geleceği hakkındaki tartışmaların çoğunda, Amerika’nın yerini almanın ortak bir çaba gerektireceği kabul ediliyor.

Geri çekilen Amerika’nın yerini almaya yönelik ilk örneklerden biri, Kiev’e askeri yardımı koordine etmek için ABD tarafından kurulan gayri resmi bir oluşum olan Ukrayna Savunma Temas Grubu. Washington, Trump döneminde grubun liderliğini bıraktı ve şu anda Almanya ve İngiltere ikilisi tarafından yönetiliyor.

Bir diğer örnek ise, ateşkes durumunda Ukrayna’ya güvenlik garantisi sağlamak için Londra ve Paris’in öncülüğünde kurulan “istekliler koalisyonu.”

Bu, hiçbir Avrupa ülkesinin, savaştan bu yana ABD’nin yaptığı gibi Avrupa güvenliği konusunda tek başına liderlik iddiasında bulunamayacağını gösteriyor.

Fischer, Politico ve WELT’in görüştüğü çoğu kişinin görüşünü yineleyerek, “Fransa, İngiltere, Almanya, Polonya; bunlar belirleyici faktörler olacak. Küçük Baltık ve İskandinav ülkeleri de önemli bir sese sahip olacak,” diyor.

Eski milletvekili ve eski Fransız savunma bakan yardımcısı Jean-Louis Thiériot’ya göre, ABD’nin liderlik rolündeki azalmayı telafi etmek için “genellikle bir koalisyon senaryosu içinde” bulunuyorlar.

Ne var ki eski milletvekiline göre Almanya, Fransa ve Polonya’dan oluşan Weimar Üçgeninin ötesine geçip bu koalisyonu İngiltere’yi de içerecek şekilde genişletmek çok önemli, dedi. 

Milletvekili, dört ülkenin her birinin masaya kendi varlıklarını getireceğini açıkladı: Paris ve Londra nükleer güçler, Berlin iktisadi ağırlık merkezi, Varşova ise Rusya tehdidini çok iyi anlıyor ve Avrupa’nın en büyük ordusuna (Türkiye hariç) ve gayri safi yurtiçi hasılanın en yüksek savunma bütçesine sahip NATO ülkesi.

Ne var ki her ülke aynı zamanda zayıf halka da olabilir. Liderlik rolünü üstlenmeye en istekli iki ülke olan Fransa ve İngiltere’nin savunmaya harcayacak parası olup olmadığı belirsiz.

Fransa’nın kamu maliyesi çok kötü durumda ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin savunma harcamalarını nasıl artıracağını hâlâ açıklamadı. Ayrıca, Fransa’nın NATO’ya tam bağlılığı oldukça yeni ve ön saflardaki ülkelerle güven ilişkisi hala gelişme aşamasında.

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer de benzer bütçe baskıları altında ve aynı zamanda bir güvenilirlik sorunu ile karşı karşıya. İngiliz RUSI düşünce kuruluşunda araştırmacı Ed Arnold, 2025’te kurulacağı vaat edilen yeni kara kuvvetleri tümeninin 2030’a ertelendiğini hatırlatarak, “Sorun her zaman NATO’ya çok şey vaat etmemiz, ama vaatlerimizi yerine getirmememiz olmuştur,” diyor.

Geleneksel olarak Amerika yanlısı Polonya, Trump yönetimine bir köprü görevi görebilir, fakat milliyetçi-muhafazakâr Hukuk ve Adalet’in (PiS) desteklediği Karol Nawrocki’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki zaferi, Başbakan Donald Tusk’ı zayıflattı.

Tusk’ın hükümeti, 2027’deki parlamento seçimlerine kadar sürekli bir kriz içinde kalacak ve iç siyasi felç, dış politikada daha az ağırlık kazanmasına neden olacak.

Polonya, artan savunma harcamalarının yol açtığı hızlı büyüyen bütçe açığı nedeniyle de alarm zillerini çalıyor.

Almanya’ya gelince, Şansölye Friedrich Merz’in, seçim kampanyasında ABD’den daha fazla özerklik gerektiğine dair büyük açıklamalara rağmen, liderlik rolünü üstlenme konusundaki siyasi iradesine şüpheler var.

‘Popülist dalga’ Avrupa’yı sararsa işler sarpa sarabilir

Daha önce bahsedilen Fransız askeri yetkili, Fransa, İngiltere ve Almanya’daki popülist, sağ partilerin liderlerine atıfta bulunarak, “Bugün Macron, Starmer ve Merz ile işe yarayan şeyler, yarın Marine Le Pen, Nigel Farage ve Alice Weidel ile işe yaramayabilir. Bugün olduklarının tam tersi haline gelebilecek ülkelerle nasıl bir şey inşa edilebilir?” diye soruyor.

Alman Marshall Fonunda araştırma görevlisi Gesine Weber, “Herkes bunun [işbirliği için] bir fırsat penceresi olduğu konusunda hemfikir, ancak iki nükleer gücün iç siyasi gidişatı, diğer Avrupalıları onların gelecekteki güvenilirliği konusunda şüpheye düşürüyor,” diyor.

Fakat bu durumun mevcut Avrupalı liderlerin birlikte çalışmasını engellememesi gerektiğini de ekliyor.

Weber, “Avrupalılar için önemli olan, Fransa veya Birleşik Krallık’taki gelecekteki hükümetlerin savunma ittifaklarına daha az bağlı olacağından korkarak felce uğramamak. Ölümden korktukları için intihar etmemeleri çok önemli,” diye belirtiyor.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Asya Altyapı Yatırım Bankası, Londra’da şube açmak istiyor

Yayınlanma

Trump yönetimi Çin’e karşı sert bir tutum sergilerken, Çin liderliğindeki Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) bu yıl Londra’da ilk Avrupa ofisini açmayı planlıyor.

2013 yılında Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) kapsamında kurulan ve merkezi Pekin’de bulunan AIIB, yeni Londra ofisini bankanın küresel kalkınma projelerini desteklemek için fon sağlamak amacıyla kullanmayı hedefliyor.

Bu hamle ABD-Birleşik Krallık ilişkileri düşünüldüğünde oldukça tartışmalı olabilir. Başbakan Keir Starmer, bir yıl önce iktidara geldiğinden beri Çin ile ilişkileri yeniden kurmak için çalışıyor. 

Fakat geçen ay ABD ile imzalanan ticaret anlaşması, Donald Trump’ın küresel güçle sürdürdüğü ticaret savaşı nedeniyle Londra’yı Pekin ile ticaretini kısıtlamaya zorlayabilecek hükümler içeriyor.

Britanya-Çin finans bağlantısı ABD’nin hoşuna gitmeyecek

Chatham House’da Çin uzmanı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews POLITICO’ya yaptığı açıklamada, “Trump yönetiminin, ticaret konusunda Çin’e karşı ABD ile aynı çizgiye gelmesi için Birleşik Krallık’a uyguladığı baskı göz önüne alındığında, Londra’da bir AIIB merkezinin kurulmasını hoş karşılayacağını sanmıyorum,” dedi.

AIIB, KYG’nin bir aracı olduğu yönündeki iddiaları kesin bir dille reddediyor. KYG, Asya, Avrupa ve Afrika arasında ticaret yolları kurma çabasının bir parçası olarak eski “İpek Yolu”nu örnek alıyor, fakat eleştirmenler bunu Pekin’in dış politika hedeflerini yürüttüğü bir araç olarak görüyor.

Bir AIIB sözcüsü, “Projelerimizden bazılarının müşterilerimiz tarafından KYG ile ilgili projeler olarak tanımlanabileceğini kabul ediyoruz, fakat bu projeler öncelikle Çin hükümeti tarafından değil, müşterilerimiz tarafından finansman için bize sunuldu,” dedi.

Neden Londra?

AIIB’nin Londra merkezi, bankanın küresel kredi projelerini destekleyecek özel yatırımcılar ararken, yıl sonundan önce açılması ve 5 ila 10 çalışandan oluşması bekleniyor.

Londra’nın bankacılık ve varlık yönetimi referansları, derin sermaye havuzları ve Kuzey Amerika ile Asya arasındaki saat farkı, onu Batı ve Doğudaki yatırımcılar arasında bir köprü haline getiriyor.

Başka bir kaynak, Londra’nın Frankfurt, Lüksemburg ve Paris gibi Avrupa’daki diğer rakip şehirleri geride bırakmasının nedeninin “finansal piyasalara ve diğer önemli saat dilimlerine daha yakın olması” olduğunu söyledi.

AIIB sözcüsü, “Asya ve Avrupa dahil olmak üzere başka yerlerde de az sayıda ek merkez ofis açma olasılığını araştırıyoruz fakat henüz kesin bir karar vermedik,” dedi.

Ayrıca Singapur ve Hong Kong’da da yeni ofislerin açılması bekleniyor.

Brexit, Londra’nın küresel finans merkezi olma konumunu zayıflatmadı

Aralık ayında Londra’da düzenlenen Birleşik Krallık-Çin yatırımcı forumunda konuşan bankanın başkanı ve yönetim kurulu başkanı Jin Liqun, Brexit’in Londra’nın küresel finans merkezi konumunu zayıflattığına dair “hiçbir işaret” olmadığını savundu.

Jin, Londra’nın finansal hizmetler alanındaki “karşılaştırmalı üstünlüğünün” azalmadığını belirtirken, Avrupa ofisinin kurulmasının “rakip aday şehirlerle yapılacak müzakerelere bağlı” olduğunu söyledi.

Jin, birkaç hafta önce Birleşik Krallık Maliye Bakanı Rachel Reeves ile bir araya gelerek planları görüştü. Reeves’in, Jin’in yanında, üst düzey Hazine yetkilileri ve AIIB çalışanları ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafı sosyal medyada paylaşıldı.

Maliye Bakanının Çinli yönetici ile görüşmesi hakkında kamuoyuna bilgi verilmiyor

Hazine Bakanlığı daha sonra, POLITICO’nun toplantının tutanaklarını talep eden bilgi edinme özgürlüğü talebini, “Birleşik Krallık’ın uluslararası ilişkilerine zarar verebileceğini” gerekçe göstererek reddetti.

Hazine Bakanlığı, “Hazine Bakanlığı ve Birleşik Krallık’ın AIIB ile olumlu ilişkilerini sürdürmesi son derece önemlidir ve toplantıyla ilgili bilgilerin açıklanması bu iyi ilişkilere zarar verebilir,” dedi.

Londra, Birleşik Krallıke-Çin ilişkilerinin “Altın Çağı”nda dönemin başbakanı David Cameron’ın liderliğinde çok taraflı bankanın kurucu üyelerinden biriydi.

Hazine Bakanlığı sözcüsü, “Birleşik Krallık, AIIB’nin kurucu üyesi olarak konumunu, güvenli iktisadi büyümeyi teşvik eden yüksek kaliteli altyapı yatırımlarını desteklemek için kullanıyor,” dedi.

AIIB sözcüsü, Birleşik Krallık’ın “bir merkez ofisi barındırmaya ilgi gösterdiğini” söyledi.

AIIB’nin başına ÇKP yöneticisi gelebilir

Boston Üniversitesinde ekonomi okumadan önce Shakespeare üzerine çalışan ve kızı şu anda Londra Ekonomi Okulunda (LSE) çalışan yapan “İngiliz hayranı” Jin, AIIB’deki ilk on yılını doldurmaya hazırlanırken, Londra’daki genişlemeyi denetliyor.

Bankanın üyeleri, 24 Haziran’da Pekin’de yapılacak yıllık konferansta yeni başkan için oy kullanacak.

Oy haklarının yüzde 27’sine sahip bankanın en büyük hissedarı olan Çin, Jin’in halefi olarak eski Maliye Bakan Yardımcısı Zou Jiayi’yi aday gösterdi.

Zou, son olarak Çin Komünist Partisi’nin en üst siyasi danışma organı olan ve önemli politika kararlarını alan kurumun genel sekreter yardımcılığını yapıyordu.

Birleşik Krallık’ın oy hakkı yaklaşık yüzde 3. Hindistan, Rusya, Almanya, Güney Kore ve Avustralya, uzmanların Washington’un hakimiyetindeki Dünya Bankası’na Çin’in cevabı olarak nitelendirdiği bankadaki 110 üye ülke arasında en büyük hissedarlar.

Pekin’den Londra’ya ‘nüfuz operasyonu’ iddiası

Zou’nun adaylığı, Pekin’in bankanın yönetimi üzerindeki etkisiyle ilgili uzun süredir devam eden endişeleri yeniden alevlendirdi.

AIIB’nin eski İletişim Direktörü Bob Pickard, POLITICO’ya verdiği demeçte, “AIIB’nin etkisi ve kredi verme uygulamaları açısından bu bankanın Çin’in bir nüfuz operasyonu olduğunu düşünüyorum,” dedi.

Pickard, bankada 15 ay görev yaptıktan sonra Haziran 2023’te ani bir şekilde istifa etmiş ve kurum içinde “ÇKP üyelerinin birçok önemli pozisyonda güç kullandığını” ileri sürmüştü.

Kanada, birkaç gün sonra AIIB’ye katılımını askıya aldı ve Pickard’ın iddialarına ilişkin soruşturması iki yıl sonra hâlâ devam ediyor.

AIIB, Pickard’ın iddialarını reddetti ve iç inceleme sonucunda “Yönetim Kurulu veya Yönetim’in kararları üzerinde haksız etki olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmadığını” açıkladı.

AIIB sözcüsü, “Başkan Jin, AIIB’nin bağımsız, çok taraflı bir kurum olduğunu, üyeler tarafından yönetildiğini ve Çin dahil hiçbir hissedara bağlı olmadığını sürekli ve kesin bir şekilde belirtmiştir,” dedi.

Sözcü, “Proje onaylarından liderlik atamalarına kadar her konuda bankanın karar alma süreci, kritik konularda %75’lik çoğunluk dahil olmak üzere geniş bir konsensüs gerektirir. Bu bazen Çin’in veto hakkı olarak görülür, fakat OECD ülkeleri de fiilen veto hakkına sahiptir,” diye ekledi.

Diğerleri ise ÇKP’nin kontrolünün giderek arttığına dair iddiaları reddediyor. Örneğin eski AB Çin Ticaret Odası Başkanı Joerg Wuttke, “Birkaç yıl öncesine kadar, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında onaylanan tek bir proje bile yoktu. Hiçbiri. Çinli şirketler bu durumdan çok öfkeliydi,” dedi.

ÇKP’nin müdahalesi iddialarının “tamamen abartıldığını” söyleyen Wuttke, AIIB Başkanı Jin’in “projeleri siyasallaştırmaktan uzak tutmayı” başardığını ve ayrıca “AIIB’yi [Çin’in] devlet şirketlerinin erişiminden uzak tuttuğunu” savundu.

Azerbaycan, Kazakistan ve Türkiye’ye AIIB kredileri

Fakat Pickard, AIIB’nin küresel altyapı projelerine sağladığı finansmanın, “Çin’in öncelikli ilgi alanındaki ülkelerdeki komşu kredilere çok taraflı saygınlık kazandırarak [Kuşak ve Yol Girişimi]’nin genel etkisini güçlendirdiğini” söyledi.

Pickard, bankanın Vietnam’daki altyapı projeleri için 5 milyar dolarlık taahhüdünü “neredeyse boş bir çek” olarak nitelendirdi ve “Vietnam’ın Washington’a mı yoksa Pekin’e mi yönelmesi gerektiğini belirlemeye çalıştığı kritik bir dönemde [bu oldu],” dedi.

AIIB’nin son kredi kayıtları da KYG ile bağlantılı projeleri gösteriyor. Geçen yıl Azerbaycan’da düzenlenen küresel iklim konferansında, banka 160 milyon dolarlık bir anlaşma imzalayarak iki güneş enerjisi santralinin finansmanını sağladı. Nisan ayında Azerbaycan ve Çin, KYG’nin faydalarını öven Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Stratejik Ortaklık Bildirisi imzaladı.

KYG’den yararlanan Türkiye, geçen yıl AIIB’den 150 milyon dolarlık kredi aldı, Kazakistan ise 2019’da büyük bir rüzgar santrali için 47 milyon dolarlık kredi aldı.

‘ABD ile sürtüşmeye neden olsa bile İngiltere kendi ulusal çıkarlarına öncelik vermeli’

AIIB başkanını tanıyan, finans alanında deneyimli üst düzey bir İngiliz iş temsilcisi, “Londra üzerinden oldukça fazla altyapı finansmanı geçiyor. AIIB için bunun faydası, muhtemelen daha fazla uluslararası anlaşma akışı görecek olmaları,” dedi.

Chatham House’un kıdemli Çin araştırma görevlisi Matthews, “Beyaz Saray’ın endişesi daha çok Birleşik Krallık’ın taraf seçmesi ve ÇKP’nin etkisine maruz kalması olacak,” dedi.

Çin’in gücü artmaya devam ederken, Birleşik Krallık “ABD ile sürtüşmeye neden olsa bile, kendi uzun vadeli ulusal çıkarlarına göre kararlar almalı” diye de ekledi.

Matthews, İngiltere’nin AIIB üyeliğinin devam etmesinin “en azından bankanın nasıl gelişeceği üzerinde bir miktar etki sahibi olmasını sağladığını” ileri sürdü.

Uzman, “Bunun önemli bir parçası, Çin Komünist Partisi’nin doğasını ve AIIB dahil olmak üzere nasıl etki yarattığını net bir şekilde anlamak ve gerektiğinde buna karşı çıkmak,” dedi.

Matthews, “Birleşik Krallık için asıl büyük resim, İşçi Partisi hükümetinin Çin politikasının Trump yönetimi ile ilişkilerine kısa vadeli siyasi etkisi değil, Çin’in giderek daha fazla nüfuz kazandığı bir dünyada iktisadi ve jeopolitik önemini korumak için uzun vadeli stratejik zorluktur,” diye açıkladı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English