Bizi Takip Edin

AMERİKA

Bolsonaro gitse de fikirleri Kongre’de hala baskın

Yayınlanma

Brezilya’da eski Başkan Bolsonaro’nun taraftarlarının Kongre, Başkanlık Sarayı ve Yüksek Mahkemeyi bastığı görüntüler tüm dünyada gündem oldu. Siyaset Bilimci Hüsamettin Aslan, Brezilya’yı bu krize götüren süreci, ülkedeki kutuplaşmayı ve Lula da Silva’nın krizi yönetme şeklini Harici’ye değerlendirdi.

Hüsamettin Aslan

‘Bolsonaro’nun otoriter yönetim tarzı birçok sınıfı ötekileştirdi’

  • Brezilya’yı Kongre baskınına götüren süreci anlatabilir misiniz? Böyle bir olay bekleniyor muydu? Bu siyasi ve toplumsal kutuplaşma nasıl oluştu?

2022 yılında Brezilya genel seçimlerinden zaferle ayrılan Lula da Silva üçüncü dönem başkanlık görevini yerine getirmek için 1 Ocak 2023’te devir teslimin ardından Brezilya’da resmen görevine başladı.

Seçim öncesi genel durum şöyle: Brezilya’da özellikle Covid-19’un getirmiş olduğu ekonomik yıkım ve bu ekonomik yıkımla birlikte aşırı sağcı Bolsonaro’nun getirdiği otoriter ve milliyetçi yönetim tarzı Brezilya’da birçok sınıfı ötekileştirmişti. Bu bağlamda Bolsonaro’yu başta evanjelik toplum, dindar kesim, sağ cumhuriyetçi ve milliyetçiler, silahlı kuvvetler, sermaye sınıfı ve kırsal kesimde yaşayan çiftlik sahipleri desteklemekteydi. Lula da Silva’yı ise özellikle şehir hayatında dışlanmış kesimler, yoksullar, işçiler, öğrenciler, Z kuşağı, Latin Amerika’nın ve Brezilya’nın en güçlü sivil toplum kolektifleri olan LGBTİ hareketleri desteklemekteydi. Brezilya seçimleri öncesi anket şirketlerine göre Lula da Silva’nın Bolsonaro’nun 10 ila 15 puan önünde bitirmesi beklenirken, özellikle Bolsonaro seçim stratejisini, aile değerleri, vatan ve tanrı gibi muhafazakar değerler üzerine inşa edip beklenenden fazla oy olarak seçimi ikinci tura taşıdı ve Lula da Silva’nın 1.8 puan gerisinde bir oy alarak seçimi kaybetti. Lula da Silva’nın kısa marjla seçimi kazanması belki hukuken değil ama siyaseten ülkede tartışıldı. Hatta Dünya Kupasına katılan Brezilya futbol takımının başarıları bile ülkede kutuplaşmayı giderememişti. Binlerce Bolsonaro taraftarı otoyolları kapattı ve askeri kışlalar önünde darbeye davet mitingleri yaparak ordunun yönetimi ele geçirmesi ve solcu Lula da Silva ve onların destekçilerine bırakmaması için aylarca gösterilerde bulundular. Ancak Bolsonaro hukuken seçim sürecini kabul ederek geçiş sürecini başlattı ve 1 Ocak 2023’te görevin Lula da Silva’ya teslim edilmesi noktasında denetim kurumlarını harekete geçirdi.

ABD Kongre baskını ile benzerlikler

Bolsonaro’nun başta Covid-19 döneminde aldığı ve almadığı kararlarla ilgili ve otoriter yönetimi ile ilgili hakkında açılmış birçok dava bulunmaktaydı. Bu bağlamda hem avukatlarının vermiş olduğu telkinle hakkında olası bir tutuklama kararına karşı önlem almak için ve hem de rakibi Lula da Silva’yı tebrik etmemek ve devir teslim törenine katılmamak için ülkeyi terk ederek önceki ABD Başkanı Trump’ın yaşadığı Miami’ye gitti. Tabii hem seçim öncesinde hem de seçim sonrasında gerek Brezilya’da gerekse uluslararası ilişkilerde Latin Amerika’yı takip eden tüm uzmanlar, Bolsonaro’nun Trump ailesiyle yakın olan ilişkisini göz önünde bulundurarak ve aynı zamanda Bolsonaro’yu destekleyen sosyolojinin de aynı networkten yani evanjelik networkten beslenmesinden ötürü 6 Ocak 2021 yılında Amerikan Kongresi’ndekine benzer bir baskının Brezilya’da da olabileceğini bekliyordu.

Ancak Brezilya’da 1 Ocak 2023’te benzer bir girişim gerçekleşmedi. Hiç kimsenin beklemediği bir anda sürpriz bir şekilde devir teslimden bir hafta sonra aşırı sağcı Bolsonaro taraftarları Brezilya Kongresini, Başkanlık Sarayını ve Yüksek Mahkeme binasını işgal ederek ortalığı talan ettiler. Brezilya kamu kurumlarının işgale uğraması hem Brezilya’da hem de dünyada şok etkisi yarattı. Binlerce kişinin Brezilya kamu kurumlarını ele geçirerek, yakıp yıkması dünya medyasının ana gündemi oldu. Bu bağlamda gözler Lula da Silva’yı aradı. Ancak Lula da Silva, São Paulo şehrinde afetten dolayı yaşanan durumu incelemek için başkent dışındaydı. Sao Paulo belediyesi de aynı zamanda sağ kökenli bir belediye tarafından idare edilmektedir. Lula da Silva bunun dışında bir ilçe belediyesinde de konuşma yaparak, yapılanları faşist bir eylem olarak nitelendirmiş ve sorumluların yakalanarak gerekli cezaları alacağı yönüne bir açıklama yapmış ve dik bir duruş sergilemiştir. Nitekim olaydan hemen sonra özellikle asker devreye girerek, göstericileri kamu binalarından uzaklaştırdı. Ancak bu süre içerisinde özellikle polisin ideolojik formasyonundan ötürü milliyetçi bir reaksiyon gösterip Bolsonaro taraftarı göstericilere toleranslı davranması hem Lula da Silva’nın hem de konuyu takip eden otoritelerin dikkatini çekmiştir. Lula da Silva eyalet valisi Rocha’yı ve güvenlik istihbarat şefini görevden alarak eyalette olağanüstü durum ilan etti.

‘Bolsonaro döneminde ülke askeri vesayetle yönetildi’

Bolsonaro’nun görev süresi içerisinde muvazzaf ve emekli 10 bin ila 11 bin civarında asker sivil kadrolara atandı. Bu bağlamda Brezilya, Bolsonaro yönetimi döneminde her ne kadar bir askeri darbe olmamış olsa da, bir vesayet altında yönetildi. Nitekim Lula da görevi devralmadan önce 8 bin askerin görevden alınacağı yönünde bir açıklama yaptı. Bu bağlamda son kongre baskını aynı zamanda bürokrasinin militarizasyonu açısından önemli bir çıktı olarak değerlendirilebilir. Zira Bolsonaro’ya yakın ilgisi olan sivil bürokratların, askeri kadroların ve polis kadrolarının bu gösterilere engel olmaması ideolojik bir formasyondan ileri geldiği gibi aynı zamanda bürokratik bir motivasyondan da kaynaklanmaktadır. Nitekim Lula da Silva da gösterilerden sorumlu olarak eyalet ve güvenlikten sorumlu bakanı ve eyalet valisini görevden aldı. Bu anlamda yaşanan bu durum Brezilya iç siyasetinde bir rövanşizmin çıktısı olarak değerlendirildiği gibi, Lula’yı destekleyen kitlelerin de kendi içerisinde Bolsonaro taraftarlarına duyacağı bir öfkenin temel taşını oluşturmaktadır.

Askerlerin göstericilere müdahalesiyle Başkanlık Sarayı, Yüksek Yargı binası ve Kongrenin göstericilerden temizlenmesinin akabinde başta ABD Başkanı Joe Biden olmak üzere, Latin Amerika ve Kıta Avrupası’ndan birçok lider Brezilya ve Lula da Silva’ya geçmiş olsun dileklerini ileterek demokratik kamu kurumlarına olan saygılarını yenilediler. Bu bağlamda Latin Amerika ve Brezilya’da 2015 yılında başlayan sağ ve milliyetçi hükümetlerin 2023’ün ilk günleri ile birlikte büyük oradan tasfiye edildiğini görüyoruz. Özellikle kıtanın ekonomik, askeri ve siyasi anlamda ilk 5 ülkesi olan Brezilya, Arjantin, Meksika, Şili ve Kolombiya’nın tamamı sol ve solcu hükümetler tarafından yönetilmektedir. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri de otoriter bir söylemi geliştiren Trump gibi bir liderden arındırılarak, aslında  küresel sistemle benzer refleksleri geliştiren bir hükümetler silsilesi geliştirilmektedir.

‘Hem Temsilciler Meclis’inde hem de Senato’da muhafazakarlar baskın’

  • Lula yönetimi kısa sürede kontrolü sağlasa da ülkede gerginlik devam ediyor. Sizce olayların devamı gelecek mi? Lula hükümeti ne gibi adımlar atacak?

Brezilya’da yaşanan bu durum yakın bir gelecekte de kutuplaşma ve gerginliğin devam edeceğini göstermektedir. Lula da Silva her ne kadar seçimleri kazanmış olsa da Kongre’de üstünlüğü sağlayamadı. Bu bağlamda hem Temsilciler Meclis’inde hem Senato’da Bolsonaro’yu destekleyen siyasi grupların üstünlüğü bulunmakta. Hem sağ partiler hem de muhafazakar evanjelikler Temsilciler Meclisi’nde ve Senato’da  bir üstünlüğe sahip. Bolsonaro her ne kadar seçimleri kaybetmiş olsa da Bolsonaro’yu destekleyen fikir ve düşünce akımları Brezilya Kongresi’nde üstünlüğü sağlamaktadır. Dolayısıyla Lula da Silva ya Kongre’de uzlaşmacı bir tutum izleyecektir – ki sağ partiler ve evanjelik parlamenterler oldukça agresif ve uzlaşma konusunda katı bir tutum sergilemektedir – ya da ülkeyi kararnamelerle yönetecektir. Her hâlükârda Lula da Silva’nın ülkenin kritik konularında karar almasına ciddi bir engel teşkil etmektedir.

Sonuç olarak Brezilya’da yaşanan bu gerilimin yakın bir zamanda da devam etmesi beklenmektedir. Nitekim Brezilya’da Kongre ve silahlı kuvvetler noktasında bir üstünlüğe sahip olan sağ siyasi gruplar Lula da Silva’nın karar alma mekanizmasına sık sık müdahalede bulunacaklardır. Ancak yargı ve medya gücünü elinde bulunduran Lula, uluslararası konjonktürde Bolsonaro karşıtlığı üzerinden kendisine alan açmaktadır. Ancak Brezilya’nın öncelikle sakinleşmeye ihtiyacı var. Aşırı kutuplaşma öncelikle hem kamu kurumlarına hem de topluma ciddi zararlar vermektedir. Lula ilk iki başkanlığında proaktif bir dış politika stratejisi izlemiş, Asya’da, Afrika’da ve Avrupa başkentlerinde saygıdeğer bir lider olmuştur. Bu bağlamda Lula da Silva’nın dış politikadaki bu proaktif yönetimi Brezilya ekonomisine olumlu katkılar sağlamış, Brezilya dünyanın beş ekonomisi arasına yerleşmiştir. Özellikle Covid-19 ve Bolsonaro’nun devlet tecrübesinin az olması nedeniyle Brezilya ekonomisi ciddi bir resesyona girmiş ve dünyada 9. ekonomi olmaya kadar gerilemiştir. Covid-19’un getirmiş olduğu ekonomik yıkım siyasetle birleşince ülke ciddi bir kutuplaşmayla karşı karşıya kalmıştır. Bu bağlamda Lula da Silva’nın proaktif dış politika stratejisi hem ülke ekonomisine hem de toplumsal kutuplaşmayı gidermeye ciddi bir kazanım getireceğinden, Brezilya siyaseti içerisinde Lula da Silva olumlu katkı yapacak yegane aktör olarak görünmektedir.

‘Lula kutuplaşmayı gidermeye odaklanacak’

Lula da Silva ülkedeki bu kutuplaşmayı gidermek için hem Brezilya statükosuna selam göndererek cumhurbaşkanı yardımcısını sağ kökenli bir siyasetçi – aynı zamanda eski cumhurbaşkanlığı seçimi rakibi – yapmış hem de savunma bakanlığına yine asker kökenli bir siyasetçi getirmiştir. Ayrıca Lula, kendi tabanıyla çelişmeyen görüntüler ve sözler vermekten geri durmadı. Özellikle başkanlık devir tesliminin yapıldığı 1 Ocak 2023 günü Brezilya kamuoyuna bütüncül bir mesaj vermek için yanına yerli hareketinden bir kişi, LGBT hareketinden bir kişi, Youtuber, siyahi bir kadın, hayvan aktivisti ve evanjelik bir kadın siyasetçiyi alarak toplumun dışlanmış kesimlerini bir arada tutmaya çalışan ve seçkin zümreyi de yönetim içerisinde gösteren korporatist bir yönetim kurmuştur. Ancak Kongre baskınından anlaşıldığı üzere bu mesaj yerine ulaşmamıştır.

AMERİKA

New York Belediye Başkanı Adams hakkında iddianame hazırlandı

Yayınlanma

New York Belediye Başkanı Eric Adams, Türk hükümet yetkilileri ve diğer zengin yabancı bağışçılardan nakit para ve lüks seyahat elde ettiği iddiasıyla dolandırıcılık ve rüşvetle suçlanıyor.

Perşembe günü Manhattan federal mahkemesinde açıklanan bir iddianamede Adams, “2021 belediye başkanlığı kampanyasına yasadışı kampanya katkılarının yanı sıra diğer değerli şeyler” istemek ve “aldığı yasadışı faydalar karşılığında elverişli muamele” sağlamakla suçlanıyor.

Suçlamalar, Adams yönetiminin üst düzey üyelerinin bir dizi istifasına neden olan aylarca süren bir yolsuzluk soruşturmasının ardından geldi.

Financial Times’a (FT) göre modern tarihte görevdeki bir New York belediye başkanına karşı açılan ilk ceza davası olan bu suçlamalar, eski bir polis şefi olan Adams’ın bir zamanlar yükselen bir yıldız olarak görüldüğü ABD’nin en büyük kentinde şok etkisi yarattı.

Suçlu bulunması halinde 64 yaşındaki belediye başkanı uzun bir hapis cezasıyla karşı karşıya kalabilir.

Türkevi’nin açılışını Erdoğan’ın ziyaretine yetiştirmek için yolsuzluk yaptı iddiası

Suçlamaları yönelten New York Güney Bölgesi ABD Savcısı Damian Williams, Adams’ın “bu katkıların nüfuz satın alma girişimleri olduğunu bilmesine rağmen” çok sayıda rüşvet kabul ettiğini söyledi.

Savcı, Adams’ın Türk Hava Yolları’nda (THY) business class uçuşlar ve Four Seasons gibi lüks otellerde konaklamalar gibi 100.000 dolardan fazla değerdeki “avantaları” açıklamadığını iddia etti.

“Yıllar boyunca kamuoyunu karanlıkta bıraktı,” diyen Williams, Adams’ın yakın zamanda yeniden seçim kampanyasını desteklemek için “bu yozlaşmış ilişkileri yeniden alevlendirdiğini” de sözlerine ekledi.

İddianamede Adams, Türk şahsiyetlerden yasadışı katkılar kabul edip bunların gerçek kaynağını gizledikten sonra şehirden 10 milyon dolardan fazla kampanya bağışı almakla suçlanıyor.

Adams’ın 2021 yılında, Manhattan’daki bir gökdelende yer alan yeni Türkevi’nin, bina müfettişler tarafından güvensiz bulunmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti sırasında açılmasına onay vermesi için New York itfaiyesine baskı yaparak Türk yetkililere “iyilik yaptığı” iddia ediliyor.

“Seçildiğim zaman ilk Türk belediye başkanına sahip olacaksınız”

Adams’ın Türkiye’ye yönelik ilgisi daha önce de biliniyordu.

New Yorker‘ın aktardığına göre Adams, bir keresinde bir Türk Amerikan iş dünyası haber sitesine, “Ben seçildiğimde ilk Türk Belediye Başkanınız olacak. Türk toplumu beni gerçekten destekledi ve benim için birçok bağış kampanyası düzenledi. Sahip oldukları önemli miktardaki dolar için son derece minnettarım,” demişti.

İddianameye göre, Adams’ın başkanlığı kazanmasının ertesi günü, kampanyasına katkıda bulunan bir Türk işadamı bir diğerine mesaj atarak, “Gidip Ankara’daki büyüklerimizle bunu ülkemiz lobisi için nasıl avantaja dönüştürebileceğimizi konuşacağım,” dedi.

Adams: Yasalara uyuyorum, sabırlı olun

Adams, belediye başkanlığı resmi konutu Gracie Mansion’ın dışında düzenlediği basın toplantısında New Yorklulara “herhangi bir yargıya varmadan önce savunmasını dinlemeleri” çağrısında bulundu ve görevde kalacağına söz verdi.

Adams, “Kendimi savunmak ve bu şehrin insanlarını savunmak için sabırsızlanıyorum. Kampanya kurallarına ve yasalara uyuyorum,” diye ekledi.

Görevde bulunduğu süre, kayırmacılık suçlamalarının yanı sıra, yönetiminin güney sınırından gelen göçmenlere gelişigüzel muamele ettiğine dair artan eleştirilerle geçti.

Geçtiğimiz yıl, 25 yaşındaki kampanya bağışçısı Brianna Suggs’ın Brooklyn’deki evine, Türk devletinden gelen bağışlarla ilgili bir soruşturma kapsamında baskın düzenlenmişti.

Daha önce başkanın telefonuna ve bilgisayarına el konmuştu

Adams kısa bir süre sonra FBI ajanları tarafından sokakta durdurulmuş ve başkanın telefonuna ve dizüstü bilgisayarına el konulmuştu.

Bunu, belediye başkanının birinci yardımcısı ve kamu güvenliğinden sorumlu başkan yardımcısını da hedef alan bir dizi başka baskın izledi.

Bu ay, telefonuna kolluk kuvvetleri tarafından el konulduğu bildirilen New York polis komiseri Edward Caban, “son gelişmeler etrafındaki gürültünün” çalışmasını imkansız hale getirdiğini söyleyerek istifa etti. 

Caban’ın yerine geçici olarak atanan kişinin evi de müfettişler tarafından arandı.

Bu arada Belediye, üst düzey avukatlarından birinin istifası ve New York’un devlet okulları sisteminden sorumlu olan ve telefonlarına da el konulan David Banks’in beklenmedik emekliliğiyle de sarsıldı.

Demokratlardan Adams’a istifa çağrısı

Aralarında çarşamba günü “Belediye Başkanı Adams’ın New York’u yönetmeye nasıl devam edebileceğini anlayamadığını” söyleyen New York Temsilcisi Alexandria Ocasio-Cortez’in de bulunduğu giderek artan sayıda önde gelen Demokrat Adams’ın istifasını istiyor.

New York’ta bir bölgeyi temsil eden Demokrat Temsilciler Meclisi Lideri Hakeem Jeffries ise, Adams’ın “masumiyet karinesine hakkı olduğunu” ve kaderine “Belediye Başkanının meslektaşlarından oluşan bir jürinin” karar vermesi gerektiğini söyledi.

Perşembe günü gazeteciler tarafından Adams’ın istifa etmesi gerekip gerekmediği sorulduğunda ABD Başkanı Joe Biden, “Bilmiyorum,” yanıtını verdi.

Musk ve Trump’tan Adams’a beklenmedik destek

Öte yandan Adams beklenmedik bir müttefik de buldu.

Biden yönetimi altında siyasi kovuşturmanın kurbanı olduğunu iddia eden eski ABD başkanı Cumhuriyetçi Donald Trump perşembe günü düzenlediği basın toplantısında Adams’la ilgili bir soruya cevaben, “Adalet Bakanlığı ve FBI’ı daha önce hiç görülmemiş düzeyde kullanan insanlarımız var. Bu yüzden ona şans diliyorum,” dedi.

“Ne yaptıklarına bakarsanız, bunların kirli oyuncular olduğunu görürsünüz. Bunlar kötü insanlar,” diyen Trump, iddianameden haberdar olmadığını da kabul etti.

Popüler bir sağcı X hesabının iddianameyi Adams’ın geçen yıl göçmen akınından şikayet etmesine bağlamasının ardından Elon Musk ise, Adams’a “bundan sonra ‘Demokrat’ Parti tarafından çenesini kapatmasının söylendiği” yanıtını verdi.

New York Post gazetesi Adams’ın suçlanmasını “göçmen krizi konusunda Beyaz Saray’la girdiği mücadele” ile yan yana getiren imalı bir yazı yayınladı.

Fox News sunucusu Ainsley Earhardt ise, “Biden ailesine, Beyaz Saray’a, bu yönetime ya da üst düzey Demokratlara uymazsanız hayatınız mahvolabilir gibi görünüyor,” dedi.

Tablet: Yahudiler Adams’a sahip çıkmalı

Tablet Magazine’de İsrail doğumlu Liel Leibovitz imzasıyla yayınlanan bir makalede ise Amerikan Yahudilerinin Adams’a sahip çıkması gerektiği savunuldu.

Türklerin yanı sıra AIPAC, ADL ya da Bnai Brith’i destekleyen Siyonist Yahudilerin Adams’a bağış yaptığını kaydeden Leibovitz, bu bağışların suç sayılması halinde “Batı Şeria’daki bir yeşivada okuyan yeğeni olanlar bir yana, gözden düşmüş siyasi aktörler tarafından yapılan küçük ölçekli bağışlar”ın da suç sayılacağını öne sürdü.

İddianameyi “Adams dehşet gösterisi” olarak nitelendiren yazar, bunun devamında “yasa koyuculara İsrail’e bilgi toplama gezileri düzenleyerek ‘rüşvet verdikleri’ ve böylece İsrail hükümetinin bir kolu gibi hareket ettikleri gerekçesiyle büyük bir Yahudi kuruluşunun soruşturulmasının” geleceğini ve bunun da “Yahudi lobisi” ile bağlantılı her şeyi “siyasi olarak radyoaktif hale getireceğini” öne sürdü.

Leibovitz, yazısını şöyle bitirdi:

“Hukuk savaşının silahlarının Yahudilere çevrildiğini görmek istemediğim için; siyasi düşmanları kovuşturan ve dalkavukları cezasızlıkla ödüllendiren bir üçüncü dünya bataklığında yaşamak istemediğim için; ve Central Park’ta ya da metroda eşimi hedef alan çeteler ya da çocuklarımın gündüz okulunun ya da en sevdiğim koşer restoranın önünde ‘nehirden denize’ sloganları atan vahşiler istemediğim için; tüm bunlar ve daha fazlası için, Yahudiler ve New Yorklular için bir kahraman olan Belediye Başkanı Eric L. Adams’ın yanındayım. Yeniden seçildiğinde, kısmen cemaatimizin ve aklı başında tüm New Yorkluların desteği sayesinde, Türk lokumu dilimlerini gururla dağıtacağım.”

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Zelenskiy ile görüşecek Trump’tan Avrupa’ya eleştiriler

Yayınlanma

Trump Tower’da uzun bir basın toplantısı düzenleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, cuma sabahı (27 Eylül) Ukrayna lideri Volodimir Zelenskiy ile görüşmeyi planladığını söyledi ve Avrupa’yı Ukrayna konusunda “cimri davranmakla” eleştirdi.

“Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri’nin ödediği paranın sadece küçük bir kısmını ödüyor ve bizim Rusya ile aramızda bir okyanus var; onların yok,” diyen Trump, Demokrat Kamala Harris ile yaptığı seçim tartışması da dahil olmak üzere daha önce de dile getirdiği bir hususu tekrarladı.

Ukrayna’ya yardım söz konusu olduğunda bunun çoğunu ABD’nin ödediğini ve Avrupa’nın buna katkıda bulunmadığını savunan Trump, “Bu ABD için çok adaletsiz bir durum,” ifadelerini kullandı.

Trump, ABD başkanı olduğu dönemde NATO’nun Avrupalı müttefiklerinden ittifaka daha fazla katkıda bulunmalarını talep ettiğini tekrarlayarak, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı mücadelesi söz konusu olduğunda da aynı şeyi yapacağını ima etti.

Trump, “Avrupalı uluslar eşitlenmeli, ödeme yapmalılar. Ben bunu NATO ile yaptım. Hepsine ödeme yaptırdım… Eğer ödeme yapmazsanız orada olmayacağımı söyledim. Ve para yağmaya başladı,” iddiasında bulundu.

Zelenskiy ise Washington’da Başkan Joe Biden, Başkan Yardımcısı Harris ve her iki partiden de bir grup Kongre üyesiyle yaptığı görüşmeleri tamamlayarak kasım ayındaki seçimler öncesinde Ukrayna’ya askeri ve mali destek sağlamaya çalıştı.

Biden Perşembe günkü toplantı öncesinde Kiev’e 8 milyar dolardan fazla askeri yardım yapılacağını duyururken Harris de Zelenskiy’in yanında durarak “Ukrayna’nın mücadelesi Amerika halkı için önemli,” dedi.

Trump Perşembe günkü basın toplantısında Rusya lideri Vladimir Putin’i “çok iyi tanıdığını” söylerken, “Başkan Putin ile Başkan Zelenskiy arasında oldukça hızlı bir şekilde anlaşma yapabileceğime inanıyorum,” diye ısrar etti.

Bu anlaşmanın Ukrayna’nın Rusya’ya toprak vermesini içerip içermeyeceği sorusuna ise, “Ne olacağını göreceğiz… barış yapalım; barışa ihtiyacımız var,” cevabını verdi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Economist: ABD daha az “woke” hale geliyor

Yayınlanma

ABD’de kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında en önemli mücadele başlıklarından biri de “kültür savaşları” olarak bilinen başlıklar.

“Wokeness” (“duyarcılık”) ile bunun karşıtları arasındaki gerilim yıllar içinde yükseldikten sonra şimdilerde terazinin daha ağır basan tarafı “anti-duyar”cılar gibi görünüyor.

Economist’te yer alan bir değerlendirmeye göre, özellikle 2020 yılında George Floyd’un öldürülmesi ve ardından başlayan Black Lives Matter eylemleri ile zirve yapan, beyazlar arasındaki “woke” eğilimlere ilgi azalıyor.

“Irksal adaletsizlik”e ilgi azaldı

Zengin beyaz kadınların akşam yemeği partilerinde onları “beyaz üstünlükçü” damarları ile yüzleştiren bir siyahi çift, Regina Jackson ve Saira Rao, “ırksal adaletsizlik” konularına olan kamu ilgisinin azalmış olduğuna işaret ediyor.

Rao, “Irkçılık karşıtlığının, sömürgecilik karşıtlığının, emperyalizm karşıtlığının, soykırım karşıtlığının nabzı öldü. Nabız yok,” diye yakınıyor.

Economist, Cumhuriyetçilerin Amerika’da yanlış olduğunu düşündükleri her şeyi, “erdem sinyalleme” ya da “siyaseten doğruculuk” kokan her şeyi kastederek, “wokeness” salgınına bağlamaya bayıldıklarını vurguluyor.

Donald Trump, temmuz ayında Cumhuriyetçilerin başkan adaylığını kabul ettiği konuşmasında, Amerikan silahlı kuvvetlerindeki başarısızlıklardan “woke” liderleri sorumlu tutmuştu.

MeToo ve Black Lives Matter’da zirveyi gören “duyarcılık”

Economist bu kapsamda dört alanda “woke” fikirlerin önemini ölçmeye çalıştı: kamuoyu, medya, yüksek öğrenim ve iş dünyası.

Dergi her yerde benzer bir eğilimin ortaya çıktığına işaret ediyor. Donald Trump’ın siyaset sahnesine çıktığı 2015 yılında duyarcılık keskin bir şekilde arttı, ardından “#MeToo” ve Black Lives Matter dönemlerinde yayılmaya devam etti, 2021-22’de zirve yaptı ve o zamandan beri azalıyor.

“Woke” (kelimenin birebir anlamı “uyanmış, uyanık”) terimi ilk olarak solda ırkçılığa karşı uyanık olan insanları tanımlamak için kullanıldı. Daha sonra her türlü önyargıyla mücadele etmeye hevesli olanları kapsayacak şekilde kullanılmaya başlandı.

Economist’e göre Demokratlar artık bu kelimeyi nadiren kullanıyor, çünkü dünyayı “kurbanlar ve zalimler” olarak bölme eğiliminde olan en sert aktivistlerle ilişkilendirilir hale geldi.

Makalede, “Bu bakış açısı grup kimliğini bireyin önüne çıkarıyor ve farklı gruplar için eşit olmayan sonuçları sistematik ayrımcılığın kanıtı olarak görüyor,” deniyor.

Bu mantık daha sonra tersine ayrımcılık ve konuşma özgürlüğünün baskılanması gibi, yerleşik adaletsizlikleri düzeltmek için liberal olmayan araçları haklı çıkarmak için kullanıldı. İşte Cumhuriyetçiler bu tür “woke savaşçıları” yerden yere vurmayı seviyor.

“Beyaz ayrıcalığı” olduğuna dair düşünceler geri çekiliyor

Gallup, General Social Survey (GSS), Pew ve YouGov tarafından son 25 yılda yapılan anketlere verilen yanıtları inceleyen Economist, ırk ayrımcılığına ilişkin woke görüşlerin 2015 civarında artmaya başladığını ve 2021 civarında zirveye ulaştığını tespit ediyor.

Fakat Gallup’un bu yılın başlarına ait en son verilerinde, insanların %35’i ırk ilişkileri konusunda “büyük ölçüde” endişeli olduklarını söylerken, bu oran 2021’deki %48’lik zirve seviyesinden düşmüş durumda. Yine de 2014’teki %17’lik orandan hâlâ daha yüksek.

Pew’e göre, beyazların hayatta siyahların sahip olmadığı avantajlara ( “beyaz ayrıcalığı”) sahip olduğunu kabul eden Amerikalıların oranı 2020’de zirve yaptı.

GSS’nin verilerinde, ırklar arasındaki sonuç farklılıklarının ana nedeninin ayrımcılık olduğu görüşü 2021’de zirve yapmış ve anketin en son versiyonu olan 2022’de düşmüş görünüyor.

“Woke” düşüncedeki en büyük sıçramalardan ve ardından gelen düşüşlerden bazıları gençler ve sol görüşlüler arasında olmuş.

Toplumsal cinsiyet konusundaki woke görüşler düşüşte

Cinsel ayrımcılıkla ilgili anketler, ırkla ilgili endişelerden daha erken bir zirveye ulaşmış olsa da benzer bir örüntü ortaya koyuyor.

Cinsiyetçiliği çok ya da orta derecede büyük bir sorun olarak gören Amerikalıların oranı “#MeToo”nun ardından 2018’de %70 ile zirve yapmış.

Kadınların ilerlemelerini zorlaştıran engellerle karşılaştığına inananların oranı ise 2019’da %57 ile zirveye çıkmış.

Toplumsal cinsiyet konusundaki woke görüşlerin de düşüşte olduğu görülüyor.

Pew, bir kişinin doğduğu cinsiyetten farklı bir cinsiyete sahip olabileceğine inananların oranının, bu sorunun ilk kez sorulduğu 2017 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde düştüğünü ortaya koyuyor. 

YouGov’a göre, trans öğrencilerin biyolojik cinsiyetleri yerine seçtikleri cinsiyete uygun spor takımlarında oynamalarına karşı çıkanların oranı 2022’de %53 iken, 2024’te %61’e yükseldi.

Gazetelerdeki “woke” sözcüklerde dramatik azalma

Kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu eğilimi desteklemek için medyanın “kesişimsellik”, “mikro saldırganlık”, “baskı”, “beyaz ayrıcalığı” ve “transfobi” gibi uyandırıcı terimleri ne sıklıkla kullandığını da ölçen Economist, benzer bir eğilim saptıyor.

1970-2023 yılları arasında altı gazetede ( Los Angeles Times, New York Times, New York Post, Wall Street Journal, Washington Post ve Washington Times) bu türden 154 kelimenin kullanım sıklığı sayıldı.

Los Angeles Times hariç tüm gazetelerde bu terimlerin sıklığı 2019 ile 2021 yılları arasında zirve yapmış ve o tarihten bu yana düşüş göstermiş.

Örneğin “beyaz ayrıcalığı” terimi 2020‘de New York Times’ta her bir milyon kelimede yaklaşık 2,5 kez yer alırken, 2023’te her bir milyon kelimede sadece 0,4’e düşmüş.

Aynı kelime sayma yöntemini ABC, MSNBC ve Fox News’in 2010 ve 2023 yılları arasındaki transkriptlerine uygulayarak televizyonda ve 2012’den bu yılın ortasına kadar her hafta en çok satan 30 kitabın başlıklarını kullanarak kitaplarda da büyük ölçüde aynı eğilim ortaya çıkıyor.

Televizyonda “woke” kelimelerden bahsedilmesi 2021’de zirve yaptı. Popüler kitaplarda ise zirve daha sonra, 2022’de gerçekleşmiş, 2023’te küçük bir düşüşün ardından 2024’te çok daha büyük bir düşüş yaşanmış.

Akademide “duyarcı” kelime kullanımı sabitlendi

Akademide de benzer bir durum var. Muhafazakâr bir öğrenci gazetesi olan College Fix tarafından derlenen bir veri tabanı, akademisyenlerin sansürlenmesi veya derslerinin iptal edilmesi yönündeki çağrıların 2020’de zirve yaptığını ortaya koyuyor.

Bu bulgular anket verileriyle de örtüşüyor: Irkçı görüşlerin ifade edilmesinin kısıtlanması gerektiğini düşünen Amerikalıların oranı 2016 ile 2021 yılları arasında keskin bir artış göstererek yaklaşık %52’ye ulaşmışken, o zamandan beri hafif bir düşüşle 2022’de %49’a geriledi.

Öğretim ve araştırma da en azından bir miktar “duyarcılıktan” uzaklaşıyor gibi görünüyor.

Akademik dergilerin dijital kütüphanesi JSTOR tarafından toplanan sosyal bilimlerle ilgili makalelerde 154 terim setinin kullanımı 2015 yılında keskin bir şekilde artmaya başladı.

2022 yılına gelindiğinde “kesişimsel”, “beyazlık”, “baskı” ve benzerlerinin görülme sıklığı zirveye ulaşmıştı.

Economist’in talebi üzerine, Stanford Üniversitesi’nde ekonomist Jacob Light, Amerikan üniversitelerinin ders kataloglarından oluşan bir koleksiyonda woke kelimelerin sıklığını saydı.

İsminde ya da özetinde woke terimlerine yer veren dersler 2010 ile 2022 yılları arasında yaklaşık %20 oranında artmış, ancak geçen yıl sabit kalmış.

DEI karşıtı uygulamalar artıyor

Akademinin duyarcılıktan uzaklaşması kısmen yasalar tarafından emredildi.

Yüksek Mahkeme geçen yıl kabullerde ırk temelli pozitif ayrımcılığı yasakladı.

Chronicle of Higher Education’a göre, geçtiğimiz yıl 28 eyalette 86 yasa tasarısı akademideki Çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) girişimlerini engellemeyi amaçladı; 14’ü yasalaştı.

Örneğin Alabama, 1 Ekim’den itibaren devlet tarafından finanse edilen üniversitelerin herhangi bir DEI ofisi veya programına sahip olmasını, “ırk, renk, din, cinsiyet, etnik köken veya ulusal köken” hakkında “bölücü kavramları” teşvik etmesini ve transseksüel öğrencilerin istedikleri tuvaletleri kullanmalarına izin vermesini yasaklayacak.

Dokuz eyalet akademik kurumların iş başvurusunda bulunanlardan “çeşitlilik beyanları” talep etmesini yasakladı.

Bu yılın başlarında aralarında Harvard ve Massachusetts Institute of Technology’nin de bulunduğu bazı önde gelen üniversiteler, bağışçıların ve mezunların baskısına boyun eğerek bu uygulamadan vazgeçti.

Kaliforniya Üniversitesi gibi diğer bazı üniversiteler ise, bunların kullanılmaya devam edilmesi nedeniyle davalarla karşı karşıya kaldı.

Şirket dünyasında da “wokeness” geriliyor

Wokeness, ya da duyarcılık, nispeten yakın zamanda ortaya çıkmış olsa da, kurumsal Amerika’da da geri çekiliyor.

Floyd’un ölümünün ardından, 2020’nin birinci ve üçüncü çeyrekleri arasında gelir beyanlarında DEI’den bahsedilmesi neredeyse beş kat arttı.

Bir piyasa araştırma şirketi olan AlphaSense’in verilerine göre, 2021’in ikinci çeyreğinde zirveye ulaştılar ve bu noktada 2020’nin başlarına göre 14 kat daha yaygındılar.

O zamandan beri tekrar keskin bir şekilde düşmeye başladılar. En son 2024’ün ikinci çeyreğine ait verilerde, Floyd’un ölümünden önceki döneme kıyasla sadece yaklaşık üç kat daha yüksekti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English