Bizi Takip Edin

Avrupa

Britanya’nın yeni dış siyaseti: Hedefte Asya var

Yayınlanma

Dışişleri Bakanı James Cleverly, bu hafta başında yaptığı bir konuşmada hükümetinin dış siyaset stratejisini açıkladı.

Brexit’in ardından Boris Johnson tarafından çerçevesi çizilen “Küresel Britanya” stratejisinin revizyonu olarak görülen konuşmada, Cleverly hükümetinin özellikle orta güç olarak görülen ülkelerle daha sıkı ilişkiler kuracağının sinyalini verdi.

Bakan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğan uluslararası sistemin işe yararlığını savunurken, ülkesinin “reform”un karşısında durmadığının da altını çizdi. Cleverly bu kapsamda Almanya, Brezilya, Hindistan ve Japonya’nın yanı sıra Afrika’nın daimi bir temsiliyetinin de bulunduğu bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeliğine sıcak baktıklarını açıkladı.

Rusya lideri Vladimir Putin’in Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın yalnızca ahlaki olarak “iğrenç” olmadığını savunan Cleverly, aynı zamanda Putin Rusya’sının “bütün ulusları koruyan yasaları çiğnediğini” ileri sürdü.

Putin’in 19. yüzyıldakine benzeyen şekilde bir emperyalist fetih savaşına girdiğini iddia eden Bakan, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin Putin’e söylediği “Bugünkü devrin savaş devri olmadığını biliyorum,” sözlerini hatırlattı.

‘Avrupa ve Kuzey Amerika yetmez’ çıkışı

Ülkesinin ABD, Almanya, Avustralya, Fransa, Kanada gibi birçok ülkeyle dostluğu olduğunu hatırlatan Dışişleri Bakanı, uluslararası düzeni sürdürmek için bunların yeterli olmayacağını vurguladı.

“Değişim hızının fırtına gücüyle ivmelendiğini” söyleyen Cleverly’ye göre, iktisadi gidişat 20 yıl öncesine göre tersine çevrilmiş durumda. 

Bakan, bugün ülkelerin çoğunun ABD’den ziyade Çin ile ticaret yaptığına değindikten sonra, önümüzdeki on yıllarda dünya ekonomisinin daha da büyük payının Asya, Afrika ve Latin Amerika’da toplanacağını söyledi.

Bu durumun kendisi için bir süredir aşikar olduğunu belirten Cleverly, bununla birlikte Britanya’nın dış siyasetinin bu gerçeği henüz tam anlamıyla kavrayamadığı eleştirisinde bulundu.

Kendi görevini “eski dostlukları sürdürmek ve yenilerini inşa etmek” olarak tanımlayan Bakan, kendi bakış açısından, güç dengelerinin değişmesini “pişmanlık veya kayıp” duygusuyla takip etmediğini ileri sürdü.

Britanya doğuya ve güneye bakıyor

Dünyanın jeopolitik merkezinin doğu ve güneye kaymasını yüz milyonlarca insanın yoksulluktan kurtulmasına bağlayan Cleverly, “Ve bu dünya düzenin doğrulanmasıdır; serbest ticaretin, uluslararası kalkınmanın, inovasyonun ve bilimsel gelişmenin, aslında Britanya’nın nesiller boyunca çabaladığı şeyin doğrulanmasıdır,” dedi.

Bundan böyle Britanya’nın, İngiliz Milletler Topluluğu’nun yanı sıra ASEAN ve Afrika Birliği’ni de kazanması gerektiğini kaydeden Bakan, bu ülkelerin çoğunun kendisini “bağlantısız” olarak tanımladığını ve başka ülkelerin kendilerine yön göstermesine şüpheyle baktığını vurguladı.

Cleverly, Britanya’nın bu ülkelere güvenilir bir ortak olduğunu kanıtlama fırsatı doğduğunu söylerken, Asya ve Afrika’daki gelişmekte olan ülkelerin istihdama ve dolayısıyla yatırıma ihtiyaç duyduğunu hatırlattı.

Bakan, AB’den ayrılınca elde ettikleri güçleri tam kapasite ile kullanacaklarını söyledi. Bu güçler arasında serbest ticaret anlaşmaları ile inovasyonu teşvik etmek ve ticaret maliyetlerini azaltmak için tasarlanan Karşılıklı Tanıma Anlaşmaları da yer alıyor. Cleverly, genç nüfusa sahip gelişmekte olan ülkelerin hedeflerine ulaşmaları için Britanya’nın geniş bir yelpazeye sahip yetenekleri olduğunu ileri sürdü.

Britanya’nın odaklanacağı ülkeler ve bölgeler

Cleverly’nin söylediğine göre Britanya Hint-Pasifik’teki uzun vadeli varlığını oluşturmaya devam edecek. Bunun yanı sıra Trans-Pasifik serbest ticaret anlaşmasına da mümkün olan en kısa sürece katılacak.

G20’nin yeni başkanı Hindistan ile olan işbirliği artırılacak ve bu ülke ile müzakere edilen serbest ticaret anlaşmasına nihai hali verilecek.

Adil Enerji Geçişi planları kapsamında Güney Afrika ve Endonezya’ya destek sürecek. Bu kapsamda Vietnam ile de bir anlaşma üzerinde çalışılıyor.

Cleverly’nin konuşmasında isimleri geçmese de bazı ülkeler Britanya için gittikçe önem kazanıyor. Körfez’de Suudi Arabistan bunlardan biri. Geçen hafta içinde iki ülke arasında imzalanan askeri işbirliği anlaşması gelişen ilişkilerin bir göstergesi.

Afrika söz konusu olduğunda Ruanda ön plana çıkıyor. Daha önce bu ülkeyle göçmenleri gönderme anlaşması imzalayan Londra, bu ülke ile iktisadi bağlarını da kuvvetlendiriyor.

Amerika kıtasında Meksika göze çarpıyor. Yürürlükteki serbest ticaret anlaşmasını geliştirmek için başlayan müzakereler Mayıs’tan beri sürüyor. Yeni anlaşma ile toplam ticarete 4 milyar sterlinlik bir katkı planlanıyor.

Asya da ise Singapur ile ilişkiler iyiye gidiyor. Şubat ayında dijital ticaret anlaşması imzalayan iki ülke, geçen ay da fintek şirketleri için daha yakın ilişkiler kurma kararı aldı.

‘İnsan hakları’ geri plana mı itiliyor?

Bakan Cleverly’nin konuşması hakkında The Guardian’da çıkan bir makalede, Britanya’nın bundan böyle “insan hakları” ve “demokrasi” gibi söylemleri geri çekerek daha pragmatik bir dış siyaset izleyeceği öne sürülüyor.

Yazara göre bundan böyle Britanya’nın dış siyasetteki kriterleri, “demokrasi olması şart olmayan” ülkelerle ilişki inşa etmeye olanak sağlayacak. Sınırlara ve toprak bütünlüğüne saygı ile Britanya’ya milli güvenlik tehdidi oluşturmaması bu ilişkiler için yeterli olacak.

Daha önceki Başbakan Liz Truss, tüm dünyada özgürlüğün sınırlarını geliştiren bir “özgürlükler ağı” kurmaktan bahsediyordu. Truss, Körfez krallıkları ile olan ilişkiler için ise, “Britanya’ya tehdit içermiyorlarsa bu ülkelerle ilişki kurulabilir,” diyordu.

Çin anlaşmazlığı

Öte yandan yeni hükümette Çin Halk Cumhuriyeti’ne bakış konusunda bir pürüz olduğu görülüyor.

James Cleverly, Çin’e karşı daha “pragmatik” bir yaklaşımı savunuyor. Konuşmasından önce BBC’ye konuk olan bakan, Çin’in küresel düzlemde “akıl almaz derecede meydan okuyucu” olduğunu söyledikten sonra, iklim değişikliği gibi başlıklarda potansiyel olarak “temelli önemli bir ortak” olduğunu vurguladı.

“Sabır diplomasisi” öneren bakanın, kabinedeki lideriyle ayrı düşmesi mümkün görünüyor.

Başbakan Rishi Sunak, daha önce Çin ile “altın yıllar”ın sona erdiğini ilan etmişti. Öte yandan Sunak, Çin’e yönelik “basit Soğuk Savaş retoriğinden” de uzak durulması gerektiğini dikkat çekmişti.

Muhafazakâr Parti bir süredir Çin karşıtı tutumunu sertleştiriyor. Bunun en belirgin örneği, 2020 yılında Muhafazakâr milletvekilleri tarafından kurulan Çin Araştırma Grubu (China Research Group). Grubun adı, AB’den sert bir ayrılığı savunanların kurduğu Avrupa Araştırma Grubu’nu (European Research Group) çağrıştırıyor. Çin Araştırma Grubu, Çin’in yükselişine Britanya’nın tepki göstermesi gerektiğini düşünenler tarafından yönetiliyor.

Geçen yaz yapılan Muhafazakâr Parti liderlik kampanyasında da Çin’in bu yüzyılda Britanya’ya yönelik en büyük tehdidi teşkil ettiği ileri sürülmüştü.

‘Çok kutupluluğa’ Britanya’nın adaptasyonu mu?

Cleverly’nin önerdiği “sabır diplomasisi” ve kısa vadeli bakıştan uzun vadeli bakışa geçiş, daha pragmatist bir siyasetle birleşiyor.

Avrupa ve Amerika’nın yetmeyeceği düşüncesi ve Asya’nın yükselişi teması, Britanya’nın gerileyen ABD hegemonyasına uyum sağlama ihtiyacını yansıtıyor. 

Asya’nın öne çıktığı bu ortamda, Çin’e karşı Hindistan’la derinleştirilmek istenen ilişki de yeni duruma uyum sağlama çabası olarak ortaya çıkıyor.

Avrupa

Brüksel, stabilcoin konusunda ECB’nin uyarılarını dikkate almayacak

Yayınlanma

Brüksel, hızlı büyüyen stabilcoin pazarı için yeni kurallar açıklamaya hazırlanıyor.

AB, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB), bu standartların piyasa dalgalanmaları sırasında bölgedeki bankaları istikrarsızlaştırabileceği yönündeki uyarılarını göz ardı ediyor.

Avrupa Komisyonu, içeriği hakkında bilgi sahibi olan kişilere göre, blok dışında çıkarılan stabilcoinlerin, yalnızca AB pazarlarında izin verilen aynı markalı versiyonlarla değiştirilebilir olarak değerlendirilmesini öneren resmi bir kılavuz yayınlamayı planlıyor.

Durumdan haberdar bir kişi, duyurunun önümüzdeki günlerde yapılacağını söyledi.

Kamuya açık kılavuz, dijital nakit gibi davranan ve bankacılık sistemi dışında yer alan bu tür kripto para birimleri ile ilgili AB hukukundaki gri alanı ele alacak.

Bu adım, ECB Başkanı Christine Lagarde’ın pazartesi günü Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı açıklamada, “stabilcoinler… para politikası ve finansal istikrar için risk oluşturmaktadır [ve] bu nedenle, özellikle uluslararası sınırlar ötesinde faaliyet gösterdiklerinde, sağlam kurallara tabi olmalıdır,” demesinin ardından geldi.

Stabilcoinler, genellikle ABD doları gibi bir ulusal para biriminin değerini takip etmek amacıyla çıkarılır ve rezervlerde tutulan likit varlıklarla desteklenir.

Dünyanın dört bir yanındaki politikacılar, stabilcoinlerin yükselişini hesaba katmak için finansal piyasa kurallarını hızla güncelliyor. Dolaşımda yaklaşık 250 milyar dolarlık stabilcoin var ve analistler, pazarın önümüzdeki yıllarda on kat büyüyeceğini tahmin ediyor.

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, bu ay dolaşımda küresel olarak 2 trilyon dolar olabileceğini ve bunların yaygınlaşmasının “ABD dolarının üstünlüğünü pekiştirebileceğini” söyledi. ABD Kongre üyeleri, “GENIUS yasası” olarak bilinen piyasayı denetleyecek ilk kuralları kabul etmek üzere.

BIS: Stabilcoinler para olarak kötü performans gösteriyor

Fakat merkez bankaları, büyümeyi teşvik eden ve risk yönetiminde boşluklar içerebilecek mevzuata karşı giderek daha temkinli hale geldi.

ECB, aynı şirket tarafından başka yargı bölgelerinde ihraç edilen ve AB tarafından ihraç edilen tokenlarla değiştirilebilir coinlerin, piyasa stresinde blok bankaları üzerinde baskı oluşturabileceği endişesini dile getirdi.

AB kurallarına göre, blok içinde çıkarılan stabilcoinlerin rezervlerinin çoğu blok içindeki bir bankada tutulmalı ve sahipleri coinlerini doğrudan ihraççıdan nakit olarak geri alabilmeli.

ECB, yeni kuralların, yurtdışındaki sahiplerin AB tüketicileri için ayrılmış rezervlere erişmek için acele etmesiyle, bankalar arasında bulaşma potansiyeli olan rezervlere hücum riskini artırabileceğini söyledi.

Lagarde, geri alımların “Büyük gelişmeler ve herhangi bir stabilcoinde ortaya çıkabilecek zorluklar nedeniyle artması halinde, Avrupa’nın koruma önlemleri, yedeklemeleri ve mevduatları risk altına girecektir,” dedi.

Salı günü, Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) , stabilcoinlerin para olarak yaygın bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli temel gereklilikleri “kötü bir şekilde yerine getirdiğini”, çünkü merkez bankaları tarafından desteklenmediklerini, yasadışı kullanıma karşı yeterli koruma önlemlerine sahip olmadıklarını ve bankalardan farklı olarak kredi oluşturmak için gerekli fonlama esnekliğine sahip olmadıklarını savunmuştu.

AB dışındaki stabilcoinler konusu, bu yıl bir dizi özel toplantıda iki AB organı arasında gerginliğe neden oldu ve komisyon, bankanın endişelerine karşı çıktı.

Komisyon sözcüsü, “İyi yönetilen ve tamamen teminatlandırılmış bir stabilcoine yönelik bir paniğin yaşanması çok olası değildir,” dedi ve bunun gerçekleşmesi durumunda bile “yabancı sahipler, tokenlarını [örneğin] tokenların çoğunun dolaşımda olduğu ve rezervlerin çoğunun tutulduğu ABD’den geri alacaktır,” diye ekledi.

Bir kripto para yöneticisi, ECB’nin sert uyarılarının kısmen, büyük bir stabilcoin operatörünün rezervlerinin nispeten küçük bir bankacılık sistemine sahip bir ülkede tutulabileceği endişesinden kaynaklandığını söyledi.

Yöneticinin eklediği bilgilere göre, ECB’nin eleştirileri, özel şirketler tarafından çıkarılan stabilcoinlerle rekabet edecek ve potansiyel olarak bunların değerini düşürebilecek, merkez bankası tarafından çıkarılan bir dijital para birimi yaratma arzusundan da kaynaklanıyordu.

Bu ay kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantıda bilgilendirilen kişilere göre, ECB bazı riskleri önlemek için diğer ülkelerden, kriz zamanlarında diğer ülkelerin rezervlerinin AB’ye aktarılmasını sağlayacak yasal garantiler vermesini talep etmeyi önerdi.

Ayrıca, diğer ülkeler ile AB arasında düzenlemelerin eşdeğer standartlarda olduğuna dair herhangi bir anlaşma bulunmadığı konusunda da uyarıda bulundu.

Fakat bir komisyon yetkilisi toplantıda varlık transferleri konusunda garanti verilmesine gerek olmadığını söyledi. Bunun üzerine bir ECB yetkilisi, “AB rezervlerine hücum olması durumunda varlıkları transfer edeceklerine körü körüne güvenmemiz mi gerekiyor?” diye sordu.

Komisyon bunun yerine, ulusal denetim otoritelerinin kendi risk değerlendirmelerini yapmalarına ve gerekirse ek önlemler talep etmelerine izin verilmesini önerdi.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Almanya’nın ‘beleşçi işsizler’ sorunu mu var?

Yayınlanma

Almanya’da ana akım medya ve politikacıların “tembel” ve “beleşçi” işsizler olarak nitelendirdikleri vatandaşlık geliri alan Almanların durumu daha fazla tartışılıyor.

Junge Welt’te (jW) yer alan habere göre, Almanya’da “vatandaşlık geliri” (Bürgergeld) alan 5,5 milyon kişinin günlük gerçekliği ise çok farklı: yoksulluk, dışlanma ve utançla dolu bir hayat.

Vatandaşlık geliri üzerine “Sanktionsfrei” derneği, Berlin’de iki yıl önceki reformdan etkilenen 1.014 kişiyle yaptığı anketin sonuçlarını yayınladı.

Dernek başkanı Helena Steinhaus, araştırmanın sunumunda “Vatandaşlık geliri, Hartz IV’ten hiçbir zaman gerçek bir iyileşme anlamına gelmedi” dedi. Bu gelir, “her zaman acil yardım” olarak kalmış ve “gerçeklikten çok uzak” bir standart oran üzerinden hesaplanmıştı.

Hartz planı, 2002 yılında Almanya işgücü piyasasında reformlar konusunda bir komite tarafından sunulan bir dizi öneriye verilen isim.

Örneğin, ankete katılan ebeveynlerin yüzde 54’ü, çocuklarının yemek yiyebilmesi için kendilerinin düzenli olarak yemek yemediğini söyledi. Tüm katılımcıların yüzde 72’si, aylık 563 avroluk standart oranın “onurlu bir yaşam” sürmek için yeterli olmadığını belirtti.

Ankete katılanların sadece yüzde 9’u bu standart oranla sağlıklı beslenmenin mümkün olduğunu düşündüğünü söyledi.

Fakat Steinhaus’a göre, vatandaşlık geliri “sadece ekonomik bir felaket değil, aynı zamanda duygusal bir felaket.” Yüzde 42’si yardım almaktan utandığını söylerken, yüzde 72’si kuralların daha da sıkılaştırılmasından korktuğunu ifade etti.

Ankete katılanların sadece yüzde 12’si kendilerini toplumun bir parçası hissediyor.

Steinhaus, temel bir sorun olduğunu ama Alman siyasetçilerin bunu değiştirmek yerine, vatandaşlık gelirine yeni kısıtlamalar getirmeyi planladığını ve standart oranın çok yüksek olup olmadığını tartışmaya devam ettiğini vurguladı.

“Sanktionsfrei” başkanı 813 avroluk bir oran talep etti ve vatandaşlık gelirinin dağıtımında “mafya benzeri yapılar”dan bahseden SPD’li Çalışma Bakanı Bärbel Bas’ı eleştirdi.

Steinhaus, “Sosyal yardım dolandırıcılığının yapısal bir sorun olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Sistemik suistimal arayanlar Cum-Ex ve vergi kaçakçılığıyla başlamalı,” tavsiyesinde bulundu.

Cum-Ex skandalı kapsamında bir banka, borsa simsarları ve avukatlardan oluşan ağ, temettü vergileri ile ilgili şüpheli dolandırıcılık ve spekülasyon yoluyla Avrupa hazinelerinden milyarlarca dolar elde etmişti.

Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü’nden Marcel Fratzscher de “siyah-kırmızı” CDU-SPD hükümetini eleştirdi ve yardımları kesme ve yaptırımları sıkılaştırma planının “tehlikeli bir hata” olduğunu savundu.

Kesintilerin insanları onurlarından mahrum bıraktığını ve Almanya’da yoksulluğu derinleştirdiğini kaydeden Fratzscher, iş merkezlerinin, insanların işgücü piyasasına entegre olmalarına gerçekten yardımcı olmak için daha donanımlı olması gerektiğini söyledi.

Bu talep, sosyal yardım derneği VdK’nın başkanı Verena Bentele tarafından da pazartesi günü yaptığı açıklamada dile getirildi.

Bentele’ye göre, araştırma sonuçları “yüzde 74 gibi ezici bir çoğunluğun vatandaşlık gelirinden mümkün olan en kısa sürede vazgeçmek ve geçimini sağlayacak bir işe girmek istediğini” açıkça gösteriyor. 

Ne var ki, ankete katılanların yarısından fazlası sağlık sorunları yaşıyor ve “iş merkezlerinden acil olarak daha fazla desteğe ihtiyaç duyuyor.”

Bu arada, geçen yıl devletin, gelirleri geçimlerini sağlamaya yetmediği için yaklaşık 826.000 çalışana ek vatandaş geliri ödediği ortaya çıktı. Bu ücret sübvansiyonunun maliyeti yaklaşık 7 milyar avro oldu.

Bu bilgi, dpa’nın pazartesi günü aktardığı, Sol Parti milletvekili Cem İnce’nin sorusuna federal hükümetin verdiği yanıtta yer aldı. Yanıtta, ek yardım alanların sayısının 2015’ten bu yana ilk kez tekrar arttığı belirtildi.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Shell: BP’yi alma niyetimiz yok

Yayınlanma

Shell, Avrupa’nın en büyük iki şirketinin aktif birleşme görüşmeleri yürüttüğü yönündeki haberleri yalanlayarak, BP için bir satın alma teklifi yapma niyetinde olmadığını açıkladı.

Bu açıklama, BP’nin birkaç yıldır süren kötü performansı ve aktivist hissedar Elliot Investment Management’ın artan baskısı sonrasında, İngiltere’nin iki büyük petrol şirketinin birleşeceği yönündeki spekülasyonları yatıştırdı.

Shell’in açıklaması, şirketin İngiltere Satın Alma Kurallarına bağlı olduğu ve bu kurallar gereği altı ay boyunca BP için bir teklif sunamayacağı anlamına geliyor.

Perşembe günü yaptığı açıklamada şirket, “Son zamanlarda basında yer alan spekülasyonlara yanıt olarak, Shell, BP için bir teklifte bulunmayı aktif olarak değerlendirmediğini açıklığa kavuşturmak ister,” dedi.

Şirket, “olası bir teklifle ilgili olarak BP’ye herhangi bir yaklaşımda bulunmadığını ve görüşme yapılmadığını” söyledi.

Wall Street Journal’ın (WSJ), şirketin daha büyük rakibi ile devralma görüşmelerinin ilk aşamasında olduğunu bildirmesinin ardından, BP’nin hisseleri çarşamba günü New York’ta %10’a varan bir artış kaydetti.

Shell, haberi “piyasa spekülasyonu” olarak nitelendirerek hızla yalanladı ve hisseler kazançlarını iade etti.

BP’nin uzun süredir devam eden düşük performans, büyük ölçüde eski CEO Bernard Looney’in benimsediği net sıfır stratejisinden kaynaklanıyor.

Looney, kişisel davranışları nedeniyle 2023 yılında şirketten ayrıldı ve halefi Murray Auchincloss, başarısız bir temiz enerji stratejisiyle boğuşmak zorunda kaldı.

Auchincloss şubat ayında, petrol ve gaza geri dönüş, hisse geri alımlarının azaltılması ve varlıkların satılması ve borçların ödenmesi vaatlerini içeren bir “sıfırlama” planı açıkladı.

Yeni strateji birçok yatırımcı tarafından soğuk karşılandı ve daha radikal değişiklikler talep etmeye devam eden Elliott için yeterli olmadı.

Bu gelişmelerin ardından BP, giderek potansiyel bir satın alma hedefi olarak görülmeye başladı. Herhangi bir şirket teklifte bulunmasa da, BP’nin birçok rakibi ve rakip şirketin durumu kapalı kapılar ardında değerlendirdiği söyleniyordu.

Bloomberg, mayıs ayında yaptığı haberde Shell’in bir devralmanın avantajlarını incelediğini, fakat teklifte bulunup bulunmayacağına karar vermeden önce hisse senedi ve petrol fiyatlarında daha fazla düşüş beklediğini bildirmişti.

Yine Bloomberg, haziran ayı başında Abu Dabi’nin ana petrol şirketinin, İngiliz firmanın bölünmeye karar vermesi veya daha fazla birimini elden çıkarmak için baskı altına girmesi durumunda BP’nin bazı önemli varlıklarını satın alıp alamayacağını değerlendirdiğini bildirmişti.

Shell’in açıklaması BP ile ilgili devralma spekülasyonlarının çoğunu yatıştırsa da, İngiltere’nin devralma kuralları uyarınca altı aylık bekleme süresi mutlak değil.

BP’nin başka bir alıcıdan teklif alması, yeni bir teklif çağrısı yapması veya koşulların “önemli ölçüde değişmesi” gibi sınırlı sayıda istisnai durumlarda bu süre erken sona erebilir.

BP’de büyük değişiklikler devam edecek. Helge Lund’un nisan ayında istifa etme niyetini açıklamasının ardından şirket yeni bir yönetim kurulu başkanı arıyor. Lund’un net sıfır stratejisinin önemli destekçilerinden biri olması, BP’nin en büyük hissedarlarından biri olan Elliott’un eleştirilerinin odağına oturmasına neden oldu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English