Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

ChatGPT, bebek arabası ve otomasyon endişesi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Yapay zekâ botları ve yeni teknolojilerin kademeli olarak gelişimine dair çocuk sahibi bir ilkokul öğretmeninin yorumu. Sorduğu sorular ve taşıdığı kaygıları çoğu insanın paylaştığına kuşku yok.


ChatGPT, bebek arabası ve otomasyon endişesi

Amanda Parrish Morgan — Wired

28 Şubat 2023

Artık tereyağını elle krema haline getirmem ya da çocuklarımın kazaklarını örmem gerekmediği için kendimi kötü hissetmiyorum, peki büyük dil modellemeleri neden farklı hissettiriyor?

Geçen sonbahar bebek arabaları ve onların çocuklara ve bakıcılarına yönelik tutumlarımız hakkında ortaya koyduklarına dair bir kitap çıkardım. Stoller’ı kısmen çağdaş Amerikan ebeveynliğinin tüketim kültürünün bir eleştirisi olarak sunmuş olsam da bebek arabamı [çokça] sevmeye başladım. Çocuklarımı arabamızda önümde iterek rutin olarak koştuğum yıllarda üniversitede atletizm takımımın kaptanıyken yaptığımdan daha hızlı yarış süreleri kaydettim. Pandeminin uzun ve klostrofobik ilk günlerinde oğlum ve ben, mahallemizin kaldırımlarında yavaşça bir aşağı bir yukarı dolaşarak New England’a gelen o geç ve soğuk bahara şahit olduk. Çoğu zaman bebek arabasıyla yaptığımız uzun yürüyüşün veya koşunun sonunda çocuklarım uyuyakalırdı ve sıcak günlerde de onlar uyurken çalışmak için onları gölgeye, kendimi güneşe park ederdim, kendi kendine yetme ve tutumluluğun gurur verici bir karışımını hissederdim [çocuk bakımı koşmayı veya teslim tarihine yetişmeyi gerektirmez].

Kitabımın çıkmasından sonraki aylarda dostlarım ve ailem bana ikonik yerlerde [Brooklyn Köprüsü, Yüksek Mahkeme önündeki protesto, Buckingham Sarayı] bebek arabalarını iterken çekilmiş fotoğraflarını gönderdiler: İşte ben de çocuklarımla birlikte macera dolu bir hayat yaşıyorum. Gelen kutumda 92. Cadde Y’nin dışında UppaBaby Vista bebek arabalarından oluşan bir filonun, arabalarla değil bebek arabalarıyla dolu bir banliyö garajının, kaçak bebek arabalarının film kliplerinin ve sürücüsüz bebek arabalarıyla ilgili birden fazla hikâyenin fotoğrafı vardı. Eşimin kuzeninin çektiği bir videoda bir kadın koşu yapıyor, kollarını bir bebek arabasının yanında sallıyor ve bebek arabası da onun hızına ayak uyduruyordu. Bu videoya, hazır cevap biçimde 100 kilodan fazla ağırlığa sahip Double BOB’umu itmek zorunda kalmadan koşmanın ne kadar hızlı olacağına dair karşılık verdim.

Bu türden bir rahatlık, gelen kutumun bu kez ChatGPT ile ilgili başka bir e-posta telaşıyla dolmaya başlamasından önceki zamanın kalıntısıydı. Uzun yıllar lisede İngilizce öğretmenliği yaptım ve şimdi de birinci sınıflara kompozisyon dersi veriyorum, bu nedenle yeni — korkutucu, şaşırtıcı, büyüleyici veya distopik, nasıl gördüğünüze bağlı olarak — büyük dil modellemeleri ve bunların yazma ile öğretim arasındaki ilişkide olan rolü hakkındaki haberler genelde dostlarıma ve aileme beni hatırlatıyordu. Herkesin kendi lise yıllarıyla ilgili çok sayıda [genelde sıkıntılı] anıları olduğundan ve pek çok arkadaşımın şu anda eşim ve benim eğittiğimiz öğrencilerin yaşlarında çocukları olduğundan sosyal ortamlarda iş hakkında çok sık konuşuyoruz. Birden fazla AP dersine kayıtlı lise öğrencileri ne kadar stresli? Öğrencilerimizin hafta sonları Euphoria’dan bir bölüm gibi mi, yoksa, — bu epey endişe verici olurdu — 90’ların sonlarında kendi ergenlik partilerimize mi benziyor? Öğrencilerimizin niçin daha donanımlı olmalarını isteriz? Onları sınıfta telefonlarından nasıl uzak tutabiliriz? Ve son olarak ChatGPT ile ilgili haberler toplumun giderek genişleyen halkalarında yayıldıkça sürücüsüz bebek arabalarıyla ilgili e-postalara eşlik edenlerden çok da farklı olmayan sorular almaya başladım: Bildiğimiz hayatın otomasyon tarafından değiştirilmesi konusunda ne yapacağız?

ChatGPT’yi ilk kez eşimden duydum. Kendisi lisede fizik ve bilgisayar programlama dersleri verdiğinden İngilizce bölümündeki meslektaşlarım ve ben daha ChatGPT’yi duymadan çok evvel onun radarına girmişti. Bana, “Yakında herkes bunu konuşacak”. Elbette haklıydı ama o ilk gece akşam yemeğinde, onun tahminlerini panikçi ya da bilgisayar programlama öğretmenlerinin niş endişeleri olarak sayıp reddetmek daha kolaydı.

İlk cevabım yapay zekanın makalelere kıyasla öğrenci kodlarını taklit eden çalışmaları ne kadar kolay üretebileceği konusunda önemli farklılıklar olduğu konusunda ısrar etmek oldu. Ancak göz ardı edemediğim şey, ikimizin de verebileceği ödevlerden veya belirli öğrencilerimiz için çıkarımlardan çok daha geniş bir endişeydi: Programın kendisinin etik ve felsefi çıkarımları. Nick, ChatGPT’nin bir sinir ağı olduğunu açıkladı. Nick “O halde…” diye bana sordu: “ChatGPT’yi oluşturan bu sinir ağlarını bizim biyolojik nöron ağımızdan farklı kılan nedir?” Karbon bazlı yerine silikon olmaları gerçeği mi? Neden karbon temelli bir ağ bilincin gelişmesine olanak sağlarken silikon temelli bir ağ buna olanak sağlamıyordu? Tüm bu farkı sekiz ekstra proton nasıl olur da yaratabilir diye sordu. Nick’in düşünce tarzı benim için tahammül edilebilir değildi. Elbette bizi insan yapan karbonun ötesinde bir şey — belki de kelimelere dökemediğimiz, hatta varlığını ispatlayamadığımız bir şey — olduğu konusunda ısrarcı oldum. Duygulara, bağlara ve ilişkilere işaret etsem de bu insan yapan şeyin ne olduğunu tam olarak ifade edemedim.

Bugün zevk alarak tartışacağım bebek arabalarının aksine ChatGPT hakkında konuşmaktan nefret ediyorum ama yine de her zaman kendimi bunu yaparken buluyorum ve çoğu zaman da konuyu açan kişi ben oluyorum.

Bahar sömestrinin başında öğrencilerime düşünmeleri için bir metafor verdim: Bir yazma ödevini tamamlamak için ChatGPT’yi kullanmak [bunu yaptığını söylemeden] spor salonuna gitmek, koşu bandını saatte 10 mil hıza ayarlamak, 30 dakika çalıştırmak, ekranının fotoğrafını çekmek ve ardından altı dakikalık bir tempoda 5 mil koştuğunu iddia etmek gibi değil miydi? Bu olmuş gibi görünebilir ve öğrenci, çok pasif bir şekilde illüzyonu hayata geçirmekten sorumlu olabilir, fakat öğrenci başladığı zamankinden ya da altı dakikalık bir tempoda bir veya iki dakika ya da rahat bir koşuda 5 mil koşan öğrenciden daha fit ya da hızlı olamayacaktır.

Çoğu öğrenci metaforun doğruluğunu kabul etmiş görünüyordu. Öğrencilerimin [sadece benim faydama olsa bile] yakalanma korkusu, üretilen yazının kalitesiyle ilgili endişeler ve yıllardır yazma pratiği yapmamış olmanın bir noktada kendilerini yakalayabileceği hissi gibi çeşitli nedenlerle yazma ödevlerini tamamlamak için yapay zekâ kullanmaktan kaçındıklarını söylemeleri beni çok şaşırttı. Ancak bir öğrenci aynı fikirde olmadığını açıkça ifade etti: Yazma ödevinin amacının sadece not almak olduğunu savunuyordu. Çok fazla yazı yazmayı gerektiren bir alanda çalışmayı planlamıyordu ve eğer çalışacaksa ChatGPT’yi bunun için de kullanamaz mıydı?

Yazmanın nihai amacı fikrini tartışmaya açtığı için bir bakım rahatlamıştım ve bir yazma dersinin amacının yazmış görünmek değil, — bir diploma ve nihayetinde bir iş peşinde koşarken dersin kredisini almak için değil, söz konusu diplomanın işaret etmesi gereken ve söz konusu işin gerektirmesi muhtemel becerileri uygulamak için — yazmak olduğunu savunmaya hevesliydim.

Kibar davrandı ama ikna olmamıştı. Nereden geldiğini anlama konusunda ne kadar yetenekli olursam olayım [örneğin kendimi Calculus 131’de düşündüğümde] sözlerinin uyandırdığı panik duygusunu bastıramadım. Yazı yazmak logaritmik fonksiyonları öğrenmekten farklı değil mi? En azından dil, ifade ve bağlantı ile bu kadar derinden ilişkili olduğu için? Hatta çevremizdeki insanlara ve dünyaya gösterdiğimiz özenle de? Sadece yazmanın, hayatını kelimelerle çalışarak kazanan biri için başlı başına bir özen işi — fark etme, kaydetme ve tanıklık etme — olduğu için değil, aynı zamanda kolektif olarak insan dili ile makine dili arasındaki ayrımın önemsiz olduğuna, dilin otomatikleştirilebileceğinde hemfikirsek çok daha geniş bir şekilde tanımlanan özenden yoksun distopik bir geleceğe doğru koşar adım gitmiş olmaz mıyız?

Otomasyona diz çökerek karşı çıkmanın sadece savunmacı değil, aynı zamanda basit ve neredeyse her şekilde ikiyüzlülük olduğunun farkındayım. İşlerin eski yöntemlerle yapılmasının daha üstün olduğuna dayanan argümanlardan genellikle hoşlanmıyorum, zira bu argümanlar çoğu zaman [kasıtlı ya da değil] kadınların aile ve toplumdaki rollerine ilişkin gerici tutumlarla dolu. Yine de otomasyon yüzünden kaybettiğim onca şeyi düşünmeden edemiyorum. Şu anda ön siparişe sunulan Glüxkind Ella gibi otomatik bebek arabaları, hareketlilik yardımına ihtiyaç duyan bakıcılar için şüphesiz daha erişilebilir bir seçenek sunuyor. Tüm otomasyonların insan ilişkilerinin anlamını ortadan kaldırdığını, pil yerine kas gücüyle çalışan bir bebek arabasının bir şekilde daha anlamlı, daha gerçek bir ebeveynlik olduğunu söylemek abartılı olur. Yine de kızım bebekken, aile odamızda bulundurduğumuz pille çalışan bebek salıncağını çok severdi ve mantıksız olduğunu bilmeme rağmen bazen onunla onu rahatlatmanın ne kadar kolay olduğu konusunda belirsiz bir suçluluk duygusu hissederdim. Gerçek anne sevgisi, sırtım ağrıyana ve kaslarım yorgunluktan yanana kadar onu kollarımda sallamak olmamalı mıydı?

Yine de ev işlerini otomatikleştiren aletlerin geliştirilmesi ile feminizmin ilk dalgası arasında kurulan bağ uzun zamandır var ve hayatım boyunca gerçekleşen diğer teknolojik gelişmeler, sevdiğim veya anlam kattığım faaliyetlerle uğraşma şeklimi değiştirmiş olsalar bile benzer sancılar hissetmedim. Yıllar önce bir mikser aldım ve artık tereyağı ve şekeri elle krema haline getirmiyorum. Sadece bu makaleyi düşünürken aklıma bir şey geldi, peki kaybolan ne? Sevgi mi? Kol kasları mı? Zahmetin kendisindeki erdem, onu kurabiye pişirmek için kullanırken kaybolabilir. Bir zamanlar vasat da olsa hevesli bir fotoğrafçıydım, lisede karanlık odada saatlerimi fotoğraflarımda kötü yaptığım alan derinliğini, odağı, pozlamayı ya da çerçevelemeyi düzeltmeye çalışarak geçirirdim. Şimdi neredeyse herkes gibi ben de iPhone’umu kullanıyorum. Bazı durumlarda portre modunda. Evet, tüm bunlar çok daha verimli, ancak aynı zamanda yemek pişirmeyi veya fotoğraf çekmeyi anlamlı bir şey gibi hissettirmiyor.

Tüm çalışma ya da zahmet örneklerini doğası gereği erdemli gören bir 17. yüzyıl Kalvinisti gibi görünme riskini göze alarak; bir şey — ilgi? samimiyet? bağ? — tüm bu otomasyon içinde kaybolma tehlikesiyle yüz yüze. Büyükannemin ellerinin, bana ördüğü kazaklardaki düzgün dikiş sıralarına gösterdiği özeni görebiliyorum, çünkü ürünün yapımı zaman alıyordu. Eskiden fotoğraf çekmek ve banyo etmek daha uzun sürdüğü, görüntünün kaybolmayacağı daha az kesin olduğu için mi lise arkadaşlarımın filmle çektiğim portreleri daha kişisel hissettiriyor? Bir bebeği Viktorya döneminden kalma hantal bir bebek arabasıyla gezdirmek daha fazla emek gerektiriyorsa bu gezintiye daha fazla anlam — daha fazla sevgi — yüklemiyor mu?

Yine de nasıl örgü örüleceğini hatırlamıyorum ve sıfırdan kurabiye yapmayı bilmeme rağmen ailemin yediği yiyeceklerin büyük çoğunluğunu Trader Joe’dan alıyorum, böylece yoğun bir hafta içi gününün sonunda “ilginç” tatları yorucu bir şekilde birleştirebiliyorum. Bazen kötü bir aşçı olduğumla ilgili şakalar yapsam da aceleye getirilmiş — otomatize — yemek hazırlama sürecimden dolayı hakikaten üzüntü veya suçluluk hissetmiyorum ve çocuklarımın kazaklarını örmediğim için üzülmem felsefi değil duygusal bir bakış açısıyla oluyor. Keşke büyükannemin bana öğrettiği beceriyi hatırlayabilseydim çünkü onu çok seviyordum, çocuklarımın kazakları Gap Kids’ten olduğu için daha aşağı ya da az ilgili bilr kadın olduğumu düşündüğümden değil.

Yazmak benim için özen işi, çünkü ben bir yazarım ve öğrencilerin yazdıklarına yanıt vermek de benim için özen işi, çünkü ben bir öğretmenim. Yazmanın yiyecek ya da giyecekten daha az faydalı bir şey olmadığını savunanlar haklı mı? Bu, üzerinde düşünülmesi gereken rahatsız edici bir soru. Bu elbette şahsi açıdan — ama aynı zamanda liberal sanatlar eğitiminin rolü hakkında rahatsız edici bir düşünce çizgisine hızla yol açtığı için — doğru. Üniversite eğitiminin temelinde diploma alma ve bağlantılar kurma fırsatlarından ziyade öğrenmenin yattığı inancından vazgeçmek aşırı alaycı bir yaklaşım gibi geliyor ve belki de bu nedenle öğrencilerimin, yazmanın bir gün hayatlarında ne kadar küçük bir rol oynayacağına bakmaksızın, daha açık ve düşünerek yazmayı öğrenmenin zamanlarını değerlendirmek için kıymetli olduğu fikrine katılmalarını beklemenin makul olduğunu düşünüyorum.

Öğrencilerime sürücüsüz bebek arabalarından söz etmedim — ne olsa çoğunun ebeveyn olmayı düşünmesine bile on yıl var ve bebek arabalarının zihinlerinde benimkiler kadar büyük yer tutması pek olası değil — ama sürücüsüz araçlardan ve ölümle sonuçlanan araç kazası duyduğumda verdiğim kuşkusuz mantıksız olan tepkiden söz ettim. Sürücüsüz bir araçta kaza yapma olasılığının çok daha düşük olduğunu gösteren tüm istatistiklere aşina olsam da kendimin veya yolcularımın güvenliğinin kontrolünü [iyi bir sürücü olduğuma inanıyorum] teslim etmeyi hayal edemiyorum.

Bir öğrenci, “Peki ya araç kullanışınız konusunda yanıldığınıza ikna olabilseydiniz? Ya sürücüsüz modda araç kullanmanın herkes için daha güvenli olduğuna sizi ikna eden rakamları kendi gözünüzle görseydiniz?” diye sordu.

Haklı olduğunu elbette biliyordum ama yine de bunu aracımın kontrolünü aracın kendisine bırakmaktan hoşlanmamamla bağdaştıramıyordum. Yine de biri beni küçük bir uçağın kokpitine götürse ve otomatik pilotu açmamı ya da uçağı kendim uçurmaya çalışmamı teklif etse uçağın otomasyonuna güvenmekte tereddüt etmem, çünkü bir uçağı nasıl uçuracağımı bilmediğimi ve bir hata yapmanın neredeyse kesinlikle ölümcül olacağını çok iyi anlıyorum. Dik bir yokuşu çıkarken ya da uzun bir süre boyunca bebek arabasını itmek benim için hiç de zor değil. Dışarıda olmayı severim ve tek başıma ya da çocuklarımla yürüyüşe çıkmaktan keyif alırım. Belki de Glüxkind’in otomatik bebek arabasının gelişmiş güvenlik özelliklerinden bahsetmesi, benim bebek arabası itme uzmanlığıma dair kendini beğenmiş algımı tahmin ettiği içindir. “Ella” olarak adlandırılan bebek arabası, trafik algılama ve “geliştirilmiş çoklu fren sistemi” içeriyor. Pazarlama metni, hepimizin Potemkin Zırhlısı ya da Rosemary’nin Bebeği filmlerinden bildiği o korku kinayesine gönderme yaparcasına ebeveynlere “daha fazla huzur” vaat ediyor: “Kaçan bebek arabası mı? Ella varken olmaz”.

Fakat frenleri kullanma ve kaçma vakalarını önleme becerim de dahil bebek arabası sürme becerime olan güven, bazı öğrencilerimin yazma konusunda hissettikleri gibi değil. Araba sürmenin ya da bebek arabası itmenin aksine yazmak hem zorluğu hem de çoğu zaman belirsiz başarı ölçütleri nedeniyle göz korkutucu bir iş olabilir. Öğrencilerimin notlar hakkında en rekabetçi akranlarımdan ve benden bile çok farklı düşündüklerinden bahsetmiyorum bile. Notlar birçoğuna belirli bir konudaki performansı ya da hatta belirli bir beceriyi ölçmek için değil, karakterlerinin toptan onaylanması ya da öğütlenmek gibi geliyor. Öğrencilerim, benim — haklı olarak veya değil — kendimi “iyi bir sürücü” olarak gördüğüm gibi kendilerini de “iyi yazarlar” olarak görme eğiliminde değiller. Yazma ödevlerinde başarı ya da başarısızlığın getireceği riskler, öğrencilerimin çoğuna uçak kullanmaktan çok daha yakın geliyor. Yazmak, özen gösterecek bir şey değil ve yazıları hakkında geri bildirim almak, üzerinde durmadan sancı çektiğim bir şey olsa da muhtemelen özen göstermenin sebebi gibi hissettirmiyor.

Öğrencilerimle konuşmamın sonlarına doğru, Twitter’da tavsiye mektubu yazmak için yapay zekâ kullanımı üzerine bazı tartışmalar gördüğümden söz ettim. Öğrencilerimin tamamı, bir profesörün bunu yaptığını öğrendiklerinde kendilerini ihanete uğramış hissedeceklerini söylediler ve ben de bunun etik bir ihlal olduğu konusunda hemfikirdim. Ben nispeten hızlı yazan biriyim, öğrenciler benden mektuplarını yazmamı istediklerinde gurur duyuyorum ve bunu yapmaktan çekinmiyorum. Yine de not vermekten kesinlikle hazzetmiyor değilim. Öğrencilerle fikirleri, yazıları veya çalıştığımız metinleri anlamaları hakkında konuşmaktan hoşnutum ama not vermenin kendisi bir amaca ulaşmanın aracı gibi geliyor. Çoğu zaman bir öğrencinin nottan dolayı üzüleceğini ve çalışmasıyla ilgili konuşmalarımızın fikirleri, yazıları veya üzerinde çalıştığımız metinleri anlamasından ziyade Blackboard’daki kutuya yazdığım sayıya odaklanacağını biliyorum. Öğrencilerin çalışmalarına not vermek için ChatGPT’yi kullanmak ister miydim? Tabii ki isterdim. Ancak yapay zekadan bir tavsiye mektubu oluşturmasını istemeye benzer şekilde, bu etik dışı geliyor, çünkü ben notu bir öğrencinin zaman içindeki becerilerinin kusurlu bir ölçüsü olarak görürken çoğu öğrenci notları benimle ve dersimizdeki materyalle olan ilişkilerine derinden bağlı bir şey olarak görüyor.

Bu bağlamda distopik ve faydacı arasındaki çizgi tek değil. Sürücüsüz bebek arabalarının ya da hatta ChatGPT’nin insanlığın sonuna işaret ettiğini düşünmüyorum ama hayatlarımızı oluşturan sıradan ve küçük günlük anları yalnızca bir amaca yönelik bir araç olarak görme konusunda artan bir istekliliğe işaret ettiklerini düşünüyorum. Annie Dillard’ın yazar adaylarına verdiği tavsiyeyi sık sık düşünüyorum: Günlerimizi nasıl geçirdiğimiz, sonuçta hayatımızı nasıl geçirdiğimizdir. Benim açımdan mesele, belirli ebeveynlik vazifelerinin, ders vermenin bir unsurunun veya yazılı bir iletişim türünün amacını düşünmeye dayanıyor. Crate & Barrel sohbet robotunun aldığım kırık saksının iadesini gerçekleştirmesinden memnunum, tıpkı ailemin kıyafetlerini temiz tutmak için çamaşır makinemi ve kurutucumu kullanmaktan memnun olduğum gibi. Belki de yıllar sonra ChatGPT’ye otomatik şanzımanın ya da yazım denetiminin icadına baktığım gibi bakacağım: Teknolojik gelişimin istikrarlı ilerleyişinde faydalı ama nihayetinde kademeli bir adım. Eğer ailemin çamaşırlarını çamaşır tahtasında yıkıyor ve sonra da kurumaları için asıyor olsaydım, bu makaleyi yazıyor olmazdım. Ama aynı zamanda bu tür işlerden — bakmak, öğretmek, yazmak — mücadele etmeden vazgeçmememiz gerektiği hissinden de kurtulamıyorum.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English