Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

CIA Direktörü William Burns yazdı: Casusluk ve devlet idaresi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Daha önce ABD’nin Moskova Büyükelçisi olarak görev yapan ve uzun yıllarda boyunca Dışişleri Bakanlığında çeşitli pozisyonlarda bulunan William Burns, Joe Biden’ın başkanlığa gelmesiyle 2021’de CIA Direktörlüğüne atandı. Aşağıda tercümesi verilen ve önde gelen düşünce kuruluşlarından Council on Foreign Relations’ın yayınında yayımlanan makalesinde Burns, Ukrayna ihtilafı, ABD-Çin çekişmesi ve Amerikan istihbaratının kafasını kurcalayan zorluklara değinmiş.


Casusluk ve devlet idaresi: CIA’in Rekabet Çağı’na uygun dönüşümü

William J. Burns

Foreign Affairs

30 Ocak 2024

Ülkeler birbirlerinden sır sakladıkları süre boyunca birbirlerinden sır çalmaya da çalışmışlardır. Casusluk, teknikleri sürekli gelişse bile, devlet idaresinin ayrılmaz bir parçası olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Amerika’nın ilk casusları Devrim Savaşını birbirleriyle ve yabancı müttefikleriyle yazışmak için şifreler, gizli kurye ağları ve görünmez mürekkep kullanarak geçirdiler. İkinci Dünya Savaşı’nda, gelişmekte olan sinyal istihbaratı alanı Japonya’nın savaş planlarının ortaya çıkarılmasına yardımcı oldu. Soğuk Savaş’ın başlarında, Sovyet askeri tesislerini etkileyici bir netlikle fotoğraflayabilen U-2 ve diğer yüksek irtifa casus uçaklarının ortaya çıkmasıyla ABD’nin istihbarat kabiliyetleri tam anlamıyla stratosfere çıktı.

CIA’in Virginia Langley’deki merkezindeki anıt duvarına kazınmış basit yıldızlar, ülkelerine hizmet ederken hayatlarını kaybeden 140 teşkilat görevlisini onurlandırıyor. Anıt, sayısız cesur eylemin kalıcı bir hatırlatıcısı. Fakat bu kahramanlık örnekleri ve CIA’in pek çok gizli başarısı Amerikan kamuoyu tarafından teşkilatın tarihine zaman zaman gölge düşüren hatalardan çok daha az biliniyor. İstihbaratın belirleyici imtihanı, her zaman karar mercilerinin uluslararası ortamdaki derin değişimleri —her yüzyılda yalnızca birkaç kez ortaya çıkan plastik anlar— öngörmek ve bu değişimleri yönlendirmelerine yardımcı olmak olmuştur.

Başkan Joe Biden’ın da yinelediği üzere ABD, bugün Soğuk Savaş’ın şafağı ya da 11 Eylül sonrası dönem kadar önemli olan nadir dönemlerden biriyle karşı karşıya. Çin’in yükselişi ve Rusya’nın intikamcılığı, ABD’nin artık tartışmasız bir üstünlüğe sahip olmadığı ve varoluşsal iklim tehditlerinin arttığı yoğun stratejik rekabetin yaşandığı bir dünyada göz korkutucu jeopolitik zorluklar ortaya çıkarıyor. Sanayi Devrimi’nden ya da nükleer çağın başlangıcından bile daha kapsamlı bir teknoloji devrimi meseleleri daha da karmaşık hale getiriyor. Mikroçiplerden yapay zekâya ve kuantum hesaplamaya kadar yeni teknolojiler, bilişim mesleği de dahil olmak üzere dünyayı dönüştürüyor. Pek çok açıdan bu gelişmeler, CIA’in işini her zamankinden daha da zorlaştırıyor, düşmanlara kafamızı karıştırmak, bizden kaçmak ve bizi gözetlemek için güçlü yeni araçlar veriyor.

Ancak dünya ne kadar değişirse değişsin, casusluk insan ve teknoloji arasındaki bir etkileşim olmaya devam ediyor. Yalnızca insanların toplayabileceği sırlar ve sadece insanların yürütebileceği gizli operasyonlar olmaya devam edecektir. Teknolojik gelişmeler, özellikle de sinyal istihbaratındaki gelişmeler, bazılarının öngördüğü gibi bu tür insan operasyonlarını önemsiz hale getirmedi, bilakis uygulamalarında devrim yarattı. Yirmi birinci yüzyılda etkili bir istihbarat teşkilatı olabilmek için CIA’in yeni teknolojilere hakimiyeti ile her zaman mesleğimizin merkezinde yer alan insanlar arası becerileri ve bireysel cesareti harmanlaması gerekiyor. Bu da operasyon görevlilerinin sürekli teknolojik gözetimin olduğu bir dünyada casusluk yapabilmeleri için gerekli araç ve tekniklerle donatılması ve analistlerin en iyi insani kararları verebilmeleri için devasa miktarlardaki açık kaynaklı ve gizli olarak elde edilmiş bilgileri sindirebilecek sofistike yapay zekâ modelleriyle donatılması anlamına geliyor.

Aynı zamanda CIA’in topladığı istihbaratı kullanım biçimi de değişiyor. Rakipleri zayıflatmak ve müttefikleri toparlamak için bazı sırların kasıtlı olarak kamuoyuna açıklanması anlamına gelen “stratejik gizlilik kaldırma”, karar mercileri için daha da güçlü bir araç haline geldi. Bunu kullanmak, istihbarat toplamak için kullanılan kaynakları ya da yöntemleri pervasızca tehlikeye atmak anlamına gelmiyor ama her şeyi gizli tutma refleksine mantıklı bir şekilde direnmek anlamına geliyor. ABD istihbarat camiası, aynı zamanda istihbarat diplomasisinin artan değerini öğreniyor, müttefiklere yardım etme ve düşmanlara karşı koyma çabalarının karar mercilerini nasıl destekleyebileceğine dair yeni bir anlayış kazanıyor.

CIA ve tüm istihbarat mesleği açısından tarihi zorlukların yaşandığı, jeopolitik ve teknolojik değişimlerin şimdiye kadar karşılaştığımız en büyük sınavı oluşturduğu bir dönemdeyiz. Başarı, geleneksel insan istihbaratı ile gelişmekte olan teknolojilerin yaratıcı yollarla harmanlanmasına bağlı olacaktır. Başka bir deyişle, değişimle ilgili tek güvenli tahminin değişimin hızlanacağı olduğu bir dünyaya uyum sağlamayı gerektirecektir.

Dizginleri olmayan Putin

Soğuk Savaş sonrası dönem, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal ettiği anda mutlak surette sona erdi. Geçtiğimiz yirmi yıl, büyük bir kısmını Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in içinde barındırdığı kin, hırs ve güvensizliğin yanıcı bileşimini anlamaya çalışarak geçirdim. Öğrendiğim bir şey varsa o da Putin’in Ukrayna’yı ve Ukrayna’nın tercihlerini kontrol etme saplantısını hafife almanın her zaman bir hata olduğudur. Bu kontrol olmadan Rusya’nın büyük bir güç olmasının ya da kendisinin büyük bir Rus lider olmasının imkânsız olduğuna inanıyor. Bu trajik ve acımasız saplantı şimdiden Rusya’ya utanç getirdi ve tek boyutlu ekonomisinden şişirilmiş askeri gücüne ve yozlaşmış siyasi sistemine kadar zayıflıklarını ortaya çıkardı. Putin’in işgali aynı zamanda Ukrayna halkının nefes kesici bir kararlılık ve azim göstermesine de yol açtı. Rusya’nın hava saldırıları ve Ukrayna’nın savaş alanındaki azim ve yaratıcılığının canlı görüntüleriyle noktalanan Ukrayna’ya sık sık yaptığım savaş zamanı gezilerinde onların cesaretine ilk elden şahit oldum.

Putin’in savaşı Rusya açısından pek çok açıdan başarısızlıkla sonuçlandı. Kiev’i ele geçirme ve Ukrayna’ya boyun eğdirme şeklindeki asıl hedefinin aptalca ve hayali olduğu ispatlandı. Ordusu büyük zarar gördü. En az 315 bin Rus askeri öldü ya da yaralandı, Rusya’nın savaş öncesi tank envanterinin üçte ikisi yok edildi ve Putin’in on yıllardır övündüğü askeri modernizasyon programının içi boşaltıldı. Tüm bunlar, Batı’nın desteğiyle Ukraynalı askerlerin cesaret ve becerilerinin doğrudan bir neticesi. Bu arada Rusya’nın ekonomisi uzun vadeli gerilemeler yaşıyor ve ülke akıbetini Çin’in iktisadi vasalı olarak belirliyor. Putin’in abartılı hırsları başka bir şekilde de geri tepti: NATO’nun daha da büyümesini ve güçlenmesini sağladılar.

Putin’in baskıcı tutumu yakın zamanda zayıflayacak gibi görünmese de Ukrayna’daki savaşı ülke içindeki iktidarını sessizce aşındırıyor. Geçtiğimiz haziran ayında paralı asker lideri Yevgeniy Prigojin tarafından başlatılan kısa süreli kalkışma, Putin’in özenle cilalanmış kontrol imajının arkasında gizlenen bazı işlev bozukluklarına bir bakış sunmuştu. Prigojin’in ayak takımı isyancıları Moskova’ya doğru yol alırken Putin, düzenin hakemi olarak özenle ün kazanmış bir liderden ziyade kopuk ve kararsız görünüyordu. Rus seçkinlerinin pek çoğu açısından mesele kralın çıplak olup olmadığı değil, giyinmesinin neden bu kadar uzun sürdüğüydü. Ödeşmenin nihai havarisi olan Putin, kalkışmasını başlattıktan iki ay sonra şaibeli bir uçak kazasında ölen Prigojin ile sonunda hesaplaştı. Fakat Prigojin’in Putin’in savaşının özündeki yalanlara, askeri yanlış kararlara ve Rus siyasi sisteminin kalbindeki yozlaşmaya dönük ısırgan eleştirisi yakında ortadan kalkmayacak.

Bu yıl, Ukrayna’daki savaş alanında, sonuçları ülkenin özgürlüğünü ve bağımsızlığını sürdürmek için verdiği kahramanca mücadelenin çok ötesine geçecek bir dayanıklılık testi olacak gibi görünüyor. Putin, Çin’den aldığı kritik parçaların yanı sıra İran ve Kuzey Kore’den aldığı silah ve mühimmatla ülkenin savunma üretimini yeniden canlandırırken rüzgârın kendisinden tarafa estiğine, Ukrayna’yı ezip geçebileceğine ve onun Batılı destekçilerini yıpratabileceğine dair bahse girmeye devam ediyor. Ukrayna’nın önündeki zorluk Putin’in kibrini kırmak ve yalnızca cephede ilerleme kaydederek değil, aynı zamanda cephe gerisinde daha derin saldırılar düzenleyerek ve Karadeniz’de istikrarlı kazanımlar elde ederek çatışmanın devam etmesinin Rusya’ya maliyetinin yüksek olduğunu göstermektir. Bu ortamda Putin, yeniden nükleer kılıcı sallamaya başlayabilir ve tırmanma riskini tamamen göz ardı etmek aptallık olur. Fakat bu risklerden boş yere korkmak da aynı derecede aptalca olacaktır.

Başarının anahtarı, Ukrayna’ya dönük Batı yardımının korunmasında yatıyor. ABD savunma bütçesinin yüzde beşinden daha az olan bu yardım, ABD açısından kayda değer jeopolitik getirileri ve Amerikan endüstrisi açısından kayda değer getirileri olan nispeten mütevazı bir yatırım. Silah akışının devam etmesi, ciddi müzakereler için bir fırsat doğması halinde Ukrayna’yı daha güçlü bir konuma getirecektir. Bu, Ukrayna için uzun vadeli bir kazanç ve Rusya için stratejik bir kayıp sağlama şansı sunuyor; Ukrayna egemenliğini koruyabilir ve yeniden inşa edebilirken Rusya, Putin’in çılgınlığının kalıcı maliyetleriyle uğraşmak zorunda kalacaktır. ABD’nin bu kritik zamanda çatışmadan çekilmesi ve Ukrayna’ya desteğini kesmesi, kendi kalesine tarihi boyutlarda bir gol atmak olacaktır.

Şi’nin güç oyunu

Hiç kimse ABD’nin Ukrayna’ya sunduğu desteği Çinli liderler kadar yakından takip etmiyor. Çin, ABD’nin hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de bunu yapabilecek iktisadi, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek rakibi olmaya devam ediyor. Ülkenin son elli yıldaki iktisadi dönüşümü olağanüstü oldu. Bu, Çin halkının büyük övgüyü hak ettiği ve dünyanın geri kalanının müreffeh bir Çin’in küresel bir fayda olduğu inancıyla geniş ölçüde desteklediği bir dönüşüm. Mesele Çin’in yükselişinin kendisi değil, ona giderek daha fazla eşlik eden tehditkâr eylemler. Çin lideri Şi Cinping, üçüncü devlet başkanlığı dönemine Mao Zedong’dan bu yana seleflerinin hepsinden daha fazla güce sahip olarak başladı. Şi, bu gücü Çin’in dönüşümünü mümkün kılan uluslararası sistemi güçlendirmek ve canlandırmak için kullanmak yerine, onu yeniden yazmaya çalışıyor. İstihbarat mesleğinde liderlerin söylediklerini dikkatle inceleriz. Ancak ne yaptıklarına daha da fazla dikkat ederiz. Şi’nin Putin ile “sınır tanımayan” ortaklığından Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrara yönelik tehditlerine kadar içeride artan baskısını ve dışarıdaki saldırganlığını görmezden gelmek mümkün değil.

Fakat Batı’nın dayanışmasının Şi’nin ocak ayında yeni Devlet Başkanı Lai Çing-te’yi seçen Tayvan’a karşı güç kullanmanın riskleri konusundaki hesapları üzerindeki etkisi de öyle. ABD’yi sönmekte olan bir güç olarak görmeye meyilli olan Şi açısından Amerika’nın Ukrayna konusundaki liderliği kesinlikle sürpriz oldu. ABD’nin Putin’in saldırganlığına karşı koymak için iktisadi acı çektirme ve bu acıyı absorbe etme istekliliği —ve müttefiklerini de aynı şeyi yapmaları için bir araya getirme becerisi— Pekin’in Amerika’nın ölümcül bir düşüşte olduğuna dair inancıyla güçlü bir şekilde çelişti. Çin kıyılarına yaklaştıkça, Amerika’nın Hint-Pasifik’teki müttefik ve ortak ağının dayanıklılığı Pekin’in düşünceleri üzerinde ayıltıcı bir etki yarattı. Çinlilerin Amerika’nın beceriksizliğine dair algılarını yeniden canlandırmanın ve Çin’in saldırganlığını körüklemenin en kesin yollarından biri Ukrayna’ya verilen destekten vazgeçmek olacaktır. Ukrayna’ya maddi desteğin devam etmesi Tayvan’ın zararına olmaz; ABD’nin kararlılığına dair Tayvan’a yardımcı olacak ciddi bir mesaj gönderir.

Çin ile rekabet, bu ülke ile ABD arasındaki yoğun iktisadi karşılıklı bağımlılık ve ticari bağlar zemininde gerçekleşiyor. Bu tür bağlar iki ülkeye ve dünyanın geri kalanına oldukça iyi hizmet etti ama aynı zamanda ABD’nin güvenliği ve refahı açısından kritik kırılganlıklar ve ciddi riskler yarattı. Kovid-19 salgını, hayat kurtaran tıbbi malzemeler için herhangi bir ülkeye bağımlı olmanın tehlikesini her hükümete açıkça gösterdi; tıpkı Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının Avrupa’ya enerji için tek bir ülkeye bağımlı olmanın risklerini açıkça göstermesi gibi. Günümüz dünyasında hiçbir ülke kendisini kritik mineraller ve teknolojiler konusunda tek bir tedarikçinin insafına terk etmek istemez; özellikle de bu tedarikçi söz konusu bağımlılıkları silah haline getirmeye niyetliyse. Amerikalı karar mercilerinin de savunduğu üzere, en iyi yanıt makul bir şekilde “riski azaltmak” ve çeşitlendirmek; ABD’nin tedarik zincirlerini güvence altına almak, teknolojik üstünlüğünü korumak ve endüstriyel kapasitesine yatırım yapmaktır.

Bu istikrarsız ve ayrışmış dünyada “riskten korunan ortanın” ağırlığı giderek artıyor. Demokrasiler ve otokrasiler, gelişmiş ekonomiler ve gelişmekte olanlar ve küresel Güney’deki ülkeler, seçeneklerini en üst düzeye çıkarmak için ilişkilerini çeşitlendirmeye giderek daha fazla niyetleniyorlar. ABD ya da Çin ile tek eşli jeopolitik ilişkilere bağlı kalmanın çok az faydasını ve çok fazla riskini görüyorlar. Daha fazla ülkenin “açık” bir jeopolitik ilişki statüsüne (ya da en azından “karmaşık” bir ilişki statüsüne) yönelmesi, Çin ile ilişkilerini geliştirirken bazı konularda ABD’nin izinden gitmesi muhtemel. Ve eğer mazi emsal teşkil ediyorsa Washington, tarihsel olarak büyük güçler arasındaki çatışmaları tetiklemeye yardımcı olan ve sayıları giderek artan orta güçler arasındaki rekabete dikkat etmeli.

Tanıdık bir engel

Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’de gerçekleştirdiği katliamın yol açtığı kriz, Orta Doğu’nun ABD için oluşturmaya devam ettiği alternatiflerin karmaşıklığını acı bir şekilde hatırlatıyor. Çin ile rekabet Washington’un en yüksek önceliği olmaya devam edecek, ancak bu diğer zorluklardan kaçabileceği anlamına gelmiyor. Bu yalnızca ABD’nin dikkatli ve disiplinli bir şekilde hareket etmesi, aşırıya kaçmaktan kaçınması ve nüfuzunu akıllıca kullanması gerektiği anlamına geliyor.

Son kırk yılın büyük bir kısmını Orta Doğu’da ve Orta Doğu üzerine çalışarak geçirdim ve bu kadar karışık ya da patlamaya hazır bir bölge çok az gördüm. İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki yoğun kara harekâtını durdurmak, acı çeken Filistinli sivillerin derin insani ihtiyaçlarını karşılamak, rehineleri kurtarmak, çatışmanın bölgedeki diğer cephelere yayılmasını önlemek ve Gazze’de “ertesi gün” için uygulanabilir bir yaklaşım şekillendirmek inanılmaz derecede çetin meseleler. İsrail’in güvenliğinin yanı sıra Filistin devletini de teminat altına alan ve Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle normalleşme için tarihi fırsatlardan yararlanan kalıcı bir barış umudunu yeniden canlandırmak da öyle. Mevcut krizin ortasında bu ihtimalleri tahayyül etmek ne kadar zor olsa da bu ihtimalleri ciddiyetle takip etmeden krizden çıkmayı hayal etmek daha da zor.

İsrail’in ve bölgenin güvenliğinin anahtarı İran ile başa çıkmaktır. İran rejimi krizden cesaret aldı ve nükleer programını genişletirken ve Rusya’nın saldırganlığını mümkün kılarken son bölgesel vekiline kadar savaşmaya hazır görünüyor. İran’ın müttefiki olan Yemenli isyancı grup Husiler, 7 Ekim’den sonraki aylarda Kızıldeniz’de ticari gemilere saldırmaya başladı ve diğer cephelerde tırmanma riskleri devam ediyor.

ABD, Orta Doğu’nun can sıkıcı sorunlarının çözümünden tek başına sorumlu değil. Fakat bunların hiçbiri, ABD’nin aktif liderliği olmadan çözülmek bir yana, yönetilemez bile.

Bizim gibi casuslar

Jeopolitik rekabet ve belirsizlik —iklim değişikliği ve yapay zekâ gibi benzeri görülmemiş teknolojik ilerlemeler gibi ortak zorluklardan bahsetmiyorum bile—son derece karmaşık bir uluslararası manzara oluşturuyor. CIA açısından mecburiyet, hızla dönüşen bu dünyaya ayak uydurmak için istihbarat yaklaşımını dönüştürmektir. Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines’in liderliğindeki CIA ve Amerikan istihbarat camiasının geri kalanı, bu anı gerektirdiği aciliyet ve yaratıcılıkla karşılamak için fazlaca çalışıyor.

Bu yeni manzara insan istihbaratına odaklanmış bir teşkilat açısından özel zorluklar ortaya koyuyor. ABD’nin başlıca rakipleri olan Çin ve Rusya’nın küçük ve dar danışman çevreleri içinde faaliyet gösteren kişisel otokratlar tarafından yönetildiği bir dünyada, liderlerin niyetleri hakkında fikir edinmek her zamankinden hem daha önemli hem de daha zor.

Tıpkı 11 Eylül’ün CIA için yeni bir dönemi başlatması gibi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi de yeni bir dönemi başlattı. CIA ve istihbarat ortaklarımızın Başkan ve üst düzey karar mercilerine ve özellikle de Ukraynalılara Putin’i engelleme konusunda yardımcı olmak için yaptıkları çalışmalardan büyük gurur duyuyorum. Birlikte, yaklaşan işgal konusunda erken ve doğru uyarılarda bulunduk. Bu bilgi aynı zamanda Başkan’ın Kasım 2021’de Putin ve danışmanlarını planladıklarını bildiğimiz saldırının sonuçları konusunda uyarmak üzere beni Moskova’ya göndermeye karar vermesini sağladı. Ukrayna’ya hâkim olma fırsatının kapandığına ve yaklaşan kışın elverişli bir fırsat sunduğuna inanan Putin ve danışmanları, kendi konumlarını abartarak ve Ukrayna’nın direnişini ve Batı’nın kararlılığını hafife alarak, kayıtsız ve müdanasız bir tavır sergilediler.

İyi istihbarat o zamandan beri Başkan’ın Ukrayna’ya yardım sunmak üzere güçlü bir ülke koalisyonunu harekete geçirmesine ve sürdürmesine yardımcı olmuştu. Aynı zamanda Ukrayna’nın kendisini olağanüstü bir cesaret ve azimle savunmasına da ön ayak olmuştu. Başkan ayrıca stratejik gizliliğin kaldırılmasından da yaratıcı bir şekilde yararlanmıştı. İşgalden önce yönetim, İngiliz hükümeti ile birlikte, suçu Ukraynalıların üzerine atmak ve Rusya’nın askerî harekâtına bahane sağlamak üzere tasarlanmış “sahte bayrak” operasyonlarına dönük planlarını ifşa etmişti. Bu ve daha sonraki ifşaatlar, Putin’in geçmişte sık sık silah olarak kullandığını gördüğüm sahte anlatıları reddetti. Onu rahatsız edici ve alışık olmadığı bir şekilde geri adım atmak zorunda bıraktılar. Ve hem Ukrayna’yı hem de onu destekleyen koalisyonu güçlendirdiler.

Bu arada, savaşa karşı duyulan hoşnutsuzluk, devlet propagandası ve baskının kalın yüzeyinin altında Rus liderliğini ve Rus halkını kemirmeye devam ediyor. Bu hoşnutsuzluk akımı CIA için nesilde bir kez görülebilecek bir adam toplama fırsatı yaratıyor. Bunun boşa gitmesine izin vermeyeceğiz.

Rusya en yakın tehdit olsa da Çin uzun vadede daha büyük bir tehdit ve son iki yıldır CIA kendisini bu önceliği yansıtacak şekilde yeniden organize ediyor. Uzun zaman önce öğrendiğim bir kurumsal hakikati kabul ederek işe başladık; bütçeler onları yansıtmadığı sürece öncelikler gerçek değildir. Bu doğrultuda CIA, dünya genelinde Çin ile ilgili istihbarat toplama, operasyon ve analiz çalışmalarına önemli ölçüde daha fazla kaynak ayırdı; yalnızca son iki yılda Çin’e odaklanan genel bütçemizin yüzdesini iki katından fazla artırdık. Latin Amerika’dan Afrika’ya ve Hint-Pasifik bölgesine kadar dünyanın dört bir yanında Çin ile rekabet edebilmek için çabalarımızı artırırken daha fazla Mandarin konuşanı işe alıyor ve eğitiyoruz.

CIA’in on kadar “görev merkezi” var, bunlar kurumun çeşitli müdürlüklerinden görevlileri bir araya getiren konuya özel gruplar. 2021 yılında sadece Çin’e odaklanan yeni bir görev merkezi kurduk. Tek ülkeli tek görev merkezi olan bu merkez, bugün CIA’in her köşesine yayılmış bir iş olan Çin ile ilgili çalışmaları koordine etmeye yönelik merkezi bir mekanizma sağlıyor. Ayrıca Pekin’deki muhataplarımızla istihbarat kanallarını sessizce güçlendiriyoruz ki bu da karar mercilerinin gereksiz yanlış anlamalardan ve ABD ile Çin arasında kasıtsız çarpışmalardan kaçınmalarına yardımcı olmak için önemli bir araç.

Çin ve Rusya, CIA’in dikkatinin büyük bir kısmını meşgul etse de teşkilat terörle mücadeleden bölgesel istikrarsızlığa kadar diğer zorlukları ihmal etmeyi göze alamaz. ABD’nin Temmuz 2022’de Afganistan’da El Kaide’nin kurucularından ve eski lideri Eymen ez-Zevahiri’ye karşı gerçekleştirdiği başarılı saldırı, CIA’in terör tehditlerine karşı mücadeleye odaklandığını ve bu konuda önemli kabiliyetlerine sahip olduğunu gösterdi. CIA ayrıca her yıl on binlerce Amerikalının ölümüne neden olan sentetik opioid fentanil istilasıyla mücadeleye yardımcı olmak için kayda değer kaynaklar ayırıyor. Ve yalnızca Kuzey Kore ve Güney Çin Denizi gibi uzun zamandır stratejik olarak önemli kabul edilen yerlerde değil, aynı zamanda Latin Amerika ve Afrika gibi jeopolitik önemi önümüzdeki yıllarda artacak olan dünyanın bazı bölgelerinde de tanıdık bölgesel zorluklar ortaya çıkıyor.

Daha akıllı casuslar

Bu arada biz de gelişen teknolojiye yaklaşımımızı dönüştürüyoruz. CIA, bireylerden istihbarat toplamaya dönük eski tekniklerle —insan istihbaratı ya da HUMINT— yüksek teknoloji araçlarını harmanlamak için çalışıyor. Teknoloji elbette casusluğun pek çok yönünü her zamankinden daha zor hale getiriyor. Her sokakta video kameraların bulunduğu ve yüz tanıma teknolojisinin giderek yaygınlaştığı akıllı kentler çağında casusluk yapmak çok daha zor hale geldi. Sürekli gözetim, yurt dışında düşman bir ülkede çalışan ve değerli bilgiler sunmak için kendi güvenliklerini riske atan kaynaklarla görüşen bir CIA görevlisi için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Ancak bazen CIA’in aleyhine işleyen aynı teknoloji —ister teşkilatın faaliyetlerindeki kalıpları ortaya çıkarmak için büyük veri madenciliği olsun, ister bir ajanın her hareketini izleyebilen devasa kamera ağları olsun— CIA’in lehine ve başkalarının aleyhine de işleyebilir. CIA yeni teknolojileri kullanmak için rakipleriyle yarışıyor. Teşkilat, ilk teknoloji şefini atadı. Ve Amerikan inovasyonunun kayda değer bir rekabet avantajı sunduğu özel sektörle daha iyi ortaklıklar kurmaya odaklanan yeni bir görev merkezi daha kurdu.

CIA’in kurum içi bilimsel ve teknolojik kabiliyetleri halen mükemmel. Teşkilat yıllar içinde depolar dolusu casus aygıtı geliştirdi; benim favorim yusufçuk gibi görünen ve havada süzülen tasarımlı Soğuk Savaş kamerası. Yapay zekâ alanındaki devrim ve gizli olarak topladığımız bilgilerin yanı sıra açık kaynaklı bilgilerin çığ gibi büyümesi, CIA analistleri açısından tarihi yeni fırsatlar yaratıyor. Tüm bu materyalin daha hızlı ve daha verimli bir şekilde sindirilmesine yardımcı olacak yeni yapay zekâ araçları geliştiriyoruz ve böylece görevlilerin en iyi yaptıkları işe (karar mercileri açısından neyin en önemli olduğu ve ABD’nin çıkarları için neyin en önemli olduğu konusunda mantıklı yargılar ve içgörüler sağlamaya) odaklanmalarını sağlıyoruz. Yapay zekâ, insan analistlerin yerini almayacak ama şimdiden onları güçlendiriyor.

Bu yeni dönemde bir diğer öncelik de CIA’in dünya çapında sahip olduğu eşsiz istihbarat ortaklıkları ağını derineşiyor ki bu ABD’nin yalnız rakiplerinin şu anda sahip olmadığı bir değer. CIA’in ortaklarından —onların koleksiyonlarından, uzmanlıklarından, bakış açılarından ve pek çok yerde teşkilatın yapabildiğinden daha kolay faaliyet gösterme kapasitelerinden— faydalanabilmesi başarısı için kritik öneme sahip. Diplomasi bu eski ve yeni ortaklıkların yeniden canlandırılmasına bağlı olduğu gibi istihbarat da buna bağlı. İstihbarat mesleği özünde insani etkileşimlerle ilgilidir ve en yakın müttefiklerimizle bağlarımızı güçlendirmek, en azılı düşmanlarımızla iletişim kurmak ve aradaki herkesi geliştirmek için doğrudan temasın yerini hiçbir şey tutamaz. Direktör olarak görev yaptığım yaklaşık üç yıl boyunca 50’den fazla yurt dışı seyahatinde bu ilişkilerin tüm aşamalarını yaşadım.

Bazen istihbarat görevlileri açısından diplomatik temasın resmi tanıma anlamına gelebileceği durumlarda tarihi düşmanlarla uğraşmak daha uygun. Bu nedenle Başkan beni, ABD birliklerinin nihai çekilişinden hemen önce Taliban liderliğiyle temas kurmam için 2021’in ağustos ayının sonlarında Kabil’e göndermişti. Bazen CIA’in dünyanın karmaşık bölgelerindeki ilişkileri, insani ateşkes ve Gazze’deki rehinelerin serbest bırakılması için Mısır, İsrail, Katar ve Hamas ile devam eden müzakerelerde olduğu gibi pratik olanaklar sunabilir. Bazen bu tür bağlar siyasi iniş çıkışlarla dolu ilişkilerde sağduyulu bir denge sağlayabilir. Bazen de istihbarat diplomasisi çıkarların yakınlaşmasını teşvik edebilir ve ABD’li diplomatların ve karar mercilerinin çabalarını sessizce destekleyebilir.

Gölgelerde

Her gün dünyanın dört bir yanındaki istasyonlardan gelen telgrafları okurken, yabancı başkentlere seyahat ederken veya merkezdeki meslektaşlarımla konuşurken CIA görevlilerinin kabiliyet ve cesaretlerinin yanı sıra karşılaştıkları amansız zorlukları da hatırlıyorum. Zor yerlerde zor işler yapıyorlar. Özellikle 11 Eylül’den bu yana inanılmaz hızlı bir tempoda çalışıyorlar. Hakikaten de bu yeni ve ürkütücü çağda CIA’in misyonunu yerine getirebilmesi, çalışanlarımıza sahip çıkmamıza bağlı. Bu nedenle CIA, merkezdeki ve sahadaki tıbbi kaynaklarını güçlendirdi, aileler, uzaktan çalışanlar ve iki kariyerli çiftler için programlar geliştirdi ve özellikle teknoloji uzmanları için daha esnek kariyer yolları araştırdı, böylece görevliler özel sektöre geçebilir ve daha sonra teşkilata geri dönebilir.

Yeni görevliler için işe alım sürecimizi kolaylaştırdık. Artık başvurudan nihai teklife ve güvenlik iznine geçmek iki yıl öncesine göre dörtte bir oranında daha kısa sürüyor. Bu iyileştirmeler, CIA’e olan ilginin artmasına katkıda bulundu. 2023 yılında, 11 Eylül’ün hemen sonrasından bu yana herhangi bir yılda olduğundan daha fazla başvuru aldık. İşgücümüzü çeşitlendirmek için de çok çalışıyoruz. 2023’te işe alınan kadın ve azınlık görevlilerin yanı sıra teşkilatın en üst kademelerine terfi edenlerin sayısı bakımından tarihi zirvelere ulaştık.

CIA görevlileri zorunlu olarak gölgelerde, genelde gözden ve akıldan uzakta çalışırlar; aldıkları riskler ve yaptıkları fedakarlıklar nadiren iyi anlaşılır. ABD’nin kamu kurumlarına olan güvenin azaldığı bir dönemde CIA, benim ve teşkilattaki diğer herkesin anayasayı korumak için ettiğimiz yemine ve yasalar karşısındaki yükümlülüklerimize bağlı, kararlı bir şekilde apolitik bir kurum olmaya devam ediyor.

CIA görevlileri aynı zamanda bir ekip duygusuyla ve Amerikan tarihinin bu kritik anında kamu hizmetine olan derin ve ortak bağlılıkla birbirlerine bağlı. Yıllar önce seçkin bir askeri kariyere sahip olan babamdan aldığım tavsiyenin doğruluğunu biliyorlar. İş hayatımda ne yapacağımı düşünürken bana el yazısıyla bir not göndermişti: “Hiçbir şey seni ülkene onurla hizmet etmekten daha fazla gururlandıramaz.” Bu, önce Dışişleri Bakanlığı’nda ve şimdi de CIA’de olmak üzere devlette uzun ve şanslı bir kariyere başlamama yardımcı oldu. Yaptığım seçimden asla pişman olmadım. Kendileri için aynı şeyleri hisseden ve yeni bir çağın zorluklarına göğüs geren binlerce CIA görevlisiyle birlikte hizmet etmekten büyük gurur duyuyorum.

DÜNYA BASINI

Amerikan sağının yeni Vahşi Batı’sı olarak Grönland

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın Grönland’ı, gerekirse askeri zor yoluyla Amerikan topraklarına katmak istemesi üzerine çok şey yazıldı ve yazılmaya devam ediyor. Yenilenmiş bir tür Amerikan milliyetçiliğine ve iktisadi merkantilizmle belirlenmiş “saf jeopolitik” kavrayışına yaslanan bu yeni yayılmacılığın bir de Kuzey Amerika’nın iç sömürgeleştirilmesine yönelik kolonist zihnin canlandırılması eşlik ediyor. “Amerikan sınırı” (American frontier) ya da “Vahşi Batı” olarak da bilinen Birleşik Devletler’in batı bölgelerine yönelik beyaz yerleşimci hücumu, esas olarak “sınır zihniyeti” kavramında cisimleşen bir milliyetçi-sömürgeci söylemin başar unsurlarından biriydi. Çevirisini verdiğimiz makalede de bahsi geçen tarihçi Frederick Jackson Turner, bu terimin “Kızılderili tüccarlar, avcılar, madenciler, çiftlik sahipleri, ormancılar ve her türden maceraperest tarafından seyrek olarak işgal edilen toprak kuşağı” anlamına geldiğini ve “genişleyen bir toplumun esasen özgür toprakların kenarındaki geçici sınırını” oluşturduğunu belirtiyordu. Hem “sınır”, hem de Amerikan batısı, vahşilik/ilkellik ile modern toplum/medeniyet arasındaki ayrım çizgisine işaret ediyordu. Elbette, bu sınır mentalitesi, beyaz yerleşimcilerin “uygarlaştırıcı” misyonu ile “vahşi” yerlilerin tehcirini, mülksüzleştirimesini, katledilmesini ya da mümkünse ehlileştirilmesini içeriyordu. Amerikan yerleşimcilerinin üçüncü “sınır” mücadelesinde işgal edilen Vahşi Batı (aşağı yukarı 1840-1890 arası), bugün hâlâ Amerikan ve dünya kültüründe önemli bir yeri olan tekdüze manzaranın benzersiz unsuru “kovboy” imajı ile bilinir. Toprakla uğraşmak, zorlu doğa koşulları, karmaşık ve tehlikeli kentlerden uzaklık… Amerikan yerleşimcilerinin Avrupa’daki faşist hareketlere ilham kaynağı olan “meziyetleri”dir bunlar ve Grönland, yeni Amerikan yerleşimci mantığına ve yayılmacılığına çok uygun bir peyzaj sunmaktadır. Üstelik bu, şimdi yeni teknoloji milyarderleri tarafından gündeme getirilmektedir.


Grönland için Ruhani Dava

Ian Ward
Politico
16 Ocak 2024

Seçilmiş Başkan Donald Trump ABD’nin Grönland üzerindeki kontrolünü genişletme önerisine yoğunlaşırken, MAGA [Amerika’yı Yeniden Büyük Yap] hareketindeki müttefiklerinin çoğu bu hamleyi geleneksel dış politika terimleriyle savundu. Bu argümanın yaygın bir biçimine göre, Grönland’ı satın alarak, ilhak ederek ya da hükümetiyle yeni bir anlaşma yaparak üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak, ada ülkesinin kilit nakliye yollarına yakınlığı, Kuzey Kutbunu kontrol etmek için jeostratejik önemi ve kritik minerallerin geniş rezervleri göz önüne alındığında, Amerika’nın acil jeopolitik ve ekonomik çıkarlarına hizmet edecektir.

Fakat Trump’ın katı Amerikan milliyetçiliğinin güçlü bir tekno-ütopyacılıkla birlikte var olduğu, Yeni Sağ olarak bilinen muhafazakâr hareketin kıyısında, Trump’ın savunucuları Grönland’ı almak için daha az geleneksel –ama daha az etkili olmayan– bir durum ortaya koyuyorlar. Yeni Sağ’ın birçoğunun gözünde Grönland’ı almak sadece Amerika’nın maddi ve stratejik çıkarları için değil; aynı zamanda Amerika’nın manevi refahı için de kilit önem taşıyor.

Bu argümanın versiyonları Vahşi Batı’dan gerçek manyaklıklara kadar çeşitlilik gösteriyor: Yeni Sağ’dan bazıları Grönland’ı almanın yeni bir Amerikan sınırının açılmasını temsil edeceğini, 19. yüzyılın Amerikan öncülerine büyük ölçüde aşılayan “sınır zihniyetini” ve “yerleşimci ruhunu” yeniden canlandıracağını savunuyor. Diğerleri ise Grönland’ın, nihai olarak Mars’a yerleşmek de dahil olmak üzere, Amerikan genişlemesinin daha iddialı başarıları için bir tür manevi ve teknolojik hazırlık alanı olarak hizmet edebileceğini savunuyor. Vurgu ve kapsamdaki farklılıklara rağmen, bu argümanların çoğu Trump’ın yeniden seçilmesinin Amerika’yı manevi bir canlanmanın eşiğine getirdiği ve bölgesel genişlemenin bu dönüşüm için gerekli bir katalizör görevi görebileceği önermesinden yola çıkıyor.

Trump’ın mega bağışçısı ve Peter Thiel’in Palantir’deki kurucu ortağı Joe Lonsdale, BBC’ye verdiği son röportajda, “Bence sınırlara sahip olmak çok sağlıklı” dedi. “Bu bir sınır zihniyeti – yeni olasılıkları değerlendiriyor, yeni şeyler yaratıyor.”

Şimdiye kadar bu argümanlar, birçoğu Silikon Vadisi’nin yükselen “teknoloji sağı” ile bağları olan küçük –ve ziyadesiyle çevrimiçi– bir muhafazakâr kadro etrafında dönüp duruyordu. Fakat yeni Trump yönetiminde güçlü ve potansiyel olarak sempatik bir kitle bulabilirler. Bu potansiyel müttefiklerin başında, şu anda Grönland’ı kontrol eden ve kaderini belirlemede etkili olacak Danimarka’ya, Trump’ın büyükelçi olarak seçtiği Ken Howery geliyor. Silikon Vadisi’ndeki “PayPal mafyası”nın orijinal bir üyesi ve Trump’ın eski İsveç Büyükelçisi Howery, hem Elon Musk’a hem de Yeni Sağ’da önemli bir figür olan Thiel’e yakın.

Birçok durumda muhafazakârlar, Amerikalıların lise tarih derslerinden aşina olabilecekleri bir kavramdan yola çıkıyorlar: Frederick Jackson Turner’ın “sınır tezi”. Turner tarafından ilk kez 1893’te ortaya atılan bu teori, Amerika’nın Batı sınırına yerleşilmesinin ülkenin gelişmekte olan kültürünü ve siyasi ahlakını şekillendirmede önemli bir rol oynadığını ve 1890’larda sınırın kapanmasının ülkenin benlik algısı için büyük bir tehdit oluşturduğunu savunuyor.

Daha çağdaş tarihçiler Turner’ın tezine karşı çıksalar da Trump’ın müttefikleri onun önerisini savunurken Turner’ın görüşlerini açıkça dile getirdiler. Aralık ayında, Yeni Sağ’ın en iddialı milliyetçi kanadının sözcüsü haline gelen IM-1776 dergisi, Grönland’a yerleşmenin “Batılı insanların girmesi için yeni bir bölgenin açılmasını, zamanla soğuk iklim ve sert arazi tarafından şartlandırılmış yeni bir halk oluşturacak bir sınırı” temsil edeceğini savunan isimsiz bir yazarın makalesini yayınladı.

Daha ana akım muhafazakârlar da benzer bir ses çıkardılar. Bu hafta, Trump’a yakın düşünce kuruluşu Center for Renewing America’nın başkan yardımcısı Eric Teetsel, Trump’ın Grönland önerisini “Plymouth Rock’tan Lewis ve Clark’a, Sooner’lardan 49er’lara, daha iyi bir yaşam hayallerinin peşinde uzun ihtimallere meydan okuyan kaşifler” geleneğine yerleştiren bir yazı yayınladı.

Teetsel, “100 yıl boyunca Amerika’nın iç ve dış politikası, denizden parlayan denize kadar kaderimizi kontrol etme yetkisi tarafından belirlendi,” diye yazdı. “Seçilmiş Başkan Trump bu ruhu yeniden canlandırıyor.”

Bu söylemlerin hiçbiri teknoloji sağı için daha önce görülmemiş şeyler değil. Son yıllarda Thiel ve diğer üyeler, liberter zihniyetli bireylerin liberal demokrasilerin kısıtlamalarından kaçmalarını sağlamak için tasarlanmış çeşitli “çıkış projeleri” ile uğraştılar. Son öneriler Batı Dağları’nda şebekeden bağımsız yaşamaktan “seasteading”e ya da uluslararası sularda yüzen platformlar üzerinde özerk topluluklar kurmaya kadar uzanıyor.

Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, teknoloji sağındaki bazıları Trump’ın Grönland planlarını ana akım Amerikan toplumundan “çıkmak” için potansiyel bir fırsat olarak görüyor. Kripto para ile desteklenen özerk bir “ağ devleti” kurmaya çalışan Praxis adlı bir şirketin kurucusu olan Dryden Brown, “Grönland sınırın yeniden açılmasını temsil ediyor,” diye yazdı (Proje Thiel’in çevresindeki bir dizi yatırımcının desteğini aldı). Brown, bu yılın başlarında, Mars’ta kendi kendini idame ettiren bir koloni için bir “prototip” olarak hizmet edebileceğini varsaydığı Grönland’ı yeni bir “özelleştirilmiş charter devleti” –proje meyve vermedi– için olası bir yer olarak ziyaret ettiğini söyledi. Önerisini açıkladığı yazısında Elon Musk’ı etiketledi.

Yine de MAGA öncülerinin Grönland’da yeni bir süper koloni için teknoloji sağının görkemli planlarının arkasında yekpare biçimde bulunmadığına dair işaretler var. Trump’ın Grönland’ı satın alma planını genel olarak destekleyen Steve Bannon, War Room podcast’inin son bölümünde, teknoloji sağının Grönland için “transhümanist” vizyonu olarak adlandırdığı şeyden uzaklaşarak Musk ve teknoloji sağıyla devam eden kavgasında yeni bir cephe açtı.

Bannon, “Umarım bu adamlar tarafından önerilen şey Grönland değildir,” dedi.

Entelektüel tartışmalar bir yana, Trump’ın Grönland planları –Panama Kanalı’nın kontrolünü yeniden ele geçirme ve potansiyel olarak Kanada’nın bazı kısımlarını ABD için talep etme önerisinin yanı sıra– popülist-milliyetçi sağdaki pek çok kişinin ABD için gerçek bir jeostratejik zorluk olarak gördüğü şeye yanıt veriyor. Çin’in yükselişi ve Amerikan askeri ve iktisadi hegemonyasının düşüşüyle birlikte, birçok muhafazakâr Soğuk Savaş sonrası “tek kutuplu anın” sona erdiğine ve büyük güçler arasındaki emperyal atakların arttığına inanıyor.

Muhafazakâr dış politika analisti Sumantra Maitra, Rusya’nın Ukrayna’daki hamlelerine, Çin’in Sri Lanka ve Afrika’daki tasarımlarına ve İsrail ile Türkiye’nin Suriye’deki manevralarına işaret ederek, “Yeni bir emperyalizm çağında olduğumuzu zaten gördük,” dedi. Maitra, çok kutuplu küresel düzenin çöküşüyle birlikte, “ABD’nin kendi çıkarlarını [savunmaya] alışmış normal bir büyük güç gibi davranmaya başladığını” söyledi.

Yine de Maitra, Grönland’ı talep etmek için yapısal ve maddi gerekçelerin kendi başlarına yeterince güçlü olduğu göz önüne alındığında, genişleme için manevi davaya biraz şüpheyle yaklaşmaya devam ettiğini söyledi. Fakat argümanın faydasını da görüyor.

“Eğer daha fazla rekabete ve daha fazla yeniliğe yol açacaksa, benim için sorun yok.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Trump ateşkes için İsrail’e neden baskı yaptı?

Yayınlanma

Yazar

Editörün notu: Aşağıda sıcağı sıcağına çevirisini verdiğimiz makalenin yazarı Electronic Intifada yayının genel yayın yönetmeni Ali Abunimah. İsrail’in 1 yılı aşkın süredir Gazze’ye yönelik yürüttüğü soykırıma varan askeri saldırı, yeni Trump yönetiminin müdahalesiyle 19 Ocak’tan itibaren duracak. Filistin direnişinin veya İsrail saldırganlığının kazanıp kazanmadığına ilişkin tartışmalar bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Abunimah, İsrail’in askeri ve siyasi hedeflerine ulaşamadığını, Filistin direnişinin ise aslında daha önce işgalci güçlerin zafer ilan ettiği bölgelerde siyonistlere karşı silahlı mücadelesini sürdürmeye devam ettiğine işaret ediyor. Direnişin askeri kapasitesi, yazara göre, İsrail’in içerisinde de kamuoyu değişikliğine neden olmuş durumda. Elbette, en büyük faktörler arasında, Trump da yer alıyor.


Trump neden İsrail’e Gazze’ye yönelik savaşını sonlandırması için baskı yapıyor?

Ali Abunimah
Electronic Intifada
15 Ocak 2024

Çarşamba sabahı itibariyle Filistin’de, Gazze’deki İsrail soykırımını sona erdirecek ve Filistinli ve İsrailli esirleri serbest bırakacak bir anlaşmanın yakın olduğuna dair umutlar hâlâ yüksekti.

Doha’daki müzakerecilerin, en az on binlerce kişinin ölümüne ve milyonlarca kişinin hayatının altüst olmasına neden olan, 15 aydan fazla bir süredir İsrail’in acımasız bombardımanı ve açlık gibi tarifsiz zulümlerine maruz kalan bir halka rahat bir nefes aldıracak bir anlaşmanın son detaylarını belirledikleri bildirildi.

Anlaşma kabul edildiği ve uygulandığı takdirde İsrail için büyük bir stratejik yenilgi anlamına da gelecek.

Medyada yer aldığı şekliyle anlaşmanın ana hatları, mayıs ayında ABD Başkanı Joe Biden tarafından ortaya konan ve Hamas tarafından kabul edilen çerçeveye dayanan üç aşamalı bir süreci öngörüyor.

Buna göre derhal ateşkes ilan edilecek, büyük miktarda insani yardım girişi sağlanacak ve İsrail Gazze’den kademeli olarak çekilecek, buna birkaç hafta sürecek esir takası eşlik edecek.

Salı günü BreakThrough News kanalındaki Dispatches programında gazeteci Rania Khalek ile tartıştığım kilit soru, geçen yıl hiçbir yere varmayan aynı anlaşmanın neden şimdi imzalanmak üzere olduğuydu.

Geniş kapsamlı bir tartışmada ayrıca Suriye hükümetinin çöküşü, Direniş Ekseninin geleceği ve çok daha fazlası hakkında konuştuk. Tüm tartışmayı videoda izleyebilirsiniz.

Direniş hâlâ güçlü

Khalek’e de söylediğim gibi, iki kilit faktör direnişin gücü ve bir haftadan kısa bir süre sonra ABD Başkanı olarak Beyaz Saray’a dönecek olan Donald Trump.

Genel kanının aksine Trump, İsrail’e Tel Aviv’i şoke eden ve Biden yönetiminin uygulamayı kesinlikle reddettiği türden olağanüstü bir baskı uyguluyor.

15 ay sonra Filistinli direniş savaşçıları, İsrail’in işgalinin ilk haftalarında girdiği ve sözde kontrol altına aldığı kuzey bölgeleri de dahil olmak üzere, Gazze’nin bulundukları her yerinde İsrail işgal güçlerine saldırmaya devam ediyor.

Ağır kayıplar ve sürekli yıpranma, aylardır İsrail ordusunun, büyük ölçüde sağlam kalan geniş bir tünel sistemiyle hareket eden bir direnişi yenmek için nafile bir çaba sürdürme yeteneğini ve moralini tüketiyor.

Bunun ışığında, İsraillilerin açık bir çoğunluğu artık savaşı sona erdirecek kapsamlı bir anlaşmayı destekliyor, sadece İsrail’in gelişigüzel bombardımanından kurtulan esirler eve dönene kadar geçici bir duraklamayı değil. Bu, 7 Ekim 2023 direniş operasyonu nedeniyle Gazze’deki Filistinlilerden intikam alma arzusu doyumsuz görünen İsrail kamuoyunda büyük bir değişim.

Gücün gerçekte saklı olduğu yer

Diğer kilit faktör ise Trump’ın müdahalesi. Seçilmiş başkan geçen hafta Orta Doğu temsilcisini göndererek İsrail’e haddini bildirdi.

İsrail ile ABD arasındaki gerçek güç ilişkilerini sembolik bir şekilde ortaya koyan Steve Witkoff, geçtiğimiz cuma günü Binyamin Netanyahu’nun ofisine ertesi gün İsrail’e geleceğini ve kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi.

İsrail gazetesi Haaretz’e göre Netanyahu’nun yardımcıları “kibarca bunun Şabat günü olduğunu ama başbakanın kendisiyle cumartesi gecesi memnuniyetle görüşebileceğini” söyledi.

Haaretz, “Witkoff’un açık tepkisi onları şaşırttı” diye ekledi. “Onlara aşağılayıcı bir İngilizceyle Şabat’ın kendisini ilgilendirmediğini açıkladı. Mesajı açık ve netti.”

Netanyahu Trump’ın elçisinin emirlerine itaat etti ve “Witkoff ile resmi bir görüşme yapmak üzere” emredildiği gibi ofisine gitti ve ardından anlaşmayı imzalamak üzere Katar’a döndü.

Haaretz’e göre bu görüşmenin sonucu, “Witkoff’un İsrail’i, Netanyahu’nun son altı ayda defalarca reddettiği bir planı kabul etmeye zorlaması” ve İsrailli esirlerin serbest bırakılmasının Filistinli esirlerin serbest bırakılması, savaşın sona ermesi ve İsrail’in Gazze’den aşamalı da olsa tamamen çekilmesi şartına bağlı olduğu yönündeki tutumundan vazgeçmeyen Hamas’a ciddi bir taviz vermesi oldu.

Bu tek hareket, İsrail lobisinin ABD hükümeti üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olduğu efsanesini yıkabilir.

Stratejik bir yenilgi

İsrail’in devam eden soykırımının korkunç ve hâlâ tam olarak bilinmeyen bedeli karşısında bu nasıl İsrail için stratejik bir yenilgi ve Filistin direnişi için bir zafer anlamına gelecektir?

Basitçe ifade etmek gerekirse, İsrail Netanyahu’nun defalarca sözünü ettiği “topyekûn zafere” ulaşmakta tamamen başarısız olacaktır.

Netanyahu haziran ayında ABD Kongresinde yaptığı konuşmada, “Hamas teslim olur, silahsızlanır ve tüm rehineleri geri verirse Gazze’deki savaş yarın sona erebilir,” demişti. “Fakat bunu yapmazlarsa İsrail, Hamas’ın askeri yeteneklerini ve Gazze’deki yönetimini yok edene ve tüm rehinelerimizi eve getirene kadar savaşacaktır.”

Başbakan, “İşte tam zafer budur ve daha azına razı olmayacağız,” diye eklemişti.

Eğer bu anlaşma gerçekleşirse İsrail bu hedeflerin hiçbirine ulaşamamış olacak: Hamas yok edilmemiş ya da silahsızlandırılmamış olacak. Savaş sonrası düzenlemeler ne olursa olsun Hamas Gazze’de fiili kontrolü elinde tutmaya devam edecek ve İsrail neredeyse 500 gün süren soykırıma varan imha ve eşi benzeri görülmemiş kitlesel yıkımın ardından kuşatma altındaki küçük bir bölgeye kendi iradesini dayatmayı başaramamış olacak.

İsrail’in Gazze halkını etnik olarak temizleme ve Yahudi sömürgecilerle yeniden yerleştirme yönündeki pek de gizli olmayan arzuları yenilgiye uğratılmış olacak.

Dahası, İsrail bir zamanlar dünyada sahip olduğu yere geri dönmeyecek. Her zamankinden daha fazla, liderleri ve askerleri kaçak savaş suçluları olan, dünyayı özgürce dolaşamayan, hor görülen birer parya olacak.

Beklenmedik baskı

“Trump’ın şu anda uyguladığı baskı İsrail’in ondan beklediği türden bir baskı değil. Meselenin özü bu baskıdır,” dedi Netanyahu’nun bir vekili geçenlerde.

Başta İsrailli liderler olmak üzere herkes, ilk döneminde olabildiğince İsrail yanlısı olan Trump’ın Netanyahu üzerinde herhangi bir baskı kurmasına şaşırmış görünüyor.

ABD seçim kampanyası sırasında Trump, İsrail’in Gazze’deki “işini bitirmesine” izin vermekten bahsetmişti ki bu hem kendi tabanı hem de İsrail hükümeti için heyecan verici bir söylem anlamına geliyordu.

Bu yazarın da belirttiği gibi, başka bir şeylerin döndüğüne dair ilginç bir gösterge, Trump’ın bu ayın başlarında sosyal medyada Netanyahu’yu ziyadesiyle eleştiren bir video yayınlamasıydı.

Videoda Columbia Üniversitesi profesörü Jeffrey Sachs, Netanyahu’yu ABD’yi Irak’taki savaşa sürüklemekle, ABD’nin İran’la savaşa girmesini sağlamaya çalışmakla suçluyor ve İsrail liderini “derin, karanlık bir orospu çocuğu” olarak nitelendiriyor.

Bu, Biden’ın aksine Trump’ın koşulsuz desteğine kesin gözüyle bakılamayacağının bir işaretiydi.

Fakat daha önce de işaretler vardı: Temmuz ayında, daha ABD seçimlerinden önce, Trump Netanyahu’ya Gazze’deki savaşın Trump göreve dönmeden önce sona ermesini istediğini söyledi.

Trump’ın elçisi Witkoff’un da bu son tarih konusunda kararlı ve tutarlı olduğu bildiriliyor.

Ve kampanyanın son aşamalarında Trump, Biden-Harris yönetiminin soykırıma verdiği amansız destekten tiksinen geleneksel olarak Demokrat ağırlıklı seçmenlere kur yapmıştı.

“Michigan’daki ve ülke genelindeki Müslüman ve Arap seçmenler sonu gelmeyen savaşların durmasını ve Orta Doğu’da barışa dönülmesini istiyor. Tek istedikleri bu,” demişti Trump, diğer tüm kararsız eyaletlerle birlikte kazandığı Michigan’daki bir mitingde.

Trump’ın motivasyonu nedir?

Khalek ve bu yazarın da tartıştığı gibi, Trump’ın İsrail’e baskı yapma konusundaki şaşırtıcı istekliliğinin arkasında ne olabileceğini anlamak için Filistin mücadelesine herhangi bir sempati duyduğunu düşünmek gerekmiyor.

Trump genellikle öngörülemez ve değişken olsa da, dünya görüşünün tutarlı bir yönü, Amerika’nın geleneksel “müttefiklerini” Amerikan cömertliğinden yararlanan müşteri devletlerden başka bir şey olarak görmemesi.

Onlara karşı duygusal bir bağlılığı yok gibi görünüyor ve onları “Önce Amerika” gündemi için hayati önemde görmüyor.

İlk döneminde, transatlantik güvenlik ittifakının temel taşı olduğu varsayılan Almanya’yı, ülkede konuşlu ABD birliklerinden “servet kazanmakla” suçladığında NATO’ya bakışı buydu.

Görünürdeki müttefik ve ortaklarından milyarlarca dolar talep ederek, “Neden ülkeleri savunalım ve karşılığını almayalım?” diye gürlemişti.

Şimdi bu tutumunda daha da inatçı.

ABD’nin en büyük ticaret ortağı olan Kanada’ya bile saldırarak ABD’nin sömürüldüğünü ve Kanada’nın mallarına ihtiyacı olmadığını söyledi.

Hatta ABD’nin Kanada’yı 51. eyalet olarak bünyesine katması çağrısında bulundu.

Trump’ın uzun zamandır transatlantik egemen sınıflar tarafından –ikincil de olsa– ortak olarak görülen ülkeleri küçümsediği düşünüldüğünde, İsrail’e neden farklı davrandığı sorusu akla geliyor.

Özellikle de İsrail’in uzun zamandır Amerikan cömertliğinin en büyük alıcısı olduğu bir dönemde.

En azından Trump, İsrail’in faturalarını Amerika ödediği için emirleri de Amerika’nın vereceği yaklaşımını benimseyecek gibi görünüyor.

Gazze anlaşması henüz tamamlanmamış olsa da, Trump’ın müdahalesiyle birkaç gün içinde kaydedilen ilerleme, Washington’un emir vermesinin ABD-İsrail ilişkisinin gerçek doğası olduğunun ve her zaman da öyle olduğunun altını çiziyor.

Bu gelişmeler, Biden yönetiminin ateşkes sağlamadaki başarısızlığının her zaman kasıtlı olduğunu ve Demokrat Parti hükümetinin soykırımı silahlandırmayı ve desteklemeyi olumlu bir şekilde seçtiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor.

Bunun için hesap verilmesi gerekecek.

Trump’ın bölge için daha büyük planlarının ne olduğu henüz belli değil.

Yaygın olarak belirtildiği üzere, Trump’ın en cömert kampanya bağışçılarından biri fanatik İsrail yanlısı milyarder Miriam Adelson.

Adelson, 100 milyon dolarlık bağışını Trump’ın İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etmesine destek vermesi şartına bağladığı yönündeki haberleri yalanladı.

Fakat onun ve Trump’ın tabanının diğer unsurlarının, Trump’ın kendisinin de söz verdiği gibi, Filistin dayanışma hareketine yönelik daha fazla iç baskı da dahil olmak üzere, aşırı Filistin karşıtı önlemleri uygulamak için yönetime yakın ve yönetim içindeki konumlarını kullanacaklarına şüphe yok.

Trump bu vaadini yerine getirirse ve getirdiğinde de kimse şaşırmamalı.

Fakat Trump, Çin’in, Rusya’nın ve BRICS gibi yeni çok kutuplu oluşumların devam eden yükselişi göz önüne alındığında, göreve ilk geldiği zamana kıyasla göreceli olarak çok daha zayıf bir ABD’nin başkanı olarak geri dönüyor.

ABD artık iradesini tek taraflı olarak tüm dünyaya dayatamayabilir, fakat Güneybatı Asya’daki küçük soykırım bağımlısı İsrail’e iradesini dayatabilir.

Gazze’deki Filistin halkının iyiliği için, Trump’ın baskısının korkunç kan banyosuna mümkün olduğunca çabuk bir son vermesini umalım.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsrail-Hamas ateşkes anlaşmasının şartları ve gerginlikler

Yayınlanma

LEE KEATH ve SAMY MAGDY /AP

İsrail ve Hamas arasında varılan ateşkes anlaşması mevcut taslağa göre yürürse Gazze’de çatışmalar 42 gün boyunca duracak, onlarca İsrailli rehine ve yüzlerce Filistinli tutuklu serbest bırakılacak. Bu ilk aşamada İsrail askerleri Gazze’nin sınırlarına çekilecek ve yardımlar artarken pek çok Filistinli evlerinden geriye kalanlara dönebilecek.

Asıl soru ateşkesin bu ilk aşamanın ötesine geçip geçemeyeceği.

Bu da birkaç hafta içinde başlaması beklenen müzakerelere bağlı. Bu görüşmelerde İsrail, ve Hamas ile ABD, Mısır ve Katarlı arabulucular, Gazze’nin nasıl yönetileceği gibi zorlu bir konuyu ele almak zorunda kalacaklar.

Bu 42 gün içinde ikinci aşamayı başlatacak bir anlaşma yapılmazsa İsrail, Hamas’ı yok etmek için rehinelerin tamamı kurtarılmadan Gazze’deki saldırılarına devam edebilir.

İki yetkili Hamas’ın ateşkes anlaşmasının taslağını kabul ettiğini doğruladı ancak İsrailli yetkililer ayrıntılar üzerinde hala çalışıldığını, yani bazı şartların değişebileceğini ya da tüm anlaşmanın suya düşebileceğini söylüyor. İşte Associated Press’in yayınladığı ateşkes taslağı ve muhtemel zorluklar:

Rehinelerin tutuklu Filistinlilerle takas edilmesi

İlk aşamada Hamas, İsrail tarafından hapsedilen yüzlerce Filistinlinin serbest bırakılması karşılığında 33 rehineyi serbest bırakacak. Aşamanın sonunda militanların elindeki yaşayan tüm kadın, çocuk ve yaşlıların serbest bırakılması gerekiyor.

Gazze’de sivil ve askerlerden oluşan yaklaşık 100 rehine bulunuyor ve ordu bunların en az üçte birinin öldüğüne inanıyor.

Ateşkesin ilk resmi gününde Hamas üç rehineyi, yedinci günde de dört rehineyi serbest bırakacak. Bundan sonra haftalık açıklamalar yapacak.

İsrail-Hamas ateşkes anlaşmasının taslağı

  1. AŞAMA (42 gün)
  • Hamas, aralarında kadın sivil ve askerler, çocuklar ve 50 yaş üstü sivillerin de bulunduğu 33 rehineyi serbest bırakacak.
  • İsrail her sivil rehine için 30, her kadın asker için 50 Filistinli mahkûmu serbest bırakacak.
  • Çatışmalar duracak, İsrail güçleri nüfusun yoğun olduğu bölgelerden Gazze Şeridi’nin sınırlarına doğru çekilecek.
  • Yerlerinden edilen Filistinliler evlerine dönmeye başlayacak ve Gazze’ye daha fazla yardım girecek.
  1. AŞAMA (42 gün)
  • “Sürdürülebilir sükûnet” ilanı.
  • Hamas, henüz müzakere edilmemiş sayıda Filistinli mahkûm ve İsrail askerlerinin Gazze Şeridi’nden tamamen çekilmesi karşılığında kalan erkek rehineleri (askerler ve siviller) serbest bırakacak.
  1. AŞAMA
  • Ölen İsrailli rehinelerin cesetleri ölen Filistinli savaşçıların cesetleriyle takas edilecek.
  • Gazze’de yeniden yapılanma planının uygulanmasına başlanacak.
  • Gazze’ye giriş ve çıkışlar için sınır kapıları yeniden açılacak.

Hangi rehinelerin ve kaç Filistinlinin serbest bırakılacağı konusu karmaşık. Bu 33 kişi kadınları, çocukları ve 50 yaş üzerindekileri, yani neredeyse tüm sivilleri kapsayacak ancak anlaşma Hamas’ı tüm yaşayan kadın askerleri serbest bırakmaya da zorluyor. Hamas önce yaşayan rehineleri serbest bırakacak, ancak yaşayanlar 33 kişiyi tamamlamazsa, cesetler teslim edilecek. Rehinelerin hepsi Hamas’ın elinde değil, dolayısıyla diğer militan grupların rehineleri teslim etmesi sorun olabilir.

Buna karşılık İsrail serbest bırakılan her sivil rehine için 30 Filistinli kadın, çocuk ya da yaşlıyı serbest bırakacak. Serbest bırakılan her kadın asker için İsrail, 30’u ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış 50 Filistinli mahkûmu serbest bırakacak. Hamas tarafından teslim edilen cesetler karşılığında İsrail, savaşın başladığı 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Gazze’de alıkoyduğu tüm kadın ve çocukları serbest bırakacak.

Aralarında askerlerin de bulunduğu onlarca kişi ikinci aşamaya kadar Gazze’de rehin tutulmaya devam edecek.

İsrail’in geri çekilmesi ve Filistinlilerin dönüşü

Taslak anlaşmaya göre, ilk aşamada İsrail askerlerinin, Gazze ile İsrail arasındaki sınır boyunca, yaklaşık bir kilometre genişliğinde bir tampon bölgeye çekilmesi gerekecek.

Bu da yerinden edilmiş Filistinlilerin Gazze şehri ve Gazze’nin kuzeyi dahil evlerine dönmelerine olanak tanıyacak. Gazze nüfusunun büyük bir kısmının devasa, bakımsız çadır kamplara sürülmesiyle birlikte Filistinliler, İsrail’in saldırıları nedeniyle birçoğu yıkılmış ya da ağır hasar görmüş olsa da evlerine geri dönmek için çaresizlik içinde.

Ancak bazı güçlükler var. Geçen yıl yapılan müzakereler sırasında İsrail, Hamas’ın bu bölgelere silah sokmasını engellemek için Filistinlilerin kuzeye doğru hareketlerini kontrol etmesi gerektiğinde ısrar etti.

Savaş boyunca, İsrail ordusu kuzeyi, Gazze’nin geri kalanından ayırarak, Netzarim Koridoru adı verilen ve askerlerin Filistinlileri bölgeden çıkararak üsler kurduğu bir alanı denetledi. Bu, kuzeyden merkeze doğru kaçan insanları aramalarına ve geri dönmeye çalışanları engellemelerine olanak tanıdı.

AP’nin yayınladığı taslakta İsrail’in koridordan çekilmesi öngörülüyor. İlk hafta içinde askerler kuzey-güney arasındaki ana sahil yolundan -Raşid Caddesi- çekilecek ve bu da Filistinlilerin geri dönüşü için bir yol açacak. Ateşkesin 22. gününde ise İsrail askerleri koridorun tamamından çekilmiş olacak.

Yine de salı günü görüşmeler devam ederken İsrailli bir yetkili ordunun Netzarim’de kontrolü elinde tutacağını ve kuzeye dönen Filistinlilerin buradaki denetimlerden geçmek zorunda kalacağını ısrarla vurguladı, ancak ayrıntı vermekten kaçındı.

Bu çelişkilerin giderilmesi gerginliklere yol açabilir.

İlk aşama boyunca İsrail, Refah Sınır Kapısı da Gazze’nin Mısır sınırı boyunca uzanan Philadelphia Koridoru’nun kontrolünü elinde tutacak. Hamas, İsrail’in bu bölgeden çekilmesi yönündeki taleplerini geri çekti.

İnsani yardım

İlk aşamada, Gazze’ye günde yüzlerce kamyon dolusu yiyecek, ilaç, malzeme ve yakıt gibi insani yardım girişinin artırılması planlanıyor. Bu, savaş boyunca İsrail’in izin verdiğinden çok daha fazla.

Aylarca yardım kuruluşları, İsrail’in askeri kısıtlamaları ve çete yağmacılığı nedeniyle Gazze’ye giren kısıtlı yardımları bile dağıtmakta zorlandı. Çatışmaların sona ermesi bu durumu hafifletebilir.

İhtiyaçlar ise çok büyük. Çadırlarda sıkışmış ve yiyecek ile temiz su sıkıntısı çeken Filistinliler arasında yetersiz beslenme ve hastalıklar yaygın. Hastaneler hasar görmüş durumda ve malzeme sıkıntısı çekiyor. Taslak anlaşma, evleri yıkılan on binlerce kişiye barınak yapmak ve elektrik, kanalizasyon, iletişim ve yol sistemleri gibi altyapıyı yeniden inşa etmek için ekipmanların girişine izin verileceğini belirtiyor.

Ancak burada da uygulama sorunları olabilir. Savaş öncesinde bile İsrail, Hamas’ın bu ekipmanları askeri amaçlarla kullanabileceği gerekçesiyle bazı malzemelerin girişini kısıtlıyordu. Başka bir İsrailli yetkili, yardımın dağıtımı ve temizlik çalışmaları üzerinde hâlâ düzenlemelerin yapıldığını, ancak Hamas’ın hiçbir rolünün olmayacağını söyledi.

Durumu daha da karmaşık hale getiren bir diğer konu, İsrail hükümetinin BM’nin Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı’nın (UNRWA) faaliyetlerini yasaklama ve bu ajansla tüm bağları kesme planına hâlâ bağlı olması. UNRWA, Gazze’deki yardımın ana dağıtıcısı ve eğitim, sağlık ve diğer temel hizmetleri sağlayan bir kurum.

İkinci aşama

Tüm bunlar işe yararsa, tarafların ikinci aşamayı da ele alması gerekiyor. Bu konudaki müzakereler ateşkesin 16. gününde başlayacak.

İkinci aşamanın ana hatları taslakta belirtiliyor: İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesi ve “sürdürülebilir sükûnet” karşılığında kalan tüm rehinelerin serbest bırakılması.

Ancak bu basit gibi görünen takas çok daha büyük meseleleri ortaya çıkarıyor.

İsrail, Hamas’ın askeri ve siyasi kabiliyetleri ortadan kaldırılmadan ve Hamas yeniden silahlanmadan, yani Hamas artık Gazze’yi yönetemez hale gelmeden tam bir çekilmeyi kabul etmeyeceğini söyledi. Hamas ise İsrail Gazze’deki tüm askerlerini çekene kadar son rehineleri teslim etmeyeceğini söylüyor.

Dolayısıyla müzakerelerde her iki tarafın da Gazze’yi yönetmek için bir alternatif üzerinde anlaşması gerekecek. Sonuç olarak Hamas’ın kendisinin iktidardan uzaklaştırılmasını kabul etmesi gerekiyor ki Hamas bunu yapmaya hazır olduğunu söyledi ancak İsrail’in şiddetle reddettiği gelecekteki herhangi bir hükümetten rol talep edebilir.

Taslak anlaşmada, ikinci aşama için bir anlaşmanın ilk aşamanın sonunda yapılması gerektiği belirtiliyor.

Eğer bir anlaşmaya varılamazsa ne olur? Bu birçok yönde ilerleyebilir.

Hamas, ikinci aşama üzerinde anlaşma sağlanana kadar ateşkesin devam edeceğine dair yazılı garantiler istemişti. Ancak ABD, Mısır ve Katar’dan sözlü garantilerle yetindi.

İsrail ise hiçbir güvence vermedi. Dolayısıyla İsrail müzakerelerde Hamas’a baskı yapmak için yeni bir askerî harekât tehdidinde bulunabilir ya da Başbakan Binyamin Netanyahu’nun tehdit ettiği gibi askerî harekâta yeniden başlayabilir.

Hamas ve arabulucular ilk aşamadan elde edilen ivmenin bunu yapmasını zorlaştıracağını düşünüyor. Saldırıyı yeniden başlatmak, kalan rehineleri kaybetme riskini artırabilir ve Netanyahu’ya karşı büyük bir öfkeye yol açabilir. Ancak Hamas’ı yok etmeden durmak, Netanyahu’nun kilit siyasi ortaklarını da kızdırabilir.
Üçüncü aşamanın daha az tartışmalı olması muhtemel: Kalan rehinelerin cesetleri, ölen Filistinli savaşçıların cesetleriyle takas edilecek ve uluslararası denetim altında Gazze’de 3 ila 5 yıllık bir yeniden inşa planı uygulanacak.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English