DÜNYA BASINI
Emmanuel Todd: Üçüncü Dünya Savaşı başladı
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trEditörün notu: Aşağıda Sercan Genç’in çevirisi ile verdiğimiz söyleşi, 12 Ocak 2023 tarihinde Alexandre Devecchio imzası ile Le Figaro’da yayınlandı. Fransa’nın önemli entelektüellerinden olan tarihçi ve antropolog Emmanuel Todd, Üçüncü Dünya Savaşı’nın başladığını düşünüyor. Todd, sanılan aksine yalnızca Rusya’nın değil, NATO kampının da bir ‘varoluş savaşı’ verdiğini savunurken, Ukrayna’nın yanı sıra Rusya’nın da, özellikle ekonomik yaptırımlara direnç bağlamında, beklentilerin ötesine geçtiğini söylüyor. 20 yıl önce yazdığı “İmparatorluktan Sonra: Amerikan Düzeninin Çöküşü” kitabında ABD liderliğindeki uluslararası düzene yönelik eleştirel bakışını sergileyen Fransız yazar, ekonomik yaptırımlara karşı Rus direncinin Amerikan emperyal sistemini uçuruma sürüklediğini vurguluyor. Todd’a göre, Rusya Çin’in desteğini almayı sürdürürken Avrupa ekonomisini tüketmeyi başarırsa, bu durumda ABD’nin dünyadaki parasal ve mali kontrolü çökecek. Todd, ABD’nin de tıpkı Rusya gibi artık bu savaştan çekilemeyeceğini ve taraflardan biri çökene kadar ‘bitmeyen bir savaş’ın içinde bulunduğumuzu ileri sürüyor.
***
Alexandre Devecchio, 12 Ocak 2023
Emmanuel Todd bu savaşın Rusya ile Ukrayna arasındaki askeri karşılaşmanın ötesinde, liberal Batı Devletleri ile tutucu ve otoriter bir bakış açısına sahip olan Dünyanın geri kalan ülkelerini ideolojik ve kültürel olarak karşı karşıya getirdiği konusunda ısrar ediyor. Kendisine göre bu durumun soyutlanan ve yalnız kalan tarafları düşünüldüğünden çok daha farklı. Antropolog bugüne kadar konu ile ilgili görüşlerini yalnızca Japonya halkı ile paylaşıyordu ve hatta bu konuda takımadada kışkırtıcı başlığa sahip bir deneme bile yayınladı: Üçüncü Dünya Savaşı çoktan başladı. Yazar Le Figaro için ikon karşıtı tezini detaylandırdı ve Ukrayna’nın askeri anlamda direnmeye devam etmesinin Rusya’nın ekonomik olarak ezileceği anlamını taşımadığının altını çizdi. Kendisine göre bu durum çatışmanın sonucunu belirsiz kılan çifte bir sürpriz…
“Üçüncü Dünya Savaşı çoktan başladı” neden bu başlık?
Çünkü bu bir gerçek, Üçüncü Dünya Savaşı başladı. Evet, “küçük” bir şekilde ve iki sürprizi beraberinde getirerek başladı. Savaşın başında Rusya ordusunun çok kuvvetli olduğu ve aksine ekonomisinin zayıf olduğu fikri ile yola çıkıldı. En başta düşünülen Ukrayna’nın askeri olarak, Rusya’nın ise ekonomik olarak ezileceğiydi. Hâlbuki bunun tersi gerçekleşti. Ukrayna topraklarının yüzde 16’sını kaybetmiş olsa bile askeri olarak ezilmedi; Rusya da ekonomik anlamda ezilmedi. Sizinle konuştuğum şu an itibariyle, savaşın başlangıcından itibaren ruble dolar karşısında yüzde 8 ve avro karşısında ise yüzde 16 değer kazandı.
Öyleyse burada bir yanılmaca olduğundan bahsedebiliriz. Fakat her ne kadar askeri anlamda yaşanan şiddet önceki dünya savaşlarına göre zayıf kalsa da belirli bir bölge içerisinde yer alan bir savaşın, sırtını Çin’e dayamış olan Rusya ile genel anlamda Batı ülkeleri arasındaki küresel bir ekonomik karşılaşmaya dönüştüğü ve bir dünya savaşı halini aldığı yadsınamaz bir gerçek.
Biraz aşırıya kaçmıyor musunuz? Batı doğrudan doğruya askeri anlamda bir taraf değil…
Yine de silah tedarik ediyoruz. Her ne kadar kendimizi göstermesek de Rusları öldürüyoruz. Fakat biz Avrupalılar savaşta özellikle ekonomik olarak taraf oluşturuyoruz. Öte yandan gerçek anlamda savaşta olduğumuzun farkına kıtlıklar ve enflasyon sayesinde varıyoruz.
Putin savaşın başında sosyal ve tarihi anlamda çok büyük anlam taşıyan büyük bir hataya imza attı. Savaş öncesinde Ukrayna üzerine çalışan kişiler bu ülkeyi yeni doğmakta olan bir demokrasi olarak değil de gelecekte “failed state” olarak anılabilecek dağılma halinde bir toplum olarak görüyorlardı. Bağımsızlığını kazandığından itibaren ülkeden ayrılan Ukrayna sakinlerinin sayısının 10 milyon mu yoksa 15 milyon mu olduğu merak konusuydu. Bu konu hakkında halen de kesin konuşmak mümkün değil çünkü gerçeklerden korkan bir toplumun alışılmış emarelerinden biri olarak Ukrayna’da 2001 yılından bu yana nüfus sayımı yapılmadı. Benim fikrim Kremlin’in parçalanma halinde olan bu toplumun ilk şokta yıkılacağı, hatta ve hatta “Hoş geldin aziz Rusya” diyeceği yönündeydi. Fakat aksine parçalanma halinde olan bir toplumun savaş esnasında dış güçler tarafından askeri ve finansal olarak desteklenmesi durumunda yeni bir denge kurabileceği ve hatta yeni bir ufuk ve umut sahibi olabileceği gerçeği ortaya çıktı. Ruslar bu durumu öngöremezdi. Kimse öngöremezdi.
Fakat parçalanma halinde olan toplum gerçeğine rağmen Rusların, Ukrayna halkının milli duygularını ve Avrupalıların Ukrayna’ya yönelik desteğini küçümsediğinden bahsedebilir miyiz? Hatta sizin de küçümsediğiniz söylenebilir mi?
Var olan eski verilere dayanarak küçük Rusya’nın aile sisteminin Büyük Rusya’nın toplumsal yapısından farklı olarak çekirdeksel bir yapıda olduğunu söyleyebilirim. Evet, bundan eminim fakat Ukrayna savaş sırasında ve öncesinde dış göçe maruz kaldı. Bu göç ve hali hazırda ülkede yaşayan vatandaşların duruşu sonucu ortaya çıkan bazı sosyal değişimler ve geniş toplum hareketleri sonucunda Ukrayna’da nasıl bir dönüşüm olduğundan bahsedemem. Bu konuda yorum yapmanın erken olduğunu düşünüyorum.
Karşılaştığım çelişkilerden birisi şu; Rusya’yı anlamakta hiçbir güçlük çekmiyorum. Bu konuda benim batıya ait çevremle uyumsuzluk içerisindeyiz. Aynı zamanda insanların heyecanını da anlayabiliyorum. Soğuk bir tarihçi olarak konuşmak benim için de zor. Fakat Vercingetorix’i Alesia’ya hapseden ve sonrasında zaferini kutlamak adına Roma’ya götüren Jules Sezar’ı düşününce, kimse Romalıların kötü olabileceğini veya değer yargılarının yetersiz olup olmadığını tartışmıyor. Bugün tüm bu coşku ile ülkemin yanında saf tutarak Rus ordusunun Ukrayna’ya girişini, bombalamaları, ölümleri, enerji altyapılarının imha edilmesini ve soğuktan ölen Ukraynalıları düşünebiliyorum. Fakat benim açımdan Putin’in ve Rusların davranışları gayet kolay bir şekilde okunabilir ve size nasıl olduğunu anlatacağım.
Savaşa hazırlıksız yakalandığımı ve beklemediğimi söyleyerek başlayabilirim. Bugün itibariyle Amerikalı realist jeopolitik uzmanı John Maersheimer’in analizini paylaşıyorum. Kendisi şu tespitte bulundu: en azından 2014 yılından beri NATO askerlerinin (Amerikalı, İngiliz ve Polonyalı) himayesi altında bulunan bir Ukrayna ordusu NATO’nun da fiili bir üyesi haline gelmişti ve Rusya NATO üyesi bir Ukrayna’ya asla tahammül etmeyeceğini açıkça belirtmişti. Öyleyse yine aynı Ruslar (Putin’in de saldırıdan bir gün önce belirttiği gibi) kendi bakış açılarına göre önlem almak amacı ile bir savunma savaşı başlattılar. Mearsheimer’ın altını çizdiği başka bir konu ise Rusların çektiği zorluklardan mutlu olmamamız gerektiği. Çünkü bu savaş onlar açısından bir varoluş meselesi haline geldiğine göre ne kadar zorluk çekerlerse bir o kadar şiddetli şekilde vurmaya devam edeceklerdir. Sanırım bu analiz doğrulanabilir. Mearsheimer’in analizine bir eleştiri bir de ekleme yapmak isterim. Bu savaş aynı zamanda Birleşik Devletler adına da bir varoluş meselesi haline geldi. Artık en az Rusya kadar çatışmanın bir parçası haline geldiler ve geri dönüşleri yok. Bu yüzden de artık sonu gelmeyecek bir savaşta olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu öyle bir karşılaşma ki, sonucunda taraflardan biri çöküş yaşayacaktır.
Peki sizce hangi taraf?
Ekleme yapmak istediğimi belirtmiştim: Mearsheimer’in Ukrayna’nın fiili olarak NATO üyesi olduğunu söylemesi bence yeterli değil. Almaya ve Fransa NATO’nun azınlık ortakları olmalarına rağmen Ukrayna’da askeri anlamda ne olup bittiğinden haberdar değillerdi. Hatta Fransız ve Alman hükümetleri saflıklarından ötürü birçok eleştiri aldılar çünkü bir Rus istilasına ihtimal vermiyorlardı. Daha doğrusu Amerikalıların, İngilizlerin ve Polonyalıların Ukrayna’ya geniş bir savaş imkânı sunabileceklerini bilmiyorlardı. NATO’nun şu anki temel ekseni Washington-Londra-Varşova-Kiev’dir.
Şimdi de eleştirime geçeceğim: Mearsheimer iyi bir Amerikalı olarak ülkesine aşırı değer biçmektedir. Onun bakış açısına göre Ukrayna savaşı Ruslar için bir var olma savaşı iken Amerikalılar için diğerlerinden farkı olmayan bir iktidar “oyunudur”. Vietnam, Irak ve Afganistan’ın ardından yeni bir bozgun daha… Ne önemi olabilir ki? Amerikan jeopolitiğinin mantığı şu temele dayanmaktadır: “Nasıl olsa iki okyanus arasında güvende olduğumuzdan ötürü başımıza bir şey gelmeyeceğinden istediğimiz her şeyi yapabiliriz”. Amerika için hiçbir şey varoluşsal olamaz. Bu analiz eksikliğinin sonucunda Biden bugün kaçanların en önünde yer almaktadır. Amerika yorgundur. Rus ekonomisinin direnmesi Amerikan emperyal sistemini felakete sürüklemektedir. Hiç kimse Rus ekonomisinin NATO’nun “ekonomik gücü” karşısında ayakta kalacağını öngörmemişti. Hatta bence Ruslar bile bunu tahmin etmemişlerdi.
Rusya ekonomisi yaptırımlara süresiz olarak direnerek Çin tarafından desteklenmeye devam ederken, Avrupa ekonomisini tüketmeyi başarabilirse, dünyadaki Amerikan parasal ve mali kontrolleri çöker ve ABD’nin devasa ticaret açığını finanse etme olasılığı da ortadan kalkmış olur. İşte bu sebepten dolayı savaş, Birleşik Devletler için bir var oluş meselesi haline gelmiştir. Artık en az Rusya kadar çatışmanın bir parçası haline geldiler ve geri dönüşleri yok. Bu yüzden de artık sonu gelmeyecek bir savaşta olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu öyle bir karşılaşma ki, sonucunda taraflardan biri çöküş yaşayacaktır. Çinliler, Hindistanlılar ve Suudiler bu durumdan büyük sevinç duymaktadırlar.
Fakat gene de Rus ordusu çok kötü bir durumda gibi duruyor. Bazıları rejimin yıkım aşamasında olduğunu bile öngörmekte. Siz bu kanıda değil misiniz?
Hayır, Rusya’da en başlarda bir tereddüt veya bir kandırılma hissinin oluştuğunu söyleyebiliriz. Fakat şu anda Ruslar savaşta yerlerini sağlam bir şekilde aldılar ve Putin kimsenin fikrinin olmadığı bir şeyden yararlanıyor. 2000’li yıllar yani Putin yılları Ruslar için dengeli ve normal olarak nitelendirebileceğimiz bir hayata geri dönüş yılları oldu. Bence Macron Fransızlar için bunun tam tersini yani öngörülemez ve tehlikeli bir Dünyaya açılan kapıyı temsil ediyor. Ve bu durum korkuyu da beraberinde getiriyor. 90’lı yıllar Rusya için daha önce hiç benzeri görülmemiş kadar acılı bir dönem oldu. Ardından gelen 2000’li yıllarda Ruslar normal bir hayata geri dönebildiler ve bunu yalnızca hayat seviyesi anlamında söylemiyorum: cinayet ve intihar oranlarının aşırı azaldığına ve özellikle de benim için en değerli göstergelerden biri olan çocuk ölümü oranlarının eridiğine ve hatta Amerika’daki oranların bile altına indiğine şahit olduk hep beraber.
Rusların düşünce yapısına göre Putin (kuvvetli ve dini olarak) bu istikrarı temsil ediyor. Ve temel olarak, sıradan bir Rus vatandaşı bugün ülkesinin başkanının bir savunma savaşı verdiğine inanıyor. En başlarda yapılan hataların farkındalar fakat sonrasında gelen ekonomik hazırlık döneminin sonunda güvenlerinin arttığını söyleyebiliriz. Bu güven Ukrayna’ya karşı artmıyor, yanlış anlaşılmasın. Ukraynalıların savunması Rus halkı için anlaşılabilir (çünkü onları kendileri gibi cesur görüyorlar, bir batılıdan bu şekilde direnmesini beklemezler) fakat onların güveni özellikle “Batı birliğine” veya “Amerika ve uyruğundaki ülkelere” karşı artmakta. Rus rejiminin esas önceliği sahada askeri bir zafer kazanmak değil, son 20 senede kazanılan sosyal istikrarı kaybetmemek.
Bu yüzden söz konusu savaşı ekonomik bir şekilde yürütüyorlar, aslında buna erkek tasarrufu adını da verebiliriz. Rusya, kadın başına denk gelen 1,5 çocuk ortalaması ile var olan demografik sorununu henüz çözebilmiş değil. Bundan beş sene sonra belli yaş gruplarında boşluklar oluşmaya başlayacak. Bence bu savaşı 5 sene içerisinde kazanmalı veya kaybetmeliler. Bir dünya savaşı için normal bir süre.
Bu yüzden kısmi bir savaş ekonomisi yaratarak söz konusu savaşı ekonomik bir şekilde yürütüyorlar ve aynı zamanda erkeklerini de korumak arzusundalar. Kharkiv ve Kiev’in ardından Kherson bölgesinden de geri çekilme operasyonu bu bakış açısı ile daha fazla anlam kazanıyor. Bizler Ukrayna’nın geri aldığı birkaç kilometre karenin hesabını yaparken Ruslar bu sırada Avrupa ekonomisinin çöküşünü bekliyorlar. Ruslar açısından ana cephe biziz. Tabi ki yanılabilirim ama ben Rusların davranışlarının akla dayandığı ve sert olduğu, bu yüzden de öngörülebilir olduğu kavramı ile yaşıyorum. Bilinmeyenleri başka yerde aramak gerekir.
Rusların bu çatışmayı bir “savunma savaşı” olarak algıladıklarını belirttiniz fakat kimse Rusya’yı işgal etme girişiminde bulunmadı. Ve bugün itibariyle savaşın bir sonucu olarak NATO, doğuda kendisine katılmak isteyen Baltık ülkeleri arasında hiç olmadığı kadar popüler hale geldi.
Sorunuzu cevaplamak adına size coğrafi – psikolojik bir çalışma öneriyorum. Geriye doğru zum yaparak uzaklaşacağınız bir çalışma. Eğer Ukrayna haritasına bakarsanız, Rus birliklerinin Kuzey, Doğu ve Güneyden giriş yaptıklarını fark edersiniz… Bu şekilde bakıldığında durum kesinlikle bir Rus istilası olarak görülecektir. Fakat geriye doğru zum yaparak uzaklaştıkça farklı bir dünya ortaya çıkacaktır. Diyelim ki Washington’u görene kadar uzaklaşalım. Buradan NATO’nun top ve füzelerinin çok uzaklardan savaş sahasına yöneldiğini fark edersiniz ve bu durum savaştan çok daha önce başlamıştı. Bahmut Washington’a 8400 kilometre mesafede olabilir fakat Rus sınırına 130 kilometredir. Yalnızca basit bir harita okuması sonucunda “Evet, bu Ruslar açısından bir savunma savaşıdır” hipotezi anlaşılabilir.
Size göre Rusya’nın savaşa girmesi Amerika Birleşik Devletleri’nin göreceli çöküşü ile açıklanabilir mi?
2002 yılında yayınladığım İmparatorluktan sonra isimli kitabımda Birleşik Devletlerin uzun sürecek olan çöküşü ve Rusların kuvvetli günlerine geri dönüşünü ele almıştım. 2002 yılından beri Amerika başarısızlık üstüne başarısızlık yaşayarak geri çekilmeye devam ediyor. Amerika Birleşik Devletleri Irak’ı işgal etti fakat sonrasında ülkeyi İran’a teslim ederek onları Orta Doğunun en önemli aktörü haline getirdi. Afganistan’dan kaçtılar. Ukrayna’nın Avrupa ve Birleşik Devletlerin uydusu haline getirilmesi de batının beklediği canlılığı sağlamadı. Aksine 1990’lı yıllarda ortaya atılan ve sonrasında Polonya ve Baltık ülkelerindeki Rus karşıtı bir karaktere bürünen hareketin tükenmesine yol açtı. Hal böyle olunca, Amerikalıların içinde bulundukları geri çekilme bağlamında Ruslar nihayet yeterli teknik kapasiteye sahip olduklarına inanarak Ukrayna’yı dize getirmeye karar verdiler.
Eğer Brzeziński okursanız (Büyük Satranç tahtası), Amerikan imparatorluğunun İkinci Dünya savaşı sonunda bugün halen en büyük koruyucuları olan Almanya ve Japonya’nın fethedilmesi ile kurulduğunu görürsünüz. Amerikan sistemi geriye çekildikçe bu koruyucu ülkelerin elit sınıfı üzerine gittikçe fazla yük biniyor (buraya tüm Avrupa ülkelerini dâhil ediyorum). Bu durumda ulusal özerkliklerini yitirecek olan (veya çoktan yitirmiş olan) ilk toplumlar İngiliz ve Avustralyalılar olacaklardır.
İnternet, İngiliz dünyasının içerisinde Birleşik Devletler ile öyle yoğun bir insani etkileşim ortamı yarattı ki tüm üniversitelerin elit tabakası, medya önündeki kişilikler ve sanatçılar bu ortamın birer eki haline geldiler. Avrupa kıtası üzerinde ulusal dillerimiz sayesinde her ne kadar biraz korunaklı olsak da özerkliğimizi çok süratli bir şekilde kaybettiğimiz bir gerçek. Irak savaşını ve Chirac, Schröder ve Putin’in savaş karşıtı düzenledikleri ortak basın toplantısını hatırlayalım…
Birçok araştırmacı Rusya’nın İspanya ile aynı gayrisafi milli hasılaya (GSMH) sahip olduğunun altını çiziyor. Rusya’nın ekonomik gücünü ve direnme kapasitesini gereğinden fazla büyütmüyor musunuz?
Savaş olayları tüm keskinliği ile açığa vurduğundan bir siyaset ekonomisi sınavına dönüştü. Rusya ve Beyaz Rusya’nın GSMH’si Batı ülkelerinin kinin yüzde 3,3’üne denk geliyor ki (Birleşik Devletler, İngiliz dünyası, Avrupa, Japonya ve Güney Kore) bu çok küçük bir oran. Bu GSMH’nin nasıl olur da halen dayanmaya ve füze üretmeye devam ettiğini sorgulayabiliriz. Sebep şu ki GSMH kurgusal bir üretim ölçümü. Amerikan GSMH’sinden fazladan faturalandırmış sağlık harcamalarını, avukatlar tarafından “üretilmiş olan zenginliği”, dünyanın en dolu hapishanelerini ve senelik ortalama 120.000 dolar maaş alan, sayıları 15 ila 20.000 arasında değişen ekonomistleri “üreten” yanlış tanımlı finansal hizmet sektörünü çıkarırsanız, bu GSMH’nin büyük bir çoğunluğunun hava gazı olduğunu fark edersiniz. Savaş bizleri gerçek ekonomi ile yüzleştirir ve bir ulusun gerçek zenginliğini, üretim kapasitesini ve doğal olarak da savaş kapasitesini anlamamızı sağlar.
Rus ekonomisini materyal değişkenlerden bahsederek değerlendirebiliriz. 2014 yılında Rusya’ya karşı ilk önemli büyük yaptırımları uygulamaya başladık fakat bunun üzerine Ruslar buğday üretimlerini arttırarak 2020 senesinde 40 milyon tondan 90 milyon tona çıkardılar. Diğer yandan neoliberalizmin bir sonucu olarak Amerika’nın buğday üretimi 1980 ve 2020 yılları arasında düşüş göstererek 80’den 40 milyon tona geriledi. Yine aynı şekilde Rusya en büyük nükleer santral ihracatçısı durumuna geldi. 2007 yılında Amerikalılar stratejik rakiplerinin çok kötü olan nükleer durumundan bahsederek Birleşik Devletlerin Rusya’ya kesinlikle altından kalkamayacağı bir saldırıda bulunabileceği hayalinden bahsediyorlardı. Bugün ise Ruslar hipersonik füzeleri sayesinde nükleer olarak da üstünlüğü sağlamış durumdalar.
Böylelikle Rusya’nın gerçek bir uyum kapasitesi olduğu ortaya çıkıyor. Biliyorsunuz, merkezi ekonomilerle dalga geçmek istediğimizde onların ne kadar katı olduklarını vurguluyoruz ve kapitalizmi savunurken ve yüceltirken esnekliği ile övünüyoruz. Doğru aslında. Bir ekonominin esnek olabilmesi için bir pazara ve parasal ve maddi bir işleyişe ihtiyaç var. Fakat bundan daha da önce elinden bir iş gelen faal bir topluma ihtiyaç var. Şu an itibariyle Birleşik Devletler Rusya’nın iki katından daha da fazla bir nüfusa sahip (öğrenim yaşlarında ise bu oran 2,2). Bu yaşlardaki yüksek eğitime dâhil genç grubunu ele aldığımızda Birleşik Devletlerde mühendislik okuyanların oranı yüzde 7 iken Rusya’da bu oran yüzde 25. Bu demektir ki Rusya bahsi geçen grupta 2,2 katı az bir nüfusa sahip olmasına rağmen yüzde 30 daha fazla mühendis yetiştirebiliyor. Birleşik Devletler ise bu boşluğu büyük çoğunluğu Hindistanlı ve Çinlilerden oluşan yabancı öğrenciler ile kapatmaya çalışıyor. Fakat bu da kesin ve devamlı bir kaynak değil. İşte bu Amerikan ekonomisinin temel ikilemi: Çin ile ancak Çin’den vasıflı işgücü ithal ederek başa çıkabiliyorlar.
Ben bu noktada denge noktası kavramını öneriyorum. Rus ekonomisi pazarın işleyiş kurallarını kabul etti (hatta bu kuralların korunması Putin’in bir takıntısı). Fakat yine de bunda Devletin çok büyük bir rolü var ve bunu yaparken aynı zamanda esneklikle yetiştirdiği mühendislerin askeri ve sanayi anlamda gerekli uyumu sağlamalarını başarabiliyor.
Size göre bu savaş yalnızca askeri ve ekonomik bir savaş değil fakat aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir savaş…
Burada bilhassa bir antropolog olarak kendimi ifade ediyorum. Rusya’nın geçmişinde daha yoğun ve toplumsal ailevi yapılar oldu ve bu döneme ait değerlerden bazıları bugün halen yaşamaya devam ediyor. Burada bizim hayal edemediğimiz ve aile-ulus bilinçaltı tarafından beslenen bir Rus yurtseverlik hissi var. Batılı gazeteler trajik anlamda o kadar komikler ki durmadan şunu söylüyorlar: “Rusya yalnız kaldı, Rusya yalnız kaldı”. Fakat Birleşmiş Milletler oylarına baktığımızda dünyanın %75’inin Batı’yı takip etmediğini görüyoruz ki geriye çok küçük bir oran kalıyor. Bir antropolog olarak dünya haritasını bir taraftan The Economist (yani İngiliz dünyası ve Avrupa) tarafından yayınlanın en iyi demokrasi seviyesine sahip ülkeler sıralamasına ve diğer taraftan Rusya, Arap dünyası, Çin ve Afrika arasındaki en otoriter ülkeler sıralamasına göre açıklayabilirsiniz. Fakat bu çok sıradan bir açıklama olacaktır bir antropolog için. “Batı” ve çevresinde ikili ebeveyn sistemine sahip çekirdek aile yapısı olan yani çocuğun sosyal statüsünün tanımında dişi ve erkeğin ebeveyn olarak eşit olduğu ülkeler bulursunuz. Diğer yanda ise Afrika-Avrupa-Asya’da büyük bir kitle olarak topluluk halinde ve babasoylu aile sistemleri vardır. Medyamızın siyasi değerler çatışması olarak tanımladığı bu savaşın, daha derin bir düzeyde antropolojik değerler çatışması olduğunu fark ediyoruz aslında. İşte bu karşılaştırmayı tehlikeli kılan da bu bilinçsizlik ve derinliktir.
(Çeviren: Sercan Genç)
İlginizi Çekebilir
-
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
-
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
-
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
-
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
-
UCM’den Netanyahu’ya tutuklama emri
DÜNYA BASINI
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Yayınlanma
16 saat önce21/11/2024
Yazar
Harici.com.trFinancial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…
***
Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor
Andrew England
Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.
Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.
Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.
Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.
Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.
Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.
Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.
Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.
“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.
PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.
Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.
Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.
Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.
Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.
Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.
Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.
Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.
Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.
İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.
Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.
Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.
İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”
DÜNYA BASINI
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
Yayınlanma
2 gün önce20/11/2024
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.
Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat
Éva Péli, NachDenkSeiten
Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.
Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?
Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.
Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.
Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.
Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.
Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.
Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.
İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.
Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?
Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.
Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”
NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.
Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.
Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.
ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?
Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.
Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.
Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.
Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.
Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.
Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.
Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.
Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.
Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.
Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?
Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.
Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.
Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
4 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
ABD’li senatör: Musk’ın Çin bağlantıları ABD ulusal güvenliği için ‘derin bir tehdit’
ABD, Filipinler’e Pekin’e karşı kullanması için insansız deniz aracı veriyor
Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması
Çin bankalarının Rusya’ya yönelik ödeme kontrolleri sertleşiyor
Çok Okunanlar
-
RUSYA9 saat önce
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
GÖRÜŞ2 gün önce
Batka’nın Belarus’u