Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Foreign Affairs: Washington’un Ukrayna’da sona ihtiyacı var

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Savaşın maliyetli bir süreç olduğu aşikâr. Şimdilik sahası Ukrayna olan ve son bir buçuk yıldır tırmanan NATO-Rusya çatışması da benzer şekilde tarafların sırtına ağır yükler bindiriyor. Ukrayna, Batı’dan kontrolsüz ve koşulsuz bir şekilde ciddi miktarda askeri ve mali yardım aldı ve almaya devam ediyor, fakat bu sürdürülebilir bir durum değil. Bir son gerekiyor ama tarafların tutumları birbiriyle taban tabana zıt. ABD dış politikasında söz sahibi olduğu bilinen düşünce kuruluşu RAND Corporation’ın üst düzey araştırmacılarından Samuel Charap’ın Foreign Affairs’ta yayımlanan makalesinde Ukrayna ihtilafında Kore Savaşı ya da Arap-İsrail Savaşlarındakine benzer çözüm formülleri öneriliyor. Benzer öneriler şimdiye dek fazlaca odaktan gelmiş olsa da bu önerilerin geldiği yer makaleyi dikkat çekici kılıyor.

Kazanılamayacak savaş: Washington’un Ukrayna’da sona ihtiyacı var

Samuel Charap

Foreign Affairs

5 Haziran 2023

Rusya’nın 2022’nin şubat ayında Ukrayna’yı işgal etmesi ABD ve müttefikleri açısından dönüm noktası oldu. Önlerinde acil bir görev vardı, o da Rus saldırganlığına karşı koyan Ukrayna’ya yardım etmek ve Moskova’yı ihlalleri nedeniyle cezalandırmak. Batı’nın reaksiyonu başından beri açık olsa da hedef —savaşın sonu— belirsizdi.

Bu belirsizlik ABD’nin yürüttüğü politikanın bir marazı olmaktan çok niteliği oldu. Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın 2022’nin haziran ayında ifade ettiği üzere, “Esasında oyunun sonu olarak gördüğümüz şeye zemin hazırlamaktan imtina ettik. […] Ukraynalıların elini önce savaş alanında, sonra da müzakere masasında mümkün olan en üst düzeyde güçlendirmek için bugün, yarın, gelecek hafta neler yapabileceğimize odaklandık.” Bu yaklaşım ihtilafın ilk aylarında anlamlıydı. O dönemde savaşın gidişatı netlikten uzaktı. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelensky, hala Rus mevkidaşı Vladimir Putin ile görüşmeye hazır olduğunu söylüyordu ve Batı, Kiev’e bugünden farklı olarak bırakın tankları ve uzun menzilli füzeleri, henüz sofistike kara tabanlı roket sistemleri bile tedarik etmemişti. Ayrıca, ABD’nin kendi kuvvetlerinin yer almadığı bir savaşın hedefi hakkındaki görüşlerini dile getirmesi her zaman zordu. Ülkeleri için can veren Ukraynalılar, bu yüzden Washington ne isterse istesin ne zaman duracaklarına nihayetinde onlar karar verecek.

Ancak ABD’nin artık savaşın nasıl sona ereceğine dair bir vizyon geliştirmesinin zamanı geldi. On beş aydır süren çatışmalar, her iki tarafın da —dış yardımla bile olsa— diğerine karşı mutlak bir askeri zafer elde etme kapasitesine sahip olmadığını açıkça ortaya koydu. Ukrayna kuvvetleri ne kadar toprak kurtarabilirse kurtarsın Rusya, Ukrayna için kalıcı bir tehdit oluşturma kapasitesini muhafaza edecektir. Ukrayna ordusu da ülkenin Rus kuvvetleri tarafından işgal edilen bölgelerini risk altında tutma ve Rusya’nın kendi içindeki askeri ve sivil hedeflere zarar verme kapasitesine sahip olacaktır.

Bu faktörler, net bir sonuç vermeyen, yıkıcı ve yıllar sürecek bir çatışmaya yol açabilir. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri gelecekteki stratejileri konusunda bir seçim yapmak durumunda. Önümüzdeki aylarda savaşı üzerinde müzakere edilmiş bir sona doğru yönlendirmeye çalışabilirler. Ya da bunu yıllar sonra da yapabilirler. Bekleme kararı alırlarsa çatışmanın temelleri muhtemelen aynı kalacak, fakat savaşın maliyetleri —insani, mali ve diğer— katlanmış olacak. Bu nedenle, en azından bir neslin en önemli uluslararası krizi haline gelen bu durum için etkili stratejilerden biri, ABD ve müttefiklerinin odak noktalarını değiştirmelerini ve oyunun sonunu kolaylaştırmaya başlamalarını gerektiriyor.

Kazanmak ne anlama gelmiyor?

Mayıs sonu itibariyle Ukrayna ordusu önemli bir karşı taarruz gerçekleştirmenin eşiğindeydi. Kiev’in 2022 sonbaharında daha önceki iki harekatta elde ettiği başarıların ardından ve bu çatışmanın genel manada öngörülemeyen tabiatı göz önüne alındığında, karşı taarruzun anlamlı kazanımlar üretmesi kesinlikle mümkün.

Batılı karar alıcıların dikkati öncelikle bunun gerçekleşmesi için lazım olan askeri teçhizat, istihbarat ve eğitimi sağlamaya yönelmiş durumda. Savaş alanında görünürde bu kadar çok şey değişirken, bazıları Batı’nın oyunun sonunu tartışmaya başlamasının zamanı olmadığını iddia edebilir. Ne de olsa Ukraynalılara başarılı bir taarruz harekâtı için şans verme görevi Batılı hükümetlerin kaynaklarını halihazırda zorluyor. Ancak iyi gitse bile karşı taarruz askerî açıdan belirleyici bir sonuç doğurmayacaktır. Hakikaten de cephe hattının büyük ölçüde hareketlenmesi bile çatışmayı mutlak anlamda sona erdirmeyecektir.

Daha geniş anlamda, ülkeler arası savaşlar genelde bir tarafın kuvvetleri haritada belirli bir noktanın ötesine itildiğinde sona ermez. Başka bir deyişle, toprak fethi —ya da yeniden fethi— kendi başına bir savaş sonlandırma biçimi değil. Muhtemelen Ukrayna’da da aynı şey geçerli olacak: Kiev tüm beklentilerin ötesinde başarılı olsa ve Rus birliklerini uluslararası kabul gören sınırın ötesine çekilmeye zorlasa bile Moskova’nın savaşmayı bırakması mümkün olmayacak. Fakat bunun yakın vadede gerçekleşmesi şöyle dursun, pek çok kişi için bir noktada gerçekleşmesi bile imkânsız. Önümüzdeki aylar için iyimser beklenti, bundan ziyade Ukraynalıların güneyde bazı kazanımlar elde edeceği, belki de Zaporijya ve Herson oblastlarının bazı kısımlarını geri alacağı ve Rusya’nın doğudaki saldırısını püskürteceği yönünde.

Bu muhtemel kazanımlar önemli olacaktır ve arzu edilir olması haklı. Bundan sonra Rus işgalinin tarifsiz dehşetine daha az Ukraynalı maruz kalacaktır. Kiev, Avrupa’nın en büyüğü olan Zaporijya Nükleer Enerji Santrali gibi önemli ekonomik varlıkların kontrolünü yeniden ele geçirebilir. Rusya ise askeri kabiliyetlerine ve küresel prestijine bir darbe daha indirerek bu durumun maliyetini daha da artırmış olur, nitekim bu Moskova adına stratejik bir felaket anlamına gelir.

Batı başkentlerindeki umut, Kiev’in savaş alanındaki kazanımlarının Putin’i müzakere masasına oturmaya zorlayacağı yönünde. Bir başka taktiksel gerilemenin Moskova’nın savaşa devam etme konusundaki iyimserliğini azaltması da mümkün. Ancak nasıl ki toprak kontrolünü kaybetmek savaşı kaybetmek anlamına gelmiyorsa bu, siyasi tavizleri de beraberinde getirmeyecektir. Putin yeni bir seferberlik ilan edebilir, Ukrayna kentlerine dönük bombardıman harekâtını yoğunlaştırabilir ya da zamanın kendisi için ve Ukrayna’nın aleyhine işleyeceğine inanarak mevcut çizgiyi koruyabilir. Kaybedeceğini düşünse bile savaşmaya devam edebilir. Diğer ülkeler de yenilginin kaçınılmaz olduğunu kabul etmelerine rağmen savaşmaya devam etmeyi seçmişlerdi; mesela I. Dünya Savaşı’ndaki Almanya’yı aklınıza getirin. Kısacası, savaş alanındaki kazanımlar tek başlarına savaşın sonunu getirmeyecektir.

İmkânsız görev mi?

Bir yılı aşkın süredir devam eden çatışmaların ardından, bu savaşın gideceği muhtemel istikamet netleşmeye başladı. Cephe hattının konumu bu bulmacanın önemli bir parçası, fakat en önemlisi olmaktan çok uzak. Aslında bu çatışmanın kilit yönleri iki yönlü: Her iki tarafın da birbirlerine karşı oluşturacağı daimî tehdit ve Rusya’nın ilhak ettiğini iddia ettiği Ukrayna toprakları üzerindeki huzursuz anlaşmazlık. Bunlar muhtemelen önümüzdeki uzun yıllar boyunca sabit kalacaktır.

Ukrayna, Batı’dan aldığı on milyarlarca dolarlık yardım, kapsamlı eğitim ve istihbarat desteğiyle etkileyici bir savaş gücü oluşturdu. Ukrayna Silahlı Kuvvetleri, Rus işgali altındaki tüm bölgeleri risk altında tutabilecektir. Dahası Kiev, geçtiğimiz yıl tekrar tekrar gösterdiği üzere Rusya’yı bizzat vurma kabiliyetini de koruyacaktır.

Elbette Rus ordusu da Ukrayna’nın güvenliğini tehdit etme kapasitesine sahip olacaktır. Silahlı kuvvetleri, telafisi yıllar sürecek ciddi kayıplar ve teçhizat kayıpları yaşamış olsa da hala çok güçlüler. Ve her gün birer kez daha gösterdikleri üzere, şu anki üzücü durumlarında bile, Ukrayna askeri kuvvetleri ve siviller için ciddi ölçüde ölüm ve yıkıma neden olabilirler. Ukrayna’nın elektrik şebekesini yok etme harekâtı başarısız olmuş olabilir ama Moskova hava gücü, kara unsurları ve denizden fırlatılan silahlarla Ukrayna’nın kentlerini her an vurabilme kabiliyetini koruyacaktır.

Başka bir deyişle cephe hattı her nerede olursa olsun, Rusya ve Ukrayna birbirlerine karşı kalıcı bir tehdit oluşturacak kapasiteye sahip olacaktır. Ancak geçtiğimiz yılın gösterdikleri, Rusya’nın kitle imha silahlarına başvurmadığını varsayarsak (ki bu bile zaferi garantilemeyebilir), her ikisinin de mutlak bir zafer elde etme kapasitesine sahip olmadığını ya da olmayacağına işaret ediyor. 2022’nin başlarında, kuvvetleri çok daha iyi durumdayken Rusya, Kiev’i kontrol altına alamadı ya da demokratik olarak seçilmiş Ukrayna hükümetini deviremedi. Bu aşamada Rus ordusu, Moskova’nın Ukrayna’da kendisine ait olduğunu iddia ettiği tüm bölgeleri ele geçiremeyecek gibi görünüyor. Geçtiğimiz kasım ayında Ukraynalılar, Rusları Herson oblastındaki Dinyeper Nehri’nin doğu yakasına çekilmeye zorladı. Bugün Rus ordusu Herson ve Zaporijya oblastlarının geri kalanını ele geçirmek için nehrin karşısına geçecek durumda değil. Ocak ayında Donetsk oblastının Vuhledar civarındaki düzlüklerinde kuzeye doğru ilerleme teşebbüsü —nehir geçişinden çok daha az yorucu bir saldırı—Ruslar için kan gölüyle sonuçlandı.

Bu arada Ukrayna ordusu beklentilere meydan okudu ve okumaya da devam edebilir. Fakat sahada daha fazla ilerleme sağlanmasının önünde büyük engeller var. Rus kuvvetleri güneydeki en muhtemel ilerleme eksenine yoğun bir şekilde konuşlanmış halde. Açık kaynaklı uydu görüntüleri, cephe hattı boyunca aşılması zor olacak çok katmanlı fiziksel savunmalar —yeni siperler, araç önleyici bariyerler, teçhizat ve malzeme için engeller ve setler— oluşturduklarını gösteriyor. Putin’in geçen sonbaharda ilan ettiği seferberlik, daha önce Ukrayna’nın, Rusya’nın zayıf savunma hatlarının sürpriz bir saldırıya karşı savunmasız olduğu Harkov bölgesinde ilerlemesine imkân veren insan gücü sorunlarını telafi etti. Ve Ukrayna ordusu, çeşitli kabiliyetlerin entegre edilmesini gerektiren taarruz harekatlarıyla pek sınanmamış durumda. Ayrıca savaş sırasında, en son Donetsk oblastındaki küçük bir kent olan Bahmut’ta yaşanan savaşta kayda değer kayıplar verdi. Kiev, ayrıca topçu ve hava savunması da dahil olmak üzere kritik mühimmatlarda sıkıntı yaşıyor ve Batı’dan aldığı teçhizatın karmakarışık olması bakım ve eğitim kaynaklarını zorluyor.

Her iki tarafta da söz konusu olan bu kısıtlar, önümüzdeki aylarda hatta yıllarda iki tarafın da askeri yollarla belirtilen toprak hedeflerine ulaşamayacağını güçlü bir şekilde gösteriyor. Ukrayna için hedef son derece net: Kiev, Kırım ve Donbass’ın Rusya tarafından 2014’ten bu yana işgal edilen kısımlarını da içeren, uluslararası alanda tanınan tüm toprakları üzerinde kontrol sahibi olmak istiyor. Rusya’nın tutumu ise o kadar net değil, zira Moskova ilhak ettiğini iddia ettiği beş Ukrayna bölgesinden ikisinin —Zaporijya ve Herson— sınırları konusunda müphemiyetini koruyor. Bu ne olursa olsun, nihayetinde ne Ukrayna ne de Rusya kendi toprakları olarak gördükleri yerler üzerinde kontrol kuracak gibi görünmüyor (Bu, her iki tarafın da hak iddialarına eşit meşruiyet tanınması gerektiği anlamına gelmiyor. Ancak Rusya’nın tutumunun açıkça gayri meşru olması Moskova’yı bu tutumu korumaktan alıkoyacak gibi de görünmüyor). Başka bir deyişle, savaş toprak anlaşmazlığına bir çözüm bulunmadan sona erecektir. Ya Rusya ya da Ukrayna ya da daha büyük olasılıkla her ikisi de uluslararası sınır olarak tanımadığı fiili bir kontrol hattına razı olmak zorunda kalacak.

Sonsuz savaş başlıyor

Büyük ölçüde sabit olan bu faktörler Rusya ile Ukrayna arasında uzun süreli bir sıcak savaşa yol açabilir. Nitekim tarih de bunun en muhtemel netice olduğunu gösteriyor. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin, Uppsala Üniversitesi tarafından derlenen ve 1946-2021 yılları arasındaki verileri kullanarak yaptığı çalışma, ülkeler arası savaşların yüzde 26’sının bir aydan kısa bir sürede, yüzde 25’inin ise bir yıl içinde sona erdiğini ortaya koydu. Fakat çalışma aynı zamanda “ülkeler arası savaşlar bir yıldan uzun sürdüğünde, ortalama on yıldan fazla sürdüğü” sonucuna da vardı. On yıldan az sürenler bile son derece yıkıcı olabiliyor. Mesela İran-Irak savaşı 1980’den 1988’e kadar yaklaşık sekiz yıl sürmüş ve neredeyse yarım milyon insanın ölümüne ve bir o kadarının da yaralanmasına yol açmıştı. Ukrayna yaptığı onca fedakarlıktan sonra böyle bir akıbetten kaçınmayı hak ediyor.

Siyaset bilimci Miranda Priebe ile birlikte yazdığım yakın tarihli bir RAND çalışmasının da gösterdiği üzere Rusya ve Ukrayna arasında uzun sürecek bir savaş, ABD ve müttefikleri açısından da son derece sorunlu olacaktır. Uzun sürecek bir çatışma, Rusya’nın nükleer silah kullanması ya da Rusya-NATO savaşı gibi olası bir tırmanma riskini mevcut yüksek seviyede tutacaktır. Ukrayna, Batı’dan neredeyse tamamen iktisadi ve askeri yaşam desteği almak zorunda kalacak ve bu da eninde sonunda Batılı ülkeler için bütçe sıkıntılarına ve orduları için hazırlık sorunlarına neden olacaktır. Tahıl ve enerji fiyatlarındaki dalgalanma da dahil olmak üzere savaşın küresel iktisadi etkileri devam edecektir. ABD, kaynaklarını başka önceliklere odaklayamayacak ve Rusya’nın Çin’e olan bağımlılığı derinleşecektir. Uzun bir savaş Rusya’yı daha da zayıflatacak olsa da bu fayda bu maliyetlerden daha ağır basmayacak.

Batılı hükümetler Ukrayna’nın karşı taarruza hazırlanmasına yardımcı olmak için ellerinden geleni yapmaya devam ederken, aynı zamanda savaşın sona erdirilmesine yönelik bir strateji benimsemeli; bu ideal olmaktan uzak koşullar altında makul olan bir oyun sonu vizyonu. Mutlak bir askeri zafer pek mümkün olmadığından, belirli oyun sonları artık makul değil. Moskova ile Kiev arasında sınırlar gibi temel konulardaki görüş ayrılıklarının devam ettiği ve bunca can kaybı ve sivil ölümden sonra yaşanan yoğun mağduriyetler göz önüne alındığında, Rusya ile Ukrayna arasındaki ilişkileri normalleştirecek bir barış anlaşması veya kapsamlı bir siyasi çözüm de imkânsız görünüyor. İki ülke sıcak savaş sona erdikten çok sonra da düşman olmaya devam edecek.

Savaşı herhangi bir müzakere olmaksızın sona erdirmek Batılı hükümetler ve Kiev için kışkırtılmamış bir saldırı eylemi ve korkunç savaş suçları işlemiş bir hükümetin temsilcileriyle görüşmeye tercih edilebilir görünebilir. Ancak bu yoğunluk seviyesine ulaşan ülkeler arası savaşlar, müzakere olmaksızın kolayca sona erme eğiliminde olmaz. Savaş devam ederse, 2014’ten 2022’ye kadar Donbass’ta olduğu gibi düşük yoğunluklu lokal bir çatışmaya dönüştürmek de son derece zor olacaktır. Bu dönemde savaşın Ukrayna’daki çatışma bölgesi dışındaki yaşam üzerinde nispeten az bir etkisi oldu. Mevcut cephe hattının uzunluğu (600 milden fazla), hattın çok ötesindeki kentlere ve diğer hedeflere yapılan saldırılar ve her iki ülkede de devam eden seferberlik (Rusya’da kısmi, Ukrayna’da tam) iki savaşan taraf üzerinde sistemik —belki de neredeyse varoluşsal— etkilere sahip olacaktır. Mesela, hava sahası kapalı, limanları büyük ölçüde abluka altında, kentleri ateş altında, çalışma çağındaki erkekleri cephede savaşırken ve milyonlarca sığınmacı ülkeye dönmek istemezken Ukrayna ekonomisinin nasıl toparlanabileceğini tahayyül etmek zor. Bu savaşın etkilerinin belirli bir coğrafya ile sınırlandırılabileceği noktayı çoktan geçtik.

Müzakereler gerekli olacağından ancak bir çözüm söz konusu olmadığından, en makul olanı nihai bir ateşkes anlaşmasıdır. Ateşkes —esasen siyasi ayrışmalar arasında köprü kurmayan kalıcı bir ateşkes anlaşması— Rusya ile Ukrayna arasındaki sıcak savaşı sona erdirecek ama daha geniş çaplı çatışmayı sona erdirmeyecektir. Bunun en iyi örneği 1953 Kore ateşkesidir; bu ateşkes sadece ateşkesin sürdürülmesinin mekaniği ile ilgilenmiş ve tüm siyasi meseleleri masanın dışında bırakmıştı. Her ne kadar Kuzey ile Güney Kore teknik olarak hala savaş halinde olsalar ve her ikisi de yarımadanın tamamının kendi egemenlik alanları olduğunu iddia etseler de, ateşkes büyük ölçüde geçerli oldu. Böyle tatmin edici olmayan bir netice, savaşın sona ermesinin en muhtemel yolu.

Kore örneğinin aksine ABD ve müttefikleri Ukrayna’da savaşmıyor. Kiev ile Moskova’da alınacak kararlar Berlin, Brüksel ya da Washington’da alınacak kararlardan çok daha belirleyici olacaktır. Batılı hükümetler isteseler bile Ukrayna’ya ya da Rusya’ya şartları dikte edemezler. Yine de Kiev’in nihayetinde kendi kararlarını vereceğini kabul etmekle birlikte ABD ve müttefikleri, Ukrayna ile yakın istişare içinde, oyunun sonuna ilişkin vizyonlarını tartışmaya ve ortaya koymaya başlayabilirler. Bir ölçüde halihazırda aylardır bunu yapıyorlar: ABD Başkanı Joe Biden’ın 2022’nin mayıs The New York Times’ta yayımlanan köşe yazısı, yönetiminin bu savaşın müzakere masasında sona ereceğini düşündüğünü açıkça ortaya koydu. Üst düzey yetkilileri o zamandan beri bu görüşü düzenli olarak yinelediler, ancak Ukrayna’ya “gerektiği kadar” yardım etme dili genellikle daha fazla dikkat çekiyor. Fakat Washington daha fazla ayrıntı vermekten ısrarla kaçındı. Dahası ne ABD hükümeti içinde ne de Washington, müttefikleri ve Kiev arasında nihai müzakerelerin pratikleri ve muhtevası üzerine düşünme üzerine devam eden herhangi bir çaba var gibi görünmüyor. Karşı taarruz için kaynak sağlama çabalarıyla karşılaştırıldığında, bundan sonra ne olacağını şekillendirmek için neredeyse hiçbir şey yapılmıyor. Biden yönetimi bu boşluğu doldurmaya başlamalı.

Beklemenin maliyeti

Diplomasinin rayına oturtulması için atılacak adımların Ukrayna’ya askeri yardım sağlama ya da Rusya’ya maliyet yükleme çabalarını etkilemesi gerekmiyor. Tarihsel olarak, savaşlarda aynı anda hem savaşıp hem de müzakere etmek yaygın bir uygulama olmuştur. Kore Savaşı sırasında en yoğun çatışmalardan bazıları, ABD’nin kayıplarının yüzde 45’inin yaşandığı iki yıllık ateşkes müzakereleri sırasında gerçekleşmişti. Kaçınılmaz diplomasi için plan yapmaya başlamak, ABD politikasının diğer mevcut unsurlarına ve devam etmekte olan savaşa paralel olarak gerçekleşebilir ve gerçekleşmelidir.

Kısa vadede bu, hem karşı taarruzda Kiev’e yardım etmeye devam etmek hem de müttefikler ve Ukrayna ile oyunun sonu hakkında paralel müzakerelere başlamak anlamına geliyor. Prensipte Rusya ile müzakere yolunun açılması savaş alanındaki ilerlemeyle çelişmemeli, aksine onu tamamlamalı. Ukrayna’nın kazanımları Kremlin’i uzlaşmaya daha istekli hale getirmişse, bunu öğrenmenin tek yolu işleyen bir diplomatik kanal olacaktır. Böyle bir kanalın kurulması ne Ukrayna’nın ne de Batılı ortaklarının Rusya üzerindeki baskıyı azalttığının göstergesi olarak görülmemeli. Etkili bir strateji hem zorlama hem de diplomasi gerektirecektir. Biri diğerinin zararına olamaz.

Müzakerelere zemin hazırlamak konusunda beklemenin de bir maliyeti var. Müttefikler ve Ukrayna, diplomatik bir strateji geliştirmeden ne kadar uzun süre beklerse, bunu yapmak o kadar zorlaşacaktır. Aylar geçtikçe ilk adımı atmanın siyasi bedeli de artacaktır. Şimdiden, ABD ve müttefiklerinin diplomatik yolu açmak için yapacakları herhangi bir hamlenin —Ukrayna’nın desteğiyle bile olsa— politikadan geri dönüş ya da Batı’nın Kiev’e verdiği destekten vazgeçmesi olarak algılanmaması için hassas bir şekilde yönetilmesi gerekecek.

Hazırlıklara şimdi başlamak da mantıklı zira çatışma diplomasisi bir gecede sonuç vermeyecektir. Sahiden de müttefikler ve Ukrayna’nın müzakere stratejisine dair aynı noktada buluşması haftalar, belki de aylar alacaktır; müzakereler başladığında Rusya ile anlaşmaya varmak ise daha da uzun sürecektir. Kore ateşkesi örneğinde, yaklaşık 40 sayfalık anlaşmaya son şeklini vermek için iki yıl boyunca 575 toplantı yapılması gerekmişti. Diğer bir deyişle, yarın bir müzakere platformu kurulsa bile, silahların susması için aylar geçmesi gerekecektir (eğer müzakereler başarıya ulaşırsa, ki bu da kesin değil).

Ateşkesi kalıcı hale getirecek tedbirlerin tasarlanması çetrefilli ama kritik bir görev olacaktır ve Washington, bu çabada Kiev’e yardımcı olmaya hazır olup olmadığından emin olmalı. Zelenskiy de dahil olmak üzere Ukraynalı yetkililerin alaycı bir şekilde “Minsk 3” olarak tanımladıkları ve Rusya’nın daha önceki işgallerinin ardından 2014 ve 2015 yıllarında Belarus’un başkentinde yapılan iki başarısız ateşkes anlaşmasına atıfta bulunan durumdan nasıl kaçınılacağı konusunda ciddi bir çalışma başlatılmalı. Bu anlaşmalar şiddeti kalıcı olarak sona erdirememiş ve tarafların uymasını sağlayacak etkili mekanizmalar içermemişti.

Siyaset bilimci Virginia Page Fortna, 1946 ve 1997 yılları arasındaki çatışmalardan elde edilen verilere başvurarak askerden arındırılmış bölgeler, üçüncü taraf garantileri, barış gücü veya anlaşmazlıkların çözümüne dönük ortak komisyonlar düzenleyen ve spesifik (belirsizliğe karşı) bir dil içeren güçlü anlaşmaların daha kalıcı ateşkesler sunduğunu göstermişti. Bu mekanizmalar, ezeli düşmanların temel farklılıklarını çözmeden barışa ulaşmalarını sağlayan karşılıklılık ve caydırıcılık ilkelerini güçlendirir. Bu mekanizmaların Ukrayna savaşına uyarlanması zor olacağından, hükümetlerin şimdiden bunları geliştirme konusunda çalışması gerekiyor.

Bu savaşı sona erdirecek bir ateşkes iki taraflı bir anlaşma olacak olsa da ABD ve müttefikleri Ukrayna’ya müzakere stratejisinde yardımcı olabilir ve olmalıdır. Buna ek olarak, tarafları masaya oturmaya teşvik etmek ve muhtemel ateşkesin çökme ihtimalini en aza indirmek adına, paralel olarak ne gibi tedbirler alabileceklerini düşünmeliler. Fortna’nın araştırmasının da ortaya koyduğu gibi, Ukrayna’ya yönelik güvenlik garantileri —Moskova’nın yeniden saldırması halinde Kiev’in Rusya ile tek başına yüzleşmeyeceğine dair güvence— bu denklemin bir parçası olmalı. Güvenlik garantileri tartışması çoğu zaman Ukrayna’nın NATO üyeliği meselesine indirgeniyor. Bir üye olarak Ukrayna, NATO’nun kurucu anlaşmasının, üyelerin aralarından birine karşı silahlı bir saldırıyı hepsine karşı yapılmış olarak kabul etmelerini gerektiren 5. Maddesinden faydalanacaktır. Fakat NATO üyeliği 5. Maddeden daha fazlası. Moskova’nın bakış açısına göre ittifaka üyelik, Ukrayna’yı ABD’nin kendi güç ve imkanlarını konuşlandıracağı bir hazırlık sahasına dönüştürecektir. Dolayısıyla, müttefikler arasında Kiev’e üyelik teklif etme konusunda bir fikir birliği olsa bile (ki yok), Ukrayna’ya NATO üyeliği yoluyla bir güvenlik garantisi verilmesi barışı Rusya için cazip olmaktan çıkarabilir ki Putin de savaşı sürdürmeye karar verebilir.

Bu çemberin içini doldurmak zor ve siyasi açıdan sıkıntılı olacaktır. Muhtemel modellerden biri, İsrail’in Mısır ile barışı kabul etmesinin temel ön koşullarından biri olan 1975 tarihli ABD-İsrail mutabakat zaptı. Belgede “ABD’nin İsrail’in bekası ve güvenliğine dönük uzun süredir var olan taahhüdü ışığında, ABD hükümetinin İsrail’in güvenliğine veya egemenliğine bir dünya gücü tarafından yapılacak tehditleri özel bir ciddiyetle değerlendireceği” belirtiliyor. Belge, böyle bir tehdit durumunda ABD hükümetinin “anayasal uygulamalarına uygun olarak İsrail’e verebileceği diplomatik ya da başka türlü destek ya da yardım konusunda” İsrail ile istişarede bulunacağını ifade ediyor. Belgede ayrıca Mısır’ın ateşkesi ihlal etmesi durumunda “ABD’nin düzeltici eylemde bulunacağı” da açıkça taahhüt ediliyor. Bu, İsrail’i hedef alan bir saldırının ABD’yi hedef almış bir saldırı olarak görüleceğine dair açık bir taahhüt değil, ancak buna yaklaşıyor.

Ukrayna’ya verilecek benzer bir güvence Kiev’e daha fazla güvenlik hissi kazandıracak, Ukrayna ekonomisine özel sektör yatırımını teşvik edecek ve gelecekteki Rus saldırganlığına karşı caydırıcılığı artıracaktır. Bugün Moskova, Ukrayna’ya saldırması halinde ABD’nin askeri müdahalede bulunmayacağından emin olsa da bu tür bir açıklama Kremlin’in iki kez daha düşünmesine neden olacaktır; fakat Rusya’nın sınırlarında yeni Amerikan üsleri kurulması olasılığını artırmayacaktır. Elbette Washington’un ateşkesin kalıcılığına güvenmesi gerekir ki taahhüdün sınanma olasılığı düşük kalsın. Rusya ile savaştan kaçınmak bir öncelik olmaya devam etmeli.

Zamanı geldiğinde Ukrayna, Kiev’in inandırıcı bir caydırıcı güç oluşturmasına yardımcı olmak için yeniden inşa yardımı, Rusya için hesap verebilirlik tedbirleri ve barış döneminde daimî askeri yardım gibi başka teşviklere ihtiyaç duyacaktır. Buna ek olarak, ABD ve müttefikleri Rusya’ya uygulanan zorlayıcı baskıyı, barışı daha cazip bir alternatif haline getirme çabalarıyla desteklemeli; örneğin yaptırımların koşullu olarak hafifletilmesi —uyulmaması halinde geri adım atılması— uzlaşmayı teşvik edebilir. Batı ayrıca ileride Rusya ile benzer bir krizin patlak verme ihtimalini en aza indirmek için Avrupa’nın daha geniş güvenlik meseleleri konusunda diyaloğa açık olmalı.

Müzakereler başlasın

Önümüzdeki aylarda bu vizyonu gerçeğe dönüştürmeye yönelik ilk adım, ABD hükümetinde diplomatik yolu geliştirmeye yönelik çabanın başlatılması olabilir. ABD’nin yeni bir askeri komuta unsuru olan Ukrayna Güvenlik Yardımı Girişimine üç yıldızlı bir general tarafından yönetilen ve 300 kişilik bir kadroya sahip olan yardım ve eğitim misyonu tahsis edildi. Yine de ABD hükümetinde tam zamanlı işi çatışma diplomasisi olan tek bir yetkili yok. Biden, neredeyse tüm ilgili başkentlerde bu krizde kenara itilmiş olan dışişleri bakanlıklarının ötesine geçebilecek bir şahsiyet, belki de özel bir başkanlık elçisi atamalı. Daha sonra ABD, Ukrayna ile ve G7 ve NATO’daki müttefikleri arasında oyunun sonu hakkında gayrı resmi müzakerelere başlamalı.

Buna paralel olarak ABD, savaşla ilgili olarak Ukrayna, müttefikleri ve Rusya’yı kapsayan düzenli bir iletişim kanalı kurmayı düşünmeli. Bu kanal başlangıçta ateşkes sağlamayı amaçlamayacaktır. Bundan ziyade kilit devletler ve uluslararası kurumların temsilcilerinden oluşan gayrı resmi bir grubun düzenli olarak bir araya geldiği, Balkan savaşları sırasında kullanılan temas grubu modeline benzer şekilde, katılımcıların tek seferlik karşılaşmalar yerine sürekli olarak etkileşimde bulunmalarına olanak sağlayacaktır. Bu tür tartışmalar, ABD’nin İran ile 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmayla ilgili ilk temaslarında olduğu gibi, kamuoyunun gözü önünde başlamalı.

Bu çabalar anlaşmayla sonuçlanmayabilir. Başarı ihtimali düşük ve müzakerelerden bir anlaşma çıksa bile kimse tam anlamıyla tatmin olmuş olarak ayrılmayacaktır. Kore ateşkesi, imzalandığı dönemde hiçbir şekilde ABD dış politikasının bir zaferi olarak görülmüyordu; ne de olsa Amerikan halkı net bir çözümü olmayan kanlı savaşlara değil, mutlak zaferlere alışmıştı. Ancak aradan geçen yaklaşık 70 yıl boyunca yarımadada yeni bir savaş patlak vermedi. Bu arada Güney Kore, 1950’lerin yıkımından çıkarak bir ekonomik güç merkezi ve nihayetinde gelişen bir demokrasi haline geldi. Savaş sonrası Ukrayna’nın da benzer şekilde müreffeh, demokratik ve Batı’nın güvenliğine güçlü bir şekilde bağlı olduğu bir ülke olması gerçek bir stratejik zafer anlamına gelecektir.

Ateşkese dayalı bir oyun sonu, Ukrayna’yı —en azından geçici olarak— tüm topraklarından yoksun bırakacaktır. Fakat ülke ekonomik olarak toparlanma fırsatına sahip olacak ve ölüm ve yıkım sona erecektir. Ülke, Moskova’nın işgal ettiği bölgeler üzerinde Rusya ile çatışma içinde kalmaya devam edecek ama bu çatışma Batı’nın desteğiyle Ukrayna’nın avantajlı olacağı siyasi, kültürel ve iktisadi alanlarda yaşanacaktır. Barış şartlarıyla bölünmüş bir başka ülke olan Almanya’nın 1990’da başarılı bir şekilde yeniden birleşmesi, çekişmenin askeri olmayan unsurlarına odaklanmanın sonuç verebileceğini gösteriyor. Bu arada, Rusya ile Ukrayna arasındaki bir ateşkes de Batı’nın Rusya ile çatışmasını sona erdirmeyecektir, fakat doğrudan bir askeri çatışma riski ciddi ölçüde azalacak ve savaşın küresel sonuçları hafifleyecektir.

Pek çok yorumcu bu savaşın sadece muharebe alanında karara bağlanması gerektiği konusunda ısrar etmeye devam edecektir. Ancak bu görüş, cephe değişse bile savaşın yapısal gerçeklerinin değişme ihtimalinin ne kadar düşük olduğunu ortaya koyuyor ki bu da garanti olmaktan uzak bir sonuç. ABD ve müttefikleri, Ukrayna’ya aynı anda hem savaş alanında hem de müzakere masasında yardım edebilmeli. Şimdi başlamanın tam vakti.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English