Bizi Takip Edin

AVRUPA

Fransa’da hükümet düştü: Şimdi ne olacak?

Yayınlanma

Fransa’da Michel Barnier’nin azınlık hükümeti, sağ ve sol partilerin tartışmalı bir bütçe teklifi üzerine güvensizlik oylamasına gitmelerinin ardından çarşamba akşamı çöktü.

1962’den bu yana ilk kez, Fransa’nın zaten kırılgan olan hükümeti, ülkenin parlamentosunun alt kanadında yapılan güvensizlik oylamasının ardından dağıldı.

Barnier pazartesi günü, derin siyasi bölünmelerin ortasında “istikrarı” korumak için gerekli olduğunu savunarak, tartışmalı 2025 bütçesini parlamento onayı olmadan geçirmek için nadiren kullanılan bir anayasal mekanizmaya başvurdu. 

Fakat Barnier’in önerdiği kemer sıkma bütçesi (harcamalarda 40 milyar avro kesinti ve vergilerde 20 milyar avro artış) sadece bölünmeleri derinleştirdi, alt meclisteki gerilimleri alevlendirdi ve dramatik bir siyasi çatışmayı tetikledi. 

Ulusal Birlik ve Yeni Halk Cephesi hükümeti düşürmekte ortaklaştı

Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birlik (RN) ve solcu Yeni Halk Cephesi’nin (NFP) güvensizlik oylamasını gündeme getirmesiyle, bu hamle derhal sert bir tepki çekti.

Fransa Ulusal Meclisinin hem sol hem de sağ kanadı çarşamba günkü güvensizlik oylaması lehinde birleşti. Toplam 577 milletvekilinden 331’i önergeyi destekledi. Bunun için en az 288 oya ihtiyaç vardı.

Ulusal Meclisteki güvensizlik oylaması Barnier’in tartışmalı bütçe tasarısını otomatik olarak reddediyor. Parlamentonun alt kanadı tarafından reddedilen tasarı şu anda Senato tarafından inceleniyor ancak kabul edilme şansı çok az.

Ulusal Meclis Başkanı Yaël Braun-Pivet perşembe sabahı France Inter’de yaptığı açıklamada hükümetin düşmesini “kolektif bir başarısızlık” olarak nitelendirdi.

Macron’un Rönesans partisine mensup Braun-Pivet, “Yeterince diyalog kurmayı, yeterince birlikte inşa etmeyi başaramadık. Fakat bunun yapılması gerekiyor. Şimdi istikrar getirmenin, ülkeye bir bütçe sağlamanın yollarını bulmak zorundayız. Zaman kaybetmemeliyiz,” dedi.

Acil bütçe yasası çıkacak

Önümüzdeki ay içinde bir acil durum bütçesinin kabul edilmesi muhtemel. Ancak herhangi bir bütçenin kabul edilebilmesi için yeni bir başbakana ihtiyaç var ve bu da Macron’u hızla yeni bir başbakan atama baskısı altında bırakıyor.

Michel Barnier öğle saatlerinde Elysee Sarayına gitti ve istifasını Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a sunması bekleniyor. 

Macron bu akşam Fransa saati ile 20:00’de ulusa seslenecek. Cumhurbaşkanı, ülkeyi ayakta tutacak acil bütçe önlemini geçirebilmek için hızla yeni bir başbakan ataması yönünde büyük bir baskı altında.

Macron’un akşam yapacağı konuşmadan önce sarayda öğleden sonra aralarında ülke parlamentosunun lideri Yael Braun-Pivet ve Senato Başkanı Gerard Larcher’in de bulunduğu bakanlar bir araya gelecek.

Daha önce AB’nin Brexit baş müzakerecisi olan Barnier, çarşamba günkü oylamadan önce yaptığı son konuşmada, “Fransa’ya ve Fransızlara onurlu bir şekilde hizmet etmiş olmanın benim için bir onur olarak kalacağını söyleyebilirim,” dedi.

İşçiler bütçeye karşı bugün grevde

Öte yandan milyonlarca kamu çalışanı bugünü çok sayıda sendika  tarafından greve çağrıldı.

Barnier hükümeti tarafından sunulan 2025 bütçe planında öngörülen harcama kesintilerine karşı çıkmak üzere Fransa genelinde gösteriler düzenlenmesi planlanıyor. 

Hastane çalışanlarından, öğretmenlere ve enerji sektörü çalışanlarına kadar grevin ülke genelinde önemli aksamalara yol açması bekleniyor.

Paris, Marsilya ve Toulouse havalimanlarındaki çok sayıda uçuşun iptal edilmesi bekleniyor.

Macron’un başbakan adayları

Macron, parçalı parlamentoda görevden alınan Barnier’in yerine birini seçme görevi ile karşı karşıya.

Fransız liderin yeni başbakan adayları arasında Silahlı Kuvvetlre Bakanı Sébastien Lecornu, “merkezci” parti Demokratik Hareket’in (MoDem) lideri François Bayrou, Nicolas Sarkozy döneminde Maliye Bakanı olarak görev yapan François Barouin bulunuyor.

NFP’nin yaz aylarındaki başbakan adayı Lucie Castets’e, Macron tarafından tüm teamüller çiğnenerek hükümeti kurma görevi verilmemişti.

Boyun Eğmeyen Fransa’dan Macron’a istifa çağrısı

Solcu Boyun Eğmeyen Fransa’nın (La France insoumise – LFI) koordinatörü Manuel Bompard bu sabah Fransız televizyonuna yaptığı açıklamada, “İstikrar ortamını geri getirmek istiyorsak, bunun için Cumhurbaşkanının görevden ayrılmasını gerektirdiğini düşünüyorum,” dedi.

LFI lideri Mathilde Panot, gazetecilere yaptığı açıklamada sonucu memnuniyetle karşıladığını ifade etti ve “Bugün tarihi bir gün… Bugün demokrasiyi savunduk,” dedi.

Fransa Cumhurbaşkanından istifa etmesini isteyen Panot, “Kaosun sorumlusu biz değiliz, son yedi yıldır Emmanuel Macron’du,” diye ekledi.

LFI, yaz aylarında yapılan erken parlamento seçimlerinde sol ittifak Yeni Halk Cephesi’nin (NFP) bir parçası olarak yarışan parti, parlamentodaki 577 sandalyenin 178’ini almıştı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un görev süresi 2027 baharına kadar dolmuyor. Macron şimdiye kadar istifa çağrılarını geri çevirdi ve görevine “tüm enerjimle, son saniyeye kadar” devam etme sözü verdi.

Bununla birlikte, Kasım ayı sonunda yapılan bir kamuoyu yoklamasının Fransız halkının yalnızca %22’sinin desteğine sahip olduğunu göstermesi nedeniyle, onaylanma oranı düşük.

Le Pen Macron’a bu sefer istifa çağrısı yapmadı

Le Pen çarşamba günü yaptığı açıklamada, güvensizlik oylamasının ardından Barnier’in “bu akşamki durumun tek sorumlusu” olduğunu söyledi.

Parti lideri, “Bu durumun olmaması için (Barnier’in) tek yapması gereken emekli maaşlarını (enflasyona) endekslememeyi, emeklilerden çıkarmamayı kabul etmekti,” diye ekledi.

Le Pen, çarşamba gecesi TF1’e verdiği mülakatta “başka bir çözüm olmadığını” söylerken, oylama sonucunu “zafer” olarak görmediğini iddia etti.

Macron’un istifa etmesi gerekip gerekmediği sorulduğunda Marine Le Pen, erken cumhurbaşkanlığı seçimleri çağrısında bulunmadığını söyledi ve “Bu kararı kendisi verecektir,” diye ekledi.

Ülkenin 2025 bütçe planı söz konusu olduğunda Le Pen, partisinin “çalışmalarına izin vereceğini” ve “sadece RN ile değil, Meclisteki tüm güçlerle birlikte herkes için kabul edilebilir bir bütçe inşa edeceklerini” vurguladı.

Ekonomide alarm zilleri

Ekonomi Bakanı Antoine Armand salı günü France 2 kanalında yaptığı açıklamada Fransa’nın belirsiz iktisadi görünümüne ilişkin alarm vererek, “Tüm sektörler kaybedecek. Bütçesi olmayan bir ülkede, belirsizliğe sürüklenen bir ekonomide, kazanan hiçbir sektör, kazanan hiçbir Fransız halkı, kazanan hiçbir şirket yoktur,” dedi.

Ülke yeni bir başbakan seçildikten sonra acil bir bütçe uygulamaya hazırlanıyor.

Mevcut siyasi kriz, zaten zayıf olan, yatay büyüme ve büyük miktarda borçtan muzdarip Fransa ekonomisine daha fazla belirsizlik getiriyor.

İtalyan basını: Macronizmin sonu

İtalyan gazetesi Corriere della sera, Fransa’da azınlık hükümetinin devrilmesi üzerine perşembe sabahı “Macronizm bitti” başlıklı bir başyazı yayınladı.

Yazıda, “Merkeze doğru ilerlemek iki cumhurbaşkanlığı seçiminde işe yaradı ama artık yaramıyor,” deniliyor.

Diğer gazeteler de Fransa’nın mali çöküşün eşiğinde olduğuna dikkat çekti. Barnier’in Perşembe-Cuma günleri Roma’yı ziyaret etmesi bekleniyordu ama bu ziyaret iptal edildi.

AVRUPA

İtalyan hükümeti, finansal kurumların dış yatırımlarından endişeli

Yayınlanma

POLITICO’nun aktardığına göre İtalya hükümeti, ülkenin en büyük finans gruplarından bazılarının birleşme anlaşmalarının, bir kriz anında yurt içindeki yatırımları çağırma kabiliyetini azaltacağından korkuyor.

Örneğin ülkenin ikinci büyük bankası Milano merkezli UniCredit ve en büyük sigortacısı Trieste merkezli Generali sınır ötesi ittifaklar peşinde. 2011-2012 Avro bölgesi krizinin hatıralarıyla boğuşan ve Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesiyle dört yıl sürecek iktisadi kargaşayla karşı karşıya kalan bazı politika yapıcılar için bu endişe verici bir ihtimal.

Ulusal borcu 3 trilyon avroyu aşan ya da gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 137’sine ulaşan İtalya’da hükümet, sağlam ve güvenilir bir yatırımcı tabanına olan ihtiyaç konusunda son derece hassas.

İtalya Merkez Bankası verilerine göre, genellikle daha kararsız olan yabancı yatırımcılar şu anda Roma’nın ödenmemiş borcunun yüzde 30’undan fazlasını elinde tutuyor.

Dolayısıyla Roma artık üzerinde daha az etkisi olduğunu düşündüğü bir yatırımcı grubuna sahip. Morningstar analisti Javier Rouillet, bu bağlamda daha “çeşitlendirilmiş” bir yatırımcı tabanı istemenin “makul” olduğunu söylüyor.

Hükümetin düşüncelerine aşina olan iki kişi, politikacıların yerel şirketlerin “yurtsever” nedenlerle tahvil satın aldıkları için daha güvenilir olduklarına dair yanlış da olsa uzun süredir devam eden bir inanca sahip olduklarını söyledi.

Bu inanç, daha yumuşak regülasyon için bastıran yerel lobiciler tarafından kasıtlı olarak istismar ediliyor, fakat İtalyan bankaları ve sigortacıları tıpkı yabancı rakipleri gibi, İtalyan tahvillerini “hükümeti memnun etmek için değil, harika risk/getiri profili” nedeniyle satın alıyor.

Hükümetin düşüncelerine aşina bir milletvekili, “Borcumuzun yerli ellerde olması, ödenen faizin İtalyan ekonomisinde kalmasını sağlamak için bir hedeftir. [Finans kurumları] hükümetin istediğini yaptığından değil, ama İtalyan sermayeli yatırım şirketlerinde her zaman açık bir yerli önyargı olmuştur,” diyor.

Ekonomi ve Maliye Bakanlığının şu anki planı, 2025 bütçesini finanse etmek ve vadesi gelen tüm eski tahvilleri yeniden finanse etmek için 350 milyar avroya kadar tahvil satmak  ki bu da günde yaklaşık 1 milyar avro demek.

Barclays analistlerine göre bu rakam, on yıllık varlık alımlarının ardından varlıklarını azaltmaya başlayan Avrupa Merkez Bankasından gelecek 73 milyar avroyu da içeriyor. Eurosystem, İtalya Merkez Bankası aracılığıyla eylül ayı sonunda hükümetin tahvillerinin dörtte birinden fazlasını elinde tutuyordu.

Öte yandan son altı hafta içinde İtalya’nın borçlanma maliyetleri yüzde 0,6 puan arttı. AXA Yatırım Yönetimi baş ekonomisti Gilles Moëc pazartesi günü müşterilerine gönderdiği bir notta, bu maliyetlerin mevcut yüzde 3,8’in üzerindeki seviyede kalması halinde, borç yükünün ekonominin bunu karşılamasından daha hızlı büyüyeceğini yazdı.

Bir maliye bakanlığı sözcüsü ise, İtalyan tahvillerinin son aylardaki güçlü göreceli performansına ve Avro bölgesindeki benzerlerine kıyasla hala büyük bir prim sunduğuna işaret etti.

İtalya, Fransa ve Almanya karşı karşıya

Konu hakkında bilgi sahibi iki kişiye göre, özellikle birleşmelerle ilgili olarak, politika yapıcıların başlıca endişesi Generali ve Paris merkezli holding Natixis’in varlık yönetimi kolları arasındaki 2 trilyon avroluk birleşme.

Görüşmeler birkaç aydır devam ediyor. En azından bazı yetkililerin endişesi, İtalyan devlet tahvillerinin en büyük tarihi sahiplerinden biri olan Generali’nin, Fransızların hakim olduğu daha geniş bir grubun parçası olarak gelecekte İtalyan borcuna olan “bağlılığını kaybedebileceği” yönünde.

Söz konusu kişilerden biri, bunun bir sonraki panik durumunda İtalya için durumu daha da kötüleştirebileceğini söyledi.

Söz konusu kişi, bu hamlenin Roma’yı anlaşmayı şarta bağlamak için yönetici eleme araçlarını kullanıp kullanamayacağını düşünmeye sevk ettiğini de sözlerine ekledi.

Benzer endişeler UniCredit’in Almanya’nın ikinci büyük bankası Commerzbank’ı satın almak için yaptığı tartışmalı hamle etrafında da dönüyor. Fakat bu endişeler sadece Roma ile sınırlı değil: bu hamle Berlin’de de tepkilere neden oldu.

Derecelendirme kuruluşu Moody’s tarafından ekim ayında yayınlanan bir raporda, UniCredit’in bilançosundaki Alman payının artmasının “UniCredit’in kredibilitesi ile İtalya Hükümetinin kredibilitesi arasındaki içsel korelasyonu gevşeteceği” öne sürüldü. Bu da muhtemelen UniCredit’in piyasadaki borçlanma maliyetlerini düşürecek.

Commerzbank başkanı ve eski Alman merkez bankası başkanı Jens Weidmann’ın pazartesi günü yayınlanan bir röportajında söylediği gibi, bunun diğer tarafı ise Commerzbank’ın Almanya’daki müşterilerini İtalya’daki potansiyel istikrarsızlığa maruz bırakacak olması.

Weidmann Handelsblatt’a verdiği demeçte böyle bir devralmanın “devlet borçlarının arka kapıdan mutualize edilmesi” anlamına geleceğini söyledi.

Şirket dosyalarına göre UniCredit’in elinde yaklaşık 38 milyar avro, Generali’nin elinde ise 30 milyar avronun üzerinde İtalyan devlet borcu bulunuyor.

İtalya’nın geride kalma korkusu

İtalya’nın potansiyel ortaklıklar konusundaki kuşkularının başka nedenleri de var; özellikle de bu ortaklıkların her zaman İtalyan olmayan ortağın üstünlüğüyle sonuçlanıyor olması.

İtalyan yetkililer için Commerzbank’ın savunulması, Alman Lufthansa’nın İtalyan havayolu şirketi ITA’yı kısa süre önce devralması göz önüne alındığında, özellikle aleni bir ikiyüzlülük olarak göründü.

Bu arada Generali anlaşması, “Fransız ekonomik emperyalizmine” ilişkin eski kaygıları yeniden canlandırdı. Jeopolitik analist ve eski başbakan Mario Draghi’ye yatırım taraması konusunda danışmanlık yapan Alessandro Aresu, bu birleşmelerin çoğunun tek yönde gerçekleştiğini söylüyor.

Son yıllarda Crédit Agricole, özellikle kuzey İtalya’da olmak üzere birçok yerel bankayı satın alırken, BNP Paribas 2008’den bu yana ülkenin altıncı büyük bankası olan Banca Nazionale del Lavoro’nun sahibi. Generali’nin CEO’su Philippe Donnet de bir Fransız.

Fransız şirketleri lüks sektörlerden medyaya kadar pek çok sektörde İtalyan şirketlerini devralmış olsa da, tersi yönde çok az büyük anlaşma oldu. Bu anlaşmalardan biri olan gemi yapımcısı Fincantieri ile Fransız Chantiers de l’Atlantique arasında önerilen birleşme, Fransız muhalefeti nedeniyle sonuçta çöktü.

Meloni özellikle, Fransızların İtalyan devlerini ele geçirmesi olarak nitelendirdiği anlaşmaları eleştirdi; buna halen hedefinde olan otomotiv grubu Stellantis’i yaratan anlaşma da dahil.

Aresu, sonuç olarak Roma’nın Generali’nin Fransız alanına girmesine karşı “atavistik bir korku” duymasının şaşırtıcı olmadığını söyledi ve “İtalyan aktörün satın alan taraf olduğu önemli anlaşmalar yapılana kadar İtalya’nın güveni yeniden tesis edilmeyecektir,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AB, Macaristan’ın Rusya yaptırımlarını gevşetmesini engellemek için Belçika Kralı’nı ve 1944 yasasını devreye sokuyor

Yayınlanma

AB, Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın Rusya’ya yönelik yaptırımları gevşetme tehdidine karşı, Belçika Kralı’nın yetkilerini ve 1944 yılında çıkarılan bir yasayı kullanarak Rusya’nın donmuş varlıklarını korumayı planlıyor. Orban, Trump yönetiminin yaptırımları hafifletmesi durumunda AB’nin de aynı yönde hareket etmesi gerektiğini söylemişti.

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, ocak ayı sonunda Rusya’ya yönelik yaptırımların uzatılmasına engel oldu. Orban, Donald Trump yönetiminin göreve gelmesiyle birlikte bu yaptırımların kaldırılması gerektiğini savunuyor. Bu durum, Brüksel’i en azından bazı kısıtlayıcı önlemleri kurtarmak için planlar yapmaya itti.

Orban, cuma günü devlet radyosunda yaptığı açıklamada, “Yaptırımları bir kenara bırakma ve Ruslarla yaptırımsız ilişkiler kurma zamanı geldi,” dedi. Trump yönetiminin önümüzdeki haftadan itibaren “yeni bir dönem” başlatacağını belirten Orban, AB’nin yaptırımlar konusundaki tutumunu değiştirmesi için “birkaç ay” süresi olduğunu ifade etti. Orban, 31 Ocak’ta sona erecek olan yaptırımların uzatılmasına veto edeceğini söylemedi.

Fakat aralık ayında AB liderlerine yaptırımları yenilemeye hazır olmadığını ve Trump’ın yaptırımları hafifletme kararı alması durumunda Brüksel’in de Washington’u takip etmesi gerektiğini savunacağını belirtti.

Yaptırımların uzatılması için AB üyesi tüm ülkelerin liderlerinin oybirliği gerektiğinden, Orban’ın böyle bir hamle yapması durumunda petrol ambargosundan sektörel yaptırımlara ve dondurulan varlıklara kadar tüm önlemler otomatik olarak kaldırılacak.

Bu nedenle Brüksel, Rusya üzerindeki baskı araçlarını korumak için yollar arıyor. Özellikle Rusya’nın Euroclear saklama kuruluşunda tutulan 190 milyar avro varlığını geri almasını engellemeye çalışıyor.

Financial Times’ın haberine göre, bu durum ulusal kısıtlamaların kullanılmasını gerektirebilir.

Varlıklar fiziksel olarak Belçika merkezli bir Euroclear’da tutulduğundan, yedek planlardan biri 1944 yılında kabul edilen askeri kararnamenin kullanılması.

Dört yetkili, bu kararnamenin Kral Philippe’e ülkeden varlık çıkışını engelleme yetkisi verdiğini belirtti.

Belçika Kralı’nın basın ofisi, kararnameyle ilgili kararı hükümetin vereceğini ancak kralın da bunu imzalaması gerekeceğini açıkladı.

Euroclear’daki varlıklar, Batılı ülkeler tarafından dondurulan Rusya’nın rezervlerinin büyük bir kısmını oluşturuyor (yaklaşık 300 milyar dolar).

Bu varlıklardan elde edilen gelir, G7 ülkeleri ve AB’nin Ukrayna’ya sağladığı 50 milyar dolarlık kredilerin teminatı olarak kullanılıyor. Varlıklar, on yıllık bir süre boyunca gelir sağlamak ve bu gelirlerle kredilerin geri ödenmesi için kullanılacak.

Ancak yaptırımların kaldırılması durumunda, “paralar ertesi gün Rusya’ya geri dönecek,” çünkü finansal aracıların bunları tutmak için yasal bir gerekçesi kalmayacak.

Financial Times’a konuşan bir yetkili, “Bu konuda ciddi endişelerim var ve diğerleri de endişelenmeli,” ifadesini kullandı. Macar yetkililerle düzenli görüşmeler yapan bir AB diplomatı ise, “Orban’ın geri adım atmama ihtimali oldukça yüksek,” diye konuştu.

Macaristan’ın AB Bakanı János Bóka, perşembe günü gazetecilere yaptığı açıklamada, “ABD yönetiminde önemli değişiklikler yaşanıyor… Yaptırım rejimini altı ay daha uzatma kararı vermeden önce kapsamlı bir fikir alışverişi yapılmalı,” demişti.

Bóka, “Kararımızı, ABD yönetiminin yaptırım rejiminin geleceğini nasıl gördüğünü öğrenene kadar ertelemek istiyoruz,” şeklinde konuşmuştu.

Trump’ın ABD Hazine Bakanı adayı olarak önerdiği Scott Bessent, dün Senato’daki oturumda Rusya’ya yönelik yaptırımların sıkılaştırılması gerektiğini ve bunun Vladimir Putin’i Ukrayna konusunda müzakerelere zorlayacağını söylemişti.

Bloomberg’in haberine göre, Trump’ın danışmanları, Rusya ve Ukrayna arasında diplomatik bir anlaşmaya ulaşılmasını sağlamak amacıyla kapsamlı bir yaptırım stratejisi üzerinde çalışıyor.

İki yaklaşımdan biri, Rus petrol üreticilerine yönelik yaptırımların hafifletilmesini öngörüyor. Ancak diğer yaklaşım, Moskova üzerindeki baskıyı artırmak için yaptırımların sıkılaştırılmasını içeriyor.

Trump, Rusya’nın dondurulan varlıklarına el konulmasını destekliyor

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AB sendika liderinden Elon Musk’a tepki

Yayınlanma

Avrupa’nın en büyük sendikal örgütünün başkanı, milyarder Elon Musk’ın sendikalara karşı sert muhalefetinin ve Avrupalı iş dünyası liderleri arasında artan etkisinin, AB çalışanları ve bloğun daha geniş ekonomisi için ciddi bir tehdit oluşturduğu uyarısında bulundu.

Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) Genel Sekreteri Esther Lynch çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada, dünyanın en zengin adamının “aşırı siyasi ve ekonomik” görüşlerinin Avrupa’da normalleşmesini önlemek için “aktif bir şekilde meydan okunması” gerektiğini söyledi.

Musk’ın ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump ile olan yakın bağlarına ilişkin endişelerini de dile getiren Lynch, Avrupalı CEO’ların önümüzdeki yıllarda Tesla’nın sahibinin “sendikaları yok eden” iş uygulamalarını taklit etmeye çalışabileceği uyarısında bulundu.

Örgütü 45 milyon Avrupalı işçiyi temsil eden Lynch, “Musk’ın Avrupa modeline karşı olduğunu beyan ettiği göz önüne alındığında, [bir sonraki ABD yönetiminde] oynayacağı rol özellikle endişe verici,” dedi.

Lynch korkusunun, diğer CEO’ların bunu Avrupa’da taklit etmeleri gereken bir şey olarak görmeleri olduğunu da ekledi.

Sendika lideri, “Korkum şu ki, onun fikirlerine aktif bir şekilde karşı çıkılmadığı sürece, bu fikirler normal ve sıradan olarak görülecektir. Oysa değiller. Bunlar aşırı ve Avrupa’nın rekabet gücünü zayıflatacaklar,” dedi.

Musk, sendikal hakların yanı sıra toplu sözleşme haklarının dahi büyük bir karşıtı. Tesla şu anda İsveç’teki bir elektrikli otomobil fabrikasındaki çalışma koşulları nedeniyle sendikalarla aylardır süren bir açmazın içinde. Musk işçilerin grev kararını “delilik” olarak nitelendirmişti.

Musk 2023’te verdiği bir röportajda, “Sendika fikrine katılmıyorum. Bence sendikalar doğal olarak bir şirkette olumsuzluk yaratmaya ve bir tür ‘lordlar ve köylüler’ durumu yaratmaya çalışıyor,” dedi.

Musk’ın “köylüler” yorumlarına atıfta bulunan Lynch, “Olaylara yaklaşmanın doğru yolu bu değil. Avrupa’da olaylara böyle yaklaşmıyoruz. Geçmişte böyle başarılı olmadık ve gelecekte de böyle başarılı olamayız,” ifadelerini kullandı.

Lynch, “Musk ve tüm teknoloji kardeşlerinin” söylediklerinin aksine, sendikaların “rekabet gücü için bir araç” olduğunu savundu.

Lynch, AB politika yapıcılarının Avrupa’nın ekonomik durgunluğunun esas olarak yatırım eksikliğinden kaynaklandığı yönündeki değerlendirmesine katılarak, eski İtalya başbakanı Mario Draghi tarafından önerilen yıllık 800 milyar avroluk ek fonun “muhtemelen muhafazakâr bir rakam” olduğunu belirtti.

Bununla birlikte, yatırım eksikliğinin “aşırı regülasyondan” kaynaklandığı yönündeki artan fikir birliğine karşı çıkarak, bunun yerine özel şirketlerin araştırma ve geliştirmeye yatırım yapmak yerine hisselerini geri almaya ve temettü ödemeye karar vermelerinden kaynaklandığını savundu.

Lynch, “Siyasi sistemin, özellikle Avrupa’yı geride tutan şeyin bir dizi kural olduğu yönündeki söylemleri konusunda iş dünyası savunucularına daha fazla meydan okumasını tercih ederdik,” dedi.

ABD federal bütçesinden 2 trilyon dolar, yani toplam ihtiyari fonlamada 200 milyar dolar daha fazla kesinti yapma sözü veren Musk ile arasına daha da mesafe koyan Lynch, AB’nin “kemer sıkma” politikalarının nihayetinde bocalayan ekonomisini canlandırmakta başarısız olacağını söyledi ve Avrupa’nın yatırım ihtiyaçlarının ancak hükümet harcamalarına katı sınırlar getiren tartışmalı yeni mali kurallarının nihayetinde “hurdaya çıkarılması” halinde karşılanabileceğini söyledi.

Lynch, “Bu kurallar ile Avrupa’nın başarılı olması için yapılması gerekenler arasında bir eşleşme görmek zor,” dedi.

Bununla birlikte Lynch, İtalya ve Fransa da dahil olmak üzere önde gelen AB üyesi ülkelerin şu anda bu kurallara uymadığına işaret ederek, bu kuralların eninde sonunda kaldırılacağından emin olduğunu da ifade etti.

Sendika lideri ayrıca Komisyon’un “rekabet edebilirlik” konusuna odaklanmasını eleştirerek, bunun yerine çalışanlara “kaliteli işler” sağlamaya odaklanılması gerektiğini savundu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English