RUSYA
Glazyev’den Rusya Merkez Bankası’na sert eleştiriler
Yayınlanma
Yazar
Hazal YalınRusya Merkez Bankasının parlamentoya yaptığı sunumun ve elindeki kutsal faiz asasıyla mucizeler yaratma vaadini (politika faizini artırmaya devam edeceği müjdesi eşliğinde) tekrarının ardından bankanın para-kredi siyasetine olan eleştiriler daha önce benim rastlamadığım bir sertlik ve yaygınlığa ulaştı.
Çok uzun süredir Rusya’da neoliberal reçetelerin en amansız eleştirmenlerinden biri olan Sergey Glazyev bu ortamda eleştirilerini yeni baştan özetleyerek Duma’daki parlamenterlere gönderdi.
Kuşkusuz Rusya ve Türkiye ekonomileri yapısal olarak farklı ve biri için çözüm olan şey diğeri için çözümsüzlük anlamına gelebilir. Ancak yapılar farklı bile olsa yapısal sorunların pek çok ortak nedeni var. Aynı nedenler farklı yapısal ortamlarda farklı sonuçlar doğurur, ama nedenler doğru tespit edilmeden doğru çözüm yolları bulunamaz.
Glazyev’in söyledikleri yeni değil. Yazdıklarını ve çözüm önerilerini en azından birkaç yıldır sürekli takip etmeye çalışan biri olarak, onun görüşlerini çoğu zaman burada söylediklerinden daha derinlikli, daha fazla veri ve gözleme dayanan, daha kompleks formülasyonlarla ifade ettiğini söyleyebilirim. Ama bütün bunlar iktisadi kavramlar ve verilerle asgari tanışıklığı olan geniş kesimler açısından daha az anlaşılır şeyler. “Özellikle düşünen ve vicdan sahibi parlamenterler için” yazdığı bu görece kısa yazı ise sadece Rusya Merkez Bankası’na değil bütün merkez bankalarının dogmatizmine karşı az çok anlaşılır bir manifesto niteliği niteliği taşıyor.
Bir başka deyişle okur, Rusya ve başka ülkelerdeki (bu meyanda Türkiye’deki) sorunların aynı olduğunu düşünmemeli. Burada önemli olan, birincisi, Merkez Bankalarının sorunları çözme mantığının aynı olması. İkincisi de, Glazyev’in çizdiği tablonun karanlığı ancak Rusya ölçeğinde kavranabilir, başka karanlıklarla karşılaştırılamaz — neticede karanlıktan karanlığa fark var: kimisi akşam alacası, kimisi tanyeri, kimisi zifiri karanlık olabilir. Rusya Merkez Bankası’nın para-kredi siyaseti Rusya açısından bile yıkıcı sonuçlar doğurabilir, ama hükümetin ithal ikameci kanadı ve özellikle savunma sanayisiyle ilişkili sektörlerde bu yıkıcı etkiler devlet sübvansiyonları ve kredi ayrıcalıklarıyla hafifletiliyor. Dolayısıyla, ithal ikameciliğin olmadığı, kamu sektörünün neredeyse kalmadığı, ekonomi yönetiminde planlamaya dayanan direnç merkezlerinin hiç bulunmadığı yerlerle Rusya arasındaki yapısal paralellik zayıf, dogmatizm ise farklı etkiler doğursa bile aynı.
* * *
Özellikle düşünen ve vicdan sahibi parlamenterler için
Rusya Merkez Bankası başkanının “Devlet birleşik para-kredi siyasetinin temel istikametleri” üzerine raporunu dinleyen Devlet Dumasının üyelerinin çoğunluğu, aşağıdaki aşikar sonuçlara rağmen bunların hayata geçirilmesine delice yeşil ışık yaktılar:
— Son yıllarda başlayan ekonomide canlanmanın durdurulması ve stagflasyon kapanına düşülmesine;
— Milyarlarca dolar sermayenin ülke dışına çıkartılmasına devam edilmesine;
— Hayat seviyesinde stagnasyona, halkın reel ücret ve gelir artışının durdurulmasına;
— Hayati önem taşıyan binlerce işletmenin iflasına, üretimin düşmesine;
— Yatırımların kısılmasına ve ekonominin teknolojik geri kalmışlığının artmasına.
Merkez Bankası’nın bu siyaseti desteklemeleri için iyi ödeme yapılan kuklalarına itimat eden Duma üyeleri bankanın politika faizinde manipülasyon yoluyla “hedef enflasyona” ulaşılmasına dair açıkça başarısız argümantasyonu üzerine düşünmediler bile. Bu argümantasyon basitliğiyle, mantıklı düşünmeye yatkın olmayan dinleyicileri satın alıyor. Politika faizinin yükseltilmesinin enflasyonun düşürülmesi için zaruri olduğu iddiası, tıpkı hasta birinin vücut sıcaklığını düşürmek için buzdolabına tıkılması gerektiği iddiası kadar gibi. Sonuçları da benzer olacak: organizmanın çökmesi.
Merkez Bankası yönetiminin argümantasyonu, faizlerin yükseltilmesinin talepte daralmaya yol açacağına dayanıyor, çünkü harcamaların kredilendirilmesi kısılır ve gelirlerin tasarruf edilen kısmı büyür. Talebin kısılması ise fiyatların düşmesine yol açmalıdır: pazar dengesi kavramını öğrenen üniversite öğrencilerinin ders kitaplarında öyle yazıyor. Tıpla analojiye devam edersek, Merkez Bankası’nın eylemi, akşamdan kalma bir sarhoşun ellerinin titremesini durdurmak için tendonlarını kesen doktorla karşılaştırılabilir. Sonuçlar gene benzerdir: çalışmanın durması.
Mesele şu ki, mikroekonomi ders kitaplarındaki alabildiğine basit modellerden farklı olarak gerçek bir ekonomi asla denge durumunda bulunmaz, zira her dakika yeni teknolojiler ve ürünler ortaya çıkar, yeni işletmeler kurulur, varsayımsal denge noktasını belirsiz istikametlerde kaydıran işlemler yapılır. Ve politika faizinin artırılması da enflasyonda otomatik düşmeye neden olmaz: bu sonuçta pahalılaşan kredileri geri ödeme zarureti yüzünden emtia üretiminde azalmaya yahut aynı sebeplerle verimlilik yükseltmeye yönelik yatırımlardan vazgeçilmesine neden olabilir.
Bu durumda fiyatlar da talepteki daralmaya rağmen yükselebilir.
Merkez Bankası yönetiminin dogmatik düşüncesi burnunun ucunu görmesine izin vermiyor: enflasyonun düşmesinde başlıca faktörün bilimsel-teknolojik gelişme olduğunu, bu sayede birim üretkenlik ve meta kalitesinde kademeli bir düşüş meydana geldiğini bir türlü anlayamıyor. Bilimsel-teknolojik gelişmeye ise işletmelerin AR-GE harcamalarının ve yeni teknolojinin uygulamaya konmasının kredilendirilmesiyle erişilir. Bu nedenle politika faizinin yükseltilmesi kredi sıkışıklığı getirir, bu da yerli emtia üreticilerinin üretimi geliştirmek için ucuz kredi çekme imkanına sahip yabancı rakipleriyle karşılaştırıldığında inovasyon faaliyetinde düşmeye, teknoloji seviyesinde ve rekabet gücünde azalmaya yol açar. Rekabet gücünün azalması ise rublede enflasyonu körükleyecek devalüasyon için önşartları yaratır.
Bizim para otoritelerinin, Merkez Bankası’nın serbest dalgalanma rejimiyle göz yumduğu para spekülatörleri tarafından manipüle edilen rubledeki devalüasyonun apaçık ortada olan enflasyonist etkisini fark etmemeleri hayret verici. Merkez Bankası’nın “hedef” koyduğu enflasyondaki dalgalanmaların başlıca nedeni de rublenin periyodik şekilde devalüe edilmesidir. Banka yönetimi Rusya ekonomisini fiilen bir çöküş kısır döngüsüne itti: politika faizinin artırılması — yatırımların kredilendirilmesinde daralma — teknolojik seviyenin düşmesi — rekabet gücünün kötüleşmesi — rublede devalüasyon — enflasyonda sıçrama — politika faizinin yükseltilmesi. Para otoritelerimiz otuz yıldır ekonomimizi bu döngüde çeviriyor ve stagflasyon kapanına düşürüyor. Bu nedenle yatırımların hacmi hâlâ Sovyet seviyesinin yarısı kadar; oysa komşumuz Çin bu dönemde yatırımları on kat artırdı. Eğer Rusya Bilimler Akademisi Bilimsel Konseyi’nin önerileri hayata geçirilseydi Rusya ekonomisi de benzer bir tempoyla büyüyebilirdi.
Merkez Bankası yönetimi hâlâ iki yüz yıl öncenin kategorileriyle düşünüyor, paraya altın sikke tarzı bir emtia gözüyle bakıyor. Bu nedenle paranın değersizleşmesine karşı, mikroekonomi ders kitaplarında yazdığı gibi, talebin kısılması yoluyla mücadele etmeye çalışıyor. Oysa modern paralar fiducia (itibari — H.Y.) paralardır, bunların emisyonu altınla değil borç yükümlülükleriyle sağlanır. ABD FRC hazine bonosu alımı için dolar çıkarır; Avrupa Merkez Bankası Avrupa bölgesindeki ülkelerin tahvillerinin alımı için avro çıkarır, Çin Halk Cumhuriyeti Halk Bankası yatırım ihtiyaçlarına bağlı olarak eyaletlerin yükümlülükleri karşılığında bankalara kredi vermek için yuan çıkarır. Rusya Merkez Bankası ise ruble emisyonunu yabancı para alımına bağlayınca ekonomimizin evrimini de bu yabancı parayı çıkaran ülkelerin ihtiyaçlarına göre yönlendirmiş oluyor. Uzun yıllardır süren bu siyasetin sonucu olarak ekonomimiz hammadde ihracatına odaklandı ve eşdeğersiz bir dış iktisadi ilişkiye hapsoldu.
Modern ekonomide para, üretim faktörlerini ekonominin genişletilmiş yeniden üretimine katmak için bir bağlantı vasıtası rolü oynar. Para, üretim kapasitelerini, işgücü ve doğal kaynakları, bilimsel-teknolojik potansiyeli iktisadi dolaşıma katmak için ne kadar gerekliyse o kadar olmalıdır. Eğer dolaşımdaki para mevcut kaynakları bağlamak için yetersizse para fazlası olur ve bu da ekonominin verimliliğinde düşüşe yol açar. Bu da, tıpkı mevcut kaynakların ekonominin yeniden üretiminde tamamen bağlanması halinde para fazlalığının yaptığı gibi maliyet ve fiyat artışına neden olur. Bu ikinci durum ekonominin aşırı ısınması diye adlandırılır. Mevcut durumda Merkez Bankası yönetiminin gördüğü budur, oysa gerçekte durum tam tersidir. Bugün üretim kapasitesinin üçte biri atıl durumda, yurtdışına imalat yerine hammadde gidiyor, bilimsel-teknolojik potansiyel de aynı yere sızıyor. Merkez Bankası’nın verilerini dayandırdığı düşük resmi işsizlik oranı ekonominin birçok sektöründe gizli işsizliğin varlığını da, üretim kapasitelerinin kullanım ve modernizasyonu genişlerken işgücü verimliliğini artıracak büyük rezervlerin varlığını da yansıtmıyor. Neticede politika faizinin yükseltilmesi ve para arzının düşürülmesi, bizim durumumuzda, enflasyonun düşmesine değil artmasına yol açıyor, uzun yıllardır yapılan istatistik gözlemler de bunu teyit ediyor.
Merkez Bankası yönetiminin iddiasının tam tersine Rusya’da enflasyon faizler düştükçe ve para arzı arttıkça azalır. Bu da kullanılmayan üretim faktörlerinin bir sonucudur. Bunların genişletilmiş yeniden üretim sürecine faizlerin düşürülmesiyle ve kredilerin genişletilmesiyle katılması emtia üretiminin hacim ve etkinliğini artırır ve bu gene enflasyonun düşmesine yol açar. Bir kez daha tıp analojisine başvurursak, Merkez Bankası tarafından faizlerin artırılması ve para arzının daraltılması ekonominin bugünkü durumunda yüzyılın ortasındaki evrensel tedavi yöntemi olan kan almaya benziyor. Her iki durumda da sonuç ölümcül.
Dolayısıyla, Merkez Bankası tarafından yürütülen para siyaseti enflasyonun istikrarlı şekilde düşürülmesini sağlamaya imkan vermiyor. Tersine, ekonomiyi kısır bir bozulma döngüsüne sokarak otuz yıldır (Geraşçenko, Primakov ve Maslyukov’un para otoritelerinin yönetiminde olduğu kısa bir dönem dışında) muazzam bir sermaye kaçışının eşlik ettiği stagflasyon kapanında tutuyor. Bugünkü Merkez Bankası yönetiminde bu, kendi döviz rezervlerinin müsaderesi de dahil trilyon dolara vardı; üstelik bu müsadere, bize karşı askeri eylemlerin kredilendirilmesinde kullanılıyor. Şunu da eklemek gerek: eksik emtia üretiminin mevcut çıktı üretim potansiyeline oranı GSYH’nın yüzde 25’ini buluyor, 2014 öncesindeki eğilimle karşılaştırıldığında ise 60 trilyon rubleyi aşıyor. Yürütülen para-kredi siyasetinin sonucu yatırımların finansman yetersizliği GSYH’nın yüzde 10’undan fazlası; Merkez Bankası’nın bugünkü yönetiminin bütün faaliyet dönemi boyunca da yaklaşık 30 trilyon ruble.
Enflasyonu düşürmek ve uzun vadeli makroekonomik istikrarı yakalamak ancak yeni teknolojinin uygulandığı gelecek vaat eden üretimin gelişmesine yapılacak yatırımların düşük faizli kredilendirilmesi yoluyla mümkündür. Merkez Bankası ve devlet tarafından kontrol edilen bankalar stratejik planlama sistemine dahil edilmiş olsaydı ve bunların faaliyetleri üretken yatırımların kredilendirilme göstergesine göre değerlendirilseydi, devlet başkanının birikim normlarını GSYH’nın yüzde 27’sine yükseltme, 20 milyon yüksek teknolojili istihdam yeri yaratma, (hava ulaşımı dahil) geniş ithal ikamesini hayata geçirme yönündeki talimatları da yerine getirilir, ekonominin 2020’ye kadar uzun vadeli kalkınma konsepti gerçekleştirilir, milli projeler ve devlet programları zaruri kredi desteğini alır, üretimin geniş otomatizasyonu, dijitalizasyonu ve robotizasyonu yapılır, emek verimliliği ve enflasyon sonuçlarından bağımsız ücretler birkaç kat artırılırdı. Burada söz konusu olan politika faizi değil; bunun için ticari bankaların ve kalkınma kuruluşlarının devlet başkanı ve hükümetin stratejik planlarına uygun olarak yatırım projelerine kredi vermeleri için Merkez Bankası tarafından yeniden finanse edilmesine yönelik özel araçlar uygulanmalı. Politika faizi konusunda zaruri olan tek bir şey var: banka paralarının Merkez Bankası hesaplarına para yatırılmasının ve bunlara tahvil ihracının kesilmesi; oysa Merkez Bankası bu şekilde bankalara faiz ödemeleri için para ihraç ederek fiilen aylaklıklarını ödüllendiriyor.
Daha basit söylersek, eğer para-kredi siyaseti, halihazırda kabul edilmiş bulunan stratejik planlama belgelerine uygun olarak Rusya ekonomisinin kalkındırılması hedefiyle uygulansaydı iki kat daha iyi yaşayabilir, iki kat daha çok üretebilir ve yatırım yapabilirdik. Bu siyasetin aslında, ticari bankaların dönüşmüş olduğu para spekülatörlerinin menfaatlerine göre yürütüldüğünü kanıtlamak güç değil. Bunlar, başlıca işlevleri olan tasarrufları yatırıma dönüştürmek yerine yabancı para istifliyor ve rublenin sıralı devalüasyonlarında bunların değerlenmesiyle kâr ediyor. Yaptırımlara kadar rublenin “serbest” dalgalı kur siyasetinin en büyük faydalanıcıları, Rusya Merkez Bankası yönetiminin bunlara göz yummasıyla manipülasyon yapan Amerikalı hedge fonlarıydı; MB yönetimi de buna karşılık Washington finans kuruluşlarınca mütemadiyen dünyada en iyisi ilan edilir. Şimdi devlet ortaklıklı bankalarımız bunu yapıyor; dövizin değer kazanmasına ek olarak paranın faiz oranları üzerindeki banka marjları yoluyla üretim alanından ve halkın cebinden para hortumlayarak rekor kârlar elde ediyorlar. Bunların sorumlu yöneticilerinden bazıları da suni olarak iflas ettirdikleri borçluların mülklerine el koyarak teminat yağmacılığı işine daldılar.
Merkez Bankası başkanlığının politika faizlerinin artırılmasının iş dünyasının verimlilik talebini de artırdığına dair cüretkar açıklamalarına rağmen gerçekte bizim şartlarımızda bu mülkiyetin iyi niyetli girişimcilerden hiç de öyle olmayan bankacılara doğru yeniden dağılımına yol açıyor. Bankaların politika faizinin yükseltildiği bahanesiyle kredi şartlarını ağırlaştırması yüzünden verimli bir işletmenin iflası ve ardından kreditörle irtibatlı ve bu yağmadan kâr eden suç ortaklarına yeniden satılması, tipik bir durum. Bu durumda bulunan, toplam varlıkları 5 trilyon rubleden fazla binlerce işletme var. Merkez Bankası’nın kredi siyasetiyle de esasen, kredinin üretimdeki büyümeyi ilerleten bir enstrüman olmak yerine mülkiyetin yeniden dağıtımının vasıtası haline geldiği krimonolojik bir makroekonomik ortam yaratıldı.
Yukarıda sunulan argümanlar düşünen her insanın Merkez Bankası tarafından yürütülen para siyasetinin başarısız ve zararlı olduğunu kabul etmesi için yeterli. ABD yaptırımlarının Merkez Bankası’nın serbest dalgalanan ruble kuruna geçmesinden sonra uygulanmaya başlandığı ve döviz rezervlerinin müsaderesinden önce bu rezervlerin bizim çıkardığımız altında değil de doğal olmayan bir şekilde olası bir hasmın para biriminde biriktirilmiş olduğu göz önüne alındığında bu siyaseti çok daha sert sınıflandırmak da mümkündür. Ama bu siyasetten yararlananların Devlet Dumasında güçlü pozisyonları, ilgili komiteler üzerinde kontrolleri var ve parlamenter çoğunluğunu yanıltıyorlar; bu çoğunluk da bir kez daha büyümeyi durdurma ve ekonomimizin rekabet yeteneğini düşürme sorumluluğunu, keza seçmenlerinin hayat seviyesini düşürme sorumluluğunu üstlenmiş bulunuyor.
Doğru bir para-kredi siyaseti meseleleriyle ilgilenen, düşünmeye hevesli parlamenterler için atıflarını aşağıda verdiğim kendi kitaplarımı önerebilirim.
(Glazyev’in atıfta bulunduğu kendi kitabı, 2018 Moskova baskısı, “Geleceğe Sıçrayış” adını taşıyor.)
İlginizi Çekebilir
-
ABD, Ukrayna’dan zorunlu askerlik yaşını 18’e indirmesini istedi
-
Baltık ve İskandinav liderleri Ukrayna’ya yardımı artırma konusunda anlaştı
-
‘Yerel para ile ticaret finansal özerklik sağlar’
-
Güney Kıbrıs, Rus milyarderlerin vatandaşlıklarını iptal etti
-
Türkiye, Rusya’dan petrol alımını yüzde 40 artırdı
-
Rusya’da faiz oranı tarihi seviyeye çıkabilir: Yüzde 25 gündemde
RUSYA
Rusya’da faiz oranı tarihi seviyeye çıkabilir: Yüzde 25 gündemde
Yayınlanma
21 saat önce27/11/2024
Yazar
Harici.com.trRusya Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele kapsamında faiz oranını yüzde 25’e çıkarması bekleniyor. Artan fiyatlar ve işletmelerin rekor düzeydeki enflasyon beklentileri, ekonomide sıkılaştırıcı politikaların devam edeceğine işaret ediyor.
Rus bankaları, ruble devalüasyonunun tetiklediği ekonomik baskılar nedeniyle artan enflasyonla mücadele için Merkez Bankası’nın para politikasını daha da sıkılaştırmasını bekliyor.
Merkez Bankası’nın aralık ayındaki toplantısında baz faiz oranını yüzde 23’e çıkarması, şubat ayında ise bu oranı yüzde 25’e yükseltmesi bekleniyor.
Alfa Bank analistlerine göre, bankalar arası piyasa katılımcıları faiz oranı takaslarında bu seviyeleri baz alıyor.
Bankaların piyasa beklentileri geçen ay gözle görülür şekilde değişti. Ekim sonunda para piyasası kotasyonları, faiz oranının mevcut yüzde 21 seviyesinde sabit kalacağını ve ardından düşüşe geçeceğini öngörüyordu.
Fakat şu anki kotasyonlar, faiz oranında iki artış daha olacağını ve 2025 yılı sonunda yüzde 23 seviyesine ulaşacağını gösteriyor.
Alfa Bank, Federal İstatistik Kurumu (Rosstat) tarafından yayımlanan son istatistiklerin piyasayı “şaşırttığını” belirtiyor. 12-18 Kasım haftasında haftalık fiyat artışı yüzde 0,37’ye çıkarak son iki yılın en yüksek ilk üç haftalık artışlarından biri oldu.
Kasım ayının henüz tamamlanmayan ilk üç haftasında enflasyon yüzde 0,79 artarken, bu oran ekimin tamamındaki yüzde 0,75’lik artışı ve ağustos ile eylül aylarının toplam artışını (sırasıyla yüzde 0,2 ve yüzde 0,48) geride bıraktı.
Alfa Bank, mevcut fiyat artış oranını yıllık bazda hesapladığında enflasyonun yüzde 12 ila 13 bandına ulaştığını ifade ediyor.
Buna ek olarak, işletmelerin enflasyon beklentileri rekor seviyelere ulaşmış durumda. Merkez Bankası’nın anketine göre, perakendecilerin yaklaşık yarısı ve her üç imalat şirketinden biri önümüzdeki üç ay içinde fiyatlarını artırmayı planlıyor.
Merkez Bankası, 2023 yazından bu yana baz faiz oranını sekiz kez artırarak 2003’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkardı.
Olası bir yüzde 25’lik faiz oranı artışı, Merkez Bankası’nın faiz oranlarını Vladimir Putin’in ilk başkanlık dönemi olan 2000 yılındaki seviyelere geri döndürecek.
Ekim ayındaki yönetim kurulu toplantısının özetine göre, Merkez Bankası faiz oranını yüzde 22’ye yükseltme seçeneğini de masaya yatırmıştı. Banka, enflasyonun mahsul verimindeki sorunlar, rublenin zayıflaması ve bütçeden yapılan harcama artışları nedeniyle hızlanabileceği konusunda uyarıda bulundu.
Ayrıca, bütçe açığının genişlemesinin maliye politikasında daha sıkı adımlar atılmasını gerektirebileceği ifade edildi.
Analistler, Rusya için enflasyon ve faiz oranı tahminlerini yükseltti
RUSYA
Kremlin: Taliban’ın terör örgütleri listesinden çıkarılması resmileştirilmeli
Yayınlanma
23 saat önce27/11/2024
Yazar
Harici.com.trRusya, Taliban’ın terör örgütleri listesinden çıkarılması sürecini tartışıyor. Kremlin, yasa tasarısının ardından gerekli adımları değerlendireceğini açıkladı. Bölgedeki diğer ülkeler farklı kararlar alırken, Taliban hâlâ birçok ülkede terör örgütü olarak görülüyor.
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Taliban’ın terör örgütleri listesinden çıkarılmasının resmileştirilmesi gerektiğini ifade etti. Kremlin’in bu konuda gerekli kararlar alındığında kamuoyunu bilgilendireceğini belirtti.
Peskov, yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Tabii ki Taliban ile temasların geliştirilmesi oldukça önemli. Devlet Başkanı (Vladimir Putin), özellikle komşu bölgemizde yer alan bir ülke olması sebebiyle bu temasların kurulmasını gerekli görüyor. Bu doğrultuda görüşmeler sürdürülüyor.”
26 Kasım’da, yabancı ve uluslararası örgütlerin terör örgütleri listesinden çıkarılmasını sağlayacak bir mekanizma oluşturmayı öngören bir yasa tasarısı Duma’ya sunuldu.
Tasarıyı hazırlayanlar, mevcut yasalarda bir örgütün terörizmi desteklemeyi bırakması durumunda yasağın kaldırılmasına yönelik bir prosedür bulunmadığını vurguladı.
Taliban, Ağustos 2021’de Afganistan’da iktidarı ele geçirerek ABD’nin ülkeden çekildiği süreçte Devlet Başkanı Eşref Gani hükümetini devirmişti.
O tarihten bu yana örgüt, uluslararası toplumla ilişkilerini geliştirme niyetini dile getiriyor.
Taliban’ın terör örgütleri listesinden çıkarılması konusunda eski Sovyet ülkelerinde emsaller mevcut.
Aralık 2023’te Kazakistan, Taliban’ı yasaklı örgütler listesinden çıkardı. 2 Eylül 2024’te ise Kırgızistan Başsavcılığı, Taliban’ın yer almadığı yeni bir yasaklı örgütler listesi yayımladı.
Fakat Taliban, Rusya, Kanada, Tacikistan ve Türkiye gibi ülkelerde hâlâ terör örgütü olarak tanınıyor.
Rusya Dışişleri: Taliban’ın kadınlara yönelik tutumundan memnun değiliz
RUSYA
Rusya’nın güncellenen askeri doktrinine bakış
Yayınlanma
23 saat önce27/11/2024
Yazar
Harici.com.trEditörün notu: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 19 Kasım 2024’te Rusya’nın nükleer caydırıcılık politikasını revize eden yeni doktrini imzaladı. Doktrinde nükleer silah kullanımı için öngörülen koşullar genişletildi ve Rusya’nın sınır ötesi askeri varlıklarının korunmasına vurgu yapıldı. Belarus da bu kapsamda Rusya’nın nükleer şemsiyesine dahil edildi. Siyaset bilimci ve eski Sol Parti milletvekili Dr. Alexander S. Neu’a göre yeni maddeler, uzay ve yeni nesil silah teknolojilerinin (hipersonik füzeler, SİHA’lar, lazer silahları) tehdit unsuru olarak değerlendirildiğini ortaya koyuyor. NATO’nun genişlemesi ve askeri altyapısının Rusya sınırlarına yaklaşması da özel bir tehdit olarak ele alınıyor. Doktrin, nükleer caydırıcılığı yalnızca savunma amaçlı bir mekanizma olmaktan çıkararak daha kapsamlı ve saldırgan bir çerçeveye yerleştiriyor. Doktrindeki bu sertleşme, Moskova’nın güvenlik çıkarlarını daha agresif bir şekilde savunma kararlılığını gösteriyor.
Rusya’nın güncellenen askeri doktrini
Alexander Neu, NachDenkSeiten
26 Kasım 2024
19 Kasım’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, “Rusya Federasyonu’nun Nükleer Caydırıcılık Konusundaki Devlet Politikasının TEMELLERİ” başlıklı güncellenmiş nükleer doktrini imzaladı.
Bu doktrin, son olarak 2020 yılında güncellenmişti ve sadece dört yıl sonra tekrar ele alındı. İmza tarihi, Ukrayna’nın ABD yapımı ATACMS füzeleriyle Rusya’ya ilk kez saldırdığı güne denk geldi.
Bu güncelleme, Batı ile Rusya arasındaki ilişkilerin kötüleşmesini ve hatta tırmanışını ölçen önemli bir gösterge olarak değerlendiriliyor. Zira bu gerilim, sadece Rusya-Ukrayna savaşıyla sınırlı kalmayıp, daha büyük bir küresel düzen mücadelesinin parçası haline gelmiş durumda.
Bunun yanı sıra, nükleer silahlar da dahil olmak üzere silah kontrol anlaşmalarının erozyona uğraması bu süreci daha da tehlikeli bir noktaya taşıyor.
2020 tarihli ve aynı başlığı taşıyan önceki versiyonda, nükleer silah kullanımına dair koşullar halihazırda sıkılaştırılmıştı. Bu koşullar, doktrinin “Rusya Federasyonu’nun III. Nükleer Silah Kullanımına Geçiş Şartları” başlıklı bölümünde şu şekilde tanımlanmıştı:
“19. Rusya Federasyonu’nun nükleer silah kullanma ihtimalini belirleyen şartlar şunlardır:
a) Rusya Federasyonu’nun ve/veya müttefiklerinin topraklarına yönelik balistik füzelerin fırlatıldığına dair güvenilir bilgiler alınması,
b) Düşmanın, Rusya Federasyonu’nun ve/veya müttefiklerinin topraklarına karşı nükleer silahlar veya diğer türden kitle imha silahları kullanması,
c) Düşmanın, Rusya Federasyonu’nun kritik öneme sahip devlet veya askeri tesislerine saldırıda bulunarak, bu tesislerin devre dışı kalması sonucu Rusya’nın nükleer kuvvetlerinin karşılık verme kabiliyetinin engellenmesi,
d) Geleneksel silahlar kullanılarak Rusya Federasyonu’na karşı gerçekleştirilen bir saldırının, devletin varlığını tehdit edecek boyuta ulaşması.”
Bu güncellemeler, Rusya’nın nükleer stratejisini yalnızca savunma amaçlı bir caydırıcılık mekanizması olmaktan çıkararak, çok daha geniş ve saldırgan bir çerçeveye oturttuğunu ortaya koyuyor.
Rusya’nın doktrindeki bu sertleşme, uluslararası arenada gerilimlerin tırmanmasıyla paralel ilerliyor ve özellikle Ukrayna savaşı bağlamında, nükleer silahların siyasi bir araç olarak nasıl kullanılabileceğine dair ciddi endişeler yaratıyor.
Son güncelleme, yukarıda belirtilen a) ila d) maddelerini kısmen tamamlamakta ve bunlara yeni bir madde ekliyor:
b) “Rusya Federasyonu’nun ve/veya müttefiklerinin topraklarına karşı düşman tarafından nükleer silahlar ya da diğer türden kitle imha silahlarının kullanılması” maddesine şu ifade eklendi: “Devlet sınırları dışında bulunan askeri birliklere veya tesislere karşı.”
Bu ifadeyle açıkça Rusya’nın Suriye’deki askeri üsleri, deniz kuvvetleri unsurları ya da Ukrayna’daki askeri varlıkları gibi sınır ötesi varlıkları kastediliyor.
d) maddesi, “Rusya Federasyonu ve/veya Belarus’a yönelik geleneksel silahlarla gerçekleştirilen bir saldırının devletin varlığını tehdit edecek bir boyuta ulaşması” olarak güncellendi. Bu ifade, Rusya’nın nükleer şemsiyesinin artık Belarus’u da kapsayacağını net bir şekilde ortaya koyuyor.
Güncellenen doktrine eklenen tamamen yeni bir madde şu şekilde: e) “Düşmanın hava ve uzay kaynaklarını kullanarak gerçekleştirdiği ve Rusya Federasyonu’nun sınırlarını ihlal eden önemli bir saldırıya dair doğrulanmış bilgiler.”
Bu yeni madde, hava ve uzay sistemlerine dair yeni nesil silah teknolojileri konusundaki devasa teknik ve teknolojik devrime doğrudan bir yanıt niteliği taşıyor. Burada özellikle hipersonik füzeler, lazer silahları ve savaş dronları gibi sistemlerin kastedildiği aşikâr.
Bu değişiklik, silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) modern savaş alanında oynadığı dönüştürücü rolü yansıtıyor. SİHA’lar, özellikle kara muharebesinde kullanılan zırhlı araçların (örneğin, ana muharebe tankları, zırhlı personel taşıyıcılar ve diğer askeri nakliye araçları) etkinliğini büyük ölçüde azaltarak, kara savaşının doğasını kökten değiştiriyor. Özellikle Ukrayna’da, SİHA’ların etkisiyle tankların önemi hızla azalıyor.
SİHA’lar yalnızca bir “oyun değiştirici” değil; aynı zamanda kara muharebesine dair gerçeklikleri yeniden şekillendiren araçlar olarak görülüyor. Bu durum, gelecekteki savaş stratejilerinin ve askeri planlamanın merkezinde yer alacaklarını açıkça gösteriyor.
Nükleer caydırıcılık, politik ilkeler
Rusya’nın yeni nükleer doktrininde, askeri ve askeri-teknik şartlar ile bunların tamamlayıcı unsurlarının yanı sıra, politik koşullar (Bölüm: “Nükleer Caydırıcılığın Doğası”) da kapsamlı bir şekilde revize edildi.
Bu bölüm, Rusya’nın caydırıcılık stratejisinde potansiyel tehditleri daha somut hale getirerek düşman aktörlerin çerçevesini genişletiyor. Artık yalnızca “potansiyel düşman” ifadesi kullanılmıyor, bunun yerine “tekil devletler ve askeri koalisyonlar” deniyor.
Bu, özellikle NATO gibi askeri blokları ve ittifakları kapsamakta olup, bu yapıların nükleer silahlar ve/veya diğer kitle imha silahlarına sahip olmalarına ve Rusya tarafından potansiyel tehdit olarak değerlendirilmesine atıfta bulunuyor.
Bu ifadeye ek olarak, doktrinde şu vurgu yer alıyor: Nükleer caydırıcılık, aynı zamanda “kontrol ettikleri devlet topraklarını, hava sahasını, deniz alanlarını ve kaynaklarını, Rusya Federasyonu’na saldırı hazırlığı ve icrası için sağlayan” devletlere de yöneliktir. Bu ifade, özellikle Ukrayna ve diğer post-Sovyet ülkelerini hedef alıyor gibi görünmektedir.
Madde 10: “Bir askeri koalisyonun (blok veya ittifakın) parçası olan bir devletin Rusya Federasyonu ve/veya müttefiklerine yönelik saldırısı, tüm koalisyonun (blok/ittifak) saldırısı olarak kabul edilecektir.”
Bu düzenleme, Moskova’nın NATO üyeleri arasında ayrım yapmayı bırakıp, bir NATO üyesi ülkenin Rusya’ya karşı saldırıya geçmesi durumunda NATO’nun tamamını sorumlu tutma yaklaşımını benimsediğini gösteriyor.
Bu politika değişikliği, Avrupa’daki yalnızca bazı NATO üyesi ülkelerin Ukrayna’ya asker gönderme olasılığına dair spekülasyonlara bir yanıt niteliği taşıyor. Bu tür bir durum, Rusya tarafından ilhak edilmiş bölgelerdeki Rus birlikleriyle doğrudan çatışma ihtimalini beraberinde getirebilir.
Madde 11: “Nükleer silaha sahip bir devletin desteğiyle veya katılımıyla, bir nükleer silaha sahip olmayan devletin Rusya Federasyonu ve/veya müttefiklerine saldırısı, her iki devlet tarafından ortak bir saldırı olarak kabul edilecektir.”
Bu madde özellikle Ukrayna ve ABD arasındaki ilişkilere işaret ediyor. Metnin bu şekilde şekillendirilmesinin, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin Rusya Federasyonu’na bağlı Kursk oblastına yönelik halen tam anlamıyla savuşturulamamış saldırılarından kaynaklandığı değerlendiriliyor.
Madde 15: Nükleer caydırıcılığı tetikleyecek tehditlerin kapsamını genişletiyor.
Metinde şu ifadeler yer alıyor:
“Rusya Federasyonu’na karşı bir tehdide dönüşebilecek ve nükleer caydırıcılıkla etkisiz hale getirilmesi gereken en önemli askeri tehlikeler şunlardır:
a) Potansiyel düşman tarafından sahip olunan ve Rusya Federasyonu’na ve/veya müttefiklerine karşı kullanılabilecek nükleer silahlar ve/veya diğer kitle imha silahları ile bu silah türleri için kullanılan taşıma sistemleri.
b) Potansiyel düşmanlar tarafından Rusya Federasyonu’na karşı kullanılma olasılığı bulunan füze savunma sistemleri, orta ve kısa menzilli seyir füzeleri ile balistik füzeler, yüksek hassasiyetli nükleer olmayan silahlar ve hipersonik silahlar, insansız saldırı platformları ve enerji silahlarının varlığı ve konuşlandırılması.”
b) maddesi, bir yandan silahlanmadaki yeni teknolojik gelişmelere, diğer yandan bu silahların Rusya topraklarına yakın bölgelere konuşlandırılmasına işaret ediyor.
“c) Düşman konvansiyonel (nükleer olmayan) kuvvetlerinin Rusya Federasyonu’nun sınırlarına veya bitişik deniz alanlarına yakın yerlerde konuşlandırılması, buna nükleer silahların taşıma sistemleri ve bu silahların kullanımını mümkün kılacak askeri altyapı da dahil.”
c) maddesi, Rusya sınırlarına yakın konvansiyonel askeri kuvvetlerin ve altyapının varlığına duyulan karşıtlığı bir kez daha vurguluyor. Bu nokta, Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin gerekçesi olarak Putin’in konuşmalarında da özellikle belirtilmişti.
“d) Düşmanlar tarafından uzay tabanlı füze savunma sistemlerinin, uydu karşıtı silahların ve saldırı sistemlerinin geliştirilmesi ve konuşlandırılması.”
d) maddesi, uzayın askerileştirilmesini Rusya için bir tehdit olarak ele alıyor.
“e) Nükleer silahların ve bunların taşıma sistemlerinin nükleer olmayan ülkelere konuşlandırılması.”
e) maddesi, esasen uzun süredir var olan bir sorunu, teknik nükleer katılımı gündeme getiriyor: Resmi olarak nükleer olmayan devletler, topraklarında nükleer silahlar barındırıyor. Sonuç olarak, bu ülkeler komuta zincirlerinin son aşamasında bir ölçüde bu silahların kullanımına karar verme gücüne sahip olabiliyor. Kendi nükleer silah taşıma kapasitesine sahip savaş uçaklarıyla bu bombaları hedef bölgeye taşıma gibi durumlar buna örnek.
“f) Yeni askeri koalisyonların (bloklar, ittifaklar) oluşturulması veya mevcut askeri ittifakların genişletilmesi sonucu, bu yapıların askeri altyapısının Rusya Federasyonu sınırlarına yaklaşması.”
Bu madde, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini ifade ediyor. NATO’nun doğuya doğru genişlemesi (Ukrayna’nın NATO üyeliğine dahil edilmesi planları gibi) doğal olarak Rusya sınırlarına yaklaşmasını veya Baltık ülkeleri, Norveç ve Finlandiya gibi ülkeler üzerinden zaten sınır hattında yer almasını beraberinde getiriyor.
“g) Rusya Federasyonu’nun bazı topraklarını izole etmeye yönelik önlemler, örneğin kritik altyapı ve ulaşım bağlantılarının engellenmesi.”
Bu noktada Rusya tarafı, özellikle Baltık Denizi’ndeki Kaliningrad bölgesini ve muhtemelen Karadeniz’deki Kırım’ı dikkate alıyor. Her iki bölge de teorik olarak Rusya tarafından yoğun bir askeri operasyonla izole edilebilir: Kaliningrad, Baltık Denizi’ne erişimin etkili bir şekilde engellenmesiyle; Kırım ise kara bağlantısının geri alınması ve Kırım Köprüsü’nün zarar görmesiyle.
Sonuç olarak üç temel tespit yapılabilir:
Birincisi: Nükleer silahların kullanım eşiğinin düşürüldüğü açıkça görülüyor. Rusya’nın gözünde düşman aktörlerin ve tehdit potansiyellerinin kapsamının genişletilmesi ve bu tehditlerin somutlaştırılması, bu durumu açıkça ortaya koyuyor.
İkincisi: Rusya’nın sınırlarına yapılan sık göndermeler, güvenlik politikasının özel bir boyutunu vurguluyor; Rusya, kendi sınırlarında ya da sınırlarına yakın bölgelerde başka bir büyük gücü veya bu güçlerin müttefiklerini kabul etmeyeceğini net bir şekilde ifade ediyor (bu durum, 1962’deki Küba Krizi’ndeki argümanlarla paralellik gösteriyor).
Moskova’nın bu güvenlik çıkarı –meşru olup olmadığı bir yana– geçmişte Varşova Paktı askeri ittifakının oluşturulmasında da önemli bir rol oynamıştı. İdeolojik çatışmanın ötesinde, Moskova’nın öncelikli hedefi ideolojik etki alanlarını genişletmek değil, stratejik bir derinlik yaratmaktı; bu ya kendi müttefikleri aracılığıyla ya da tampon devletlerle sağlanmaya çalışılmıştı.
Üçüncüsü: Bu politik ilkelerin yalnızca müttefik Belarus ile mi sınırlı olduğu, yoksa son dönemde yakınlaşma yaşanan Kuzey Kore’yi, hatta Çin ve İran’ı da kapsayıp kapsamadığı belirsizliğini koruyor. Zira yalnızca Belarus’tan bahsedilmiyor, Rusya’nın müttefiklerinden çoğul bir ifadeyle söz ediliyor. Bu belirsizlik, tesadüfi değil, kasıtlı.
Her halükârda, Batı açısından şu tespit yapılabilir: Moskova’nın güncellenmiş nükleer doktrini, bir uyarı sinyali olarak görülse de bugün farklı menzillerdeki Batı füzelerinin Rusya’ya yöneldiği gözlemleniyor, sonuç ise belirsiz.
Rusya’nın nükleer doktrinini güncellemesi ne anlama geliyor?
ABD, Çin’e yeni çip kısıtlamaları getirmeyi planlıyor
İngiltere, Ukrayna’da ‘özelleştirme’ fırsatları görüyor
ABD, Ukrayna’dan zorunlu askerlik yaşını 18’e indirmesini istedi
Lübnan ateşkesinin doğru anlatısı
Baltık ve İskandinav liderleri Ukrayna’ya yardımı artırma konusunda anlaştı
Çok Okunanlar
-
RUSYA7 gün önce
Putin’den füzelere yanıt: Çatışma küresel nitelik kazandı
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Batka’nın Belarus’u
-
AVRUPA1 hafta önce
İsveç’te halka ‘savaşa hazırlık’ broşürü dağıtıldı: Sivillere ne öğretiliyor?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Kim Jong-un’un ‘savaşa hazırlık’ çağrısı ne anlama geliyor?
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
“Alman sermayesinin mevcut çıkarları CDU-SPD koalisyonu ile örtüşüyor”
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
“Avrupa, ABD’nin eklentisi olarak kalırsa, dünyanın önemsiz bir parçası haline gelecek”
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Kremlin Sözcüsü Peskov ile mülakat: Trump’ın seçim zaferi ve Ukrayna