Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Haaretz: İran’ın benzeri görülmemiş saldırısının ardından İsrail bölgesel bir savaşın içinde

Yayınlanma

Amos Harel, İsrailli askeri ve savunma analisti
Haaretz, 2 Ekim 2024

Son tırmanış İsrail’in Hamas ve hatta Hizbullah ile olan savaşını İsrail-İran çatışmasından sonra ikinci sıraya düşürdü. Başkanlık seçimlerine beş haftadan az bir süre kalan ABD’nin, kendi iradesi dışında bu çatışmanın içine çekilmesi muhtemeldir

Yaklaşık bir yıl süren çatışmaların ardından salı akşamı itibariyle İsrail bölgesel bir savaşın içinde yer alıyor. İsrail ve Hizbullah arasında son iki haftada yaşanan olayların ardından İran, İsrail topraklarına daha önce benzeri görülmemiş büyüklükte bir füze saldırısı düzenleyerek kendisini çatışmanın merkezine yerleştirdi. Buna bağlı olarak İsrail’in sert bir misilleme yapması bekleniyor.

Şaşırtıcı bir şekilde, İran saldırısı ciddi bir can kaybına yol açmadı, ancak ülkenin merkezindeki birçok ev, bir kısmı önleyici füzelerden gelen şarapnel parçalarından zarar gördü. Bir saatten biraz daha uzun bir süre sonra İç Cephe Komutanlığı sivillerin korunaklı sığınaklardan çıkmalarına izin verdi.

İlk değerlendirmelere göre İran İsrail’e yaklaşık 180 balistik füze fırlattı ve bunların çoğu önlendi ya da açık alanlara düştü. Bu sayı İran’ın nisan ayındaki saldırısında fırlattığı füzelerin yaklaşık yarısı, ancak bu kez balistik füzelerin oranı daha yüksek ve sonuç olarak verilen hasar da daha fazla.

İran muhtemelen bir önceki saldırının sonuçlarını analiz etti ve bundan dersler çıkardı. Yine de İsrail’in bölgesel hava savunmasını etkili bir şekilde delemedi.

İsrailliler, özellikle de ülkenin merkezinde yaşayanlar, bu ölçekte bir saldırıyla daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Buna rağmen siviller yüksek düzeyde bir kişisel disiplin sergilerken, hava kuvvetleri ve hava savunma sistemi ABD’nin de yardımıyla saldırıyı büyük bir ustalıkla savuşturdu. Saldırının hava kuvvetleri üsleri de dâhil olmak üzere birçok askeri ve güvenlik tesisini hedef alması bekleniyordu ancak sivil bölgeleri de vurarak ölümlere yol açması ve halkı terörize etmesi amaçlanmıştı.

Son tırmanış, çatışmanın tüm taraflarını, İsrail’in Hamas’la ve hatta Hizbullah’la olan savaşının İsrail-İran çatışmasının ardından ikinci sıraya düştüğü tamamen farklı bir duruma sokuyor.

Yafa’da altı İsraillinin ölümüne neden olan ve İran saldırısıyla aynı zamana denk getirilmek istendiğine inanılan terör saldırısının da gösterdiği gibi, ikincil riskler ülke içinde de artmakta. Bu, 7 Ekim Hamas katliamından bu yana Yeşil Hat içinde meydana gelen en ölümcül terör saldırısıdır. Tel Aviv ikinci intifadadan bu yana bu ölçekte bir terör saldırısına maruz kalmamıştı.

Böyle bir olayın halkta en az büyük bir balistik füze saldırısı kadar endişe ve güvensizlik duygusu uyandırması kaçınılmazdır. Batı Şeria’daki Filistinlilerin İran ve Hizbullah’ın emri ve finansmanıyla gerçekleştirdikleri benzer girişimleri de göz önünde bulundurmalıyız. İsrailli Araplar arasında aşırılık yanlısı unsurlar ya da suç çeteleri oluşturma girişimleri de olabilir. İsrail’in İran’ın bu büyük saldırısına çok güçlü bir şekilde karşılık vereceğine şüphe yok. İsrail Savunma Kuvvetleri sözcüsü Tuğamiral Daniel Hagari saldırının “sonuçları olacağını” söyledi.

Erken kutlama

Başkanlık seçimlerine beş haftadan az bir süre kalmış olan Amerika Birleşik Devletleri’nin, kendi iradesi dışında bu çatışmanın içine çekilmesi muhtemeldir. Bu, İsrail’in güvenliği için olduğu kadar küresel ekonomi ve Amerika’nın küresel konumu için de geniş kapsamlı sonuçları olabilecek bölgesel ve küresel bir krizdir. Birleşmiş Milletler’deki İran delegasyonu tarafından yapılan tehditle de açıkça ortaya konduğu üzere, İsrail ve İran arasındaki karşılıklı yumruklaşmanın devam etmesi beklenmektedir.

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın ölümü üzerine İsrail’de yapılan kutlamaların üzerinden sadece birkaç gün geçti ve şimdiden durum tamamen değişti. Çoğu zaman olduğu gibi, kararlı ve sofistike bir düşmana karşı uzun bir savaşın ortasında zafer kutlamalarına girişmek akıllıca değildir. Baklava ile beklemek daha iyi olurdu.

İsrail’in Lübnan saldırısından İran doğrudan zarar görmemiş olsa da, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’den sonra bölgesel direniş ekseninin en önemli ikinci ismi ortadan kalkmış oldu. Tahran İsrail’e saldırma kararını birkaç gün önce aldı. IDF sözcüsü tüm İsraillileri uyanık olmaya çağıran direktifler yayınladı.

Bu koşullar altında, eylül ortasına kadar ana cephe olarak belirlenen Gazze’deki savaş artık İsrail için öncelikler listesinin alt sıralarına düşmüş durumda. Bu durum, zaten uzun bir süredir askıya alınmış durumda olan rehine anlaşmasına varma şansını da zayıflatacak gibi görünüyor. Salı günkü İran saldırısından önce bile IDF kuzeyde görev yapacak yedek askerleri çağırıyordu. Şimdi ise bölgesel kriz ve bir dizi cephede gerilimin daha da tırmanması riski nedeniyle bu çağrının daha da artacağı neredeyse kesin.

Şin Bet güvenlik servisi bu hafta, detayları kamuoyuna açıklamasa da, İran’ın hem İsrail’de hem de yurtdışında üst düzey İsrailli yetkililere yönelik birçok suikast girişimini ortaya çıkardığını açıkladı. İran, bazıları ödeme vaadiyle internet üzerinden işe alınan İsrailli ajanları kullanıyor. Bu çabalar için kısmen İsrail’in yeraltı suç dünyasında verimli bir zemin buldu. Bu çabaların devam edeceğini varsaymak mantıklıdır.

ABD’ye bağımlılık

İran’ın acil tehdidi İsrail’in Amerikalılara olan bağımlılığının altını çiziyor – Başbakan Benjamin Netanyahu’nun son haftalarda attığı her adımla çılgına çevirdiği Amerikalılara. İsrail ABD’ye sadece hava savunmasını koordine etmek için değil, aynı zamanda saldırı operasyonları için sürekli silah tedariki konusunda da bağımlıdır.

Bu gerçekler, İsrail’in Beyrut’taki başarılarının ardından şimdi yeni bir fanteziyle çılgına dönen Netanyahu’nun fanatik hayranlarının gözünden kaçmadı: Amerika ile koordinasyon kurmadan İran’ın nükleer tesislerine saldırmak. Mesihçilerin bu konudaki görüşleri şimdiden televizyon stüdyolarında yüksek sesle ve net bir şekilde duyuluyor. Ancak gerçek şu ki, İran’ın nükleer sorunu söz konusu olduğunda İsrail, hem önemli ve uzun vadeli bir hasarın oluşmasını sağlamak hem de hem kendini savunmak hem de saldırmak için gerekli yardımı almak üzere Amerika ile koordinasyon içinde hareket etmelidir.

Ancak televizyondaki konuşmalardan daha önemli olan, bu fikirlerin karar vericilerin çevresine sızmış olması. Netanyahu’nun kendisi pazartesi günü, bölgesel fırtınanın doruk noktasında, Ayetullahların baskıcı rejimini devirmeye çağıran bir video ile İranlılara doğrudan seslenmeye karar verdi.

Bu konuda gazeteci Thomas Friedman’ın yaklaşık bir ay önce New York Times’taki köşesinde yaptığı uyarıyı hatırlamakta fayda var. Friedman, Biden yönetiminin Netanyahu’nun kendisini İran’la nükleer tesislerine saldırıları da içeren doğrudan bir savaşa sürüklemeye çalıştığından ve bu süreçte Kasım seçimlerinin sonucunu da etkileyeceğinden korktuğunu söyledi.

Netanyahu’nun Demokratların adayı Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in kazanması için dua etmediğini söylemeye gerek yok. Amerika Birleşik Devletleri hem İsrail’e olan ilkesel bağlılığı hem de İsrail’in Amerikan çıkarları açısından stratejik öneminin farkında olması nedeniyle İsrail’e yardım edecektir. Ancak Biden, Harris ve danışmanları şüpheci olmaya devam edecektir.

‘Şok ve dehşet’in dönüşü

Lübnan’ı görünüşte sonsuza kadar terk ettikten 24 yıl sonra ve kısa ve başarısız bir macera için geri döndükten 18 yıl sonra İsrail Savunma Kuvvetleri güney Lübnan’a geri dönüyor. Pazartesi gecesi, birlikler bu kez odaklanmış ve zaman sınırlı bir operasyon olarak tanımlanan ve şu anda İsrail sınırına nispeten yakın olan Şii Müslüman köylerinin dış mahallelerine ve yoğun araziye yönlendirilen operasyon için giriş yaptı.

IDF Genelkurmay Başkanlığı ve İsrail siyasi liderliği, Hizbullah’ın son iki hafta içinde hava ve istihbarat saldırılarında aldığı ciddi darbeler göz önüne alındığında, birkaç hafta boyunca buradaki yoğun askeri faaliyetin genellikle düşünülenden daha zayıf bir direnişle karşılaşacağını umuyor.

Sahadaki hamleler, halihazırda başarılmış olanları tamamlamayı ve Hizbullah’ı ve onun İranlı hamisini sınır bölgesinden geri çekilmeyi kabul etmeye zorlamayı amaçlamaktadır ki bu da birçok İsrailliyi bir yıllık zorunlu sürgünün ardından sınırın güney tarafındaki evlerine güvenle dönebileceklerine ikna edecektir. İran’ın salı akşamı gerçekleştirdiği saldırı, İsrail’in önceliklerini ve başta İsrail Hava Kuvvetleri olmak üzere gelecekteki eylemlerini etkileyecektir.

Şimdiye kadar sınır boyunca yaşanan çatışmalar ve Lübnan tarafında ortaya çıkmaya başlayanlar ışığında, İsrail’in terk edilmiş toplulukları yeniden yerleştirmek için şu anda başka bir yolu yok gibi görünüyor. Ancak önceki çatışmaların tarihi, İsrail’in planlarının gerçeklik duvarında paramparça olma eğiliminde olduğunu gösteriyor; savaşta ve kesinlikle bir kara saldırısında beklenmedik şeyler olur. Genellikle düşman, hazırlanan planlardaki rolünü oynamaya gönüllü olmaz.

Tartışmasız olan şey, Hizbullah’ın birkaç hafta öncesine göre tamamen farklı bir yerde olduğudur. 8 Ekim 2023’te Nasrallah, Hamas’ın bir gün önce güneyde başlattığı savaşa katılmaya karar verdiğinde, örgüt militanlarının ateşini uzun mesafeyle sınırladı: tanksavar füzeleri, kısa menzilli roketler ve daha sonra da insansız hava araçları.

Amaç, Lübnan sınırı boyunca çok sayıda İsrail kuvvetini sıkıştırmak ve böylece kuvvetlerini İsrail’in içine saldırtmadan Filistinlilerin Gazze’deki mücadelesine katkıda bulunmaktı. Nasrallah’ın stratejisi, sınır boyunca meydana gelen olaylarda yaklaşık 500 askerinin öldürülmesine ve örgütün bazı üst düzey isimlerinin de öldürülmesine rağmen yaklaşık 11 ay boyunca kendini kanıtladı.

İsrail eylül ayı ortalarında harekâtta yeni bir aşamaya geçmeye karar verdiğinde, yani halkın geri dönmesini sağlamak ve Lübnan’ı savaşın ana arenası haline getirmek için aktif bir şekilde harekete geçtiğinde, Hizbullah’ın ödediği bedel de hızla artmaya başladı.

Bir dizi gelişme – İsrail’e atfedilen çağrı cihazı ve telsiz saldırıları, Nasrallah ve iki üst düzey komutanı İbrahim Akil ve Ali Karaki’nin öldürülmesi, Rıdvan Gücü’nün tüm hiyerarşisinin ortadan kaldırılması, Hizbullah’ın orta ve uzun menzilli silah stoklarına büyük zarar veren sistematik hava saldırısı – IDF birlikleri Güney Lübnan’a girmeden önce bile sınır boyunca tamamen yeni bir durum yarattı.

Amerikalılar 2003’te başlayan Irak Savaşı ile bağlantılı olarak “şok ve dehşet” adını verdikleri bir saldırı konsepti geliştirdiler; bu konseptin ana unsuru düşmanın tüm sistemlerini şok eden ve kabiliyetlerini azaltan bir açılış darbesidir. İsrail’in geçtiğimiz haftalarda Hizbullah’a yaptığı da tam olarak buydu, her ne kadar neredeyse bir yıl süren ve stratejik sonuçlar vermeyen kararsız bir atışmanın ardından da olsa.

Bu başarının önemli bir unsuru, İsrail Hava Kuvvetleri’nin geçtiğimiz yıl boyunca Lübnan semalarında uçaklarının ve insansız hava araçlarının hava üstünlüğünü sağlamak için sabırla çalışmasıdır. Hizbullah’ın uçaksavar kabiliyetlerinin büyük bir kısmı tespit edilmiş, imha edilmiş ya da baypas edilmiş, böylece İsrail uçaklarına yönelik risk büyük ölçüde azaltılmış ve onlara beklenenden daha geniş bir hareket serbestisi sağlanmıştır.

Bugüne kadar elde edilen başarıların en bariz kanıtı Hizbullah’ın İsrail iç cephesine verdiği sınırlı zarardır. Görünen o ki Hizbullah’ın bugüne kadar sınırlı tepki vermesinin başlıca nedeni örgütün üst kademelerini saran şoktan kaynaklanıyor, orta menzilli füze eksikliğinden değil. İsrail’in Hizbullah’ın füze stoklarına yönelik önemli saldırılarına rağmen örgütün hala yüzlerce füzesi var ve muhtemelen komuta kademesini toparladıktan sonra daha isabetli atışlar yapmaya başlayacaktır.

Hizbullah’ın lider kadrosu – daha doğrusu yeni üst kademesi – yaşananlar karşısında şok halinde. Hizbullah, 1980’lerin başında Nasrallah’la birlikte örgütün kuruluşu sırasında ortaya çıkan ve neredeyse yirmi yıl önce üst düzey pozisyonlara ulaşan deneyimli bir komuta grubuna dayanıyordu. Bu kişilerin neredeyse tamamı ya yıl içinde suikasta kurban gitti ya da son iki hafta içinde ortadan kaldırıldı.

Onların yerine gelenler, komuta ve kontrol zincirlerinin çözüldüğü, hırpalanmış ve şaşkın bir örgüt buluyorlar. Mevcut ateş gücü planları temelinde koordineli saldırılar gerçekleştirmekte güçlük çekildiği anlaşılıyor. Çağrı cihazları ve telsizler olayından sonra iletişim ağları terk edildi, füze stoklarının büyük bir kısmı imha edildi ve şüphesiz öldürülecekleri korkusuyla ilave rampaların gizli yerlerine gitmekten çekinen personel var. Belki de en baskın olanı, istihbaratın ihlal edildiği duygusudur.

Yine de güney Lübnan’a sınırlı da olsa karadan girmek çok daha zor ve farklı bir hikaye olacaktır. Muhtemelen Hizbullah’ın köylerdeki savunma sistemleri ve bunların sırları İsrail istihbaratı tarafından kısmen görülebilmektedir ancak örgütün sınır yakınlarında oluşturduğu sığınak ve tünellerden oluşan yeraltı altyapısını hava gücüyle yok etmek daha zordur. Sahaya inme kararının ana nedeni de bu.

Beklendiği kadar kolay olmayacak

Sonuç olarak, IDF’nin geçtiğimiz ekim ayının sonunda Gazze Şeridi’ni işgal ederken karşılaştığı zorlukları hatırlatan iki büyük zorluk beklenebilir.

Birincisi, düşmanın direnişi karmaşık ve sistematik askeri sistemlere değil, kritik bölgelerde iyi konumlanmış ve IDF’ye kayıplar verdirebilecek gerilla birliklerine dayanmaktadır. İkincisi, zaman boyutu: IDF’nin Gazze’deki planının uygulanması tahmin edilenden çok daha fazla zaman aldı çünkü meskûn alanlarla yeraltı bölgeleri arasındaki etkileşimin operasyon süresini büyük ölçüde uzattığı ve karmaşıklaştırdığı ortaya çıktı.

Sina’daki Altı Gün Savaşı’nda olduğu gibi tankların ve zırhlı araçların arazide hızla ilerlediğini görmeyi bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacak.

Perşembe günü IDF, özel harekat birimlerinin geçtiğimiz ekim ayından bu yana çit boyunca 70’ten fazla baskın gerçekleştirdiğini açıkladı. Bu operasyonlar sırasında Hizbullah’ın savaş alanları, görünmeden sınıra yaklaşmalarını sağlayan yaklaşma tünelleri ve çok sayıda savaş aracı ortaya çıkarıldı. Çit boyunca açık alanlarda daha birçok benzer yerleşke bulunmaktadır. Operasyonun diğer hedefleri temas hattındaki köyler olacak. Aynı zamanda IDF’nin güneydeki halka evlerini boşaltmaları için verdiği talimatlar kuzeyde Sur’un dış mahallelerine kadar uzanıyor.

Subaylardan duyduğumuz ve onlar aracılığıyla TV stüdyolarındaki emekli generaller aracılığıyla kamuoyuna aktarılan melodiler oldukça tanıdık: “Bu, teröristleri sınırdan geri püskürtmek, güvenliği yeniden tesis etmek ve tahliye edilen toplulukların sakinlerini geri getirmek amacıyla yapılan sınırlı bir harekettir.”

Her zamanki gibi daha az bahsedilen riskler de biliniyor: Görevi yerine getirmek için ele geçirilen ilk tepe ile ilk tepedeki kuvvetleri ateşten korumak için saldırılan ikinci tepe arasında kaygan bir yokuş var. Böylece bazen kendinizi 18 yıl, belki de daha uzun bir süre yabancı bir toprakta sıkışmış bulursunuz. Kesin olan tek bir şey var: bu topraklar 40 yıl boyunca sakin kalmayacak.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English