DÜNYA BASINI
Haaretz: İran’ın benzeri görülmemiş saldırısının ardından İsrail bölgesel bir savaşın içinde
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trAmos Harel, İsrailli askeri ve savunma analisti
Haaretz, 2 Ekim 2024
Son tırmanış İsrail’in Hamas ve hatta Hizbullah ile olan savaşını İsrail-İran çatışmasından sonra ikinci sıraya düşürdü. Başkanlık seçimlerine beş haftadan az bir süre kalan ABD’nin, kendi iradesi dışında bu çatışmanın içine çekilmesi muhtemeldir
Yaklaşık bir yıl süren çatışmaların ardından salı akşamı itibariyle İsrail bölgesel bir savaşın içinde yer alıyor. İsrail ve Hizbullah arasında son iki haftada yaşanan olayların ardından İran, İsrail topraklarına daha önce benzeri görülmemiş büyüklükte bir füze saldırısı düzenleyerek kendisini çatışmanın merkezine yerleştirdi. Buna bağlı olarak İsrail’in sert bir misilleme yapması bekleniyor.
Şaşırtıcı bir şekilde, İran saldırısı ciddi bir can kaybına yol açmadı, ancak ülkenin merkezindeki birçok ev, bir kısmı önleyici füzelerden gelen şarapnel parçalarından zarar gördü. Bir saatten biraz daha uzun bir süre sonra İç Cephe Komutanlığı sivillerin korunaklı sığınaklardan çıkmalarına izin verdi.
İlk değerlendirmelere göre İran İsrail’e yaklaşık 180 balistik füze fırlattı ve bunların çoğu önlendi ya da açık alanlara düştü. Bu sayı İran’ın nisan ayındaki saldırısında fırlattığı füzelerin yaklaşık yarısı, ancak bu kez balistik füzelerin oranı daha yüksek ve sonuç olarak verilen hasar da daha fazla.
İran muhtemelen bir önceki saldırının sonuçlarını analiz etti ve bundan dersler çıkardı. Yine de İsrail’in bölgesel hava savunmasını etkili bir şekilde delemedi.
İsrailliler, özellikle de ülkenin merkezinde yaşayanlar, bu ölçekte bir saldırıyla daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Buna rağmen siviller yüksek düzeyde bir kişisel disiplin sergilerken, hava kuvvetleri ve hava savunma sistemi ABD’nin de yardımıyla saldırıyı büyük bir ustalıkla savuşturdu. Saldırının hava kuvvetleri üsleri de dâhil olmak üzere birçok askeri ve güvenlik tesisini hedef alması bekleniyordu ancak sivil bölgeleri de vurarak ölümlere yol açması ve halkı terörize etmesi amaçlanmıştı.
Son tırmanış, çatışmanın tüm taraflarını, İsrail’in Hamas’la ve hatta Hizbullah’la olan savaşının İsrail-İran çatışmasının ardından ikinci sıraya düştüğü tamamen farklı bir duruma sokuyor.
Yafa’da altı İsraillinin ölümüne neden olan ve İran saldırısıyla aynı zamana denk getirilmek istendiğine inanılan terör saldırısının da gösterdiği gibi, ikincil riskler ülke içinde de artmakta. Bu, 7 Ekim Hamas katliamından bu yana Yeşil Hat içinde meydana gelen en ölümcül terör saldırısıdır. Tel Aviv ikinci intifadadan bu yana bu ölçekte bir terör saldırısına maruz kalmamıştı.
Böyle bir olayın halkta en az büyük bir balistik füze saldırısı kadar endişe ve güvensizlik duygusu uyandırması kaçınılmazdır. Batı Şeria’daki Filistinlilerin İran ve Hizbullah’ın emri ve finansmanıyla gerçekleştirdikleri benzer girişimleri de göz önünde bulundurmalıyız. İsrailli Araplar arasında aşırılık yanlısı unsurlar ya da suç çeteleri oluşturma girişimleri de olabilir. İsrail’in İran’ın bu büyük saldırısına çok güçlü bir şekilde karşılık vereceğine şüphe yok. İsrail Savunma Kuvvetleri sözcüsü Tuğamiral Daniel Hagari saldırının “sonuçları olacağını” söyledi.
Erken kutlama
Başkanlık seçimlerine beş haftadan az bir süre kalmış olan Amerika Birleşik Devletleri’nin, kendi iradesi dışında bu çatışmanın içine çekilmesi muhtemeldir. Bu, İsrail’in güvenliği için olduğu kadar küresel ekonomi ve Amerika’nın küresel konumu için de geniş kapsamlı sonuçları olabilecek bölgesel ve küresel bir krizdir. Birleşmiş Milletler’deki İran delegasyonu tarafından yapılan tehditle de açıkça ortaya konduğu üzere, İsrail ve İran arasındaki karşılıklı yumruklaşmanın devam etmesi beklenmektedir.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın ölümü üzerine İsrail’de yapılan kutlamaların üzerinden sadece birkaç gün geçti ve şimdiden durum tamamen değişti. Çoğu zaman olduğu gibi, kararlı ve sofistike bir düşmana karşı uzun bir savaşın ortasında zafer kutlamalarına girişmek akıllıca değildir. Baklava ile beklemek daha iyi olurdu.
İsrail’in Lübnan saldırısından İran doğrudan zarar görmemiş olsa da, İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’den sonra bölgesel direniş ekseninin en önemli ikinci ismi ortadan kalkmış oldu. Tahran İsrail’e saldırma kararını birkaç gün önce aldı. IDF sözcüsü tüm İsraillileri uyanık olmaya çağıran direktifler yayınladı.
Bu koşullar altında, eylül ortasına kadar ana cephe olarak belirlenen Gazze’deki savaş artık İsrail için öncelikler listesinin alt sıralarına düşmüş durumda. Bu durum, zaten uzun bir süredir askıya alınmış durumda olan rehine anlaşmasına varma şansını da zayıflatacak gibi görünüyor. Salı günkü İran saldırısından önce bile IDF kuzeyde görev yapacak yedek askerleri çağırıyordu. Şimdi ise bölgesel kriz ve bir dizi cephede gerilimin daha da tırmanması riski nedeniyle bu çağrının daha da artacağı neredeyse kesin.
Şin Bet güvenlik servisi bu hafta, detayları kamuoyuna açıklamasa da, İran’ın hem İsrail’de hem de yurtdışında üst düzey İsrailli yetkililere yönelik birçok suikast girişimini ortaya çıkardığını açıkladı. İran, bazıları ödeme vaadiyle internet üzerinden işe alınan İsrailli ajanları kullanıyor. Bu çabalar için kısmen İsrail’in yeraltı suç dünyasında verimli bir zemin buldu. Bu çabaların devam edeceğini varsaymak mantıklıdır.
ABD’ye bağımlılık
İran’ın acil tehdidi İsrail’in Amerikalılara olan bağımlılığının altını çiziyor – Başbakan Benjamin Netanyahu’nun son haftalarda attığı her adımla çılgına çevirdiği Amerikalılara. İsrail ABD’ye sadece hava savunmasını koordine etmek için değil, aynı zamanda saldırı operasyonları için sürekli silah tedariki konusunda da bağımlıdır.
Bu gerçekler, İsrail’in Beyrut’taki başarılarının ardından şimdi yeni bir fanteziyle çılgına dönen Netanyahu’nun fanatik hayranlarının gözünden kaçmadı: Amerika ile koordinasyon kurmadan İran’ın nükleer tesislerine saldırmak. Mesihçilerin bu konudaki görüşleri şimdiden televizyon stüdyolarında yüksek sesle ve net bir şekilde duyuluyor. Ancak gerçek şu ki, İran’ın nükleer sorunu söz konusu olduğunda İsrail, hem önemli ve uzun vadeli bir hasarın oluşmasını sağlamak hem de hem kendini savunmak hem de saldırmak için gerekli yardımı almak üzere Amerika ile koordinasyon içinde hareket etmelidir.
Ancak televizyondaki konuşmalardan daha önemli olan, bu fikirlerin karar vericilerin çevresine sızmış olması. Netanyahu’nun kendisi pazartesi günü, bölgesel fırtınanın doruk noktasında, Ayetullahların baskıcı rejimini devirmeye çağıran bir video ile İranlılara doğrudan seslenmeye karar verdi.
Bu konuda gazeteci Thomas Friedman’ın yaklaşık bir ay önce New York Times’taki köşesinde yaptığı uyarıyı hatırlamakta fayda var. Friedman, Biden yönetiminin Netanyahu’nun kendisini İran’la nükleer tesislerine saldırıları da içeren doğrudan bir savaşa sürüklemeye çalıştığından ve bu süreçte Kasım seçimlerinin sonucunu da etkileyeceğinden korktuğunu söyledi.
Netanyahu’nun Demokratların adayı Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in kazanması için dua etmediğini söylemeye gerek yok. Amerika Birleşik Devletleri hem İsrail’e olan ilkesel bağlılığı hem de İsrail’in Amerikan çıkarları açısından stratejik öneminin farkında olması nedeniyle İsrail’e yardım edecektir. Ancak Biden, Harris ve danışmanları şüpheci olmaya devam edecektir.
‘Şok ve dehşet’in dönüşü
Lübnan’ı görünüşte sonsuza kadar terk ettikten 24 yıl sonra ve kısa ve başarısız bir macera için geri döndükten 18 yıl sonra İsrail Savunma Kuvvetleri güney Lübnan’a geri dönüyor. Pazartesi gecesi, birlikler bu kez odaklanmış ve zaman sınırlı bir operasyon olarak tanımlanan ve şu anda İsrail sınırına nispeten yakın olan Şii Müslüman köylerinin dış mahallelerine ve yoğun araziye yönlendirilen operasyon için giriş yaptı.
IDF Genelkurmay Başkanlığı ve İsrail siyasi liderliği, Hizbullah’ın son iki hafta içinde hava ve istihbarat saldırılarında aldığı ciddi darbeler göz önüne alındığında, birkaç hafta boyunca buradaki yoğun askeri faaliyetin genellikle düşünülenden daha zayıf bir direnişle karşılaşacağını umuyor.
Sahadaki hamleler, halihazırda başarılmış olanları tamamlamayı ve Hizbullah’ı ve onun İranlı hamisini sınır bölgesinden geri çekilmeyi kabul etmeye zorlamayı amaçlamaktadır ki bu da birçok İsrailliyi bir yıllık zorunlu sürgünün ardından sınırın güney tarafındaki evlerine güvenle dönebileceklerine ikna edecektir. İran’ın salı akşamı gerçekleştirdiği saldırı, İsrail’in önceliklerini ve başta İsrail Hava Kuvvetleri olmak üzere gelecekteki eylemlerini etkileyecektir.
Şimdiye kadar sınır boyunca yaşanan çatışmalar ve Lübnan tarafında ortaya çıkmaya başlayanlar ışığında, İsrail’in terk edilmiş toplulukları yeniden yerleştirmek için şu anda başka bir yolu yok gibi görünüyor. Ancak önceki çatışmaların tarihi, İsrail’in planlarının gerçeklik duvarında paramparça olma eğiliminde olduğunu gösteriyor; savaşta ve kesinlikle bir kara saldırısında beklenmedik şeyler olur. Genellikle düşman, hazırlanan planlardaki rolünü oynamaya gönüllü olmaz.
Tartışmasız olan şey, Hizbullah’ın birkaç hafta öncesine göre tamamen farklı bir yerde olduğudur. 8 Ekim 2023’te Nasrallah, Hamas’ın bir gün önce güneyde başlattığı savaşa katılmaya karar verdiğinde, örgüt militanlarının ateşini uzun mesafeyle sınırladı: tanksavar füzeleri, kısa menzilli roketler ve daha sonra da insansız hava araçları.
Amaç, Lübnan sınırı boyunca çok sayıda İsrail kuvvetini sıkıştırmak ve böylece kuvvetlerini İsrail’in içine saldırtmadan Filistinlilerin Gazze’deki mücadelesine katkıda bulunmaktı. Nasrallah’ın stratejisi, sınır boyunca meydana gelen olaylarda yaklaşık 500 askerinin öldürülmesine ve örgütün bazı üst düzey isimlerinin de öldürülmesine rağmen yaklaşık 11 ay boyunca kendini kanıtladı.
İsrail eylül ayı ortalarında harekâtta yeni bir aşamaya geçmeye karar verdiğinde, yani halkın geri dönmesini sağlamak ve Lübnan’ı savaşın ana arenası haline getirmek için aktif bir şekilde harekete geçtiğinde, Hizbullah’ın ödediği bedel de hızla artmaya başladı.
Bir dizi gelişme – İsrail’e atfedilen çağrı cihazı ve telsiz saldırıları, Nasrallah ve iki üst düzey komutanı İbrahim Akil ve Ali Karaki’nin öldürülmesi, Rıdvan Gücü’nün tüm hiyerarşisinin ortadan kaldırılması, Hizbullah’ın orta ve uzun menzilli silah stoklarına büyük zarar veren sistematik hava saldırısı – IDF birlikleri Güney Lübnan’a girmeden önce bile sınır boyunca tamamen yeni bir durum yarattı.
Amerikalılar 2003’te başlayan Irak Savaşı ile bağlantılı olarak “şok ve dehşet” adını verdikleri bir saldırı konsepti geliştirdiler; bu konseptin ana unsuru düşmanın tüm sistemlerini şok eden ve kabiliyetlerini azaltan bir açılış darbesidir. İsrail’in geçtiğimiz haftalarda Hizbullah’a yaptığı da tam olarak buydu, her ne kadar neredeyse bir yıl süren ve stratejik sonuçlar vermeyen kararsız bir atışmanın ardından da olsa.
Bu başarının önemli bir unsuru, İsrail Hava Kuvvetleri’nin geçtiğimiz yıl boyunca Lübnan semalarında uçaklarının ve insansız hava araçlarının hava üstünlüğünü sağlamak için sabırla çalışmasıdır. Hizbullah’ın uçaksavar kabiliyetlerinin büyük bir kısmı tespit edilmiş, imha edilmiş ya da baypas edilmiş, böylece İsrail uçaklarına yönelik risk büyük ölçüde azaltılmış ve onlara beklenenden daha geniş bir hareket serbestisi sağlanmıştır.
Bugüne kadar elde edilen başarıların en bariz kanıtı Hizbullah’ın İsrail iç cephesine verdiği sınırlı zarardır. Görünen o ki Hizbullah’ın bugüne kadar sınırlı tepki vermesinin başlıca nedeni örgütün üst kademelerini saran şoktan kaynaklanıyor, orta menzilli füze eksikliğinden değil. İsrail’in Hizbullah’ın füze stoklarına yönelik önemli saldırılarına rağmen örgütün hala yüzlerce füzesi var ve muhtemelen komuta kademesini toparladıktan sonra daha isabetli atışlar yapmaya başlayacaktır.
Hizbullah’ın lider kadrosu – daha doğrusu yeni üst kademesi – yaşananlar karşısında şok halinde. Hizbullah, 1980’lerin başında Nasrallah’la birlikte örgütün kuruluşu sırasında ortaya çıkan ve neredeyse yirmi yıl önce üst düzey pozisyonlara ulaşan deneyimli bir komuta grubuna dayanıyordu. Bu kişilerin neredeyse tamamı ya yıl içinde suikasta kurban gitti ya da son iki hafta içinde ortadan kaldırıldı.
Onların yerine gelenler, komuta ve kontrol zincirlerinin çözüldüğü, hırpalanmış ve şaşkın bir örgüt buluyorlar. Mevcut ateş gücü planları temelinde koordineli saldırılar gerçekleştirmekte güçlük çekildiği anlaşılıyor. Çağrı cihazları ve telsizler olayından sonra iletişim ağları terk edildi, füze stoklarının büyük bir kısmı imha edildi ve şüphesiz öldürülecekleri korkusuyla ilave rampaların gizli yerlerine gitmekten çekinen personel var. Belki de en baskın olanı, istihbaratın ihlal edildiği duygusudur.
Yine de güney Lübnan’a sınırlı da olsa karadan girmek çok daha zor ve farklı bir hikaye olacaktır. Muhtemelen Hizbullah’ın köylerdeki savunma sistemleri ve bunların sırları İsrail istihbaratı tarafından kısmen görülebilmektedir ancak örgütün sınır yakınlarında oluşturduğu sığınak ve tünellerden oluşan yeraltı altyapısını hava gücüyle yok etmek daha zordur. Sahaya inme kararının ana nedeni de bu.
Beklendiği kadar kolay olmayacak
Sonuç olarak, IDF’nin geçtiğimiz ekim ayının sonunda Gazze Şeridi’ni işgal ederken karşılaştığı zorlukları hatırlatan iki büyük zorluk beklenebilir.
Birincisi, düşmanın direnişi karmaşık ve sistematik askeri sistemlere değil, kritik bölgelerde iyi konumlanmış ve IDF’ye kayıplar verdirebilecek gerilla birliklerine dayanmaktadır. İkincisi, zaman boyutu: IDF’nin Gazze’deki planının uygulanması tahmin edilenden çok daha fazla zaman aldı çünkü meskûn alanlarla yeraltı bölgeleri arasındaki etkileşimin operasyon süresini büyük ölçüde uzattığı ve karmaşıklaştırdığı ortaya çıktı.
Sina’daki Altı Gün Savaşı’nda olduğu gibi tankların ve zırhlı araçların arazide hızla ilerlediğini görmeyi bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacak.
Perşembe günü IDF, özel harekat birimlerinin geçtiğimiz ekim ayından bu yana çit boyunca 70’ten fazla baskın gerçekleştirdiğini açıkladı. Bu operasyonlar sırasında Hizbullah’ın savaş alanları, görünmeden sınıra yaklaşmalarını sağlayan yaklaşma tünelleri ve çok sayıda savaş aracı ortaya çıkarıldı. Çit boyunca açık alanlarda daha birçok benzer yerleşke bulunmaktadır. Operasyonun diğer hedefleri temas hattındaki köyler olacak. Aynı zamanda IDF’nin güneydeki halka evlerini boşaltmaları için verdiği talimatlar kuzeyde Sur’un dış mahallelerine kadar uzanıyor.
Subaylardan duyduğumuz ve onlar aracılığıyla TV stüdyolarındaki emekli generaller aracılığıyla kamuoyuna aktarılan melodiler oldukça tanıdık: “Bu, teröristleri sınırdan geri püskürtmek, güvenliği yeniden tesis etmek ve tahliye edilen toplulukların sakinlerini geri getirmek amacıyla yapılan sınırlı bir harekettir.”
Her zamanki gibi daha az bahsedilen riskler de biliniyor: Görevi yerine getirmek için ele geçirilen ilk tepe ile ilk tepedeki kuvvetleri ateşten korumak için saldırılan ikinci tepe arasında kaygan bir yokuş var. Böylece bazen kendinizi 18 yıl, belki de daha uzun bir süre yabancı bir toprakta sıkışmış bulursunuz. Kesin olan tek bir şey var: bu topraklar 40 yıl boyunca sakin kalmayacak.
İlginizi Çekebilir
-
AB liderleri, küresel ve bölgesel zorlukları ele almak üzere Brüksel’de toplandı
-
AfD’nin seçim programına kısa bir bakış
-
AB ve Ukrayna, Biden’ı 2022’de Kiev’in ‘zaferine’ engel olmakla suçluyor
-
Trump’ın “51. eyalet” şakası Kanada’yı karıştırdı
-
QUAD ocak ayında ilk ortak sahil güvenlik eğitimini gerçekleştirecek
-
WSJ: İsrail ve Türkiye karşı karşıya
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesinden en çok faydalanan iki ülke olan Türkiye ve İsrail’in nasıl karşı karşıya geldiğini ele alıyor. Makale bu durumun iki ülke için ne anlama geldiğine ve bundan sonra ne olabileceğine dair uzman görüşlerine yer veriyor:
***
İsrail ve Türkiye karşı karşıya: Orta Doğu’da şiddetlenen güç mücadelesi
Suriye rejiminin çöküşü İran’ın ‘direniş eksenini’ yok etti ve Türkiye destekli İslamcıları İsrail’in kapısına getirdi.
Yaroslav Trofimov
Türkiye ve İsrail, Suriye rejiminin çöküşünden stratejik olarak en fazla fayda sağlayan iki ülke oldu. Bu durum, İran’ın Orta Doğu’daki etkisinin dramatik bir şekilde azalmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Ancak geçen yıl Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana zaten zehirli olan ilişkileri kopma noktasına gelen bu iki Amerikan müttefiki, şimdi Suriye ve ötesinde kendi aralarında bir çarpışma rotasına girmiş durumda. Bu rekabetin yönetilmesi, muhtemelen Trump yönetiminin öncelikleri arasında yer alacak ve Avrupa ile Orta Doğu’daki Amerika’nın ittifak ağı üzerindeki baskıyı artıracaktır.
Ortadoğu Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Gönül Tol, “Türk yetkililer, yeni Suriye’nin başarılı olmasını istiyor, böylece Türkiye buna sahip çıkabilir; ancak İsraillilerin her şeyi mahvedebileceğini düşünüyorlar” diyor.
İsrail ve Türkiye arasındaki düşmanlık, İsrail, İran ve İran’ın vekilleri arasındaki uzun ve kanlı çatışmayla kıyaslanamaz. Tahran’ın dini liderleri, Yahudi devletini haritadan silmeyi hedefliyor ve bu yıl iki ülke arasında doğrudan füze saldırıları yaşandı. Bu, İsrail ile İran destekli Hizbullah arasında onlarca yıldır süregelen mücadelenin bir tırmanışıydı.
Bu ay İran liderliğindeki ve İran’dan Irak’a, oradan da Suriye üzerinden Hizbullah’a kadar uzanan “direniş ekseninin” dağılması, İsrail için anında ve önemli bir güvenlik avantajı sağladı.
Ancak İsrailli yetkililer, özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Filistinli hareket Hamas gibi İsrail’in ezeli düşmanlarına verdiği açık destek göz önüne alındığında, Türkiye liderliğindeki Sünni İslamcılardan oluşan yeni bir eksenin zaman içinde aynı derecede ciddi bir tehlikeye dönüşebileceğinden endişe duyduklarını söylediler.
Yeni Suriye’nin fiili lideri, Ebu Muhammed El-Colani takma adıyla bilinen Ahmet El-Şara, çatışmayla ilgilenmediğini ve ülkeyi yeniden inşa etmeye odaklanmak istediğini söylese de kendisi ve Şam’daki diğer birçok üst düzey şahsiyet, her ikisi de Amerikan tarafından terörist olarak tanımlanan El Kaide ve İslam Devleti’nde kilit rollere sahipti. ABD, takım elbise giymeyi tercih eden ve bu hafta Şam’da Avrupalı diplomatlarla görüşen Colani’nin başına hala 10 milyon dolar ödül koymuş durumda.
Beşar Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’de düzen şekillenirken, Türkiye Şam’da açık ara baskın güç olarak ortaya çıktı. Bu durum Erdoğan’ı, eski Osmanlı topraklarından Libya ve Somali’ye kadar uzanan bir nüfuz alanı hedefine ulaşmaya her zamankinden daha fazla yaklaştırıyor. Bu, Filistin davasının en güçlü savunucusu olarak İran’la rekabet etmeyi de içeren bir yaklaşım.
İsrail parlamentosunun dışişleri ve savunma komitesi başkanı Yuli Edelstein bir röportajında “Türkiye ile ilişkiler kesinlikle kötü bir noktada, ancak her zaman daha da kötüleşme potansiyeli var” dedi: “Bu aşamada birbirimizi tehdit ediyor değiliz, ancak Suriye söz konusu olduğunda, Türkiye’den ilham alan ve silahlandırılan vekillerle çatışmalara dönüşebilir.”
Başkan seçilen Donald Trump pazartesi günü Mar-a-Lago’da yaptığı konuşmada Esad’ın devrilmesini Türkiye’nin Suriye’yi “dostça olmayan bir şekilde ele geçirmesi” olarak tanımladı. Erdoğan iki gün sonra Türkiye’nin Orta Doğu’da lider bir güç olması yönündeki kendi vizyonunu vurguladı. Erdoğan, “Bölgemizde ve özellikle Suriye’de yaşanan her olay bize Türkiye’nin Türkiye’den daha büyük olduğunu hatırlatıyor. Türk milleti kaderinden kaçamaz” dedi.
Türkiye ile yakın müttefik olan Katar dışında, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Ürdün gibi bölgedeki diğer Amerikan ortaklarının Türkiye’nin yeni hakimiyeti konusunda endişeleri var. Bu ülkelerdeki yetkililer Şam’dan yayılan siyasal İslam’ın yeniden canlanmasının kendi ülkelerinin güvenliğine zarar vermesinden korkuyor.
1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, İsrail güçlerinin burada on binlerce Filistinliyi öldürmesinin ardından Başbakan Binyamin Netanyahu’yu “Gazze kasabı” olarak eleştirip İsrail’e ekonomik yaptırımlar uygulasa da Tel Aviv’de hala bir büyükelçilik bulunduruyor.
Tel Aviv Üniversitesi Çağdaş Orta Doğu Tarihi Kürsüsü Başkanı Eyal Zisser, “İki ülke arasında hala iletişim kanalları var ve Türkiye hala ABD’nin müttefiki, dolayısıyla aralarındaki sorunlar aşılabilir” dedi. Zisser, Türkiye’nin hakimiyetindeki bir Suriye’nin İsrail için İran’ın hakimiyetindeki bir Suriye’den çok daha iyi olacağına şüphe olmadığını da sözlerine ekledi.
Zisser, “Türkiye İsrail’in yok edilmesini arzulamıyor, nükleer silah geliştirmiyor, Hizbullah’a etkileyici bir füze cephaneliği sağlamıyor ve Suriye’ye on binlerce milis göndermiyor” dedi.
2012’de büyükelçilik kapatılana kadar Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapan siyasi analist Ömer Önhon, Suriye’de yakın bir Türkiye-İsrail çatışmasından bahsetmenin çok endişe verici olduğu görüşünde. Büyükelçilik geçen günlerde yeniden açıldı.
Önhon, “Türkiye’nin karşı olduğu Netanyahu hükümetinin politikaları ve eğer bu politikalar değişirse ilişkiler tarih boyunca olduğu gibi yeniden normale dönebilir” dedi.
Türkiye’nin dış ve savunma politikaları uzun süredir peş peşe gelen Amerikan yönetimlerini rahatsız etti; bu yönetimler, Erdoğan’ın Rusya ile askeri ve nükleer enerji işbirliğine ve dönemin ABD yetkililerinin o dönemde “İslam Devleti’ne gizli Türk yardımı” olarak tanımladıkları duruma karşı çıkmışlardı. Washington’da İsrail, Ukrayna ve Tayvan’ı destekleyen bir düşünce kuruluşu olan Demokrasileri Savunma Vakfı İcra Direktörü Jonathan Schanzer, “Türkiye uzunca bir süredir Batı ittifakı içinde haydut bir devlet gibiydi” dedi.
Suriye’de şu anda devam eden tek şiddet olayı, Suriye Ulusal Ordusu olarak bilinen Türkiye destekli milislerin, ülkenin kuzeydoğusunda yer alan ve birçok ABD askeri üssüne ev sahipliği yapan Suriye Kürt bölgesine yönelik saldırısı. Bu savaşçıların bir kısmı Türkiye’nin güneydoğusundan gelen ve hem Ankara’nın hem de Washington’un terörist olarak gördüğü Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) mensup etnik Kürtlerden oluşuyor.
Washington’un Suriyeli Kürt silahlı gruplara verdiği destek uzun zamandır Türkiye’nin en büyük şikâyetlerinden biriydi. Türkiye’nin iktidar partisi AKP’nin milletvekillerinden Mehmet Şahin, “Șu anda olan şey, bir NATO ülkesinin başka bir NATO ülkesine karşı faaliyet gösteren bir terör örgütüne destek vermesidir” diyerek Trump’ın bu desteği kesmesini umduğunu söyledi.
Bir diğer Türk milletvekili, Kürt yanlısı DEM partisinden Berdan Öztürk, Washington’un son on yılda İslam Devleti’ne karşı birlikte dökülen kan nedeniyle Suriyeli Kürtlere karşı bir yükümlülüğü olduğunu söyledi. Öztürk, “Türkiye şu anda her türlü temel insan hakkını ihlal ediyor. Eğer Kürt halkına ihanet ederlerse kimse ABD ile müttefik olmaz. Bir ortağınız varsa bu çok değerlidir ve bunu güçlendirmeniz gerekir.”
Ankara’yı öfkelendiren açıklamalarda bulunan İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, bu hafta Kürtlerin, Türkiye ve İran tarafından aynı şekilde baskı gördüğünü belirterek, İsrail’in Kürtleri “doğal müttefikleri” olarak değerlendirmesi ve Kürtlerle ve diğer Orta Doğulu azınlıklarla ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğini söyledi.
Kürt meseleleri konusunda uzun yıllara dayanan deneyime sahip eski bir Türk diplomat olan Aydın Selcen’e göre, bu tür açıklamalara rağmen İsrail’in Türkiye ve vekillerine karşı Suriyeli Kürt savaşçıları maddi olarak desteklemesi pek olası değil: “İsrail, Suriye’de Türkiye’ye sorun çıkarmaya çalışırsa aklını kaçırmış demektir” dedi.
Selcen, “Son gelişmelerde kazanan Ankara, kaybeden ise İsrail oldu. İsrail ve Türkiye arasında açık bir çatışma olasılığını mümkün görmüyorum. Bu hiç mantıklı değil” ifadelerini kullandı.
Suriye’de 2.000 kadar asker konuşlandıran ABD’nin aksine İsrail’in Suriye’nin Kürt bölgelerinde açık bir varlığı bulunmuyor. Amerika Ulusal Güvenlik için Yahudi Enstitüsü’nde araştırmacı olan Netanyahu’nun eski ulusal güvenlik danışmanı emekli Tümgeneral Yaakov Amidror, “Kürtlerle uzun süredir ilişkilerimiz var; bu bizim tarihimizin, onların tarihinin bir parçası. Ancak İsrail, Kürtleri destekleme konusunda Amerikan rolünü üstlenmeyecek” dedi.
Türkiye son günlerde defalarca İsrail’in Suriye’nin Golan Tepeleri çevresindeki işgal bölgesinden askerlerini çekmesini talep etti ve İsrail’i Esad rejiminin düşmesinden sonraki geçişi sabote etmeye çalışmakla suçladı. Mehmet Şahin, “İsrail, mevcut boşluktan faydalanarak işgal politikalarına devam etmek istiyor. Bu ne Suriye ne de bölge için iyi bir şey” dedi.
Netanyahu’nun en azından 2025 yılı boyunca süreceğini söylediği Suriye’nin güneyindeki toprakları işgalinin yanı sıra, İsrail son iki hafta boyunca Esad rejiminin askeri altyapısından geriye ne kaldıysa acımasızca bombaladı. Bu saldırılar Suriye’nin yeni yöneticilerini hava savunma, donanma, hava kuvvetleri veya uzun menzilli füzelerden mahrum bıraktı.
Ankara’nın askerlerini çekme talebine yanıt veren İsrail Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Suriye’de işgal konusunu gündeme getirecek son ülke olması gerektiğini çünkü Türk askerlerinin 2016’dan beri bu ülkede faaliyet gösterdiğini, “cihatçı güçleri” desteklediğini ve ülkenin büyük bir bölümünde Türk para birimini, bankacılık ve posta hizmetlerini yaygınlaştırdığını söyledi.
Colani’nin örgütü Heyet-i Tahrir el-Şam, ABD tarafından terörist grup olarak listelenmeye devam ediyor. İsyancı komutan ılımlı bir imaj çizmeye çalışıyor. Defalarca azınlıkların haklarını savundu ve yeni Suriye’nin İsrail ile yeni bir çatışma başlatmak yerine yaklaşık 14 yıllık iç savaşın yarattığı yıkımın ardından yeniden inşa etmekle ilgilendiğini söyledi.
Ancak bu güvenceler İsrail yönetimindeki pek çok kişiyi ikna etmedi. Ne de olsa Colani, 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından İsrail’e düzenlenen saldırıyı desteklemişti. Colani takma adı, İsrail’in 1967’de Suriye’den ele geçirdiği ve o zamandan beri ilhak ettiği Golan Tepeleri’ndeki ailesinin kökenine atıfta bulunuyor.
Atlantik Konseyi’nde kıdemli araştırmacı olarak görev yapan ve birçok İsrail başbakanına danışmanlık yapan Shalom Lipner, “HTŞ’nin Türkiye’nin himayesi altında Şam’da kontrolü sağlaması, İsrail’in kuzeydoğu sınırında düşman İslamcılarla karşılaşma ihtimalini artırıyor. Eğer Kürtler geri püskürtülürse bu durum daha da karanlık bir hal alabilir ve IŞİD’in yeniden canlanmasına yol açabilir” dedi. Lipner’a göre “İsrail derin bir savunma pozisyonunda.”
Netanyahu döneminde kabinede çeşitli üst düzey görevlerde bulunmuş ve İsrail parlamentosunun başkanlığını yapmış olan İsrailli Milletvekili Edelstein, Suriye’den gelebilecek potansiyel tehditlerin, ülkenin yeni yöneticilerinin zayıflığı göz önüne alındığında, acil olmadığını söylüyor. Ancak orta vadede Suriye’nin güneyindeki İslamcı grupların İsrailli toplulukları tehlikeye atabileceğini, uzun vadede ise Türk silahları ve desteğiyle yeniden inşa edilen Suriye ordusunun Esad’ın ordusunun 20. yüzyılın son on yıllarında yarattığı türden bir konvansiyonel tehlikeyi yeniden yaratabileceğini söyledi.
Edelstein, Suriye’nin yeni liderlerinden gelen iyi niyet açıklamalarının, Hamas’ın 7 Ekim saldırısından önce İsrail’i yanlış bir güvenlik hissine sürükleyen açıklamaları kadar itibar görmesi gerektiğini söyledi.
Edelstein, “Sadece İsrail değil hepimiz Suriye’deki yeni rejimi normalmiş gibi göstermeye çalışırken çok dikkatli olmalıyız. Biz Suriye’de vekiller yaratma işinde değiliz, biz sınırlarımızı koruma derdindeyiz. Ancak sınırlarımıza yakın olan toplulukların birçoğu Suriye’deki azınlık topluluklarıdır ve İslamcı milisler tarafından istila edilmediklerinden ve bu yerlerin gelecekte İsrail’e yönelik saldırı için askeri bir üsse dönüşmediğinden emin olmalıyız” diye konuştu.
DÜNYA BASINI
Esad’dan sonra sırada İran mı var?
Yayınlanma
1 hafta önce14/12/2024
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, jeoekonomi ve askeri tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Edward Luttwak’a ait. Bir dönem ABD Başkanı Reagan’ın “Üçüncü Dünya Ülkeleri” danışmanlığını da yapan Luttwak, Türkiye’de özellikle “hükümet darbeleri” üzerine yaptığı bir çalışmasıyla biliniyor: Darbe: Pratik Bir El Kitabı¹. Bu kitabında, darbelerin “gerekli istek, araç ve gereci olan herkes” tarafından gerçekleştirilebileceğini çarpıcı bir vecizlikle tasvir eden ve “önemli olanın kuralları bilmek” olduğunu vurgulayan Luttwak, şimdi benzer bir mantığı İran’a uyarlıyor gibi görünüyor.
Luttwak, İran’ın bölgesel etkisinin “çöküşünü” Filistin savaşı ve Suriye’deki gelişmeler üzerinden ele alırken, askeri kapasitesinin tamamen bir “mit”ten ibaret olduğunu ve İran’ın bir sonraki “çöküş adayı” olabileceğini iddia ediyor. İsrail’in Hizbullah’a dönük saldırılarını bu çöküşün başlangıcı olarak çerçevelerken, İran’da yaklaşması muhtemel iç karışıklıkların adeta müjdesini veriyor. Luttwak’ın bu “sıradaki hedef” imalı satırları, objektif bir yazarın tespitleri ya da cılız bir temennisi olmanın ötesinde, ucu rejim değişikliğine dahi uzanabilecek, genelde direniş eksenini, özelde ise İran’ı etkisizleştirmeye dönük Amerikan siyasal stratejisinin açık edilmesi olarak okunmalı belki de.
Sırada Tahran mı var?
İran’ın güç miti paramparça oldu
Edward Luttwak
Unherd
10 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Şam düştü – bunun Suriye’yle olduğu kadar İran’la da yakından ilgisi var. Tahran, Esad diktatörlüğünü, dünyanın en büyük devlet dışı ordusu olan Lübnan’daki Hizbullah milisleri aracılığıyla uzun yıllar iktidarda tuttu. Fakat İsrail, Eylül sonundan bu yana gerçekleştirdiği bir dizi saldırıyla Hasan Nasrallah’ın örgütünü deyim yerindeyse yerle bir etti. İran’ın buna yanıtı İsrail’e karşı balistik füzeler fırlatmak oldu; İsrail ise bu saldırıları Arrow [anti-balistik] savunma füzeleri ile başarılı şekilde imha etti.
26 Ekim’de, yani İsrail Hava Kuvvetleri’nin İran’da 20’den fazla hedefi imha ettiği gün, İran’ın hava savunmasının neredeyse var olmadığı ortaya çıktı. Kendi başkentinde dahi savunmasız durumda kalan Ayetullah rejimi hiç olmadığı kadar zayıflamıştı. Ve şimdi, Esad diktatörlüğünü saran devrimci rüzgâr belki de Tahran’a kadar esecek ve İranlılar köktendinci efendilerinden nihayet kurtulacak.
İran’ın bir bölgesel güç olduğu efsanesi ironik şekilde bizzat ABD tarafından yaygınlaştırıldı. Barack Obama, Ocak 2009’da, yani ilk döneminin hemen başında, İran’a karşı bir savaşa çekilmekten büyük bir endişe duyuyordu. Irak’ın işgali emrini verdiğinde Bush’un başına gelenleri aklının bir yerinde hep tutan Obama’nın göreve geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri, Amerika’nın geçmişte Şah’a verdiği destek için özür dilemek olacaktı. Bu, geçmişe dair gösterilen bir pişmanlığın ötesinde yeni bir kural ortaya koymak demekti: İran herkese saldırabilir fakat kimse İran’a saldıramaz. İşte bu kural, Ekim 2024’e kadar sürdü.
İran’a ait bir insansız hava aracının Ürdün’de üç Amerikan askerini öldürdüğü bu ocak ayına kadar ABD’nin İran’a karşı herhangi bir misillemesi olmamıştı. Aynısı İsrail için de geçerliydi. İran 13 Nisan’da İsrail’e karşı 170 insansız hava aracı, 30 seyir füzesi ve 120 balistik füze fırlattı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı ve eski bir Obama yetkilisi olan Jake Sullivan, İsrail’in herhangi bir karşı saldırısını önlemek için büyük bir çaba sarf etti; hatta İsrail’in misilleme yapması halinde ABD askeri yardımını kaybedebileceği şeklinde üstü kapalı tehdit dahi etti. Bu olay, şaşkın bir Pentagon yetkilisi tarafından, Sullivan’ın acaba Tahran’da yaşayan bir akrabası mı var diye bile sorgulatacaktı.
ABD’nin türlü baskılarına rağmen yine de İsrail’in Hizbullah’ı nihai olarak ezmesi engellenemedi. Her şey 27 Eylül’de Hasan Nasrallah’ın üst düzey komuta kademesiyle birlikte öldürülmesiyle başladı. Birkaç gün sonra İran’ın yanıtı sert oldu: Her biri bir yakıt tankeri büyüklüğünde 190’dan fazla balistik füze ateşlendi. Öyle ki İsrail’in Arrow önleme sistemi olmasaydı binlerce kişinin ölümüne neden olabilirdi.
Sullivan bir kez daha İsrail’in misillemesini durdurmaya çalıştı fakat bu kez başarısız oldu. 25 Ekim’de İsrail, İran’ın zayıflığının boyutlarını açıkça ortaya seren hava saldırılarını başlattı. İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) uçakları, Tahran’a yalnızca 19 mil [30 kilometre] uzaklıktaki çok gizli Parchin üssündeki önemli bir füze üretim tesisinin de aralarında olduğu kritik İran hedeflerine saldırdı. Bu, stratejik üstünlük görüntüsünün ardında İran mitinin bir yanılsamadan ibaret olduğunu gözler önüne sermekteydi. Ülkenin elinde kalan tek şey artık Devrim Muhafızlarıydı.
Geldiğimiz noktada, İran’ın kalan gücünü test etmek, Suriye’deki rejim karşıtı gruplardan Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’ye düştü. Colani hedef olarak, tarihsel olarak Suriye’nin en önemli kentlerinden biri olan ve nüfus bakımından başkent Şam’ın ardından ikinci sırada yer alan Halep’i seçti.
Colani’nin hafif kamyonlar ve ciplerden müteşekkil savaşçıları iyi eğitimli birkaç yüz asker tarafından durdurulabilirdi aslında. Fakat ne Hizbullah ne de İran Devrim Muhafızları karşılık verebildi. Hizbullah’ın artık sınırı aşıp Suriye’deki isyancılarla savaşabilecek büyük birlikleri yok. Devrim Muhafızları ise Esad’a destek için askerlerini sivil uçaklarla Şam Havalimanına taşımaya çalışıyordu. Ne var ki İsrail, İran birliklerinin sınırına bu kadar yaklaşmasına izin vermeyeceğinin işaretlerini açıkça verdi; İran’ın artık inandırıcı bir karşı tehdidi kalmamıştı.
Aslında İran, hemen hemen tüm hızlı müdahale seçeneklerinden yoksundu: Esad’ın çökmekte olan güçlerinin elinde “güvenli” addedilebilecek bir havaalanı yoktu. İran, Irak üzerinden karayoluyla Suriye’ye asker sokma riskini de göze alamazdı. On binlerce silahlı adamıyla kendi Şii milisleri bile Kürt kontrolündeki kuzeydoğu Suriye’den güvenli şekilde geçişlerini sağlayamazdı.
Şimdi İran halkı, on yıllardır yoksulluk içinde yaşamalarının asıl sebebinin Devrim Muhafızları ve onların milisleri için yapılan devasa harcamalar olduğunu fark ediyor. Peki, tüm bunlar ne için? Tüm bu ihtişamlı karargâhlar ve pahalı balistik füzeler, savunmasız Araplar dışında kimseye karşı kullanılmıyor; İsrail ise zaten Arrow ile bu türden tehditleri bertaraf ediyor. Hizbullah’a gelince, bırakın İran’ın bölgedeki diğer müttefiklerini, kendilerini bile savunamayacakları artık son derece açık. Belki de bu kez, halk, İran’ın kentlerinde, rejime karşı sokaklara dökülecek ve nihayet diktatörlüğü sarsacak.
Şayet bu gerçekleşirse, İran’ın uzun zamandır unutulmuş, modern silahlardan mahrum bırakılmış ve Devrim Muhafızları’nın arkasında ikinci planda kalmış düzenli silahlı kuvvetleri de harekete geçebilir. Kaldı ki rejimin kaderini dahi belirleyebilir, elbette 350,000 askerin kayda değer bir kısmının harekete geçmesi durumunda. İranlı subay ve askerlerin Devrim Muhafızları’na kıyasla diktatörlüğü desteklemeye daha az meyilli olup olmadıklarını kimse bilemez, ancak İran’da kısa bir süre önce sertlik yanlısı adayın kesin yenilgiye uğradığı bir seçim yapıldığı hatırlanmalı. Üstelik İran’ın karacılarının, denizcilerinin ve havacılarının kendilerini modern uçaklardan, kara silahlarından ya da savaş gemilerinden yoksun bırakan rejimi fanatikçe desteklediklerine dair de pek bir veri yok elde.
Uzun zamandır içerideki yoğun baskıyı dışarıda saldırganlıkla harmanlayan İran diktatörlüğünün yıkılması Orta Doğu’nun sorunlarını bir gecede çözmeyecektir. Fakat pek çok İranlıyı özgürleştireceği ve İran’ın Irak’tan Yemen’e katil Şii milislere verdiği desteği nihayet sona erdireceği kesin. Kısacası Suriye, belki de sadece bir başlangıçtır.
¹ Edward Luttwak, Coup D’Etat: A Practical Handbook, (Londra: The Penguin Press, 1969). (ç.n.)
DÜNYA BASINI
Suriye’de Esad’ın devrilmesi Çin’i nasıl etkileyecek?
Yayınlanma
1 hafta önce12/12/2024
Yazar
Harici.com.trSuriye’de Beşar Esad yönetiminin düşüşü Çin’in Orta Doğu politikasını nasıl etkileyecek? Al Jazeera’da Sarah Shamim imzasıyla yayınlanan analizi sizler için çevirdik.
***
11 Aralık 2024
Aljazeera, Sarah Shamim
Çin, BMGK vetoları, yatırımlar ve yardımlar yoluyla Esad’ın yanında sessizce yer aldı ancak İran ya da Rusya gibi savaşa doğrudan müdahil olmadı.
Çin geçen yıl eylül ayında 19. Asya Oyunları’na ev sahipliği yaparken Devlet Başkanı Xi Jinping, Suriye lideri Beşar Esad’ı doğudaki Hangzhou kentinde göl kenarındaki pitoresk bir konukevinde ağırladı.
Xi ve Esad görüşmeden çıktıklarında Çin ve Suriye arasında “stratejik ortaklık” adı verilen bir anlaşma imzalanmıştı.
Bir yıldan biraz fazla bir süre sonra, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) liderliğindeki muhalif isyancı grupların pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirerek Rusya’ya kaçan Esad’ı devirmesinin ardından bu ortaklık paramparça oldu.
O zamandan bu yana Çin, Suriye’deki hızlı değişimlere verdiği tepkide temkinli davrandı. Pazartesi günü Çin Dışişleri Bakanlığı, Suriye’de istikrarın yeniden tesis edilmesi için bir an önce “siyasi bir çözüm” bulunması gerektiğini söyledi.
Ancak analistler, bu ihtiyatlılığın Çin’in Suriye ile ilişkilerine daha geniş bir çerçevede nasıl yaklaştığını da gösterdiğini, Esad’ın aniden devrilmesinin dünyanın ikinci büyük ekonomisini tam da Orta Doğu’daki ayak izini giderek genişletmeye çalıştığı bir dönemde etkilediğini söylüyor.
Peki Çin’in Suriye ile ilişkisi neydi ve Şam’daki yeni liderlikle nasıl değişecek?
Çin’in Esad ile ilişkisi nasıldı?
Çin, Esad rejiminin çöküşünden bu yana Suriye’nin gelecekteki yönü konusunda taraf tutma konusunda resmi olarak çekingen davranıyor.
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning pazartesi günü düzenlediği olağan basın toplantısında “Suriye’nin geleceğine ve kaderine Suriye halkı karar vermeli ve ilgili tüm tarafların en kısa sürede istikrar ve düzeni yeniden tesis edecek siyasi bir çözüm bulmasını umuyoruz” dedi.
Ancak Çin, İran ve Rusya’nın aksine Suriye savaşına doğrudan askeri müdahalede bulunmamış olsa da Esad’ın görevde olduğu dönemde Şam ve Pekin arasındaki ilişkiler oldukça samimiydi.
Ve giderek daha da ısınıyordu.
Suriye liderinin Hangzhou ziyareti, neredeyse yirmi yıl sonra ülkeye yaptığı ilk resmi ziyaretti. Bu ziyaret sırasında Çin, Suriye liderinin dünyanın pek çok ülkesi tarafından dışlandığı bir dönemde, on yılı aşkın bir süredir devam eden savaşın ardından Suriye’nin yeniden inşası için Esad’a yardım sözü verdi.
Çin devlet medyasına göre Xi, Esad’a “İstikrarsızlık ve belirsizliklerle dolu uluslararası bir durumla karşı karşıya olan Çin, Suriye ile birlikte çalışmaya, birbirini sıkı bir şekilde desteklemeye, dostane işbirliğini teşvik etmeye ve uluslararası adalet ve hakkaniyeti ortaklaşa savunmaya devam etmeye isteklidir” dedi.
Xi, iki ülke arasındaki ilişkilerin “uluslararası değişimlerin testine dayandığını” da sözlerine ekledi.
Esad’a diplomatik kalkan
Çin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) veto yetkisini kullanarak Esad’ı eleştiren karar tasarılarını 10 kez bloke etti. Bu sayı, BMGK’da Suriye savaşıyla ilgili önerilen 30 karar tasarısından sadece biri.
Örneğin Temmuz 2020’de Rusya ve Çin, Türkiye’den Suriye’ye yardım sevkiyatının genişletilmesini öngören bir karar tasarısını veto etti. Bu ülkeler veto gerekçelerini Suriye’nin egemenliğini ihlal ettiği ve yardımların Suriye makamları tarafından dağıtılması gerektiği şeklinde açıkladı. Geri kalan 13 üye kararın geçmesi yönünde oy kullandı.
Çin’in BM Büyükelçisi Zhang Jun, Suriye’ye yönelik tek taraflı yaptırımları ülkedeki insani durumu daha da kötüleştirmekle suçladı. Söz konusu yaptırımlar Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği tarafından uygulanıyor.
Eylül 2019’da Rusya ve Çin, Suriye’de isyancıların güçlü olduğu İdlib’de ateşkes çağrısında bulunan bir karar tasarısını veto etti.
Al Jazeera’nin Diplomasi Editörü James Bays o zaman şöyle demişti: “Bence Çinliler birkaç kez yaptıkları gibi dayanışma için Ruslarla birlikte hareket ettiler ama bu karara asıl itiraz eden Rusya’ydı.”
Esad’ın Suriye’sinde Çin parası
Ancak Çin, Suriye’de Rusya’nın yardımcısı olmaktan çok daha fazlasını yaptı. Son on yılda Çin, Esad hükümetine verdiği desteğin bir göstergesi olarak Suriye’ye yaptığı mali yardımı artırdı.
Aralık 2016’da Suriye hükümeti Halep şehrini geri alarak isyancılara karşı bir zafer kazandı. Kıbrıs merkezli bağımsız risk ve kalkınma danışmanlık şirketi Operasyonel Analiz ve Araştırma Merkezi’ne (COAR) göre bu durum Çin’in yardım stratejisinde bir dönüm noktası oldu.
COAR raporlarına göre Çin’in Suriye’ye yaptığı yardım 2016’da yaklaşık 500.000 dolardan 2017’de 54 milyon dolara çıkarak 100 kat arttı. Ekim 2018’de Çin, Suriye’nin en büyük limanı olan Lazkiye’ye 800 elektrik jeneratörü bağışladı.
Pekin ayrıca Suriye petrol ve doğalgazına toplamda yaklaşık 3 milyar doları bulan büyük ve uzun vadeli yatırımlar yaptı.
2008 yılında Çin’in petrokimya şirketi Sinopec International Petroleum Exploration and Production Corporation, Kanada’nın Calgary merkezli Tanganyika Oil şirketini yaklaşık 2 milyar dolar değerinde bir anlaşmayla satın aldı. Tanganyika’nın Suriye ile bir üretim paylaşım anlaşması vardı ve Suriye’deki iki sahada işletme hisseleri bulunuyordu.
2009 yılında Çin’in devlete ait çok uluslu şirketi Sinochem, Suriye’de faaliyet gösteren İngiliz petrol ve gaz arama şirketi Emerald Energy’yi 878 milyon dolara satın aldı.
Ve 2010 yılında Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) Shell’in Suriye biriminin yüzde 35 hissesini almak için Shell ile bir anlaşma imzaladı.
Berlin merkezli The Syria Report’a göre, bu yılın başlarında Suriye Elektrik Bakanı Ghassan Al-Zamel, Suriye’nin batı şehri Humus yakınlarında büyük bir fotovoltaik tesis inşa etmek üzere Çinli bir şirketle 38,2 milyon avroluk (yaklaşık 40 milyon dolar) bir sözleşme imzalandığını doğruladı.
Suriye de 2022 yılında Xi’nin Asya’yı Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’ya bağlayan karayolları, limanlar ve demiryollarından oluşan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne (BRI) katıldı.
KYG’ye katılmasından bu yana Suriye’deki yatırımlar yavaş ilerledi ve ABD’nin ikincil yaptırım tehdidiyle karşı karşıya kalan Çin, son yıllarda Suriye’deki bazı projelerinden çekildi.
Yine de Ekonomik Karmaşıklık Gözlemevi’ne göre Çin, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ardından Suriye’nin en büyük üçüncü ithalat kaynağı. 2022 yılında Çin’in Suriye’ye ihracatı kumaş, demir ve lastik tekerlekler başta olmak üzere 424 milyon dolar olarak gerçekleşti. Suriye’nin Çin’e ihracatı ise sabun, zeytinyağı ve diğer bitkisel ürünlerle kıyaslandığında yok denecek kadar az.
Suriye’deki durum Çin’i nasıl etkileyecek?
Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’un Asya Pasifik Programı kıdemli araştırma görevlisi William Matthews Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, “Esad’ın düşüşü Çin için diplomatik bir ortağın kaybı anlamına geliyor” dedi.
Matthews, “Çin’in bölgedeki genel yaklaşımı pragmatik bir angajman olmuştur” diye ekledi.
Matthews, HTŞ’nin “Çin ile yakın bir ortak olarak çalışmak istemeyeceğini, ancak Çin’in büyük olasılıkla işbirliği fırsatları da dahil olmak üzere yeni hükümetle ilişkilerini sürdürmeye çalışacağını” söyledi.
Matthews, Çin’in Afganistan’da Taliban ile olan angajmanının potansiyel bir karşılaştırma sağlayabileceğini ancak bunu kesin olarak söylemek için henüz çok erken olduğunu belirtti.
Bu yıl 30 Ocak’ta Xi’nin hükümeti, grubun 2021’de iktidarı ele geçirmesinden bu yana bir Taliban diplomatını resmen tanıyan ilk hükümet oldu. Hiçbir ülke Taliban liderliğindeki hükümeti resmen tanımazken, Pekin eski bir Taliban sözcüsü olan Bilal Karimi’yi Çin’in resmi elçisi olarak tanıdı. 2023 yılında birçok Çinli şirket Taliban hükümetiyle iş anlaşmaları imzaladı.
Uluslararası ve bağımsız bir Çin stratejisti olan Andrew Leung, “Çin’in Taliban’la iyi ilişkiler içinde olmaya devam etmesi” gerçeğinin, “HTŞ’nin Çin için kritik bir sorun teşkil etme ihtimalinin düşük olduğunu” gösterdiğini söyledi. Hong Kong’da birçok üst düzey hükümet görevinde bulunmuş olan Leung sözlerine şunları da ekledi: “Gerçekten de Çin’in altyapı inşa etme kapasitesi savaşın yıkıma uğrattığı Orta Doğu’da rağbet görecektir.”
Ancak Çin’in bu yatırım talebine nasıl karşılık vereceği belirsiz.
Matthews, “Çin’in son yıllarda denizaşırı yatırımlar konusunda daha temkinli bir yaklaşım benimsediği göz önüne alındığında, Çin’in Suriye’de yeni yatırımlar yapması mümkün olsa da, bunlar muhtemelen istikrarsızlık riski ve daha uzun vadeli etki için potansiyel fırsatlara karşı kalibre edilecektir” dedi.
Esad’ın düşüşünün Çin için bir zorluk teşkil ettiğini çünkü “Çin’in Orta Doğu bölgesinde ekonomik ve kalkınma ortağı olarak ve giderek artan bir şekilde teknoloji ve savunma gibi alanlarda artan çıkarları olduğunu” sözlerine ekledi.
Mart 2023’te Çin, Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik bir yumuşamaya aracılık etti. Yıllardır süregelen gerginliğin ve 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin resmen kesilmesinin ardından bu anlaşma sürpriz oldu.
Bu yılın temmuz ayında Pekin, rakip Filistinli gruplar Hamas ve El Fetih’in yanı sıra 12 küçük Filistinli grubu ağırladı. Üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından gruplar, İsrail’in Gazze’deki savaşı sona erdikten sonra Filistinlilerin Gazze üzerindeki kontrolünü sürdürmeyi amaçlayan bir “ulusal birlik” anlaşması imzaladı.
Matthews’a göre, “Çin için en önemli gerileme, Esad’ın devrilmesinin, çatışmanın komşu ülkelere yayılması da dahil olmak üzere bölgesel istikrar açısından yarattığı risktir”.
AB liderleri, küresel ve bölgesel zorlukları ele almak üzere Brüksel’de toplandı
AfD’nin seçim programına kısa bir bakış
Çin ve Pakistan terörle mücadele tatbikatlarını tamamladı
AB ve Ukrayna, Biden’ı 2022’de Kiev’in ‘zaferine’ engel olmakla suçluyor
Trump’ın “51. eyalet” şakası Kanada’yı karıştırdı
Çok Okunanlar
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Eski Beyaz Saray yetkilisi Doran: Suriye’de İsrail ve Türkiye’nin çıkarları örtüşüyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ortadoğu ve “mukaddes adalet” fikri – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye’de kim kazandı?
-
RUSYA2 hafta önce
Rusya’nın Suriye’deki üslerinin akıbeti ne olacak?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Ortadoğu ve “mukaddes adalet” fikri – 2
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Esad rejimi neden sadece 12 günde çöktü?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Suriye hezimeti ve Rusya: Birkaç soru ve yanıt
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Şii Hilali, “Yeni Ay” Olma Yolunda