Bizi Takip Edin

AVRUPA

Hollanda’da yeşil dönüşüme karşı çiftçi isyanının anlamı

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, 6 Nisan 2023 tarihinde New Left Review’da yayınlanmıştır. Hollanda’daki seçimlerde büyük bir başarı elde eden Çiftçi-Yurttaş Hareketinin (BBB) yükselişinin maddi gerekçelerini inceleyen yazar, ‘yeşil dönüşüm’ adı altında süregiden mülksüzleştirme pratiklerinin Brüksel, Hollanda yargısı, Hollandalı siyasetçiler ve sermaye grupları arasındaki ittifaka yaslandığını açıkça ortaya koyuyor. Buna yönelik direniş, bazı etkili tarım-hayvancılık lobilerinin liderliğinde başlasa da tarım ve hayvancılık sektöründen ‘ekmek yiyenlerin’ çok ötesine geçmiş görünüyor. Liberal soldaki genel eğilim, Avrupa’daki bu tip hareketleri ‘popülist’, hatta ‘yeni sağ’ torbasına doldurmaktır; yazı, çiftçi isyanının elbette ‘popülist’ temalara sahip olduğunu ama açıkça emekçi veya emekçileşme eğilimi içindeki sınıflarda esas temsiliyetini bulduğunu gösteriyor. Makalenin sonundaki ‘demokratik yeşil dönüşüm’ iddiası ise, mülsüzleştirmeye yönelik bir direnişe veya mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmeye yönelik bir siyasete çağrı yapmadığı için, naif olmaktan öteye gidemiyor. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Çiftçilerin İsyanı

Ewald Engelen
New Left Review
6 Nisan 2023

Hollanda’nın geveze sınıfları arasında 16 Mart’ta yaşanan şok barizdi. Küçük bir iletişim firması tarafından 2019 yılında kurulan, güçlü Hollanda tarımsal gıda kompleksi tarafından finanse edilen ve eski bir et endüstrisi gazetecisi tarafından yönetilen sağ-popülist Çiftçi-Yurttaş Hareketi (BBB), ülkedeki eyalet seçimlerinde oy oranını büyük ölçüde arttırmıştı. Şu anda on iki vilayetin tamamında en büyük parti konumunda ve önümüzdeki ay yapılacak Senato seçimlerinde de aynı statüyü elde etmesi bekleniyor. Bu durum BBB’ye hem ulusal hem de yerel düzeyde veto yetkisi vererek zaten tereddütlü olan yeşil dönüşüm sürecini durma noktasına getirebilir. Bu ihtimal karşısında öfkeli bir yorumcu kitlesi, çiftçileri çevresel ilerlemenin düşmanları olarak suçlamaya başladı ve onların direnişini kırmak için yaşlılara, ‘eğitimsizlere’ ve kırsal seçim bölgelerinde yaşayanlara oy kısıtlamaları getirilmesinin gerekli olabileceği yönünde spekülasyonlar yaptı.

Çiftçilerin isyanının nedeni, Hollanda Yüksek Mahkemesinin 2019 yılında aldığı, hükümetin 163 doğal alanı, yakındaki tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan emisyonlara karşı korumaya yönelik AB yükümlülüklerini ihlal ettiği kararıydı. Bu durum, Mark Rutte liderliğindeki merkez sağ koalisyon hükümetinin otoyollarda ülke çapında 100 km/s hız sınırı getirmesine ve Hollanda konut piyasasındaki arz sıkıntısını hafifletmeyi amaçlayan çok sayıda inşaat projesini iptal etmesine yol açtı. Fakat kısa süre sonra bu tür önlemlerin yetersiz olduğu anlaşıldı, çünkü ulaşım ve inşaat sektörleri ulusal azot emisyonlarına çok az katkıda bulunuyordu. Buna karşılık tarım %46’lık bir orana sahipti. Bu nedenle yapısal bir çözüm, besi hayvanı varlığının önemli ölçüde azaltılmasını gerektirecekti. Marjinal ‘Hayvanlar için Parti’ tarafından uzun süredir öne sürülen, 500 ila 600 büyük emitörün kamulaştırılması yoluyla toplam Hollanda hayvancılığının yarısının azaltılmasına yönelik öneri aniden masaya yatırıldı. Düşünülemez olan düşünülebilir hale gelmişti.

Tarımsal faaliyetlerde çalışan Hollandalı işçilerin sayısı son yüzyılda hızla azalmış, Büyük Savaş sırasında yaklaşık %40 iken bugün sadece %2’ye düşmüştür. Yine de aynı dönemde Hollanda, ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci gıda ihracatçısı haline gelmiştir. Et ve süt endüstrisi küresel tedarik zincirlerinde önemli bir rol oynamakta ve bu da ekolojik ayak izini sürdürülemez derecede büyük kılmaktadır. Dolayısıyla Hollanda siyasi sınıfı arasında –Yüksek Mahkeme kararıyla hızlanan– iklim hedeflerine ulaşmanın ulusal ekonomiyi yeniden yönlendirmek anlamına geldiğinin kademeli olarak farkına varıldı. Bu projeye yönelik heves düzeyi iktidar partileri arasında farklılık gösterdi. Kırsal odaklı Hıristiyan Demokratlar için bu yenilir yutulur değildi; Demokratlar 66’nın eko-modernist, meritokratik sosyal liberalleri için bu altın bir fırsattı; Rutte’nin Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD) için ise bu sadece pragmatik bir seçenekti. Bir milletvekilinin dediği gibi, “Hollanda hem dünyayı besleyen hem de altına sıçan bir ülke olamaz.”

Öneriler, çiftçilerin traktörleriyle yolları kapatması, meydanları ve diğer kamusal alanları işgal etmesi, hükümet binalarına girmesi ve politikacıların evlerine gitmesi gibi beklenmedik bir köylü protesto dalgasını ve BBB’nin oluşumunu tetikledi. Kapanmalar sırasında yaşanan kısa bir duraklamanın ardından bu hareket yeni bir yoğunluğa ulaştı. 2022 baharından bu yana, Hollanda’nın unutulmuş bölgelerine giden yollar ve otoyollar boyunca çiftçiler, hoşnutsuzluklarının bir sembolü olan binlerce tersine çevrilmiş ulusal bayrak astı.

Seçmenlerin neredeyse beşte biri, yaklaşık 1,4 milyon kişi, bu ay BBB’ye oy vermek için sandık başına gitti; bu sayı, BBB’nin ana seçmen kitlesini oluşturan 180.000 çiftçiden çok daha fazla. Bu durum, basit bir bana dokunmayıncılıktan [nimbyism] daha fazlasının söz konusu olduğunu göstermektedir. Emekliler, mesleki eğitim görenler ve güvencesiz istihdam edilenler partinin destekçileri arasında fazlasıyla temsil edilmektedir ve partinin en büyük seçim kazanımları, düşen kamu yatırımlarından ağır darbe alan, kentsel olmayan çevre bölgelerde olmuştur. Bu tür gruplar, kendilerini mağdur olarak tanıtan ama aslında ülkedeki en ayrıcalıklı kesimler arasında yer alan bir çiftçi sınıfı etrafında toplanmış durumda: her beş kişiden biri milyoner. Bu heterojen bloğun, uzun zamandır yönetici tabakasının kibri ve beceriksizliği ile lekelenen ana akım Hollanda siyasetine karşı duyulan derin hayal kırıklığının bir sonucu olarak bir araya gelebildiği açıktır.

Bir dizi tarihsel faktör çiftçi hareketinin zeminini hazırlamaya yardımcı olmuştur. İlk olarak, Hollanda 1980’lerin başından bu yana son derece hızlı bir neoliberal dönüşüm geçirdi ve bunun sonucunda kamu hizmetleri haraç mezat satıldı, çocuk bakımı, sağlık hizmetleri ve yüksek öğrenim piyasalaştırıldı, sosyal konutlarda ciddi bir düşüş yaşandı, küreselleşmiş bankalar ve emeklilik fonları ortaya çıktı ve çalışanların üçte birinin güvencesiz sözleşmelerle çalıştığı AB’deki en esnek işgücü piyasalarından biri oluştu. Ardından, 2008 mali krizi kişi başına düşen en pahalı banka kurtarmalarından birine yol açtı, bunu da zenginliğin yoksullardan zenginlere yeniden dağıtılmasına hizmet eden altı yıllık kemer sıkma politikaları izledi. 2020-2022 yılları arasında uygulanan dört kapanma da aynı etkiyi yarattı: işçiler işlerini kaybetti, gelirleri düştü ve daha fazla sayıda insan öldü. Ukrayna’daki savaşın tetiklediği yükselen tüketici fiyatları, daha sonra birçok Hollandalı haneyi yakıt yoksulluğuna itti.

Tüm bunlar, çocuk bakımı, ilköğretim, konut, vergi dairesi, ulaşım ve doğalgaz çıkarma gibi bir dizi devlet dairesindeki süreklileşmiş bürokratik başarısızlıklarla birlikte yaşandı. Aynı zamanda, orta sınıf çevrecilere ısı pompaları, güneş panelleri ve Tesla’ların masraflarını karşılamak için regresif sübvansiyonlar dağıtıldı. Buna bir de kamusal tartışmalara hakim olan sözde uzmanlardan alt sınıflara yönelik sürekli gelen ağır hakaretleri eklediğinizde, ortaya kolay tutuşabilir bir kızgınlık karışımı çıkıyor. Durum nihayet 2019’da mahkeme kararıyla alevlendi ve bu noktada gizli bölgesel-kültürel kimlikler çiftçilerin karşıt anlatısı için ham sembolik malzeme sağladı: kente karşı kırsal, elitlere karşı kitleler, veganlara karşı et yiyenler. Bazı bilgili siyasi girişimcilerin de yardımıyla, bu mesaj tarım arazilerinin çok ötesinde yankı bulmaya başladı.

Fransız romancı Michel Houellebecq bir keresinde Hollanda’nın bir ülke değil, limited şirket olduğunu yazmıştı. Bu, Rutte’nin VVD’sinin görüşünü mükemmel bir şekilde yansıtıyor. İktidara geldiği 2010 yılından bu yana Hollanda’yı Ren nehri üzerinde yeni bir Singapur olarak yeniden tasarlayan VVD, hem mali hem de insani anlamda mümkün olduğunca çok yabancı sermaye çekmeye yönelik bir tür merkantilist neoliberalizm tesis etti. Hollanda, doğrudan yabancı yatırımları cezbetme çabasıyla dünyanın en büyük vergi cennetlerinden biri haline geldi. Sosyal güvenlik rejimi, yüksek eğitimli gurbetçilere hizmet etmek üzere yeniden tasarlanarak Amsterdam’ı, bir dükkana ya da restorana gitmek için İngilizce konuşulması gereken bir Anglofon karakoluna dönüştürürken, mülteciler ve sığınmacılar Hollanda’nın taşrasındaki en yoksul köylerden bazılarının yakınına hapsedildi. Kamu yatırımları ağırlıklı olarak Batı’daki metropollere akarken, Almanya sınırı boyunca uzanan çeper bölgeleri büyük ölçüde geri bıraktı.

Eşitsiz gelişim dinamikleri, kentin ve ‘yaratıcı sınıfın’ erdemlerini yücelten bir anlatı ile meşrulaştırıldı. Richard Florida ve Edward Glazer gibi coğrafyacılar, ideoloji sonrası politikacıların kaybedenleri desteklemeyi bırakıp, ulusal ekonomik başarının anahtarı olduğu düşünülen kent merkezlerine büyük miktarlarda kamu fonu yönlendirerek kazananları seçmeye başlamaları gerektiği fikrini popüler hale getirdiler. Ve böyle devam etti: hastaneler, okullar, itfaiye istasyonları ve otobüs hatları çevreden yavaş yavaş kaybolurken, merkez ışıltılı metro hatlarıyla donatıldı. Bu bölgeler arasında yaşam beklentisi açısından büyük farklar ortaya çıktı ve insanların politikacılara olan güveninde büyük bir ayrışma yaşandı.

Tüm bunları yöneten Başbakan Rutte, Hollanda Krallığının kurulduğu 1815 yılından bu yana en uzun süre görevde kalan devlet başkanı olmaya hazırlanıyor. Siyaset oyununu oynamakta ustadır, fakat kriz zamanlarını atlatmak için gerekli ideolojik vizyondan yoksundur (Rutte, vizyon isteyen seçmenlerin bir optometriste gitmesi gerektiğini söylemiştir). Demografi, denk bütçe, avro, Covid-19, savaş, iklim değişikliği: bunlar, Rutte ve benzerlerinin, uzmanlar tarafından desteklenerek Hollandalı seçmenleri disiplin altına almak için kullandıkları bilinmezliklerdir. Azot emisyonları bu daha geniş modelin bir parçasını oluşturmaktadır. Hayvan sayısını yarıya indirme planı uzun bir demokratik tartışma sürecinin ardından hazırlanmadı; bu, hesap vermeyen bir yargının arkasına saklanan politikacılar tarafından verilen ani bir karardı. Fakat bu kez hükümet, yarattığı tepki karşısında hazırlıksız yakalanmıştır.  

Bu nedenle Alman şair Heinrich Heine’nin “Hollanda’da her şey elli yıl geriden gelir,” gözlemini gözden geçirmek gerekebilir. Burada teknokrasiye karşı isyan erken gelmiş gibi görünüyor. Hollanda’daki konjonktür muhtemelen Küresel Kuzey’deki diğer zengin ülkelerin kaderinin habercisidir: yeşil kimliklerini kanıtlamaya çalışan merkezci hükümetler, büyük yeniden bölüşüm sonuçları olan ağır politika reformları yapmaya başlarlar.

Andreas Malm’ın küresel kapitalizmin ‘enerjik rejimi’ olarak adlandırdığı şey şimdiye kadar politik ilgimizin çoğunu aldı; fakat ‘ısıl [caloric] rejiminin’ çevresel etkileri göz ardı edilemez hale geldikçe, hayvancılık hükümetlerin ve iklim aktivistlerinin hedef tahtasına girecektir. Eurostat’ın son verileri, hayvan yoğunluğunun özellikle Danimarka, Flandre, Piemonte, Galiçya, Brittany, Güney İrlanda ve Katalonya’da yüksek olduğunu göstermektedir. Çok yakında bu bölgeler de şu anda Hollanda’da tartışılmakta olanlara benzer önlemler almak zorunda kalacaktır. Ve eğer Hollanda örneğinden yola çıkılacak olursa, teknokrasi pek de işe yaramayacaktır. Vatandaşlarına özelleştirme, esnekleştirme, kemer sıkma, yatırımsızlaştırma ve gerici çevre sübvansiyonları dayatan bir devlet, iklim politikaları söz konusu olduğunda güvenilmeyi bekleyemez. Bunun yerine, demokratik anlaşmazlıklardan ve bunun gerektirdiği zor işlerden kaçınmayan anlamlı bir katılım süreci yoluyla yeşil bir geçiş için kademeli olarak destek oluştururken, bu yıkıcı politikaların etkilerini düzeltmesi gerekecektir.

AVRUPA

AB otomotiv sektörü emisyon kurallarını ertelemesi için Brüksel’e baskı yapıyor

Yayınlanma

Avrupalı otomobil üreticileri, yeni AB karbon emisyon standartlarının önümüzdeki yıl yürürlüğe girmesiyle birlikte “milyarlarca avroluk” para cezaları ya da önemli üretim kesintileriyle karşı karşıya kalacaklarını belirterek Brüksel’e kuralları yumuşatması yönünde baskı yaptı. 

Financial Times’ın (FT) aktardığına göre Avrupa otomobil endüstrisi kuruluşu Acea perşembe günü yaptığı açıklamada, 2025 yılında uygulanacak emisyon kurallarının ve 2035 yılında yeni içten yanmalı motorlu araçların yasaklanmasının “acilen gözden geçirilmesi” çağrısında bulundu.

Renault, Nissan ve Toyota’nın genel müdürlerinin de yer aldığı Acea yönetim kurulu, otomobil üreticilerinin “ya milyarlarca avroluk para cezaları . . ya da gereksiz üretim kesintileri, iş kayıpları ve zayıflamış bir Avrupa tedarik ve değer zinciri” ile karşı karşıya olduklarını söyledi. 

Meloni’nin uyarıları Kıtada yankılanıyor

Uyarı, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin AB’nin 2035’ten itibaren yeni içten yanmalı motorları yasaklamasını “kendi kendini yok eden” bir politika olarak nitelendirerek “binlerce işin yok olmasına ya da zenginlik ve istihdam üreten tüm sanayi segmentlerinin parçalanmasına” yol açabileceği uyarısında bulunmasından bir gün sonra geldi.

Otomobil üreticileri daha temiz araçlara geçişi geciktirmek istemediklerini, fakat elektrikli araç satışlarında önemli bir yavaşlamanın üretimleri üzerinde büyük etkileri olacağını söylediler. 

Özellikle Almanya ve Doğu Avrupa’daki otomobil üreticileri, AB’nin içten yanmalı motor yasakları söz konusu olduğunda kuralların ertelenmesi konusunda baskı yapanlar arasında yer alıyorlar.

Avrupalı üreticilerin elektrikli araç pazarındaki payı geriliyor

Perşembe günü yayınlanan Acea rakamlarına göre, AB’de elektrikli araçların yeni kayıtları ağustos ayında bir önceki yıla göre yüzde 44 düşerken, toplam pazar payları da yüzde 21’den yüzde 14’e geriledi.

Renault tarafından hazırlanan ve FT tarafından görülen bir rapor, elektrikli araçların mevcut pazar payının 2025 yılında da aynı kalması halinde, otomobil ve kamyonet üreticilerinin yeni kurallar nedeniyle 13 milyar avroya varan cezalarla karşı karşıya kalabileceğini öne sürdü.

Rapora göre, AB otomobil üreticilerinin düzenlemelere uymak için yaklaşık yüzde 20 ila 22’lik bir pazar payına sahip olmaları gerekiyor.

Fakat bu pay yüzde 15’in altında durgunlaştı, bu da benzinli araçların üretimini ve satışını önemli ölçüde azaltmaları veya büyük para cezalarıyla karşı karşıya kalmaları gerektiği anlamına geliyor.

Renault CEO’su emisyon kurallarında esneklik istedi

Acea’nın genel müdürü Sigrid de Vries FT’ye verdiği demeçte, “Ortada bir sorun olduğunun ve bunun bir an önce ele alınması gerektiğinin farkına varıldığına dair bir ivmenin oluştuğunu görüyorsunuz. Gerçeklerin şimdi çok sert bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz ve 2025 yılında bunun ciddi sonuçları olabilir,” dedi.

De Vries, AB kurallarıyla ilgili en önemli sorunlardan birinin, araç emisyonları için eşikler belirlemeleri fakat bunun yerine müşterilerin elektrikli araç satın almaları için teşvik sağlamamaları olduğunu söyledi ve “AB yaklaşımının yapısında yapısal bir hata var. Yetkiler bir pazar oluşturmaz,” dedi.

Yönetici, elektrikli araçlar için park ücretlerini düşüren ve elektrikli araç sürücülerinin otobüs şeritlerini kullanmasına izin veren Norveç örneğine işaret ederek, “Teşvik çok önemlidir ve bu mali ve mali olmayan yollarla olabilir,” dedi.

Renault’nun CEO’su ve Acea’nın başkanı Luca de Meo, Avrupa otomobil endüstrisi sadece elektrikli araç satışlarındaki yavaşlayan büyümeyle değil aynı zamanda otomobil talebindeki genel düşüşle de boğuşurken CO₂ düzenlemelerinde daha fazla esneklik çağrısında bulundu.

Avrupa’da araç üretiminde büyük düşüş

Ağustos ayında, Jeep, Peugeot ve Fiat markalarının arkasındaki Stellantis, yeni araç kayıtlarında bir önceki yıla göre yüzde 30’luk bir düşüş yaşarken, Volkswagen ve Renault için bu düşüşler sırasıyla yüzde 15 ve yüzde 14 oldu.

Mevzuat, tüm Avrupa otomobilleri için kilometre başına 93.6 g Co2’den fazla olmayan bir genel emisyon eşiği belirliyor. Avrupa Çevre Ajansına göre bu değer, 2022 yılında km başına 108.1 g Co2 ortalama emisyonu ile karşılaştırılıyor.

Üreticiler, filo genelindeki standardı karşılamak için Avrupa’daki otomobil üretimlerinde geçerli olan tekil hedeflere sahip.

Avrupa Komisyonu, Acea’nın mektubunu aldığını ve zamanı geldiğinde yanıt vereceğini söyledi. İçten yanmalı motor yasağının 2026 yılında gözden geçirilmesi bekleniyor.

Bu yılın sonunda göreve gelecek olan bir sonraki komisyon için hazırladığı siyasi kılavuzda von der Leyen, “yatırımcılar ve üreticiler için öngörülebilirlik yarattığını” söyleyerek yasağı destekledi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Alman devleti Volkswagen’i desteklemenin yollarını arıyor

Yayınlanma

Ekonomi Bakanı Robert Habeck perşembe günü yaptığı açıklamada, Alman hükümetinin otomobil üreticisi Volkswagen’i (VW) destekleme yollarını değerlendirdiğini söyledi.

Habeck Aşağı Saksonya eyaletindeki Papenburg kentinde gazetecilere yaptığı açıklamada, “VW Almanya için merkezi bir öneme sahip,” dedi.

Bakanın cuma günü (20 Eylül) yine Aşağı Saksonya’da bulunan Emden’deki bir VW fabrikasını ziyaret etmesi planlanıyor.

DW’deki habere göre hükümet kaynakları, Ekonomi Bakanlığının zayıf elektrikli araç satışlarının nasıl ele alınacağını değerlendirdiğini söyledi. Elektrikli araç satışları, hükümetin sübvansiyonu durdurmasının ardından çöktü.

Pazartesi otomotiv sektörü toplantı yapacak

Bakanlık, otomobil derneği VDA, IG Metall sendikası, otomobil üreticileri ve tedarikçilerinin pazartesi günü bir Alman otomobil zirvesine katılacağını söyledi.

VW yılın ilk yarısında net karında %14’lük bir düşüş bildirdi. Kriz BMW’nin net kârını da etkiledi; BMW’nin net kârı %15, Mercedes-Benz’in net kârı ise %16 oranında düştü.

Otomobil üreticisi, Almanya’daki sendikalarla onlarca yıllık iş güvencesi anlaşmasını feshetti ve fabrikaların kapatılması ve işten çıkarmalar masada.

Ayrıca perşembe günü VW, 30.000 kişiyi işten çıkarmayı planladığına dair basında çıkan bir haberi yalanladı.

Mercedes’in Çin krizi

Öte yandan Mercedes-Benz Group İcra Kurulu Başkanı Ola Källenius, lüks otomobil üreticisinin Çin’deki durgun satışlar nedeniyle kâr uyarısında bulunmasının ardından, getirileri artırmak için ne gerekiyorsa yapacağına söz verdi.

Üretici, en büyük pazarında kötüleşen yavaşlama nedeniyle ana otomobil birimi için beklentileri düşürdü.

Çin’de talebin düşmesi Mercedes’in S-Serisi ve Maybach sedan gibi en pahalı modellerinin satışlarına zarar verdi. Hisseler son dört yılın en büyük düşüşünü yaşadı.

Mercedes hisseleri %8,4’e varan gerileme ile Haziran 2020’den bu yana en sert gün içi düşüşünü yaşadı. Şirketin hisse senedi bu yıl yaklaşık %12 değer kaybetti.

Källenius bugün (20 Eylül) yaptığı açıklamada, Mercedes’in performansı artırmak için “elinden geleni” yapacağını söyledi ve buna Çin’de yeni ürünlerle yapılacak bir satış atağının da dahil olduğunu sözlerine ekledi.

Bloomberg’in aktardığına göre CEO, “Rüzgârı sadece izlemekle kalmayacak, aktif bir şekilde yelken açacağız,” dedi.

Kârlılıkta büyük düşüş

Mercedes perşembe günü geç saatlerde yaptığı açıklamada, ana otomobil birimindeki düzeltilmiş getirilerin, daha önce %11’e varan bir tahminle karşılaştırıldığında, şimdi %7,5 ile %8,5 arasında bir aralıkta beklendiğini söyledi.

Faiz ve vergi öncesi kazancın ise bir önceki yıl seviyesinin “önemli ölçüde altında” olması bekleniyor.

Kesintiler, otomobil üreticisinin karlılığı artırmak için en lüks araçlarını daha fazla satma stratejisini baltalıyor. Şirket, Çin’in makroekonomik ortamının, emlak sektöründeki kalıcı gerilemenin etkisiyle daha da kötüleştiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Avrupa Parlamentosu, González’i “Venezuela’nın meşru devlet başkanı” olarak tanıdı

Yayınlanma

Avrupa Parlamentosu 19 Eylül Perşembe günü kabul ettiği bağlayıcı olmayan bir kararla Venezuela muhalefet lideri Edmundo González Urrutia’yı ülkenin “meşru ve demokratik yollarla seçilmiş” Devlet Başkanı olarak tanıdı.

309 lehte, 201 aleyhte ve 12 çekimser oyla kabul edilen kararda María Corina Machado da Venezuela’daki “demokratik güçlerin lideri” olarak tanındı.

Bağlayıcı olmayan metin merkez sağ Avrupa Halk Partisi (EPP), sağcı-muhafazakâr Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) ve “aşırı sağcı” Avrupa için Vatanseverler (PfE) çoğunluğu tarafından onaylandı.

Liberaller, “aşırı sağ” ile aynı metne imza atmak istemedi

Fakat Sosyal Demokratlar, Liberaller ve Yeşiller tarafından yapılan bir değişiklik nedeniyle metin, dış politika konusunda yetkili olan AB ve üye devletlerine González Urrutia’yı Venezuela’nın meşru başkanı olarak tanıma çağrısı yapmakta yetersiz kaldı.

Perşembe günkü oylama, EPP’nin mevcut Avrupa yasama organında ilk kez Sosyalistler (S&D) ve Yeşiller’in yanı sıra “aşırı sağcı” AB gruplarıyla aynı hizaya geldiği bir oylama oldu.

Liberal Renew, “aşırı sağın” aksine “muhalefetin ve demokrasinin yanında” olduklarını ve bu nedenle, “hoşgörü ve çeşitliliğe saygı” ilkeleriyle temelden çelişen “bölücü söylem ve politikaların normalleştirilmesini” reddettiklerini savundu.

Renew başkanı Valérie Hayer, “Renew Europe Venezuela’nın muhalefet liderine tam destek vermektedir fakat sözde ‘Vatanseverler’ ile siyasi anlaşmalara imza atmayacaktır,” dedi.

Sosyalistler: Bu karar İspanya’nın iç siyasetiyle ilgili

Başbakan Sánchez’in sosyalist partisinden İspanyol AP üyesi Javi López Euronews’e yaptığı açıklamada Avrupa’nın “merkez sol” fraksiyonunun üye ülkelerle “uyum” sağlamak ve tanınma gerçekleştiğinde bunun “meşru” olmasını sağlamak için metne ret oyu verdiğini söyledi.

López, “Uluslararası göstergeler muhalefet liderinin büyük ihtimalle bu seçimleri kazandığını söylüyor. Fakat tanıma sadece bir kelime değil, kurumsal bir eylemdir,” dedi.

Daha çok İspanya’nın iç siyasetiyle ilgili olan bu stratejiyi reddettiklerini kaydeden López, “İspanya Halk Partisi’nin Avrupa Parlamentosu’nun Venezuela’ya ilişkin tutumunu kabul ettirmek için aşırı sağa yönelmesinden üzüntü duyuyoruz,” diye ekledi.

Maduro hakkında tutuklama emri çıkarılması talep ediliyor

EFE tarafından görülen metne göre, AP milletvekilleri AB ve üye devletleri González’in 10 Ocak 2025’te başkanlığı devralabilmesi için “mümkün olan her şeyi” yapmaya çağırırken, Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro hakkında “insanlığa karşı suç işlediği” gerekçesiyle uluslararası tutuklama emri çıkarılmasını talep ediyor.

Ayrıca AB hükümetlerine ve AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’e Venezuela Ulusal Seçim Konseyi (CNE) üyelerine yönelik yaptırımları yeniden yürürlüğe koymaları ve “iyi niyet göstergesi olarak” hükümete yönelik mevcut yaptırımları genişletmeleri çağrısında bulundular.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English