Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

IMF şartları Mısır’da yoksulluğu katlıyor

Yayınlanma

Mısır, IMF ile yaptığı anlaşma gereği serbest kur rejimine geçtikten sonra ülkenin para birimi dolar karşısında hızla değer kaybediyor. Yüzde 30’u yoksulluk sınırının altında yaşayan Mısır halkının alım gücü ise yükselen fiyatlar nedeniyle her geçen gün daha da düşüyor.

Uzun süredir ekonomik sorunlarla boğuşan Mısır’da para birimi gün geçtikçe eriyor. Geçen sene bir ABD doları 16 Mısır lirasına alınırken bugün 30 lira gerekiyor. Bu hızlı değer kaybında Mısır’ın Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yaptığı anlaşma gereği serbest kur rejimine geçmesinin payı büyük. IMF, serbest kur rejimine kalıcı geçiş gibi şartlar karşısında Mısır’a 3 milyar dolar kredi sağlanmasını içeren anlaşmayı Aralık 2022’de onaylamıştı. IMF’nin Kahire’ye dayattığı şartlar arasında devlete ait birçok varlığın özelleştirilmesi ve hükümetin kamu projelerine yapılan harcamaları kısması gibi maddeler de var. Kahire yönetimi bugüne kadar çoğunlukla ekonomik büyümeyi sürdürmek amacıyla köprülerden nükleer santrallere devasa alt yapı projelerine gelirinin çok üzerinde harcama yaptı.

Mısır parasının dolar karşısında 30 lirayı bulmasıyla açıklama yapan IMF, Mısır Merkez Bankası’nın döviz kurunun arz ve talep koşullarını yansıtmasına izin vermeye kararlı olduğunu söyledi. IMF’ye göre, Mısır’ın içinde bulunduğu ekonomik tablonun sebebi Aralık 2022’ye kadar döviz kurunu sabit tutması. Kahire yönetimi fiyatları kontrol altında tutmak ve enflasyonu frenlemek için yerel para birimini destekledi ancak ülkenin, sabit döviz kurunu sürdürecek döviz rezervine veya döviz girdisine sahip olmaması durumun sürdürülebilir olmadığını gösterdi. Öte yandan Batı’da yükselen faiz oranlarının Mısır’ın yatırım cazibesini düşürmesi gibi nedenlerle ülkeye yatırımcı çekmekte zorlanan Kahire, çareyi Mart 2022’de parasını yaklaşık yüzde 15 oranında devalüe etmekte buldu.

Nüfusun yüzde 30’u yoksul

IMF ile yapılan anlaşmadan sonra ülkede fiyatların yukarı yönlü tırmanışı devam etti. Mısır İstatistik Merkezi Ajansı’nın yayınladığı verilere göre Kasım ayında yüzde 19,2 olan enflasyon Aralıkta yüzde 21,9’a yükseldi. Ülkede temel gıdadan tıbbi hizmetlere konuttan ve mobilyaya kadar birçok sektörde fiyatlar yükseldi. Gıda fiyatları Aralık ayında ortalama yüzde 4 artarken, yüzde 7,6 ve yüzde 6,4 ile meyve ve süt ürünleri fiyatı en çok artan kalemler oldu. Yüksek enflasyon tüketicilere, özellikle de düşük gelirli hanelere alım gücünü önemli ölçüde etkiledi. Resmi rakamlara göre Mısırlıların yaklaşık yüzde 30’u yoksulluk içinde yaşıyor.

Körfez yatırımı IMF programının parçası

Kahire, karşı karşıya kaldığı ekonomik krizin nedenini Kovid-19 etkisi ve Rusya-Ukrayna savaşına bağlı küresel nedenlerle açıklamaya çalışıyor. Derecelendirme kuruluşu Moody’s de Mısır’ı dış borcunu ödememe riski en yüksek olan 5 ülkeden biri olarak gösteriyor. Mısır son 10 yılda dış borcunu üçe katlayarak 157 milyar dolara çıkardı.

IMF, Mısır’ın önümüzdeki dört yıl içinde 17 milyar dolarlık bir finansman açığıyla karşı karşıya kalacağını tahmin ediyor. Mısır, destek için zengin Körfez komşularının kapısını çaldı. Aralarında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’ın da bulunduğu ülkeler, Kahire’ye 20 milyar dolardan fazla mevduat ve yatırım sözü verdi. IMF, Körfez ülkelerinin desteğinin IMF finansman stratejisinin kritik bir parçası olduğunu açıkladı ve söz konusu fonların ‘tam olarak ve öngörülen zaman çizelgesinde gerçekleşmesi’ gerektiğini belirtti.

ORTADOĞU

Suriye’de “muhalifler” ne olacak?

Yayınlanma

Türkiye’nin en uzun sınırındaki ABD ve Rusya varlığı, PYD’nin giderek büyüyen silahlı gücü,  Türkiye’nin şemsiyesinde yaşam alanı bulan gruplardan bazılarının Ankara – Şam diyaloğuna bayrak açması…

Kayseri ve peşinden Suriye’nin kuzeyinde cereyan eden olaylar Suriye’de çözüme giden yolda çok çetrefilli konuların yönetilmesi gerektiğini bir kez daha ortaya koydu.

2011’den bu yana Suriye’de sırasıyla gerginlik, iç çatışma, küresel müdahale aşamalarından geçen büyük kriz göç sorunuyla birlikte Türkiye için oldukça karmaşık bir hal aldı. Sorunu çözmek için atılan veya atılması planlanan her adımın da yeni sorunları tetiklediğine tanık oluyoruz.

2024 Temmuzunda muhalif saflar arasında patlak veren karmaşa ve isyan teşebbüsünün bir dizi sebebi var. Bu sorunlar en özet haliyle “gelecek kaygısı” ve plansızlığı olarak tanımlanabilir.

Buraya nasıl gelindi?

Ankara PYD tehdidini öncelik olarak görmeye başlayınca kademeli olarak Şam’da rejim değişikliği politikasından çekilecekti. Astana platformuyla ise muhaliflerin Suriye’nin büyük kentlerindeki çatışma alanlarından tasfiye edilmesi ve ülkenin kuzeyine toplanması sağlandı. Muhalifler Halep, Şam, Humus kentlerinin kırsallarından ve Lazkiye dağlarından çekilirken TSK da esas tehdit olarak gördüğü PYD/YPG ve IŞİD üzerine yürüyecekti. Eş anlı gerçekleşen bu büyük manevralar büyük sorunun ertelenmesini sağlıyordu.

Soru: Peki, muhaliflerin geleceği ne olacak? Sonsuza kadar Suriye’nin kuzeyinde uzun ince bir koridorda mı yaşayacaklar? Şam’da siyasi bir gelecekleri olacak mı? Parti kurup Suriye parlamentosunda yer alabilecekler mi? Suriye’de yeni bir anayasa yazılacak mı? Ankara-Suriye diyaloğunda yerleri ne olacak?

İkinci bir soru: Şam, sahada kazanıp neden masada kaybetsin? Açarsak; çöküşün eşiğinden dönen Şam yönetimi, büyük şehirlerinden çıkarmayı başardığı, askeri ve siyasi düzlemde üstünlük sağladığı, bin parçalı ve etkisiz Suriye muhalefetini neden yeniden güçlendirecek türden adımlar atsın? Bunu zorlayabilecek bir kuvvet var mı? Şam’ın kapılarındayken pazarlık başka kuzeyde uzun ince ABD, Rus devriyeleri ile PYD/YPG arasında sıkışık bir koridorda pazarlık başka.

Üçüncü soru: Afganistan’dan karga tulumba çekilen ABD Suriye’deki sınırlı varlığını da çekme kararı alacak mı? 2018’de sınırlı bir çekilme eylemine imza atan Trump iş başına gelirse Suriye’den tamamen çekilir mi? Olası çekilme kaynaklı bir hareketlilik ve Suriye’nin kuzeyindeki silahlı güçler arasında yeni bir köşe kapmaca yaşanır mı?

Neler söylendi?

Ankara – Şam diyaloğunda “bu sefer adım atılıyor” hissi yaratan açıklamalar doğrudan liderlerden ve öncekilere kıyasla güçlü ifadelerle geldi.

Beşşar Esad, 26 Haziran’da “Suriye, Suriye-Türkiye ilişkilerine yönelik tüm girişimlere, Suriye Devleti’nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı temelinde ve terörizmin her türlüsüne karşı mücadele çerçevesinde açıktır” dedi.

28 Haziran’da da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Suriye ile yeniden diplomatik ilişkileri kurmamak için bir sebep yok. Geçmişte nasıl yaptıksa yine yapabiliriz. Suriye’nin iç işlerine karışmak gibi bir niyetimiz yok. Biliyorsunuz ailece görüşmeye varana kadar Sayın Esed’le geçmişte nasıl yaptıksa yeniden yapmamamız için bir sebep yok” diye konuştu.

Suriye’de devletin görüşlerini yansıtan El-Vatan Gazetesi, Suriye ile Türkiye arasında doğrudan temasın Bağdat’ta başlayacağını yazdı.

Şam’ın kontrol ettiği bölgeler ile muhalefetin kontrolündeki bölgeleri birbirine bağlayan Ebu Zeydin Sınır Kapısı da 27 Haziran’da açıldı.

Suriye devlet olarak egemenlik haklarının Ankara tarafından eksiksiz tanınmasını istiyor. Bunun için söz değil bağlayıcı bir taahhüt ya da eylem görmek istediğini belirtiyor. Şam’a göre Ankara çekilmek için ciddi olduğunu göstermeli.

Ankara ise çekildiği takdirde bölgede güvenliğin sağlanamayacağı ve PYD’nin alan kazanacağından endişe ediyor. Yeni bir çatışma ve Türkiye’ye yönelik göç dalgasının oluşmasını istemiyor.

Akla ilk gelen şey; belirli bir takvimle Şam’ın kademe kademe sınır hattına yerleşebileceği bir çözümün müzakere edilebileceği… Ancak bu sanıldığı kadar kolay olmayacak. Bu bağlamda çok fazla konuşulmayan bir konuya Suriye’nin kendi içerisinde yaşanan demografik kayma ve buna bağlı karmaşık sorunlara bakmak gerekiyor. Bir örnek vermek gerekirse Deyri Zor’un al Şaitat aşiretine mensup binlerce savaşçı Çobanbey – Afrin arasına yerleşmiş durumda. Bölgedeki Türkmen nüfusun önemli ölçüde Türkiye’ye yerleşip vatandaşlık alması da Ankara’nın işini zorlaştıran bir unsur. Deyri Zorlu Al Şaitat aşiretinin bir özelliği de savaş döneminde petrol ticaretiyle büyük bir zenginliğe ve maddi güce kavuşmaları. Çatışma dönemi boyunca yer yer IŞİD ile bazen Nusra ile bazen de ÖSO ile çatışan ve 10 binlerce savaşçısı bulunan bu aşiretin geleceği ne olacak? Bu sadece bir parçasının özeti, bunun gibi hesap edilmesi gereken sayısız parça var…

Sorun sadece ÖSO adıyla bilinen ve daha sonra “Suriye Milli Ordusu” adını alan grup değil. İdlib sorununu da buraya ekleyince mesele çok bunaltıcı görünüyor. Mikro ölçekte aşiretlerin, disipline gelmeyen grupların savaş döneminde elde ettiği ayrıcalıkları ve gücü kaybetmek istemediği aşikar.

Ankara – Şam yakınlaşmasını baltalama girişimlerinde istihbarat örgütlerinin dahlinin ne ölçüde olduğunu masa başından tespit etmemiz kolay değil. Bir varsayım olarak olasıdır ve böylesine farklı silahlı grubun ipince bir dengede durduğu sıkışık bir coğrafya parçasında olmaması garip olurdu.

Anlaşılan o ki bu sefer “şeriatın kestiği parmak” acıyacak.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

“Netanyahu, Gazze’de Filistin Yönetimi’ne yeşil ışık yaktı”

Yayınlanma

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD’nin savaş sonrası Filistin Yönetimi’nin Gazze’yi yönetmesine yönelik planını kamuoyu önünde reddetmeye devam ederken “alt düzey Filistin Yönetimi çalışanlarının” Gazze’de rol almasına yeşil ışık yaktığı iddia edildi.

Konuyla ilgili bilgi sahibi üç yetkilinin The Times of Israel’e verdiği bilgiye göre, Netanyahu’nun ofisi son haftalarda Hamas’a karşı savaşın ardından Gazze’nin yönetiminde Filistin Yönetimi ile bağlantılı kişilerin yer almasına yönelik muhalefetini geri çekmeye başladı.

ABD, hazırladığı savaş sonrası planı özetle; Gazze’nin Filistin Yönetimi’ne verilmesini ve güvenliğin geçici bir süre Arap ülkelerinden gönderilecek birliklerle sağlanmasını öngörüyor.

İki İsrailli yetkiliye göre bu gelişme, Netanyahu’nun ofisinin aylarca güvenlik birimlerine Gazze’nin savaş sonrası yönetimine ilişkin planlarına Filistin Yönetimi’ni dahil etmemeleri talimatı vermesinin ardından geldi ve bu talimatın “ertesi gün” olarak bilinen dönem için gerçekçi öneriler hazırlama çabalarını önemli ölçüde engellediğini söyledi.

Netanyahu geçen hafta Kanal 14’e verdiği demeçte kıyı bölgesinde bir Filistin devletinin kurulmasına izin vermeyeceğini ve “[Gazze’yi] Filistin Yönetimi’ne vermeye hazır olmadığını” vurgulamıştı. Netanyahu sağcı kanala bunun yerine “mümkünse yerel Filistinlilerle ve umarım bölge ülkelerinin desteğiyle” bir sivil yönetim kurmak istediğini söylemişti.

İsrailli bir güvenlik yetkilisi, Times of Israel’e “Yerel Filistinliler” ifadesinin “Filistin Yönetimi’ne bağlı kişiler için kullanılan bir kod” olduğunu söyledi.

İkinci bir İsrailli yetkili de Netanyahu’nun ofisinin, Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi ile Gazze’de halihazırda kurulmuş olan kurumların parçası olan “alt düzey” Filistin Yönetimi çalışanları arasında ayrım yapmaya başladığını söyledi.

Ancak Abbas’ın, İsrail’in iki devletli bir çözüme götürecek siyasi bir ufuk oluşturma taahhüdü olmadan bu yetkililere ve kurumlara Gazze’yi yönetme yetkisi verme olasılığı son derece düşük. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Mısır, Ürdün ve diğerlerinin yardımlarını iki devletli çözüme giden uygulanabilir bir planı şart koştukları göz önüne alındığında, komşu Arap ülkelerinin savaş sonrası Gazze’nin yönetimine veya güvenliğinin sağlanmasına katılımı için de geçerli.

Ayrıca, Gazze’de varlığını sürdüren ve popülerliği 7 Ekim öncesine göre daha da artan Hamas’ın bu planın hayata geçmesine izin vermeyeceği tahmin ediliyor.

Öte yandan dün Financial Times, İsrail Savunma Kuvvetleri IDF’nin Gazze’nin kuzeyindeki iki şehirde Hamas’a bağlı olmayan Gazzeli siviller için “insani bölgeler” yaratarak bir pilot program başlatacağını yazmıştı.

Gazze’nin kontrolünün bir kısmının Ramallah ve ılımlı Arap devletlerine devredileceği belirtilen haberde, aksi yönde defalarca yapılan açıklamalara rağmen İsrail’in Filistin Yönetimi ile çalışma isteğinin bir kez daha teyit edildiği belirtilmişti. Ancak plan, FT’ye konuşan isimsiz eski yetkililer ve planları bilen diğer kişiler tarafından “hayata geçmesi mümkün olmadığı” şekilde değerlendiriliyor.

FT’nin haberi, Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi’nin bir konferansta İsrail’in “ertesi gün” planının önümüzdeki günlerde Gazze’nin kuzeyinde uygulanmaya başlayacağını duyurmasının hemen ardından servis edildi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’in “Hizbullah” hazırlığı: Direniş Ekseni Hizbullah’ı “her türlü araçla” destekleyecek

Yayınlanma

İsrail, Gazze’deki çatışmaları durdurmaya ve böylece Hizbullah’la çatışmaların yoğunlaştığı kuzey cephesini takviye etmeye hazırlanıyor. İran dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı, İsrail’in Hizbullah’a karşı topyekûn bir saldırı başlatması halinde İran ve direniş ekseninin Hizbullah’ı “her türlü araçla” destekleyeceği uyarısında bulundu.

İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaşın yoğunluğunu düşüreceği ve başka bir aşamaya geçeceği duyurulmuştu. Bu kapsamda pazar günü İsrail Başbakanı, Savunma Bakanı ve üst düzey subaylar Güney Komutanlığı’nda bir araya geldi. Haaretz’den Amos Harel, görüşmenin “Gazze Şeridi’ndeki savaşın en yoğun aşamasının sona yaklaştığını gösteriyor” diye yazdı ve ekledi, “Bundan sonra izlenecek yol daha da netleşiyor: Gazze’deki güçlerin azaltılması, Hamas hedeflerine yönelik bir baskın sistemine geçilmesi ve birliklerin kuzey sınırına kaydırılması.”

Öte yandan İsrail’in Kanal 12 televizyonunun haberine göre, kuzeydeki savaşa hazırlık amacıyla 10 Ekim’den bu yana ilk kez kuzey sınırındaki bazı hastanelerin yoğun bakım ünitesinde tedavi gören hastalar ülkenin orta kesimlerindeki hastanelere nakledildi.

Haberde kuzeydeki hastanelerden sevk edilen hastaların ağır vakalar olduğu ve bazılarının solunum cihazına bağlı yaşadığı ifade edildi.

Kuzeydeki hastanelerin ayrıca ülkenin merkezindeki diğer hastanelere göre nispeten küçük ve yoğun bakım ünitelerindeki yatak kapasitelerinin de daha az olduğuna dikkat çekildi.

İsrail ordusu, 18 Haziran’da Lübnan’a yönelik olası bir saldırıya ilişkin “operasyonel planı” onayladığını duyurmuştu.

İsrail’in Gazze’den çekeceği birliklerin bir kısmını kuzey sınırına kaydırarak Hizbullah’a “savaşmaya hazır” olduğu mesajını vermeye hazırlandığına dikkat çekiliyor. Hem Gazze’deki savaşın yoğunluğunun azalması hem de gövde gösterisi ile Hizbullah’ı ABD ve Fransa’nın arabuluculuk ettiği anlaşma masasına çekebilmeyi umuyor.

Bölgeyi yakından bilenler olası bir İsrail-Hizbullah savaşının her iki taraf için de oldukça yıkıcı sonuçlar doğuracağına dikkat çekiyor. Nitekim İran, İsrail’in Lübnan’a saldırması halinde Lübnan’a destek vereceğini açıkladı. İran dini lideri Ali Hamaney’in dış ilişkiler danışmanı Kemal Harrazi Financial Times’a verdiği demeçte, İsrail’in Hizbullah’a karşı topyekûn bir saldırı başlatması halinde, Tahran ve “direniş ekseni”nin Hizbullah’ı “her türlü araçla” destekleyeceği söyledi.

Harrazi, İran’ın en önemli ve güçlü vekili olan Hizbullah’ı tam bir çatışma durumunda askeri olarak destekleyip desteklemeyeceği sorusuna şu yanıtı verdi: “Tüm Lübnan halkı, Arap ülkeleri ve direniş ekseni üyeleri İsrail’e karşı Lübnan’ı destekleyecektir.”

İsrail ile Hizbullah 8 Ekim Ekim’den bu yana “kontrollü” bir çatışma içerisinde ancak iki taraf da topyekûn bir savaşa çekilmek istemiyor. Ancak Gazze’deki katliamın boyutu büyüdükçe Hizbullah da çatışmaların dozajını artırıyor. İsrail ise bir yandan caydırıcılığını yeniden tesis etmek için Hizbullah’a yanıt vermeye diğer yandan ikinci bir cephenin açılmaması için dikkatli olmaya çalışıyor. Ancak Mavi Hat üzerinde gerilim arttıkça kontrollü çatışmaların her an rayından çıkabileceği değerlendiriliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English