Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Irak’taki ABD birliklerinin rotasyonu ilk kez karadan gerçekleşti: Silahlı milisler neden sessiz kaldı?

Yayınlanma

abd ırak asker

Ağusyos ayının son günlerinde ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri birliklerinin rotasyonu sonrası Irak’ta, Washington’un hem Irak hem de komşu Suriye’de yeni rejim değişikliği planladığına dair bir propaganda dalgası yaşandı. Üst düzey ABD’li ve Iraklı yetkililer iddiaları yalanlamak için üst üstte açıklamalar yapsalar da kargaşa ve tartışmalar uzun süre devam etti. Bugün de daha cılız olmakla birlikte tartışma sürüyor.

Bugün, 2,500 ABD askeri Irak Güvenlik Güçlerine yardım ve danışmanlık yapmak üzere Irak’ta bulunuyor ve ABD bu askerlerini düzenli bir biçimde rotasyona tabi tutuyor. Tartışmanın başlangıcı bu rutin rotasyona dayanıyor. ABD’nin Irak ya da Suriye’de herhangi bir şekilde rejimi değiştirebileceğine dair iddialar gerçeklerden uzak olsa da bu rutin rotasyonu kendisinden öncekilerden ayıran bir fark var.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, ABD’nin Irak’taki askeri rotasyonunu ilk kez neden ve nasıl karadan yaptığına dair bazı ipuçları veriyor. Yazarının ideolojik tutumu hesaba katılmazsa, önemli bilgiler içerin analiz, Irak hükümeti içindeki bazı silahlı grupların ABD’ye karşı pozisyonlarının neden görece yumuşadığını, ABD’nin de bu gruplara karşı neden daha “ılımlı” bir politika izlediğini açıklamaya çalışıyor. Bu açıklamanın merkezinde ise ABD ve İran arasında denge kurmaya çalışan Başbakan Sudani var:

***

İran Yanlısı Silahlı Gruplar ve Irak’taki ABD Birliklerinin Rotasyonu

Akeel Abbas

  • Amerikan birliklerinin Irak’taki son rotasyonu, havadan yapılan önceki rotasyonların aksine karadan yapıldı.
  • Bu hareket, Sudani hükümetinin ABD askeri konvoylarının hedef alınmayacağına dair verdiği sözü ve Şii silahlı grupların bu sözü ne ölçüde yerine getirmeye hazır olduğunu ABD’nin bilinçli bir şekilde test etmesi olabilir.
  • Silahlı gruplar Sudani hükümetinin Washington’a verdiği Irak’taki ABD güçlerine ya da büyükelçiliğine saldırmama sözüne sadık kaldılar.
  • Taahhüt, her grubun çıkarı, hükümetle ilişkisi, İran’la ideolojik bağları ile siyasi ve askeri yatırımları gibi hususlara göre farklılık gösteriyor.
  • İran ve Iraklı müttefikleri de dahil Irak ve Suriye arasındaki stratejik iç içe geçmişlik, hükümetin Washington ile sükuneti koruma ve Irak içindeki ABD güçlerinin hedef alınmasını önleme misyonunu zorlaştırıyor.

Son haftalarda Irak’ta, ülkenin batı ve güney kesimlerindeki Amerikan askeri hareketlerinin sonuçlarına ilişkin yaşanan tartışma büyüyor. Iraklı ve Amerikalı yetkililerin bu manevraların “Doğal Kararlılık Operasyonu” çerçevesinde ülke içindeki ABD birliklerinin rutin rotasyonunun bir parçası olduğu yönündeki resmi açıklamalarına rağmen bu tartışma devam ediyor.

Siyaset, medya ve kamuoyunda hâkim beklenti iklimi, bu Amerikan askeri konuşlanmasının “gerçek amacına” ilişkin çeşitli senaryolara yol açıyor. İran’ın Irak ve Suriye’deki müttefiklerine karşı askeri harekata hazırlık amacıyla Amerikan varlığını artırmaya yönelik bir “plan” olduğu bile öne sürüldü. Diğer senaryolarda ise Washington’un iktidardaki siyasi sınıfı “devirme” ve 2003 sonrası hataları “düzeltmek” için Irak’ın siyasi sistemini “değiştirme” planı üzerinde spekülasyonlar yapıldı.

Irak’taki ABD Birliklerinin Rotasyonunda Yeni Olan Ne?

Washington, her iki ülkede de IŞİD’i karşı mücadelede ABD liderliğindeki askeri girişimlerinin adı olan “Doğal Kararlılık Operasyonu” kapsamında Suriye ve Irak’taki güçlerini dokuz ayda bir rotasyona tabi tutuyor. Rotasyon genellikle birkaç ay öncesinden duyuruluyor. Amerikalı bir askeri kaynak Mart 2023’te Irak’a gidecek birliğin ismini açıkladı. Bu rotasyonla ilgili yeni olan şey, önceki hava rotasyonlarından farklı olarak karadan yapılmasıydı.

Genellikle asker ve teçhizatın askeri nakliye uçaklarıyla taşınması kara rotasyonuna kıyasla daha maliyetli ve zordur. Irak’ta hava taşımacılığı, İran yanlısı silahlı grupların Irak’ın kara yollarında seyahat eden konvoyları hedef almasını önlemek için güvenlik gerekçeleriyle kullanıldı. Bu gruplar bu tür olayları medya ve siyasi kampanya için kullanıyorlar.

Bu gruplar iktidardaki Koordinasyon Çerçevesi’nin bir parçası olduktan ve bazıları Muhammed Şiya es- Sudani hükümetinde yönetici pozisyonunu üstlenerek “meşru” temsiliyet hakkı elde ettikten sonra sükûnet hâkim oldu. Sudani hükümeti Amerikan yönetimine, geçmişteki Mustafa Kazımi ve Adil Abdülmehdi hükümetlerinde olduğu gibi Bağdat’taki ABD güçlerinin ve büyükelçiliğinin hedef alınmayacağı konusunda güvence verdi.

Maliyet ve görece kolaylığın yanı sıra kara yoluyla rotasyonun, Sudani hükümetinin asker ve teçhizat taşıyan Amerikan kara konvoylarına saldırı düzenlenmesine izin vermeyeceği taahhüdünü test etmek ve Şii silahlı grupların bu taahhüde bağlılığını kontrol etmek için yapıldığı anlaşılıyor. Bu “test”, bazıları Amerikan terör örgütleri listesinde yer alsa da ABD’nin bu gruplarla şartlı olarak dolaylı ilişkiye girmeye hazır olduğu sinyalini verebilir. Bu örgütlerden bazıları halihazırda ABD yaptırımlarına tabi olduğundan onlarla doğrudan muhatap olmak zor olabilir.

Bu temkinli yaklaşım, ABD’nin yönetim deneyiminin zorluklarının genellikle ideolojik aşırıcılığı yumuşattığı ve sertlik yanlılarını pragmatizme ittiği ve bu süreçte fiili politikaları benimsemek adına aşırıcılıktan vazgeçmelerine yardımcı olduğu yönündeki geleneksel inancına dayanıyor.

Silahlı Grupların Pozisyonları

Şimdiye kadar silahlı gruplar Sudani hükümetinin Washington’a verdiği Irak’taki Amerikan güçlerini hedef almama sözüne sadık kaldılar. Ancak bu taahhüt her grubun çıkarlarına, hükümetle olan ilişkisinin niteliğine ve “Direniş Ekseni” içindeki veya dışındaki siyasi ve askeri yatırımları da dahil İran’la olan ideolojik bağlarının gücüne göre farklılık gösteriyor.

Örneğin, en büyük ve en etkili grup olan Asaib-i Ehli Hak (AAH), ABD ile devam eden sükunetin en çok kazananı. Geçmişteki tutumlarının aksine AAH bu kez “direniş silahını” Irak’taki Amerikan güçlerine, büyükelçiliğine ve çıkarlarına karşı kullanmakla tehdit etmedi. Bu pragmatik ve “anlayışlı” tutum, grubun gerçekçi değerlendirmeleriyle, özellikle de Sudani hükümeti içindeki artan etkisiyle ilgili.

AAH, güvenebileceği güçlü bir siyasi partisi olmayan Sudani hükümetinin siyasi hamisi haline geldi. Bu himayenin bir parçası olarak AAH lideri Kays el-Hazali son zamanlarda, Sudani’nin Ekim 2022’deki kabinesinden önce kendisinin ve hareketinin farklı, çoğunlukla şahin bir şekilde ele aldığı bazı konularda yeni, genellikle uzlaşmacı bir yaklaşım benimsedi. Bunların başında ABD askerlerinin Irak’taki varlığı geliyor.

Hazali’nin daha önce Irak’taki ABD birliklerine ilişkin söylemi tehdit, kışkırtma, abartılı yorumlar ve komplo teorilerinden oluşuyordu. Ancak yakın zamanda Irak’ın resmi televizyon kanalına verdiği bir röportajda Hazali bu rotasyonla ilgili gerçeklere dikkat çekti. Rotasyonun Irak hükümetinin bilgisi dahilinde gerçekleştiğini ve Irak’ta siyasi bir değişim için ABD ya da başka bir planla ilgisi olmadığını söyledi ve konuşulanların çoğunu doğru bir şekilde “aşırı abartı” olarak nitelendirdi.

Buna karşılık, Ketaib-i Hizbullah (KH) gibi – sözde Direniş Ekseni’nde AAH’nin yakın müttefiki olduğu varsayılan – diğer silahlı gruplar rotasyon konusunda farklı bir pozisyon aldı. KH tarafından yapılan açıklamada, “Amerikan askeri konvoylarının bazı Irak şehirlerindeki hareketleri düşmanın kibrinin ve işgalci savaş güçlerini ülkede tutma niyetinin bir göstergesidir” denildi. Açıklama, KH’nın bölgedeki “şeytanca projelerini ezmeye” hazır olduğunu ve Irak’ın çok kutuplu bir dünyada son kaleleri olacağını yineledi.

Nuceba Hareketi Irak hükümetine karşı daha meydan okuyucu bir tutum sergiledi. Grubun sözcüsü Nasır el-Şammari, grubun web sitesinde yayınlanan açıklamada şunları söyledi: “İslami direniş, Nuceba Hareketi, hangi taraflar arasında olursa olsun ABD işgal güçleriyle ateşkes ya da gerilimi azaltmayı içeren hiçbir siyasi anlaşmaya bağlı değildir.” Burada Sudani’nin ABD yönetimine verdiği söze atıfta bulunuluyor.

Bu tür açıklamalar, bazı Iraklı silahlı grupları yönlendiren ideolojik ve jeopolitik yatırımları yansıtıyor ve resmi ya da gayri resmi olarak kritik üyeleri oldukları Koordinasyon Çerçevesinin ulaşmaya çalıştığı hedeflerle çelişkiye düşürüyor. Bu gruplar, 2021 sonrası seçimlerde Çerçeve’nin Sadrcı rakiplerinin yenilgiye uğratılmasında ve mevcut hükümetin kurulmasında temel rol oynamışlardı.

Washington’un onayına dayalı uluslararası destekten yararlanan Sudani hükümetinin devamına odaklanan Irak içi hedefleri olan Çerçeve’deki çoğu siyasi partinin aksine gerilimin azaltılması bu grupların çıkarına değil.

Irak hükümetinin aksine, bu grupların İran liderliğindeki “Direniş Ekseni” ile bağlantılı daha geniş bir ideolojik ağın parçası olan ulus ötesi hedefleri var. Örneğin, bu grupların Suriye’nin çeşitli bölgelerinde askeri varlıkları bulunuyor ve bu bölgelerden bazıları özellikle de ABD birlikleri tarafından kontrol edilen petrol sahalarının bulunduğu Deyrezor gibi Amerikan güçlerinin mevzilerine yakın.

ABD’nin Suriye’deki başlıca yerel müttefiki olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bu petrol sahalarından en çok faydalanan örgüt. Son haberler İran’ın Rusya ve Suriye hükümetleriyle koordinasyon halinde kendisine sadık silahlı grupları konuşlandırma planına işaret ediyor. Temmuz ayında Suriye birlikleri ve Iraklı silahlı gruplar ABD ve SDG birliklerine karşı “temas hattına” konuşlandırılmıştı. Ancak bu konuşlanmadan hiçbir sonuç çıkmadı.

Bu uzun temas hattı SDG, Suriye hükümet güçleri ve kuzeydoğu Suriye vilayetlerinde İran destekli milisler tarafından kontrol edilen bölgelerden Rakka, Haseke ve Deyrezor şehirlerinden geçiyor. Özellikle Rakka’da Nuceba gibi Iraklı silahlı gruplar bulunuyor. Washington, Nuceba Hareketi lideri Ekrem el-Kabi’yi, hareketin ABD birliklerine karşı aylardır sürdürdüğü silahlı eylemleri artırmasının ardından ortadan kaldırmakla tehdit etti.

ABD ve İran Arasında Sudani Hükümeti

İran ve müttefiki Iraklı silahlı grupların Irak’taki Amerikan askeri varlığına son vermenin yanı sıra stratejik hedeflerinden biri de ABD birliklerini Suriye’den çekilmeye zorlamak ya da en azından ülkedeki askeri varlığını veya etkisini azaltmaktır. Gelişmiş askeri yeteneklere sahip bu birliklerin varlığı, İran’ın “Direniş Ekseni “ni güçlendirmeye yönelik en önemli projelerinden bazılarını zorlaştırıyor.

Örneğin, Washington’un 2014 yılında IŞİD’e karşı kullanmaya başladığı Suriye’nin güneydoğusundaki Tanf askeri üssündeki Amerikan askeri varlığı, ABD’nin Irak ve Suriye’yi birbirine bağlayan yolu izlemesini sağladı. İran ve Iraklı silahlı gruplar bu yolu kullanarak İran ve Irak’tan Suriye’ye askeri personel ve teçhizat taşımayı hedefliyordu.

Bu arada Irak hükümeti bu yolun geçtiği Irak-Suriye sınır kapısını (el-Kaim/el-Bukemal) kontrol altına alamadı ya da sınırın her iki tarafındaki ekipman, kaçak mal ve personel hareketini durduramadı. Tanf üssünün bu yola yakınlığı ve İranlı ve Iraklı milislerin ikmal konvoylarına karşı tekrarlanan Amerikan saldırıları nedeniyle, bu yolu kullanmak artık güvenli ya da kolay değildi.

Silahlı grupların da desteklediği İran, İran’dan Irak’a, Suriye’den, Lübnan’dan Akdeniz’e doğrudan kara bağlantısı sağlamak için Kuzey Irak ve Suriye üzerinden alternatif bir rota aramaya başladı. Bu durum İran’ın Iraklı silahlı grupların desteğiyle Suriye’nin kuzeydoğusunda, özellikle de yeni yolun geçtiği Rakka, Haseke ve Deyrezor’daki Amerikan askeri varlığını ve SDG’yi hedef alan saldırılarını artırmasını açıklıyor.

Bu stratejik iç içe geçmişlik ya da “Direniş Ekseni “ndeki silahlı grupların bazen “saha birliği” olarak adlandırdıkları durum, Irak hükümetinin Washington’la sükuneti sürdürme ve Irak içindeki Amerikan güçlerinin ya da çıkarlarının hedef alınmasını önleme misyonunu zorlaştırıyor. Eğer başarılı olursa, bu tür bir hedef alma Sudani’yi ve Koordinasyon Çerçevesi’ni önemli ölçüde utandıracak ve ABD nezdindeki güvenilirliklerini zedeleyecektir.

Sudani’nin ABD askerlerini ve büyükelçiliğini milis saldırılarına karşı koruma taahhüdünü yerine getirememe ihtimali, Washington ile olan ilişkilerini sorgulatacaktır. Bu durum onu yerel ve bölgesel olarak zayıflatacak ve hükümetinin iktidarda kalma kabiliyetini tehdit edebilecektir.

Bu nedenlerle Sudani, Iraklı silahlı gruplarla ilgilenen General İsmail Kaani aracılığıyla İran nezdinde lobi yaparak onları Amerikan güçlerini hedef almaktan vazgeçirmeye çalıştı. Görünüşe göre Irak Başbakanı bu çabasında başarılı oldu. Amerikan birliklerinin rotasyonu uzun Irak yollarından güvenli bir şekilde gerçekleştirildi ve silahlı gruplar, bazıları istemeyerek de olsa, sessiz kaldı.

Sonuç

Irak ve Suriye’deki birliklerin rotasyonu, siyasi ve milis aktörlerin sessiz tepkilerinin ardından sorunsuz bir şekilde gerçekleşti. Ancak Irak’ta, medya kuruluşları ve siyasi analistler tarafından yaygın bir şekilde dolaşıma sokulan, Amerika’nın mevcut rejimi değiştirmeye yönelik bir planı olduğu iddiasına ilişkin kamuoyu ve medya spekülasyonları dikkat çekiciydi. Bu yanlış algı aynı zamanda Iraklıların Amerika’nın bölgesel politikası ve önceliklerine dair sürekli ve derin bir yanlış anlamadan faydalanmış ve bu yanlış anlamayı beslemiştir.

Bu algı, Irak’ın Amerikan siyasi düşüncesinde “merkezi” olduğunu, ABD’nin Irak’la sözde derin bir şekilde meşgul olduğu ve Washington’un Saddam Hüseyin rejimini devirerek Şii İslamcı partilerin ülkeyi yönetmesinin önünü açtığı 2003 yılındaki “hatayı” düzeltmek istediğini varsayıyor. Bu olağan yanlış anlaşılmanın ötesinde, Irak hükümeti ve iktidardaki Çerçeve, Irak halkının büyük bir kısmının yabancı bir gücün mevcut siyasi rejimi değiştireceğine dair olabildiğince temelsiz umutlar beslediğinin farkında olmalı.

Bu durum, kötü performansı ve başarısızlıkları nedeniyle iktidardaki rejime karşı toplumda derin bir umutsuzluk ve öfke olduğunu gösteriyor. Irak’ın iktidar partileri bu meşru öfke duygularına karşı dikkatli olmalı ve bunların temel nedenlerini hızla ve ciddiyetle ele almaya çalışmalı. Aksi takdirde Irak’ın siyasi sistemi öngörülebilir gelecekte zor günler yaşayacaktır.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English