Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İsrail solunda ‘postal’ tartışması

Yayınlanma

Netanyahu hükümetine karşı yürütülen protestolarda askerlerin öne çıkması ülkenin en köklü sol yayın organı Haaretz’de tartışma yarattı. Gazetenin kıdemli yazarlarından biri “(Askerler) Demokrasi ve insan haklarını nereden öğrendiler? Batı Şeria’nın Havara kasabasında mı, yoksa Gazze’nin Cebelya mülteci kampında mı? Kudüs’te Rus Yerleşkesi’ndeki gözaltı merkezinde bulunan 4 numaralı odada mı yoksa 1950’lerin Kıbya’ya yönelik misilleme baskını anılarında mı?” diye sordu.

İsrail’de Binyamin Netanyahu hükümetinin yargının yetkilerini kısıtlayan yasal düzenlemelerine karşı yapılan kitlesel eylemler sürerken ülkenin sol görüşleriyle öne çıkan aydınlarında “asker” rahatsızlığı yaşanıyor.

İsrail tarihin en sağcı hükümetinin yargı bağımsızlığına darbe olarak nitelenen reform girişimine karşı eylemler 9 haftayı geride bıraktı. 15 yıl başbakanlık yapan ve ülkede “en uzun süreli başbakanlık görevinde bulunan siyasetçi” olma özelliğini taşıyan Netanyahu, kendisine karşı düzenlenen protestolara yabancı değil. Ancak sokaklara dökülen sivillerin yanı sıra, eylemlere hukukçular ve yüksek teknoloji ile sağlık sektörü gibi meslek gruplarının yanı sıra siyasetçiler ve eski devlet yetkilileri de katılıyor. Özellikle ordu içinden gelen itirazlar dikkat çekiyor.

Mossad, Şin Bet ve ordudan emekli eski askerler düzenlemeye karşı seslerini yükseltirken İsrail ordusuna bağlı seçkin birimlerden yedek askerler, vicdani ret açıklaması yaptılar.

İsrail Hava Kuvvetleri bünyesindeki “Çekiç Filosu”nda görev yapan 40 yedek pilottan 37’sinin yargı düzenlemesi Meclis’ten geçtiği taktirde göreve gelmeyeceğini ilan etmesinden sonra 400 yedek askeri istihbaratçıdan da benzer bir çıkış geldi. İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet Başkanı Ronen Bar, Mossad Başkanı David Barnea ve İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’ye mektup gönderen istihbaratçılar, “İsrail’deki asker ve sivillerin, bir anayasal kriz durumunda Yüksek Mahkemenin ve başsavcının direktifleri doğrultusunda hareket edeceği ve İsrail’in hukukun üstünlüğüne bağlı bir demokrasi olmasını sağlayacağını” söyledi.

Hükümetin yargı reformunu hayata geçirmesi durumunda “güvenlik teşkilatında hizmet etmeyi reddettiklerini” duyuran söz konusu yedek askeri istihbaratçılar, ordu ve güvenlik otoritelerinin yedek askerlere yaptığı “görevlerine dönmeleri” çağrısına işaret ederek şunları kaydetti: “Bizi teskin etmek için yapılan toplantılar işe yaramayacak. Bir diktatörle anlaşmayız, anlaşmayacağız. Yedek askerleri bir diktatöre hizmet etmeye zorlayamazsınız.”

Yargı reformuna karşı “sivil itaatsizlik” eylemleri sürüyor. Foto: Mostafa Alkharouf/ AA

Ordu içinden gelen bu tepkiler Netanyahu üzerindeki baskıyı da artırıyor. İsrail Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Herzi Halevi ve Netanyahu’nun Savunma Bakanı Yoav Gallant “yedek askerlik sistemi”nde ciddi bir krizin ortaya çıkma endişesiyle hükümete uyarıda bulundu ancak Netanyahu yedek askerlerin kararına tepki gösterdi, talimlere katılmayı reddetmelerinin “varoluşsal tehdit” oluşturduğunu söyledi: “Bu toplumda protestoya yer var, fikir ayrılıklarına yer var ama görevi reddetmeye yer yok.”

Son günlerde protestolara katılan tüm kesimler içerisinde ordunun öne çıkarılması ülkenin en köklü sol yayın organı Haaretz’de tartışma yarattı. Dün yayınlanan sayıda “Yargı darbesine direnen yedek askerleri selamlayın” başlığıyla çıkan yazıda savunulan fikirlere bugün gazetenin aynı zamanda yayın kurulunda yer alan iki önemli köşe yazarından tepki geldi. Zvi Bar’el, askerlerin tek örgütlü güç olarak protestoların liderleriği ele geçirdiğini belirtti ve “Bu, geri dönüşü olmayan bir adım” dedi. Gideon Levy gazetede yayınlanan yazıya gönderme yaparak “Biri onları selamlayabilir, ama şunu da sormak gerekir: Bunlar demokrasinin rehberleri ve kural koyucuları mı? Demokrasi ve insan haklarını nereden öğrendiler? Batı Şeria’nın Havara kasabasında mı, yoksa Cebelya’nın Gazze mülteci kampında mı? Kudüs’te Rus Yerleşkesi’ndeki gözaltı merkezinde bulunan 4 numaralı odada mı yoksa 1950’lerin Kıbya’ya yönelik misilleme baskını anılarında mı?” diye yazdı.

Dikkat çekici iki yazı şöyle:

***

İsrail’in Demokratik Protestosunun Sinsi Militarizasyonu

Gideon Levy

Moşe Ya’alon (eski Genelkurmay Başkanı ve eski Savunma Bakanı) şu anda İsrail’deki demokratik protesto hareketinin liderlerinden biri. Bütün trajikomedi sürerken iki gün önce Kanal 13 TV’de ortaya çıktı ve yargı reformunun İsrail ordusunun (IDF) savaş suçları işlemesine yol açma riskinden bahsetti.

Ya’alon savaş suçlarını biliyor. Hukuk profesörü Menachem Mautner, Facebook’ta Ya’alon komutasındaki ordunun ikinci intifada sırasında nasıl dizginsizce saldırdığını yazdı. Demokrat Ya’alon, geçmişte “Breaking the Silence” adlı insan hakları örgütündeki aktivistleri ‘yasadışı ileri karakol’ terimini kullandıkları için bu terimin kendisinin gayri meşru olduğunu ileri sürerek “hain” olarak nitelendirdi. “Tüm bunlar onu (Ya’alon) amacı hukukun üstünlüğünü savunmak olan protestoların merkezi figürü haline getiren halkımız ve reformun muhalifleri hakkında ne söylüyor” diye sordu Mautner, “Balık hafızaları olduğunu mu? Yoksa burada çok daha derin bir şey mi var?”

Gerçekten de işin içinde çok daha derin bir şeyler var, Profesör Mautner.

Hastalık geri döndü. Bir an için olgunlaştığımızı ve iyileştiğimizi düşünsek, protestolar beraberinde hastalığı büyük ölçüde geri getirdi. Tekrarlayan hastalıklar özellikle kötüdür. Bazen öldürücüdürler. Protestoların himayesinde İsrail, generallere tapma günlerini geride kalmışken, ondan vazgeçmişiz gibi göründükten sonra, eski ve şeytani militarizmine geri dönüyor.

Halkı etkileyici bir şekilde sarsan ve ayağa kaldıran protestolar, aynı zamanda onun gizli dokusunun da görülmesine olanak sağladı. Ulusal tomografi taraması, orduya yeniden tapınıldığını ortaya çıkardı. Bu kötü bir haber.

Militarist kesim yavaş ama emin adımlarla, protesto hareketinin gündemini ele geçirdi. Askeri logo taşıyan protesto mektupları olmadan gün geçmiyor. Dün Golani ve Egoz Keşif Birimi’nden eski askerler, siber savaş uzmanları ve askeri istihbarattaki özel harekat askerleriydi. Diktatörlüğe hizmet etmeyecekler. Pilotlara, Sin Bet ve Mossad ajanlarına ve diğer seçkin birimlerden gazilere katıldılar.

Gadna* gençlik öncü birliklerinin eski komutanları tarafından imzalanmış herhangi bir mektup henüz gün yüzüne çıkmadı. Batı Şeria’da konuşlu Kfır Tugayından birini endişeyle bekliyoruz. Sami Peretz, Haaretz’de, açıkça konuşanları selamladığını yazdı. Onlar gerçekten saygıya layıktırlar. Diktatörlüğün tehlikeleriyle savaşmak isteyen herkes öyledir.

Sorun eski askerler -İsrail’de kimse gerçekten ordudan ayrılmaz, yaşlı kurtlar sonsuza kadar hizmet eder- hareketi devraldığında başlar. Bu kesinlikle onların suçu değil, gösterilerdeki varlıklarını diğer sektörlerden daha fazla vurgulayan takipçi sürülerinin, protestocuların, göstericilerin ve gazetecilerin suçu.

Siyonist sol, vatanseverliğini kanıtlamak için orduyu her zaman sağdan daha çok el üstünde tuttu. Siyasetin orduya nüfuz edeceği ve orduyu siyasallaştıracağı endişesi her zaman olsa da (başlangıcından beri durum böyleydi) şimdi tam tersi bir risk ortaya çıktı: siyasetin (protestoların) militarize edilmesi. Bu şimdi gözümüzün önünde oluyor.

Protestolara sadece kişiler ve kesimler öncülük etmiyor, aynı zamanda çocuksu, askeri dokunaklı dil ve kendini beğenmişlik de kullanılıyor. İntifadanın neye benzediğine dair hiç bir fikri olmayan bir yazar, protestolara, İsrail’in ilk intifadası diyor. Bir diğeri, sonuna kadar savaştan bahsediyor ve herkes sanki Normandiya’da savaşıyormuşuz gibi ne pahasına olursa olsun zaferden bahsediyor.

Cumhurbaşkanı Herzog’un önerilerinin yanı sıra en çok tartışılan çözüm önerisi, başka bir ünlü ve seçkin demokrat olan İsrail’in gizli ve anti-demokratik Şin Bet güvenlik servisinin eski başkanı Yuval Diskin’e ait. Evet, bu protestoda eski bir Şin Bet şefi rehber olabilir, bir Mossad şefi İsrail demokratlarının ideoloğu olabilir ve ölüm mangalarının eski kadroları, siber savaş casusları özgürlük bayrağını kaldırırken, solun kahramanları olabilir.

İnsan hakları, ahlak ve vicdanın liderleri olan entelektüellerin yerini silahlı ordunun yedek askerleri aldı. İsrail’e demokrasiyi öğretenler onlar olacak. İsrail toplumunda hak ettiklerinden çok daha fazla ağırlığa sahip oldukları için protestolara katılmaları iyi oldu. Yüksek teknoloji ve iş dünyasından insanlarla birlikte protestoya katılmaları oyunun kurallarını değiştirdi.

Birileri onları selamlayabilir ama şunu da sormak gerekir: Demokrasinin yol göstericileri ve kural koyucuları bunlar mı? Demokrasi ve insan hakları hakkında nereden öğrendiler? Batı Şeria’nın Havara kasabasında mı, yoksa Gazze’deki Cebelya mülteci kampında mı? Kudüs’te Rus Yerleşkesi’ndeki gözaltı merkezinde bulunan 4 numaralı odada mı yoksa 1950’lerin Kıbya’ya yönelik misilleme baskını anılarında mı?

*Ç.N: İsrail’in “savaşan ulus” yaratma amacıyla oluşturduğu 14-18 yaş aralığındaki lise öğrencilerini bu sürece hazırlayan programın adı. Bu programda gençlere hem askeri hem de dini-tarihi-ideolojik eğitim veriliyor. Bu yönüyle ülkede özellikle solcular tarafından eleştiriliyor.

***

Demokrasi Yanlısı Protestocular ile İsrail Ordusu Arasındaki Tehlikeli İttifak

Zvi Bar’el

Ordu nihayet siyaseti keşfetti ve her zaman tribünlerde oturduğu sahada kendisini kilit bir hücum oyuncusu haline getirdi. İlk bakışta kuralları çiğneme gerekçesi ikna edici görünüyor. Pilotlar bu hafta, kabine ve Knesset’in (Meclis) demokrasiyi ortadan kaldırarak orduyla olan sözleşmelerini tek taraflı olarak bozduğunu ve bu nedenle verecekleri herhangi bir emrin pekâlâ yasa dışı olabileceğini açıkladılar.

Göreve gitmeyeceklerini açıklayan 200 yedek askeri doktor da benzer bir açıklama yaptı. “Mevcut hükümetin geniş ve demokratik bir ulusal mutabakat çerçevesinde hareket ettiği ve İsrail’in demokratik, eşitlikçi karakterini korudundan” (Haaretz, 6 Mart) emin olmadan göreve gelmeye devam edemeyeceklerine dair.

Ama yanılıyorlar. Demokratik bir ülkede, kabine ve Knesset’in (Meclis) orduyla ülkenin nasıl yönetildiği, politikalarını uygulamak için gereken fikir birliğinin kapsamı veya ülke demokrasisinin kalitesi hakkında bir sözleşmesi yoktur. Konsensüs sivillerin yetkisindedir.

Yalnızca demokratik olmayan ülkelerde ordu, sanki seçilmiş bir organmış gibi ‘demokrasiyi koruma’ yetkisini öne sürer. Türkiye’de ordu, İslamcı bir partiye mensup seçilmiş Başbakan Necmettin Erbakan’a Şubat 1997’de bir ültimatom verdi. Ülkede dini etkiyi önemli ölçüde azaltmayı amaçlayan 18 talebe uyması istendi.

Bu hamlenin arkasındaki itici güç olan kıdemli subay olan Orgeneral Çevik Bir, “Türkiye’de İslam ve demokrasi evliliği var. Bu evliliğin çocuğu laikliktir. Bu çocuk zaman zaman hastalanıyor. Çocuğu kurtaran doktor Türkiye’nin silahlı kuvvetleridir. Hastalığın ciddiyetine göre, çocuğun iyileşmesini sağlamak için gereken ilaçları sağlıyoruz” dedi.

Protesto hareketleri ve devlet sistemimize yönelik hükümet darbesinden korkan milyonlarca İsrailli, hükümeti anayasal diktatörlük kurmaktan caydırabilecek son çare olarak orduya ve özellikle de seçkin birimlerine güveniyor.

İlk bakışta bu uygun ve gerekli bir ittifak gibi görünüyor. Kendini savunan bir demokrasi, söz konusu araç açıkça demokratik olmayan bir örgüt olsa ve gücünü demokratik olmayan bir şekilde kullanılsa bile, elindeki tüm araçları kullanma hakkına sahiptir. İlaç acı olsa bile “hasta çocuk” kurtarılmalıdır.

Ancak gerçekte bu tehlikeli bir ittifak. Eski hava kuvvetleri komutanı Eliezer Shkedy’nin gazeteci Keren Marciano ile yaptığı söyleşide söylediği gibi, artık yargıya mı yoksa hükümete mi itaat edeceğine karar vermek zorunda kalacak olan orduyu tehlikeye atıyor. Daha da kötüsü, sivillerin orduya “kırmızı çizgiler” koyma ve İsrail’in sosyopolitik sözleşmesinin şartlarını hazırlama yetkisi vermesine yol açıyor.

Ordu, Şin Bet güvenlik servisi ve Mossad’ın bu protestolara öncülük etmediğini hatırlamak önemli. Ancak, (onlar) kendilerini koruyan yasal savunma kalkanını paramparça edecek çılgın mevzuatın kendilerini sürüklediği tehlikenin büyüklüğünü fark ettikten sonra protestolara katıldılar. Görünüşe göre sivil protestocuların hedeflerine ulaşabileceklerine de pek inanmıyorlar, çünkü şimdi liderliği ele geçiren ve protestoların tek örgütlü temsilcisi haline gelenler onlar. Sonuç olarak, Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tomer Bar, diyaloğu zorlama, yasayı durdurma ve İsrail mutabakatının nasıl olması gerektiğine karar verme yetkisine sahip olanlardır.

Bu, geri dönüşü olmayan bir adım. Çünkü askerler üslerine döndükten ve pilotlar eğitime devam ettikten sonra bile ordu artık yalnızca güvenlikle ilgili konularında görüş bildirme hakkına sahip tarafsız, itaatkar bir örgüt olmayacak. Yapısı ne olursa olsun hiçbir hükümet, ordunun dikte ettiği anayasal konsensüsü görmezden gelemeyecektir.

Türk general Çevik Bir, bir keresinde ordunun siyasete müdahalesini “demokrasinin dengesini düzeltmek” olarak tanımlamıştı. Bu zarif üslup şimdi İsrailli protestocuların kalbini kazanıyor. Ama Türklerin bunun için ödediği çok yüksek bedeli gerçekten düşünmeleri gerekiyor.

ORTADOĞU

Lübnanlı Bakan Harici’ye konuştu: ‘HTŞ’den beklentimiz iç meselelerimize karışmaması’

Yayınlanma

Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary Harici’ye konuştu: “HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır.”

İki aylık yoğun ve yıkıcı bir çatışmanın ardından İsrail ve Lübnan arasında ateşkes gerçekleşti. Lübnan hükümeti, haftalar süren müzakereler sonucunda bir ateşkes anlaşmasına varmıştı. 60 gün içinde ateşkesin uygulanması öngörüldü. Anlaşmaya göre, İsrail birlikleri, belirlenen bölgelerden geri çekilecek, Lübnan Ordusu İsrail’in boşalttığı bölgelere konuşlanacak ve güvenliği sağlayacak. Bölgedeki mayınlar, patlamamış mühimmatlar ve altyapıdaki yıkımlar nedeniyle geniş çaplı bir yeniden inşa çalışması yapılacak. Birleşmiş Milletler UNIFIL güçleri, 1701 sayılı BM kararına uygun olarak güney Lübnan’da varlığını sürdürecek.

Ancak İsrail, ateşkesi şu ana kadar 100’den fazla kez ihlal etti ve bu durum Lübnan tarafından kabul edilemez olarak değerlendiriliyor. Lübnan Enformasyon Bakanı Ziad Makary, Lübnan’daki son duruma ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘İsrail ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti’

Lübnan’daki son durumla başlamak istiyorum. Geçici bir ateşkes olmasına rağmen İsrail vaat edilenleri uygulamıyor. Bize son durum hakkında bilgi verebilir misiniz?

Bildiğiniz gibi, yaklaşık iki ay süren ölümcül bir savaş yaşadık. Hükümet olarak haftalarca ateşkes için müzakere ettik ve sonunda Amerikalıların yardımıyla bir ateşkes anlaşmasına vardık ve bu ateşkesi duyurudan 60 gün sonra uygulamaya koymayı kabul ettik. Bu arada bir askeri plan var: Lübnan Ordusu, İsrail’in geri çekileceği bölgelere konuşlanmaya başlayacak. Yapılacak çok iş var. Ordu bu görevi üstlenecek çünkü birçok mayın, patlamamış mühimmat, yıkım, kapalı yollar, yerinden edilmiş insanlar ve İsrail ile Lübnan arasında hassas bir askeri durum var. İsrail bu ateşkesi 100’den fazla kez ihlal etti ve bu, elbette, kabul edilemez. Lübnan ateşkese saygı duyuyor ve ateşkesin açıklandığı sırada kurulan komiteye güveniyoruz. Amerikalılardan, Fransızlardan, Lübnanlılardan, UNIFIL’den ve İsraillilerden bahsediyorum. İlk toplantıları bu hafta pazartesi günü yapıldı ve umuyoruz ki bu ateşkes en kısa sürede ciddi bir şekilde uygulanır çünkü İsrail’in neden olduğu yıkımın ardından yeniden inşa etmemiz gereken çok şey var.

Eğer İsrail ateşkesi tamamen iptal eder ve kısa bir süre önce olduğu gibi Lübnan’a saldırmaya devam ederse, Lübnan’ın mevcut tutumu ne olacak? Hizbullah’ın Suriye’den geri çekilip daha fazla birliğin Lübnan’a geri dönmesi sürece nasıl etki edecek? Lübnan ordusu saldırıların tekrarlanması karşısında ne yapacak?

Bu ateşkesin bozulacağını düşünmüyorum. Her gün olaylar yaşayacağız, ancak bunun ciddi bir ateşkes olacağına inanıyorum. Sanırım yaklaşık 40 gün içinde tüm Lübnan topraklarından tam bir çekilme gerçekleşecek. Lübnan Ordusu kuvvetlerini konuşlandıracak ve 1701 sayılı kararı gerektiği gibi, güney Lübnan dahil, uygulayacağız. Elbette, bu özellikle de güney Lübnan için geçerli çünkü 1701 sayılı karar, güney Lübnan’da silahların yasak olduğunu belirtiyor ve yalnızca Lübnan Ordusu ile UNIFIL’in silah taşımasına izin veriyor.

‘Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir Suriye’ye ihtiyacımız var’

Beşar Esad’ın devrilmesi ve Rusya’ya iltica etmesiyle Suriye’deki denklem tamamen değişti. Şam’ı ele eçiren Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), Suriye için geçiş dönemi hazırlamaya çalışan geçici bir hükümetle çalışıyor. Lübnan’ın Suriye’deki mevcut konjonktüre ilişkin tutumu ne olacak?

Şu ana kadar HTŞ ile herhangi bir ilişkimiz yok. Söylemek istediğim şu: Suriye halkı, Suriye’yi kimin yöneteceğine kendisi karar vermelidir. Lübnan olarak bizim istediğimiz, Suriye’nin gelecekteki hükümetiyle iyi ilişkilere sahip olmak çünkü birçok çıkarımız var. Orada fanatik bir hükümete ihtiyacımız yok. Lübnan’ın egemenliğine ve çeşitliliğine saygı duyan bir komşuya ihtiyacımız var. Bu, bizim ihtiyacımız olan tek şey. Komşu ülkeler olarak ilişkilerimizi sürdürmek için gerekli ilişkileri korumak adına elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ekonomi, ticaret, sosyal, siyasi ve hatta çözülmesi gereken sınır sorunları gibi birçok alanda çıkarlarımız var. Milyonlarca Suriyeli mülteci var ve kim yönetirse yönetsin, bu sorunların çözülmesi gerekiyor. Biz Suriye’nin iç işlerine karışmamalıyız ve aynı şekilde onların da bizim iç işlerimize karışmasına izin vermeyeceğiz. Umarız gelecekteki Suriye hükümetiyle onurlu ve verimli bir işbirliği sağlamak için çalışacağız.

‘HTŞ’den istediğimiz, iç işlerimize karışmaması’

HTŞ, Birleşmiş Milletler’in terör örgütleri listesinde yer alıyor ve birkaç ülke bu grubu terörist olarak tanımladı. Ancak yakın gelecekte durum değişebilir. Türkiye, diplomatik ilişkilerini sürdürmek için büyükelçiliğine bir maslahatgüzar atadı. Peki Lübnan’ın HTŞ’ye yaklaşımı ne? Lübnan HTŞ’yi bir terör grubu olarak görüyor mu yoksa Suriye seçimlere doğru giderken yaklaşım değişiyor mu?

Terör gruplarını tanımlayan bir sistemimiz yok. Zaten belirtmiştim, Suriye’nin gelecekteki hükümetinin hedeflerini değerlendireceğiz. HTŞ’den istediğimiz şey, Lübnan’ın iç meselelerine ya da işlerine karışmamasıdır. Şu ana kadar söylediğim gibi, Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini öngöremeyen tek ülke biz değiliz. Sistem teorik olarak devam etmeli. Mevcut durumla ilgilenmeye devam ediyoruz—örneğin Lübnan’daki Suriye büyükelçiliği, sınırlar ve diğer konular. Yeni devletin, yeni yönetimin ve yeni hükümetin ortaya çıkmasını bekliyoruz ve o zaman yolumuza devam edeceğiz. Şu anda yaşananlardan dolayı (büyükelçilik) aktif değil. Bekleyeceğiz, ancak ortaya çıkacak herhangi bir hükümetle iyi ilişkiler kurmayı umuyoruz çünkü bu iki ülkenin de çıkarına olacaktır.

Esad’ın ayrılmasından sonra İsrail, Golan Tepeleri’nde daha fazla ilerledi. İsrail’in bölgedeki konumu ne? Uzmanlar İsrail’in Suriye’deki varlığının geçici olmayabileceğini düşünüyor. Lübnan, İsrail’in Suriye’de alan kazanmasını nasıl değerlendiriyor?

Lübnan için önemli olan İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesidir. Sizin de belirttiğiniz gibi, İsrail yalnızca Golan Tepeleri’nde veya güney Suriye’de değil, Suriye’nin ordusunu, hava ve deniz kuvvetlerini, her şeyini yok etti. Bu durum Suriye’yi zor bir konuma sokuyor. Yeni Suriye hükümetinin nasıl bir orduya ya da güvenlik gücüne sahip olacağını veya İsrail ile nasıl bir ilişki kuracaklarını bilmiyoruz. Şu anda her şey belirsiz. Tüm bunların üzerinden sadece beş ya da altı gün geçti ve işlerin nasıl şekilleneceğini görmek için zamana ihtiyacımız var.

‘Yeni cumhurbaşkanı 9 Ocak’ta seçilecek’

Lübnan’ın İsrail’in saldırıları sırasında zayıf kalmasının en önemli nedenlerinden biri de iç siyaset. Beyrut limanı patlamasıyla sarsılan Lübnan, halen ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Bunun yanında ülke, iki yılı aşkın süredir halen cumhurbaşkanını seçemedi. Mevcut durum biraz da bu sorunun sonucu mu?

Lübnan’daki sistem, bu tür süreçleri kolaylaştırmak için tasarlanmış bir sistem değil. Karmaşık bir sistemimiz var; parlamento, din, siyasi gruplar ve daha fazlası işin içine giriyor, bu da bir cumhurbaşkanı seçimini zorlaştırıyor. Cumhurbaşkanı seçmek kolay değil çünkü yasalarımız seçim sürecini geciktiriyor, özellikle de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde. Ancak 9 Ocak’ta bir oturumumuz var ve yakında bir cumhurbaşkanımız olmasını umuyoruz.

Bir ülkeyi cumhurbaşkanı olmadan yönetemeyiz. Evet, idare edebiliriz; ülke devam eder, ölmez, yok olmaz, ortadan kaybolmaz. Ama aynı zamanda refah da getirmez. Ülkemizi geliştiremeyiz, inşa edemeyiz ve genç Lübnanlıların isteklerini yansıtan yeni, modern bir yönetim kuramayız. Onlar ki çok hırslı ve özgürlüğün korunduğu, güzel Lübnan kültürü ve Lübnan’ın takdire şayan imajı ile modern bir ülke yaratmak istiyorlar.

Cumhurbaşkanına, yeni bir hükümete, Suriye ile yenilenen ilişkilere ve İsrail ile bir ateşkese sahip olmayı umuyoruz. Uzun vadede, şahsen Lübnan’ın geleceği hakkında bir miktar iyimserim. Elbette bu durumun ciddi bir etkisi var. Geçici bir hükümet olarak büyük kararlar alamayız, yeni yetenekleri işe alamayız ya da yasaları geçiremeyiz. Sistem, cumhurbaşkanı olmadan işleyemez. En yetenekli gençlerimizi kaybediyoruz; Lübnan’ı terk ediyorlar ve bu, bizim çıkarımıza değil.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Irak’a sığınan iki bin Suriye askerinin iadesi bugün başlıyor

Yayınlanma

suriye ordusu

Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, Irak’a kaçan Suriye ordusu askerlerinin iadesine bugün başlanacağını açıkladı.

Irak resmi haber ajansı INA’ya göre Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, konuya dair açıklama yaptı. Miri, Irak’a Esad yönetimi askerlerinin Suriye’ye iadesine bugün başlanacağını belirtti. İade işlemlerinin Irak’taki ilgili makamlar tarafından başlatılacağını aktaran Miri, sürecin Suriye tarafı ile koordineli yürütüleceğini ifade etti.

Suriye ordusuna bağlı yaklaşık 2 bin asker 7 Aralık’ta El-Kaim Sınırı Kapısı üzerinden Irak’a kaçmıştı. 9 Aralık’ta ise Heyet-i Tahrir Şam’a bağlı askeri operasyonlar komutanlığı, zorunlu askerlik yapanlara yönelik genel af kararı çıkarmıştı.

Irak’ın Anbar vilayetine bağlı Rutba ilçesinde bir kampa yerleştirilen askerler kötü koşullar nedeniyle ülkelerine geri gönderilmek için eylem yapmıştı.

Rutba ilçesi Kaymakamı İmat el-Duleymi, yaptığı açıklamada kaçan askerlerin çadırlarda barındığını ve bölgede elektrik, su ve ısınma imkanlarının yetersiz olduğunu ve yerleştirildikleri kampın internet erişiminden yoksun olduğundan dolayı aileleriyle iletişim kuramadıklarını söylemişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail tek kurşun sıkmadan Dera’ya ilerliyor: PYD, İsrail dahil herkesten yardım istiyor

Yayınlanma

Türkiye ve onun desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) Ayn el Arap’a (Kobani) yönelik operasyona hazırlanırken HTŞ ile aradığı diyaloğu henüz kuramayan PYD, Türkiye’ye karşı İsrail dahil tüm ülkelerden yardım bekliyor. Bu arada Suriye topraklarına giren İsrail de Dera’ya doğru ilerliyor.

PKK’nın Suriye kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim video konferans yöntemiyle düzenlenen toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtladı.

DW Türkçede yer alan habere göre Salih Müslim HTŞ ile PYD arasında PYD’nin işgalindeki toprakların geleceğine ilişkin henüz bir müzakere süreci başlamadığını söyledi.

Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Suriye’nin başkentini ele geçirip Esad yönetimini devirdiğinde Salih Müslim HTŞ ile diyaloga açık olduklarını söylemiş, “HTŞ bize bir adım atarsa biz iki adım atarız” demişti. Ayrıca PYD liderliği kendine bağlı kurumlara HTŞ’nin tanıdığı yeni Suriye bayrağının asılması talimatını vermişti.

Şam’a gönderdikleri mesajlara “henüz yanıt alamadıklarını” söyleyen Müslim, yine de olası müzakereleri yürütmek üzere bir heyet hazırladıklarını ve umutlu olduklarını belirtti.

Müslim, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın “HTŞ ve Kürtler arasında bir diyaloğu önlemek için aceleyle ve erkenden” Şam’a gitmiş olabileceğini düşündüğünü de söyledi.

HTŞ ile müzakerelerden istedikleri sonucu alamamaları halinde Şam’la bir çatışma ihtimali görüp görmediğinin sorulması üzerine Müslim, “Bu olmazsa kendimizi siyasi olarak savunacağız. Her şey masada ancak iyi niyetle yaklaşıyoruz” dedi.

Hem HTŞ hem SMO için “cihatçı” nitelemesi yapan Müslim, yine de HTŞ’nin geçmişte kendilerine yönelik operasyonlara katılmadığına dikkat çekti. Fakat bu yapının da “Türkiye ile koordinasyon halinde olduğunun” farkında olduklarını kaydetti.

“İsrail desteğine açığız”

İsrail basınında son günlerde çıkan “İsrail’in Suriyeli Kürtleri Türkiye’ye karşı koruması gerektiği” şeklindeki yorumların sorulması üzerine Müslim, “Özellikle İsrail’den değil, herkesten destek istediklerini” söyledi. Salih Müslim, “İsraille iletişimimiz yok, eğer böyle bir (Kürtlere destek) açıklamaları varsa elbette takdirle karşılarız” dedi. Müslim, Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği tutumun “İsrail’i de rahatsız ettiğini” savundu.

Jerusalem Post gazetesi 9 Aralık tarihinde, “Suriye Kürtlerinin temsilcileri yardım ve koruma talebiyle İsrailli yetkililere başvurdu” diye yazmıştı.

İsrail’in Türkiye’ye karşı açık desteğinin SDG kontrolündeki bölgelerde yaşayan Arap halkları huzursuz edip etmeyeceği sorusu üzerine Müslim, “Mısır, Fas, Tunus, Körfez ülkeleri… tüm bu Arap ülkelerinin zaten İsraille ilişkisi var” ifadelerini kullandı. Arap aşiretlerinin sırf bu yüzden kendileri aleyhine tutum almasını beklemediğini söyledi.

İsrail ordusu Dera’ya ilerliyor

Türkiye’nin PYD’ye yönelik eylemlerinden rahatsızlığını dile getiren İsrail ise Esad yönetiminin devrilmesi üzerine girdiği Suriye topraklarındaki işgalini tek bir kurşun dahi sıkmadan derinleştiriyor.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İsrail’in Dera kırsalında dokuz kilometre ilerleyerek bölgedeki Koya köyüne ve Vahdet barajı bölgesine girerek stratejik mevzilere konuşlandığını duyurdu.

SOHR’un bildirdiğine göre İsrail güçleri bölgeye girmeden önce bölge sakinlerinden silahlarını teslim etmelerini istedi.

SOHR, ayrıca İsrail güçlerinin İsrail – Suriye sınırındaki tampon bölge yakınlarındaki Kuneytra bölgesi ve Dera arasındaki sınırda yer alan Sayda köyü yakınlarındaki askeri bir bölge olan 74. Tugay bölgesine girdiğini aktardı.

İsrail ordusu bu ay Esad hükümetinin çöküşünün ardından, Suriye sınırında yer alan stratejik Hermon Dağı’nı işgal etmiş ve Suriye ile işgal altındaki Golan Tepeleri arasındaki silahtan arındırılmış bölgeye girmişti. İsrailli yetkililer, bu hareketi İsrail’in sınırlarının güvenliğini sağlamak için sınırlı ve geçici bir önlem olarak tanımlamasına rağmen en az 2025’in sonuna kadar işgali devam ettireceklerinin mesajlarını veriyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English