Netanyahu hükümetine karşı yürütülen protestolarda askerlerin öne çıkması ülkenin en köklü sol yayın organı Haaretz’de tartışma yarattı. Gazetenin kıdemli yazarlarından biri “(Askerler) Demokrasi ve insan haklarını nereden öğrendiler? Batı Şeria’nın Havara kasabasında mı, yoksa Gazze’nin Cebelya mülteci kampında mı? Kudüs’te Rus Yerleşkesi’ndeki gözaltı merkezinde bulunan 4 numaralı odada mı yoksa 1950’lerin Kıbya’ya yönelik misilleme baskını anılarında mı?” diye sordu.
İsrail’de Binyamin Netanyahu hükümetinin yargının yetkilerini kısıtlayan yasal düzenlemelerine karşı yapılan kitlesel eylemler sürerken ülkenin sol görüşleriyle öne çıkan aydınlarında “asker” rahatsızlığı yaşanıyor.
İsrail tarihin en sağcı hükümetinin yargı bağımsızlığına darbe olarak nitelenen reform girişimine karşı eylemler 9 haftayı geride bıraktı. 15 yıl başbakanlık yapan ve ülkede “en uzun süreli başbakanlık görevinde bulunan siyasetçi” olma özelliğini taşıyan Netanyahu, kendisine karşı düzenlenen protestolara yabancı değil. Ancak sokaklara dökülen sivillerin yanı sıra, eylemlere hukukçular ve yüksek teknoloji ile sağlık sektörü gibi meslek gruplarının yanı sıra siyasetçiler ve eski devlet yetkilileri de katılıyor. Özellikle ordu içinden gelen itirazlar dikkat çekiyor.
Mossad, Şin Bet ve ordudan emekli eski askerler düzenlemeye karşı seslerini yükseltirken İsrail ordusuna bağlı seçkin birimlerden yedek askerler, vicdani ret açıklaması yaptılar.
İsrail Hava Kuvvetleri bünyesindeki “Çekiç Filosu”nda görev yapan 40 yedek pilottan 37’sinin yargı düzenlemesi Meclis’ten geçtiği taktirde göreve gelmeyeceğini ilan etmesinden sonra 400 yedek askeri istihbaratçıdan da benzer bir çıkış geldi. İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet Başkanı Ronen Bar, Mossad Başkanı David Barnea ve İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’ye mektup gönderen istihbaratçılar, “İsrail’deki asker ve sivillerin, bir anayasal kriz durumunda Yüksek Mahkemenin ve başsavcının direktifleri doğrultusunda hareket edeceği ve İsrail’in hukukun üstünlüğüne bağlı bir demokrasi olmasını sağlayacağını” söyledi.
Hükümetin yargı reformunu hayata geçirmesi durumunda “güvenlik teşkilatında hizmet etmeyi reddettiklerini” duyuran söz konusu yedek askeri istihbaratçılar, ordu ve güvenlik otoritelerinin yedek askerlere yaptığı “görevlerine dönmeleri” çağrısına işaret ederek şunları kaydetti: “Bizi teskin etmek için yapılan toplantılar işe yaramayacak. Bir diktatörle anlaşmayız, anlaşmayacağız. Yedek askerleri bir diktatöre hizmet etmeye zorlayamazsınız.”
Yargı reformuna karşı “sivil itaatsizlik” eylemleri sürüyor. Foto: Mostafa Alkharouf/ AA
Ordu içinden gelen bu tepkiler Netanyahu üzerindeki baskıyı da artırıyor. İsrail Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Herzi Halevi ve Netanyahu’nun Savunma Bakanı Yoav Gallant “yedek askerlik sistemi”nde ciddi bir krizin ortaya çıkma endişesiyle hükümete uyarıda bulundu ancak Netanyahu yedek askerlerin kararına tepki gösterdi, talimlere katılmayı reddetmelerinin “varoluşsal tehdit” oluşturduğunu söyledi: “Bu toplumda protestoya yer var, fikir ayrılıklarına yer var ama görevi reddetmeye yer yok.”
Son günlerde protestolara katılan tüm kesimler içerisinde ordunun öne çıkarılması ülkenin en köklü sol yayın organı Haaretz’de tartışma yarattı. Dün yayınlanan sayıda “Yargı darbesine direnen yedek askerleri selamlayın” başlığıyla çıkan yazıda savunulan fikirlere bugün gazetenin aynı zamanda yayın kurulunda yer alan iki önemli köşe yazarından tepki geldi. Zvi Bar’el, askerlerin tek örgütlü güç olarak protestoların liderleriği ele geçirdiğini belirtti ve “Bu, geri dönüşü olmayan bir adım” dedi. Gideon Levy gazetede yayınlanan yazıya gönderme yaparak “Biri onları selamlayabilir, ama şunu da sormak gerekir: Bunlar demokrasinin rehberleri ve kural koyucuları mı? Demokrasi ve insan haklarını nereden öğrendiler? Batı Şeria’nın Havara kasabasında mı, yoksa Cebelya’nın Gazze mülteci kampında mı? Kudüs’te Rus Yerleşkesi’ndeki gözaltı merkezinde bulunan 4 numaralı odada mı yoksa 1950’lerin Kıbya’ya yönelik misilleme baskını anılarında mı?” diye yazdı.
Dikkat çekici iki yazı şöyle:
***
İsrail’in Demokratik Protestosunun Sinsi Militarizasyonu
Gideon Levy
Moşe Ya’alon (eski Genelkurmay Başkanı ve eski Savunma Bakanı) şu anda İsrail’deki demokratik protesto hareketinin liderlerinden biri. Bütün trajikomedi sürerken iki gün önce Kanal 13 TV’de ortaya çıktı ve yargı reformunun İsrail ordusunun (IDF) savaş suçları işlemesine yol açma riskinden bahsetti.
Ya’alon savaş suçlarını biliyor. Hukuk profesörü Menachem Mautner, Facebook’ta Ya’alon komutasındaki ordunun ikinci intifada sırasında nasıl dizginsizce saldırdığını yazdı. Demokrat Ya’alon, geçmişte “Breaking the Silence” adlı insan hakları örgütündeki aktivistleri ‘yasadışı ileri karakol’ terimini kullandıkları için bu terimin kendisinin gayri meşru olduğunu ileri sürerek “hain” olarak nitelendirdi. “Tüm bunlar onu (Ya’alon) amacı hukukun üstünlüğünü savunmak olan protestoların merkezi figürü haline getiren halkımız ve reformun muhalifleri hakkında ne söylüyor” diye sordu Mautner, “Balık hafızaları olduğunu mu? Yoksa burada çok daha derin bir şey mi var?”
Gerçekten de işin içinde çok daha derin bir şeyler var, Profesör Mautner.
Hastalık geri döndü. Bir an için olgunlaştığımızı ve iyileştiğimizi düşünsek, protestolar beraberinde hastalığı büyük ölçüde geri getirdi. Tekrarlayan hastalıklar özellikle kötüdür. Bazen öldürücüdürler. Protestoların himayesinde İsrail, generallere tapma günlerini geride kalmışken, ondan vazgeçmişiz gibi göründükten sonra, eski ve şeytani militarizmine geri dönüyor.
Halkı etkileyici bir şekilde sarsan ve ayağa kaldıran protestolar, aynı zamanda onun gizli dokusunun da görülmesine olanak sağladı. Ulusal tomografi taraması, orduya yeniden tapınıldığını ortaya çıkardı. Bu kötü bir haber.
Militarist kesim yavaş ama emin adımlarla, protesto hareketinin gündemini ele geçirdi. Askeri logo taşıyan protesto mektupları olmadan gün geçmiyor. Dün Golani ve Egoz Keşif Birimi’nden eski askerler, siber savaş uzmanları ve askeri istihbarattaki özel harekat askerleriydi. Diktatörlüğe hizmet etmeyecekler. Pilotlara, Sin Bet ve Mossad ajanlarına ve diğer seçkin birimlerden gazilere katıldılar.
Gadna* gençlik öncü birliklerinin eski komutanları tarafından imzalanmış herhangi bir mektup henüz gün yüzüne çıkmadı. Batı Şeria’da konuşlu Kfır Tugayından birini endişeyle bekliyoruz. Sami Peretz, Haaretz’de, açıkça konuşanları selamladığını yazdı. Onlar gerçekten saygıya layıktırlar. Diktatörlüğün tehlikeleriyle savaşmak isteyen herkes öyledir.
Sorun eski askerler -İsrail’de kimse gerçekten ordudan ayrılmaz, yaşlı kurtlar sonsuza kadar hizmet eder- hareketi devraldığında başlar. Bu kesinlikle onların suçu değil, gösterilerdeki varlıklarını diğer sektörlerden daha fazla vurgulayan takipçi sürülerinin, protestocuların, göstericilerin ve gazetecilerin suçu.
Siyonist sol, vatanseverliğini kanıtlamak için orduyu her zaman sağdan daha çok el üstünde tuttu. Siyasetin orduya nüfuz edeceği ve orduyu siyasallaştıracağı endişesi her zaman olsa da (başlangıcından beri durum böyleydi) şimdi tam tersi bir risk ortaya çıktı: siyasetin (protestoların) militarize edilmesi. Bu şimdi gözümüzün önünde oluyor.
Protestolara sadece kişiler ve kesimler öncülük etmiyor, aynı zamanda çocuksu, askeri dokunaklı dil ve kendini beğenmişlik de kullanılıyor. İntifadanın neye benzediğine dair hiç bir fikri olmayan bir yazar, protestolara, İsrail’in ilk intifadası diyor. Bir diğeri, sonuna kadar savaştan bahsediyor ve herkes sanki Normandiya’da savaşıyormuşuz gibi ne pahasına olursa olsun zaferden bahsediyor.
Cumhurbaşkanı Herzog’un önerilerinin yanı sıra en çok tartışılan çözüm önerisi, başka bir ünlü ve seçkin demokrat olan İsrail’in gizli ve anti-demokratik Şin Bet güvenlik servisinin eski başkanı Yuval Diskin’e ait. Evet, bu protestoda eski bir Şin Bet şefi rehber olabilir, bir Mossad şefi İsrail demokratlarının ideoloğu olabilir ve ölüm mangalarının eski kadroları, siber savaş casusları özgürlük bayrağını kaldırırken, solun kahramanları olabilir.
İnsan hakları, ahlak ve vicdanın liderleri olan entelektüellerin yerini silahlı ordunun yedek askerleri aldı. İsrail’e demokrasiyi öğretenler onlar olacak. İsrail toplumunda hak ettiklerinden çok daha fazla ağırlığa sahip oldukları için protestolara katılmaları iyi oldu. Yüksek teknoloji ve iş dünyasından insanlarla birlikte protestoya katılmaları oyunun kurallarını değiştirdi.
Birileri onları selamlayabilir ama şunu da sormak gerekir: Demokrasinin yol göstericileri ve kural koyucuları bunlar mı? Demokrasi ve insan hakları hakkında nereden öğrendiler? Batı Şeria’nın Havara kasabasında mı, yoksa Gazze’deki Cebelya mülteci kampında mı? Kudüs’te Rus Yerleşkesi’ndeki gözaltı merkezinde bulunan 4 numaralı odada mı yoksa 1950’lerin Kıbya’ya yönelik misilleme baskını anılarında mı?
*Ç.N: İsrail’in “savaşan ulus” yaratma amacıyla oluşturduğu 14-18 yaş aralığındaki lise öğrencilerini bu sürece hazırlayan programın adı. Bu programda gençlere hem askeri hem de dini-tarihi-ideolojik eğitim veriliyor. Bu yönüyle ülkede özellikle solcular tarafından eleştiriliyor.
***
Demokrasi Yanlısı Protestocular ile İsrail Ordusu Arasındaki Tehlikeli İttifak
Zvi Bar’el
Ordu nihayet siyaseti keşfetti ve her zaman tribünlerde oturduğu sahada kendisini kilit bir hücum oyuncusu haline getirdi. İlk bakışta kuralları çiğneme gerekçesi ikna edici görünüyor. Pilotlar bu hafta, kabine ve Knesset’in (Meclis) demokrasiyi ortadan kaldırarak orduyla olan sözleşmelerini tek taraflı olarak bozduğunu ve bu nedenle verecekleri herhangi bir emrin pekâlâ yasa dışı olabileceğini açıkladılar.
Göreve gitmeyeceklerini açıklayan 200 yedek askeri doktor da benzer bir açıklama yaptı. “Mevcut hükümetin geniş ve demokratik bir ulusal mutabakat çerçevesinde hareket ettiği ve İsrail’in demokratik, eşitlikçi karakterini korudundan” (Haaretz, 6 Mart) emin olmadan göreve gelmeye devam edemeyeceklerine dair.
Ama yanılıyorlar. Demokratik bir ülkede, kabine ve Knesset’in (Meclis) orduyla ülkenin nasıl yönetildiği, politikalarını uygulamak için gereken fikir birliğinin kapsamı veya ülke demokrasisinin kalitesi hakkında bir sözleşmesi yoktur. Konsensüs sivillerin yetkisindedir.
Yalnızca demokratik olmayan ülkelerde ordu, sanki seçilmiş bir organmış gibi ‘demokrasiyi koruma’ yetkisini öne sürer. Türkiye’de ordu, İslamcı bir partiye mensup seçilmiş Başbakan Necmettin Erbakan’a Şubat 1997’de bir ültimatom verdi. Ülkede dini etkiyi önemli ölçüde azaltmayı amaçlayan 18 talebe uyması istendi.
Bu hamlenin arkasındaki itici güç olan kıdemli subay olan Orgeneral Çevik Bir, “Türkiye’de İslam ve demokrasi evliliği var. Bu evliliğin çocuğu laikliktir. Bu çocuk zaman zaman hastalanıyor. Çocuğu kurtaran doktor Türkiye’nin silahlı kuvvetleridir. Hastalığın ciddiyetine göre, çocuğun iyileşmesini sağlamak için gereken ilaçları sağlıyoruz” dedi.
Protesto hareketleri ve devlet sistemimize yönelik hükümet darbesinden korkan milyonlarca İsrailli, hükümeti anayasal diktatörlük kurmaktan caydırabilecek son çare olarak orduya ve özellikle de seçkin birimlerine güveniyor.
İlk bakışta bu uygun ve gerekli bir ittifak gibi görünüyor. Kendini savunan bir demokrasi, söz konusu araç açıkça demokratik olmayan bir örgüt olsa ve gücünü demokratik olmayan bir şekilde kullanılsa bile, elindeki tüm araçları kullanma hakkına sahiptir. İlaç acı olsa bile “hasta çocuk” kurtarılmalıdır.
Ancak gerçekte bu tehlikeli bir ittifak. Eski hava kuvvetleri komutanı Eliezer Shkedy’nin gazeteci Keren Marciano ile yaptığı söyleşide söylediği gibi, artık yargıya mı yoksa hükümete mi itaat edeceğine karar vermek zorunda kalacak olan orduyu tehlikeye atıyor. Daha da kötüsü, sivillerin orduya “kırmızı çizgiler” koyma ve İsrail’in sosyopolitik sözleşmesinin şartlarını hazırlama yetkisi vermesine yol açıyor.
Ordu, Şin Bet güvenlik servisi ve Mossad’ın bu protestolara öncülük etmediğini hatırlamak önemli. Ancak, (onlar) kendilerini koruyan yasal savunma kalkanını paramparça edecek çılgın mevzuatın kendilerini sürüklediği tehlikenin büyüklüğünü fark ettikten sonra protestolara katıldılar. Görünüşe göre sivil protestocuların hedeflerine ulaşabileceklerine de pek inanmıyorlar, çünkü şimdi liderliği ele geçiren ve protestoların tek örgütlü temsilcisi haline gelenler onlar. Sonuç olarak, Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tomer Bar, diyaloğu zorlama, yasayı durdurma ve İsrail mutabakatının nasıl olması gerektiğine karar verme yetkisine sahip olanlardır.
Bu, geri dönüşü olmayan bir adım. Çünkü askerler üslerine döndükten ve pilotlar eğitime devam ettikten sonra bile ordu artık yalnızca güvenlikle ilgili konularında görüş bildirme hakkına sahip tarafsız, itaatkar bir örgüt olmayacak. Yapısı ne olursa olsun hiçbir hükümet, ordunun dikte ettiği anayasal konsensüsü görmezden gelemeyecektir.
Türk general Çevik Bir, bir keresinde ordunun siyasete müdahalesini “demokrasinin dengesini düzeltmek” olarak tanımlamıştı. Bu zarif üslup şimdi İsrailli protestocuların kalbini kazanıyor. Ama Türklerin bunun için ödediği çok yüksek bedeli gerçekten düşünmeleri gerekiyor.