DÜNYA BASINI
Japonya Tayvan’ı savunmalı mı?
Yayınlanma

Responsible Statecraft / Kiyoshi Sugawa
Editörün Notu: Kiyoshi Sugawa, Tokyo merkezli bağımsız bir özel düşünce kuruluşu olan Doğu Asya Topluluğu Enstitüsü’nde (EACI) kıdemli bir araştırma görevlisidir. Araştırma alanları arasında Japonya’nın büyük stratejisi, dış politikası ve ulusal güvenlik politikasının yanı sıra Japon iç politikasının analizleri de yer alıyor.
2009’dan 2012’ye kadar Japonya Başbakanlık Kabine Sekreterliği’nde Dış Politika Özel Araştırmacısı olarak görev yaptı. Japon Demokrat Parti hükümeti altında üç Başbakana danışmanlık yaptı. Hükümet görevinden sonra, partinin genel politika oluşturma sürecini yönetti ve üst düzey yönetici olarak parti liderlerine çeşitli konularda tavsiyelerde bulundu. 1999’dan 2000’e kadar Brookings Enstitüsü’nün Kuzeydoğu Asya Politika Çalışmaları Merkezi’nde (CNAPS) misafir araştırmacı olarak yer aldı.
Kiyoshi’ye göre ABD ile fazla yakınlaşma Tokyo için büyük tehditler oluşturuyor. Son yazısında ortaya koyduğu başlıklar ve seçenekleri sizler için çevirdik.
—
Ukrayna’da savaşın patlak vermesinden bu yana bir yıldan fazla zaman geçti ve giderek daha fazla ses “Sırada Tayvan var” diye tartışıyor.
ABD Başkanı Joe Biden, bir Çin saldırısı durumunda ABD’nin Tayvan’ı savunacağını defalarca söyledi. Biden’ın sözü ele alınırsa, çatışmanın gerçekten çıkması durumunda Japonya kritik bir karar vermek zorunda kalacak. Japonya’nın konumu, özellikle ABD’nin Japonya’daki üsleri kullanıp kullanamayacağı böyle bir savaşın sonucunu güçlü bir şekilde etkileyecektir.
Bununla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri Tayvan’a askeri olarak müdahale ederse Japonya’nın otomatik olarak Çin ile savaşmasını beklemek saflık olur.
Japonya için iki seçenek
Bazı politikacıları ve yetkilileri tarafından yapılan şahin kamuoyu yorumlarına rağmen, Japonya’nın Tayvan’ı tek başına savunmak için ne yeteneği ne de iradesi var. Tokyo için sorun, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir Tayvan çatışması durumunda Çin ile savaşa girmeye karar vermesiyle ortaya çıkıyor.
Basitçe söylemek gerekirse, Japonya’nın iki seçeneği var. Biri ABD ile birlikte Çin ile savaşmak. Diğeri tarafsızlığı seçmektir. Mantıken “Ukrayna modeli” diyebileceğimiz üçüncü bir seçenek olabilir. Çin ile doğrudan savaşmak yerine, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri Tayvan’a askeri destek sağlayabilir ve bu arada Batılı ülkeleri Çin’e çeşitli yaptırımlar uygulamak için bir araya getirebilir. Ancak Tayvan, Ukrayna’nın yalnızca 1/16’sı büyüklüğünde bir ada ülkesidir. Adanın tamamı bir savaş alanı haline geldiğinde, Çin’in Tayvan’a hava veya deniz yoluyla silah ve mühimmat gönderilmesine rıza göstermesi pek olası değil.
Nihayetinde, bu seçeneğin Çin ile savaşmaktan hiçbir farkı yok.
Çin ile Savaş: Japonya, Ağır Fedakarlıkla Tayvan’ı Savunmaya Yardımcı Olabilir
Japonya, ABD’nin yanında savaşarak önemli bir rol oynayabilir. Öz Savunma Kuvvetlerinin katılımı savaşın kazanılmasına kesinlikle yardımcı olacaktır. Ancak en önemli katkı, ABD kuvvetlerinin yalnızca Japonya’daki ABD üslerinden değil, aynı zamanda sivil limanlar ve hava alanları gibi diğer altyapılardan da faaliyet göstermesine izin vermek olacaktır. Bu durum, Çin ordusu için korkunç bir tehdit oluşturacaktır.
Washington merkezli Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi (CSIS) tarafından yürütülen savaş senaryosu çalışmalarında ABD’nin Japonya’daki üslere erişememesi durumunda Tayvan üzerindeki bir çatışmayı kaybedeceğini öne sürülüyor.
Öte yandan, Çin ile savaşa girmek çok büyük bedeller gerektirecektir. Japonya, ABD Hava Kuvvetlerinin Japonya’dan kalkış yapmasına izin verirse, Pekin’in Taipei’yi teslim olmaya zorlaması neredeyse imkânsız olur. Çin ordusunun, ABD kuvvetlerinin kapasitesini azaltmak için Japonya’daki ABD üslerine ve diğer askeri altyapıya saldırmaktan başka seçeneği kalmayacaktır.
CSIS savaş analizi, böyle bir senaryonun tüm taraflara yıkıcı zararlar vereceği sonucuna vardı. Ancak Japonya’ya verilen zarar muhtemelen sivil sektörleri de içerecektir. Çin’in ABD anakarasına konvansiyonel silahlarla saldırma kabiliyeti sınırlı olsa da Japonya’yı vurmak için esas olarak füze cephaneliğinden oluşan yeterli güce sahip. Japon sivil kayıpları, ABD’nin uğradığı kayıplardan çok daha fazla olacaktır.
Japonya kaçınılmaz olarak savaş sahnesinin bir parçası olacağından, ekonomisi de bundan zarar görecektir. Böyle bir savaş ne kadar uzun sürerse ve ne kadar tırmanırsa, Japonya’ya verdiği yıkım o kadar büyük olacaktır.
Ukrayna savaşında iki nükleer güç, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya, savaş alanı büyük ölçüde Ukrayna ile sınırlı kaldığı için şimdiye kadar doğrudan çatışmadan kaçındı. Bunun nedeni, Amerika Birleşik Devletleri’nin nükleer savaş riskine girmek istememesidir. Ancak Tayvan için bir savaş, iki nükleer gücü doğrudan karşı karşıya getirecektir. Guam veya Japonya’daki ABD askeri üsleri Çin tarafından vurulursa veya savaş güçlü bir şekilde Tayvan’a yönelirse, ABD’nin anakara Çin’e saldırma şansı göz ardı edilemez.
Tarafsızlık: Japonya güçlü ancak Tayvan’ı ve ittifakı kaybedebilir
Japonya tarafsız bir tavır alıp Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi topraklarındaki üslerini kullanmasına izin vermezse, Japonya’nın artıları ve eksileri temelde tersine dönecektir. Bu koşullar altında Pekin’in Japonya’ya saldırmak için hiçbir nedeni olmaz. Tarafsızlığı seçmenin en büyük avantajı açıkçası bu.
Ancak Japonya’daki üsleri kullanamayan Amerika Birleşik Devletleri ve Tayvan, Çin ile savaşta çok zarar görecek. Washington, herhangi bir askeri müdahale hakkında iki kez düşünmek zorunda kalacaktı.
Her iki durumda da tarafsız bir Japon duruşu, Çin’in Tayvan’ı ele geçirme ve Çin Komünist Partisi tarafından yönetim kurma şansını büyük ölçüde artıracaktır. Böyle bir senaryoda Japonya-ABD ittifakı önemli ölçüde kötüleşecek ve muhtemelen Güvenlik Anlaşmalarının feshedilmesini içerecektir. Savaştan sonra ise Japonya, ABD ile yakın bağları olmayan saldırgan bir Çin ile uğraşmak zorunda kalabilir.
Doğru cevap yok
Elbette, Tayvan’ın demokrasisini korumak önemlidir, ancak hepsi bu kadar değil. Başka bir demokrasiyi korumak, dış politika kararları almak için mutlak bir kriter olsaydı, ABD ve müttefikleri şimdiye kadar Ukrayna adına doğrudan Rusya ile savaşıyor olurdu. Ancak ABD de dahil olmak üzere NATO ülkeleri, nükleer kıyamet de dahil olmak üzere böyle bir senaryonun risklerini açıkça değerlendirdi ve yardımlarını buna göre sınırladı. Doğru yaklaşım budur.
Başbakan Fumio Kishida 13 Ocak’ta Washington’daki Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda yaptığı konuşmada, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığını değerlendirdi ve “Özgürlüğümüzü ve demokrasimizi savunmak için harekete geçmek üzere bu meydan okumanın üstesinden gelmesi gereken Japonya’dır” dedi. Çin’i tartışırken, “statükoyu tek taraflı olarak zorla değiştirmeye yönelik hiçbir girişime asla izin vermeyeceğine” söz verdi.
Ancak Tayvan konusunda bir çatışma gerçeğe dönüşürse, Japon liderlerin her bir seçeneğin maliyet ve faydalarını dikkatli bir şekilde tartması gerekecek. Amerika Birleşik Devletleri, Japonya’nın arzu ve beklentilerine öylece boyun eğeceğini kesin olarak kabul etmemelidir.
Bununla birlikte, tarafsızlığı seçmek de açık bir cevap değildir. Japonya kendi güvenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak için çok şey feda edecek. Dahası, eğer Japonya tarafsız bir tavır alırsa, Çin, Tayvan’ı kontrol altına alma amacını gerçekleştirmek için askeri güç kullanım cesaretini artıracak. Örneğin, Taipei tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan ederse, Japonya’nın Tayvan’ı savunmak için bir savaşın yıkıcı sonuçlarını riske atmaya istekli olacağını hayal etmek zor.
Öte yandan Pekin, Tayvan’ı tek taraflı olarak birleştirmek için şiddete başvurursa, “sıra Japonya’da” argümanı çok daha ikna edici hale gelecektir. Her halükârda, Japonya nihai kararını bir savaş gerçekten kaçınılmaz hale geldiğinde vermeli.
Doğu Asya’da savaşa davet mi var?
Bir savaşa katılmak veya tarafsız bir pozisyon almak olsun, ikisi arasındaki seçim iki kötülük arasında bir seçim olacaktır. İkisinden birini seçmek zorunda kalınırsa, Japonya ve ABD çok büyük riskler ve ağır maliyetlerle karşı karşıya kalacak.
Nihayetinde, Japonya’nın en büyük önceliği bir savaşı önlemek olmalıdır. Hem Japonya hem de Amerika Birleşik Devletleri, Tayvan ile birlikte askeri caydırıcılığı artırmak için çok çalışıyor. Aynı zamanda Washington, Tayvan’ı Pekin’le olan stratejik rekabetinde önemli bir mihenk taşı olarak kullanıyor. Japonya ayrıca Çin’i eleştirmekte ve Tayvan’a desteğini açıkça ifade ediyor.
Çin liderliği, Tayvan’ın bağımsızlığına müsamaha göstermesi halinde Komünist Parti’nin Çin yönetiminin meşruiyetinin kaybolacağından korkuyor. Tarih, caydırıcılığın başarısızlık örnekleriyle doludur. Japon İmparatorluğu’nun liderliği, Japon Ordusunun Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı bir savaşı kazanabileceğine inanmasa da, Doğu Asya’daki gücünü sürdürmek amacıyla Pearl Harbor’a saldırmaya karar vermişti.
Putin’in Ukrayna’yı işgal etme kararı, en azından kısmen, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin Rusya’nın hayatta kalmasını ciddi şekilde tehdit edeceği korkusuna olan takıntısından kaynaklanıyordu.
Tayvan üzerinde bir savaşı önlemek için, Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya’nın yalnızca yeterli caydırıcılık peşinde koşması değil, aynı zamanda Çin’e Tayvan’ın bağımsızlığı fikrine dair makul güvenceler sağlaması da elzemdir. Aksi takdirde, “Tayvan bir sonraki Ukrayna olacak” şeklindeki pervasız retorik, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşebilir. Ve Japonya korkunç kararlarla yüzleşmek zorunda kalabilir.
İlginizi Çekebilir
-
ABD, Ukrayna’daki savaş suçları soruşturmasına fon sağlamayı durdurdu
-
Total Avrupa’yı Trump ile LNG anlaşması yapmaya çağırıyor
-
Musk, OpenAI’ı 97,4 milyar dolara satın almak istiyor
-
Trump yönetimi, Ukrayna’ya silah sevkiyatının faturasını AB’ye kesmeyi planlıyor
-
Trump yabancı yetkililere rüşvet verilmesini yasaklayan yasayı askıya alıyor
-
Trump’tan Mısır ve Ürdün’e “yardımı kesme” tehdidi
DÜNYA BASINI
Et, süt ve yumurta reklamlarının sattığı fanteziler
Yayınlanma
3 gün önce08/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz makale, Carol J. Adams’ın kavramsal çerçevesi ve Jo-Anne McArthur’un saha deneyimlerinden hareketle et, süt ve yumurta endüstrisinin pazarlama stratejilerinin tüketici algısını nasıl manipüle ettiğini gözler önüne seriyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık mevzubahis olduğunda, pastoral çiftlik imajları, mutlu hayvan illüstrasyonları ve yemyeşil meralar bu yoğun gıda üretim modellerinin sert gerçeklerini örtbas eden birer fanteziden ibaret. Reklamların sunduğu bu sahte anlatı, hayvanların maruz kaldığı sömürüyü görünmez kılmakla kalmayıp, aynı zamanda etik kaygılarımızı körelterek tüketim alışkanlıklarını sorgulamamızı engelleyen bir ideolojik aygıt işlevi de görüyor.
Oysa kapitalist gıda üretimi, yalnızca hayvanları değil, doğayı ve insanları da aynı sistematik sömürü düzeninin içine hapsediyor. Fabrikalaşmış tarım ve hayvancılığın ardında, sadece hayvanların çektiği acılar değil, ekolojik yıkım, güvencesiz işçilik ve gıda emperyalizmi gibi geniş çaplı sömürü biçimleri de yatıyor. Bu bağlamda, endüstriyel tarım ve hayvancılığı eleştirel bir perspektiften ele alan hemen her çalışma, kapitalizmin farklı boyutlarda ürettiği yanılsamaları teşhir etmek ve hem insanın hem de hayvanın sömürüsüne dayalı üretim ilişkilerine karşı kolektif bir duruşu güçlendirmesi bakımından büyük bir değer taşıyor.
Et, Süt ve Yumurta Reklamları Size Fantezi Satıyor
Jessica Scott-Reid
Sentient Food
27 Ocak 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Görsel imgeler, gıda pazarlamasının temel taşlarından biri. Peynirin üzerindeki gülen ineği düşünün, böylesi hamleler tüketicilerin satın alma tercihlerinde büyük rol oynar. Ancak söz konusu et, süt ürünleri ve yumurta pazarlaması olduğunda, markaların kullandıkları imajlar gerçeği çoğunlukla ve pek tabii kasti olarak ıskalar. Beynin duygusal kısmına hitap eden bu görseller, sepetinizdeki et veya süt hakkında şeffaf veriler sağlamak için değil, anlattığı hikâye vasıtasıyla tüketicilerle “bağ kurmak” için vardır.
Yazar, akademisyen ve aktivist Carol J. Adams’ın¹ Sentient’e verdiği demeçte söylediği gibi, “İmaj temelli bir dünyadayız” ve “imajlar, mantığı baypas ederek doğrudan duygulara hitap ediyor”. Nihayetinde de tüketicilerin zihninde, çiftlik hayvanlarının nasıl yetiştirildiğine dair sahtelik barındıran bu imajlar kalıyor.
Gerçekten de kırmızı ahırlar, yemyeşil meralar, parlak güneş ışığı ve mutlu hayvanlar gibi semboller et ve süt ürünleri etiketlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Peki, bu yaygın görsel temsiller gerçeği ne kadar yansıtıyor? Sentient, Etin Cinsel Politikası ve The Pornography of Meat² [Etin Pornografisi] gibi kitapların yazarı Adams ile [insan-hayvan ilişkilerini belgeleyen bir fotoğraf projesi olan] We Animals kurucusu foto muhabir Jo-Anne McArthur’a danışarak, reklamlarda kullanılan yaygın imgeleri günümüz endüstriyel hayvancılık gerçekliğiyle karşılaştırdı.
Yanıltıcı reklam varan #1: Geleneksel kırmızı ahırlar
Kırmızı veya geleneksel ahır görseli, et, süt ve yumurta pazarlamasında yaygın olarak kullanılan önemli bir semboldür. Kökleri çocukluk tekerlemelerine, masallara ve filmlere dayanan ahır imajı, çiftçiliğin sağlıklı ve pastoral bir faaliyet olarak resmedilmesine yardımcı olur. “Yaşlı MacDonald’ın Çiftliği”nden Charlotte’un Sevgi Ağı’na ve Babe’e kadar çeşitli eserler aracılığıyla, çiftliklerin hayvanların özgürce dolaştığı huzurlu yerler olduğunu henüz küçük yaşlarda öğreniriz.
Yetişkin olduğumuzda ise, benzer ahır imgelerini bu kez et, süt ürünleri ve yumurta etiketlerinde buluruz. Adams, bu imgelerin rahatlık, aşinalık ve güven duyguları uyandırmak için yerleştirildiğini ve güçlü bir pazarlama aracı olduğunun altını çiziyor. Ayrıca, “Ahır kavramını bu [modern] kurumlara uygulamak için gerçekten esnetmek gerekir” diye de ekliyor.
Tarımsal tesisleri belgelemek için 60’tan fazla ülke gezen fotoğrafçı McArthur, bu ülkelerin tamamında gördüğü ahırların aslında çok büyük depolardan başka bir şey olmadığını söylüyor: “Küçük kırmızı ahırların olduğu o günler mazide kaldı.”
ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre, ABD’deki 56,265 çiftlikte yaklaşık 74,5 milyon domuz ve yaban domuzu yetiştiriliyor. Bu da ortalama bir binada çiftlik başına 1.300’den fazla hayvan bulunduğu anlamına geliyor. Herhalde ortada küçük kırmızı bir ahır falan olmadığı görülüyordur. Nitekim çoğu çiftlik hayvanı, konsantre hayvancılık tesisleri olan “Konsantre Hayvan Besleme Operasyonları” ve “Hayvan Besleme Operasyonları” sistemlerinde yetiştirilmekte olup bu tesisler tarımsal alanlardan ziyade fabrika tesislerini andırmaktadır.
Yanıltıcı reklam varan #2: Yeşil meralar
Et, süt ürünleri ve yumurtanın pazarlamasında yaygın olarak kullanılan bir diğer imaj ise yeşil meralar ve çimenli tepeler olarak karşımıza çıkar. Bazen parlak güneş ışığı, mavi gökyüzü ve berrak suların da eşlik ettiği bu semboller, zihinlerde çiftçiliğin doğal bir faaliyet olduğu izlenimini uyandırır.
Oysa tarım, nasıl tasvir edilirse edilsin, doğanın bir ürünü değil, insanlığın kendisini daha verimli şekilde beslemek için geliştirdiği bir insan icadıdır – hem de bütünüyle. Günümüzde çoğu çiftlik hayvanı, geleneksel otlaklarda değil, fabrika tipi çiftliklerde yetiştirilir. Bilhassa da tavukların bu tesislerdeki yaşam alanları oldukça sıkışıktır.
McArthur, “Yumurta bırakmak üzere yetiştirilen tavuklar güneşi hiç görmezler” diyor. Penceresiz depolarda tutulurlar ve yumurtlama döngülerini manipüle etmek için yapay aydınlatma kullanılır. ABD yumurta endüstrisindeki tavukların yaklaşık yüzde 60’ı, yasaların izin verdiği en küçük boyuttaki kapatma alanları olan pil kafeslere hapsedilir. Kanada’da ise bu oran yüzde 80’in üzerinde seyreder.
“Etlik piliçler” olarak da bilinen kümes hayvanlarına gelince, etiketlerde “organik” veya “gezen” ifadesi yer almadığı sürece, USDA standartlarına göre dış mekâna erişim sağlanması zorunluluğu bulunmuyor. Ancak ve ancak bu ifadeler yer aldığında, USDA yönergeleri gereği dış mekâna erişim zorunlu. Ulusal Tavuk Konseyi’nin asgari yönergelerine göre ise, sanayi çiftliklerinde – ki bu çiftlikler 50.000’e kadar piliç barındırabiliyor – her bir tavuk için yalnızca 100 inç kare kadarlık bir alan sağlanabiliyor.
Sertifikalı Hayvan Refahı Onaylı ve USDA Organik gibi tavukların açık havaya “erişimini” gerektiren bazı programlar var, ancak bunun pratikte ne anlama geldiği değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Sertifikalı İnsancıl Standartları (Certified Humane), “gezen” veya “merada yetiştirilen” olarak belirtilmediği sürece tavukların açık havaya erişmesini gerektirmez.
Kısacası, yeşil alanlara ve güneş ışığına bu sınırlı erişim ne yumurtlayan tavuklar ne de ABD’de yetiştirilen etlik piliçlerin çoğunluğu için yaygın bir uygulamadır.
Ve yanıltıcı reklamcılığın bir sonraki örneğinde göreceğimiz gibi, meralarda otlama yalnızca sığırlar için yaygın olup, bu durum çiftliğe bağlı olarak artıp azalır; ortalama olarak ise dört ila altı ay sürer.
Yanıltıcı reklam varan #3: Neden kahverengi değil de yeşil?
Bir etikette yeşil renk bulunması, tüketicilerin zihninde genellikle sağlıklı olmaya ve doğallığa dair bir çağrışım yapar. “Yeşil, olumlu bir renktir ve yeşil tarlalar pastoral bir ortamı ima eder” diyor Adams. Ancak, et etiketlerinde kullanılan yeşil mera görüntüleri çoğu kez gerçeği yansıtmaz. Nitekim gerçek daha çok kahverengidir.
“Peki ya gübreler nerede?” diye soruyor Adams. “Ya bu devasa gübre tarlalarından akan kirli sular?” Günümüz tarım işletmeleri her yıl yaklaşık 1,4 milyar ton gibi muazzam bir oranda gübre üretiyor. Bu gübre atıklarının ekinlerin büyümesine yardımcı olmak için tarlalara yayılması gerekse de atık miktarının büyüklüğü, kazalar veya değişen iklim koşulları nedeniyle oluşan sızıntılar, birçok istisnaya yol açıyor.
Tarım işletmelerinin sebep olduğu gübre, yüzey ve yeraltı sularındaki fosfor ve azot kirliliğinin başlıca nedeni olup, Iowa ve Kuzey Carolina gibi eyaletlerdeki büyük ölçekli çiftliklerin yakınında yaşayan topluluklar için su kaynaklarının içilemezliği gibi bir sonuç doğuruyor.
ABD’deki ineklerin yaşamlarının en azından ilk kısmını merada geçirdikleri kısmen doğru. Ancak bunların yarısından fazlası, kesime gönderilmeden önce kilo almaları için besi çiftliklerine yerleştiriliyor. Ocak 2024 itibarıyla ABD’de 14,4 milyon inek ve buzağı besi çiftliklerinde bulunuyordu.
McArthur, ABD ve Kanada da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki endüstriyel besi çiftliklerine gittiğini ve buraların hayvanlara “hareket etmeleri, keşfetmeleri ya da doğal davranışlar sergilemeleri için pek fazla alan tanınmayan dar ve kirli alanlar” olduğunu söylüyor. Yine, aşırı miktardaki hayvan atıkları nedeniyle buraların oldukça kaygan zeminli olduğunu belirtiyor: “Burası hayvanların üzerinde özgürce koşup oynayabileceği yerler değil.”
Yanıltıcı reklam varan #4: Mutlu inekler ve diğer çizgi karakterler
Markalarında hayvanlara yer veren et, süt ve yumurta şirketleri genellikle hayvanların gerçek görüntüleri yerine çizgi tasvirlerini ya da basit siluetlerini kullanmayı tercih ederler.
Bu kulağa zararsız gelebilir, ancak vegan-feminist eleştirel teorinin öncülerinden olan Adams’a göre, bu taktiğin arkasında daha kasıtlı bir niyet var. Et pazarlamacıları gerçek görüntülerden uzak durma eğilimindeler çünkü “gerçek hayvan fotoğrafları kullanmak, hayvanların bizim yiyeceğimiz olmak istediği yalanını sürdürmek demek olacaktır. Bu yüzden de farklı kültürel mecazlara ihtiyaçları var. İşte çizgi tasvirler de bunlardan biri. Daha büyük bir yalanın içinde hapsetse de çizgi tercihi onları özgürleştiriyor.”
McArthur, çiftlik hayvanlarını fotoğraflama deneyiminden yola çıkarak, “(pazarlama amacıyla) güzel görünecek bir hayvanın fotoğrafını çekmek neredeyse imkânsızdır,” diyor ve ekliyor: “Çünkü bulundukları koşullar nedeniyle çok ama çok kirliler ve aynı koşullar sebebiyle kendilerini temizleme becerisi geliştiremezler”; “Böyle bir tesise girip de, bu hayvanları yemeyi istememize sebep olacak güzellikte bir fotoğraf çekmek pek mümkün değil.”
“Gülen inek” türünden çizgi tasvirlerin kullanılması, çiftlik hayvanlarının mutlu ve temiz olduğu algısını güçlendirmeye yardımcı oluyor. Refah standartlarıyla övünen çiftçilerin sıklıkla dile getirdiği gibi, bu hayvanların yaşadığı sadece “tek bir kötü gün” [kesildikleri gün] vardır, bu tasvirler de bu düşünceyi pekiştirmek için tercih edilir. Fakat, artık hepimiz biliyoruz ki, hayvanların büyük çoğunluğu bu tür çiftliklerde yetiştirilmezler.
“Pazarlamacılar, gerçeği tehdit edici buldukları için onu sterilize etmeye, duygusallaştırmaya çalışırlar,” diyor Adams. “Mutlu bir inek imgesi kullanmak, tüketicilerin sorgulamadan kabullenmesini sağlamak için etkili bir yöntemdir.”
Sonuç yerine
Et, süt ve yumurta pazarlaması, tüketici algılarını şekillendirmek için büyük ölçüde imgelere dayanır; kırmızı ahırlar ve yeşil otlaklar gibi semboller pastoral çiftçilik koşullarını akla getirse de gerçekte durum tamamen farklıdır. Çiftlik hayvanlarının çoğu etiketlerde tasvir edilen huzurlu ortamlardan çok uzakta, endüstriyel ve aşırı kalabalık ortamlarda tutularak hapsedilmiştir. İtinayla ve kasti olarak oluşturulmuş bu görseller, fabrika çiftliklerinin acımasız koşullarını maskelemekte ve endüstriyel hayvan tarımının gerçek doğasını sterilize eden yanıltıcı anlatıyı sürdürmektedir.
¹ Feminist teori, ekofeminizm ve hayvan çalışmaları alanlarında önemli katkılar sunan akademisyen ve yazar. Çalışmaları, özellikle vegan-feminist teori çerçevesinde, et tüketimi, toplumsal cinsiyet ve ataerkil tahakküm arasındaki kesişimselliklere odaklanır. Türkçe’ye Etin Cinsel Politikası olarak çevrilen The Sexual Politics of Meat (1990) adlı eseri, kültürel söylem ve temsil biçimleri üzerinden et yemenin cinsiyetlendirilmiş ve ideolojik boyutlarını analiz eden öncü bir çalışma olarak kabul edilir. Adams, eleştirel teori, etik ve görsel kültür incelemeleri gibi çeşitli disiplinlerle kesişen bir literatür içinde konumlanarak, hayvan hakları ve feminist eleştiriyi bir araya getiren özgün bir perspektif geliştirmiştir. (ç.n.)
² Etin Cinsel Politikası’nın tamamlayıcısı ve devamı niteliğinde Ekim 2020’de yayımlanan Carol J. Adams’ın bu kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmedi.
DÜNYA BASINI
“ABD’nin Gazze’ye asker göndermesi direnişi tetikleyebilir”
Yayınlanma
5 gün önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Amerikan güçleri hızla kayıplar verebilir ve kamuoyu bunu uzun süre tolere etmeyecektir.
Askeri uzmanlar, ABD’nin Amerikan güçlerinin yardımıyla Gazze’yi ele geçirme ve yeniden inşa etme girişiminin büyük operasyonel zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Bu da direniş riskini ve Başkan Donald Trump’ın dış çatışmalardan kaçınma arzusuyla çelişen sürekli asker konuşlandırma ihtiyacını artıracaktır.
Gazze’deki mevcut durum, yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybettiği ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde yaşadığı türden, yıllarca sürebilecek ve maliyeti trilyonlarca doları bulabilecek bir çatışma riskini barındırıyor.
Trump, Filistin bölgesini tüm Filistinlilerden arındırma vizyonunu açıklamış olsa da bölgeyi “Orta Doğu’nun Riviera”sına dönüştürmek için büyük bir yeniden inşa projesine başlamayı ve ABD birliklerini bölgeye göndermeyi henüz taahhüt etmiş değil.
Ancak salı günü yaptığı açıklamada, “gerekirse” ABD askerlerini Gazze’ye göndereceğini söyledi. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de çarşamba günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken bu ihtimali vurguladı.
Hegseth gazetecilere yaptığı kısa açıklamada “Gazze konusuna gelince deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya çalışmaktır” dedi: “Hem diplomatik hem de askerî açıdan tüm seçenekleri değerlendirmek üzere müttefiklerimizle, muhataplarımızla birlikte çalışmayı dört gözle bekliyoruz.”
Trump’ın söylediği pek çok şeyde olduğu gibi, sözleri de bir müzakerede taviz koparmaya yönelik maksimalist bir pazarlık manevrası olarak görülebilir. Ancak, gerçek değerine bakıldığında, sözleri müttefikleri ve gözlemcileri tedirgin etti. Uzmanlar The National’a Gazze’de olası bir askeri varlığın, Hamas’ın teslim olduğu en iyi senaryoda bile karmaşık olacağını söylüyor.
Atlantik Konseyi’nin Terörle Mücadele Projesi Başkanı ve Savunma Bakanlığı’nda özel operasyonlar ve terörle mücadeleden sorumlu eski bir yetkili olan Alex Plitsas, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi bir şekilde temizleyip yeniden inşa etme önerisinin büyük bir askeri ve ekonomik katılım gerektirdiğini söyledi. Ancak Başkan’ın bu çabanın bedelini kimin ödeyeceğini belirtmediğini de sözlerine ekledi.
Ayrıca olası bir ABD askeri varlığı durumunda ABD birlikleri hızla kayıplar verebilir ki Trump’ın izolasyonist destekçileri bunu uzun süre tolere etmeyecektir. Zira zorunlu göçün ardından Gazze’de kalan Filistinliler neredeyse kesin olarak işgalci güce karşı silahlanacaktır.
Plitsas, “Irak’tan çok net bir şekilde öğrendik ki bir karşı direniş operasyonu hem can kaybı hem de maddi kaynaklar açısından son derece maliyetlidir. Ayrıca çatışmanın ortasında kalan siviller büyük kayıplar yaşar” dedi ve böyle bir müdahalenin uzun vadeli stratejik bir taahhüt gerektirdiğini ve bu süreçte büyük acılar yaşanacağını belirtti.
Trump’ın uyumlu Cumhuriyetçi Parti’sinin bazı üyeleri bile Gazze önerisine ilişkin endişelerini dile getirdiler.
Cumhuriyetçi senatör Rand Paul X kanalında “Önce Amerika için oy verdiğimizi sanıyordum” dedi ve ekledi: “Hazinemizi mahvedecek ve askerlerimizin kanını dökecek yeni bir işgali düşünmeye hakkımız yok.”
Plitsas, Gazze’yi ele geçirmek, güvenliği sağlamak ve bölgeyi yeniden inşa etmek için yaklaşık 100.000 askerden oluşan birkaç askerî tümenin konuşlandırılması gerektiğini belirtti ve “Ve bu sadece güvenlik kısmı. Yeniden inşa süreci, yönetim ve devlet inşası da işin içinde olacak. Bu da ABD hükümetinin diğer kurumlarını devreye sokmayı gerektirecektir” dedi.
ABD Askeri Akademisi Modern Savaş Enstitüsü’nde Kentsel Savaş Çalışmaları Başkanı olan John Spencer da Hamas’ın ne ölçüde ortadan kaldırıldığına ya da silah bıraktığına bağlı olarak uzun zaman alacak bir görev için on binlerce askerin karadan ve denizden gelmesini gerektireceğini söyledi.
İsrail ordusuyla birlikte 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi dört kez gezen Spencer, “Düşmanın da bir sözü var” dedi ve ekledi: “Eğer aktif bir savaş söz konusu olursa bu uzun zaman alır. Bunun kabul edilmesi gerekir.”
Spencer, İsrail birliklerinin ağırlıklı olarak kentsel alanları temizlediğini ve sonra tekrar çekildiğini hatırlattı. ABD’nin görevi de bu bölgeleri temizlemek, güvenliği sağlamak ve Hamas’ın bıraktığı patlamamış bombaları ya da tuzakları etkisiz hale getirmek olacaktır.
Spencer herhangi bir bölgeyi yeniden inşa için güvenli hale getirmenin son derece karmaşık bir girişim olacağını, çünkü binalar ve molozların yanı sıra Hamas tünellerinin de temizlenmesi gerekeceğini söyledi.
Irak’ın Musul kentinin IŞİD militanlarından temizlenmesinden sonra patlayıcıların temizlenmesi yaklaşık beş yıl sürmüştü ve bu sadece bir şehirdi.
Spencer, “Bence İnsanlar bu savaşın enkaz ve yıkım gibi benzersiz özelliklerini ve yapılması gereken gerçek iş miktarını hafife alıyorlar” dedi.
Ancak ABD’nin Gazze’de askerî bir operasyon düzenlemesinin lojistiğini bile düşünmek, Arap ülkelerinin bu plana destek vereceğini varsaymayı gerektiriyor ve böyle bir destek olduğuna dair hiçbir işaret yok.
Ürdün ve Mısır, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria’dan Filistinlilerin kısa veya uzun vadede yerlerinden edilmesini kesin bir dille reddetti.
Plitsas, “Çünkü bu, Filistin devletinin sona ermesi halinde geri dönüş hakkının ortadan kalkması anlamına gelir ki bu da onların asla kabul etmeyeceği bir şey” dedi.
DÜNYA BASINI
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
Yayınlanma
5 gün önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.
Steven A. Cook / Foreign Policy
Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.
Nereden başlamalı?
Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.
Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.
Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;
-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,
-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,
– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,
– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.
Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.
Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

ABD, Ukrayna’daki savaş suçları soruşturmasına fon sağlamayı durdurdu

Hamas: Trump’ın tehditlerinin bir anlamı yok

Total Avrupa’yı Trump ile LNG anlaşması yapmaya çağırıyor

Musk, OpenAI’ı 97,4 milyar dolara satın almak istiyor

Trump yönetimi, Ukrayna’ya silah sevkiyatının faturasını AB’ye kesmeyi planlıyor
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
BRICS ailesinin genişlemesi ve Brezilya Zirvesi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Abhazya’nın yeni lideri Türkiye ile daha yakın işbirliğine giden yolu açabilir
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
Krizdeki kapitalizmin aracı faşizm ve Trump
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
İktidarda kalmanın yolları
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Gazze’de bir çadırda yazılan Filistin yemek kitabı
-
ASYA2 hafta önce
Çin, DeepSeek ile yapay zekâ yarışında ABD’yi sollayacak mı?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
SDG-HTŞ çıkmazında 3 senaryo
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Trump 2.0 başlarken Çin-ABD ilişkileri belirsizliğini koruyor