DÜNYA BASINI
Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Patruşev: ABD, Avrupa’yı işgal etti
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Aşağıda, Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev’in 3 Mayıs’ta İzvestiya’ya verdiği mülakatın eksiksiz bir çevirisini bulacaksınız.
Benim birçok yerde “Bay Siloviki” diye tanımladığım, Rusya’da devletin tepesindeki en önemli birkaç isimden biri olan Patruşev, mülakat için genellikle “Argumentı i faktı” dergisini tercih ederdi; bu defa mülakatın İzvestiya’ya verilmesi, bu gazetenin liberal eğilimleri gözönüne alınırsa, özel bir önem taşıyor.
Mülakatın diğer bir önemi, Kiev rejimi tarafından Kremlin’e düzenlenen dron saldırısının arifesinde yayınlanmış olması. Mülakattaki genel atmosfer, batıya karşı sert bir retorikten başka, aslında daha önemlisi, “Ukrayna’nın bir devlet olarak korunmasının [zaten] ABD’nin planları arasında bulunmadığından” hareketle yaklaşan küresel felaketler karşısında batıyla işbirliği çağrısı olması; ama bu çağrı (o kült Sovyet filmine atıfla “kaderin istihzası” diye adlandırmak gerek) Kremlin saldırısıyla birlikte duvara çarptı.
Mülakatın bir başka önemi, 1922’de genç Sovyet cumhuriyetinin Britanya ile yaşadığı, Britanya’nın Rusya İmparatorluğu’nun altın rezervlerine el koymasıyla başlayan derin krize gönderme yapması; ne yazık ki tarih sıkça unutuluyor, bu nedenle tarihi paralelliğin hatırlatılması çok yerinde. Aynı dönemde Britanya’nın başını çektiği dış müdahaleyi de buna eklemeliyiz.
Mülakatın dördüncü önemi, özgül bir batı karşıtı ideolojiyi seslendirmesi. Putin’in geçen yıl ekim ayında Valday forumunda yaptığı konuşmayı yorumlarken bunu “muhafazakâr antikapitalizm” diye tanımlamış ve şunun altını çizmiştim: “Burada muhafazakârlık gelenekçilikten ziyade devrim karşıtı olmak anlamına geliyor.”
Patruşev’in mülakatını bu perspektifle okumayı, hatta mümkünse “muhafazakâr antikapitalizme” geri dönüp gözden geçirmeyi öneriyorum.
***
— Nikolay Platonoviç, sizinle Büyük Anavatan Savaşı’nda zaferin 78’inci yıldönümü arifesinde görüşüyoruz. Günümüz dünyasında, özellikle de batıda birçok insanın bu tarihi unutulmaya terk etmek, ülkemizin İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolünü silikleştirmek istedikleri sır değil. Bu türden kampanyaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
— İkinci Dünya Savaşı’nın önemli bir sonucu Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulmasıydı. Onun oluşturulmasında kilit rolü Sovyetler Birliği oynadı ve orada önde gelen bir mevkiyi işgal etti.
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Washington ve Londra tekkutuplu bir dünya kurma şanslarının doğduğu sanrısına kapıldılar. Anglosaksonlar bu idealden bugün de vazgeçmiyorlar. Batıdakiler dünya düzeninde radikal bir değişiklik yolunun Rusya’nın yok olmasından veya kayyum idaresi altında üçüncü sınıf bir ülke haline gelinceye kadar zayıflamasından geçtiğini düşünüyorlar.
Ancak bu arzuları devletimizin gücünü ve Rusya halkının bağımsızlık iradesini hesaba katmıyor. Bu nedenle egemenlik kurmaya çalışan Anglosaksonlar savaşın sonuçlarını revize etmeyi, Rusya’yı muzaffer ülke ve BM Güvenlik Konseyi daimi üyelik statüsünden yoksun kılmayı, tarihi yeniden yazmayı, çokuluslu Sovyet halkının kahramanca eylemini unutturmayı hedefliyorlar.
İkinci Dünya Savaşı tarihini çarpıtma girişimleri batıda daha son silah sesleri susmadan başladı. Çatışmanın daha ilk aşamalarında İngiltere’de, Avrupa’da savaşın başlamasının temel rolünü Sovyetler Birliği’ne yüklemek için sahte belgelerden bir derleme yayınlamaya giriştiler. Gerçeklerle en ufak vicdan azabı duymadan hokkabazlık yapan modern uzmanlar, Nazi Almanyasının saldırgan ideolojisini SSCB’nin komünist idealleriyle eşit tutmaya çalışıyor, aslında seleflerinin mühürlerini kullanıyorlar.
— Bu bağlamda batıda tarihin unutulmasına faşizmin insanlıkdışı özü hakkında suskunluk eşlik ediyor. Tarihin yeniden yazılmasına yönelim bu türden eğilimleri nasıl açıklarsınız?
— Nasıl susmasınlar? Anglosakson elitinin temsilcilerinin faşist idealleri paylaştıklarına, Hitler’i mali ve örgütsel olarak desteklediklerine dair çok sayıda inkâr edilemez olgu var, oysa bugün “demokratik” yüzlerini korumaları lazım. İster fraklı olsun ister üniformalı, hangi elbiseyi giyerse giysin faşizm ve nazizm mutlak kötülüktür. Dahası, Anglosaksonlar günümüzün jeopolitik problemlerini çözmek için neonazi ideolojisini bile isteye yeniden canlandırıyorlar. Bu tür deneyler hâkimiyete değil küresel bir felakete yol açar, bu nedenle sert ve uzlaşmaz şekilde bastırılmalıdırlar.
— Bazı batılı uzmanlar batının kendi iktisadi refahı için küresel hâkimiyetin zaruri olduğunu ileri sürüyorlar. Bu durumda Rusya tarihi olarak onlara engel mi?
— Bu anlamda onlarla hemfikir olunabilir. Rusya, kendi dünya düzenini kurmaya çalışan batının gırtlağındaki kemik. Yüzyıldan uzun bir zaman önce İngiliz coğrafyacı Mackinder tarihin coğrafi ekseni ve Heartland yani Rusya’nın üzerinde bulunduğu orta-dünya üzerine bilinen teorisini formüle etmişti. Heartland üzerinde kontrolün dünya adası dediği Avrasya üzerinde hâkimiyet anlamına geldiğini gösteriyordu. Ona göre Heartland üzerinde hâkimiyet Avrasya coğrafyası üzerinde kontrolün temelini oluşturur, bu da küresel hâkimiyete yol açar.
Devletimizin Doğu Avrupa’daki küçük devletlerden oluşan bir tür “hijyen koridoru” yardımıyla izole edilmesi düşüncesi de ona ait. Ukrayna’yı ve eski imparatorluğun diğer milli çeperlerini Rusya’dan koparma inisiyatifi Mackinder’den çıkmıştı. Bunca yıl geçti, hedefleri değişmedi.
— Yani batının jeopolitiği onun kalıplarına göre mi gelişiyor?
— Batının Rusya karşıtı küresel stratejisi asırlar geçse de değişmiyor. Mackinder’i hatırlama nedenim, batı uygarlığı denen şeyin Rusya’ya karşı sayısız saldırgan “haçlı” seferinin altına yerleştirenin o olması.
NATO’nun doğuya genişlemesi bile Napoléon, Kayzer Wilhelm ve Hitler’in hareket ettiği istikametlerde ilerliyor.
Ülkemize karşı bütün büyük fetih seferleri, Avrasya’daki başlıca jeopolitik güç olan ülkemizi tasfiye etmek için yürütüldü.
ABD İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Sovyetler Birliği’ni yok etmek onlarca Sovyet ve aynı zamanda Çin şehirlerini insanlık dışı atom bombardımanıyla yerle bir etmek niyetiyle için bir dizi plan hazırladı. Bu, Hiroşima ve Nagasaki’nin bombalanmasından sonra Japon halkına karşı nükleer terörün cezasız bırakılmasından güç alıyordu.
— ABD Dışişleri Bakanı Blinken Japonya’da nükleer bombaların sebep olduğu insani acılardan bahsetti. Tabii bunları Washington’un yaptığını bilinçli olarak suskunlukla geçiştirdi. Size göre neden nükleer çatışma ihtimalini mahkûm etmedi?
— Şaşılacak bir şey yok. Amerikalılar esasen savaşın ne olduğunu bilmiyorlar. Onların kıtasındaki son toplar 1865’te gümbürdedi. Ablukaların, yıkımların, açlığın, toplama kamplarının dehşetini yaşamadılar, milyonlarca insan kaybetmediler. Bu nedenle onların eliti silahlanmanın zarureti, Rusya’nın askeri olarak bozguna uğratılması, yeni savaşlara hazırlanılması üzerine kolaylıkla akıl yürütüyorlar. Uluslararası mutabakatları ihlal ediyor ve nükleer testleri yeniden başlatmaya tasasızca hazırlanıyorlar. AUKUS askeri birliği çerçevesinde Avustralya’ya nükleer güç reaktörleri bulunan denizaltılar inşa etme teknolojisini verme kararını alay edercesine alıyorlar.
— Ama bu çatışmada Avrupa esasen bütün olayların merkez üssünde bulunuyor. Olan biteni objektif şekilde değerlendirebilecek ve Washington’un önerdiği yolu reddedebilecek siyasetçi yok mu orada?
— Avrupa siyaseti bugün çok derin bir moral ve entelektüel çöküş içinde bulunuyor. En parlak örneği, batılı siyasetçilerin sadece birbirlerine Amerikan dışişleri el kitaplarını okumak için geldikleri Münih Güvenlik Konferansı.
ABD, Kuzey Atlantik İttifakı mekanizmalarını kendi ihtiyaçlarına göre kurmakla esasen Avrupa’yı işgal etti. Çıkışı olmayan bir duruma sokulan Avrupalı devlet adamları Eski Dünya’yı Amerikan deneyleri için ekonomi üssü haline getirdiler; NATO’nun askeri görevlerini uysalca yerine getiriyorlar. NATO komutanlığı ise Pentagon idaresi altında başka ülkelerin resmi yönetimlerini düpedüz görmezden gelerek doğrudan doğruya silah üreticileriyle birlikte çalışıyor.
NATO’nun genişlemesi Doğu Avrupa’nın başka bölgelerinin de kendi kontrolü altına girmesine imkân sağlıyor. Bu bağlamda belirleyici olan, yeni ülkeleri ittifaka katan algoritma. Bu, onay belgelerini başka birine değil ABD hükümetine vermek yoluyla “efendiye” sadakat yemini etmeyi emrediyor.
— Batı bütün eylemlerine teoriler ve gerekçeler getiriyor. Avrupa eliti, Dünya Ekonomi Forumu kurucu ve yöneticisi Klaus Schwab’ın sadece belli bir grup insan için müreffeh bir hayat kurmayı öngören “cesur yeni dünya” konseptine çok ciddi yaklaşmıştı. Eylemlerinin bugün bu konsepte göre belirlendiğini ileri sürebilir miyiz?
— Schwab ve benzerlerinin teorisine göre “cesur dünya” Rusya’yı ve Rusya’da yaşayanları kapsamıyor. Batı planlarına uygun olarak ülkemiz üzerindeki siyasi, askeri ve iktisadi baskısını devamlı şekilde sertleştiriyor.
NATO Doğu Avrupa ülkelerine ek askeri birlikler yerleştirdi. Bölgede yaklaşık 60 bin Amerikan askeri personeli konuşlandırılmış durumda. İttifak sınırlarımıza yakın askeri altyapısını modernize etti, kıtaların operasyon ve muharip hazırlık kapsam ve yoğunluğunu artırdı. Ukrayna’ya askeri araçlar ve silahlar sevk ediyor; Ukrayna ordusu için askerlerin eğitimine yönelik onlarca merkez açtı.
Terörizmle mücadelenin önemine dair sahtekârca açıklamalar yapan batı, Rusya’ya karşı terörist ve aşırılıkçı örgütleri aktif şekilde kullanıyor, 1990’lı yıllarda Kuzey Kafkasya’da kullandığı yöntemleri eyleme döküyor.
Batılı istihbarat servisleri ülkemiz topraklarında suç işlemeleri için Rusya halkına korku telkin edecekleri, devletimizin anayasal temellerini baltalayacakları umuduyla teröristleri ve sabotajcıları eğitiyor.
Anglosaksonlar Rusya’nın mali varlıklarını bloke etmekle İngiltere’nin Londra’nın Rusya İmparatorluğu’nun altın stokunu utanmadan mülk edindiği 1920’li yıllarda test ettiği şablonları kullanıyorlar.
— Ancak batı, Rusya’ya baskıdan başka Rusyalılar üzerinde enformatif-psikolojik baskıyı da aktif şekilde kullanıyor. Nihai hedefi nedir?
— Batı, ülkemizin ve halkımızın iç birliğini baltalamaya, yurttaşlarımızı demoralize etmeye, onlara değersizlik duygusu telkin etmeye çalışıyor. ABD ve Avrupa’daki bir dizi enstitü yorulmak bilmeksizin en delice sahte-bilimsel teoriler oluşturmak üzerine çalışıyorlar. Rusya vatandaşlarının bilincini yeni baştan formatlamanın, onların sözümona imparatorluk boyunduruğu altında bulunan başka milliyetlerin ve inançların yurttaşları önünde pişmanlığının zaruretini temellendiriyorlar.
Birkaç Amerikan vakfı, ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları siparişiyle “Başarısız devlet: Rusya’nın bölünmesi rehberi” başlığı altında alelacele kaleme alınmış bilimsel çalışmalarını Washington elitine sunuyorlar. Bunun yazarlarına göre kozlar esasen Rusya ile komşu devletlerin istikrarsızlığının sağlanması ve devam ettirilmesine, keza “beşinci kolun” desteklenmesini ve Rusya içinde ayrılıkçılığın kundaklanmasını da içeren bir enformasyon savaşına konulmalı.
Sadece George Soros’un yapılar (yeri gelmişken, kendisi İkinci Dünya Savaşı yıllarında Macaristan’daki kabiledaşlarını nazilere teslim etmişti) her yıl uydurma videolara, kurgulanmış fotoğraflara ve sosyal ağlardaki yalan haberlere 800 milyon dolar ayırıyor.
Batı, Rusya’nın ortak ve milli kimliğinin temellerini yıkmaya çalışıyor, bütün gücüyle bize yabancı, sosyal cinsiyet çeşitliliği ve tarihi revizyonizm gibi yeni şeyleri dayatıyor.
— Bu kültürel saldırganlığa engel olabilecek güçte miyiz?
— Rusya’nın karşıtları iyi ve cömert yanlarımızı kötüye kullanmaya alışkınlar. Rusya karşıtı fikirleri savunan batı beslemesi apolojistler liberalizm propagandası yaparak, vatan ve yurt sevgisi kavramlarını inkâr ederek düşmanın değirmenine su taşıyorlar. Bizim milli menfaatlerimizi, kültürümüzü ve tarihimizi, devletin geleceği kaygısıyla, amansızca savunmamız gerek. Batının propaganda makinesi şeref, asalet, metanet ruhuyla, halkımıza has sarsılmaz bir moralle karşılaştığında işleyemez. Rusya karşıtı saldırgan eylemler için zemin teşkil eden yalancı-bilimsel rusofobik teorileri çürütmeyi unutmadan geleneksel manevi-ahlaki değerleri kapsamlı bir şekilde korumak ve güçlendirmek, şart.
— Başka türlü bir baskıdan da söz edelim. Size göre, batının, iklim meselesini kullanarak Rusya’nın doğal kaynaklarının kontrolünü sağlamayı hedeflediği iddiası doğru mu?
— ABD ve onun Avrupalı müşterileri hiç utanıp çekinmeden uluslararası örgütlerin tribünlerinden Rusya’nın su kaynaklarının gezegendeki bütün devletler tarafından kullanılması gerektiği fikirlerini ileri sürmeye kendilerinde hak görüyorlar. Rakamlar üzerinde utanmadan cambazlık yapıyor ve güya Rusya’daki tatlı su rezervlerinin bu ülkede yaşayan insanların sayısı ve ülkenin iktisadi faaliyetiyle hiçbir ilgisi olmadığını söylüyorlar. Onlara angaje batılı bilimadamları ve siyasetçiler ise kategorik olarak sadece kolektif batı ülkelerinin dünyadaki doğal kaynaklar üzerinde hak sahibi olduğunu, Rusya’nın ise bu kaynakları adaletsiz şekilde aldığını söyleme cüreti gösteriyorlar. Batı bu tür açıklamalarla aslında Rusya’nın doğal kaynaklarına sahip olmaksızın yapamayacağını itiraf ediyor.
— Nükleer enerjiden vazgeçen Almanya geçtiğimiz günlerde üç nükleer santralini kapattı. Size göre Berlin neye güveniyor?
— Almanya yönetimi enerji kapasitesinin azaltılmasını teşvik ederek milli ekonomiyi enerji üretiminden yoksun kılıyor. Avrupalı yetkililerin güvendiği yenilenebilir enerji kaynakları nükleer santrallerde üretilen enerjinin yerini tamamen dolduramaz. Nükleer enerji sadece güvenilir bir enerji kaynağı değil, aynı zamanda enerji üretiminde ekolojik olarak en temiz yöntemlerden biri.
Avrupa son 20 yıldır ormanlarının dörtte birini kaybetti, zira yenilenebilir enerjinin yüzde 60’ı biyokütleden üretiliyor, bunun da neredeyse yarısı keresteden geliyor. Avrupa bu tempoyla tamamen ormansız kalacak.
Avrupalı yetkililer çevre gündemini ileri sürmekle profesyonel ekolojistlerin enerji alanında Rusya ile işbirliğinin yararı üzerine yaptıkları çıkarımları kategorik olarak gözardı ediyorlar.
— Aternatif enerji kaynaklarının güvenilirliği de birçok şarta bağlı. Mesela Kamçatka’daki Şiveluç volkanının püskürmesi güneş panellerini devirdi. Üstelik Şiveluç ne Vezüv ne de dünyadaki en tehlikeli uyuyan volkan sayılan ABD’deki Yellowstone…
— Yellowstone volkanını mı hatırlattınız? Uyanacak olursa bu benzeri görülmemiş bir felaket olur. İnsanlığın bildiği bütün püskürmelerden bin kat daha fazlasını yapabilir. Gözlemler volkanın aktivitesinin yıldan yıla arttığını, içindeki magmanın büyük bir hızla yüzeye yaklaştığını gösteriyor. Çevresinde meydana gelen depremlerin sayısı da devamlı artıyor; yılda 2 bine ulaşıyor.
Yapılan araştırmalar beklenen püskürme ve sonuçlarını modellemeye imkân veriyor. Kuzey Amerika’da canlı her şeyin ölümü kaçınılmaz sayılıyor. Gezegende yaşayanların büyük bölümü, zincir halinde volkanik püskürmelerden, depremlerden, tsunamilerden ve asit yağmurlarından etkilenecek. Ama bu, Amerika halkını heyecanlandırıyor, Amerika’nın siyasetçilerini değil.
Halkın ve iktisadi altyapının volkanların yokedici gücüne karşı korunması problemi volkanoloji alanında bilimsel araştırmaların geliştirilmesini gerektiriyor. Yaptırımların sayısını obsesif bir şekilde devamlı artıran batılı ülkelerin Rusya’dan uzaklaşması değil bilimsel alanda, jeoloji de içinde, işbirliğini devam ettirmesi gerek. İnsan hayatının geliştirilmesi ve korunması gereği araştırmalar ve başarılar bütün insanlığa ait olmalı.
Ellerinin altında Yellowstone olan Amerikalı yetkililerin halkın bilgeliğini daha sık hatırlamalarını dilemek geliyor içimden. Bir İngiliz atasözü şöyle der: camdan evlerde yaşayanlar taş atmamalı. Başka devletlerin ve halkların kaderini tayin eden Washington’un Pompei’deki antik Romalıların da dertsiz tasasız yaşadıklarını ve sefahatten uzak durmadıklarını hatırlamaları gerek.
Bu arada, Amerika’da kimileri olası bir püskürme halinde en güvenli yerlerin Doğu Avrupa ve Sibirya olacağını ileri sürüyorlar. Belli ki bu noktada Anglosakson elitinin neden bu Heartland’a sahip olma amacı güttükleri sorusunun cevabı da açığa çıkıyor.
— İnsani felaketler ve bunların yakınlaşması ülkeleri çatışmalara değil işbirliğine itmeli. Ama koronavirüsle mücadeledeki küresel deneyim tam tersini gösterdi. Ne dersiniz, benzer ölçekte yeni bir problemin ortaya çıkması halinde ülkelerin bölünmüşlüğü tecrübesi tekrar mı edecek? Yoksa insanlar durumu hükümetlerinden başka türlü mü görüyorlar?
— Dost olmayan diğer ülkelerde olduğu gibi ABD’de de Rusya’ya yönelik olumlu düşünceler besleyen insanlar yaşadığını unutmamak gerek. Saygın Amerikalılar ve Avrupalılar Washington’un Rusya karşıtı propagandasını tamamen görmezden gelebilir, ülkemize gelebilir ve Rusya kanunlarına uyma ve kültürümüze saygı gösterme şartıyla Rusya Federasyonu vatandaşları olabilirler.
Yeri gelmişken, devamlı ikametgâh olarak Rusya’yı tercih etmek isteyenlerin sayısı artıyor. Bunların çoğunluğu, Rusya’da korunan ama Amerika’da çoktan ayaklar altına alınmış olan moral ve ahlaki değerler bağlamında yakın olan inançları güçlü hıristiyanlar.
Bilgi için: geçtiğimiz yıl başka ülkelerin pasaportlarını alan ABD vatandaşlarının sayısı üçe katlandı. Meşum “Amerikan rüyası” miti havaya savruldu. Birleşik Devletler bugün kelimenin tam anlamıyla Ortaçağ’a yuvarlandı. ABD yetkilileri radikalleşen bireylerin vahşetine seyirci kalıyor, yurttaşlarını Black Lives Matter aktivistleri önünde eğilmek zorunda bırakıyor. Medya organlarının temsilcilerine yönelik şiddetlenen zulüm gerçek bir cadı avı olarak tanımlanabilir. Son iki yıldır ABD’de muhabirlere 300’ün üzerinde saldırı yapıldı. Onlarca gazeteci, yetkililerin susmayı tercih ettikleri konularda röportajlar hazırlarken sırf mesleki yükümlülüklerini yerine getirdikleri yüzünden tutuklandılar.
ABD’deki iç siyasi gelişmeler çalkantılı bir nitelik kazanıyor ve elit, şirketler ve iktidar yapıları arasındaki uzlaşmaz ihtilaflar yüzünden kontrol edilemez hale geliyor.
— Çalkantı sadece bu ülkenin içinde değil sınırları dışında da gözlenebiliyor. Ve bütün bunlar doğal afetler ve ardı kesilmeyen iktisadi krizler ortamında yaşanıyor. Sizin görüşünüze göre, eğer öyleyse bu şartlarda Ukrayna, ABD’nin nesine gerek?
— Ukrayna Amerikalılara sadece mevcut doğal kaynakların geleneksel nüfus olmaksızın acımasızca sömürü objesi olarak gerek. Washington bu neonazi siyasetini takip ederek ülkeyi milyonlarca insanın ülke dışında sosyal-iktisadi problemlere ve profaşist zulme karşı koruma kazanmak için kitlesel olarak terk ettiği bir toprak parçasına çevirdi. Ukrayna’da Washington tarafından örgütlenen 30 yıldır süren depremler ülke nüfusunu iki kat azalttı. Bugün Beyaz Saray Rusya ile savaşa son Ukraynalıya varıncaya kadar kolaylıkla devam ediyor. Bu bağlamda Ukrayna’nın bir devlet olarak korunması, ABD planları arasında bulunmuyor.
İlginizi Çekebilir
-
Putin, Ukrayna görüşmeleri için ağır sıklet ekibini bir araya getiriyor
-
Batılı ülkeler, Rus milyarderlere uygulanan yaptırımların yarısını kaldırdı
-
Vance, Münih Güvenlik Konferansı’nda Avrupalıları ‘göç’ ve ‘savunma harcamaları’ konusunda uyardı
-
Suriye Rusya’dan yeni banknotlar getirtiyor
-
ABD-Britanya ilişkilerinde yeni aracı: Prens William
-
‘Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekliyor’
DÜNYA BASINI
Et, süt ve yumurta reklamlarının sattığı fanteziler
Yayınlanma
7 gün önce08/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz makale, Carol J. Adams’ın kavramsal çerçevesi ve Jo-Anne McArthur’un saha deneyimlerinden hareketle et, süt ve yumurta endüstrisinin pazarlama stratejilerinin tüketici algısını nasıl manipüle ettiğini gözler önüne seriyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık mevzubahis olduğunda, pastoral çiftlik imajları, mutlu hayvan illüstrasyonları ve yemyeşil meralar bu yoğun gıda üretim modellerinin sert gerçeklerini örtbas eden birer fanteziden ibaret. Reklamların sunduğu bu sahte anlatı, hayvanların maruz kaldığı sömürüyü görünmez kılmakla kalmayıp, aynı zamanda etik kaygılarımızı körelterek tüketim alışkanlıklarını sorgulamamızı engelleyen bir ideolojik aygıt işlevi de görüyor.
Oysa kapitalist gıda üretimi, yalnızca hayvanları değil, doğayı ve insanları da aynı sistematik sömürü düzeninin içine hapsediyor. Fabrikalaşmış tarım ve hayvancılığın ardında, sadece hayvanların çektiği acılar değil, ekolojik yıkım, güvencesiz işçilik ve gıda emperyalizmi gibi geniş çaplı sömürü biçimleri de yatıyor. Bu bağlamda, endüstriyel tarım ve hayvancılığı eleştirel bir perspektiften ele alan hemen her çalışma, kapitalizmin farklı boyutlarda ürettiği yanılsamaları teşhir etmek ve hem insanın hem de hayvanın sömürüsüne dayalı üretim ilişkilerine karşı kolektif bir duruşu güçlendirmesi bakımından büyük bir değer taşıyor.
Et, Süt ve Yumurta Reklamları Size Fantezi Satıyor
Jessica Scott-Reid
Sentient Food
27 Ocak 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Görsel imgeler, gıda pazarlamasının temel taşlarından biri. Peynirin üzerindeki gülen ineği düşünün, böylesi hamleler tüketicilerin satın alma tercihlerinde büyük rol oynar. Ancak söz konusu et, süt ürünleri ve yumurta pazarlaması olduğunda, markaların kullandıkları imajlar gerçeği çoğunlukla ve pek tabii kasti olarak ıskalar. Beynin duygusal kısmına hitap eden bu görseller, sepetinizdeki et veya süt hakkında şeffaf veriler sağlamak için değil, anlattığı hikâye vasıtasıyla tüketicilerle “bağ kurmak” için vardır.
Yazar, akademisyen ve aktivist Carol J. Adams’ın¹ Sentient’e verdiği demeçte söylediği gibi, “İmaj temelli bir dünyadayız” ve “imajlar, mantığı baypas ederek doğrudan duygulara hitap ediyor”. Nihayetinde de tüketicilerin zihninde, çiftlik hayvanlarının nasıl yetiştirildiğine dair sahtelik barındıran bu imajlar kalıyor.
Gerçekten de kırmızı ahırlar, yemyeşil meralar, parlak güneş ışığı ve mutlu hayvanlar gibi semboller et ve süt ürünleri etiketlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Peki, bu yaygın görsel temsiller gerçeği ne kadar yansıtıyor? Sentient, Etin Cinsel Politikası ve The Pornography of Meat² [Etin Pornografisi] gibi kitapların yazarı Adams ile [insan-hayvan ilişkilerini belgeleyen bir fotoğraf projesi olan] We Animals kurucusu foto muhabir Jo-Anne McArthur’a danışarak, reklamlarda kullanılan yaygın imgeleri günümüz endüstriyel hayvancılık gerçekliğiyle karşılaştırdı.
Yanıltıcı reklam varan #1: Geleneksel kırmızı ahırlar
Kırmızı veya geleneksel ahır görseli, et, süt ve yumurta pazarlamasında yaygın olarak kullanılan önemli bir semboldür. Kökleri çocukluk tekerlemelerine, masallara ve filmlere dayanan ahır imajı, çiftçiliğin sağlıklı ve pastoral bir faaliyet olarak resmedilmesine yardımcı olur. “Yaşlı MacDonald’ın Çiftliği”nden Charlotte’un Sevgi Ağı’na ve Babe’e kadar çeşitli eserler aracılığıyla, çiftliklerin hayvanların özgürce dolaştığı huzurlu yerler olduğunu henüz küçük yaşlarda öğreniriz.
Yetişkin olduğumuzda ise, benzer ahır imgelerini bu kez et, süt ürünleri ve yumurta etiketlerinde buluruz. Adams, bu imgelerin rahatlık, aşinalık ve güven duyguları uyandırmak için yerleştirildiğini ve güçlü bir pazarlama aracı olduğunun altını çiziyor. Ayrıca, “Ahır kavramını bu [modern] kurumlara uygulamak için gerçekten esnetmek gerekir” diye de ekliyor.
Tarımsal tesisleri belgelemek için 60’tan fazla ülke gezen fotoğrafçı McArthur, bu ülkelerin tamamında gördüğü ahırların aslında çok büyük depolardan başka bir şey olmadığını söylüyor: “Küçük kırmızı ahırların olduğu o günler mazide kaldı.”
ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre, ABD’deki 56,265 çiftlikte yaklaşık 74,5 milyon domuz ve yaban domuzu yetiştiriliyor. Bu da ortalama bir binada çiftlik başına 1.300’den fazla hayvan bulunduğu anlamına geliyor. Herhalde ortada küçük kırmızı bir ahır falan olmadığı görülüyordur. Nitekim çoğu çiftlik hayvanı, konsantre hayvancılık tesisleri olan “Konsantre Hayvan Besleme Operasyonları” ve “Hayvan Besleme Operasyonları” sistemlerinde yetiştirilmekte olup bu tesisler tarımsal alanlardan ziyade fabrika tesislerini andırmaktadır.
Yanıltıcı reklam varan #2: Yeşil meralar
Et, süt ürünleri ve yumurtanın pazarlamasında yaygın olarak kullanılan bir diğer imaj ise yeşil meralar ve çimenli tepeler olarak karşımıza çıkar. Bazen parlak güneş ışığı, mavi gökyüzü ve berrak suların da eşlik ettiği bu semboller, zihinlerde çiftçiliğin doğal bir faaliyet olduğu izlenimini uyandırır.
Oysa tarım, nasıl tasvir edilirse edilsin, doğanın bir ürünü değil, insanlığın kendisini daha verimli şekilde beslemek için geliştirdiği bir insan icadıdır – hem de bütünüyle. Günümüzde çoğu çiftlik hayvanı, geleneksel otlaklarda değil, fabrika tipi çiftliklerde yetiştirilir. Bilhassa da tavukların bu tesislerdeki yaşam alanları oldukça sıkışıktır.
McArthur, “Yumurta bırakmak üzere yetiştirilen tavuklar güneşi hiç görmezler” diyor. Penceresiz depolarda tutulurlar ve yumurtlama döngülerini manipüle etmek için yapay aydınlatma kullanılır. ABD yumurta endüstrisindeki tavukların yaklaşık yüzde 60’ı, yasaların izin verdiği en küçük boyuttaki kapatma alanları olan pil kafeslere hapsedilir. Kanada’da ise bu oran yüzde 80’in üzerinde seyreder.
“Etlik piliçler” olarak da bilinen kümes hayvanlarına gelince, etiketlerde “organik” veya “gezen” ifadesi yer almadığı sürece, USDA standartlarına göre dış mekâna erişim sağlanması zorunluluğu bulunmuyor. Ancak ve ancak bu ifadeler yer aldığında, USDA yönergeleri gereği dış mekâna erişim zorunlu. Ulusal Tavuk Konseyi’nin asgari yönergelerine göre ise, sanayi çiftliklerinde – ki bu çiftlikler 50.000’e kadar piliç barındırabiliyor – her bir tavuk için yalnızca 100 inç kare kadarlık bir alan sağlanabiliyor.
Sertifikalı Hayvan Refahı Onaylı ve USDA Organik gibi tavukların açık havaya “erişimini” gerektiren bazı programlar var, ancak bunun pratikte ne anlama geldiği değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Sertifikalı İnsancıl Standartları (Certified Humane), “gezen” veya “merada yetiştirilen” olarak belirtilmediği sürece tavukların açık havaya erişmesini gerektirmez.
Kısacası, yeşil alanlara ve güneş ışığına bu sınırlı erişim ne yumurtlayan tavuklar ne de ABD’de yetiştirilen etlik piliçlerin çoğunluğu için yaygın bir uygulamadır.
Ve yanıltıcı reklamcılığın bir sonraki örneğinde göreceğimiz gibi, meralarda otlama yalnızca sığırlar için yaygın olup, bu durum çiftliğe bağlı olarak artıp azalır; ortalama olarak ise dört ila altı ay sürer.
Yanıltıcı reklam varan #3: Neden kahverengi değil de yeşil?
Bir etikette yeşil renk bulunması, tüketicilerin zihninde genellikle sağlıklı olmaya ve doğallığa dair bir çağrışım yapar. “Yeşil, olumlu bir renktir ve yeşil tarlalar pastoral bir ortamı ima eder” diyor Adams. Ancak, et etiketlerinde kullanılan yeşil mera görüntüleri çoğu kez gerçeği yansıtmaz. Nitekim gerçek daha çok kahverengidir.
“Peki ya gübreler nerede?” diye soruyor Adams. “Ya bu devasa gübre tarlalarından akan kirli sular?” Günümüz tarım işletmeleri her yıl yaklaşık 1,4 milyar ton gibi muazzam bir oranda gübre üretiyor. Bu gübre atıklarının ekinlerin büyümesine yardımcı olmak için tarlalara yayılması gerekse de atık miktarının büyüklüğü, kazalar veya değişen iklim koşulları nedeniyle oluşan sızıntılar, birçok istisnaya yol açıyor.
Tarım işletmelerinin sebep olduğu gübre, yüzey ve yeraltı sularındaki fosfor ve azot kirliliğinin başlıca nedeni olup, Iowa ve Kuzey Carolina gibi eyaletlerdeki büyük ölçekli çiftliklerin yakınında yaşayan topluluklar için su kaynaklarının içilemezliği gibi bir sonuç doğuruyor.
ABD’deki ineklerin yaşamlarının en azından ilk kısmını merada geçirdikleri kısmen doğru. Ancak bunların yarısından fazlası, kesime gönderilmeden önce kilo almaları için besi çiftliklerine yerleştiriliyor. Ocak 2024 itibarıyla ABD’de 14,4 milyon inek ve buzağı besi çiftliklerinde bulunuyordu.
McArthur, ABD ve Kanada da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki endüstriyel besi çiftliklerine gittiğini ve buraların hayvanlara “hareket etmeleri, keşfetmeleri ya da doğal davranışlar sergilemeleri için pek fazla alan tanınmayan dar ve kirli alanlar” olduğunu söylüyor. Yine, aşırı miktardaki hayvan atıkları nedeniyle buraların oldukça kaygan zeminli olduğunu belirtiyor: “Burası hayvanların üzerinde özgürce koşup oynayabileceği yerler değil.”
Yanıltıcı reklam varan #4: Mutlu inekler ve diğer çizgi karakterler
Markalarında hayvanlara yer veren et, süt ve yumurta şirketleri genellikle hayvanların gerçek görüntüleri yerine çizgi tasvirlerini ya da basit siluetlerini kullanmayı tercih ederler.
Bu kulağa zararsız gelebilir, ancak vegan-feminist eleştirel teorinin öncülerinden olan Adams’a göre, bu taktiğin arkasında daha kasıtlı bir niyet var. Et pazarlamacıları gerçek görüntülerden uzak durma eğilimindeler çünkü “gerçek hayvan fotoğrafları kullanmak, hayvanların bizim yiyeceğimiz olmak istediği yalanını sürdürmek demek olacaktır. Bu yüzden de farklı kültürel mecazlara ihtiyaçları var. İşte çizgi tasvirler de bunlardan biri. Daha büyük bir yalanın içinde hapsetse de çizgi tercihi onları özgürleştiriyor.”
McArthur, çiftlik hayvanlarını fotoğraflama deneyiminden yola çıkarak, “(pazarlama amacıyla) güzel görünecek bir hayvanın fotoğrafını çekmek neredeyse imkânsızdır,” diyor ve ekliyor: “Çünkü bulundukları koşullar nedeniyle çok ama çok kirliler ve aynı koşullar sebebiyle kendilerini temizleme becerisi geliştiremezler”; “Böyle bir tesise girip de, bu hayvanları yemeyi istememize sebep olacak güzellikte bir fotoğraf çekmek pek mümkün değil.”
“Gülen inek” türünden çizgi tasvirlerin kullanılması, çiftlik hayvanlarının mutlu ve temiz olduğu algısını güçlendirmeye yardımcı oluyor. Refah standartlarıyla övünen çiftçilerin sıklıkla dile getirdiği gibi, bu hayvanların yaşadığı sadece “tek bir kötü gün” [kesildikleri gün] vardır, bu tasvirler de bu düşünceyi pekiştirmek için tercih edilir. Fakat, artık hepimiz biliyoruz ki, hayvanların büyük çoğunluğu bu tür çiftliklerde yetiştirilmezler.
“Pazarlamacılar, gerçeği tehdit edici buldukları için onu sterilize etmeye, duygusallaştırmaya çalışırlar,” diyor Adams. “Mutlu bir inek imgesi kullanmak, tüketicilerin sorgulamadan kabullenmesini sağlamak için etkili bir yöntemdir.”
Sonuç yerine
Et, süt ve yumurta pazarlaması, tüketici algılarını şekillendirmek için büyük ölçüde imgelere dayanır; kırmızı ahırlar ve yeşil otlaklar gibi semboller pastoral çiftçilik koşullarını akla getirse de gerçekte durum tamamen farklıdır. Çiftlik hayvanlarının çoğu etiketlerde tasvir edilen huzurlu ortamlardan çok uzakta, endüstriyel ve aşırı kalabalık ortamlarda tutularak hapsedilmiştir. İtinayla ve kasti olarak oluşturulmuş bu görseller, fabrika çiftliklerinin acımasız koşullarını maskelemekte ve endüstriyel hayvan tarımının gerçek doğasını sterilize eden yanıltıcı anlatıyı sürdürmektedir.
¹ Feminist teori, ekofeminizm ve hayvan çalışmaları alanlarında önemli katkılar sunan akademisyen ve yazar. Çalışmaları, özellikle vegan-feminist teori çerçevesinde, et tüketimi, toplumsal cinsiyet ve ataerkil tahakküm arasındaki kesişimselliklere odaklanır. Türkçe’ye Etin Cinsel Politikası olarak çevrilen The Sexual Politics of Meat (1990) adlı eseri, kültürel söylem ve temsil biçimleri üzerinden et yemenin cinsiyetlendirilmiş ve ideolojik boyutlarını analiz eden öncü bir çalışma olarak kabul edilir. Adams, eleştirel teori, etik ve görsel kültür incelemeleri gibi çeşitli disiplinlerle kesişen bir literatür içinde konumlanarak, hayvan hakları ve feminist eleştiriyi bir araya getiren özgün bir perspektif geliştirmiştir. (ç.n.)
² Etin Cinsel Politikası’nın tamamlayıcısı ve devamı niteliğinde Ekim 2020’de yayımlanan Carol J. Adams’ın bu kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmedi.
DÜNYA BASINI
“ABD’nin Gazze’ye asker göndermesi direnişi tetikleyebilir”
Yayınlanma
1 hafta önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Amerikan güçleri hızla kayıplar verebilir ve kamuoyu bunu uzun süre tolere etmeyecektir.
Askeri uzmanlar, ABD’nin Amerikan güçlerinin yardımıyla Gazze’yi ele geçirme ve yeniden inşa etme girişiminin büyük operasyonel zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Bu da direniş riskini ve Başkan Donald Trump’ın dış çatışmalardan kaçınma arzusuyla çelişen sürekli asker konuşlandırma ihtiyacını artıracaktır.
Gazze’deki mevcut durum, yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybettiği ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde yaşadığı türden, yıllarca sürebilecek ve maliyeti trilyonlarca doları bulabilecek bir çatışma riskini barındırıyor.
Trump, Filistin bölgesini tüm Filistinlilerden arındırma vizyonunu açıklamış olsa da bölgeyi “Orta Doğu’nun Riviera”sına dönüştürmek için büyük bir yeniden inşa projesine başlamayı ve ABD birliklerini bölgeye göndermeyi henüz taahhüt etmiş değil.
Ancak salı günü yaptığı açıklamada, “gerekirse” ABD askerlerini Gazze’ye göndereceğini söyledi. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de çarşamba günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken bu ihtimali vurguladı.
Hegseth gazetecilere yaptığı kısa açıklamada “Gazze konusuna gelince deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya çalışmaktır” dedi: “Hem diplomatik hem de askerî açıdan tüm seçenekleri değerlendirmek üzere müttefiklerimizle, muhataplarımızla birlikte çalışmayı dört gözle bekliyoruz.”
Trump’ın söylediği pek çok şeyde olduğu gibi, sözleri de bir müzakerede taviz koparmaya yönelik maksimalist bir pazarlık manevrası olarak görülebilir. Ancak, gerçek değerine bakıldığında, sözleri müttefikleri ve gözlemcileri tedirgin etti. Uzmanlar The National’a Gazze’de olası bir askeri varlığın, Hamas’ın teslim olduğu en iyi senaryoda bile karmaşık olacağını söylüyor.
Atlantik Konseyi’nin Terörle Mücadele Projesi Başkanı ve Savunma Bakanlığı’nda özel operasyonlar ve terörle mücadeleden sorumlu eski bir yetkili olan Alex Plitsas, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi bir şekilde temizleyip yeniden inşa etme önerisinin büyük bir askeri ve ekonomik katılım gerektirdiğini söyledi. Ancak Başkan’ın bu çabanın bedelini kimin ödeyeceğini belirtmediğini de sözlerine ekledi.
Ayrıca olası bir ABD askeri varlığı durumunda ABD birlikleri hızla kayıplar verebilir ki Trump’ın izolasyonist destekçileri bunu uzun süre tolere etmeyecektir. Zira zorunlu göçün ardından Gazze’de kalan Filistinliler neredeyse kesin olarak işgalci güce karşı silahlanacaktır.
Plitsas, “Irak’tan çok net bir şekilde öğrendik ki bir karşı direniş operasyonu hem can kaybı hem de maddi kaynaklar açısından son derece maliyetlidir. Ayrıca çatışmanın ortasında kalan siviller büyük kayıplar yaşar” dedi ve böyle bir müdahalenin uzun vadeli stratejik bir taahhüt gerektirdiğini ve bu süreçte büyük acılar yaşanacağını belirtti.
Trump’ın uyumlu Cumhuriyetçi Parti’sinin bazı üyeleri bile Gazze önerisine ilişkin endişelerini dile getirdiler.
Cumhuriyetçi senatör Rand Paul X kanalında “Önce Amerika için oy verdiğimizi sanıyordum” dedi ve ekledi: “Hazinemizi mahvedecek ve askerlerimizin kanını dökecek yeni bir işgali düşünmeye hakkımız yok.”
Plitsas, Gazze’yi ele geçirmek, güvenliği sağlamak ve bölgeyi yeniden inşa etmek için yaklaşık 100.000 askerden oluşan birkaç askerî tümenin konuşlandırılması gerektiğini belirtti ve “Ve bu sadece güvenlik kısmı. Yeniden inşa süreci, yönetim ve devlet inşası da işin içinde olacak. Bu da ABD hükümetinin diğer kurumlarını devreye sokmayı gerektirecektir” dedi.
ABD Askeri Akademisi Modern Savaş Enstitüsü’nde Kentsel Savaş Çalışmaları Başkanı olan John Spencer da Hamas’ın ne ölçüde ortadan kaldırıldığına ya da silah bıraktığına bağlı olarak uzun zaman alacak bir görev için on binlerce askerin karadan ve denizden gelmesini gerektireceğini söyledi.
İsrail ordusuyla birlikte 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi dört kez gezen Spencer, “Düşmanın da bir sözü var” dedi ve ekledi: “Eğer aktif bir savaş söz konusu olursa bu uzun zaman alır. Bunun kabul edilmesi gerekir.”
Spencer, İsrail birliklerinin ağırlıklı olarak kentsel alanları temizlediğini ve sonra tekrar çekildiğini hatırlattı. ABD’nin görevi de bu bölgeleri temizlemek, güvenliği sağlamak ve Hamas’ın bıraktığı patlamamış bombaları ya da tuzakları etkisiz hale getirmek olacaktır.
Spencer herhangi bir bölgeyi yeniden inşa için güvenli hale getirmenin son derece karmaşık bir girişim olacağını, çünkü binalar ve molozların yanı sıra Hamas tünellerinin de temizlenmesi gerekeceğini söyledi.
Irak’ın Musul kentinin IŞİD militanlarından temizlenmesinden sonra patlayıcıların temizlenmesi yaklaşık beş yıl sürmüştü ve bu sadece bir şehirdi.
Spencer, “Bence İnsanlar bu savaşın enkaz ve yıkım gibi benzersiz özelliklerini ve yapılması gereken gerçek iş miktarını hafife alıyorlar” dedi.
Ancak ABD’nin Gazze’de askerî bir operasyon düzenlemesinin lojistiğini bile düşünmek, Arap ülkelerinin bu plana destek vereceğini varsaymayı gerektiriyor ve böyle bir destek olduğuna dair hiçbir işaret yok.
Ürdün ve Mısır, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria’dan Filistinlilerin kısa veya uzun vadede yerlerinden edilmesini kesin bir dille reddetti.
Plitsas, “Çünkü bu, Filistin devletinin sona ermesi halinde geri dönüş hakkının ortadan kalkması anlamına gelir ki bu da onların asla kabul etmeyeceği bir şey” dedi.
DÜNYA BASINI
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
Yayınlanma
1 hafta önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.
Steven A. Cook / Foreign Policy
Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.
Nereden başlamalı?
Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.
Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.
Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;
-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,
-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,
– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,
– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.
Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.
Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

Putin, Ukrayna görüşmeleri için ağır sıklet ekibini bir araya getiriyor

Batılı ülkeler, Rus milyarderlere uygulanan yaptırımların yarısını kaldırdı

Vance, Münih Güvenlik Konferansı’nda Avrupalıları ‘göç’ ve ‘savunma harcamaları’ konusunda uyardı

Suriye Rusya’dan yeni banknotlar getirtiyor

ABD-Britanya ilişkilerinde yeni aracı: Prens William
Çok Okunanlar
-
AMERİKA3 gün önce
Altman ile Musk arasındaki atışma sertleşiyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Abhazya’nın yeni lideri Türkiye ile daha yakın işbirliğine giden yolu açabilir
-
SÖYLEŞİ2 hafta önce
Krizdeki kapitalizmin aracı faşizm ve Trump
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
İktidarda kalmanın yolları
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Gazze’de bir çadırda yazılan Filistin yemek kitabı
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
SDG-HTŞ çıkmazında 3 senaryo
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Trump 2.0 başlarken Çin-ABD ilişkileri belirsizliğini koruyor