Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İsrail’in çıkmazı: ‘Tartıldın, ölçüldün ve eksik bulundun’

Yayınlanma

İsrail’in Hamas’ın operasyonuna yanıt olarak Gazze’ye düzenlediği şiddetli saldırılar binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine yol açarken İsrail’in abluka altındaki bölgeye kara harekatı düzenleyip düzenlemeyeceğine ilişkin tartışmalar da sürüyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in saldırılarındaki üç temel hedefi anlatırken bu hedeflere ulaşmasının neden mümkün olmadığını da açıklamaya çalışıyor. Makalenin yazarı Suudi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Hesham Alghannam’a göre İsrail’in saldırıların ilk hedefi caydırıcılığını yeniden tesis etmek. Ancak İsrail’in içinde bulunduğu çıkmaz da tam olarak bu ilk hedefte. Çünkü, Gazze’yi yok etmek ve halkını vahşice öldürmek İsrail’in 7 Ekim’de kaybettiği caydırıcılık gücünü geri getirmeyecek.

Yazar bölgede gerçek barışın bu çatışmaya adil bir çözüm bulunarak sağlanabileceğini düşünüyor: “Bunun için Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi ve Türkiye, Rusya ve Çin de dahil bölgede adil ve istikrarlı bir barışın sağlanmasına yatırım yapan tüm ülkelerle yakın işbirliği içinde İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne yönelik siyasi girişimlerde bulunulması ve Gazze’de devam etmekte olan çatışmanın sona erdirilmesi için açık bir siyasi diyaloğun sürdürülmesi gerekiyor.”

***

7 Ekim Sonrası: İsrail’in kaybettiği caydırıcılığını geri kazanmak için acımasız arayışı

İsrail’in Gazze’ye yönelik yeni savaşındaki hedefleri üzerine bir okuma

Hesham Alghannam

7 Ekim’de Gazze’deki yüzlerce Filistinli savaşçı, İsrail’in kendisi hakkında yaydığı uzun süreli efsanelere meydan okumayı ve bu efsaneleri ortadan kaldırmayı başardı.

Sadece üç saat içinde, İsrail’in yenilmez ordusu, her şeyi bilen istihbaratı ve bağımsız kalırken başkalarına yardım sağlayan özgüvenli devlet efsanelerini paramparça ettiler.

Bu mitlerin kesin bir şekilde yıkılması, İsrailli liderleri açıkça aşırılık yanlısı ve kana susamış bir retorik benimsemeye teşvik etti. Aksa Tufanı savaşının başlamasının ardından Başbakan Binyamin Netanyahu “Gazze’ye karşı savaşın uzun süreceğini” ilan ederek Ortadoğu’yu temelden değiştireceğine söz verdi.

Dahası, Savunma Bakanı Yoav Galant Filistinlileri “hayvan” olarak nitelendirdi ve “Gazze Şeridi’ne tam bir abluka uygulandığını” ilan etti: “Elektrik yok, yiyecek yok, gaz yok. Her şey engellenmiş durumda. İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz.”

Dikkat çekici olan “Yeni Orta Doğu” kavramının 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgalini çağrıştırması.

Ancak işgalin tek sonucu Irak’ın yıkıma uğraması ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan olması, ülkenin kalıcı bir kaosa sürüklenmesi oldu. Daha sonra ABD nihayetinde geri çekildi ve Irak mücadele etmeye devam ediyor.

İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının üç temel hedefi olduğu söylenebilir:

İlk olarak İsrail, Filistinli savaşçıların Gazze’ye başarılı bir şekilde sızdığı, 11 askeri üs ve 20 yerleşimi ele geçirdiği ve yüzlerce askeri öldürdüğü ya da esir aldığı 7 Ekim baskınından sonra kaybettiği caydırıcı gücünü geri kazanmayı amaçlıyor.

İsrail on yıllar boyunca, her türlü düşmanı alt edebilecek müthiş bir askeri ve istihbarat aygıtına sahip, yenilmez bir devlet olduğu imajını özenle yarattı. Ancak bu imaj 7 Ekim’de paramparça oldu ve özündeki sahteliği ortaya çıktı.

Kaybettiği statüsünü geri kazanmak isteyen İsrail, Gazze’deki sivillere verdiği zarar kadınlara ve çocuklara karşı saldırgan imajını daha da pekiştirse de acımasızlığını göstermek için tüm yıkıcı yeteneklerini ortaya koyuyor. Caydırıcılığı yeniden tesis etmek, bedeli ne olursa olsun İsrail’in öncelikli hedefi olmaya devam ediyor.

İkinci olarak İsrail, Gazze’deki militan grupların liderlerini, üyelerini ve silahlarını ortadan kaldırarak onları yok etmek için durmaksızın çaba sarf ediyor. Bu niyet Savunma Bakanı Yoav Galant’ın ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile birlikte yaptığı “İsrail Gazze’yi Hamas’ın pençesinden kurtaracak” açıklamasında açıkça ortaya çıktı.

Hükümet, misillemenin ötesinde, silahlı gruplar Gazze’yi kontrol ederken geri dönmeyecek olan yasadışı yerleşim sakinleri arasında güveni yeniden tesis etmeyi amaçlıyor.

Bu bağlamda, İsrail’in 1982 yılında “Celile Barış Operasyonu” kapsamında Lübnan’ı işgal ettiğini hatırlamak önemli. Bu askerî harekât, Filistinli direniş güçlerinin Lübnan’dan Celile bölgesine başlattığı ve bölge sakinlerinin birçoğunu tahliyeye zorlayan saldırılarla tetiklenmişti.

Üçüncüsü, İsrail Filistinlilerin bilincini değiştirerek onları silahlı direnişle özgürlük ve bağımsızlık elde edilemeyeceğine ikna etmek istiyor.

Bunun yerine Filistinliler İsrail’in “sunduklarını” kabul etmeli. İsrail, 7 Ekim’den sonra Gazze’deki grupların kontrolü devam ettirmesi halinde Batı Şeria ve Kudüs’te direnişin cesaretlenmesinden korkuyor. Bu grupların ezilmesi, silahlı direnişin İsrail’in kaynaklarını ve kararlılığını sürekli olarak tüketen kalıcı bir kültür haline gelmesini önler.

Gazze’deki bu savaş, Hamas’ın 2007’de kontrolü ele geçirmesinden bu yana yaşanan önceki beş savaştan farklı.

Geçmişte İsrail ateşkesle sonuçlanan caydırıcı savaşlar yaşadı ve yıllar süren göreceli bir sükûnet sağladı. Hamas mallar, fonlar ve İsrail’de sınırlı çalışma izni gibi imtiyazlar elde ederken İsrail de huzura kavuştu.

Ancak bu savaş farklı çünkü hedeflerine ulaşmak için Gazze Şeridi’nin kapsamlı bir kara işgaline uğraması gerekiyor. Bu yaklaşım kaçınılmaz olarak binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine ve yüz binlercesinin yerinden edilmesine yol açacak; tüm bunların amacı ise savaşçılara ulaşmak, onları etkisiz hale getirmek ve silah depolarını dağıtmak.

Geçmişte İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik bir kara harekâtından, beraberinde getireceği büyük insani ve siyasi maliyetler nedeniyle kaçındı. On binlerce askerin bulunduğu Gazze’yi yeniden işgal etmek şüphesiz İsrail ordusunda önemli kayıplara yol açacaktı ki bu İsrail’in düşünmek istemediği ve İsrail toplumunun kabul etmeye hazır olmadığı bir ihtimaldi.

Öte yandan, bir kara harekâtı on binlerce olmasa bile binlerce Filistinli sivilin hayatını kaybetmesine yol açacaktı ki bu da uluslararası toplum tarafından kabul edilemez bir ihtimal olarak görülüyordu.

Buna ek olarak, İsrail cevaplayamadığı temel bir soru nedeniyle Gazze’yi yeniden işgal etmekte tereddüt etti: “İşgalin ikinci gününde ne olacak?” Başka bir deyişle, işgalden sonra iki milyondan fazla Filistinlinin hayatını kim yönetecekti?

Ancak İsrail’in 7 Ekim saldırıları sırasında subayları, askerleri ve yerleşimcileri dahil olmak üzere verdiği insan kayıpları, aşağılanma duygusu ve caydırıcı gücünün büyük ölçüde aşındığı korkusuyla birleşince tüm bu engeller ortadan kalktı.

Yetkililerin açıklamalarına göre İsrail, askerleri arasında önemli kayıplara bile katlanmaya hazır görünüyor. Dahası İsrail, Gazze’nin kontrolünü geri almak için ABD ve diğer Avrupa ülkelerinden istediği siyasi ve askeri desteği sağlamış durumda.

Şu anda, Gazze’nin işgalinin ardından ne olacağı sorusu, özellikle de Batı’nın desteğini aldıktan sonra, hesaplamalarında öncelikli bir endişe kaynağı gibi görünmüyor.

Katar Dışişleri Bakanı ile düzenlediği basın toplantısında bu konudaki sorulara yanıt veren ABD Dışişleri Bakanı, “Şu anda öncelik Hamas’ın İsrail’e karşı oluşturduğu tehdidi ortadan kaldırmak” dedi.

Bu açıklama Lloyd Austin’in Gallant ile yaptığı basın toplantısında vurguladıklarını tekrarlıyor: “ABD ordusu İsrail’e sağladığı güvenlik yardımları ve silahlar konusunda ya da bunların nasıl kullanılacağı konusunda herhangi bir koşul öne sürmemekte.”

İsrail ve Batı, Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve bölgesel çatışma riski anlamına gelse bile Gazze’deki militan grupların kökünü kazımaya kararlı görünüyor.

Çatışmanın tırmanması halinde İsrail’i desteklemek üzere ABD bir uçak gemisi konuşlandırdı ve bir tane daha gönderebilir. İngiltere İsrail’e Kraliyet Donanmasına ait gemiler, helikopterler ve gözetleme uçakları gönderirken Almanya da iki adet Heron insansız hava aracı gönderdi.

Bu savaşın bölgesel bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğine dair spekülasyonlardan uzak olarak, bu savaş Suudi Arabistan Krallığı’nın defalarca vurguladığı şeyin altını çiziyor: İsrail-Filistin çatışması çözülmeden Orta Doğu’da barış ve istikrar mümkün değil.

Bölgedeki çatışmanın özünü teşkil eden bu mesele, bölge devletleri ve halkları için büyük önem taşıyor. İşte tam da bu nedenle Krallık, İsrail ile ilişki kurma kararını İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne yönelik önemli ilerlemeler kaydedilmesine bağladı.

Krallık, Filistinli savaşçıların askeri operasyonunu kınamadı. Açıkça tüm sivillerin korunması çağrısında bulunarak, mevcut durumun “İsrail’in devam eden işgali ve Filistinlilerin haklarını inkâr etmesinden kaynaklandığını” belirttiği bir açıklama yayınladı ve uluslararası toplumu iki devletli çözümün uygulanmasına yol açacak güvenilir bir barış süreci başlatmaya çağırdı.

Yine de Batı, İsrail’in anlatısını tüm kalbiyle benimsiyor; İsrail’in, ölenler arasında en az 268 subay, asker ve 97 tutuklu olduğunu kabul etmesine rağmen (bu rakamlar İsrail’in güncellenmesiyle değişebilir) 7 Ekim’i 11 Eylül’e benzer bir terörizm olarak tasvir ediyor.

Dahası Batı, Filistinli silahlı grupları IŞİD’le bir tutarak şeytanlaştırıyor; öyle ki ABD Başkanı Biden başlangıçta Filistinli savaşçıların “erkeklerin, çocukların ve kadınların kafalarını kestiğini” gösteren videoları izlediğini iddia etti. Ancak Beyaz Saray daha sonra bu iddiayı yalanlayarak Başkan’ın bu videoları bizzat izlemediğini ancak İsrailli liderler tarafından bilgilendirildiğini açıkladı.

Özetle, Batı’da 7 Ekim’de yaşananların bir İsrail 11 Eylül’ü olduğu ve silahlı Filistinli grupların IŞİD’den farklı olmadığı yönünde bir söylem hâkim.

Sonuç olarak, birçok Arap ülkesi üzerinde, Filistinli savaşçıların eylemlerini kınama ve İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği katliamları durdurma yönünde baskı yapmalarını engelleme yönünde benzeri görülmemiş bir baskı var.

Bu misyon ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı bölgeye getirdi ve Blinken İsrail ziyaretine “buraya sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak gelmediğini, aynı zamanda dedesi ölümden kaçan bir Yahudi olarak geldiğini” ifadeleriyle başladı. Tüm bunlar doğal olarak Arapların tutumları üzerinde önemli bir baskı oluşturuyor.

Bu bağlamda iki önemli hususu göz önünde bulundurmak zorunlu:

Birincisi, İsrail’in Gazze’deki hedeflerine ulaşması İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmeyecek, aksine gerilimi daha da artıracak. İsrail, Filistinlilere önemli tavizler vermeyi reddederek askeri zaferini siyasi bir zafere dönüştürecektir.

Hatta Batı Şeria’daki (topraklarının %60’ını temsil eden) C Bölgesi’nin tamamını ilhak etmeye bile çalışabilir. Aynı zamanda, Filistin cephesinde kayda değer bir siyasi ilerleme olmamasına rağmen Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için Batı’dan baskı gelmeye devam ediyor.

İkinci olarak, İsrail’in Gazze’yi başarılı bir şekilde işgal etmesi halinde yönetmek gibi bir niyeti yok; bölgeyi hızla terk etme ve Birleşmiş Milletler ile Arap dünyasının uğraşması için harabeye çevirme eğiliminde.

Bu uzun süreli çatışmayı bölgesel barışın sağlanması için bir fırsata dönüştürmek İsrail’in mevcut arayışlarında başarısız olmasını gerektiriyor.

Ancak o zaman Batı, İsrail’e aldığı koşulsuz desteğe ve tüm arzularının karşılanmasına rağmen kendi güvenliğini sağlayamayacağını anlatacak.

Karşılığında İsrail, Filistinlilerle barışçıl bir çözümü benimsemek zorunda kalacak. Bu çözüm, İsrail’in 1967’de işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi karşılığında güvenlik düzenlemelerini içerecek.

Eğer bu analiz doğruysa, ki ben öyle olduğuna inanıyorum, bölgesel barış arayışı, İsrail’in Filistinlileri ezme ve onlara karşı zafer ilan etme çabalarındaki başarısızlığına bağlı.

Bu iki yolla gerçekleşebilir: ya İsrail’in zafer arayışını engelleyen bir Filistin direnişi ya da hem Filistin hem de İsrail tükenme noktasına geldiğinde İsrail saldırganlığını engellemek için devreye girecek bir Batı müdahalesi.

Her iki senaryoda da Suudi Arabistan’ın aktif diplomasisi için fırsat var ve bu da esasen Batı’ya sürekli olarak Filistin-İsrail çatışmasının Araplar için birincil mesele olmaya devam ettiği mesajını yinelemeyi içeriyor. Bölgede gerçek barış ve istikrar ancak bu çatışmaya adil bir çözüm getirilerek, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve kendi devletlerini kurma haklarının sağlanmasıyla elde edilebilir.

Bunun için Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi ve Türkiye, Rusya ve Çin de dahil bölgede adil ve istikrarlı bir barışın sağlanmasına yatırım yapan tüm ülkelerle yakın işbirliği içinde İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne yönelik siyasi girişimlerde bulunulması ve Gazze’de devam etmekte olan çatışmanın sona erdirilmesi için açık bir siyasi diyaloğun sürdürülmesi gerekiyor.

Sonuç olarak İsrail, Gazze’yi yok etmenin ve halkını vahşice öldürmenin 7 Ekim’de kaybettiği caydırıcılık gücünü geri getirmeyeceğini anlamalı.

İsrail’in içinde bulunduğu çıkmaz, Amerikan filmi “A Knight’s Tale” de kahramanın böbürlenen rakibi Kont Adhemar’ı tek bir darbeyle alaşağı ettikten sonra şöyle dediği sahneye benziyor: “Tartıldın, ölçüldün ve eksik bulundun.”

ORTADOĞU

Irak’a sığınan iki bin Suriye askerinin iadesi bugün başlıyor

Yayınlanma

suriye ordusu

Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, Irak’a kaçan Suriye ordusu askerlerinin iadesine bugün başlanacağını açıkladı.

Irak resmi haber ajansı INA’ya göre Irak Güvenlik Medya Ağı Sözcüsü Mikdad Miri, konuya dair açıklama yaptı. Miri, Irak’a Esad yönetimi askerlerinin Suriye’ye iadesine bugün başlanacağını belirtti. İade işlemlerinin Irak’taki ilgili makamlar tarafından başlatılacağını aktaran Miri, sürecin Suriye tarafı ile koordineli yürütüleceğini ifade etti.

Suriye ordusuna bağlı yaklaşık 2 bin asker 7 Aralık’ta El-Kaim Sınırı Kapısı üzerinden Irak’a kaçmıştı. 9 Aralık’ta ise Heyet-i Tahrir Şam’a bağlı askeri operasyonlar komutanlığı, zorunlu askerlik yapanlara yönelik genel af kararı çıkarmıştı.

Irak’ın Anbar vilayetine bağlı Rutba ilçesinde bir kampa yerleştirilen askerler kötü koşullar nedeniyle ülkelerine geri gönderilmek için eylem yapmıştı.

Rutba ilçesi Kaymakamı İmat el-Duleymi, yaptığı açıklamada kaçan askerlerin çadırlarda barındığını ve bölgede elektrik, su ve ısınma imkanlarının yetersiz olduğunu ve yerleştirildikleri kampın internet erişiminden yoksun olduğundan dolayı aileleriyle iletişim kuramadıklarını söylemişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail tek kurşun sıkmadan Dera’ya ilerliyor: PYD, İsrail dahil herkesten yardım istiyor

Yayınlanma

Türkiye ve onun desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) Ayn el Arap’a (Kobani) yönelik operasyona hazırlanırken HTŞ ile aradığı diyaloğu henüz kuramayan PYD, Türkiye’ye karşı İsrail dahil tüm ülkelerden yardım bekliyor. Bu arada Suriye topraklarına giren İsrail de Dera’ya doğru ilerliyor.

PKK’nın Suriye kolu Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanlık Konseyi Üyesi Salih Müslim video konferans yöntemiyle düzenlenen toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtladı.

DW Türkçede yer alan habere göre Salih Müslim HTŞ ile PYD arasında PYD’nin işgalindeki toprakların geleceğine ilişkin henüz bir müzakere süreci başlamadığını söyledi.

Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) Suriye’nin başkentini ele geçirip Esad yönetimini devirdiğinde Salih Müslim HTŞ ile diyaloga açık olduklarını söylemiş, “HTŞ bize bir adım atarsa biz iki adım atarız” demişti. Ayrıca PYD liderliği kendine bağlı kurumlara HTŞ’nin tanıdığı yeni Suriye bayrağının asılması talimatını vermişti.

Şam’a gönderdikleri mesajlara “henüz yanıt alamadıklarını” söyleyen Müslim, yine de olası müzakereleri yürütmek üzere bir heyet hazırladıklarını ve umutlu olduklarını belirtti.

Müslim, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın “HTŞ ve Kürtler arasında bir diyaloğu önlemek için aceleyle ve erkenden” Şam’a gitmiş olabileceğini düşündüğünü de söyledi.

HTŞ ile müzakerelerden istedikleri sonucu alamamaları halinde Şam’la bir çatışma ihtimali görüp görmediğinin sorulması üzerine Müslim, “Bu olmazsa kendimizi siyasi olarak savunacağız. Her şey masada ancak iyi niyetle yaklaşıyoruz” dedi.

Hem HTŞ hem SMO için “cihatçı” nitelemesi yapan Müslim, yine de HTŞ’nin geçmişte kendilerine yönelik operasyonlara katılmadığına dikkat çekti. Fakat bu yapının da “Türkiye ile koordinasyon halinde olduğunun” farkında olduklarını kaydetti.

“İsrail desteğine açığız”

İsrail basınında son günlerde çıkan “İsrail’in Suriyeli Kürtleri Türkiye’ye karşı koruması gerektiği” şeklindeki yorumların sorulması üzerine Müslim, “Özellikle İsrail’den değil, herkesten destek istediklerini” söyledi. Salih Müslim, “İsraille iletişimimiz yok, eğer böyle bir (Kürtlere destek) açıklamaları varsa elbette takdirle karşılarız” dedi. Müslim, Türkiye’nin Ortadoğu’da izlediği tutumun “İsrail’i de rahatsız ettiğini” savundu.

Jerusalem Post gazetesi 9 Aralık tarihinde, “Suriye Kürtlerinin temsilcileri yardım ve koruma talebiyle İsrailli yetkililere başvurdu” diye yazmıştı.

İsrail’in Türkiye’ye karşı açık desteğinin SDG kontrolündeki bölgelerde yaşayan Arap halkları huzursuz edip etmeyeceği sorusu üzerine Müslim, “Mısır, Fas, Tunus, Körfez ülkeleri… tüm bu Arap ülkelerinin zaten İsraille ilişkisi var” ifadelerini kullandı. Arap aşiretlerinin sırf bu yüzden kendileri aleyhine tutum almasını beklemediğini söyledi.

İsrail ordusu Dera’ya ilerliyor

Türkiye’nin PYD’ye yönelik eylemlerinden rahatsızlığını dile getiren İsrail ise Esad yönetiminin devrilmesi üzerine girdiği Suriye topraklarındaki işgalini tek bir kurşun dahi sıkmadan derinleştiriyor.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İsrail’in Dera kırsalında dokuz kilometre ilerleyerek bölgedeki Koya köyüne ve Vahdet barajı bölgesine girerek stratejik mevzilere konuşlandığını duyurdu.

SOHR’un bildirdiğine göre İsrail güçleri bölgeye girmeden önce bölge sakinlerinden silahlarını teslim etmelerini istedi.

SOHR, ayrıca İsrail güçlerinin İsrail – Suriye sınırındaki tampon bölge yakınlarındaki Kuneytra bölgesi ve Dera arasındaki sınırda yer alan Sayda köyü yakınlarındaki askeri bir bölge olan 74. Tugay bölgesine girdiğini aktardı.

İsrail ordusu bu ay Esad hükümetinin çöküşünün ardından, Suriye sınırında yer alan stratejik Hermon Dağı’nı işgal etmiş ve Suriye ile işgal altındaki Golan Tepeleri arasındaki silahtan arındırılmış bölgeye girmişti. İsrailli yetkililer, bu hareketi İsrail’in sınırlarının güvenliğini sağlamak için sınırlı ve geçici bir önlem olarak tanımlamasına rağmen en az 2025’in sonuna kadar işgali devam ettireceklerinin mesajlarını veriyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

ABD, Suriye’de eğittiği gruba Esad devrilmeden önce “Zamanınız geldi” demiş

Yayınlanma

“IŞİD’e karşı mücadele” kapsamında ABD ve Birleşik Krallık tarafından eğitilen “Devrimci Komando Ordusu” (RCA) isimli gruba, Esad devrilmeden önce ABD Özel Kuvvetleri tarafından verilen bir brifingde, “Sizin zamanınız geldi,” denildiği belirtiliyor.

İngiliz The Telegraph’ta yayınlanan habere göre, Washington’un saldırıdan önceden haberdar olduğuna dair ilk işaret olarak RCA, Esad yönetiminin sonunu getirebilecek bir saldırı için güçlerini artırmalarının ve “hazır olmalarının” söylendiğini açıkladı.

RCA komutanlarından Başar el-Maşadani, Palmira kentinin eteklerinde Rusya tarafından kullanılan eski bir Suriye ordusu hava üssünden The Telegraph’a yaptığı açıklamada “Bize bunun nasıl olacağını söylemediler. Bize sadece, ‘Her şey değişmek üzere. Bu sizin anınız. Ya Esad düşecek ya da siz düşeceksiniz’ [dediler]. Ama ne zaman ya da nerede olacağını söylemediler, sadece hazır olmamızı söylediler,” dedi.

Maşadani’ye göre, Irak sınırındaki ABD kontrolündeki Tanf hava üssündeki brifingden önceki haftalarda, RCA’nın safları, komutası altına aldığı kendisi gibi daha küçük serbest birliklerle dolduruldu.

HTŞ geçen ayın sonlarına doğru yıldırım harekatıyla güneye, Şam’a doğru ilerlerken, RCA da Tanf’tan ilerledi ve şu anda başkentin kuzeyindeki toprak parçaları da dahil olmak üzere ülkenin yaklaşık beşte birini işgal ediyor.

Üst düzey RCA yetkilileri, Suriye’deki ABD’li komutanların ilerleme emrini, 2019’daki yenilgisine kadar ülkenin kuzeydoğusunun büyük bölümünü işgal eden IŞİD’in kalıntılarının “Esad’ın düşmesi halinde oluşacak güç boşluğundan yararlanmasını önlemek için” verdiklerini söyledi.

The Telegraph’a göre bu durum Washington’un sadece 8 Aralık’ta Beşar Esad yönetimini deviren HTŞ öncülüğündeki saldırıdan haberdar olduğunu değil, aynı zamanda operasyonun boyutları hakkında da kesin istihbarata sahip olduğunu gösteriyor.

Geçen hafta kentin eteklerindeki Rus kontrolündeki Suriye hava üssünü ele geçiren RCA savaşçıları, saldırı başlamadan yaklaşık üç hafta önce, kasım ayı başında Esad’ın olası düşüşüne hazırlanmalarının söylendiğini belirttiler.

Ekim ayı başında Maşadani ve diğer komutanlar, Tanf’taki Amerikalı subayların Ebu Hatab tugayını ve diğer birlikleri RCA’nın ortak komutası altına soktuğunu söyledi.

Bunun sonucunda RCA’nın mevcudu yaklaşık 800’den 3.000’e çıktı. Kuvvetin tüm üyeleri ABD tarafından silahlandırılmaya ve şu anda feshedilmiş olan Suriye ordusundaki askerlere ödenen maaşın yaklaşık 12 katı olan ayda 400 dolar maaş almaya devam etti.

Saldırı başladığında RCA güçleri doğu çölü boyunca yayıldı ve kilit yolların kontrolünü ele geçirdi. Ayrıca güneydeki Dera kentinde HTŞ’den önce Şam’a ulaşan bir isyancı grupla birleştiler.

Yüzbaşı Maşadani, RCA ve Suriye’nin geçici lideri Muhammed el-Colani tarafından yönetilen HTŞ militanlarının işbirliği içinde olduğunu ve iki güç arasındaki iletişimin Tanf’taki Amerikalılar tarafından koordine edildiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English