Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İsrail’in çıkmazı: ‘Tartıldın, ölçüldün ve eksik bulundun’

Yayınlanma

İsrail’in Hamas’ın operasyonuna yanıt olarak Gazze’ye düzenlediği şiddetli saldırılar binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine yol açarken İsrail’in abluka altındaki bölgeye kara harekatı düzenleyip düzenlemeyeceğine ilişkin tartışmalar da sürüyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in saldırılarındaki üç temel hedefi anlatırken bu hedeflere ulaşmasının neden mümkün olmadığını da açıklamaya çalışıyor. Makalenin yazarı Suudi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Hesham Alghannam’a göre İsrail’in saldırıların ilk hedefi caydırıcılığını yeniden tesis etmek. Ancak İsrail’in içinde bulunduğu çıkmaz da tam olarak bu ilk hedefte. Çünkü, Gazze’yi yok etmek ve halkını vahşice öldürmek İsrail’in 7 Ekim’de kaybettiği caydırıcılık gücünü geri getirmeyecek.

Yazar bölgede gerçek barışın bu çatışmaya adil bir çözüm bulunarak sağlanabileceğini düşünüyor: “Bunun için Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi ve Türkiye, Rusya ve Çin de dahil bölgede adil ve istikrarlı bir barışın sağlanmasına yatırım yapan tüm ülkelerle yakın işbirliği içinde İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne yönelik siyasi girişimlerde bulunulması ve Gazze’de devam etmekte olan çatışmanın sona erdirilmesi için açık bir siyasi diyaloğun sürdürülmesi gerekiyor.”

***

7 Ekim Sonrası: İsrail’in kaybettiği caydırıcılığını geri kazanmak için acımasız arayışı

İsrail’in Gazze’ye yönelik yeni savaşındaki hedefleri üzerine bir okuma

Hesham Alghannam

7 Ekim’de Gazze’deki yüzlerce Filistinli savaşçı, İsrail’in kendisi hakkında yaydığı uzun süreli efsanelere meydan okumayı ve bu efsaneleri ortadan kaldırmayı başardı.

Sadece üç saat içinde, İsrail’in yenilmez ordusu, her şeyi bilen istihbaratı ve bağımsız kalırken başkalarına yardım sağlayan özgüvenli devlet efsanelerini paramparça ettiler.

Bu mitlerin kesin bir şekilde yıkılması, İsrailli liderleri açıkça aşırılık yanlısı ve kana susamış bir retorik benimsemeye teşvik etti. Aksa Tufanı savaşının başlamasının ardından Başbakan Binyamin Netanyahu “Gazze’ye karşı savaşın uzun süreceğini” ilan ederek Ortadoğu’yu temelden değiştireceğine söz verdi.

Dahası, Savunma Bakanı Yoav Galant Filistinlileri “hayvan” olarak nitelendirdi ve “Gazze Şeridi’ne tam bir abluka uygulandığını” ilan etti: “Elektrik yok, yiyecek yok, gaz yok. Her şey engellenmiş durumda. İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz.”

Dikkat çekici olan “Yeni Orta Doğu” kavramının 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgalini çağrıştırması.

Ancak işgalin tek sonucu Irak’ın yıkıma uğraması ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan olması, ülkenin kalıcı bir kaosa sürüklenmesi oldu. Daha sonra ABD nihayetinde geri çekildi ve Irak mücadele etmeye devam ediyor.

İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının üç temel hedefi olduğu söylenebilir:

İlk olarak İsrail, Filistinli savaşçıların Gazze’ye başarılı bir şekilde sızdığı, 11 askeri üs ve 20 yerleşimi ele geçirdiği ve yüzlerce askeri öldürdüğü ya da esir aldığı 7 Ekim baskınından sonra kaybettiği caydırıcı gücünü geri kazanmayı amaçlıyor.

İsrail on yıllar boyunca, her türlü düşmanı alt edebilecek müthiş bir askeri ve istihbarat aygıtına sahip, yenilmez bir devlet olduğu imajını özenle yarattı. Ancak bu imaj 7 Ekim’de paramparça oldu ve özündeki sahteliği ortaya çıktı.

Kaybettiği statüsünü geri kazanmak isteyen İsrail, Gazze’deki sivillere verdiği zarar kadınlara ve çocuklara karşı saldırgan imajını daha da pekiştirse de acımasızlığını göstermek için tüm yıkıcı yeteneklerini ortaya koyuyor. Caydırıcılığı yeniden tesis etmek, bedeli ne olursa olsun İsrail’in öncelikli hedefi olmaya devam ediyor.

İkinci olarak İsrail, Gazze’deki militan grupların liderlerini, üyelerini ve silahlarını ortadan kaldırarak onları yok etmek için durmaksızın çaba sarf ediyor. Bu niyet Savunma Bakanı Yoav Galant’ın ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile birlikte yaptığı “İsrail Gazze’yi Hamas’ın pençesinden kurtaracak” açıklamasında açıkça ortaya çıktı.

Hükümet, misillemenin ötesinde, silahlı gruplar Gazze’yi kontrol ederken geri dönmeyecek olan yasadışı yerleşim sakinleri arasında güveni yeniden tesis etmeyi amaçlıyor.

Bu bağlamda, İsrail’in 1982 yılında “Celile Barış Operasyonu” kapsamında Lübnan’ı işgal ettiğini hatırlamak önemli. Bu askerî harekât, Filistinli direniş güçlerinin Lübnan’dan Celile bölgesine başlattığı ve bölge sakinlerinin birçoğunu tahliyeye zorlayan saldırılarla tetiklenmişti.

Üçüncüsü, İsrail Filistinlilerin bilincini değiştirerek onları silahlı direnişle özgürlük ve bağımsızlık elde edilemeyeceğine ikna etmek istiyor.

Bunun yerine Filistinliler İsrail’in “sunduklarını” kabul etmeli. İsrail, 7 Ekim’den sonra Gazze’deki grupların kontrolü devam ettirmesi halinde Batı Şeria ve Kudüs’te direnişin cesaretlenmesinden korkuyor. Bu grupların ezilmesi, silahlı direnişin İsrail’in kaynaklarını ve kararlılığını sürekli olarak tüketen kalıcı bir kültür haline gelmesini önler.

Gazze’deki bu savaş, Hamas’ın 2007’de kontrolü ele geçirmesinden bu yana yaşanan önceki beş savaştan farklı.

Geçmişte İsrail ateşkesle sonuçlanan caydırıcı savaşlar yaşadı ve yıllar süren göreceli bir sükûnet sağladı. Hamas mallar, fonlar ve İsrail’de sınırlı çalışma izni gibi imtiyazlar elde ederken İsrail de huzura kavuştu.

Ancak bu savaş farklı çünkü hedeflerine ulaşmak için Gazze Şeridi’nin kapsamlı bir kara işgaline uğraması gerekiyor. Bu yaklaşım kaçınılmaz olarak binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine ve yüz binlercesinin yerinden edilmesine yol açacak; tüm bunların amacı ise savaşçılara ulaşmak, onları etkisiz hale getirmek ve silah depolarını dağıtmak.

Geçmişte İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik bir kara harekâtından, beraberinde getireceği büyük insani ve siyasi maliyetler nedeniyle kaçındı. On binlerce askerin bulunduğu Gazze’yi yeniden işgal etmek şüphesiz İsrail ordusunda önemli kayıplara yol açacaktı ki bu İsrail’in düşünmek istemediği ve İsrail toplumunun kabul etmeye hazır olmadığı bir ihtimaldi.

Öte yandan, bir kara harekâtı on binlerce olmasa bile binlerce Filistinli sivilin hayatını kaybetmesine yol açacaktı ki bu da uluslararası toplum tarafından kabul edilemez bir ihtimal olarak görülüyordu.

Buna ek olarak, İsrail cevaplayamadığı temel bir soru nedeniyle Gazze’yi yeniden işgal etmekte tereddüt etti: “İşgalin ikinci gününde ne olacak?” Başka bir deyişle, işgalden sonra iki milyondan fazla Filistinlinin hayatını kim yönetecekti?

Ancak İsrail’in 7 Ekim saldırıları sırasında subayları, askerleri ve yerleşimcileri dahil olmak üzere verdiği insan kayıpları, aşağılanma duygusu ve caydırıcı gücünün büyük ölçüde aşındığı korkusuyla birleşince tüm bu engeller ortadan kalktı.

Yetkililerin açıklamalarına göre İsrail, askerleri arasında önemli kayıplara bile katlanmaya hazır görünüyor. Dahası İsrail, Gazze’nin kontrolünü geri almak için ABD ve diğer Avrupa ülkelerinden istediği siyasi ve askeri desteği sağlamış durumda.

Şu anda, Gazze’nin işgalinin ardından ne olacağı sorusu, özellikle de Batı’nın desteğini aldıktan sonra, hesaplamalarında öncelikli bir endişe kaynağı gibi görünmüyor.

Katar Dışişleri Bakanı ile düzenlediği basın toplantısında bu konudaki sorulara yanıt veren ABD Dışişleri Bakanı, “Şu anda öncelik Hamas’ın İsrail’e karşı oluşturduğu tehdidi ortadan kaldırmak” dedi.

Bu açıklama Lloyd Austin’in Gallant ile yaptığı basın toplantısında vurguladıklarını tekrarlıyor: “ABD ordusu İsrail’e sağladığı güvenlik yardımları ve silahlar konusunda ya da bunların nasıl kullanılacağı konusunda herhangi bir koşul öne sürmemekte.”

İsrail ve Batı, Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve bölgesel çatışma riski anlamına gelse bile Gazze’deki militan grupların kökünü kazımaya kararlı görünüyor.

Çatışmanın tırmanması halinde İsrail’i desteklemek üzere ABD bir uçak gemisi konuşlandırdı ve bir tane daha gönderebilir. İngiltere İsrail’e Kraliyet Donanmasına ait gemiler, helikopterler ve gözetleme uçakları gönderirken Almanya da iki adet Heron insansız hava aracı gönderdi.

Bu savaşın bölgesel bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğine dair spekülasyonlardan uzak olarak, bu savaş Suudi Arabistan Krallığı’nın defalarca vurguladığı şeyin altını çiziyor: İsrail-Filistin çatışması çözülmeden Orta Doğu’da barış ve istikrar mümkün değil.

Bölgedeki çatışmanın özünü teşkil eden bu mesele, bölge devletleri ve halkları için büyük önem taşıyor. İşte tam da bu nedenle Krallık, İsrail ile ilişki kurma kararını İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne yönelik önemli ilerlemeler kaydedilmesine bağladı.

Krallık, Filistinli savaşçıların askeri operasyonunu kınamadı. Açıkça tüm sivillerin korunması çağrısında bulunarak, mevcut durumun “İsrail’in devam eden işgali ve Filistinlilerin haklarını inkâr etmesinden kaynaklandığını” belirttiği bir açıklama yayınladı ve uluslararası toplumu iki devletli çözümün uygulanmasına yol açacak güvenilir bir barış süreci başlatmaya çağırdı.

Yine de Batı, İsrail’in anlatısını tüm kalbiyle benimsiyor; İsrail’in, ölenler arasında en az 268 subay, asker ve 97 tutuklu olduğunu kabul etmesine rağmen (bu rakamlar İsrail’in güncellenmesiyle değişebilir) 7 Ekim’i 11 Eylül’e benzer bir terörizm olarak tasvir ediyor.

Dahası Batı, Filistinli silahlı grupları IŞİD’le bir tutarak şeytanlaştırıyor; öyle ki ABD Başkanı Biden başlangıçta Filistinli savaşçıların “erkeklerin, çocukların ve kadınların kafalarını kestiğini” gösteren videoları izlediğini iddia etti. Ancak Beyaz Saray daha sonra bu iddiayı yalanlayarak Başkan’ın bu videoları bizzat izlemediğini ancak İsrailli liderler tarafından bilgilendirildiğini açıkladı.

Özetle, Batı’da 7 Ekim’de yaşananların bir İsrail 11 Eylül’ü olduğu ve silahlı Filistinli grupların IŞİD’den farklı olmadığı yönünde bir söylem hâkim.

Sonuç olarak, birçok Arap ülkesi üzerinde, Filistinli savaşçıların eylemlerini kınama ve İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği katliamları durdurma yönünde baskı yapmalarını engelleme yönünde benzeri görülmemiş bir baskı var.

Bu misyon ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı bölgeye getirdi ve Blinken İsrail ziyaretine “buraya sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak gelmediğini, aynı zamanda dedesi ölümden kaçan bir Yahudi olarak geldiğini” ifadeleriyle başladı. Tüm bunlar doğal olarak Arapların tutumları üzerinde önemli bir baskı oluşturuyor.

Bu bağlamda iki önemli hususu göz önünde bulundurmak zorunlu:

Birincisi, İsrail’in Gazze’deki hedeflerine ulaşması İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmeyecek, aksine gerilimi daha da artıracak. İsrail, Filistinlilere önemli tavizler vermeyi reddederek askeri zaferini siyasi bir zafere dönüştürecektir.

Hatta Batı Şeria’daki (topraklarının %60’ını temsil eden) C Bölgesi’nin tamamını ilhak etmeye bile çalışabilir. Aynı zamanda, Filistin cephesinde kayda değer bir siyasi ilerleme olmamasına rağmen Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için Batı’dan baskı gelmeye devam ediyor.

İkinci olarak, İsrail’in Gazze’yi başarılı bir şekilde işgal etmesi halinde yönetmek gibi bir niyeti yok; bölgeyi hızla terk etme ve Birleşmiş Milletler ile Arap dünyasının uğraşması için harabeye çevirme eğiliminde.

Bu uzun süreli çatışmayı bölgesel barışın sağlanması için bir fırsata dönüştürmek İsrail’in mevcut arayışlarında başarısız olmasını gerektiriyor.

Ancak o zaman Batı, İsrail’e aldığı koşulsuz desteğe ve tüm arzularının karşılanmasına rağmen kendi güvenliğini sağlayamayacağını anlatacak.

Karşılığında İsrail, Filistinlilerle barışçıl bir çözümü benimsemek zorunda kalacak. Bu çözüm, İsrail’in 1967’de işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi karşılığında güvenlik düzenlemelerini içerecek.

Eğer bu analiz doğruysa, ki ben öyle olduğuna inanıyorum, bölgesel barış arayışı, İsrail’in Filistinlileri ezme ve onlara karşı zafer ilan etme çabalarındaki başarısızlığına bağlı.

Bu iki yolla gerçekleşebilir: ya İsrail’in zafer arayışını engelleyen bir Filistin direnişi ya da hem Filistin hem de İsrail tükenme noktasına geldiğinde İsrail saldırganlığını engellemek için devreye girecek bir Batı müdahalesi.

Her iki senaryoda da Suudi Arabistan’ın aktif diplomasisi için fırsat var ve bu da esasen Batı’ya sürekli olarak Filistin-İsrail çatışmasının Araplar için birincil mesele olmaya devam ettiği mesajını yinelemeyi içeriyor. Bölgede gerçek barış ve istikrar ancak bu çatışmaya adil bir çözüm getirilerek, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve kendi devletlerini kurma haklarının sağlanmasıyla elde edilebilir.

Bunun için Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi ve Türkiye, Rusya ve Çin de dahil bölgede adil ve istikrarlı bir barışın sağlanmasına yatırım yapan tüm ülkelerle yakın işbirliği içinde İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne yönelik siyasi girişimlerde bulunulması ve Gazze’de devam etmekte olan çatışmanın sona erdirilmesi için açık bir siyasi diyaloğun sürdürülmesi gerekiyor.

Sonuç olarak İsrail, Gazze’yi yok etmenin ve halkını vahşice öldürmenin 7 Ekim’de kaybettiği caydırıcılık gücünü geri getirmeyeceğini anlamalı.

İsrail’in içinde bulunduğu çıkmaz, Amerikan filmi “A Knight’s Tale” de kahramanın böbürlenen rakibi Kont Adhemar’ı tek bir darbeyle alaşağı ettikten sonra şöyle dediği sahneye benziyor: “Tartıldın, ölçüldün ve eksik bulundun.”

ORTADOĞU

UCM Hakiminden İsrail’in “tarafsızlık” sorgusuna yanıt

Yayınlanma

Beti Hohler

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in kendisi hakkındaki tarafsızlık sorgulamasına ilişkin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararını verecek dairenin yeni atanan üyesi Hâkim Beti Hohler’in yanıtını yayınladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkındaki tutuklama talebi kararını verecek hâkim heyetine yeni atanan Hohler, savcılıktaki geçmiş görevine ilişkin İsrail’in sorularını yanıtladı.

UCM Hakimi Hohler’in sunduğu detaylı yanıtla, İsrail’in yargı sürecini geciktirmeye ve hakimin tarafsızlığını sorgulama yönelik girişimi temelsiz kaldı.

Tarafsızlık tartışması

Hohler’in UCM hakimliğine seçilmeden önce UCM Savcılık Ofisinde çalışmış olmasının, tarafsızlığına gölge düşürebileceğini öne süren İsrail Başsavcılığının UCM’ye yönelttiği sorulara verilen yanıtta, Filistin soruşturmasında görev almadığını belirtti. Hohler, savcılık bürosunda çalıştığı dönemde Filistin soruşturmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katılmadığını ve soruşturmada görev alan personelle çalışmadığını kaydetti.

Eski Mossad şefi savaş suçları soruşturması nedeniyle eski UCM savcısını tehdit etmiş

İsrailli yetkililer hakkında yürütülen soruşturmanın belgelerine, soruşturma planlarına, evraklarına, delillerine veya gizli belgelere hiçbir şekilde erişmediğini aktaran Hohler, bu bilgi ve belgelerin kendisine başka şekilde de getirilmediğini ifade etti.

Yanıtında UCM’deki tüm soruşturmalara erişim sağlayan bir konumda çalışmadığını anlatan Hohler, Savcılıktaki görevinde kendisine danışılan ve görüş bildirdiği konular içinde Filistin soruşturmasının yer almadığını vurguladı.

Hohler, ağırlıklı olarak Filipinler’deki olayların soruşturulmasında görev aldığını ve etkileşime girdiği soruşturmalar içinde Filistin’in yer almadığını belirtti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

Tarafsızlığından makul gerekçelerle şüphelenilen bir hâkimin görevinden çekilmesi gerektiğine inandığını aktaran Hohler, görevinin gerektirdiği özelliklerin farkında olduğunu kaydetti. Hohler, Savcılık Ofisini de konuya ilişkin elindeki bilgileri mahkemeye sunmaya davet etti.

UCM’deki süreci geciktirme çabaları

Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda 16 Ocak 2015’te, Filistin’deki duruma ilişkin ön inceleme başlattığını duyurmasının ardından, Aralık 2019’da soruşturma için gerekli kriterlerin karşılandığını açıklamasına rağmen, Filistin topraklarının nereyi kapsadığı ve mahkemenin hangi topraklarda işlenen suçlara bakabileceğinin tespit edilmesi için ön yargılama dairesinden görüş istemişti.

Söz konusu görüşün verilmesi sırasında birçok UCM ülkesi ve sivil toplum kuruluşunun (STK) sürece dahil olmasıyla yaklaşık 2 yıl sonunda, ön inceleme tamamlanmış ve soruşturma ancak 3 Mart 2021’de başlatılmıştı.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM Başsavcılığının 20 Mayıs’ta Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında istediği tutuklama kararı talebi, İsrail ve müttefiklerinin sistematik engelleme çabalarıyla karşılaşmaya devam etti.

İngiltere’nin temmuzda başlattığı yetki itirazıyla yeni bir gecikme süreci başlamıştı. İngiltere’nin Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra 64 ülke, kuruluş ve kişinin beyanlarının da sürece dahil edilmesiyle birlikte, tutuklama kararından önce yargılama yetkisi tartışmalarına girilmişti.

Bunun yanında Netanyahu hakkındaki tutuklama kararı talebini incelemekle görevli bir numaralı Ön Yargılama Dairesinin başkanı Hâkim Julia Motoc’un “sağlık nedenleri ve adaletin düzgün işleyişini koruma ihtiyacı” gerekçesiyle görevinden çekildiği açıklanmıştı.

UCM, Motoc’un yerine Sloven Hâkim Beti Hohler’in atandığını bildirmişti.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

UCM’deki Filistin süreci devam ederken, Mahkeme Taraf Devletler Meclisi Başkanlığından yapılan açıklamada, Başsavcı Kerim Han hakkında Savcılık Ofisi çalışanlarından birine yönelik “uygunsuz davranış” iddialarının bağımsız bir komisyon tarafından incelendiği duyurulmuştu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas’tan Gazze’nin yönetimi için “komite” önerisine şartlı onay

Yayınlanma

Hamas’ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, El-Aksa televizyonuna yaptığı açıklamada Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması teklifini, bu komitenin tamamen yerel olması şartıyla kabul ettiklerini söyledi.

Hayye, Gazze’de ateşkes görüşmeleriyle ilgili açıklamasında “Masaya Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması yönünde bir fikir konuldu. Bu, Mısırlı kardeşlerimizin sunduğu bir öneri. Biz buna sorumlu bir yaklaşımla ve olumlu bir şekilde yanıt verdik. Komitenin Gazze’yi tamamen yerel bir şekilde yönetmesi ve oradaki günlük hayata dair her şeyi denetlemesi şartıyla bu öneriyi kabul ediyoruz” dedi.

Çin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih birleşme için diyaloğu sürdürme sözü verdi

Hamas ve Fetih hareketleri, bu ayın başında Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması ve ateşkes görüşmeleri çerçevesinde Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelmişti.

Hayye, Hamas ve İsrail arasında dolaylı olarak yürütülen ateşkes ve esir takası müzakerelerine ilişkin de “İsrail soykırımı durmadan esir takası olmayacak. Nitekim bu birbirine bağlı bir denklem. Biz tüm açıklıkla şunu söylüyoruz. Bu saldırganlığın durmasını istiyoruz. Herhangi bir esir takası olması için önce bu saldırılar durmalı” ifadelerini kullandı.

“Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkesi engelliyor”

Ateşkes anlaşmasına hazır olduklarını ancak İsrail’in de bu konuda gerçekten istekli olması gerektiğini belirten Hayye, “Ateşkes müzakerelerini harekete geçirmek için arabulucu ülkelerle temaslarımız sürüyor. Ancak Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkes müzakerelerinde ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde süren saldırılarının durdurulması için taraflar arasında uzun süredir dolaylı müzakereler yürütülüyor. Katar, ABD ve Mısır’la İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşmalarına arabuluculuk ediyor.

“Ya Philadelphia ya anlaşma”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve uluslararası kamuoyunda, siyasi nedenlerle Hamas ile esir takası anlaşması yapmamakla suçlanıyor. İsrail’in anlaşma taslağına eklediği maddelerin özellikle Mısır-Gazze sınır hattı Philadelphia Koridoru’nda kontrolünü sürdürme ısrarının müzakereleri zora soktuğu vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail Meclis kürsüsünden Netanyahu’ya “seri katil” dedi

Yayınlanma

Ayman Ode

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya Gazze’deki sivil ölümlerinden ötürü “barışın seri katilisin” diyen Filistin asıllı İsrail Meclisi (Knesset) üyesi Ayman Odeh zorla kürsüden uzaklaştırıldı.

Odeh, Knesset’teki konuşmasında, İsrail ordusunun Gazze’de, sivil ayırt etmeksizin düzenlediği saldırılardan dolayı Netanyahu’yu eleştirdi.

İsrail saldırılarında henüz yeni doğmuş ikiz bebeğini ve eşini, doğum belgesini almaya gittiği esnada düzenlenen saldırıda kaybeden Muhammed Ebu el-Kumsan’ın hikayesini anlatan Odeh, “Gazze’de sisteminizin öldürdüğü 17 bin 385 bebek var; bunların 825’i bir yaşın altında” dedi.

Netanyahu’ya Gazze öldürülen sivil, kadın ve çocuklara ilişkin sert eleştiriler yönelten Odeh sözlerini şöyle sürdürdü: “Gazze’de 35 bin 55 yetim bebek var. Hepsinin kanı peşinizi bırakmayacak ve yine de küstahlığınızla Uluslararası Ceza Mahkemesinde nasıl suçlandığınızı merak edeceksiniz. Binyamin Netanyahu senin düşüncen nedir? Düşüncen nedir? 30 yıldır barışın seri katili oldun.”

Konuşması yarıda kesilen Odeh’in Knesset’te bulunanlarca kürsüden uzaklaştırıldığı görüldü.

Gazze Şeridi’nin orta kesimindeki Deyr el-Belah’ta üç günlük ikiz bebeklerinin doğum belgesini almak için evinden çıkan Filistinli Muhammed Ebu el-Kumsan, eşini ve çocuklarını 13 Ağustos’ta İsrail saldırısında kaybetmişti.

Filistinli baba, bebeklerinin doğum belgesini almak için dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra, İsrail ordusu sığındıkları evi bombalamıştı. Evde bulunan eşi ile Aysel ve Aser ismini verdikleri ikiz bebekleri ve kayınvalidesi saldırıda yaşamını yitirmişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English