Bizi Takip Edin

AVRASYA GÜNLÜĞÜ

Küresel Medeniyet İnisiyatifinin Önemi ve Anlamı

Yayınlanma

15 Mart 2023’te Genel Sekreter Xi Jinping, Dünya Siyasi Partileri ile Diyalog Yüksek Düzey Toplantısında Küresel Medeniyet İnisiyatifini (GCI) önerdi ve bu inisiyatif geniş çapta uluslararası destek ve tanınma aldı. Küresel Medeniyet İnisiyatifi, Eylül 2021’de önerilen Küresel Kalkınma İnisiyatifi ve Nisan 2022’de önerilen Küresel Güvenlik İnisiyatifini takip ediyor ve Xi Jinping tarafından ileri sürülen üçüncü küresel inisiyatif olarak öne çıkıyor. Bu inisiyatif, ÇKP’nin yeni dönemdeki taahhüdünü ve geniş vizyonunu vurguluyor. GCI, “tarihin sonu”, “Batı-merkezcilik”, “güçlünün hakkı” ve “medeniyetler çatışması” anlatılarını aşarak, Çin’in insanlık medeniyetine katkısını, medeniyetlerin çeşitliliğine saygıyı ve medeniyetler arasında barışçıl gelişmeyi ve karşılıklı öğrenmeyi teşvik ediyor. Bu inisiyatif önemli pratik değere ve küresel öneme sahiptir.

1. İnsan Medeniyetinin Gelişmesi İçin “Tarihin Sonu” Anlatısını Kırmak

1989 yılında Amerikalı akademisyen Francis Fukuyama, The National Interest dergisinde “Tarihin Sonu?” başlıklı makalesini yayımladı. Daha sonra bu makaleyi 1992’de “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabına dönüştürdü. Fukuyama, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin komünizmin sonunu işaret ettiğini ve Batı liberal demokrasisinin nihai tarihsel zaferi kazandığını savundu. “Tarihin sonu” kavramı, önceki evrensel değerlere dayanarak, tarihin gelişiminin doğrusal olduğunu ve evrensel bir “son noktaya” doğru ilerlediğini varsayıyordu. Ancak, tarih Fukuyama’nın öngördüğünden çok daha karmaşık ve belirsiz olduğunu kanıtlamıştır. Dünya genelinde medeniyetlerin gelişimi coğrafya, tarih, kültür ve sosyal yapılar tarafından etkilenir ve her biri benzersiz yollar izler. Son otuz yılda, insan siyasi medeniyeti Fukuyama’nın öngördüğü gibi gelişmedi. “Tarihin sonu” kavramı, yükselen ekonomilerin ortaya çıkışını, jeopolitik değişimleri ve küreselleşme sürecinde insanlığın karşılaştığı yeni zorlukları öngöremedi. Özellikle, Çin modernizasyonunun başarılı uygulaması, Batı modeline alternatif bir yol göstererek, “tarihin sonu” kavramını tartışılmaz gerçeklerle sona erdirdi.

Bu kavrama zıt olarak, GCI, her biri farklı gelişim aşamalarında olan ülkelerin farklı tarihi geçmişlerini ve kültürel geleneklerini kabul eder. Farklı medeniyetler, insanlık medeniyetinin bahçesinin eşit ve ayrılmaz parçalarıdır. GCI, barış, kalkınma, adalet, demokrasi ve özgürlük gibi evrensel değerlere yönelik arayışı kabul eder ve bu değerlerin farklı medeniyetler tarafından çeşitli yorumlarına saygı gösterilmesini vurgular. Bu değerleri ararken, medeniyetlerin kendi özelliklerine ve ihtiyaçlarına uygun kalkınma yollarını keşfetmelerine izin verilmelidir. GCI, tarihin tek yönlü bakış açısını aşar ve medeniyetlerin gelişiminin çeşitli ve dinamik olduğunu, belirli bir “son noktanın” olmadığını savunur. Diğer ülkeler için tek doğru seçim olarak tek bir siyasi veya ekonomik modelin dayatılmasına karşı çıkar. Ekonomik durgunluk, genişleyen servet farkları, ekolojik krizler ve teknolojinin etik riskleri gibi eşi benzeri görülmemiş küresel değişikliklerle karşı karşıya kalırken, GCI’nin kapsayıcı ve açık perspektifini benimsemek, medeniyet önyargılarını ve ayrımcılığı bir kenara bırakmak ve daha etkili çözümler bulmak için daha yakın uluslararası iş birliği ve medeniyetler arasında karşılıklı öğrenme aramak esastır.

2. Medeniyet Çeşitliliğine Saygı Göstererek “Batı-Merkezcilik”i Aşmak

“Batı-merkezcilik”, Batı medeniyetine odaklanan bir dünya görüşü ve tarihsel perspektiftir, Batı tarihini, kültürünü, siyasi sistemlerini ve ekonomik modellerini medeniyetin tek standartları olarak kabul ederken diğer medeniyetleri geri kalmış ve cahil olarak değerlendirir. Amerikalı sinolog John Fairbank, modern Çin toplumunun durağan olduğunu, Batı etkileri 19. yüzyılın ortalarında Çin’i modern topluma dönüştürene kadar geleneksel kısıtlamaları kıracak içsel bir dürtüden yoksun olduğunu düşünüyordu. Bu görüş, Batı güçlerinin Çin’in modern dönüşümündeki rolünü abartmakla kalmayıp, “Batı-merkezcilik”in etkisini de yansıtır. Bu anlatı, uzun süre uluslararası söyleme hakim oldu, Batı değerlerini, yaşam tarzlarını ve siyasi-ekonomik modelleri ölçüt olarak kabul etti ve diğer medeniyetlerin başarılarını göz ardı etti veya reddetti. Çok kutupluluk ve ekonomik küreselleşme derinleştikçe, “Batı-merkezcilik”in yanlı ve dar perspektifi, medeniyetler arası karşılıklı anlayışı ve iş birliğini giderek daha fazla engelliyor, bazen de çatışmaları artırıyor. Bu görüşün sınırlamaları ve sakıncaları daha belirgin hale geliyor. Uluslararası toplulukta akılcı sesler, Batı’nın kibir ve önyargılarının üstesinden gelinmesi ve teoride ve pratikte daha eşit, çeşitli ve kapsayıcı perspektiflerin aranması gerektiğini giderek daha fazla savunuyor.

Dünyanın en eski medeniyetlerinden biri olan Çin, binlerce yıllık zengin tarihsel deneyim ve kültürel bilgelik biriktirmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, özellikle reform ve açılımın 40 yıldan fazla süren dönemi boyunca, Çin’in sosyalist inşa ve kalkınma başarıları sadece etkili bir yol oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda diğer ülkeler için yeni kalkınma modelleri ve seçenekler de sunmuştur. GCI, “Batı-merkezcilik”te mevcut olan tek taraflılık ve bencilliği aşarak, çok taraflılığı ve küresel zorlukları ele almak için iş birliğini savunur, ortak çıkarlar ve karşılıklı saygıya dayalı yeni bir küresel yönetişim perspektifi sunar. Aksine, GCI medeniyetlerin gelişimine yeni bir bakış açısı sağlar, her medeniyetin kendi kalkınma yolunu seçme hakkını tam olarak kabul eder. “Batı-merkezcilik”in yarattığı eşit olmayan çıkarlar ve dengesiz kalkınma ürünlerinin aksine, GCI açıklık, kapsayıcılık ve evrenselliği savunur, daha adil ve makul yeni bir kalkınma modeli sunar. Çeşitli küresel zorluklar ve ortak sorunlarla karşı karşıya kaldığında, GCI çatışma yerine iş birliğini, dışlama yerine karşılıklı öğrenmeyi ve sıfır toplamlı oyunlar yerine kazan-kazan sonuçlarını seçer, medeniyet çeşitliliğine tam anlamıyla saygı duyar ve daha adil, makul ve uyumlu bir dünya düzeni inşa eder.

3. Tüm Medeniyetlerin Barışçıl Gelişimi İçin “Güçlünün Hakkı” Anlayışını Aşarak Çin’in Bilgeliğine Ulaşmak

“Güçlünün hakkı” anlatısı Batı’da uzun bir tarihe sahiptir, güçlü bir ulusun kaçınılmaz olarak genişlemeyi arayacağını, uluslararası sahnede başkalarına hakim olmaya çalışacağını savunur. Tarihsel olarak, birçok büyük güç, güçlü hale geldiklerinde, genişlemeci ve hegemonik davranışlar sergilemiş, örneğin Avrupa’nın sömürge genişlemesi ve Soğuk Savaş sırasında ABD-Sovyet rekabeti. Bu örnekler, bazıları tarafından “güçlünün hakkı” kavramının ampirik kanıtları olarak görülür. Ancak bu görüş, rekabet ve çatışmayı aşırı vurgulamakta, uluslar ve medeniyetler arasında barışçıl yollarla çatışmaların çözülmesi ve kazan-kazan sonuçlarının elde edilmesi olasılığını göz ardı etmektedir. Genellikle bencil ve kısa vadeli uluslararası politikalara yol açar, uluslararası ilişkilerdeki gerilimleri ve çatışmaları artırır. Bugün karmaşık ve sürekli değişen uluslararası ortamda “güçlünün hakkı”nın sınırlamaları daha belirgin hale gelmektedir. Uluslararası ilişkileri anlamak, basit güç mücadelelerini aşmayı ve saygı, iş birliği ve karşılıklı faydaya dayalı yeni medeniyetler arası etkileşim fikirlerini aramayı gerektirir.

“Güçlünün hakkı” teorisi, Çin’in kültürel gelenekleriyle uyumlu değildir. Tarihsel olarak, Çin lider bir konumdaydı, ancak ulusal gücünün zirvesinde bile, sömürge yağmacılığına, savaş gemisi diplomasisine veya başkalarına eşitsiz anlaşmalar dayatmaya girişmedi, diğer ulusları işgal etmedi ve egemenlik iddiasında bulunmadı. GCI, binlerce yıldır devam eden Çin’in mükemmel geleneksel kültürünün zengin bilgeliğine dayanır ve “bir ulus, ne kadar büyük olursa olsun, savaşçıysa yok olur” tarihi dersine bağlı kalır. Etkileşimlerde barışa değer vererek ve uyumlu bir şekilde bir arada yaşama ilkelerine bağlı kalarak, “güçlünün hakkı” teorisinin eskimiş mantığının ötesine başarıyla geçer. GCI, bu eski zihniyeti açıkça reddeder, ulusal gücün yükselişinin kaçınılmaz olarak genişlemeye veya hegemonik eylemlere yol açmadığını vurgular. Bunun yerine, farklı medeniyetler arasındaki ilişkilerin yönetiminde barışçıl bir arada yaşama ve karşılıklı fayda ilkelerini savunur, dünya barışını korumaya ve insanlık medeniyetinin ortak gelişimini teşvik etmeye kararlıdır. Küresel Kalkınma İnisiyatifi, Küresel Güvenlik İnisiyatifi ve insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir topluluk inşa etme konsepti ile birlikte, uluslararası topluma sıfır toplamlı oyunlardan kaçınmak ve kazan-kazan kalkınmasını sağlamak için bir model sunar. Bu inisiyatifler ve konseptler çerçevesinde, uluslar uluslararası işlerde adalet ve hakkaniyeti aktif olarak savunur, her türlü hegemonyaya ve güç politikalarına karşı çıkar, ortak zorluklarla birlikte yüzleşir, medeniyetin gelişiminin meyvelerini paylaşır ve tüm insanlığın ortak refahını artırır. Karşılıklı saygı ve eşitliğe dayalı bu yeni uluslararası ilişkiler modeli ve yeni düzeni, daha uyumlu, istikrarlı, barışçıl, güvenli ve müreffeh bir uluslararası toplum yaratmaya yardımcı olacaktır.

4. “Medeniyetler Çatışması”nı Medeniyetler Arası Değişim ve Karşılıklı Öğrenme ile Değiştirmek

1990’larda Amerikalı akademisyen Samuel Huntington, “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Şekillendirilmesi” adlı kitabında “medeniyetler çatışması” teorisini tanıttı ve Soğuk Savaş sonrası çatışmaların ideolojik veya ekonomik farklılıklardan değil, kültürel ve medeniyet farklılıklarından kaynaklanacağını savundu. Dünyayı sekiz ana medeniyete ayırdı ve medeniyetler çatışmasının gelecekteki çatışmalara hakim olacağını, özellikle İslami ve Konfüçyüs medeniyetlerinin Batı medeniyetine önemli zorluklar oluşturacağını öngördü. Teoriye göre, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, küresel yapı iki kutupluluktan çok kutupluluğa kaydı ve ulusal eylemler artık sadece ideoloji ile belirlenmiyordu. Bunun yerine, medeniyetler arası çatışmaların küresel siyasete hakim olması bekleniyordu, medeniyet sınırlarının gelecekteki çatışmaların ön saflarına dönüşeceği öngörülüyordu. Teori ortaya çıktığından beri, medeniyetler arası gerilimleri artırma ve barışçıl bir arada yaşamayı ve diyaloğu engelleme potansiyeli nedeniyle çok tartışmalı hale geldi. Ne yazık ki, teori bir tür kendini gerçekleştiren kehanete dönüştü, çünkü kaçınılmaz medeniyetler çatışması beklentisi, bu tür çatışmaların olasılığını artırıyor. “Medeniyetler çatışması” teorisini politik bir değer veya felsefe haline getirmek, medeniyetler arasındaki heterojenlik ve çatışmayı aşırı vurgulamak, şüphesiz daha fazla anlaşmazlık ve medeniyetler arasında uyumsuzluk yaratır.

GCI, medeniyetler arası değişimi ve karşılıklı öğrenmeyi teşvik etme konusunda Çin’in aktif rolünü gösterir, “medeniyetler çatışması” teorisinin ortaya koyduğu medeniyetler arası karşılaşmalara yeni çözümler sunar. Teorinin dar perspektifi ve karamsar beklentileri, derinleşen küresel iş birliği ve giderek daha yakın kültürel değişimlerin gerçekliği ile keskin bir tezat oluşturur. Medeniyetler arası çatışma yerine, uluslararası toplumun medeniyetler arasındaki farklılıklara saygı göstermek için daha kapsayıcı ve çeşitli bir perspektife ihtiyacı vardır. Bugünlerde, giderek artan sayıda ülke, “medeniyetler çatışması” teorisini değiştirirken medeniyetler arasında değişim, diyalog, iş birliği ve karşılıklı öğrenmeyi enerjik bir şekilde teşvik eden yeni bir ideolojik kavram olarak GCI’yi kabul ediyor. GCI, medeniyetler arasında karşılıklı saygı, eşit diyalog ve derin değişimi savunarak, “medeniyetler çatışması” teorisinin dar çerçevesini aşar. GCI, “uyum içinde farklılık” şeklindeki geleneksel Çin kültürel değerini yansıtır. Uluslar arasında kültür, din ve değerlerdeki önemli farklılıklara rağmen, bu farklılıklar çatışmanın kaynakları olmamalıdır. GCI, medeniyetlerin eşit temelde diyalog ve değişime girmelerini savunur, başkalarının üstünlüklerini ölçmek için tek bir standart kullanılmasına karşı çıkar ve daha adil ve açık bir uluslararası kültürel değişim mekanizmasını teşvik eder. Son yıllarda, Çin aynı zamanda, Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne katılan ülkelerle kültürel, eğitimsel ve sanatsal değişimleri ve iş birliğini büyük ölçüde teşvik ederek, medeniyetler arasında karşılıklı anlayış ve saygıyı artırmış ve medeniyetler arası değişim ve karşılıklı öğrenme için güç toplamıştır.

(Yazarlar: Ahmed Sayed, Mısırlı sinolog ve Sekhmet Kültür Endüstri Grubu Başkanı; Wang Jun, Pekin Üniversitesi Marksizm Okulu’nda doktora öğrencisi)

AVRASYA GÜNLÜĞÜ

Küresel Medeniyet İnisiyatifi Modernleşme Yolculuğunda Karşılıklı Güven ve Öğrenmeyi Teşvik Ediyor

Yayınlanma

Dünya siyaseti yeni bir aşamaya giriyor ve uzmanlar bunun ne anlama gelebileceği konusunda farklı fikirler tartışıyor. Bazıları bunun tarihin sonu, küreselleşmenin yükselişi, devletler arası geleneksel rekabetin geri dönüşü veya kabilecilik ve milliyetçilik nedeniyle devletlerin çöküşü olabileceğini düşünüyor. Bu teoriler, gelişen gerçekliğin farklı yönlerini yansıtmakta ve mevcut küresel siyasi manzaraya kapsamlı bir bakış sunmaktadır.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2023 yılında Dünya Siyasi Partiler Yüksek Düzeyli Toplantısı’nda Küresel Medeniyet Girişimi’ni (GCI) önerdi. Xi Jinping’in 2021 ve 2022 yıllarında sırasıyla Küresel Kalkınma Girişimi ve Küresel Güvenlik Girişimi’ni başlatmasının ardından bu girişim, Pekin’in dünyaya yönelik önemli bir kamu teklifi olarak öne çıkıyor. Çin’in kolektif eyleme dayalı bir dünya düzeni önerisinin üçüncü sütunu olan GCI, Çin’in küresel iş birliği ve kültürel çeşitliliğe olan sarsılmaz bağlılığını vurgulamaktadır.

Medeniyetler Çatışması Teorisi

GCI, medeniyetlerin kaçınılmaz çatışmalarını veya egemenliğini öngören teorilere kesin bir karşıtlık oluşturur. Bu tür teorilerin önde gelen savunucularından biri olan Samuel P. Huntington, 1996 yılında yayımlanan “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden İnşası” adlı kitabında, dini ve kültürel kimliğin Soğuk Savaş sonrası dönemde çatışma yaratacağını öne sürmüştü. Ancak, GCI dünyayı kültürel çatışmalara mahkûm olarak değil, karşılıklı anlayış ve iş birliği için bir fırsat olarak gören yeni bir perspektif sunarak geleneksel görüşlerden önemli bir ayrılık göstermektedir.

Huntington’a göre, medeniyetler çatışması dünya tarihinde kaçınılmazdır. Erken dönem dünya tarihi öncelikle kralların, ulusların ve ideolojilerin mücadelesiyle ilişkilendirilirken, dünya siyaseti yeni bir aşamaya girmiştir. Huntington’ın teorisinde, Batı dışı medeniyetler artık sömürülen varlıklar değil, Batı normlarını takip eden önemli oyuncular haline gelmiştir. Ancak, bu varsayımların geçerli olmadığı artık açıktır. Örneğin, küresel Güney’deki birçok ülke, Batı merkezli ittifaklara katılmak yerine, BRICS+ veya Şanghay İşbirliği Örgütü gibi çerçeveler içinde birleşmeyi tercih etmektedir.

Küresel Medeniyet Girişimi’nin Özeti

Medeniyetler çatışması teorisinden farklı olarak, GCI ideolojisi tamamen farklı ilkeler üzerine kuruludur; yani medeniyetler arasında eşitlik, diyalog, kapsayıcılık ve karşılıklı zenginleşme fikirleri. Bu ilkeler, kültürel değişimlerin ve farklılıklar ile benzerliklerin öğrenilmesinin önemini vurgular ve GCI’nın sunduğu karşılıklı zenginleşme ve barış içinde bir arada yaşama potansiyeline olan merak ve ilgiyi uyandırır.

GCI’nın önemi, dünya genelinde zorlukların ve krizlerin artması ve Soğuk Savaş zihniyetinin yeniden canlanması bağlamında ortaya çıkmaktadır. Ekonomik ve insani iş birliği yerine, saldırgan jeopolitik sloganlar ve ideolojik araçlar saldırgan bir söylemle yeniden canlanmıştır. Devletler karşı karşıya gelerek çatışmaya mı girecek yoksa halklarının refahı için birlikte mi çalışacaklar? Hikâye ileri mi gidecek yoksa geri mi? İnsanlık, medeniyetler arasındaki farklılıklarla barışçıl bir şekilde başa çıkıp çıkamayacağına bağlı olarak çok şey değişecektir.

GCI’nın ardındaki fikir, farklı medeniyetlerin kendi güçlü yönlerini benimseyerek birlikte ilerlemeyi başarması gerektiğidir. Bu girişimin ruhu içinde, dünya düzeninin ve insanlığın geleceğiyle ilgili küresel sorunların çözülmesi için sistematik çalışmalar yapılmalıdır. Bilimsel, kültürel ve insani değişimler ve karşılıklı öğrenme, insan toplumunun ilerlemesi için itici güç haline gelmelidir. GCI’nın temel konsepti, medeniyetlerin çeşitliliğine saygı gösterilmesini, insanlığın ortak değerlerinin savunulmasını, medeniyetlerin mirası ve yenilikçiliğinin önemini vurgulamayı ve uluslararası halklar arası değişim ve iş birliğini teşvik etmeyi içermektedir.

Büyük İpek Yolu’nun Tarihi

Büyük İpek Yolu’nun tarihi, Orta Çağ’da farklı medeniyetler arasındaki etkileşimlerin etkisini vurgulayan büyüleyici bir geçmişe sahiptir. MS 800 ile 1200 yılları arasında, İpek Yolu Orta Asya’nın hızla yükselmesini sağladı ve bölge, ticaret ve ekonomik büyüme, şehirlerinin büyüklüğü ve karmaşıklığı, sanatın gelişimi ve bilgi alanlarında dünya lideri konumundaydı. Bu dönemde, matematik, astronomi, coğrafya, jeoloji ve tıp gibi alanlarda birçok entelektüel önemli başarılar elde etti. Bu bilginler, cebir adını verdikleri hesaplamalarla Dünya’nın çapını büyük bir doğrulukla hesapladılar, modern tıbbın temelini oluşturan kitaplar yazdılar ve dünyanın en güzel şiirlerinden bazılarını ürettiler.

Bu gelişme, farklı kültürlerin büyük kişilikleriyle tanışmaları ve deneyimlerini, bilgilerini, düşüncelerini ve fikirlerini paylaşmaları sonucunda ortaya çıktı. Orta Asya’nın konumu, Çin, Hindistan, Rusya, Avrupa ve Batı Asya ile doğrudan ticaret ve kültürel bağlantıları kolaylaştırdı. Frederick Starr’ın belirttiği gibi, “Tarihte nadiren bu kadar etkileyici bir grup bilim insanı aynı zamanda ve aynı yerde bulunmuştur.”

Yüzyıllar boyunca, Büyük İpek Yolu, Akdeniz, Hint ve Ganj Vadileri, Dicle ve Fırat Nehirleri ile Sarı ve Yangtze Nehirleri’ndeki farklı medeniyetleri birbirine bağlayan önemli bir kültürel ve bilimsel değişim kanalı olmuştur. Farklı milletlerden, ırklardan ve dinlerden insanları bir araya getirmiştir; Yunanlılar, Romalılar, Çinliler, Babilliler ve Hintliler, ayrıca İslam, Hristiyanlık, Budizm ve diğer dinlerin takipçileri de dâhil.

Kurulmuş İpek Yolu güzergâhları, Avrasya kıtası medeniyetleri arasındaki bağları güçlendirdiği, Doğu ve Batı kültürleri arasındaki değişim ve karşılıklı öğrenmeyi teşvik ettiği ve bölgesel gelişme ve refahı desteklediği için “Büyük” olmuştur. Barış ve iş birliği, açıklık ve kapsayıcılık, karşılıklı eğitim ve kültürel zenginleşme ile karakterize edilen İpek Yolu ruhunu yaratmıştır.

Yeni Tarih: Kuşak ve Yol Girişimi

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 11 yıl önce Kuşak ve Yol Girişimi’ni (BRI) tanıttı. Bu girişim, farklı etnik gruplardan, dini inançlardan ve kültürel geçmişlerden gelen insanların barış ve refahı birlikte gerçekleştirmesi için İpek Yolu ruhunu canlandırmayı amaçlamaktadır. Bu girişim, siyasi güven, ekonomik entegrasyon ve kapsayıcılık ile karakterize edilen bir topluluk inşa etmek için bir platform sunmaktadır.

Büyük İpek Yolu gibi, BRI’nin de ortak ülkelerin büyümesine katkıda bulunması beklenmektedir. Dünya Bankası’na göre, BRI’nin ticaret akışlarını %4.1 artırma ve küresel ticaret maliyetlerini %1.1 ila %2.2 arasında azaltma potansiyeli vardır. Girişim ayrıca, Doğu Asya ve Pasifik’teki gelişmekte olan ülkelerin GSYİH’sını %2.6 ila %3.9 artırması öngörülmektedir. Altyapının iyileştirilmesi yoluyla, BRI küresel ticaretin önündeki engelleri kaldırmaya yardımcı olacak ve geniş çapta faydalar sağlayacaktır. 2040 yılına kadar BRI’nin küresel GSYİH’yi yıllık 7.1 trilyon dolar artırabileceği tahmin edilmektedir.

150’den fazla ülke ve uluslararası örgüt, BRI’ye katılmıştır ve bu, onu uluslararası iş birliği için en büyük platform haline getirmiştir. GCI önerisi, BRI’ye katılan ülkeler arasındaki iş birliğine de yeni bir boyut katacak ve ülkeler arasındaki ekonomik ve insani değişimleri daha verimli hale getirecektir. Kültürel ve film festivalleri, tarihi eser sergileri ve diğer etkinlikler düzenleyerek, ortak ülkeler arasındaki dostluk köprüleri güçlendirilecek, kültürel değişim ve karşılıklı zenginleşme teşvik edilecektir.

GCI’nin Çağdaş Değeri

GCI fikrinin, Çin tarihinin derinliklerinden organik olarak ortaya çıktığı söylenebilir, çünkü 5000 yılı aşkın sürekli tarih boyunca gelişen Çin medeniyeti, ülkenin çeşitli kültürel manzarasının birleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bugün Çin, 56 etnik grubun çeşitlilik içinde birleştiği tek bir çok uluslu ülkedir. Bu birlik, ulusal birliğin her zaman ülkenin temel çıkarlarının merkezinde yer aldığını ve güçlü ve birleşik bir devletin, tüm halkın refahının temelini oluşturduğunu belirlemektedir.

Çin medeniyetinin kapsayıcılığı, çeşitli dini inançların uyum içinde varlığı ve Çin kültürünün diğer medeniyetlere olan açıklığı ile örneklenmektedir. Küresel Kalkınma Girişimi, Küresel Güvenlik Girişimi ve Küresel Medeniyet Girişimi, ortak refah ve kültürel değişim ve karşılıklı öğrenmeyi teşvik eder. Çin milletinin ortaya çıkışı, farklı halkları ve kültürleri birleştirirken, onların çeşitliliklerine ve farklılıklarına saygı göstererek ulus inşası süreci olarak ortaya çıkmıştır.

Eski bir Çin atasözü şöyle der: “Başkalarıyla değiş tokuş yapmayan bir kişi cahil ve bilgisiz kalacaktır.” Farklı kültürlerden insanlar arasındaki aktif ilişkiler, güven oluşturabilir, engelleri kırabilir, dostlukları güçlendirebilir ve nihayetinde dünyayı daha iyi hale getirebilir. Farklı geçmişlerden gelen insanlar etkileşime girdiğinde, yeni bir kültüre dalabilir, yeni bir dil öğrenebilir veya fikir alışverişinde bulunabilirler. Bu ilişkiler genellikle karşılıklı anlayış, saygı ve ortak çıkarlar temelinde güçlü ortaklıklarla sonuçlanır.

Örneğin, eski Doğu ve Batı felsefi düşüncelerinin oluşumu ve gelişimi, erken insan uygarlıkları arasındaki etkileşim ve entegrasyon olmadan mümkün olmazdı. Konfüçyüs’ün “büyük uyum dünyası” ile Platon’un “Cumhuriyet”i arasındaki benzerlik tesadüfi değildir, tarihi bir zorunluluktur.

Dünya, değişim ve çalkantılarla dolu tehlikeli bir döneme girmiştir. Medeniyetler çatışması teorilerinin yeniden canlanmasıyla, uluslararası bilimsel ve kültürel değişimler ve iş birliği büyük zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu bağlamda, küresel medeniyet diyalogları ve iş birliği ağları inşa etmek daha da önemli ve acil hale gelmektedir.

“İnsan toplumu tarafından yaratılan tüm medeniyetler parlaktır. Her ülkenin modernleşme hamlesi bu medeniyetlerden güç alır ve bu medeniyetler, modernleşme çabalarına özgün bir nitelik kazandırır” diyen Başkan Xi Jinping, ülkeleri modernleşme için çeşitli yolları keşfetmeye çağırdı.

GCI, ulusların tarihlerini ve geleneklerini onurlandırmanın önemini vurgular. Bunlar, sosyal ve ekonomik ilerlemenin önünde engel olarak görülmemeli, modernleşmenin itici güçleri olarak değerlendirilmelidir. Bu yaklaşım, kimliklerinden gurur duyan ve küreselleşen bir dünyada benzersizliklerini koruma konusunda endişeli olan uluslara hitap eder. Tarih, gelenek ve yenilik arasında, kendini koruma ve modernleşme arasında bir denge bulmanın zor olduğunu göstermiştir. Modernleşme süreçleri farklı yerlerde kaçınılmaz ve küresel olmakla birlikte tamamen farklı biçimler alabilir.

Medeniyetlerin modernleşmesi ve çeşitlenmesi, insan haklarını ihlal etmenin, çevreye zarar vermenin veya sorumlu yönetim standartlarını göz ardı etmenin bahanesi olarak kullanılmamalıdır. Farklı medeniyetler arasındaki ilişkilerde, bir grup her şeyi bilen öğretmenler olarak hareket etmemeli, diğer grup ise itaatkâr bir şekilde takip etmemelidir. Bunun yerine, herkes birbirinden öğrenmeye ve modernleşme ve gelişme sürecinde birbirini desteklemeye çalışmalıdır. GCI, karşılıklı güven, karşılıklı öğrenme ve karşılıklı yardımlaşmanın nasıl daha da geliştirilmesi gerektiğine dair rehberlik eder.

Sonuç

GCI, medeniyetler arasındaki farklılıkların dezavantaj olarak görülmemesi gerektiğini vurgular. Aksine, medeniyetlerin farklılıkları insanlığın daha güçlü, yaratıcı ve dayanıklı olmasını sağlayan bir zenginliktir. Bu nedenle, bu çeşitliliği korumalı ve geliştirmeliyiz. Herhangi bir medeniyetin homojenleştirilmesi, insanlığın çeşitliliğini azaltır ve bu da kaçınılmaz olarak küresel riskleri ve belirsizlikleri artırır. Kültürel, etnik, bölgesel, ulusal ve dini kimliklerin yeniden canlanması, küreselleşme ve dünya düzeninin homojenleşmesi eğilimine karşı ulusların doğal bir tepkisidir.

Djoomart Otorbaev, Kırgız Cumhuriyeti’nin eski Başbakanı, Pekin Normal Üniversitesi Kuşak ve Yol Okulu’nda profesör ve “Yeni Büyük Oyun’un Gölgesinde Orta Asya’nın Ekonomik Yeniden Doğuşu” (Routledge 2023) adlı kitabın yazarıdır.

Okumaya Devam Et

AVRASYA GÜNLÜĞÜ

Fazla olan Çin’in üretim kapasitesi değil, Batı’nın kaygısıdır

Yayınlanma

Son zamanlarda, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı’daki bazı politikacılar ve medya, “Çin’in kapasite fazlası üretimi teorisi” üzerine spekülasyon yaparak, Çin’in kendi gelişimiyle biriktirdiği karşılaştırmalı avantajları “haksız rekabet” olarak çarpıtarak ve Çin’in dünyaya fayda sağlayan yüksek kaliteli üretim kapasitesini “dünya ekonomisine darbe vurmak” olarak itibarsızlaştırarak birbirlerini tekrarlıyorlar. Açıkçası bu, Çin’in yükselişi karşısında bazı ülkelerin bir başka kolektif kaygı saldırısı ve Çin ekonomisine karşı yeni bir bilişsel savaş turu. Çin’in kendi yoluna güveni tamdır ve spekülatif gürültü Çin tarzı modernleşmenin endüstriyel dönüşüm ve iyileştirme yolundan sapmayacaktır ve Çin’in üst düzey açılımı ve yüksek kaliteli kalkınmayı teşvik etme konusundaki kesin kararlılığını sarsması daha da olası değildir.

Bu kez ABD ve Batı, ekonomik bir mesele gibi görünen ancak aslında karmaşık bir çağdaş arka plana ve siyasi motivasyona sahip olan “Çin’in kapasite fazlası üretim teorisi” üzerine spekülasyon yapıyor. Bu çağdaş arka plan işte şudur, yüzyılda görülmemiş büyük değişimlerin daha hızlı bir şekilde yaşandığı dönemde, gelişmekte olan ülkeler küreselleşmeyle derinlemesine kaynaşmış, işbölümüne katılım sürecinde yeni karşılaştırmalı avantajlar geliştirmiş, giderek dünyanın yeni üretim, inovasyon ve kalkınma merkezlerine dönüşüyor. ABD ve Batı’ya göre, kendi yüzlerce yıldır bilimsel ve teknolojik, finansal, askeri, sömürgeci ve diğer yollarla inşa ettiği ve sağlamlaştırdığı”merkez-çevre” endüstriyel işbölümü sistemi zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Bu siyasi motivasyon işte şudur: ilk kalkınmış olan ülkeler, finans ve sermayenin küresel düzenlenmesini sağladığı süreçte, reel ekonomi daha da finansallaşmış, endüstrinin içi daha da boşaltılmış, imalat sanayinin karşılaştırmalı avantajı daha da zayıflamış, bu nedenle küresel işbölümü sistemindeki tekel statüsünü korumak için sonrada gelişen ülkelerin teknolojik ve endüstriyel gelişmesini bastırmaya ve kontrol altına almaya çalışıyor. Bu, katılaşmış çıkarlarla eski düzenin “kalesine” tutunan gelişmiş ülkeler ile “tavanı” kırmaya çalışan ve adil kalkınma hakkı için mücadele eden gelişmekte olan ülkeler arasındaki bir savaştır. Bu nedenle, sözde “kapasite fazlası üretim” yalandır, “kaygı fazlası” gerçektir.

Çin’in otomobil markası Hongqi’nin yeni bir enerji aracı, 13 Nisan 2024’te Çin’in Hainan eyaletinin başkenti Haikou’da düzenlenen dördüncü Çin Uluslararası Tüketici Ürünleri Fuarı’nda (CICPE) sergilendi. (Xinhua/Yang Guanyu)

Günümüz dünyasının zenginliği ve maddi başarıları büyük ölçüde ekonomik küreselleşmenin derinlemesine gelişiminden ve ülkelerin piyasa mekanizması altında karşılaştırmalı avantajlara dayanarak oluşan küresel iş bölümünden kaynaklanmaktadır. Bu tür karşılaştırmalı avantajlar, geçmişte daha çok doğal kaynak gibi doğal farklılıklara bağlıydı. Bilimsel ve teknolojik başarıların küresel olarak yaygınlaşması ve ülkelerin bağımsız kalkınma kabiliyetlerinin artmasıyla birlikte karşılaştırmalı avantajların oluşumu, sanayi politikası, stratejik planlama ve bilimsel ve teknolojik inovasyon kabiliyetleri gibi edinilmiş faktörlere daha fazla dayanmaya başlamıştır, ülkeler makul faktör kombinasyonu yoluyla kendi karşılaştırmalı avantajlarını geliştirmekte ve küresel rekabete katılmakta, endüstriyel zincirin ve değer zincirinin sıçramaya devam etmesini sağlamakta ve küresel iş bölümü sisteminin daha verimli bir yöne doğru ayarlanmasını teşvik etmektedir, bu da genellikle küresel üretim kaynaklarının tahsisinin verimliliğine ve küresel iş bölümü sisteminin gelişimine yardımcı olmaktadır. Bu genel olarak küresel üretim kaynaklarının dağılımının verimliliği ve insanlığın genel refahının arttırılması için elverişlidir. Ancak tarihsel olarak, ekonomi kurallarına bazen yapay siyasi faktörler müdahale etmiştir ve bu tür ayarlamalar doğal olarak gerçekleşmez.

Bu  fotoğraf 17 Mayıs 2023’te çekildi, Çin’in kuzeybatısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin Hotan Eyaleti, Lop İlçesindeki bir elektrik santralindeki fotovoltaik (PV) panelleri gösteriyor. (Xinhua/Du Çetesi)

Birleşik Krallık Sanayi Devrimi’ne öncülük etmişti ve imalat alanındaki karşılaştırmalı üstünlüğü bir zamanlar rakipsizdi. Ancak diğer ülkelerin yükselişiyle birlikte, Birleşik Krallık’ı merkeze taşıyan küresel sanayi düzeni tarihi bir değişim geçirmiş ve Birleşik Krallık küresel sanayideki merkezi konumunu korumak için siyasi, ekonomik ve askeri gücünü kullanarak diğer ülkelerin gelişimini engellemeye çalışmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa ve Japonya, yüksek teknolojili endüstriler alanında yükselip ABD’nin ekonomik alandaki merkezi konumuna meydan okuyunca, ABD, küresel işbölümü sistemindeki tekel konumunu korumak için askeri, siyasi ve mali avantajlarını kullanarak Avrupa ve Japonya’nın gelişme eğilimini engellemeye çalışmıştır. Bugün, küreselleşmeye entegrasyonun derinleştiğin süreçte Çin, bariz sistem avantajları, doğru stratejik planlaması ve güçlü öğrenme ve inovasyon yeteneği sayesinde, karşılaştırmalı avantajlar biriktirmekte ve giderek daha fazla alanda ABD ve Batı’nın küresel endüstriler üzerindeki tekelini kırmaktadır. Çin’in endüstriyel teknolojisi güncellenmesi tüm insanlığın refahına katkı sağlarken aynı zamanda ABD ve diğer ülkelerin tekel çıkarlarının peynirine dokunulduğunu hissetmesine neden olmuş, sonuç olarak ABD Çin’in endüstriyel gelişimi yolunu kesmek için ya korumacılığa başvuruyor ya da baskı yapıyor ve engel oluyor. Günümüzde sözde “kapasite fazlası üretim” piyasa tarafından tanımlanmış bir sonuç değil, yapay olarak yaratılmış yanlış bir anlatıdan ibarettir.

Elektrikli binek araçlar, lityum iyon piller ve güneş pillerinden oluşan “yeni üçlü” tarafından temsil edilen Çin’in avantajlı endüstrilerinin yükselişi, tüketicilere küresel pazarın taleplerini karşılayan yüksek kaliteli ürünler sağlamış, ekonomik büyümeyi ve fiyat istikrarını teşvik etmiş ve iklim değişikliğine karşı küresel tepkiye büyük katkıda bulunmuştur. Çin’in yeni enerji endüstrisindeki karşılaştırmalı avantajların oluşumu, Çin’in ekonomik kurallara uygun doğru stratejik seçimlerinin sonucudur ve gelişmekte olan ülkelerin piyasa mekanizması altında endüstriyel zincir sıçramasını gerçekleştirmesinin ve küresel endüstriyel işbölümünün rasyonel bir şekilde ayarlanmasını teşvik etmesinin başarılı bir örneğidir. Ancak, merkezi tekelini korumak için ABD ve diğer ülkeler Çin’in gelişimini engellemek için her türlü yola başvurmakta ve hatta özünde dünya işbölümü sisteminin rasyonel bir şekilde ayarlanmasını engellemek olan “zinciri ayırmaya ve kırmaya” kadar ileri gitmektedir. Bu durum, küresel endüstriyel işbölümü sisteminin yapısının görünüşte ekonomik ama aslında siyasi olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Eşitsiz ekonomik durumun ortaya çıkmasının ardında, bazı ülkelerin askeri, siyasi, mali ve kültürel tekel güçlerini kullanarak, “merkez ve çevre” arasındaki eşitsiz ilişkiyi ekonomikleştirmek, sabitlemek ve hatta ebedileştirmeye çalışmak amacıyla, küresel ekonomik yapı ve düzenin serbestçe ayarlanmasına sürekli olarak hükmetmeleri ve çarpıtmaları yatmaktadır.

Geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca Batı, sanayileşme ve küreselleşme sürecine öncülük etmiş ve aynı zamanda dünyaya Batı’nın egemen olduğu küresel endüstriyel iş bölümü sisteminin ve uluslararası ekonomik düzenin değişmeden kalacağı yanılsamasını vermiştir. Günümüzde Çin, ekonomik kuralların ve tarihin gelişiminin kaçınılmaz bir sonucu olan imalat sanayindeki avantajları sayesinde küreselleşmeye öncülük etmektedir. Çin’in endüstriyel “atılımı” sadece Batımerkezciliğinin kaderci algısını değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda dünya ekonomisinin tekeli kırması için yeni bir canlılık yaratıyor ve bağımsız kalkınma arayışında olan daha fazla ülke için yeni anlayışlar getiriyor. Bu anlamda, Çin’in yüksek kaliteli kalkınmayı kararlılıkla sürdürmesi ve kalkınma hakkını savunması, uluslararası ekonomik düzenin daha adil ve makul bir yönde evrilmesini teşvik etmek açısından büyük bir küresel öneme sahiptir.

Okumaya Devam Et

AVRASYA GÜNLÜĞÜ

Yundang Gölü’nde Yeni Hayat: Yeşil ve Altının Ahengi

Yayınlanma

William Brown, Xiamen Üniversitesi İşletme Fakültesi profesörü

Geçen hafta Yundang Gölü kıyısında ay ışığında dans eden emeklileri izlerken, onu ilk gördüğümden bu yana ne kadar değiştiğine hayret ettim. 1988’de Yundang o kadar kötü kokuyordu ki, oradan geçerken her geçişimde burnuma nemli bir bez bastırıyordum; ancak mümkün olduğunda yanına yaklaşmaktan kaçınıyordum.

19. yüzyılda İngiliz Xiamen Konsolosu Robert Swinhoe, Xiamen’in “Bahçe Adası”nda 174 kuş türünün bulunduğunu, ancak 1980’lerde Yundang’ın balıklarının ve karideslerinin öldüğünü ve hatta kuşların bile kaçtığını hayretle karşıladı. 1992 yılında Yundang Gölü’nde bir dragon tekne yarışı düzenleneceğini ve 1994 yılında bu temizleme programının, “Deniz Kirliliğinin Önlenmesi ve Yönetimi Bölgesel Programı”nın BM Kalkınma Programı tanıtım alanı haline geleceğini hiç hayal edemezdim.

Daha da şaşırtıcı olanı, 2002 yılında Almanya’nın Stuttgart kentinde Xiamen’i temsil etmekten onur duydum ve burada yaşanabilir topluluklar için düzenlenen uluslararası yarışmada altın madalya kazandı. 30 dakikalık sunumumun ardından altı uluslararası jüriden biri bana şunları söyledi: “Çin’in böyle şehirleri olduğunu bilmiyorduk.

Xiamen sadece bir numara değil, iki numarayı da çok geride bıraktı!

Ve Xiamen başarılarıyla yetinmedi. İki yıl sonra Xiamen, Birleşmiş Milletler’in 2004 Habitat Onur Listesi Ödülü’nü alan tek şehir oldu ve o zamandan beri büyümenin yeşillendirmeyi feda etmesine gerek olmadığını kanıtlamaya devam etti.

Bugün Yundang, Xiamen’in kültürel ve ticari kalbi olan Xiamen’in “Yeşil Akciğeri”dir ve birçok şirket merkezinin ve diplomatlar ve iş insanları için en pahalı dairelerin bulunduğu yerdir. Çinliler ve yabancılar, tatilleri kutlamak veya uluslararası tekne yarışları gibi su etkinliklerinin tadını çıkarmak veya Yundang’ın yeşil yollarını keşfetmek ve pitoresk mekanlarda Minnan çayını yudumlamak için Yundang’a akın ediyor. Ve geceleri Yundang Gölü, müzikli çeşmelerin klasik müzikle dans etmesiyle hayat buluyor, neon Aurora Borealis gibi renkli ışıklardan oluşan bir silueti yansıtıyor.

Yundang Gölü, büyümenin ve yeşillendirmenin sürdürülebilir bir şekilde dengelenebileceğinin kanıtıdır, ancak aynı zamanda bize, bir şehirde insanlara hayalleri gerçeğe dönüştürme konusunda ilham verebilecek ve onları güçlendirebilecek liderler olmadığı sürece en iyi hedef ve planların ölü doğduğunu da hatırlatır. Xiamen, 15 Haziran 1985’te genç Xi Jinping’in gelişiyle böyle bir lidere sahip oldu.

Bundan önce Yundang Gölü, Yundang Limanı olarak biliniyordu. Ancak 1970’lerdeki arazi ıslah projeleri burayı denizden izole etmişti. Su durgunlaştı ve 100’den fazla fabrikadan gelen atık suların yanı sıra kanalizasyon da tarihi limanı zehirli bir çukura dönüştürdü.

1980 yılında Xiamen Özel Ekonomik Bölgesi’nin kurulmasının ardından şehir ekonomik kalkınmaya odaklandı ancak çevresel yönetim için çok az şey kaldı.

O zamanlar Xiamen’in idari belediye başkan yardımcısı olarak görev yapan Xi Jinping, 1988’de Xiamen’in 1985’ten 2000’e kadar ekonomik ve sosyal kalkınmasına yönelik, çevre koruma önlemlerini de içeren bir stratejinin oluşturulmasına öncülük etti. Ve 30 Mart 1988’de, Yundang Gölü’nün kapsamlı tedavisinin güçlendirilmesi konusunda ayrıntılı adımların planlandığı özel bir toplantı düzenlendi:

Bir: Yasaları çıkarmak ve uygulamak. Xiamen, çevreyi kirleten 100’den fazla işletmeyi kapatmak veya başka yere taşımak ve daha iyi kanalizasyon arıtma tesisleri inşa etmek için göllere kirletici madde boşaltılmasını yasakladı.

İki: kirli alüvyonu araştırın. Tarama, kırılgan ekosistemleri yok edebileceğinden genellikle son çaredir, ancak Yundang zaten ölmüştü; Ona yeni bir hayat umudu vermek için zehrin çıkarılmasına ihtiyacı vardı.

Üç: Sular yükseldiğinde suyu alıp, çekildiğinde suyu boşaltarak nehre hayat vermek için setlerin üzerine bent kapakları inşa edin. 1987’de Yundang Gölü’ndeki amonyak nitrojen konsantrasyonu litre başına 39,4 mg’dı; bu, deniz yaşamı için toksik olduğuna inanılan litre başına 3 veya 4 mg’dan 10 kat daha yüksekti. 2022 yılına gelindiğinde litre başına 0,076 mg’a düştü.

Dört: mangrovları yeniden dikin. 1999’dan bu yana binlerce insan, bir zamanlar Yundang’da gelişen ve sağlıklı bir deniz ekosistemi için çok önemli olan “okyanusun yeşil akciğerleri” olan çeşitli mangrov türlerini yeniden dikmek için çalıştı.

Beş: Çevreyi güzelleştirin. Yundang Gölü’nün ve Xiamen’in geri kalanının güzelleştirilmesi, gerçek bir “Bahçe Adası” ortamının tadını çıkarırken zenginleşme fırsatı arayan Çin’in geri kalanından ve yurt dışından gelen insan ve şirketlerin akınıyla, karşılığını fazlasıyla aldı. Avustralyalı bir iş kadınının bana söylediği gibi, “Eskiden işimin çoğunu Şanghay ve Guangzhou’da yapıyordum, ancak modern ulaşım ve iletişim sayesinde böylesine bozulmamış bir ortamda yaşarken Xiamen’de de aynı derecede başarılı olabiliyorum.”

1990’ların ortasında, eski Xiamen belediye başkanı ve parti sekreteri Hong Yongshi bana şunları söyledi: “Xiamen, hızla büyümek için çevrelerini feda eden ve sonra zenginliklerini ekosistemi yeniden canlandırmak için kullanan ülkeler gibi olmayacak. Biz yeşererek büyüyeceğiz.”

Belediye Başkanı Hong, Xiamen’in günlük hava kalitesi raporları yayınlayan ilk şehir olması ve şehri güzelleştiren ve daha fazla yeşillendirme için gelir sağlayan binlerce mango ağacı dikmesi gibi girişimlere öncülük etti. Xiamen, GSYİH’sının minimum %2’sini çevreye ayırdı ve tüm yeni projelerin çevresel etki değerlendirmesi yapması gerekiyordu; sadece bir muhalif oy bunu durdurmak için yeterliydi. Xiamen botanik bahçesi Çin’in ilk ISO onaylı bahçesiydi; Gulangyu Adacığı, Çin’in ISO onaylı ilk idari bölgesiydi. Ve Xiamen, anaokulundan üniversiteye kadar yeşil eğitim kursları ve yeşil yaz kampları düzenleyerek yeşil bir gelecek planlıyor.

Xiamen diğer şehirlere de ilham kaynağı oldu. Xiamen’in sponsor olduğu 2001 Yeşil Fuarı’nda, Çin’in dört bir yanından 100’den fazla belediye başkanı bir “Yeşil Bildirge” imzaladı ve Fujian’ın Changtai’si gibi şehirler, Xiamen’in örneğini taklit ederek zenginleşti.

Changtai bugün “Çin’in kano başkenti” olarak ünlü ama onu 1990’larda ilk gördüğümde nehir Yundang Gölü kadar siyah ve pis kokuyordu. Nispeten fakir olan ülkenin ekonomik zorluklarına rağmen, son derece karlı taşocakçılığını durdurarak ve kirletici fabrikaları kapatarak Xiamen’in liderliğini takip ettiler. İlçe lideri bana, “Zaten bu kadar zayıfken kemerinizi sıkmak kolay değil ama uzun vadeli bakmalıyız” dedi. Şirketler artık bozulmamış bir ortamda gelişebilecekleri Changtai’ye akın ediyor.

Bugün, Çin’den ve yurt dışından gelen turistler, zengin kültürünün ve güzel ortamının tadını çıkarmak için Xiamen’e seyahat ediyor, ancak benim Bahçe Adası’ndaki evimi takdir etmek için kapımdan dışarı adım atmam yeterli. Ve Xiamen benim için turistlerden çok daha özel çünkü 1980’lerin nasıl olduğunu çok iyi hatırlıyorum ve değişimlerine ilk elden tanık oldum. Ancak doğayla böylesine bir denge ve uyum ruhu Çin’de yeni bir şey değil.

Laozi’nin 2000 yıl önce “İnsanlık doğayı takip eder” dediğinden bu yana Çinliler sadece birbirleriyle değil, aynı zamanda yaşamı mümkün kılan çevreyle de uyum arayışına girdiler. Ve Büyük Yu’nun yaklaşık 4000 yıl önce güçlü Sarı Nehir’e baraj yapmak yerine yönünü değiştirdiğinde öğrendiği gibi, sürdürülebilir başarının anahtarı doğaya karşı değil, doğayla birlikte çalışmaktır.

Umarım Çin’de ve yurt dışında daha fazla şehir Çin tarihinden ve Xiamen örneğinden ders alır. Ve umarım dünya, “gerçek hazinenin” çevreye zarar verebilecek başka “sahte hazinelerle” asla değiştirilmemesi gerektiği yönündeki uyarıyı dikkate alır.

24 Ocak 2024’te çekilen hava fotoğrafı, Çin’in Fujian Eyaletindeki Xiamen’deki Yundang Gölü’nü ve çevresini gösteriyor. (Fotoğraf/Xinhua)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English