Dünya Basını
Kuzey Irak sandığa gidiyor: Hasar kontrolü mü, yeniden yapılanma mı?

IKBY’de her 4 yılda bir yapılması gereken milletvekili seçimlerinin 2 yıldır ertelenmesinin ardından 20 Ekim’de yapılması kararlaştırıldı. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Kuzey Irak’taki siyasi manzaraya dair kapsamlı bilgiler veriyor. Seçimde yarışacak partiler, oy ve destek potansiyelleri ile olası seçim sonuçlarına ilişkin senaryoları ele alıyor.
***
Kuzey Irak’ta yaklaşan seçimler: ‘Ortaklığın’ yeniden yapılandırılması mı, ‘hasar kontrolü’ mü?
Irak Çalışmaları Birimi
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanlığı, 6. parlamento seçimleri için yeni tarih olarak 20 Ekim 2024’ü belirledi. Bu seçimler, son otuz yıldır iktidara hâkim olan iki büyük Kürt partisi arasında seçim yasası konusunda yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle iki yıl ertelenmişti. Kürtler arasındaki hem sandalye dağılımı hem de bir sonraki Kürt hükümetinin kurulması açısından olası seçim sonuçları konusunda tartışmalar ve beklentiler farklılık gösteriyor.
Bu seçimler, bölgeye parlamenter hayatı geri getirmenin ve yasa tasarısı hazırlama hakkını yeniden tesis etmenin tek yolu olarak görülüyor. Bu seçimler aynı zamanda son altı yılda, bir yandan siyasi çekişmeler, diğer yandan da IKBY ile Bağdat arasındaki ilişkilere dair Federal Yüksek Mahkeme (FSC) kararları nedeniyle yaşanan önemli değişikliklerin ardından bölgenin siyasi manzarasını da yeniden şekillendirecek. Bu kararlar, Bağdat’taki merkezi makamlar 2003’ten bu yana güvenlik ve siyasi sorunlarla meşgulken Kürt bölgesel hükümetinin elde ettiği fiili yetkileri ve özerkliğini zayıflattı.
Yasal boşluk
Irak’ın en yüksek yargı mercii olan FSC’nin Mayıs 2023’te aldığı ve IKBY parlamentosunun görev süresinin Ekim 2022’de bir yıl uzatılmasını anayasaya aykırı ilan eden kararının ardından IKBY yasal bir boşluğa girdi. Eylül 2023’te FSC ayrıca bölge il meclislerinin görev sürelerinin 2019’da uzatılmasının da anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Bu durum, bölgeyi denetim ve yasama kurumlarından yoksun bırakırken yürütme organı da parlamento temelini kaybettiği için feshine yönelik yasal zorluklarla karşı karşıya kaldı.
Önceki seçimlerden farklı olarak yaklaşan seçimler Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu (IHEC) tarafından denetlenecek çünkü yerel Kürt seçim komisyonu yasal bir boşluğa girdi. FSC’nin bölge için seçim kurallarını belirleyen kararlarına göre, bölge dört seçim bölgesine ayrılacak: Erbil (32 sandalye), Süleymaniye (36 sandalye), Duhok (24 sandalye) ve Halepçe (3 sandalye). Geçmişteki beş dönemde seçimler, tek seçim bölgesi sistemine göre yapılıyordu. Yeni dört bölge sistemi, iller arasındaki temsili yeniden dengelemeyi ve farklı illerin adayları arasındaki rekabeti önlemeyi amaçlıyor.
FSC, azınlıklar için ayrılan sandalye sayısını da 11’den beşe düşürdü. Bu beş sandalye, üç bölge arasında dağıtıldı: Erbil için 2 sandalye, Süleymaniye için 2 sandalye ve Duhok için 1 sandalye. Bu, temsilcilerin siyasi, etnik ve dini olarak dağınık azınlık grupları arasında dağıtılması için benzeri görülmemiş bir mekanizmaya işaret ediyor. Uygulamada, yeni dağılım üç vilayetteki iki baskın siyasi partinin etkisini ve gücünü yansıtacak. Geçmişte, azınlık temsilcilerinin çoğu KDP’nin etkisi altındaki Erbil ve Duhok’ta bulunduğu için azınlık temsili ağırlıklı olarak KDP’nin elindeydi.
KDP başlangıçta seçim sisteminde yapılan bu değişiklikleri “anayasaya aykırı ve demokratik olmayan seçimleri meşrulaştırdığı” gerekçesiyle reddetti. Ancak parti daha sonra azınlık sandalyeleri ve Bağdat’la genel ilişkileri konusunda uzlaşmaya vararak, özellikle de yeni yasa uyarınca seçimlerin yapılması halinde partinin konumuna ilişkin kötümser beklentileri azaltan seçim ortamına ilişkin yorumlar ışığında seçimlere katılmayı kabul etti.
Seçimlere katılan güçler
Yaklaşan seçimlere dört seçim bölgesinden toplam 135 liste, oluşum, ittifak ve bağımsız adayın katılması ve daha önce 111 olan 100 sandalye için yarışması bekleniyor. Bu adaylar arasında iki koalisyon, 13 siyasi parti ve 120 bağımsız aday yer alıyor ve toplam aday sayısı yaklaşık bin 190’a ulaşıyor. Bu çeşitli aday havuzuna rağmen seçim manzarası, siyasi partiler ve oluşumlar tarafından şekillendiriliyor. Bu partiler ve oluşumlar, güçlü ve zayıf yönlerine göre şu şekilde kategorize edilebilir:
Birincisi, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP): KDP şu anda bölgenin başkanlığını, başbakanlık pozisyonunu, kilit bakanlıkların çoğunu ve Erbil ve Duhok illerinin yönetimini elinde bulunduruyor. Ayrıca petrol ve Türkiye ile kuzey Suriye’ye sınır geçişleri gibi hassas konuları denetliyor. KDP bölgedeki kabinede güçlü bir nüfuza sahip ve bu da partiye azınlık gruplarındaki müttefikleriyle kurduğu ittifaklar sayesinde basit parlamento çoğunluğu sağlıyor. Bu hakimiyet, KDP’nin hassas siyasi ve yasama konularını rakiplerine ihtiyaç duymadan yönetebilmesini sağlıyor. Ancak daha önce 45 olan sandalye sayısının, seçim bölgelerinin yeniden dağıtılması ve geleneksel müttefiklerin kotalarının düşürülmesi nedeniyle azalması bekleniyor. Ayrıca KDP, Kürdistan bölgesine komşu Ninova ve Kerkük’teki son yerel seçimlerde sandalye kaybetmesinin ardından genel bir düşüş yaşandı ve bu iki ilin yerel yönetimlerindeki etkisi azaldı. Başta Kürt kültüründe eşsiz bir yere sahip Kerkük olmak üzere her iki vilayette de rakip ittifaklar, özellikle de KYB ve Koordinasyon Çerçevesi (KC), yönetimi şekillendirdi. Kerkük’teki yerel hükümet KYB lideri Bafel Talabani, Asayib Ehli Hak (AEH) lideri Kays el-Hazali ve Hıristiyan lider Rayan el-Kildani arasındaki ittifakla kuruldu, Barzani’nin partisi bu anlaşmayı “rüşvetle belirlendiği” iddiasıyla eleştirdi.
İkincisi, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB): KYB Süleymaniye, Halepçe ve Kerkük ve Diyala yakınlarındaki bölgelerde güvenliği kontrol ediyor. KDP ile güç paylaşımı anlaşması temelinde bölge hükümetine katılıyor. Ancak KYB yıllardır iç çekişme ve çatışmalarla karşı karşıya kalıyor, son olarak 2021’de kuzeni Bafel Talabani tarafından devrilen partinin eski eş başkanı Lahur Talabani liderliğindeki Halk Cephesi’nin (PF) muhalefeti damgasını vurdu. Bu seçimler, özellikle ana kalesi Süleymaniye’de bu bölünmelerin sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışan KYB’nin yeni liderliği için önemli bir zorluk teşkil ediyor.
Üçüncüsü, Değişim Hareketi (Goran): Goran, son parlamento döneminde Kürdistan bölgesindeki yerel yönetimde üçüncü güç olarak ortaya çıktı. Ancak, 2009’dan sonra iki büyük güçle rekabet etmeye başlayan hareket, etkili kurucusu Nevşirvan Mustafa’nın 2017’de vefat etmesinin ardından savunduğu somut değişiklikleri gerçekleştirmeksizin güç paylaşımına dahil olmasıyla etkisini kaybetti. Hareket, ayrıca yapısal sorunlar ve iç bölünmelerle karşı karşıya. Benzer gündemleri savunan rakip listelerin muhalefet boşluğunu doldurmak için yükselişi de Goran’ı zorluyor. Goran, geniş bir halk tabanına sahip ilk seküler muhalefet grubu olarak tarihine ve merhum liderinin siyasi ve kültürel mirasına güveniyor.
Dördüncüsü, Yeni Nesil Hareketi: Etkili medya kuruluşları tarafından desteklenen bu yeni sivil hareket, kendisini geleneksel partilere karşı modern bir alternatif olarak konumlandırmayı amaçlıyor. Resmi olarak 2017’den sonra kurulan hareket, lideri Şahsuvar Abdulvahid’in iş ve girişimcilik alanındaki başarılarından faydalanıyor. Hareket 2018 ve 2021’de önemli siyasi ve seçim kazanımları elde etti ancak o zamandan bu yana muhalefet ve aksiliklerle karşı karşıya kaldı. Yeni Nesil, son yıllarda oy kullanma hakkına sahip olan ve istihdam ve siyasi güç konusunda hayal kırıklığına uğrayan gençlerin oylarını hedefleyerek önümüzdeki seçimlerde muhalefete liderlik etmeyi amaçlıyor.
Beşincisi, Halk Cephesi (HC): Eski KYB eş başkanı Lahur Şeyh Cengi Talabani tarafından yönetilen bu hareket KYB’nin bir kolu. HC, kendisini iki ana partiye alternatif olarak konumlandırıyor, seçim üssü olarak Süleymaniye’ye odaklanıyor ve lideri Cengi’yi Kürt siyasetinin ön saflarına geri getirecek halk desteği sağlamaya çalışıyor. Hareketin seçimlerin ardından KDP ile bir ittifak kurması muhtemel. KYB’ye muhalif bileşenleri de içeren bu cephenin çekirdeği, KYB’ye karşı sert bir erken seçim kampanyası başlattı. HC, Erbil ve Duhok’tan vekil çıkararak bir sonraki aşamada kendisini muhalif güçler arasında lider olarak konumlandırmayı hedefliyor.
Altıncısı, Milli Duruş Hareketi: Bu cephe, son iki dönemde parlamentodaki performansıyla medyanın dikkatini çeken Ali Hama Salih başta olmak üzere muhalif isimler tarafından yönetiliyor. Ancak bu cephe kapsamlı bir siyasi vizyondan yoksun olduğu ve esas olarak parlamento eylemlerine ve liderinin medyadaki varlığına dayandığı için eleştirilere maruz kalıyor. Buna ek olarak, bazıları Erbil’deki Kürt yetkililere karşı muhalefetlerinde fedakârlık yapan genç adaylarının görünürlüğünü vurguluyor.
Yedincisi, Kürdistan İslam Birliği: Uluslararası Müslüman Kardeşler’in bölgesel kolu olan bu İslamcı parti, önceki seçimlerde yaşadığı düşüşün ardından etkisini yeniden kazanmayı hedefliyor. Deneyimli siyasi adayların yanı sıra, özellikle bağlı camiler ağı aracılığıyla sosyal ve hayır işlerindeki güçlü varlığına güveniyor.
Sekizincisi, Kürdistan Adalet Grubu (İslami Grup): 2003’ten beri siyasette aktif olan bu grup, özellikle Duhok, Halepçe ve diğer bazı şehirlerde muhafazakâr tabana sesleniyor. Parti, bazı liderlerine yönelik sosyal ve mali suiistimal suçlamaları nedeniyle siyasi sahnede ve medya önünde bozguna uğradı. Grup toparlanmak için yeni nesil genç İslamcı adayları destekliyor ve dini mirası ile dini kurumlarından yararlanıyor.
Dokuzuncusu, İslami Hareket: Kürt siyasi coğrafyasının ilan edilmiş en eski silahlı İslamcı partisi olan İslami Hareket, siyasi etkisinin ve kamusal varlığının azalmasına yol açan çeşitli bölünmeler yaşadı. Özellikle eski liderler tarafından “İslami Birlik Hareketi”nin kurulması partiyi daha da zayıflattı. Oyları dağıtan çok bölgeli seçim sistemi, bölünmüş İslamcı gruplar arasında bölünmüş sınırlı bir destek tabanı ile birleşince, parlamentoda sandalye kazanma konusunda belirsizlik yaratıyor. İslami Hareket çalışmalarını kalesi olan Halepçe seçim bölgesinde yoğunlaştırıyor.
Onuncusu, Küçük Kürt Partileri: Komünist Parti, Demokratik Sosyalist Parti ve diğer küçük gruplar gibi birkaç küçük solcu, milliyetçi ve çok kimlikli parti, bağımsız seçim listelerinde yarışıyor. Ancak bu partiler, oy tabanlarını zayıflatan çok bölgeli sistemle mücadele ediyor. Seçmen destekleri genellikle devlet tarafından sağlanan yardımlardan yararlananlarla sınırlıdır. Bu zorluk, 2018 seçimlerinde 29 listeden 13’ünün, o dönemde yürürlükte olan tek bölgeli oylama sistemi altında bile parlamentoda temsil edilmeyi başaramamış olmasıyla daha da arttı.
On birincisi, Bağımsız Adaylar: Bu seçimde sosyal medya fenomenleri, komedyenler, sanatçılar ve diğer figürler -yaklaşık 120 bağımsız aday- koltuk için yarışıyor. Bu kişilerin adaylıkları, özellikle birçoğunun siyasi nitelikleri ya da geçmiş deneyimleri olmadığı için, bir sonraki parlamentoda popülizmin potansiyel yükselişine ilişkin endişeleri artırıyor.
Olası senaryolar
Geçmiş deneyimlerden ve rakip listelerin beklentilerinin siyasi analizinden yola çıkarak, seçim sonuçlarına ve bunların gelecekteki sonuçlarına ilişkin birkaç olası senaryo aşağıdaki gibi özetlenebilir:
1. Senaryo: İki ana Kürt partisi, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), 50+1 barajını kayda değer bir farkla aşarak parlamentoda rahat bir çoğunluk elde eder. Bu sonuç, muhalefet listelerinin önceki seçim dönemlerindeki gibi kalan sandalyelerin üçte birini ya da daha fazlasını kazanmasına olanak tanır. Geçmiş seçimlerde olduğu gibi, bu iki baskın parti iktidarı paylaşırken, en önemli muhalefet adaylarına da yer bırakır. Bu senaryoda, KDP’nin 30-35 sandalye, KYB’nin ise 20-25 veya biraz daha fazla sandalye kazanması beklenebilir. Birlikte, potansiyel olarak müttefik güçlerin desteğiyle ya da onlar olmadan bile hükümeti kurabilirler.
2. Senaryo: Seçimlerde beklenmedik bir sürprizle muhalefet güçlerinin yükselmesi, iki baskın parti arasındaki geleneksel güç paylaşımı dinamiklerini bozabilir ve diğer ortaklar için sınırlı bir alan bırakabilir. Bu senaryo, önceki seçimlere kıyasla hayal kırıklığına uğramış sessiz çoğunluğun daha yüksek katılımı gibi birkaç faktöre bağlıdır. Örneğin, 30 Eylül 2018’deki seçimlerde, 3 milyon 85 bin seçmenden bir milyon 845’i oy kullanmıştı. Ayrıca, bu durum seçim sürecine dış müdahale olmamasına da bağlıdır. Ancak, bu senaryo iki büyük partinin yerleşik himaye ağları, hükümet kurumları ve mali kaynaklar aracılığıyla seçimleri etkileme yetenekleri, sessiz kitlenin daha küçük güçlere doğru öngörülemeyen hareketi ve çok sayıda rekabet eden liste nedeniyle muhalefet oylarının bölünmesi gibi zorluklarla karşı karşıya.
3. Senaryo: En olası sonuç, iki büyük partinin baskın kalması ve KDP’nin daha fazla sayıda sandalye kazanarak görece bir avantaj elde etmesi. Bu iki partinin yanı sıra, Lahur Talabani’nin partisine verilen destekte kayda değer bir artışla birlikte, KDP ve KYB arasındaki rekabette “dengeleyici bir güç” olarak hizmet edebilecek yeni partilerin, muhalif grupların ve yeni güçlerin yükselme potansiyeli bulunuyor. Siyasi ortamın karmaşıklığı göz önüne alındığında, bir sonraki hükümeti kurmak muhtemelen daha zorlu hale gelecek. KDP’nin, müttefik Şii grupların desteğiyle Kerkük’ün yönetimi ve Ninova’daki pozisyonlar üzerindeki kontrolünü pekiştiren KYB’ye baskı uygulamak için koalisyon kurmaya çalışması bekleniyor. Bu durum iki parti arasındaki ortaklığın hem bölge içinde hem de dışında yeniden müzakere edilmesine yol açabilir.
Sonuçlar
IKBY’de yaklaşmakta olan parlamento seçimlerinin birkaç temel faktör nedeniyle öncekilerden önemli ölçüde farklı olması bekleniyor. Seçim yasaları ve prosedürlerindeki değişiklikler, muhtemelen koltuklardan yararlanma fırsatlarını azaltacak ve vekillerin bir partiyi diğerine tercih etme kabiliyetini azaltacaktır. Çok sayıda liste ve bireysel adayın mücadeleye girmesiyle siyasi manzaranın daha çeşitli olması bekleniyor. Buna rağmen, iki büyük partinin koltukların çoğunluğu ve hükümetin kurulması konusundaki hakimiyetini sürdüreceği öngörülüyor. Ancak, bu partiler için hızla bir koalisyon hükümeti kurmak, aralarındaki büyüyen uçurum ve dış ve bölgesel konular üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle zor olacak.
Kürt parlamento hayatının bir sonraki aşamasında önemli bir değişken, önceki beş parlamento döneminde büyük ölçüde bulunmayan Bağdat’taki Federal Mahkeme’nin anayasal denetiminin devreye girmesi olacak. Kürdistan Parlamentosu tarafından çıkarılan bazı yasalar iptal edildi ya da anayasaya aykırı bulundu ve Irak anayasası ve yasama çerçevesine uyum sağlamak için düzenlemeler yapılması gerekti. Bu durum parlamentoyu ya yasalarını buna göre uyarlamaya ya da yargı da dahil merkezi makamlarla bölgesel yetkiler konusunda açık bir çatışmaya girmeye zorlayabilir. Ayrıca, Kürdistan bölgesinin kendi anayasasını kabul etme ve bir yüksek mahkeme kurma hakkına sahip olması, bölgesel ve federal yetkililer arasındaki dinamikleri daha da karmaşık hale getiriyor.
Daha geniş bölgesel çatışmanın sonuçları, yaklaşan seçimlerin sonuçlarına ve bunu takip eden hükümet kurma müzakerelerine yakından bağlı olacak. ABD’nin rolünün yanı sıra Türkiye ve İran’ın etkileri de bu süreçte önemli bir rol oynayacak. Ankara ve Washington’a yakın Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), İran’la daha yakın bağları olan rakibi Yurtseverler Birliği’ne kıyasla düşüş yaşamasına rağmen seçimlere katılmayı tercih etti. KDP’nin katılımı, “hasar kontrolü” yapma ve Yurtsever Birliği’nin Bağdat, Ninova ve Kerkük gibi idari merkezlerde ve kilit bölgelerde daha fazla zemin kazanmasını önleme çabası olarak görülebilir, bu da KDP’nin Kürdistan Bölgesi içindeki otoritesini zayıflatabilir.
Bu koşullar altında KDP’nin yeni bir hükümetin kurulmasını kolaylaştırmak için diğer pozisyonlarla birlikte bölge başkanlığı ya da hükümet başkanlığından feragat etmesi gerekebilir. Bu taviz, KDP’nin Kürdistan Bölgesi, daha geniş Irak siyasi ortamı ve hatta bölgesel ve uluslararası düzeylerdeki ilişkilerini ve çıkarlarını yeniden dengelemesini sağlayabilir. Bu karar, Başbakan Mesrur Barzani ve Bölge Başkanı Neçirvan Barzani arasındaki iç çatışmalarla boğuşan KDP için zorlu bir süreç. Şimdiye kadar parti lideri Mesud Barzani’nin varlığı istikrar sağlayıcı bir rol oynamış ve bu iç anlaşmazlıkların tırmanmasını engellemişti.
Dünya Basını
Jeffrey Sachs: ABD’nin Asya’daki askeri üslerini kapatın

Editörün notu: Columbia Üniversitesi’nde profesör, Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi direktörü ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı başkanlığı görevlerini yürüten ve “şok terapisi ekonomisti” olarak da bilenen Prof. Jeffrey Sachs, Başkan Trump’ın Asya’daki ABD üslerinin maliyetinden şikayet etmesine karşın, çok daha iyi çözümün bu üsleri kapatıp askerleri geri çekmek olduğunu savunuyor. Sachs’a göre Japonya ve Kore gibi zengin ülkelerin kendi savunmalarını sağlayabileceğini, diplomatik çözümlerin daha etkili olduğunu ve üslerin savunmadan çok ABD’nin güç gösterisine hizmet ettiğini belirtiyor. Sachs, Çin’in tarihi olarak bölgeyi işgal etmediğini ve bu üslerin Çin ile Kuzey Kore tarafından tehdit olarak algılandığını vurguluyor. Ayrıca Sachs, süper güçler arasında “siz bizim mahallemizden uzak durun, biz de sizinkinden” şeklinde karşılıklı bir anlaşmanın trilyonlarca dolar tasarruf sağlayıp nükleer savaş riskini azaltacağını ifade ediyor.
ABD’nin Asya’daki askeri üslerini kapatın
Jeffrey Sachs, Other News
22 Nisan 2024
Başkan Donald Trump, ABD’nin Asya’daki askeri üslerinin ABD açısından fazla maliyetli olduğundan yine yüksek sesle şikayet ediyor. Japonya ve Kore ile yapılan yeni gümrük vergisi müzakereleri kapsamında Trump, Japonya ve Kore’ye ABD askerlerinin konuşlandırılması için ödeme yapma çağrısında bulunuyor.
Size çok daha iyi bir fikir: Üsleri kapatın ve ABD askerlerini ABD’ye geri gönderin.
Trump, Japonya’da 50 bin ve Kore’de yaklaşık 30 bin asker konuşlandırarak ABD’nin Japonya ve Kore’ye büyük hizmet sunduğunu ima ediyor. Ancak bu ülkelerin kendilerini savunmak için ABD’ye ihtiyacı yok.
Zenginler ve kesinlikle kendi savunmalarını sağlayabilirler. Çok daha önemlisi, diplomasi kuzeydoğu Asya’da barışı Amerikan askerlerinden çok daha etkili ve çok daha ucuza sağlayabilir.
ABD, sanki Japonya’nın Çin’e karşı savunulması gerekiyormuş gibi davranıyor. Bir bakalım. Son 1000 yıl boyunca, ki bu sürenin son 150 yılı hariç Çin bölgenin baskın gücüydü, Çin kaç kez Japonya’yı işgal etmeye kalkıştı? Eğer sıfır cevabını verdiyseniz, haklısınız. Çin tek bir kez bile Japonya’yı işgal etmeye teşebbüs etmedi.
İtiraz edebilirsiniz. Peki ya yaklaşık 750 yıl önceki 1274 ve 1281’deki iki girişime ne demeli? Moğolların 1271 ile 1368 yılları arasında geçici olarak Çin’i yönettiği dönemde, Japonya’yı işgal etmek için iki kez sefer filoları gönderdikleri ve her iki seferde de tayfunların (Japon efsanelerinde Kamikaze rüzgarları olarak bilinir) ve Japon kıyı savunmalarının birleşimiyle yenilgiye uğratıldıkları doğrudur.
Öte yandan Japonya, Çin’e saldırma veya işgal etme amaçlı birden fazla girişimde bulundu.
1592’de kibirli ve dengesiz Japon askeri lider Toyotomi Hideyoşi, Ming Çin’ini fethetme hedefiyle Kore’yi işgal başlattı. Çok ilerleyemedi, 1598’de Kore’yi bile boyunduruk altına alamadan öldü.
1894-1895’te Japonya, Çin-Japon savaşında Çin’i işgal edip yendi ve Tayvan’ı Japon kolonisi olarak aldı. 1931’de Japonya, kuzeydoğu Çin’i (Mançurya) işgal etti ve Mançukuo Japon kolonisini kurdu. 1937’de Japonya, Çin’i işgal ederek Pasifik bölgesinde İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı.
Bugün kimse Japonya’nın Çin’i işgal edeceğini düşünmüyor ve Çin’in Japonya’yı işgal edeceğine inanmak için hiçbir mantıklı sebep veya tarihsel emsal yok. Japonya’nın kendisini Çin’den korumak için ABD askeri üslerine ihtiyacı yok.
Aynı durum Çin ve Kore için de geçerli. Son 1000 yılda Çin, ABD’nin Çin’i tehdit ettiği tek durum dışında Kore’yi hiç işgal etmedi. Çin, 1950 sonlarında Kuzey Kore’nin yanında, Çin sınırına doğru kuzeye ilerleyen ABD birlikleriyle savaşmak için savaşa girdi.
O zamanlar ABD’li General Douglas MacArthur, pervasızca Çin’e atom bombalarıyla saldırmayı tavsiye etmişti. MacArthur ayrıca o dönemde Tayvan’da bulunan Çinli milliyetçi güçlerin Çin anakarasını işgal etmesini desteklemeyi de önermişti. Başkan Harry Truman, Tanrı’ya şükür, MacArthur’un tavsiyelerini reddetti.
Güney Kore’nin Kuzey Kore’ye karşı caydırıcılığa ihtiyacı olduğu kesin ama bu, Kuzey Kore’nin nükleer cephaneliğini ve askeri yığınağını azaltmak yerine defalarca körükleyen ABD’nin varlığından ziyade, Çin, Japonya, Rusya, Kuzey Kore ve Güney Kore’yi içeren bölgesel güvenlik sistemi aracılığıyla çok daha etkili ve inandırıcı bir şekilde sağlanabilir.
Savunma değil, güç gösterisi
Aslında Doğu Asya’daki Amerikan askeri üsleri Japonya veya Kore’nin savunması için değil, gerçekten ABD’nin güç gösterisi içindir. Bu, kaldırılmaları için daha da geçerli neden. ABD, Doğu Asya’daki üslerinin savunma amaçlı olduğunu iddia etse de, Çin ve Kuzey Kore tarafından anlaşılır şekilde doğrudan tehdit olarak görülüyorlar; örneğin, bir “baş kesme” (liderliği yok etme) saldırısı olasılığı yaratarak ve Çin ile Kuzey Kore’nin ABD provokasyonuna veya bir tür yanlış anlaşılmaya yanıt verme sürelerini tehlikeli şekilde kısaltarak…
Rusya, aynı haklı nedenlerle Ukrayna’daki NATO’ya şiddetle karşı çıktı. NATO, sık sık ABD destekli rejim değişikliği operasyonlarına müdahale etti ve füze sistemlerini tehlikeli şekilde Rusya’ya yakın yerleştirdi. Sahiden de, tıpkı Rusya’nın korktuğu gibi, NATO Ukrayna Savaşı’na aktif olarak katıldı; silahlar, strateji, istihbarat sağladı ve hatta Rusya’nın derinliklerindeki füze saldırıları için programlama ve takip bile yaptı.
Trump’ın şu anda Panama’da Hong Konglu şirkete ait iki küçük liman tesisine takıntılı olduğunu, Çin’in ABD güvenliğini tehdit ettiğini iddia ettiğini (!) ve tesislerin Amerikalı alıcıya satılmasını istediğini unutmayın. Öte yandan ABD, Çin’i iki küçük liman tesisiyle değil, Japonya, Güney Kore, Guam, Filipinler ve Hint Okyanusu’nda Çin’in uluslararası deniz yollarına yakın büyük ABD askeri üsleriyle çevreliyor.
Temel mütekabiliyet
Süper güçler için en iyi strateji, birbirlerinin alanlarından uzak durmaktır. Çin ve Rusya, en hafif tabirle, Batı Yarımküre’de askeri üsler açmamalı. Bunun en son denendiği zaman, Sovyetler Birliği’nin 1962’de Küba’ya nükleer silahlar yerleştirdiği zamandı ve dünya neredeyse nükleer yok oluşla sona eriyordu (Dünyanın nükleer kıyamete ne kadar yaklaştığına dair şok edici ayrıntılar için Martin Sherwin’in dikkate değer kitabı Gambling with Armageddon‘a göz atınız).
Ne Çin ne de Rusya, kendi mahallelerindeki ABD üsleriyle karşı karşıya kalmanın tüm provokasyonlarına rağmen, bugün bunu yapmaya en ufak eğilim göstermiyor.
Trump para tasarrufu yapmanın yollarını arıyor; ABD federal bütçesinin yılda 2 trilyon dolar (ABD GSYİH’sinin yüzde 6’sından fazla) kan kaybettiği göz önüne alındığında mükemmel fikir. ABD’nin denizaşırı askeri üslerini kapatmak, başlamak için mükemmel yer olur.
Trump, ikinci döneminin başında bile bu yöne işaret ediyor gibi görünmüştü, fakat Kongre’deki Cumhuriyetçiler askeri harcamalarda azalma değil, artış çağrısında bulundu. Ancak Amerika’nın yaklaşık 80 ülkedeki 750 kadar denizaşırı askeri üssü varken, bu üsleri kapatmanın, tasarrufu cebe indirmenin ve diplomasiye dönmenin tam zamanı.
Ev sahibi ülkeleri ne onlara ne de ABD’ye faydası olmayan şey için ödeme yapmaya zorlamak, hem ABD hem de ev sahibi ülkeler için büyük zaman, diplomasi ve kaynak israfı.
ABD, Çin, Rusya ve diğer güçlerle temel anlaşma yapmalı: “Siz askeri üslerinizi bizim mahallemizden uzak tutun, biz de bizimkileri sizinkinden uzak tutalım.”
Büyük güçler arasındaki temel mütekabiliyet, önümüzdeki on yılda trilyonlarca dolarlık askeri harcamadan tasarruf sağlayacak ve daha da önemlisi, Kıyamet Günü Saati’ni nükleer kıyamete 89 saniye kaladan geriye itecektir.
Dünya Basını
‘Rusya tehdidi’ ve Kuzey Avrupa’nın askerileşmesi

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız değerlendirme, Kuzey Avrupa’da giderek derinleşen güvenlik kaygılarını ve NATO’nun bölgesel genişlemesini stratejik bir zaruret çerçevesinde ele alıyor. Finlandiya ve İsveç’in tarafsızlıktan kolektif savunma mimarisine geçişini, tarihsel hafızanın yeniden seferber edilmesi ve Rusya’ya atfedilen tehditkâr süreklilikle temellendiren bir anlatıya yaslanıyor. Ancak metin, bu dönüşümün jeopolitik sonuçlarını incelerken, Soğuk Savaş’tan miras kalan ve günümüzde yeniden üretildiği görülen güvenlikçi tahayyülleri sorgulamadan yeniden kuruyor. NATO’nun genişleyen sınırlarıyla birlikte Arktik coğrafyasının da Batılı güvenlik paradigmasına dahil edilişi, yalnızca askeri caydırıcılık değil, aynı zamanda doğal kaynaklara erişim ve ticaret yolları üzerinde kurulan yeni bir egemenlik dili olarak da okunabilir. Bu bağlamda metin, kuzeyin buzullarında donmuş görünen büyük güç rekabetinin, aslında derin jeoekonomik fay hatlarında ısınmakta olduğunu da ima ediyor; kimi zaman örtük, kimi zaman ise açık bir dille.
Kuzey Avrupa’nın Üzerinde Dolaşan Rus Tehdidi
Hugo Blewett-Mundy
The Arctic Institute
17 Nisan 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Kuzey Avrupa tarihsel olarak hep Rusya ile Batı dünyası arasında bir çatışma alanı oldu. Büyük Kuzey Savaşı’nda (1700-1721) Büyük Petro, Rusya’yı büyük bir güce dönüştürmek için İsveç İmparatorluğu hakimiyetine meydan okumuştu. Bugün ise bölge kendini bir kez daha Doğu-Batı çatışmasının merkezinde buluyor.
Uzun süredir tarafsızlığını koruyan Finlandiya ve İsveç, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya dönük geniş çaplı işgaline hızlı bir karşılık verdi. Rus yayılmacılığına ilişkin ortak tarihsel deneyim, bu iki İskandinav ülkesini, Moskova’nın Ukrayna’nın çok ötesine uzanabilecek uzun vadeli bir tehdit oluşturduğu sonucuna götürdü. NATO’ya katılmak, biraz da bu yüzden Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası düzeni zor yoluyla yeniden yazma çabasına karşı koymak için gerekli görüldü. Ve katılımlarının ardından her iki ülke de Avrupa-Atlantik güvenlik sağlayıcıları olarak rollerine daha da sıkı sarıldılar.
Finlandiya silahlı kuvvetleri, Avrupa’daki birçok muadilinin aksine, Soğuk Savaş’ın sona erdikten sonra da caydırıcılığa odaklanmaya devam etti. Bu durum, Finlandiya’nın NATO’nun kolektif güvenlik sisteminde merkezi bir rol oynamasına imkân tanıdı. Finlandiya Savunma Bakanı Antti Häkkänen, geçtiğimiz yıl olası bir savaş halinde Kuzey Avrupa’nın savunmasını üstlenmekle görevli yeni bir NATO kara komutanlığı kurdu.
İsveç de bir NATO üyesi olarak Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğine önemli katkılar sundu. 2 milyar doların üzerinde savunma malzemesi ihraç ederek Avrupa’nın en büyük savunma sanayi üslerinden biri olma unvanını elde etti. Kuşkusuz İskandinav yarımadasındaki konumu da onu stratejik açıdan önemli kılmaya devam etti. Öyle ki İsveç Donanması’nın Baltık Denizi boyunca uzanan geniş kıyı hattındaki tehditlere ilişkin doğrudan bilgi elde edebiliyor olması, NATO’nun bölgeye yönelik deniz stratejisi geliştirmesini sağlıyordu.
Ancak belki de tüm bunlardan önemlisi, Finlandiya ve İsveç, NATO’ya geniş bir coğrafi erişim sunuyorlar. 2022-2024 yılları arasında İsveç Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Tobias Billström, NATO’nun İskandinavya’ya genişlemesinin, Kuzey Kutbu, Kuzey Atlantik ve Baltık bölgelerini birbirine bağlama etkisi yarattığını belirtmişti. Bu, uluslararası normlar ya da değerler yerine güç dengesi çerçevesinde düşünen bir Rusya ile yüzleşen NATO için hayati önem taşıyacaktır.
İster Çarlık döneminde, ister Sovyet döneminde, isterse de komünizm sonrası dönemde olsun, bazı sabit coğrafi gerçeklikler, Rusya’nın dış politikasını etkileyegelmiştir. Ural Dağları dışında çok az doğal sınırı olan Büyük Avrasya düzlüğünde Rusya, ulusal bekasını hep genişleme yoluyla sağlamaya çalışmıştır. Biraz tuhaf görünse de, Rusya’nın hissettiği bu içsel güvensizlik duygusu bugün bile ülkenin kendi kimliğine nüfuz etmektedir.
Sovyetler Birliği çözüldüğünde Rus liderliği, ülkelerini Doğu Avrupa’nın sınırlarına mahkum eden ABD liderliğindeki uluslararası düzeni kabul etmeyi reddetti. 1996’dan 1998’e kadar Rusya dışişleri bakanı olarak görev yapan Yevgeni Primakov, Mihail Gorbaçov’un Batı ile tutturduğu uzlaşmacı yaklaşımı terk ederek, Sovyet sonrası hakimiyet alanlarını savunmayı önceliklendirdi.
Primakov’un dış politika anlayışının etkisi, bugün Vladimir Putin yönetimindeki Rusya’da hala görülüyor. “Rusya’nın gelişimini güçlendiren elverişli dış ortam”, Putin’in 2012’de başlayan üçüncü döneminden bu yana Kremlin belgelerinin baskın teması olmuştur. Rusya için Kuzey Denizi’nin kontrolü bu jeopolitik hedefe ulaşmada kritik bir rol oynamaktadır.
Kuzey Denizi Rotası (NSR) –Barents Denizi’nden Bering Boğazı’na uzanan ticaret hattı– Moskova’ya Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Rus gazı ithalatındaki azalmanın ekonomik maliyetini dengeleme fırsatı sunuyor. Eylül 2024’te, Rusya’ya ait sıvılaştırılmış doğalgaz taşıyan bir LNG-2 tankeri, NSR üzerinden geçerek yaptırımları ilk kez bu yolla deldi. Güvenlik çıkarlarına gelince, Rusya NATO ile doğrudan bir çatışma çıkması halinde Barents ve Norveç Denizlerinde ve daha geniş anlamda Kuzey Atlantik’te seyrüsefer özgürlüğünü korumaya çalışıyor.
Bu doğrultuda Rusya, geniş ve giderek daha açık hale gelen kuzey sınırlarının savunmasına büyük bir dikkat gösteriyor. Nitekim son Rus dış politika belgesinde, Arktik bölgesi önemli bir stratejik alan olarak tanımlandı. Rusya’nın Kola Yarımadası’ndaki Kuzey Filosu, Grönland-İzlanda-Birleşik Krallık hattında NATO’ya deniz erişimini engelleme kapasitesini göstermek için önemli tatbikatlar yaptı. Rusya, Ukrayna’da kayıplar vermeye devam ettikçe gücünü gösterebilmek için Arktik’te nükleer caydırıcılığa daha da fazla başvuracaktır.
Norveç, büyük güç rekabetinin ortaya çıkması ve Kuzey Kutbu’nda giderek artan yanlış hesaplama riskinden büyük endişe duymaya başladı. Norveç hükümeti geçtiğimiz yıl 83,281 kilometrelik kıyı şeridi boyunca harekât kabiliyetine ve durumsal farkındalığa öncelik veren uzun vadeli savunma planını açıkladı. Öneriler kapsamında Norveç, önümüzdeki on yıl içinde savunmaya 600 milyar Norveç kronu (yani 50,9 milyar Avro) harcayacağını açıkladı.
Diğer NATO müttefiklerinin de Norveç örneğinin izinden giderek Rusya’nın oluşturduğu uzun vadeli tehdide uygun, güvenilir bir savunma ve caydırıcılık duruşu inşa etmeleri gerekecektir. Her ne kadar 2022 Stratejik Konsepti Rusya’yı “en önemli ve doğrudan tehdit” olarak tanımlasa da, NATO’nun Rusya’nın sistemik tehdidine karşı hazırlıklı olup olmadığı net değil. Savunma harcamaları için belirlenen yüzde 2’lik asgari eşik, Moskova’nın NATO topraklarına saldırısını caydırmak için gereken “ileri savunma” yeteneklerini elde etmek için oldukça yetersiz görünmektedir.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, aralık ayında yaptığı uyarıda, NATO’nun Rusya ile “uzun vadeli bir çatışma” karşısında yetersiz kalabileceğini söylemişti. Rus ekonomisi savaş zamanı modunu açmış durumda, öyle ki 2025 yılı bütçesinin üçte biri savunmaya ayrıldı bile.
Moskova, NATO’nun 5. Maddesinin¹ inandırıcılığını test ettiğinin bir işareti olarak hibrit savaşa yöneldi. Finlandiya’ya göre Moskova, doğrudan askeri güç kullanılmayan [siber saldırılar, dezenformasyon, ekonomik baskı gibi] müdahale biçimlerinin artışından sorumlu. Bu kötü niyetli faaliyetler, oldukça karmaşık ve bir o kadar da kapsamlı: Sabotajdan göçün araçsallaştırılmasına ve Baltık Denizi’ndeki deniz seyrüsefer sistemlerine müdahaleye kadar uzanıyor.
Rusya-NATO ilişkilerindeki kopukluk, Moskova’nın jeopolitik hedeflerine ulaşmak için askeri hazırlıklarını sürdürdüğünü düşündüğümüzde, muhtemeldir ki öngörülebilir gelecekte de devam edecek. Bu yeni güvenlik durumunda, Kuzey Kutbu artık Avrupa-Atlantik alanından ayrı bir varlık olarak görülemez. NATO, Rusya’yı caydırma ihtiyacıyla Arktik’te barış ve istikrarı sürdürme gerekliliği arasında bir denge kurmanın yolunu bulmak zorundadır.
¹ NATO’nun 5. maddesi, bir üyeye yönelik silahlı saldırının tüm üyelere yapılmış sayılacağını belirtir. 5. madde, NATO’nun kolektif savunma ilkesini tanımlar; ancak bu ilke, siyasi koşullara ve ittifak içi güç dengelerine bağlı olarak uygulanabilirliği tartışmalı bir güvenlik vaadine dönüşebilmektedir. İttifak tarihinde sadece bir kez işletilmiştir, o da 11 Eylül saldırılarından sonra, ABD için. (ç .n.)
Dünya Basını
Şin-Bet Direktörü’nün yeminli beyanı ne anlama geliyor?

Şin-Bet Direktörü Ronen Bar, Yüksek Mahkeme’ye sunduğu yeminli ifadede Başbakan Netanyahu’nun kendisinden yasalar yerine şahsen kendisine itaat etmesini talep ettiğini ve güvenlik kurumunu kişisel çıkarları için kullanmaya çalıştığını açıkladı.
Netanyahu ile ilgili bu iddialar çokça dile getirilmiş olsa da ilk kez hukuki bağlayıcılığı olan bir mahkeme önünde üstelik görevdeki bir isim tarafından belgeleriyle gündeme getiriliyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz hem Bar’ın iddialarını hem de bu iddiaların İsrail açısından ne anlama geldiğini inceliyor:
***
Bu bir tatbikat değil: Ronen Bar’ın yeminli beyanı İsrail kritik bir uyarı niteliğinde
Şin Bet Direktörü, Yüksek Mahkeme’ye sunduğu resmi beyanda, Netanyahu’nun kendisine devlete ve yasalarına değil, şahsen kendisine sadakat göstermesini talep ettiğini açıkladı; yargıçların bu konudaki yanıtı, İsrail demokrasisinin ve güvenliğinin geleceğini şekillendirecek.
Yuval Yoaz / Times of Israel
Şin Bet Direktörü Ronen Bar’ın pazartesi günü İsrail Yüksek Mahkemesi’ne sunduğu yeminli beyan, İsrail halkı için kritik bir uyarı niteliğinde.
Ülkenin başlıca güvenlik kurumlarından birinin başkanı, mahkemeye resmî ve açık biçimde, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun kendisinden şahsi sadakat talep ettiğini yani yasalara ya da mahkemelere değil, doğrudan başbakana itaat etmesini istediğini ve Netanyahu’nun Şin Bet’in geniş etki alanına sahip imkân ve yeteneklerini kişisel ve siyasi çıkarları için sistematik biçimde kullanmaya çalıştığını beyan etti.
Tehlike çanları sadece çalmakla kalmıyor adeta sağır ediyor.
Mahkemenin Bar’a beyanını sunması için verdiği sürenin bitmesine dakikalar kala, yargıçların masasının üzerine iki belge ulaştı. Bunlardan yalnızca biri kamuya açık. Bar’ın sekiz sayfadan oluşan kamuya açık yeminli beyanı 4 Nisan’da yargıçlara gönderdiği mektubun içeriğini detaylandırıyor. Gizli yeminli beyanı ise 31 sayfa ve beş ek belge içeriyor.
Mahkemenin kararı gereği, kamuoyu bu detaylı beyana tam erişemeyecek. Ancak belge başbakana ve yakın çevresine de teslim edildiği düşünüldüğünde sızıntı ihtimal dışı değil. Ayrıca yargıçlar, görevden alma konusundaki kararlarında bu belgelerin özetini kullanabilirler. Söz konusu görevden alma kararı, geçen ay Netanyahu’nun yönlendirmesiyle kabine tarafından oybirliğiyle alınmış ve bu da mahkemenin şu anda değerlendirmekte olduğu itirazlara yol açmıştı.
Netanyahu’nun da mahkemeye perşembe günü sunması gereken yanıtında bu yeminli beyanın yankılarının yer alması bekleniyor tabi son anda geri adım atmazsa.
Bar’ın beyanının ardından, Netanyahu’nun ofisi hemen bir açıklama yayınlayarak “Ronen Bar, Yüksek Mahkeme’ye sahte bir yeminli beyan sundu, bu yakında detaylı şekilde çürütülecek” dedi. Ancak, bu çürütmenin Netanyahu’nun sunacağı yeminli beyanda yer alacağına dair bir taahhüt verilmedi.
Bar’ın 31 sayfalık gizli belgesini bir kenara bırakırsak, sadece kamuya açık yeminli ifadesi bile okuyucuları şaşkına çevirmeye yetiyor.
Bar’ın Netanyahu hakkında dile getirdiği birçok iddia yıllardır kamuoyunda tartışılmış olsa da bu durum tamamen farklı. Çünkü hukuki bağlayıcılığı var. Suçlamalar artık bizzat Shin Bet şefi tarafından açık ve net bir şekilde dile getiriliyor ve mahkemeye yeminli ifade niteliği taşıyan imzalı bir beyanname ile sunuluyor.
Bar’ın sunduğu her önemli iddia, İsrail’i sarsacak nitelikte birer bomba:
- Netanyahu, olası bir anayasal kriz durumunda Bar’dan, Yüksek Mahkeme’ye değil kendisine itaat etmesini istemiş. Bu tür bir talepte bulunulması bile soruşturulması gereken ciddi bir suç niteliğinde.
- Netanyahu, Bar’a, devam eden ceza davasında mahkemede ifade vermesini engelleyecek bir güvenlik gerekçesi yayınlaması için defalarca baskı yapmış. Bu yönde Netanyahu’nun çevresinden biri tarafından hazırlanan bir taslak Bar’a imzalanması için iletilmiş, ancak Bar imzalamayı reddetmiş.
- Netanyahu, Bar’dan Şin Bet’in gözetleme araçlarını İsrail vatandaşlarına karşı – özellikle de 2023’te hükümetin yargı reformuna karşı düzenlenen protesto hareketinin liderlerine karşı – kullanmasını istedi. Bu talebine gerekçe olarak sözde “yıkıcı faaliyet” iddialarını öne sürdü. Bu, Şin Bet’in siyasi faaliyetlerden uzak durma ilkesini ve ifade özgürlüğünü hiçe saymak anlamına geliyor.
- Netanyahu bu talepleri, toplantıların sonunda, askeri sekreteri ve ses kayıt cihazını kullanan görevlileri odadan çıkardıktan sonra, yani kayda geçmesini önlemek amacıyla sözlü olarak iletmiş.
- Bar, Başbakan Netanyahu ve Kabine Sekreteri Yossi Fuchs’a mektup göndererek, 7 Ekim’de Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırı ve katliamla ilgili olayların soruşturulması için devlet düzeyinde bir komisyon kurulmasının ulusal güvenlik açısından taşıdığı önemi detaylı biçimde anlatmış. Bar, bunun yalnızca yönetişim açısından doğru bir adım olacağı için değil, aynı zamanda güvenlik kurumlarının gerekli sonuçları çıkarabilmesi ve doktrin ile kurumlarda köklü reformlar yapılabilmesi için de elzem olduğunu vurgulamış. Ancak Netanyahu, böyle bir soruşturma kurulmasına ısrarla karşı çıkmaya devam ediyor.
Bar’ın yeminli beyanından çıkan genel sonuç, asıl meselenin yalnızca görevden alınmasının profesyonel gerekçelerle mi, yoksa kişisel saiklerle mi yapıldığından ibaret olmadığını gösteriyor. Bu sorunun yanıtı fazlasıyla açık.
Asıl odak noktası artık, İsrail’in şu anda yönetiminin başında, en azından bir güvenlik kurumu lideri tarafından adı konularak ciddi şekilde suçlanan bir kişi tarafından yönetiliyor olması gerçeği.
Bar’ın beyanı iki temel anlam taşıyor:
Bunlardan ilki kanıt niteliğinde: Bar’ın bu iddiaları bir yeminli beyanla sunmuş olması, onlara hukuki ağırlık kazandırıyor. Yüksek Mahkeme, teknik olarak yeminli ifade veren kişilerin çapraz sorgulanmasına izin verebilir. Her ne kadar bu uygulama 1990’lardan bu yana kullanılmasa da mahkeme bu davada buna izin verebilir.
İkinci çıkarım ise Bar’ın tam ve gizli yeminli ifadesine eklediği belgelerle ilgili: Bar’ın gizli beyanına eklediği belgeler, iddialarını destekleyen nesnel kanıtlar sunmak için hazırlandı. Bu belgelerin kamuya açıklanmamış olması, toplantı tutanakları, karar özetleri veya iç yazışmalar gibi güvenirliğine itiraz edilmesi zor belgeler içerdiği ihtimalini artırıyor.
Bu da Netanyahu’nun kendi tezini yalnızca sözlü savunmayla değil, somut belgelerle desteklemek istemesi durumunda ciddi delil sıkıntısı yaşayabileceği anlamına geliyor.
Bar’ın yeminli beyanının kamuoyu, hukuk ve anayasa açısından etkileri derin. 7 Ekim saldırısının öngörülememesi nedeniyle görevden ayrılacağını açıklayan Bar, bu hukuki mücadeleyi şahsi çıkar için değil, devlet adına veriyor.
Bar meselesinin çözüm şekli sadece bir sonraki Şin Bet direktörünün bağımsızlığını etkilemeyecek. Bar’ın yeminli ifadesinin içindeki belgeler göz önüne alındığında çok büyük ölçüde, İsrail Devleti’nin güvenlik ve demokratik geleceğini şekillendirecek.
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’da savaşa hazırlık tam gaz: Fransız askeri haritacılar Romanya’da ne arıyor?
-
Görüş2 hafta önce
İran-ABD müzakereleri: Maskat görüşmesi ne anlama geliyor?
-
Ortadoğu2 hafta önce
“Suriye ve İsrail normalleşmeye hazırlanıyor” iddiası
-
Dünya Basını2 hafta önce
Trump’ın anti-sosyal devleti
-
Dünya Basını2 hafta önce
FT: Xi’nin eli neden Trump’tan daha güçlü?
-
Avrupa5 gün önce
Almanya’da tren fabrikası tank üretimine başlıyor
-
Görüş2 hafta önce
ABD’nin İran’a baskısı: Yay gerildi ama henüz tam çekilmedi
-
Dünya Basını6 gün önce
Şin-Bet Direktörü’nün yeminli beyanı ne anlama geliyor?