DÜNYA BASINI
Modi’nin İsrail-Hamas çatışmasına yanıtı neden bu kadar ‘net’ oldu?
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.tr
Rusya-Ukrayna konusunda ABD ve Avrupa’nın tüm baskısına rağmen, Moskova’ya yönelik yaptırımlara katılmayan ve nispeten ‘tarafsız’ bir politika izlemeye çalışan Hindistan Başbakanı Modi’nin, İsrail-Hamas çatışması karşısında Tel Aviv’den yana takındığı ‘net’ tutum Batı’nın dikkatini çekti.
Modi, İsrail’e yönelik Hamas saldırısını ‘terör saldırısı’ olarak nitelendirerek kınadı ve İsrail’e tam desteğini açıkladı. Peki, Filistin Bağımsızlık Hareketi’ni tanıyan Arap olmayan ve Filistin’de büyükelçilik açan ilk devlet olan Hindistan’ın pozisyonu neden değişti?
Aşağıda çevirisini verdiğimiz Foreign Policy makalesi diplomasi ve iç siyaset açısından bu soruya yanıt vermeye çalışmış.
Makalede üzerinde daha az durulan ve Hindistan-İsrail yakınlaşmasının en önemli unsurlarından biri olan ‘silah satışı’nı özellikle vurgulamakta fayda var.
İsrail, Batı’nın aksine Yeni Delhi’nin nükleer denemelerini izleyen yıllarda (90’ların sonu) Hindistan’a silah satışını artırarak devam ettiriyor. Hindistan ordusu askeri modernizasyonu için İsrail’den yüklü miktarlarda malzeme satın alıyor. İki ülke, ortak insansız hava araçları, radar ve iletişim sistemleri üretimi gibi pek çok askeri alanda işbirliği yürütüyor. Aynı Hindistan-Rusya ilişkileri gibi, Hindistan-İsrail ilişkilerinin de en önemli ayağını ‘savunma işbirliği’ oluşturuyor…
Modi’nin İsrail-Gazze Savaşı Hakkındaki Yorumları Değişimin Sinyali
Foreign Policy, Sumit Ganguly
12.10.2023
İsrail ile dayanışma içinde olduğunu açıkça ifade eden Hindistan, Filistinlilere yönelik uzun süredir devam eden yaklaşımından uzaklaşıyor.
1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Filistin devletinin yanı sıra İsrail devletinin kurulmasını öneren bir kararı kabul ettiğinde, bağımsızlığını yeni kazanmış olan Hindistan ret oyu kullandı. Dönemin Başbakanı Jawaharlal Nehru, Mahatma Gandhi ve diğer Hint milliyetçileri Yahudi davasına sempati duyuyorlardı, ancak İngiliz mandası altındaki Filistin’in bölünmesine karşı çıktılar ve Yahudiler için azınlık dini haklarının garanti altına alındığı federal bir düzenlemeyi savundular. Onlara göre bir Yahudi devletinin kurulması bölgenin Arap sakinlerini haklarından mahrum bırakacaktı.
Pragmatik düşünceler de Hintli yetkililerin tutumunu şekillendirdi. Kendi sınırları içinde önemli bir Müslüman nüfusa sahip olan Hindistan, onların duygularını görmezden gelemezdi. İsrail’e yönelik bir yakınlaşma yeni devletin kırılgan meşruiyeti üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir, özellikle de Hindistan’ın bölünmesi travmasını yeni yaşamış olan Hintli Müslümanlar arasında kargaşa yaratabilirdi. O dönemde Hindistan aynı zamanda kendisini sömürgeciliğe karşı bir sancaktar olarak sunmak ve Pakistan’ın da kur yaptığı yeni sömürgesizleşmiş Arap devletleriyle dayanışma içinde olduğunu göstermek istiyordu.
Hindistan 1950 yılında İsrail devletini resmen tanıdı ve 1953 yılında bu ülkenin Mumbai’de bir konsolosluk açmasına izin verdi. Soğuk Savaş’ın büyük bölümünde Hindistan-İsrail temasları sınırlı kaldı; Yeni Delhi hala Arap dünyasını yabancılaştırmaktan kaçınmak istiyor ve ülkedeki Müslüman nüfusu yatıştırmaya çalışıyordu. Hindistan ancak 1992 yılında İsrail’i tam diplomatik olarak tanıdı ve Yeni Delhi’de İsrail Büyükelçiliği açıldı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve İsrail ile Filistinliler arasında yakınlaşmayı amaçlayan Oslo Anlaşmaları’nın yaklaşmasıyla birlikte Hindistan, İsrail’i güvenli bir mesafede tutma politikasına son vermeyi tercih etti.
Aynı zamanda Hindistan Filistin’e güçlü desteğini sürdürdü. Hindistan 1974 yılında FKÖ’yü “Filistin halkının tek ve meşru temsilcisi” olarak tanıyan ilk Arap olmayan ülke oldu ve ertesi yıl Yeni Delhi’de bir FKÖ ofisi açıldı. Hindistan, 1988 yılında ilan edilen Filistin devletini tanıyan ilk Arap olmayan ülke oldu. Hindistan ve İsrail’in ilişkilerini normalleştirmesinin ardından yapılan çok taraflı oylamalarda Hindistan, Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üyelik başvurusunu desteklemek de dahil olmak üzere sürekli olarak Filistin’in yanında yer aldı.
Hamas’ın hafta sonu Gazze’den İsrail’e karşı çok yönlü bir saldırı başlatmasının ardından Hindistan Başbakanı Narendra Modi, oldukça uygun bir şekilde, Hamas’ın ‘korkunç eylemlerini’ sert bir şekilde kınadı. Ancak şu ana kadar Gazze’de mahsur kalan Filistinlilerin içinde bulundukları vahim durumla ilgili hiçbir kaygı dile getirmedi. “Bu zor zamanda İsrail ile dayanışma içindeyiz,” diye yazdı. “Düşüncelerimiz ve dualarımız masum kurbanlar ve aileleriyle birlikte.” Modi, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüştükten sonra, “Hindistan, terörizmi tüm biçimleri ve tezahürleriyle güçlü ve kesin bir şekilde kınamaktadır” diye ekledi. Her iki açıklamada da Gazze’deki insanlara selam verilmedi.
Hamas saldırılarından beş gün sonra Hindistan Dışişleri Bakanlığı savaşla ilgili ilk resmi açıklamasını yayınladı. Bakanlık Sözcüsü Arindam Bagchi haftalık brifingde sorulara verdiği yanıtta “uluslararası insancıl hukuka uymanın evrensel bir yükümlülük” olduğunu ve terörizmle mücadelenin de küresel bir sorumluluk olduğunu söyledi. Bagchi ayrıca Hindistan’ın İsrail-Filistin çatışması konusundaki tutumunu yineleyerek “İsrail ile barış içinde, yan yana, güvenli ve tanınmış sınırlar içinde yaşayan egemen, bağımsız ve yaşayabilir bir Filistin devleti” için “doğrudan müzakereler” çağrısında bulundu.
Modi’nin ilk tepkisi, kendisi ve Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) 2014 yılında iktidara gelmesinden bu yana, Modi’nin Temmuz 2017’de Tel Aviv’e yaptığı benzeri görülmemiş ziyaret de dahil olmak üzere, Hindistan’ın İsrail’e yönelik bir dizi kamuoyu girişiminin ardından geldi. Modi, dünya liderlerinin İsrail’e yaptığı önceki bakan ziyaretlerinin çoğunda uygulanan protokolü ihlal ederek Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin fiili başkenti Ramallah’a uğramadı. Netanyahu bu ziyarete Ocak 2018’de karşılık verdi. Modi yönetiminde ilişkilerin aleni bir şekilde artması, Hindistan Ulusal Kongresi partisi yönetimindeki hükümetlerin İsrail’e karşı benimsediği daha ihtiyatlı yaklaşımla tezat teşkil ediyordu. Önceki BJP hükümetleri bile 1998-2004 yılları arasında görevdeyken İsrail’i bu kadar cesurca kucaklamamıştı.
Modi hükümetinin İsrail ile ilişkilerini Yeni Delhi’deki önceki hükümetlere kıyasla daha aleni bir şekilde yürüttüğüne şüphe yok. Bununla birlikte, yıllarca Filistin Yönetimi’ne olan desteğini de düzenli olarak ortaya koydu. Modi’nin 2017’de İsrail’e yaptığı tarihi ziyaretten önce Hintli lider Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı Yeni Delhi’ye davet etti – muhtemelen ülke içindeki eleştirileri savuşturmak amacıyla. Bu ziyaret sırasında Hindistan geleneksel tutumunu yineleyerek iki devletli çözümü destekledi ve “İsrail ile barış içinde bir arada yaşayan egemen, bağımsız, birleşik bir Filistin” çağrısında bulundu.
Hindistan Birleşmiş Milletler’de de Filistin davasına verdiği destekten vazgeçmedi. Aralık 2017’de, Netanyahu Yeni Delhi’yi ziyaret etmeden hemen önce Hindistan, dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü tek taraflı olarak İsrail’in başkenti ilan etmesine karşı BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamayı destekledi. Bir yıl sonra Hindistan, İrlanda’nın sunduğu, “Orta Doğu’da kapsamlı, adil ve kalıcı bir barış” çağrısında bulunan ve İsrail’in Filistin topraklarını işgalini kınayan bağlayıcı olmayan bir BM kararını destekledi. Modi yönetimindeki Hindistan ayrıca BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’na yaptığı katkıyı da artırdı.
Mayıs 2021’de – haftalarca süren gösteriler ve protestocular, İsrailli yerleşimciler ve İsrail polisi arasında artan gerilimin ardından – Kudüs’teki El Aksa Camii yerleşkesinde şiddet patlak verdi. Hamas ve diğer Filistinli militan gruplar İsrail topraklarına yüzlerce roket fırlattı ve İsrail de Gazze’ye hava saldırılarıyla karşılık vererek en az 260 Filistinlinin ölümüne neden oldu. Hindistan’ın krize tepkisi nüanslı oldu: Hem Hamas’ı hem de İsrail’i şiddetin tırmanmasından dolayı kınadı. Bu tepki Hindistan’ın Filistin davasından vazgeçmeden İsrail ile bağlarını derinleştirme çabasını yansıtıyordu ki bu da Yeni Delhi’nin İsrail-Hamas savaşına kadar sürdürebildiği ustaca bir diplomatik stratejiydi.
Peki Hindistan’ın İsrail-Filistin çatışmasına yönelik tutumundaki bu görünüşte dramatik değişimi açıklayan nedir? Birkaç faktörün hesaplamaları şekillendirdiği görülüyor. Birincisi, Hindistan gelecek yıl bir ulusal seçimle karşı karşıya. BJP, tüm pratik amaçlar için Müslüman oylarını bir kenara bırakarak, Hindistan’ın Müslüman nüfusunun endişelerine cevap vermeyen kesin bir duruş sergileme konusunda elini serbest bıraktı. Dahası, bazı Hintli Müslümanlar İsrail-Hamas savaşının ardından Filistin davasına sempati duyduklarını ifade etmiş olsalar da Hamas’a özel bir sevgi beslemiyorlar.
İkincisi, Hindistan uzun zamandır Pakistan topraklarında faaliyet gösteren İslamcı militanların terör saldırılarını savuşturuyor. Hamas saldırılarına karşı tavizsiz bir duruş benimsemek sadece kendi iç seçmenlerine iyi gelmekle kalmıyor, aynı zamanda İslamabad’a zımni bir mesaj gönderiyor: Yeni Delhi’nin terörizme karşı daha sert bir yaklaşım sergileyeceği. Modi daha önce Hindistan’ın Pakistan yönetimindeki Keşmir’deki militan üslerine yönelik cerrahi saldırılarını İsrail’in yabancı topraklardaki militanlara yönelik gizli operasyonlarıyla karşılaştırmış ve İsrail’in askeri gücünün taklit edilmeye değer bir şey olduğunu ima etmişti.
Hindistan’ın Mısır’dan Suudi Arabistan’a bir dizi önemli Arap devletinin Hamas’a tam destek vermemesini dikkate almış olması da mümkündür. En iyi ihtimalle, İsrail’in eylemlerine yönelik küçük kınamalar yayınlarken düşmanlıkların daha da tırmanmasından kaçınma çağrısında bulundular. Önceki krizlerin aksine, Hamas saldırdığında çeşitli Arap devletleri İsrail ile ilişkilerini normalleştirmiş ya da normalleştirme sürecindeydi. Bazı Arap ülkelerinin bu temkinli tepkisi, özellikle Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleriyle artan ticari ve stratejik ilişkileri söz konusu olduğunda Yeni Delhi’ye bir miktar diplomatik hareket alanı sağlıyor.
Son olarak, Hindistan’ın Hamas’ı açıkça kınaması, ABD’nin kritik bir müttefikini desteklemeye istekli olduğu konusunda ABD’ye bir sinyal olabilir. Kamuoyuna açık bu tutum, Biden yönetiminin Hindistan’ın Rusya’nın Ukrayna’daki savaşına ilişkin tereddütlü duruşu konusundaki endişelerini giderebilir. Biden yönetimi Yeni Delhi’yi sert bir şekilde eleştirmeksizin Hindistan’ın Moskova’nın işgalini kınamamasından duyduğu hayal kırıklığını dile getirmişti.
Modi’nin bu krizde İsrail’e yönelmesi, özellikle Yeni Delhi’nin Orta Doğu’da siyasi ve ekonomik manzaranın değiştiğini düşündüğü şu günlerde, Hindistan’ın dış politikasının artan iddiasının bir başka göstergesi. Bu da ileriye dönük soruları gündeme getiriyor. Bu hafta Hamas’ı kınayan Hindistan, Arap dünyası ile diplomatik ilişkilerini nasıl müzakere edecek? Muhtemel göründüğü üzere çatışmalar tırmanırsa Yeni Delhi tutumundan geri adım atacak mı? Hindistan’ın Modi’nin ikinci döneminde dış politikasının geri kalanına paralel olarak önemli Arap devletlerinden ipuçları alması muhtemel. Yeni Delhi’nin tek yol gösterici ilkesi, Ukrayna’yı işgalinin ardından Rusya’ya yönelik yaklaşımında da görüldüğü üzere, acımasız bir pragmatizm gibi görünüyor.
Şu anda artan ticaret, güvenlik ve savunma işbirliğinin yanı sıra ortak altyapı projelerini de kapsayan Hindistan-İsrail ilişkilerinin kapsamı ve Modi’nin Netanyahu’ya olan kişisel yakınlığı göz önüne alındığında, Hindistan’ın önemli bağlara sahip olduğu Arap devletlerinin baskısı olmadan İsrail-Gazze savaşı konusunda daha nüanslı bir tutum benimsemesi pek olası değil. Hindistan’ın terörizmi kınarken Filistin davasını savunmaya devam ettiği günler geride kalmış görünüyor. Bu değişim pek çok açıdan Modi döneminde başlayan diplomatik sürecin mantıksal bir sonucudur. Yeni Delhi’de yeni bir hükümet işbaşına gelmediği sürece bu sürecin geri dönmesi pek mümkün görünmüyor.
İlginizi Çekebilir
-
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
Rusya, Çin ve Hindistan’la petrol ticaretinde kripto para birimlerine yöneldi
-
Hamas, Edan Alexander’ı serbest bırakacak
-
İsrail, Suriye’den sonra Lübnan’da da kalıcı işgale hazırlanıyor
-
Witkoff’un yeni ateşkes önerisine Hamas’tan itiraz
-
ABD ve İsrail Filistinlileri Gazze’den sürmek için Afrika’dan yer bakıyor
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
6 gün önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çevirmenin notu: İktisatçı Michael Roberts’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, Donald Trump’ın gümrük tarifelerinin ABD ekonomisine vereceği zararı inceliyor. Nitekim, Trump Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergilerinin önemli bir kısmından geri adım atmak zorunda kaldı. ABD Başkanının Kongre konuşmasında bu vergilerin tüketicilerde “küçük bir rahatsızlık” yaratacağı iddiası, gerçeğin bambaşka oluşuyla birlikte boşa düşüyor.
Trump’ın ‘küçük rahatsızlığı’
Michael Roberts
The Next Recession
5 Mart 2025
Görevdeki 100 günün ardından dün ABD Kongresinde konuşan Başkan Donald Trump, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından ithalata getirilen yeni gümrük vergilerinin “biraz rahatsızlık” yaratacağını iddia etti. Fakat yakında bunun sona ereceğini ve “gümrük vergilerinin Amerika’yı yeniden zenginleştirmek ve Amerika’yı yeniden büyük yapmakla ilgili olduğunu ” söyledi: “Bu gerçekleşiyor ve oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşecek.”
Gerçekten de çok hızlı bir şekilde. Trump dün Kanada ve Meksika’dan ABD’ye ithal edilen mallara %25, Çin’den ithal edilen mallara ise %10 ek gümrük vergisi getirerek Amerika’nın en büyük üç ticaret ortağını önemli ölçüde daha yüksek bariyerlerle karşı karşıya bıraktı. Bu hamleler Pekin’in hemen tepkisini çekti ve Pekin 10 Mart’tan itibaren soya fasulyesi ve sığır etinden mısır ve buğdaya kadar ABD tarım ürünlerine %10-15 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Kanada da 107 milyar dolarlık ABD ithalatına, 21 milyar dolarlık ithalattan başlamak üzere, derhal gümrük vergisi getireceğini açıkladı. Başbakan Justin Trudeau, “Kanada bu haksız kararın cevapsız kalmasına izin vermeyecektir,” dedi. Ottawa’ya karşı uygulanan vergiler, %10’luk bir tarifeyle karşı karşıya olan Kanada petrol ve enerji ürünleri hariç %25 olarak belirlendi. Kanada, ABD’nin ham petrol ithalatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor.
Çin ayrıca ABD şirketlerini de hedef alarak on şirketi ulusal güvenlik kara listesine aldı ve diğer 15 şirkete ihracat kontrolü getirdi. Ayrıca ABD’li biyoteknoloji şirketi Illumina’nın gen dizileme ekipmanlarını Çin’e ihraç etmesini yasakladı. Pekin, Trump’ın ilk gümrük vergileri saldırısına yanıt olarak Illumina’yı geçen ay “güvenilmez kuruluşlar” listesine eklemişti.
Planlanan tüm gümrük vergileri ABD’nin gümrük vergisi oranını birkaç hafta içinde %20’nin üzerine çıkaracak ve bu oran Birinci Dünya Savaşı öncesinden bu yana görülen en yüksek oran olacak. Joseph Politano’nun da belirttiği gibi, ABD’nin 1,3 trilyon dolarlık ithalatını ya da ABD’ye getirilen tüm malların yaklaşık %42’sini kapsayan bu eylemlerin maliyeti muazzam ya da yaklaşık bir asır önceki meşhur Smoot-Hawley Yasası’ndan bu yana tek başına en büyük tarife artışı.
Gümrük vergileri ABD’de benzin, gübre, çelik, alüminyum, ahşap, plastik ve dahası gibi temel hammaddelerin fiyatlarını artıracak. Özellikle Meksika’dan gelen taze meyve ve sebzeler olmak üzere, bakkaliye ürünlerini bulmak zorlaşacak. Karmaşık entegre Kuzey Amerika tedarik zincirlerine –araçlar, bilgisayarlar, kimyasallar, uçaklar ve daha fazlası– dayanan imalat sektörleri, bu bağlantıların zorla koparılması halinde durma noktasına gelebilir. Üretimin özellikle Çin ve Meksika’da yoğunlaştığı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar ve beyaz eşyalar için maliyetler artabilir. İhracatçılar artan hammadde maliyetleri, para biriminin değer kazanması ve yaklaşan misilleme gümrük vergileri nedeniyle zarar görecek ve bunların hepsi ABD iktisadi faaliyetlerini azaltacaktır.
Bu tarifelerin toplam maliyeti, ABD’li tüketicilerin ve işletmelerin ithal mal alımları için daha fazla ödeme yapmalarıyla 160 milyar doları bulacak ve daha fazlası da gelecek. Trump’ın salı günü aldığı önlemler, önerdiği önlemlerin yalnızca %40’ını oluşturuyor. Bir sonraki parti uygulamaya konulursa, ithalat maliyetini 600 milyar doların üzerine ya da GSYİH’nin %1,6’sına çıkaracak.
İthal mallara gümrük vergisi koymanın iktisadi argümanlarından biri yerli şirketleri yabancı rekabetten korumak. İthalatın vergilendirilmesiyle yurtiçi fiyatlar nispeten ucuzlar ve vatandaşlar harcamalarını yabancı mallardan yerli mallara kaydırarak yerli sanayiyi genişletir. Fakat bu argümanın çok az ampirik dayanağı vardır. New York Fed yakın zamanda artan gümrük vergilerinin yerli firmalar üzerindeki etkisini analiz etti. Çalışmada şu sonuca varıldı: “Küresel tedarik zincirlerinin karmaşık olması ve yabancı ülkelerin misilleme yapması nedeniyle gümrük tarifelerinin uygulanmasından kazanç elde etmek zordur. Ticaret savaşının açıklandığı günlerde borsa getirilerini kullanarak elde ettiğimiz sonuçlar, firmaların beklenen nakit akışlarında ve reel sonuçlarda büyük kayıplar yaşadığını gösteriyor. Bu kayıplar geniş tabanlı olup, Çin’e maruz kalan firmalar en büyük kayıpları yaşadı.”
Dahası, Danimarkalı iktisatçı Jesper Rangvid’in de gösterdiği gibi, Trump sadece iki taraflı mal ticaretine bakıyor; hizmet ticaretini ve sermaye ile emekten elde edilen kazançları göz ardı ediyor. Öyle ki, ABD’nin en azından Avro bölgesine yaptığı hizmet ihracatından elde ettiği gelir ve bu bölgeye ihraç ettiği sermaye ve işgücü ücretlerinden elde ettiği getiri, mal ticaretindeki iki taraflı açığını telafi etmektedir. Avro bölgesinin ABD ile olan toplam ikili cari işlemler dengesi sıfıra yakındır.
Trump’ın gümrük vergisi yaylım ateşi ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’ bir yana, ABD ekonomisini ve onunla birlikte diğer büyük ekonomileri resesyona sürükleme ihtimaline sahip. Kiel Enstitüsü, AB’nin ABD’ye ihracatının %15-17 oranında düşeceğini, bunun da AB ekonomisinde %0,4 oranında “önemli” bir daralmaya yol açacağını, ABD GSYİH’sinin ise %0,17 oranında küçüleceğini hesaplıyor. AB’nin misilleme gümrük vergileri uygulaması halinde, bu ekonomik zararı iki katına çıkaracak ve enflasyonu 1,5 puan artıracak. Almanya’nın ABD’ye mamul mal ihracatı neredeyse %20 oranında düşerek en kötü darbeyi alacak. Zaman içinde kaybedilen ihracatın tam büyüklüğü belirsiz olsa da (tedarik zincirlerinin yeniden kurulması zaman alacağından), bu vergilerin devam etmesi halinde ABD ile ticaret yapan büyük ekonomilerin GSYİH’lerinde önemli bir düşüş yaratması muhtemel.
ABD imalatı üzerindeki genel etki, ihracat kaybında GSYİH’nin yaklaşık %1’ini bulabilir.
Bu tahminlerden biri. Yale Üniversitesi iktisatçıları daha da ileri gidiyor. Planlanan %25’lik Kanada ve Meksika tarifeleri ile %10’luk Çin tarifelerinin yanı sıra halihazırda yürürlükte olan %10’luk Çin tarifelerinin etkisini modellediler. Bu tarifelerin, efektif ortalama tarife oranını 1943’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkaracağını hesapladılar. Yurtiçi fiyatlar mevcut enflasyon oranına göre %1’in üzerinde artacak ki bu da 2024 yılında hane başına ortalama 1.600-2.000 dolar tüketici kaybına eşdeğerdir. ABD’nin reel GSYİH büyümesini bu yıl %0,6 puan düşürecek ve gelecekteki yıllık büyüme oranlarından %0,3-0,4 puan azaltarak yapay zeka infüzyonundan beklenen verimlilik kazanımlarını silecek.
ABD’deki Uluslararası Ticaret Odası [ICC] o kadar endişeli ki, Trump planlarından geri adım atmazsa dünya ekonomisinin 1930’lardaki Büyük Buhran’a benzer bir çöküşle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. ICC Genel Sekreter Yardımcısı Andrew Wilson, “Derin endişemiz, bunun bizi 1930’ların ticaret savaşı bölgesine sokan aşağı doğru bir sarmalın başlangıcı olabileceği,” diyor. Dolayısıyla Trump’ın önlemleri “küçük bir rahatsızlığın” çok ötesine geçebilir .
Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasından önce bile ABD ekonomisinin bir miktar yavaşladığına dair önemli işaretler vardı. Artan ithalat tarifelerinin etkisi resesyon için bir kırılma noktası olabilir. Wall Street de böyle düşünüyordu. Trump gümrük vergisi önlemlerini açıkladığında, Trump’ın seçim zaferinden bu yana ABD borsasında elde edilen tüm kazançlar silindi.
Birkaç hafta içinde ABD ekonomisine ilişkin söylem, ABD ekonomisinin “istisnailiğinden” büyümede ani bir gerilemeye ilişkin endişeye dönüştü. Perakende satışlar, imalat, reel tüketici harcamaları, konut satışları ve tüketici güveni göstergelerinin hepsi son bir iki ay içinde düşüş gösterdi. 2025’in ilk çeyreği için reel GSYİH büyümesine ilişkin konsensüs tahminleri artık sadece yıllık %1,2.
Atlanta Fed’in yakından takip edilen mevcut GSYİH ŞİMDİ izleyicisi ise tam bir daralma öngörüyor.
ABD imalatı bir yıl ya da daha uzun bir süredir durgunluk içinde fakat imalat faaliyetlerine ilişkin son göstergelerde endişe verici olan bir diğer husus da maliyetlerdeki önemli artış. ISM Başkanı Timothy Fiore, “Şirketler yeni yönetimin tarife politikasının ilk operasyonel şokunu yaşarken talep azaldı, üretim dengelendi ve personel çıkarma devam etti. Tarifeler nedeniyle hızlanan fiyat artışı, yeni siparişlerin birikmesine, tedarikçi teslimatlarının durmasına ve imalat envanterinin etkilenmesine neden oldu,” diyor. Yeni siparişler Mart 2022’den bu yana en büyük düşüşü göstererek daralma bölgesine girdi ve üretim keskin bir şekilde yavaşladı. Buna ek olarak, fiyat baskıları Haziran 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.
Fakat pandeminin sona ermesinden bu yana ABD ekonomisinin sözümona istisnailiği her zaman istatistiksel bir yanılsamaydı. Bir çalışma, birçok Amerikan hanesi için istihdam, ücretler ve enflasyonla ilgili gerçek hikayeyi ortaya koyuyor. İlk olarak, resmi rakamlara göre neredeyse rekor düzeyde düşük olan işsizlik oranı sadece %4,2. Fakat bu rakam, ara sıra iş yapan evsiz insanları da istihdam edilmiş olarak kabul ediyor. İşsizlere yarı zamanlı iş dışında bir iş bulamayanlar ya da yoksulluk ücreti (kabaca 25.000 dolar) alanlar da dahil edilirse, bu oran aslında %23,7. Başka bir deyişle, bugün Amerika’da neredeyse her dört çalışandan biri işlevsel olarak işsizdir. Resmi medyan ücret 61.900 dolar. Fakat işgücündeki herkesi takip ederseniz, yani yarı zamanlı çalışanları ve işsiz iş arayanları dahil ederseniz, medyan ücret aslında yılda 52.300 dolardan biraz fazla. “Medyan ücretle çalışan Amerikalı işçiler, geçerli istatistiklerin gösterdiğinden %16 daha az kazanıyor.” 2023 yılında resmi enflasyon oranı %4,1 idi. Fakat gerçek yaşam maliyeti bunun iki katından daha fazla arttı: tam %9,4. Bu da 2023 yılında satın alma gücünün medyan olarak %4,3 düştüğü anlamına geliyor.
Avrupalı liderlerin Trump’ın gümrük vergisi hamlelerine ve Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’yı desteklemekten açıkça geri çekilmesine cevabı, daha fazla savaş hazırlığı gibi görünüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre, küresel savunma harcamaları geçen yıl 2,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırarken, Avrupa’da ise 388 milyar dolara yükselerek ‘soğuk savaş’tan bu yana görülmemiş seviyelere ulaştı. Financial Times’ın liberal Keynesyen iktisat gurusu Martin Wolf, “Savunma harcamalarının önemli ölçüde artması gerekecek,” diyor. “Bu harcamanın 1970’lerde ve 1980’lerde Birleşik Krallık GSYİH’sinin %5’i ya da daha fazlası olduğunu unutmayın. Uzun vadede bu seviyelerde olması gerekmeyebilir: modern Rusya Sovyetler Birliği değil. Yine de, özellikle ABD’nin çekilmesi durumunda, inşa sırasında bu kadar yüksek olması gerekebilir.”
Bunun bedeli nasıl ödenecek? “Eğer savunma harcamaları kalıcı olarak artırılacaksa, hükümet yeterli harcama kesintisi bulamazsa, ki bu da şüpheli, vergilerin arttırılması gerekir.” Fakat endişelenmeyin, tanklara, askerlere ve füzelere yapılan harcamalar aslında bir ekonomi için faydalıdır, diyor Wolf. “Birleşik Krallık gerçekçi bir şekilde savunma yatırımlarının ekonomik getirilerini de bekleyebilir. Tarihsel olarak savaşlar inovasyonun anası olmuştur.” Wolf daha sonra İsrail ve Ukrayna’nın savaştan elde ettiği kazanımlara ilişkin harika örneklerden bahsediyor: “İsrail’in “startup ekonomisi’ ordusunda başladı. Ukraynalılar şimdi dron savaşında devrim yarattılar.” Savaşın getirdiği yeniliklerin insani maliyetinden bahsetmiyor Wolf: ”Ancak asıl önemli olan nokta, savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yapma ihtiyacının, her ikisi de doğru olsa da, sadece bir gereklilikten ve sadece bir maliyetten daha fazlası olarak görülmesi gerektiği. Eğer doğru şekilde yapılırsa, bu aynı zamanda iktisadi bir fırsattır.” Yani savaş iktisadi durgunluktan çıkış yolu.
Almanya’nın müstakbel Şansölyesi Friedrich Merz de (son seçimleri kazandıktan sonra) aynı hikayeyi benimsedi. Hükümetin hesaplarını ‘dengelemek’ için herhangi bir ekstra mali harcamaya karşı çıktığı seçim kampanyasından tam bir dönüş yaparak, şimdi Avrupa’nın en büyük ekonomisini canlandırmak ve yeniden silahlandırmak için Almanya’nın ordusuna ve altyapısına yüz milyarlarca dolarlık ekstra fon enjekte etme planını destekliyor. Yeni bir düzenleme ile GSYİH’nin %1’inin üzerindeki savunma harcamaları, hükümetin borçlanmasını sınırlayan “borç freninden” muaf tutularak Almanya’nın silahlı kuvvetlerini finanse etmek ve Ukrayna’ya askeri yardım sağlamak için sınırsız miktarda borçlanmasına izin verilecek. Ayrıca, altyapı için on yıl boyunca sürecek 500 milyar avroluk bir fon oluşturmak üzere bir anayasa değişikliği yapmayı planlıyor. Birdenbire silahlanma ve askeri girişimler için bol miktarda nakit ve borçlanma imkanı ortaya çıktı.
İngiltere’nin planı, dünyanın yoksul ülkelerine yönelik yardım programını keserek ‘savunma’ harcamalarını iki katına çıkarmak. Trump ayrıca ABD’nin dış yardımlarını da dondurdu. Küresel borç 2024 yılında 7 trilyon dolar artışla 318 trilyon dolara ulaştı. Küresel borcun küresel GSYİH’ye oranı son dört yılda ilk kez yükseldi; yani borç nominal GSYİH’den daha hızlı artarak GSYİH’nin %328’ine ulaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), borç yükleri artmaya devam eden yoksul ülkelerin büyük bir baskı altında olduğu uyarısında bulundu. Bu ekonomilerdeki toplam borç 2024 yılında 4,5 trilyon dolar artarak, gelişmekte olan piyasaların toplam borcunu tüm zamanların en yüksek seviyesi olan GSYİH’nin %245’ine çıkardı. Bu yoksul ekonomilerin birçoğu bu yıl 8,2 trilyon dolarlık rekor bir borcu çevirmek zorunda ve bunun yaklaşık %10’u yabancı para cinsinden; bu da finansmanın kesilmesi halinde hızla tehlikeli bir hal alabilecek bir durum. Yani önümüzde daha fazla savaş ve daha fazla yoksulluk var.

Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1

Suriye federasyona mı gidiyor?

Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor

Lukaşenko: Ukrayna, Putin ile gizli görüşmelere başladı

Merkel: Rusya’nın çıkarları tartışılmalı
Çok Okunanlar
-
AVRUPA4 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
AMERİKA2 hafta önce
Palantir CEO’su Karp’tan Silikon Vadisi’ne: Silah başına!
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 4
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Doğu Almanya’da neofaşizmin yükselişine Batı Almanya’nın katkısı
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump yoktan para yaratabilir mi?