DÜNYA BASINI
NATO’nun ‘ilerici’ halkla ilişkileri ve Avrupa ‘solunun’ militarizasyonu
Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale Unherd’de Lily Lynch imzasıyla yayınlandı. NATO’nun başta Angelina Jolie olmak üzere Hollywood yıldızları ile başlattığı ‘feminist’ ve ‘ilerici’ hamlelerin Avrupa’daki solun antiemperyalist tutumunu terk etmesi ile paralel gittiğini hatırlatan yazar, artık bu savaş ittifakının ‘barış gücü’ olarak bile lanse edilmediğini ve savaşın kutsandığını belirtiyor. Lynch, Avrupa’da NATO’ya ‘neredeyse hiç’ muhalefet kalmadığını söylerken biraz haksızlık ediyor; Almanya ve Fransa’daki güncel kıpırdanmalara ek olarak, özellikle Güney Avrupa hattında hâlâ görece güçlü olan işçi sınıfı hareketleri ve komünist partiler etkili ABD-NATO karşıtı faaliyetlere imza atıyor.
NATO Avrupa Solunu Nasıl Baştan Çıkardı?
Lily Lynch
Unherd
16 Mayıs 2023
Ocak 2018’de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Angelina Jolie ile eşi benzeri görülmemiş bir basın toplantısı düzenledi. InStyle, Jolie’nin ‘omzu açık siyah bir kılıf elbise, ona uygun bir pelerin ve klasik topuklu ayakkabılar (yine siyah) giydiğini’ bildirirken, bu toplantının daha derin bir amacı vardı: savaşta cinsel şiddet. İkili Guardian için ‘NATO neden kadın haklarını savunmalı’ başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Zamanlama önemliydi. MeToo hareketinin doruğa ulaştığı bir dönemde, dünyanın en güçlü askeri ittifakı feminist bir müttefik haline gelmişti. “Cinsiyete dayalı şiddetin sona erdirilmesi barış ve güvenliğin yanı sıra sosyal adalet açısından da hayati bir konudur,” diye yazdılar. “NATO bu çabada bir lider olabilir.”
Bu NATO için yeni ve ilerici bir yüzdü ve o zamandan beri Avrupa solunun çoğunu baştan çıkarmak için kullandığı yüzle aynıydı. Daha önce, İskandinav ülkelerinde, Atlantikçiler büyük ölçüde pasifist olan halklara savaş ve militarizm satmak zorunda kalmışlardı. Bu kısmen NATO’yu açgözlü, savaş yanlısı bir askeri ittifak olarak değil, aydınlanmış, ‘ilerici’ bir barış ittifakı olarak sunarak başarıldı. Timothy Garton Ash’in 2002 yılında Guardian’da dile getirdiği gibi, ‘NATO, John Lennon ile George Bush’un buluşmasını’ izleyebileceğiniz bir ‘Avrupa barış hareketi’ haline geldi. Buna karşın bugün, Rusya’nın Ukrayna’yı geniş çaplı işgalinin ardından İsveç ve Finlandiya, uzun süredir devam eden tarafsızlık geleneklerini terk ederek üyeliği tercih etti. NATO, eski pasifistlerin bile arkasında durabileceği bir askeri ittifak –ve Ukrayna bir savaş– olarak tasvir ediliyor. Tüm destekçileri ‘Savaşa Bir Şans Verin’ şarkısını söylüyor gibi görünüyor.
Jolie’nin kampanyası, Katharine A.M. Wright ve Annika Bergman Rosamond’un deyimiyle ‘NATO’nun stratejik anlatısında’ birkaç açıdan dramatik bir dönüşe işaret ediyordu. İlk olarak, ittifak ilk kez ünlü yıldızların gücünü benimsedi ve dikkat çekici olmayan markasına elit bir cazibe ve güzellik kattı. Jolie’nin yıldız gücü, etkinliğin çekici görüntülerinin NATO hakkında çok az bilgisi olan apolitik kitlelere ulaşması anlamına geliyordu. İkinci olarak, bu ortaklık kadın hakları, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve feminizmin NATO söyleminde daha belirgin bir rol üstleneceği bir dönemin habercisi gibiydi. O zamandan bu yana ve özellikle de son 12 ayda, Finlandiya Başbakanı Sanna Marin, Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve Estonya Başbakanı Kaja Kallas gibi telejenik kadın liderler, Avrupa’da aydınlanmış militarizmin sözcüleri olarak giderek daha fazla görev aldılar. İttifak aynı zamanda popüler kültür, yeni teknolojiler ve gençleri etkileyen unsurlarla olan ilişkilerini de yoğunlaştırdı.
Elbette NATO her zaman halkla ilişkiler konusunda bilinçli olmuştur ve uzun zamandır kültür, eğlence ve sanatla ilgilenmektedir. Elektronik ikilisi Icebreaker International’ın, feshedilen ‘NATOarts’ fonuyla kaydedilen ve NATO’yu yaklaşan bir Sovyet nükleer saldırısına karşı uyarmak için Alaska ve Kanada’nın kuzey çevresi boyunca inşa edilen radar istasyonlarından esinlenen 1999 tarihli Distant Early Warning albümünü kim unutabilir? Ya da NATO’nun kamu diplomasisi bölümü tarafından üretilen ve ittifak içindeki yaşamı ve kurgusal Seismania eyaletindeki bir krize verilen sahte diplomatik tepkiyi anlatan 2007 yapımı HQ filmi? Görünüşe göre hemen hemen herkes. Fakat NATO’nun son dönemdeki stratejik dönüşünü bu kadar etkili kılan şey, aday ülkelerin ilerici yerel geleneklerini ve kimliklerini başarılı bir şekilde yansıtmış olmasıdır.
Avrupa’da hiçbir siyasi parti militan pasifizmden ateşli savaş yanlısı Atlantikçiliğe geçişi Alman Yeşilleri kadar iyi örnekleyemez. İlk Yeşillerin çoğu 1968’deki öğrenci protestoları sırasında radikaldi; birçoğu Amerikan savaşlarına karşı gösteri yapmıştı. İlk Yeşiller Batı Almanya’nın NATO’dan çekilmesini savunuyordu. Fakat kurucu üyeler orta yaşa geldiklerinde, partide bir gün onu parçalayacak çatlaklar ortaya çıkmaya başladı. İki kamp birleşmeye başladı: ‘Realos’ ılımlı Yeşiller, siyasi olarak pragmatistlerdi. ‘Fundis’ ise radikal, uzlaşmaz kamptı; partinin ne olursa olsun temel değerlerine sadık kalmasını istiyorlardı.
Tahmin edilebileceği gibi Fundis, Avrupa barışına en iyi Batı Almanya’nın ittifaktan çekilmesinin hizmet edeceğine inanıyor ve askeri tarafsızlığı destekleme eğilimindeydi. Realos ise Batı Almanya’nın NATO’ya ihtiyacı olduğuna inanıyordu. Hatta çekilmenin güvenlik meselelerini Alman ulus-devletine geri döndüreceğini ve militarist milliyetçiliği yeniden alevlendirme riski taşıyacağını savunuyorlardı. Onların NATO’su, Avrupa’yı Almanya’nın en yıkıcı dürtülerinden koruyan, çok sayıda dil konuşan ve çok sayıda bayrağı dalgalandıran, ulus ötesi, kozmopolit bir ittifaktı. Fakat tarihin sonunda NATO üyeliği başka bir şeydi. Almanya’nın yeniden savaşa girmesi –İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tabuların en yasaklısı– tamamen başka bir şeydi.
Kosova her şeyi değiştirdi. NATO’nun kuruluşunun 50. yıldönümü olan 1999’da ittifak, akademisyen Merje Kuus’un deyimiyle ‘söylemsel bir metamorfoz’ geçirmeye başladı. Soğuk Savaş dönemindeki salt savunma ittifakından, insan hakları, demokrasi, barış ve özgürlük gibi değerleri üye devletlerin sınırlarının çok ötesine yaymak ve savunmakla ilgilenen aktif bir askeri pakt haline geliyordu. NATO’nun Kosova’da Sırp güvenlik güçleri tarafından işlenen savaş suçlarını durdurmak amacıyla Yugoslavya’dan geriye kalanları 78 gün boyunca bombalaması Alman Yeşillerini sonsuza kadar değiştirecekti.
Mayıs 1999’da Bielefeld’de düzenlenen kaotik parti konferansında Realo’lar ve Fundi’ler bombardıman konusunda sert bir şekilde tartıştı. En önde gelen Realo olan Yeşiller Dışişleri Bakanı Joschka Fischer NATO’nun savaşını destekledi; bu nedenle konferans katılımcıları onu kırmızı boya yağmuruna tuttu. Fundis’in önerisi bombardımanın koşulsuz olarak durdurulmasını gerektiriyordu ki bu aynı zamanda Yeşiller-Sosyal Demokrat Parti (SDP) koalisyon hükümetinin de çökmesi anlamına geliyordu. Barış önerisi başarısız oldu ve partinin savaş karşıtı fraksiyonunu ezerek Yeşillerden ayrılmalarına neden oldu. Bunun yerine Realos’un ılımlı önergesi rahat bir farkla zafer kazandı. Kısa bir aradan sonra Yugoslavya’nın bombalanmasına devam edilmesine izin verildi. Yeşillerin kritik desteğiyle Luftwaffe, Sırbistan’ın başkentine yönelik son hava bombardımanından 58 yıl sonra Belgrad üzerinde sortiler gerçekleştirdi. Bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleştirilen ilk Alman askeri operasyonuydu.
Ukrayna’da geniş çaplı savaşın başlamasının ardından Alman Yeşiller Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Fischer’in geleneğini sürdürerek askeri tarafsızlık geleneğine sahip ülkeleri azarladı ve NATO’ya katılmaları için yalvardı. Desmond Tutu’nun sözünü hatırlattı: “Adaletsizlik durumlarında tarafsız kalırsanız, zalimin tarafını seçmiş olursunuz.” Hatta Yeşiller, 1992’de ölen savaş karşıtı bir ikon ve uzun süredir tarafsızlığı savunan Petra Kelly de dahil olmak üzere kendi ölü üyelerini vantrilok olarak canlandırdı. Geçen yıl Yeşiller’in kurucularından Eva Quistorp, FAZ gazetesinde Petra Kelly’ye hayali bir mektup yazdı. Mektupta Kelly’nin ahlaki duruşu ödünç alınıyor ve Yeşillerin savaşı kucaklamasını meşrulaştırmak için ters yüz ediliyordu. Quistorp, Kelly’nin bugün hayatta olsaydı NATO destekçisi olacağını düşünmemizi istiyor. Quistorp, çoktan ölmüş olan Kelly’ye hitaben, “Eminim radikal pasifizmin şantajı mümkün kıldığını haykırırdınız,” diyor.
Bu yılın başlarında Almanya Dışişleri Bakanlığı da yeni bir ‘Feminist Dış Politika’ ortaya koydu ve bunu yapan Avrupa dışişleri bakanlıklarının en sonuncusu oldu. Fransa, Hollanda, Lüksemburg ve İspanya tarafından da benimsenen bu yeni yönelim, kozmopolit militarizmi sahte radikal feminist bir parlaklıkla boyayarak savaş ve güvenlik alanını kadın hakları aktivistlerine açıyor. Profesyonel feminist liderler, otoriter ‘güçlü adamlara’ karşı ideal koruyucu olarak tasvir edilmektedir.
İsveç, 2014 yılında bu tür bir politikayı benimseyen ilk ülke oldu ve uzun süredir devam eden devlet feminizmini yurtdışına yansıtmasına ve uluslararası arenada yeni bir ahlaki duruş sergilemesine izin verdi. Yurt içinde, kadın dergilerinde olumlu Atlantikçi hikayeler vardı. İsveç gazetesi Expressen’in kadın okuyucuları hedefleyen ‘Mama’ bölümünde Angelina Jolie ile yapılan bir röportajda NATO’nun kadınları savaşta cinsel şiddetten koruyabileceği vurgulanıyordu. Jolie ayrıca insani yardım çalışanları ile NATO askerleri arasında çok az fark olduğunu vurguladı, çünkü ‘aynı hedefe doğru çabalıyorlardı: barış.’
Akademisyen Merje Kuus, NATO’nun genişlemesinin ‘iki yönlü bir meşrulaştırma’ stratejisi içerdiğini yazmıştır. Birincisi, NATO sıradan ve dikkat çekmeyen, alelade ve gündelik hale getiriliyor, ikincisi ise suçlamaların üstünde, hayati, mutlak ahlaki bir iyi olarak tasvir ediliyor. Bunun etkisinin, NATO’nun aynı anda hem sıradanlaştırılması hem de yüceltilmesi olduğunu söylüyor: o kadar mülayim bürokratik bir hale geliyor ki tartışmanın dışında kalıyor ve o kadar ‘varoluşsal ve temel’ ki tartışmanın üzerine çıkıyor. Bu meşrulaştırma stratejisi, hiçbiri üyelik konusunda referandum düzenlememiş olan İskandinav ülkelerinde Avrupa-Atlantik entegrasyonuna ilişkin sınırlı ve sıkı bir şekilde kontrol edilen tartışmalarda açıkça görülmüştür. İttifaka karşı on yıllardır süren halk direnişinin ardından, NATO’nun demokrasinin üstünde olduğu görülüyor. Ancak Kuss’un yazdığı gibi, bu NATO’nun bir topluma dayatıldığı anlamına gelmiyor. Bunun yerine amaç, “NATO’yu eğlence, eğitim ve daha geniş anlamda sivil hayata entegre etmektir.”
Bunun kanıtları her yerde. Şubat ayında NATO ilk oyun etkinliğini düzenledi. İttifakın genç bir çalışanı, popüler Twitch yayıncısı ZeRoyalViking’e katılarak Among Us oynadı ve dezenformasyonun demokrasi için oluşturduğu tehlike hakkında sohbet etti. Yanlarında Caroline Gleich adında bir influencer dağcı ve çevre aktivisti vardı. Astronot avatarları bir çizgi film uzay gemisinde gezinirken, NATO hakkında övgü dolu ifadelerle konuştular. Etkinlik sona erdiğinde, yayın bir işe alım çabasına dönüştü: ittifak çalışanı işinin avantajlarından bahsetti ve izleyicileri grafik tasarım ve video düzenleme gibi alanlarda istihdam fırsatları için NATO web sitesini kontrol etmeye teşvik etti.
Etkinlik NATO’nun ‘Geleceği Koru’ kampanyasının bir parçasıydı. Bu yıl genç sanatçılar için bir çizgi roman yarışması da düzenlendi. İttifak ayrıca TikTok, YouTube ve Instagram’da geniş takipçi kitlesine sahip düzinelerce influencer’ı Brüksel’deki merkeze getirdi. Diğer influencer’lar da geçen yıl Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesine gönderilmiş ve onlardan izleyicileri için içerik yaratmaları istenmişti.
Avrupa solu bu gösterinin büyüsüne kapılmış durumda. Alman Yeşillerin açtığı yoldan ilerleyen büyük sol partiler, askeri tarafsızlığı ve savaş karşıtlığını bir kenara bırakarak NATO’yu savunmaya başladılar. Bu çarpıcı bir tersine dönüş. Soğuk Savaş sırasında Avrupa Solu, ABD liderliğindeki militarizme ve NATO’nun Pershing-II ve seyir füzelerini Avrupa’da konuşlandırmasına karşı milyonların katıldığı kitlesel protestolar düzenlemişti. Bugün ise, içi boşaltılmış radikal söylemlerden geriye çok az şey kaldı. Avrupa’da NATO’ya karşı neredeyse hiç muhalefet kalmaması ve ittifakın giderek Avrupa-Atlantik bölgesinin ötesine yayılmasıyla birlikte, NATO’nun hegemonyası artık neredeyse mutlak hale geldi.
İlginizi Çekebilir
-
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor
-
Almanya borç frenini gevşetmeye hazırlanıyor
-
Alman parlamenter Weber: Avrupa’da düşünce tarzımızı savaş ekonomisine çevirmeliyiz
-
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
Merkel: Rusya’nın çıkarları tartışılmalı
-
Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu
DÜNYA BASINI
Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?
Yayınlanma
18 saat önce17/03/2025

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.
***
Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası
Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.
Yossi Melman
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.
Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.
Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.
Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.
Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.
Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.
Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.
Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.
Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.
Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.
Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.
Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.
Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.
7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
1 hafta önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çin Panama limanlarının satışını incelerken CK Hutchison hisseleri dalgalı seyrediyor

ABD, 200’ün üzerinde Venezuelalıyı para karşılığı El Salvador’da hapse gönderdi

Seul’den Güney Kore’nin ABD’nin ‘hassas ülkeler’ listesine eklenmesiyle ilgili açıklama

Almanya’nın savunma harcamaları Avrupa’yı nasıl etkileyecek?

Saakaşvili’nin hapis cezası 12,5 yıla çıkarıldı
Çok Okunanlar
-
AVRUPA6 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı
-
GÖRÜŞ2 gün önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump yoktan para yaratabilir mi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Trump gümrük vergilerini uygulayamıyor
-
ASYA1 hafta önce
Çinli yatırımcılar Elon Musk’ın şirketlerinden özel olarak hisse alıyor