Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Önce Sedat sonra Hamas İsrail’in ‘Conceptzia’sını nasıl çökertti?

Yayınlanma

yom kippur savaşı

Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu, 1973’te Mısır ve Suriye’nin ani bir hareketle başlattıkları ve savaşın ilk günlerinde önemli ilerleme kat ettikleri Yom Kippur savaşının 50. yılında gerçekleşti. Hamas’ın 7 Ekim’deki operasyonunun, hem tarihi hem sürpriz ve kapsamlı bir saldırı oluşu hem de İsrail’de yarattığı şok açısından Yom Kippur Savaşı ile benzerlikleri üzerinde duruluyor.

Aşağıda çevirini okuyacağınız makale de Aksa Tufanı’nı Yom Kippur ile kıyaslıyor. “Ekim’de On sekiz Gün: Yom Kippur Savaşı ve Modern Orta Doğu’yu Nasıl Yarattı” kitabının yazarı Uri Kaufman tarafından kaleme alınan makale Yom Kippur savaşının sonunda Mısır ve İsrail arasında imzalanan barış anlaşması hatırlatılıyor ve “Bugün de barış için benzer bazı fırsatlar mevcut olabilir” değerlendirmesinde bulunuluyor:

***

Yom Kippur Savaşı’nın Gerçek Dersleri

Hamas’ı Yenmek İçin İsrail’in Yeni Bir İstihbarat Yaklaşımına İhtiyacı Var

Uri Kaufman

1973’te Yom Kippur Savaşı’nın sona ermesinden kısa bir süre sonra, geleceğin İsrail Başbakanı, dönemin yasama organında yeni üye Menahem Begin, Knesset’te öfkeyle ayağa kalktı, “Neden askeri teçhizatı hatta koymadılar” diye bağırdı. İsrail ile Mısır ve Suriye’nin birleşik güçleri arasında 18 gün süren savaş, 2.000’den fazla İsrail askerinin ölümüyle sonuçlandı, ülkenin siyaset kurumunu şoke etti ve ordunun güvenine darbe vurdu. Begin, hükümetin bu çatışmaya neden hazırlanmadığını öğrenmek istiyordu.

Bugün İsrailliler kendilerine ürkütücü derecede benzer sorular soruyorlar. Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail topraklarında eşi benzeri görülmemiş bir saldırıyla 1.000’den fazla insanı öldürmesinin ardından İsrailliler, ülkelerinin övündüğü istihbarat servislerinin Hamas’ın saldırısının geldiğini neden göremediğini bilmek istiyor. İsrail ordusunun Gazze sınırında neden çok az savunma teçhizatı ve personeli olduğunu soruyorlar.

Yom Kippur Savaşı’nın bugünkü İsrail-Hamas çatışmasından bariz farkları vardı. Egemen devletler ve konvansiyonel ordular arasında bir savaştı. Kışkırtıcıları -Mısır ve Suriye- daha önceki bir savaşta İsrail’e kaybettikleri toprakları geri almak istiyorlardı. Soğuk Savaş’ın gölgesinde gerçekleşmişti. Moskova ve Washington savaşan taraflara yardım etti ve savaşı sona erdiren ateşkesi müzakere etti. Ancak İsrailliler için Hamas’ın saldırısının küçük düşürücü sürprizi, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın 1973’teki şok işgalini acı bir şekilde anımsatıyor.

Paralellikler daha da derinleşiyor. O zaman da şimdi olduğu gibi, İsrail savaşın patlak vermesinden önce şaşırtıcı bir ekonomik refah döneminin tadını çıkarmıştı. O zaman da şimdi olduğu gibi, savaş patlak vermeden önce İsrailliler sürpriz bir saldırının olası olduğunu biliyorlardı, ancak ülke siyasetine ülkenin sınırları konusundaki güvenleri nispeten yüksekti. İsrail 1967 Savaşı’nda çarpıcı bir zafer kazanmış, altı Arap devletini dize getirmiş ve topraklarını dörde katlamıştı. Antik çağlardan beri Yahudiler kendilerini hiç bu kadar güvende hissetmemişlerdi: İncil’de eski İbranilerin Eriha’yı fethetmek için yedi güne ihtiyaç duydukları yazılıdır.

Ancak bu zafer kesin bir sonuç getirmedi. Mısır kayıplarını telafi etmeye kararlıydı. Bu arada İsrail’in kendine güveni, altı yıl sonra sinsi bir saldırıya zemin hazırlayan bir dizi varsayıma yol açtı, bu varsayımlar İsrail’in Hamas’ın saldırısından önceki varsayımlarına benziyordu.

İsrail kuvvetlerinin Mısır Üçüncü Ordusunu kuşatması ve Şam banliyölerinin topçu menziline girmesi üzerine Yom Kippur Savaşı ateşkesle sona erdi. Ancak İsrail kamuoyu, hükümetin savaşın patlak vereceğini öngörememesini affedilemez olarak değerlendirdi ve hükümet kendi başarısızlıklarına ilişkin geniş bir soruşturma başlatmak zorunda kaldı. Komisyon önünde ifade veren İsrailli bir istihbarat subayı, ordunun 1973’teki savaşın mantıksız olduğu yönündeki hatalı değerlendirmesini, “Kahire’de olup bitenlere dayanarak”, başka bir deyişle, üst düzey görüşmeleri dinlemesine olanak tanıyan en son gözetleme teknolojisine dayanarak yaptığını kabul etti. Yani Süveyş Kanalı yakınlarında Mısır ordusunun yığınak yaptığına dair bariz işaretler dikkate alınmamıştı.

Silahlar sustuğunda İsrail’in yine aynı türden bir soruşturma başlatacağı neredeyse kesin. 1973 komisyonunun raporu 2,200 sayfa olmasına rağmen, 1973’ten bazı büyük dersler çıkarılmamış olabilir ki bu dersler İsrail’in o zaman da şimdi de anlaması gereken dersler.

KÜSTAHLIK

Altı Gün Savaşı’ndan sonra İsrail’in askeri kapasitesi sıçrama yaptı: 1967 ve 1973 yılları arasında, diğer şeylerin yanı sıra envanterine 178 A-4 Skyhawk savaş uçağı, 110 F-4 Phantom jeti ve yaklaşık 2.000 tank ekledi. Aynı zaman diliminde İsrail ekonomisi yüzde 85 gibi şaşırtıcı bir oranda büyüdü. Altı Gün Savaşı’nın sona ermesinden aylar sonra, İsrail’in 1948’deki orijinal sınırı boyunca hâlâ çok sayıda tabelada “TEHLİKE! İLERİSİ SINIR” yazıyordu. Bunlardan birine, birisi sprey boyayla SINIR kelimesinin önüne HAYIR kelimesini yazmıştı.

Ancak gerçek şu ki, çatışma hiçbir zaman gerçekten sona ermemişti. Savaşın bitiminden sadece birkaç hafta sonra Mısır, İsrail donanmasına ait bir destroyer olan Eilat’ı batırdı ve İsrail de Süveyş Kanalı boyunca Mısır şehirlerini bombalayarak misilleme yaptı. Dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır, İsrail’in devlet statüsünü tanımayı reddetti ve İsrail’in çatışma sırasında ele geçirdiği Sina Yarımadası’nı geri almaya kararlı kaldı; sık sık “Güç kullanılarak alınan güç kullanılarak geri verilecektir” açıklamasında bulundu. Açık çatışma, 1969-1970 yılları boyunca devam etti. 440 İsrailli ve on binlerce Mısırlı öldürüldü. Sovyetler Birliği Mısır’a gelişmiş SAM-3 füze sistemleri tedarik ettiğinde, İsrail hava kuvvetleri endişe verici sayıda uçak kaybetmeye başladı. Amerika Birleşik Devletleri ve BM’nin barışa aracılık etme çabaları sonuçsuz kaldı.

Abdünnasır’ın 1970 yılında aniden kalp krizinden ölmesinin ardından yerine Sedat geçti. Birçok Mısırlının zihninde Sedat, selefi ile kıyaslanamayacak kadar kötü bir konumdaydı; sık sık Nasır’ın “fino köpeği” olarak kötüleniyordu. Sokak gösterilerinde kalabalıklar “dev gitti, yerini eşek aldı” sloganları attı. Yabancı liderler de Sedat’ı kötü değerlendirdi. Kayıtlara göre yetkililer ondan “geçiş dönemi lideri” olarak bahsediyordu. 1970 yılında bir İsrail istihbarat araştırması Sedat’ın “entelektüel seviyesinin düşük olduğu” sonucuna vardı ve 1972’nin sonlarında yapılan bir güncelleme Sedat’ın “zayıf” olduğunu ekledi. 1971’den 1973’e kadar Mısır’ın ulusal güvenlik danışmanı olan Muhammed Hafız İsmail, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın kendisine Mısır’ın yeni bir savaş başlatması halinde “İsrail’in bir kez daha ve 1967’dekinden daha fazla kazanacağı”nı söylediğini iddia etti.

Ancak Sedat zayıf biri olmadığını kısa sürede gösterdi. 1971’de başarısız bir darbe girişimi, iflas etmiş bir ekonomi ve Mısır’ın 1967’deki kaybının intikamını almak için yanıp tutuşan bir subay ordusuyla karşı karşıya kalan Sedat, savaşa girmesi gerektiği sonucuna vardı. Ancak Nasır’ın hiç yapmadığı bir şeyi yaptı: sınırı nispeten sessiz tuttu, kıdemli subayları kenara çekti ve kıdemsiz ama çok saygın bir kariyer askeri olan Saad el-Shazly başkanlığında yetkin bir generaller grubu atadı.

Shazly ve özenle seçilmiş bir grup subay daha sonra Mısır ordusunun güçlü ve zayıf yönlerinin ölçülü bir değerlendirmesini yaptı ve İsrail’e karşı iyi düşünülmüş bir savaş planı hazırladı. Shazly, en azından başlangıç için Sina Yarımadası’nın tamamını ele geçirmek zorunda olmadığı, ancak düşman topraklarının sadece altı mil içine ilerleyerek ve kayıplar vererek İsrail’i şok etmesi gerektiği sonucuna vardı. Bir yıpratma savaşı ve uluslararası baskının İsrail’i 1967 öncesi sınırlarına çekilmeye zorlayacağını hesapladı. Karadan havaya Sovyet füzelerini kullanarak İsrail hava kuvvetlerini ve omuzdan ateşlenen roketleri kullanarak İsrail zırhlılarını etkisiz hale getirmenin yollarını tasarladı.

En önemlisi de Shazly’nin planı sürpriz unsuruna dayanıyordu. Sovyetler Birliği’nin, 1968’de Çekoslovakya’yı işgal ettiğinde Batılı istihbarat örgütlerini kandırmak için başarıyla kullandığı bir taktiği uyguladı: Saldırı öncesinde gözcülerin normal askeri faaliyetlerle saldırı hazırlıklarını ayırt etmesini zorlaştırmak için tekrarlanan eğitim tatbikatları yapmak. Mısırlılar 1 Ocak 1973 ile 1 Ekim 1973 tarihleri arasında Süveyş Kanalı boyunca ordularını en az 22 kez önce seferber ardından terhis etti.

Mısır’ın en üst düzey subaylarından sadece bir avuç kadarı, 6 Ekim’deki 23. seferde orduya kanalı geçme emri verileceğini biliyordu. İsrail’in daha sonra ele geçirdiği 8,000 Mısırlı askerden sadece biri planlanan saldırıyı bir günden fazla bir süre önceden bildiğini söyledi. Diğerlerinin neredeyse tamamı aynı sabah öğrenmişti.

Ancak bu hikâyenin sadece bir kısmını anlatıyor. İsrail, Mısır ordusunu bir bütün olarak hafife almıştı: İsrail, Mısır’ın sınır ötesindeki faaliyetlerini izlemek için bir dizi kale inşa etmesine rağmen, liderleri Kahire birliklerinin bir yıldırım saldırısında onları alt edecek kadar yetenekli olmasının imkânsız olduğunu düşünüyordu. 1971’de İsrailliler, Mısır’ın üç piyade tümenini ve 700 tankını 16 saat içinde Süveyş Kanalı’ndan geçirdiği bir savaş oyunu düzenlediler. Üst düzey bir general, “bunu başarabilmeleri için yüzde 10’luk bir ihtimal bile olmadığını” söyleyerek bu faaliyeti reddetti. General, Arap askerinin “modern savaş için gerekli olan zekâ, uyum sağlama ve hızlı tepki verme gibi niteliklerden yoksun olduğunu” da sözlerine ekledi.

TEORİYE BAĞLI KÖRLÜK

İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth’un 2005 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, 1969 yılında uzun boylu, kusursuz giyimli bir adam Londra’daki İsrail büyükelçiliğine girdi ve bir MOSSAD ajanıyla konuşmak istedi. Adam “Sizin için çalışmak istiyorum” dedi: “Size ancak en çılgın rüyalarınızda elde etmeyi umabileceğiniz bilgileri vereceğim. Para istiyorum, hem de çok para. Ve inanın bana, seve seve ödeyeceksiniz.

İsrailliler gerçekten de parayı seve seve ödediler çünkü hizmetlerini sunan kişi, Enver Sedat’ın başkanlık sekreteri ve Nasır’ın kendi damadı olan Eşref Mervan’dı. Yedioth Ahronoth’un araştırması, Mervan’ın İsraillilerden bugünün parasıyla 24 milyon dolar aldığını ortaya çıkardı. (Bunu bir perspektife oturtmak gerekirse, casusluk için en çok para aldığı bilinen Amerikalı, CIA’in çifte ajanı Aldrich Ames’ti ve sadece bugünkü değeriyle 4 milyon doları almıştı).

Mervan, diğer istihbaratların yanı sıra, yöneticilerce o kadar önemli görünen bir bilgi verdi ki, İsrailli askeri planlamacılar bunu tanımlamak için İbranice bir terim icat ettiler: Conceptzia, yani “konsept”. Bu Conceptzia, Mısır’ın İsrail hava kuvvetleriyle mücadele edebilecek gelişmiş Sovyet savaş uçakları edinmeden savaşa girmeyeceğini söylüyordu. O zaman da şimdi olduğu gibi, İsrail’in askeri planlamasının satranç tahtasında, gövdesinde Davut Yıldızı olan savaş uçağı en büyük taş olarak kabul ediliyordu: İsrail’in savunma bütçesinin yaklaşık yüzde 50’si hava kuvvetlerine gidiyordu. (Aslında 1967-1972 yılları arasında İsrail tüm GSYİH’sinin yüzde 10’unu sadece hava kuvvetlerine harcamıştı). Sedat, Sovyet jetleri almak için Moskova ile bir anlaşma yapmıştı, ancak bunların Mısır’a teslimatı 1974’ün sonlarına kadar gerçekleşmeyecekti. Ve 1973’te bunları uçuracak pilotları eğitmek en az bir yıl sürdüğü için, İsrailliler önümüzdeki aylarda güvende olduklarını düşündüler.

Bazı İsrailli yetkililer Mervan’a ya da övündükleri gözetleme teknolojilerine çok fazla güvenmekten endişe ediyorlardı. İsrailli bir albay olan Yossi Langotsky, 1973 ortalarında o zamanlar genç bir istihbarat subayı olan geleceğin İsrail Başbakanı Hud Barak’a çoğu İsrailli liderin, savaş olacak ya da olmayacak diyecek cesarete nasıl sahip olduğunu anlayamadığından” yakınıyordu: “Hepimiz ne kadar az bilgiye sahip olduğumuzu biliyoruz, [ama] onlar bu bilgileri bir araya getirerek ayrıntılı teoriler oluşturuyorlar.” Yine de devletin üst düzey yetkilileri, istihbarat toplama konusundaki üstünlüklerinin Mervan’ın yanılma ihtimalini ortadan kaldırdığını düşünüyordu. İsrail ordusunun istihbarat şefi, İsrail’in casusluk kapasitesinin “Conceptzia’da bir hata varsa bana söyleyecek sigorta” diye açıklıyordu.

1973 sonbaharında, o sırada Mısır ve Suriye ile çatışma halinde olan Ürdün Kralı Hüseyin, İsrail Başbakanı Golda Meir ile gizlice görüşerek bu ülkelerin savaşa hazırlandıkları uyarısında bulundu; uyarısı dikkate alınmadı. İsrail istihbaratı dikkat edilmesi gereken 45 “savaş işareti” belirlemişti ve Ekim 1973 başlarında sahada bunlardan 30’dan fazlası vardı. Ancak Conceptzia’da sıkışıp kalan İsrailli askeri planlamacılar bu işaretlerin çoğunun askeri eğitimle uyumlu olduğunu düşünüyordu. Mervan bir gece öncesine kadar yaklaşan saldırı konusunda uyarıda bulunmadı.

Yom Kippur’da İsrail istihbaratı Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın kendi Conceptzia’ları olduğunu öğrendi. Sedat’ın kuvvetleri Süveyş Kanalı’nı geçti ve İsrail’i barış anlaşması yapmadan Sina Yarımadası’ndan çekilmeye zorlamak amacıyla İsrail birliklerine saldırmaya başladı. Sonunda İsrail birlikleri, ordusunu kuşatınca durduruldu. Ancak İsraillileri şok etme planı işe yaradı.

DAHA PARLAK BİR SONUÇ

Yom Kippur Savaşı’na yol açan dinamik ile bugün arasında dikkate değer benzerlikler var. Hamas da Mısır’ınkine benzer bir taktik uygulayarak dikkat dağıtıcı eğitim tatbikatlarını artırdı, savaşçılarını İsrail-Gazze sınırı boyunca defalarca hareket ettirdi ve son birkaç ay içinde geri çekildi. İsrail ayrıca Hamas’ın kendine güvenini, plan yapma kapasitesini ve gözetimden kaçma becerisini ciddi şekilde hafife aldı. Üst düzey bir Hamas yetkilisi olan Ali Baraka, Hamas’ın üst düzey liderlerinden sadece birkaçının 7 Ekim’de savaşçılara sınır duvarını aşma emri verileceğini bildiğini söyledi.

İsrail-Hamas savaşı sona erdikten sonra İsrailliler neredeyse kesin olarak bir soruşturma komisyonu toplayacaklar. İsrail 18 Kasım 1973’te, Yüksek Mahkeme Başyargıcı Şimon Agranat başkanlığındaki Agranat Komisyonu’nu Yom Kippur Savaşı’nın fiyaskolarını araştırmak üzere görevlendirdi. Komisyon 90 tanığı dinledi ve müfettişlere 188 tanığın daha ifadesini aldırdı. Raporda Conceptzia’ya ve çok daha az değerli Mısır kaynağından alınan sözde “altın istihbarata” aşırı güvenmekle suçlandı.

İsrail’de daha sonra kurulan her soruşturma komisyonu Agranat Komisyonu’nun gölgesinde kalmıştır. Komisyon, İsraillilerin artık “kelle alma kültürü” olarak adlandırdıkları, başarısızlığa toplu işten çıkarmalar ve istifalarla karşılık verme içgüdüsünü, sorumluların görevden alınmasının başarısızlığın tekrarlanmasını önleyeceği umuduyla yerleştirdi. Komisyonun 2 Nisan 1974’te ön raporunu yayınlamasından bir hafta sonra Meir istifasını açıkladı. İsrail’in savunma bakanı, dışişleri bakanı ve maliye bakanı da değiştirildi. Meir, Yom Kippur Savaşı’nda bir İsrailli kahraman varsa, bunun ordunun genelkurmay başkanı David Elazar olduğunu belirtti. Ancak o da kovuldu.

Bugünkü İsrail-Hamas savaşını takip edecek olan soruşturma komisyonu İsrail’in mevcut liderliğine karşı daha da sert olabilir. Agranat Komisyonu’nun yaptığı gibi, İsrail hükümeti Hamas’ın saldırısını neden öngöremediğiyle yüzleştiğinde, göz ardı ettiği savaşın açık işaretlerini bulabilir. Ancak İsrail’in temel yanlış varsayımları 1973’tekilerden çok daha geniş kapsamlıydı ve İsrail’in neredeyse yirmi yıl önce Gazze’den çekilmesinden bu yana uyguladığı stratejinin kendisine kadar uzanıyordu.

Her ne kadar kimse İsrail, Gazze’den çekildiğinde barışın geleceğine inanmasa da yetkililer sınırın caydırıcılık -her saldırıya verilen keskin karşılıklar- ve ekonomik teşvikler yoluyla nispeten sakin tutulabileceğini düşünüyordu. İsrail 2022 yılında Gazze’ye 67.000 kamyon malzeme gönderdi ve yirmi bin Gazzeliye İsrail’de çalışma izni verdi. İsrailli liderler Hamas’ın bu derece büyük bir maddi desteği kaybetmeyi asla göze alamayacağına inanıyordu.

Bir süre için bu önermenin doğru olduğu görüldü. Hamas ve İsrail zaman zaman karşılıklı roket atışları yaptı ve birkaç küçük çaplı çatışmaya girişti. Ancak çatışma yönetilebilir görünüyordu ve İsrail vergi mükelleflerine milyarlarca dolar kazandırdı: İsrail’in 2005 öncesi Gazze işgali, 8.000 İsrailli yerleşimciyi korumak için 24.000 asker bulundurma maliyetini saymazsak, sadece Filistin nüfusunu desteklemek için yılda yaklaşık 1,5 milyar dolara ya da İsrail’in 2000’lerin ortalarındaki gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 1’ine mal oluyordu. Bu mali yükün ortadan kalkması, İsrail GSYİH’sinin 2005’ten bugüne neredeyse dört katına çıkmasında şüphesiz büyük rol oynamıştır. Güçlerinin artık Gazze’de kalıcı olarak konuşlanmaması nedeniyle İsrail’in zayiatları da keskin bir şekilde azaldı.

Ancak Hamas saldırısının da açıkça ortaya koyduğu gibi İsrail güvenlik sorunlarını çözmüş değildi. İsrailli yetkililer düşmandan kaynaklanan en ciddi riski etkisiz hale getirdikleri sonucuna çok erken varmış ve daha da önemlisi düşmanlarının motivasyonlarını yanlış anlamış olabilirler.

Eski İsrail Başbakanı ve Knesset üyesi Şimon Peres, İsrail’in 2006 yılında Hizbullah’la yaptığı savaşla ilgili soruşturma yürüten Winograd Komisyonu’na verdiği ifadede savaşın bir hatalar yarışı olduğunu ve en büyük hatanın da en başta savaşa girmek olduğunu söyledi. Ancak en kötü çatışmaların ardından bile savaşa giren yerleri daha iyi hale getirmek için fırsatlar doğabilir. Yom Kippur Savaşı’ndan sonra Mısır ve İsrail, İsrail’in Sina Yarımadası’nı geri verdiği ve Mısır’ın İsrail’in varlığını resmen tanıdığı bir barış anlaşması imzaladı.

Bugün de barış için benzer bazı fırsatlar mevcut olabilir. Eğer bir İsrail operasyonu Hamas’ı devirirse birilerinin Gazze’de otoriteyi ele alması gerekecek. Belki de Amerikan güvenlik garantileri ve sivil kullanım için uranyum zenginleştirme izniyle teşvik edilerek Mısır ve Suudi Arabistan’ın öncülük edeceği çok uluslu bir Arap gücü güvenlik sorumluluğunu üstlenebilir ve Ramallah merkezli Filistin Yönetimi’nin Gazze’de yeniden kurulmasına yardımcı olabilir. Yom Kippur Savaşı’nın öyküsü, pek çok eski varsayım altüst olduğunda, Filistin topraklarında iki devletli bir çözümün ya da etkili bir yönetimin olamayacağı gibi zararlı varsayımların da değişebileceğini gösteriyor.

DÜNYA BASINI

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.

Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.

Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.

Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.

Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.

Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.

Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.

Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.

Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.

Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.

Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.

Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.

SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.

Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.

Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.

İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.

Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Netanyahu’nun asıl hedefi

Yayınlanma

İsrail’in Gazze savaşına yeniden başlaması, Netanyahu’nun asıl amacını ortaya çıkarıyor: Sonsuz savaş yoluyla siyasi hayatta kalma

Amos Harel / Haaretz

İsrail’in Gazze operasyonuna yeniden başlaması, rehine görüşmelerindeki çıkmazı aşma ve Hamas’ı yenilgiye uğratma çabası olarak sunuluyor. Ancak Netanyahu’nun asıl amacı, acil siyasi hedeflere ulaşmak: Ben-Gvir’i hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonunu sağlamlaştırmak.

Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil: İsrail, iki ay önce imzaladığı ateşkes anlaşmasının tüm şartlarını yerine getirmek istemediği için, ABD onayıyla, kasıtlı olarak ateşkesi ihlal etti.

Hamas, bir terör örgütü ve savaş, 7 Ekim’de İsrail’in güneyine düzenlediği sürpriz saldırıyla tamamen onun inisiyatifi ve sorumluluğunda başladı. Ancak son rehinelerin serbest bırakılma süreçlerinde Hamas’ın rehinelere ve ailelerine yönelik psikolojik istismarı, örgütün anlaşmayı büyük ölçüde ihlal ettiği şeklinde yorumlanamaz.

İsrail hükümeti, son haftalarda orduyu Gazze Şeridi’nden özellikle Gazze-Mısır sınırındaki Philadelphia Koridoru’ndan çekmeyerek anlaşmayı ihlal etti.

İsrail, ABD oluruyla Gazze’de katliama yeniden başladı

Hamas, Amerikalılar rehinelerin serbest bırakılması konusunda yeni bir müzakere süreci yürütüyor diye İsrail’in bu ihlaline göz yummadı. Bu da müzakerelerin tıkanmasına yol açtı. Buna karşılık İsrail, salı sabahı erken saatlerde yeniden saldırıya geçti.

Hamas’ın açıklamalarına göre, Gazze’de düzenlenen bir dizi hava saldırısında 320’den fazla Filistinli öldürüldü; bunlar arasında Hamas’ın üst düzey yetkilileri ve örgütün hükümet birimlerinde çalışan isimler de vardı.

Son iki ayda serbest bırakılan bazı rehinelerin ifadelerinden açıkça ortaya çıkan bir gerçek var: Hamas, rehineleri sürekli olarak farklı yerlere taşıdı.

İsrail güvenlik birimlerinin, rehinelerin nerede olduğu konusunda gerçek zamanlı ve kesin istihbarata sahip olmadığı anlaşılıyor. Bu da hava saldırıları ve kara operasyonları sırasında rehinelerin zarar görmeyeceğinden emin olmayı imkânsız hale getiriyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bir gün önce, ABD ve Birleşik Krallık, Yemen’deki Husilere karşı yeni ve büyük çaplı bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı Donald Trump, Husilere şimdiye kadar görülmemiş bir sertlikle saldırı düzenleyeceği tehdidinde bulundu. Ancak özellikle dikkat çeken, İran’a yönelik doğrudan tehdidiydi. Trump, Husiler tarafından Amerikalılara yönelik herhangi bir saldırıyı, Tahran’daki rejimin gerçekleştirdiği bir eylem olarak değerlendireceğini söyledi.

Bu tehdit, ABD’nin İran’ı nükleer programını durdurmaya yönelik müzakerelere geri döndürme çabasının bir parçası olsa da aynı zamanda iki ülke arasındaki askeri gerilimi artırıyor.

Gazze’deki ateşkesten bu yana Husiler, İsrail’e roket ve insansız hava aracı saldırılarını durdurmuştu. Ancak şimdi, Hamas’la dayanışma adına İsrail’in merkezi bölgelerini yeniden vurma girişimlerinde bulunmaları muhtemel görünüyor.

Netanyahu’nun dikkat dağıtma hamlesi

Bu arada Netanyahu, İsrail iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in başkanı Ronen Bar’ı görevden alma çabalarına devam ediyor. Netanyahu, pazar akşamı Bar ile kısa bir görevden alma konuşması yaptığında, her ikisi de İsrail’in Hamas’a karşı savaşı yeniden başlatma kararının an meselesi olduğunu biliyordu. Bar, Netanyahu’nun pazartesi akşamı Gazze’ye hava saldırıları öncesinde düzenlediği dar kapsamlı istişarelere de katıldı.

Bu ancak Netanyahu’nun yönetiminde yaşanabilecek bir durum: Eğer Şin-Bet başkanına güvenmiyorsa, neden onu en gizli toplantılara dâhil etmeye devam ediyor?

Netanyahu’nun kovacağını açıkladığı Şin-Bet Direktörü’ne Başsavcı kalkanı

Netanyahu’nun üç danışmanı hakkında Katar’dan fon aldıkları iddiasıyla süren soruşturma göz önünde bulundurulduğunda, Bar hakkında herhangi bir adım atmaktan kaçınması gerekirdi. Özellikle de Şin-Bet’in 7 Ekim’deki güvenlik zaaflarına ilişkin iç soruşturmasının, Netanyahu’ya yönelik ağır suçlamalar içerdiği düşünüldüğünde…

Raporda, Şin-Bet’in Netanyahu’yu, Katar’dan gelen paraların bir kısmının doğrudan terör faaliyetlerinde kullanıldığı konusunda uyardığı belirtiliyor. Şu noktada, hükümetin Bar’ı görevden alma sürecini savaş devam ederken bile hızlandırmaya çalışması tamamen ihtimal dışı değil.

İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyon, müzakerelerdeki çıkmazı aşmak için gerekli bir adım olarak ve aynı zamanda Netanyahu’nun Hamas’ı yok etme sözünü yerine getirdiği iddiasıyla meşrulaştırılacaktır. Ancak bu iki hedefin zaman çizelgeleri örtüşmüyor: Hamas yok edilmeden önce rehineler ölebilir tabi eğer Hamas yenilgiye uğratılabilirse…

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Ancak her şeyden önce bu operasyon, Başbakan’ın kamuoyuna açıkça dile getirmeyeceği bir dizi acil siyasi hedefe hizmet ediyor: Itamar Ben-Gvir ve aşırı sağcı Otzma Yehudit partisini hükümete geri getirmek, bütçeyi geçirmek ve koalisyonu sağlamlaştırmak.

Bu kez, Netanyahu’nun siyasi hayatta kalması gerçekten Gazze’deki baskıyı sürdürmesine bağlı ve aynı zamanda Bar’ın görevden alınması planına karşı düzenlenen protestolara medyanın ilgisini azaltma girişimine de…

Netanyahu’nun asıl hedefi giderek netleşiyor: Otoriter bir rejime doğru kademeli bir kayış ve bu rejimin devamını çok cepheli bir savaşı sürekli kılarak sağlama çabası.

Netanyahu, Bar’ı görevden alma girişimiyle ilgili yayımladığı videoda bile “yedi cephede savaş”tan bahsetti. Peki ya rehineler? Netanyahu’nun perspektifinden bakıldığında, iktidarı elinde tutmasına katkıda bulunduklarını bilerek tünellerde ölebilirler.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Şin-Bet Direktörü, “Qatargate” skandalı yüzünden mi kovuldu?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, İsrail’in en çok okunan sol eğilimli gazetelerinden Haaretz’de yayınlandı. Makale Netanyahu’nun Şin-Bet Direktörü Ronen Bar’ı neden görevden almak istediğine dair yetkililerden gelen açıklamaların dışında başka bir kritik noktaya dikkat çekiyor.

***

Netanyahu’nun Şin-Bet direktörünü çirkin ve sarsıcı şekilde görevden almasının perde arkası

Netanyahu, İsrail’in kırılgan demokrasisinin az sayıdaki kalan bekçilerinden birini Trump tarzı bir yaklaşımla sadakati her şeyin üstüne koyarak saf dışı bırakmaya çalışıyor. Ancak, şu anda bu kararı almasının başka bir sebebi daha var.

Yossi Melman

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, iç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ı görevden alma kararı eşi benzeri görülmemiş bir gelişme. İsrail’in 77 yıllık tarihinde, ülkenin iç istihbarat teşkilatının hiçbir başkanı daha önce görevden alınmadı.

Bugüne kadar yalnızca iki Şin-Bet direktörü, güvenlik krizleri nedeniyle başbakan ile yaşadıkları gerginlikler sonucu istifa etti: İlki 1963 yılında, İsser Harel’in Başbakan David Ben-Gurion’a istifasını sunmasıyla, ikincisi ise 1986 yılında, Avraham Shalom’un Başbakan Şimon Peres döneminde istifasıyla gerçekleşti.

Netanyahu, pazar akşamı yaptığı açıklamada Bar’ı görevden alma kararını güvenini kaybettiği için aldığını söyledi. Bu karar bekleniyordu; Netanyahu bunu aylar önce yapmak istiyordu, ancak yine de haber muhalefette ve politikalarına karşı çıkan halk arasında büyük bir şok ve öfke ile karşılandı.

Netanyahu, Bar’a karşı her zamanki yöntemlerini kullanarak harekete geçti: sızıntılar, çirkin imalar ve ona bağlı medya organları aracılığıyla karalama kampanyaları. Netanyahu ve ekibi, üç buçuk yıldır görevde olan Bar’ı, “zayıf bir yetkili” olmakla suçladı ve İsrail’in Hamas ile müzakere ekibinin bir parçası olmasına rağmen “gerçek anlamda müzakere yapmayı bilmemekle” itham etti. Son olarak, Bar’ın Netanyahu’ya “şantaj yaparak tam kapsamlı bir tehdit ve baskı kampanyası yürüttüğü” yönünde asılsız bir iddia ortaya atıldı.

Ancak, Başbakan’ın ani kararının ardında daha derin bir sebep yatıyor gibi. Bu sebep, Netanyahu’nun üzerindeki ağır baskıyı ve bunun karar alma sürecini nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.

Birkaç hafta önce Bar, İsrail polisi ile birlikte Netanyahu’nun iki sözcüsü ve eski bir stratejik danışmanı hakkında soruşturma başlatma kararı aldı. Bu isimlerin, Hamas gibi “terör örgütlerini” destekleyen Katar ile savaş sırasında dahi şüpheli mali işlemler gerçekleştirdiği iddia ediliyordu. “Qatargate” adı verilen bu skandalın, vatana ihanet sınırına varan suçlamalarla sonuçlanabilecek bir potansiyeli var.

Netanyahu’nun, iç istihbarat teşkilatının kendisine yakın isimleri soruşturduğu bir dönemde Bar’ı görevden almaya kalkması, açıkça bir çıkar çatışması yaratıyor. Bu durum, görevden almanın asıl amacının soruşturmayı engellemek olabileceği yönünde şüpheleri artırıyor.

Şin-Bet, Mossad ve Askeri İstihbarat ile birlikte İsrail’in üç istihbarat teşkilatından biri ve öncelikli görevi terörle mücadele etmek, casusluk ve ihanet eylemlerini ortaya çıkarmak. Ancak Şin-Bet’in Batı demokrasileri içinde benzersiz bir misyonu daha var: Yasalar gereği, ülkenin demokratik kurumlarını korumaktan da sorumlu.

Netanyahu ve hükümetinin şimdi “yargı darbesi” adı verilen rejim değişikliği planlarını yeniden devreye soktuğu bir dönemde İsrail demokrasisini korumakla da sorumlu olan Şin-Bet başkanının görevden alınması otoriter bir yönetimin ya da denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun zayıflamış bir demokrasinin önünü açabilir.

Netanyahu görevden alma işlemini gerçekleştirme konusunda parlamento, kamuoyu ve yasal engellerle karşı karşıya. Ancak Bar’ın yakın zamanda görevden ayrılması halinde asıl kritik soru, onun yerine kimin atanacağı.

Eğer Netanyahu itidalli davranır ve Bar’ın iki yardımcısından birini seçerse ki Şin-Bet yetkililerinin tam isimleri kamuya açıklanamadığı için sadece “M” olarak bilinen yardımcısı önde gelen adaylardan biri, bu durumda Netanyahu bu atamayı en az zararla atlatabilir.

Şin-Bet’te istihbarat subayı olarak başlayan kariyerinde, Şin-Bet’in başkan yardımcılığına terfi etmeden önce Kudüs ve Batı Şeria bölümünün başına kadar yükselmiş, Arapça bilen deneyimli bir operasyon görevlisi. Profesyonelliğiyle tanınıyor ve Netanyahu’ya değil, devlete ve yasaya sadık biri olarak görülüyor.

Ancak, Netanyahu dışarıdan, kendisine sadakatiyle bilinen eski bir Şin-Bet yetkilisini atarsa, bu, Netanyahu’nun İsrail’in kırılgan demokrasisinin bir bekçisini daha ortadan kaldırmayı başardığını ve aynı şekilde kişisel sadakati her şeyin üstünde tutan ABD Başkanı Donald Trump’ın izinden gittiğini gösterecektir.

7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği saldırıdan bu yana, Netanyahu Savunma Bakanı’nı görevden aldı, İsrail Genelkurmay Başkanı, Askeri İstihbarat Şefi ve kıdemli IDF komutanları istifa etti. Ancak hâlâ sorumluluğu kabul etmeyen ve hesap vermeyi reddeden tek kişi Başbakan Netanyahu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English