Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Pekin’deki Filistin uzlaşı anlaşması nasıl hayata geçirilecek?

Yayınlanma

Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng, Pekin’de varılan Filistin uzlaşını Harici’ye değerlendirdi: “İsrail’in Gazze’deki operasyonları devam ederken, Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşun önünde büyük bir engel olduğunun farkına vardı. Bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.”

Hamas ve Fetih Hareketi başta olmak üzere Filistinli grupların üst düzey temsilcilerinin, Çin’in arabuluculuğunda aralarındaki bölünmüşlüğe son vermeyi ve birlik oluşturmayı amaçlayan “Pekin Diyaloğu”nu imzalamasının yankıları devam ediyor. Tüm Filistin topraklarında (Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs) tek bir geçici hükümet kurulmasını öngören bildiriye, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den destek gelirken, ABD ise Filistin yönetiminde “Hamas için bir rol öngörmüyoruz” diyerek karşı çıktı. Öte yandan Batı basını Çin’in başarısını görmezden gelerek, girişimin “gerçekçi olmadığını ve uygulanamayacağını” öne sürüyor.

Tüm bu tartışmaları, 1949’da kurulan Şanghay Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Enstitüsü’nde Yardımcı Doçent olan Shu Meng ile konuştuk. Aynı zamanda ‘Asian Journal of Middle Eastern and Islamic Studies’in yazı işleri müdürü olan Shu Meng, Filistin uzlaşısı, Çin’in Filistin ve Orta Doğu politikası ve ABD’nin bölgedeki rolü üzerine sorularımızı yanıtladı.

Pekin’de üç gün süren toplantıların ardından aralarında Hamas ve El Fetih hareketinin de bulunduğu 14 Filistinli grup, Filistin birliğini inşa etmeyi amaçlayan ortak bir bildiri imzaladı. Bildiriye göre Filistin anayasası temelinde bir ‘geçici ulusal birlik hükümeti’ kurulacak. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ilerlemenin son derece önemli olduğuna inanıyorum. Çin her zaman Filistin meselesinin temelinde uzun zamandır beklenen bağımsız bir Filistin devleti arzusunun gerçekleştirilmesinin yattığını savunmuştur. Filistinlilerin ulusal haklarına saygı gösterilmesi ve devlet olmalarının desteklenmesi, ulusal uzlaşı ve iç birliğin sağlanmasına bağlıdır. Kendi adıma, Filistin-İsrail barış görüşmelerinde iki taraf arasındaki güç eşitsizliği, kısmen Filistin içindeki bölünmüşlükten de kaynaklanarak, büyük bir engel teşkil etmiştir. Çin’in çabaları müzakere masasında her iki tarafın nispeten daha eşit bir zeminde yer almasına katkıda bulunmuştur.

Filistinli örgütler daha önce de ulusal uzlaşı belgesi imzalamış ancak bu belge uygulanmamıştı. Sizce bu kez birliktelik gerçekleşecek mi? Bu anlaşmayı diğerlerinden farklı kılan nedir?

İç uzlaşmanın tam olarak sağlanması belirli bir zorluk derecesiyle karşı karşıyadır, ancak yine de tüm tarafların bir araya gelerek bir barış anlaşması imzalaması çok önemli bir ilk adımdır.

Üstelik şu anki zamanlama önceki örneklerden farklı. İsrail Gazze’deki askeri operasyonlarını henüz durdurmadı ve çeşitli Filistinli gruplar bölünmüşlüğün ulusal kurtuluşa ulaşmada önemli bir engel teşkil ettiğinin giderek daha fazla farkına varıyor. Gazze’nin siyasi geleceğinin şekillendirilmesine herhangi bir katılım için birleşik bir Filistin zorunludur. Bu nedenle, bu uzlaşma Filistin için daha büyük bir iç ivme taşımaktadır.

Gelecekte uzlaşıya giden yolda, İsrail’le yüzleşme yöntemlerindeki farklılıklar ve parti içi rekabet gibi çok sayıda zorluk bulunmaktadır. Bununla birlikte, iç uzlaşma ve siyasi birlik, Filistin meselesinin çözümünü ilerletmek için doğru yön olmaya devam etmektedir.

Tel Aviv anlaşmaya tepki gösterdi. İsrail’i ikna etmeden böyle bir anlaşmayı uygulamak mümkün mü?

Kendi içinde birleşmiş bir Filistin’in İsrail’in çıkarına olmadığına inanıyorum. Ancak, barış anlaşmasının imzalanmasıyla birlikte, Filistin’de gelecekteki iç uzlaşı İsrail’in engelleriyle karşılaşabilirken, kilit nokta Filistinli grupların farklılıklarını gerçekten bir kenara bırakıp Filistin’in genel çıkarlarına öncelik verip veremeyeceğinde yatıyor.

İki devletli çözüme bu kadar açık bir şekilde karşı çıkan bir İsrail hükümeti varken iki devletli çözümü gerçekçi ve uygulanabilir görüyor musunuz?

Sadece Filistin’in gücüne güvenecek olursak, geçtiğimiz on yıllarda yaşanan tecrübelerin de gösterdiği üzere, iki devletli çözümün gerçekleşmesinin zor olduğu aşikârdır. Bu çözümün hayata geçirilmesi büyük ölçüde uluslararası toplumun itici gücüne bağlıdır. Uluslararası toplum tarafından somut adımlar atılmalı ve bu konuda daha fazla birliktelik sağlanmalıdır.

Çin bu anlaşmayı uygulamak için ne gibi somut adımlar atabilir ve atacak? Pekin bu konuyu İran, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye gibi bölge ülkeleriyle görüştü mü?

Çin “üç adımlı” bir inisiyatif ortaya koymuştur: ilk adım Gazze Şeridi’nde kapsamlı, kalıcı ve sürdürülebilir ateşkesin mümkün olan en kısa sürede teşvik edilmesi ve insani yardım ve diğer yardımların erişiminin sağlanmasıdır. İkinci adım, “Filistin’i Filistinliler yönetir” ilkesini desteklemek ve Gazze’de savaş sonrası yönetimi ortaklaşa teşvik etmektir. Üçüncü adım ise Filistin’in Birleşmiş Milletler’e tam üye olmasını teşvik etmek ve “iki devletli çözümün” uygulanması için çalışmaktır.

Çin, Filistin konusunda Arap ülkeleriyle defalarca iletişim kurmuş ve bu yıl Filistin konusunda Çin ve Arap ülkeleri arasında ortak bir bildiri yayınlamıştır. Ayrıca Çin uzun zamandır ikili ve çok taraflı forumlarda Filistin meselesinin adil bir şekilde çözülmesini teşvik etmektedir.

Çin’in yumuşak güç, diplomasi ve ticari anlaşmalar yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalıştığı yönünde eleştiriler var. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD Orta Doğu’yu terk ederken yerini Çin mi alacak?

“Çin yumuşak güç, diplomasi ve ticaret anlaşmaları yoluyla Orta Doğu’daki etkisini artırmaya çalışıyor” demek yerine, “Çin’in Orta Doğu’da yumuşak güç, diplomasi ve ticaret alanlarındaki büyümesi bölgedeki etkisini artırdı” demek daha uygun olacaktır.

Tarihsel olarak hem Çin hem de Orta Doğu ülkeleri görkemli medeniyetlerin doğduğu yerlerdir. Gerçekte, Çin ve Orta Doğu ülkeleri çeşitli alanlardaki değişim ve işbirliğini aktif bir şekilde genişleterek Çin medeniyeti ile Orta Doğu’nun çeşitli medeniyetleri arasındaki karşılıklı anlayış ve değişimi büyük ölçüde teşvik etmiştir. Orta Doğu bugün küresel jeopolitiğin en karmaşık bölgelerinden biridir. Orta Doğu’daki karmaşık ve sürekli değişen durum karşısında Çin, Orta Doğu halklarının kendi kalkınma yollarını bağımsız olarak keşfetmelerini ve Orta Doğu ülkelerinin bölgesel güvenlik sorunlarını ele almak için birlikte çalışmalarını her zaman desteklemiştir. Çin’in adil duruşunun ve ortak kalkınmayı teşvik eden tutumunun, bölgesel etkisini görünmez bir şekilde sürekli olarak artıracağına inanılmaktadır.

İkinci soruya gelince, ilk olarak ABD Orta Doğu’dan tamamen çekilmeyecek, ikinci olarak da Çin onun yerini almayacaktır. İki tarafın Orta Doğu’da farklı avantajları vardır ve aralarında karşılıklı bir ilişki yoktur. Orta Doğu büyük güçler için bir oyun alanı değildir ve Orta Doğu’daki çeşitli ülkelerin etkisi sıfır toplamlı bir oyun değildir. Çin’in Orta Doğu’da ABD’nin yerini almak gibi bir niyeti yok. Bunun yerine Çin, Orta Doğu ülkeleriyle dayanışma içinde çalışmayı ve tüm insanlık için ortak bir geleceğe sahip bir topluluğu birlikte inşa etmeyi ummaktadır.

Çin’in Orta Doğu’da ABD’den farklı olarak ne tür hedefleri, ilkeleri ve çıkarları var?

Çin’in politikaları daha adil ve tarafsız hale gelmekte, herhangi bir müttefiki kayırmaktan kaçınmaktadır. Tüm ülkelerle normal ilişkilerini sürdürerek dengeli bir bağlantısızlık politikası izlemektedir.

Çin kışkırtıcı olmak yerine arabulucu olmayı tercih ediyor. Hiçbir bölgesel krize önemli ölçüde müdahale etmemiştir.

Çin, bölge ülkelerinin büyük güçler arasında bir denge sağlamak ve özerkliklerini artırmak istediklerinin farkındadır. Hiçbir ülkeyi taraf seçmeye zorlamamaktadır.

SÖYLEŞİ

‘Kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getiriyoruz’

Yayınlanma

Estonya Savunma Bakanlığı’nın eski Washington Temsilcisi Nele Loorents Harici’ye konuştu:  “Hükümetin önümüzdeki dört yıl boyunca savunmaya en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var. Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri. Bölgedeki olası çatışmalara karşı hazırlıklı olmak için kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getirmek istiyoruz.”

Estonya Savunma Bakanlığı’nda uzun süreli bir kariyere sahip olan Nele Loorents, 2017-2021 yılları arasında da Estonya’nın NATO Daimi Temsilciliği’nde Savunma Müşavir Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Devlet görevlerinin ardından savunma uzmanı olarak kariyerine devam eden Loorents, savunma yatırımları, savunma politikası ve planlaması alanlarında uzmanlık ve danışmanlık yapmaktadır. Loorents alanındaki çalışmalarına 2023’ten beri Estonya merkezli Uluslararası Savunma ve Güvenlik Merkezi (ICDS) adlı düşünce kuruluşunda devam etmektedir.

Nele Loorents, Estonya’da ICDS ofisinde gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Rusya’dan tamamen kopup Batı’ta entegre olabilmek için çok çalıştık’

Savunma bakanlığında 23 yıldır çalışıyorsunuz ve Sovyet sonrası dönemi ve şu anki durumu kıyaslayabiliyorsunuz. Tüm bu yıllar boyunca Estonya’nın savunma politikasında tanık olduğunuz dönüşümün özetini kısaca anlatabilir misiniz? Diğer Baltık ülkeleri hakkında da konuşabilirsiniz çünkü komşularınızla benzer deneyimlere sahipsiniz.

Bence bizim perspektifimizden gerçekten önemli olan şey, bağımsızlığımızı kazandığımızda, Rus mirasından tamamen kopmamızın çok önemli olduğuydu. Her şeye sıfırdan başladık. Savunmamızı tamamen Batı ordularına daha uygun olacak şekilde yeniden yapılandırdık. Elbette ilk günden itibaren hem NATO’ya hem de AB’ye katılma konusunda büyük bir kararlılığımız vardı, çünkü Estonya gibi küçük bir ulus için ve diğer Baltık devletleri için daha büyük organizasyonlara üyelik kazanmanın hayati ve varoluşsal olduğunu anladık. Bu yüzden bağımsızlığımızın ilk yıllarında NATO ve AB’ye katılabilmek için çok çalıştık. Tüm işlerimizde oldukça muhafazakardık. Farklı organizasyonların belirlediği tüm gereklilikleri ve kuralları takip etmeye çalıştık. Ekonomik olarak, bağımsızlığımızın ilk yılları en kolay yıllar değildi, özellikle her şeye sıfırdan başladığımız için. Ama aynı zamanda üniversitelerden yeni mezun olmuş ve zaten Batı zihniyetine sahip olan genç bir nesli liderliğe getirmek için büyük bir fırsatımız vardı. Bu yüzden, mevcut sistemi değiştirmek zorunda kalmamamız ve toplumu, geleceğimiz ve uzun vadeli bağımsızlık çabalarımız için en faydalı olacağını düşündüğümüz şekilde inşa edebilmemiz bize çok yardımcı oldu.

‘Hükümetin savunmaya önümüzdeki dört yıl boyunca en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var’

Orta Avrupa ülkeleri ve ötesinde, Rusya ile sınırı olan Avrupa ülkeleri mecazi olarak bir tür tampon bölge konumunda kalıyor. Bu durum, uzun yıllar savunma danışmanı olarak sizi kişisel olarak nasıl hissettiriyor? Ve politikalarınızı nasıl etkiliyor?

Tampon bölge derken ne demek istiyorsunuz?

Örneğin Ukrayna bu pozisyonda çünkü Rusya Ukrayna’ya NATO’ya yaklaşmamasını söyledi. Ukrayna bunu dinlemedi ve şimdi durum bu. Avrupa ve Rusya arasında tampon bölge olmak gibi. Aynı anda hem korkuyorsunuz hem de cesur olmak istiyorsunuz ama sonucu bilmiyorsunuz.

Bu doğu kanadını tampon bölge olarak adlandırmanın doğru kelime olup olmadığından emin değilim. Ama neyse, Rusya her zaman komşumuz oldu. Ve Rusya’nın hırsları veya genel olarak tarihi olarak iddia edilen bölgelerine yönelik politikaları konusunda herhangi olumlu bir şey hissetmedik. Şimdi ve sonra, Rus politikacılar Baltık devletlerini hala büyük Rus imparatorluğunun tarihi bir parçası olarak gördüklerini söylüyorlar. Ve Rusya’nın Baltık devletlerini kendi etki alanında tutma ilgisi her zaman oldu. Bu her zaman böyleydi. Rusya’nın bize karşı tutumunda herhangi bir değişiklik olacağını hiç düşünmedik. Ve savunmamızı, ülkemizi bağımsız olarak savunmaya hazırlıklı olacak şekilde geliştirdik. Örneğin Estonya’nın savunmaya ne kadar yatırım yaptığı yıllar boyunca çok belirgin oldu. Estonya 2015’ten beri savunmaya NATO kriterlerine tam olarak uyan %2’den fazla yatırım yaptı. Ama bu, Kırım olayından sonraki yıldı. Bu yüzden duruma çok ilgili terimlerle hemen tepki vermeye başladık.

Ve bu, Başbakan Kallas döneminde gerçekten arttı. Evet. Ve şimdi, Ukrayna’nın tam ölçekli işgalinin son iki buçuk yılı içinde, savunma bütçemizi daha da artırma kararı aldık. Şu anda seviye %3.2 civarında. Hükümetin önümüzdeki dört yıl boyunca en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var. Ve bence daha da önemli olan şey, bu parayla ne yaptığınız.

Bu bütçeyi nasıl dağıtıyorsunuz?

Biz, savunma bütçesinin neredeyse yarısını tedarik ve yeni yetenekler geliştirmeye harcıyoruz, bu bence NATO terimleriyle muhtemelen en yüksek yüzde.

‘Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri’

Savunma malzemelerini temin ettiğiniz başlıca ülkeler hangileri?

Birçok farklı ortak var. Daha büyük yetenekler, orta ve uzun menzilli ateşler gibi şeyler hakkında konuşursak, o zaman elbette ABD’den HIMARS sistemlerini, Almanya’dan IRIS-T sistemlerini temin ediyoruz. Tüm Avrupa genelinde mühimmat temin etmek için oldukça fazla ortak var. Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri, bu bizim ne kadar küçük olduğumuzu göz önünde bulundurursak şaşırtıcı gelebilir. Ama dediğim gibi, gerçekten hazırlıklı olmak istiyoruz ve kolektif savunmaya ve 5. Maddeye gerçekten inanıyoruz. Ama aynı zamanda, en kötü senaryoda, bir zaman faktörü olduğunu anlıyoruz. Temelde, Müttefik kuvvetlerin herhangi bir türden takviyesi biraz zaman alır. Bu yüzden, bölgedeki olası çatışmalara karşı hazırlıklı olmak için kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getirmek istiyoruz. Bölgesel savunmamıza çok yatırım yapıyoruz. Ayrıca son yıl boyunca savaş zamanı hazırlığımızı oldukça önemli ölçüde artırdık. Şu anda yaklaşık 40.000 asker rezervi var. Çok sayıda tatbikat devam ediyor, çok sayıda ani vergi tatbikatı devam ediyor. Toplumun direncini artırmak için genel toplumsal yaklaşıma çok fazla çaba sarf ediliyor. Bu yüzden, bölgemizde bir şey olursa hazırlıklı olmak için şu anda gerçekten önemli bir çaba var.

‘Sovyet döneminden hatıra eski anıtları kaldırdık, bazı etnik Ruslar hala özel günleri kutlamak için bu yerlere gidiyordu’

Nüfusunuzun yüzde kaçı Rus? Sorum, Rusya ile olası bir çatışmaya nasıl tepki verecekleri. Çünkü onların kökeni Rusya ve diğer tüm ülkelerde olduğu gibi Ruslar var. Bu politikayı nasıl yönetiyorsunuz? Onlar Estonya vatandaşı ama Rus, yani tatbikatlara katılıyorlar mı? Rus kökenli vatandaşların yükselen tansiyona tepkisi hakkında halka açık bir anketiniz var mı?

Sanırım şu anda nüfusumuzun yaklaşık %30’u etnik Rus. Birçoğu Estonya toplumuna çok iyi entegre olmuş durumda, bu yüzden bu soru etnik Rusların çoğunluğu için geçerli değil. Ancak, hala Rusya yanlısı mentalitesi olan bazı bölgeler var.

Evet, örneğin Estonya’nın kuzeydoğu kesiminde, nüfusun çoğunluğunun Rus olduğu bir bölge var. Hükümetin son iki yılda yaptığı pek çok farklı adım, etnik Rus nüfusumuz üzerindeki olası Rus hibrit etkisini azaltmak içindi. Rus ve Sovyet dönemlerinin hatırası olan bazı eski anıtları kaldırdık ve bazı insanlar hala özel günleri kutlamak için bu yerlere gidiyordu.

Ve görünen o ki, nüfusun veya etnik Rus nüfusun tepkisi beklenenden daha az oldu. Daha fazla huzursuzluk bekleniyordu, ancak çok az oldu. Bunun nedenleri hakkında spekülasyon yapabiliriz. Ama sanırım nedenlerden biri, özellikle genç neslin, gerçekten Moskova yaklaşımını takip ediyorlarsa bununla etkilenebileceklerini anlamasıdır. Ukrayna’da savaşanlar arasında olabilirler veya Avrupa’da eğitim veya çalışma fırsatları sınırlı ya da tamamen kesilebilir.

Dolayısıyla, genç nesil daha çok Batı’ya yöneliyor ve bu Rus siyasi yaklaşımından daha fazla kopmaya çalışıyor. Ve sanırım yaşlı nesil artık seslerinin pek duyulmadığı bir yaşa geliyor. Muhtemelen bu durumlardan biridir.

‘Nüfusumuzun %5’inden fazlası Ukrayna’dan gelen mülteciler’

Önceki soruya dönersek, bütçenizin dağılımını sormak istiyorum ve çeşitli farklı kaynaklara sahip olduğunuzu söylediniz. Türkiye bunlardan biri. Baykar ile İHA’lar konusunda çalışıyordunuz. Baykar, Ukrayna’da çok etkili oldu, Zelenski hükümetine İHA sağlayarak destekleri övüldü. Baykar ile olan ilişkinizin seviyesi nedir?

Şu anda tam olarak tedarik yetkilisi olmadığım için, farklı işletmelerle ilişkilerin ne kadar yakın olduğunu gerçekten bilmiyorum. Ama biliyorum ki, Savunma Bakanlığımızda ve tedarik organizasyonumuzda, tüm NATO müttefikleri ile gerçekten yakın ilişkiler var. Türkiye de kesinlikle daha fazla işbirliği fırsatı bulmaya çalıştığımız ülkelerden biri.

Estonya nüfus dağılımı açısından şu anda Ukraynalı mültecilerin seviyesi de oldukça önemli, çünkü nüfusumuzun %5’inden fazlası Ukrayna’dan gelen mülteciler. Sokaklarda, mağazalarda ve okullarda yürürken de görülebileceği gibi, Estonya şu anda bu insanları toplumumuza entegre etmek için oldukça fazla çalışma yapıyor, çünkü Ukrayna’daki bu korkunç durumun nasıl sonuçlanacağını gerçekten bilmiyoruz.

‘NATO kuvvetleri Suwalki’de herhangi bir senaryoya hazırlıklı’

Suwalki Koridoru hakkında konuşmak istiyorum. Baltık ülkeleri için, sizin için, Litvanya ve Letonya için de bu kritik bir konu. Kaliningrad yakınlarındaki Suwalki’yi Politico dergisi “dünyanın en tehlikeli yeri” olarak nitelendirmişti. Rus yetkililer Suwalki’den bahsetmiyorlar. Sadece Belarus’tan Lukashenko bir kez Suwalki Koridoru hakkında bir şeyler ima etti. Ama Rusya’dan bir şey duymuyoruz. Neden Baltık ülkeleri için bu konu gündemin en üstünde? Evet, bir gerçek var, ama bununla ilgili bir argüman yok. Bu tartışma nereden geliyor?

Estonya için belki de bu Suwalki problemi, Litvanya ve Polonya’daki kadar her zaman daha az önemli olmuştur çünkü gerçekten onların sınır çizgisindedir. Ve elbette, Suwalki problemi veya bu zorluk, Belarus’un dahlini de içerir. Bu, gerçekten Rusya’nın Belarus işbirliğinden veya kaynaklarından yararlanması gerektiği anlamına gelir.

Bu konuda bazı sorular olabilir. Ancak son iki yılda bu sorunda önemli değişiklikler oldu çünkü NATO önemli kararlar aldı, aynı zamanda ulusal gelişmeler de bu sorunu ele alıyor. Bu zorluğu hafifletmek için çok önemli olduğunu düşündüğüm birkaç şeyi belirtmek istiyorum.

Her şeyden önce, müttefik varlığı meselesi. Madrid’de, NATO’nun gerekli tüm devletlerde, tugay seviyesine kadar varlığını artıracağına karar verildi. Ve şimdi, Litvanya’da bir tugay, Letonya’da bir tugay olacağına karar verildi ve elbette daha fazla varlık, hemen tepki verebilmek için daha fazla güç anlamına gelir. Bu nedenle, Suwalki Koridorundan geçecek kadar kara kuvvetlerini güçlendirmenize gerek yoktur, eğer sadece muharebe gruplarınız varsa. Bu ilk şey.

Kararlaştırılan ikinci şey, tüm Baltık devletlerinde bu yeni NATO komuta yapısının kurulması ve komuta yapısı seviyesinin bölgesel boyuttaki komuta yapı karargahına indirilmesiydi. Bu, temelde, tüm kuvvetlerin ilk günden itibaren yerinde olmasına gerek olmadığı, ancak kriz durumunda tüm gerekli kuvvetleri güçlendirebilen çalışır bir komuta yapısının yerinde olduğu anlamına gelir. Ve üçüncü şey, belki de en kritik şey, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılımıdır. Bu, temelde Baltık Denizi’nin daha çok bir iç NATO denizi gibi kapanmasını sağlar.

Ve NATO’nun hava ve deniz varlıklarıyla Baltık bölgelerine hızla hareket etmemizi sağlar, eğer ihtiyaç duyulursa. Bu nedenle, kara kuvvetlerini Suwalki Koridoru’ndan geçirmek için bir sıçrama olsa bile, bu boşluğu hava kuvvetleri, deniz kuvvetleri gibi diğer varlıklarla kapatabilirsiniz ve bu muhtemelen azaltır…

Bence bunlar en önemli üç karar. Ve dördüncü şey, NATO unsuru ile doğrudan ilişkili olan yeni bölgesel planlar. Ve planların kendileri kısıtlı ve orada neyin kararlaştırıldığı konusunda tam görünürlüğümüz yoksa da, Suwalki senaryosunun da oynandığından oldukça eminim.

Ve gerçekten, Suwalki’de bir sorun durumunda harekete geçmek için yerinde yapılar var, bu tür bir yaklaşma olursa. Yani bunlar NATO terimleriyle dört şey. Ancak, dediğim gibi, ulusal bir yaklaşım da var ve Estonya şu anda kendi savunmamıza çok yatırım yapıyor.

Uzun menzilli ateşlere; füzeler ve roketlere yoğun yatırım yapıyoruz. Ve amaç aslında düşmanı ülkemizin dışında tutmak, sınırı geçme fırsatı vermemek..

Rusya ile onaylanmamış bir sınır anlaşmanız da var, değil mi? Bu konuda konuşabilir misiniz?

Anlatacak çok şey yok. Henüz imzalamadığımız bazı detaylar var. Ancak bence önemli olan şey, geçen yıl Estonya ve diğer tüm Baltık devletlerinin sınır hattını güvence altına almak için çok çaba sarf ettiğidir. Bu yüzden gerçekten Rusya ile olan sınırımızı çitle çevirmekteyiz. Sınırda çitler inşa ediyoruz, herhangi bir durumda hazırlıklı olmak için. Ve bence gerçekten önemli olan bu.

Yani evraklar önemli değil. Sınır orada zaten. Onaylanmadı, ama uyguluyoruz. Hala uyguluyoruz ve sınırın nerede olduğu konusunda net bir anlayış var.

Suwalki ve sınır meselesi dışında, Estonya risk veya tehlike olarak neyi görüyor?

Yani, Rusya açıkça bir tehlike. Rusya tehdit edebilir. Bu konuda hiçbir tartışma yok. Ve Estonya’nın durumunda, elbette Rusya ile olan kara hattı diğer Baltık devletlerinden çok daha kısa, çünkü sınırda Peipus gölü var. Finlandiya kuzeyde ve arada büyük bir deniz var. Ancak doğu sınırında bu büyük gölün olması, birliklerin nasıl hareket ettiğini görmemize daha fazla olanak sağlıyor. Dolayısıyla, gerçekten Rusların kara terimleriyle sınırı geçebileceği sadece birkaç yer var. Ve bu açıdan bakıldığında, bu noktaları sınırımız boyunca kara hattına sahip olmaktan daha fazla kontrol etme fırsatı veriyor.

Eski Başbakan Kaja Kallas’ın Avrupa Birliği’nde dış politika yönünü veya bu önlemleri, tedbirleri nasıl değiştireceğini düşünüyorsunuz? Tüm bu tehditlerle ve Rusya deneyimi ile, Estonya için uluslararası alanda bu çok önemli bir rol. Sizce bu yeni görev ne getirecek?

Gerçekten, bu benim kişisel görüşüm, bu görevden dolayı Avrupa Birliği’nde büyük bir değişiklik olmayacak. Çünkü Kaja Kallas ve onun yaklaşımı, Başbakan olduğu yıllar boyunca çok net ve belirgin oldu. Uluslararası alanda, onun durum değerlendirmesi çok yüksek bir değere sahip oldu.

Dolayısıyla, Avrupa Birliği’nin seyrini herhangi bir şekilde değiştirmesi gerektiğini düşünmüyorum çünkü zaten Avrupa Birliği’nde uygulanmakta olan birçok Estonya girişimi var. Bu girişimler birçok açıdan uygulanma aşamasında.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Birleşmiş Milletler Batılı çıkarlar doğrultusunda hareket ediyor’

Yayınlanma

Eski Birleşmiş Milletler Filistin Özel Raportörü Prof. Richard Falk Harici’ye konuştu: “BM, en tehlikeli, en büyük devletlerin uluslararası hukuku ve uluslararası kurumları görmezden gelme özgürlüğünü bir araya getirmek için tasarlanmış bir örgüttür. Soykırımı durduracak donanımda değil.”

ABD’deki Princeton Üniversitesinde Uluslararası Hukuk Uzmanı ve eski Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Raportörü siyaset bilimci Prof. Richard Falk, İsrail’in Gazze saldırıları, Birleşmiş Milletler’in rolü ve uluslararası kurumlardaki reform tartışmaları üzerine gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘BM soykırımı durdurmak için donanımlı değil’

Gazze konusunda, Birleşmiş Milletler şu an oldukça umutsuz görünüyor. Peki, Birleşmiş Milletler’in yasal kurumlarının kararlarına rağmen Gazze’deki katliamları önleyememesinin nedeni nedir? Veto hakkı uluslararası adaleti zayıflatıyor mu?

Bence Birleşmiş Milletler’in veto hakkına sahip büyük ülkelerin itiraz ettiği bir durumda bir soykırımı durdurmak için donanımlı olmadığı oldukça açık. Bir anlamda, Birleşmiş Milletler, devletlerin korunmasını ve en tehlikeli, en büyük devletlerin uluslararası hukuku ve uluslararası kurumları görmezden gelme özgürlüğünü bir araya getirmek için tasarlanmış bir örgüttür. Eğer güçlü bir Birleşmiş Milletler istemiş olsaydık, veto hakkını vermek için hiçbir neden olmazdı, özellikle de Gazze’deki soykırım gibi durumlarda harekete geçebilecek bir Birleşmiş Milletler.

Uluslararası hukuku belirleme konusunda en saygın organ olan Uluslararası Adalet Divanı, İsrail’e soykırıma katkıda bulunan politikaları bırakmasını emreden çok net emirler vermiştir. Ancak İsrail bu emirleri dikkate almamış ve hiçbir şekilde uymamıştır. Ve bu, liberal demokrasiler, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenmiştir, ki ABD, Uluslararası Adalet Divanı’na yapılan Güney Afrika şikayetinin yasal bir dayanağı olmadığını söylemiştir.

Bu durum, Birleşmiş Milletler içinde ve uluslararası yaşamın normatif yapısı içinde jeopolitikanın baskın olduğunu gözler önüne seriyor. En güçlü ülke, yanlış yapan ülkeyi koruduğunda Birleşmiş Milletler harekete geçemez.

‘BM kararları çifte standartlı’

Bu noktada bahsettiğiniz ülke ABD, değil mi? Öyleyse sormam gerekiyor, ABD ve müttefikleri uluslararası hukuktan muaf mı? Örneğin, Gazze’deki katliamlar İsrail değil de başka bir ülke tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı, Birleşmiş Milletler şimdiye kadar en azından o ülkenin liderlerine yaptırım uygulardı. Bir şeyler yaparlardı. Libya gibi başka ülkelerde bunun bir örneğini gördük, orada soykırım bile söz konusu değildi, ama Birleşmiş Milletler kararları çok hızlı bir şekilde uyguladı. Peki Gazze’de ne kadar insanın ölmesi gerekiyor ki Birleşmiş Milletler yaptırım uygulasın ya da somut bir adım atsın?

Birleşmiş Milletler, herhangi bir net kriter vermeyi reddediyor ve stratejik çıkarlarını takip ediyor. Rusya Ukrayna’ya saldırdığında, Birleşmiş Milletler’in uluslararası hukuk perspektifinden Rus saldırısını kınamakta hiçbir sorunu yok. İsrail Gazze’ye çok daha vahşi bir şekilde saldırdığında, stratejik çıkarları Birleşmiş Milletler’in destek vermekten başka bir şey yapmasını engelliyor. Çifte standart var ve uluslararası hukuk, düşmanlara ve rakiplere karşı kullanılan bir politika aracı haline geliyor. Ancak, suçlamaların hedefi bir dost ya da müttefik olduğunda, bu durum uluslararası hukukun temel ahlaki özünü, yani eşitleri eşit olarak muamele etme ilkesini zayıflatıyor. Çifte standartlar olduğunda, tam tersi bir durum yaratıyorsunuz—eşitleri eşit olmayan şekilde muamele ediyorsunuz—ve bu, normatif düzenin yapısı tarafından mümkün kılınıyor.

Bu sorun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı, sadece Birleşmiş Milletler’de değil, Japon ve Alman savaş suçlularının yargılandığı davalarda da. Sadece kaybedenlerin suçları ele alındı; kazananların suçları, örneğin Hiroşima ve Nagasaki’nin bombalanması, hiçbir şekilde hesap vermekten muaf tutuldu. Bu, dünyanın siyasi olarak organize edilme şeklindeki temel bir eksikliktir.

‘Reform, uzun ve zorlu bir yol’

O halde, Birleşmiş Milletler merkezli uluslararası sistemin artık iflas ettiğini söyleyebilir miyiz? Daha adil bir uluslararası sistem için ne yapılmalı? Birleşmiş Milletler reforme edilebilir mi, yoksa yeni çok taraflı kurumlara mı ihtiyaç var?

Birleşmiş Milletler, Batılı çıkarlar perspektifinden iflas etmiş değil; tam olarak ondan beklenenleri yapıyor. Onu etkili kılacak yetenekler ve fonlar kasıtlı olarak engellendi. Reform baskısı, bu hükümet politikalarına meydan okuyan insanlardan gelmelidir. Bu, Gazze krizinde bir dereceye kadar gerçekleşiyor. Protesto hareketleri, uluslararası hukukun güçlüler kadar zayıflara da evrensel olarak uygulandığı bir dünya arayışında. Ancak, bu uzun ve zorlu bir yol ve beklentileri çok erken yükseltmemek gerekir.

Bir diğer önemli nokta ise, küresel güvenlik ve savaş-barış alanı dışındaki uluslararası hukukun, uluslararası ekonomik ilişkiler, turizm, diplomasi, yabancı diplomatların muamelesi ve Antarktika ile uzayın düzenlenmesi gibi birçok alanda oldukça etkili ve saygı duyulan bir sistem olmasıdır. Karşılıklı çıkarların ortak bir yasal çerçeveyi desteklediği birçok alan var, ancak stratejik çıkarların uluslararası hukuka aykırı politikaların peşinden gitmeyi içerdiği yerlerde bu mevcut değil.

‘Netanyahu’nun Kongre’de ağırlanması hayatımdaki en utanç verici olaylardan biri’

Gazze’de olup bitenlerden sorumlu olanlardan biri olan Netanyahu, ABD Kongresi’nde dakikalarca ayakta alkışlandı. İnsanlar onu alkışladı, kongre üyeleri sıraya girip elini sıkmak ve onu tebrik etmek için bekledi. Bu, uluslararası toplumdan eleştiriler aldı ve Kongre üyelerinin büyük çoğunluğunun böyle bir savaş suçlusunu desteklemesi korkutucu bir sahne olarak yorumlandı. Netanyahu’nun ziyaretinde ABD Kongresi’ndeki havayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belirtmek gereken bir şey, Demokratların yarısının Netanyahu’nun konuşmasını ve konuşmasını boykot etmesidir. Başkan Yardımcısı Harris de katılmadı. Genellikle böyle oturumlarda Kongre’ye başkanlık eder ama bunu yapmamayı tercih etti. Ayrıca Washington sokaklarında çok güçlü protestolar vardı, bunlara on binlerce insan katıldı, birçok Yahudi de “Barış İçin Yahudi Sesleri” bayrağı altında protesto etti. Ancak, bu davet ve Kongre üyelerinin performansı, hayatımda tanık olduğum en utanç verici olaylardan biri. Bir Amerikalı olarak, bir soykırım faillerinin ulusal bir kahraman olarak karşılanmasının ve kutlanması gereken biri olarak muamele görmesinin, hapse atılmak ya da cezalandırılmak yerine kutlanmasının, ulusal bir utanç olduğunu düşünüyorum. Bu, ABD’nin liberal bir demokrasi olarak iddialarıyla tamamen çelişen bir durumdur. Liberal bir demokrasinin belirli değerlere sahip olduğu varsayılır ve bu değerlerden biri de soykırımsal davranışların reddedilmesidir.

‘Haniye suikastı, ateşkes müzakerelerini bozmayı ve İran’ı karşılık vermeye kışkırtmayı amaçlayan bir eylem’

Hamas lideri İsmail Haniye’nin İsrail tarafından suikasta uğramasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu suikast İran’a İsrail’e karşılık verme hakkı tanımıyor mu? Uluslararası hukuk bu senaryo hakkında ne der?

Burada uluslararası hukukun bu konudaki geçerliliğini net bir şekilde açıklamak zor çünkü bu konuda net bir emsal yoktur, ancak siyasi suikastların izin verilmeyen bir taktik olduğunu söylemek yeterlidir. Özellikle bir yabancı lider başka bir ülkeyi ziyaret ederken. Bu durumda, Haniye bir ateşkes müzakerecisiydi ve bu, açıkça ateşkes müzakerelerini bozmayı ve İran’ı bir şekilde karşılık vermeye kışkırtmayı amaçlayan bir eylemdi. Bunu ya İsrail’in devasa bir hata olarak düşünmek ya da savaşı genişletmek için kasıtlı bir provokasyon olarak değerlendirmek zorundasınız. Bu, Hamas’tan ve Gazze’den dikkatleri uzaklaştıracak ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısında birçok seviyede yenilgiye uğradığını örtbas edecek bir girişim olabilir. İsrail, dünya genelinde kendi itibarına zarar verdi, sivil toplumun İsrail’in yanlışlarını ciddi şekilde ele almasına yol açtı ve bu, Güney Afrika’daki apartheid karşıtı harekete benzeyen bir durumu tetikledi. Hamas, bu soykırımsal kampanyadan önce olduğundan daha güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Netanyahu, savaşı sürdüremezse iktidardan düşeceğini biliyor, bu nedenle bu, ABD ve Avrupa ülkelerini Ortadoğu’daki hâkimiyet mücadelesine dahil etme çabasıdır ve İran, İsrail’in ABD’yi savaşmaya dahil etmeyi umduğu ana düşmandır.

‘Körfez hanedanları kendi istikrarıyla meşgul’

Arap ülkeleri, özellikle Körfez ülkeleri, 7 Ekim’den önce İsrail ile normalleşme sürecindeydiler ve bu süreç, Trump’ın danışmanı Kushner’in Ortadoğu’daki girişimiyle devam ediyordu. Gazze’de olanlar karşısında ciddi bir tepki vermediler, direnişi teşvik etmediler, uluslararası hukuk çağrısında bulunmadılar. Sadece basitçe Gazze’de olanları kınadılar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu ülkelerin ateşkesten ya da savaştan sonra İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi mümkün mü?

Körfez hanedanları ve otokratik liderler kendi istikrarlarıyla meşguller ve Hamas gibi hareketleri, İsrail gibi bir hükümetten daha tehdit edici görüyorlar. Halk, bu ülkelerin Gazze’de olanlara daha güçlü bir tepki vermesini isterdi, ancak tepki verenler hükümetler değil; Husiler ya da Hizbullah gibi hareketlerdi ve bu tür hareketler bu hanedan liderlerinin korktuğu hareketlerdir. Bu durum Batı için de geçerli, halk Filistin mücadelesine daha fazla sempati duyuyor, ancak hükümetler, kendi hırsları ve gerçekten demokratik siyasi hareketlerden duydukları korkularla ilgili politikalar izliyorlar. Bu hükümetler, İsrail’in yenilmesindense Hamas’ın yok edilmesini tercih ediyorlar.

‘Siyonist hareket dünya genelinde hükümet politikalarını ve politikacıları etkilemek için stratejik yerlerde konumlanmıştır’

İsrail, Gazze ve Batı Şeria’da katliamlar yaparken yerleşim genişlemelerine de devam ediyordu. 7 Ekim’den önce Batı Şeria’da 10-20 kat daha fazla yerleşimci vardı. İsrail, her şeyin 7 Ekim’de başlamış gibi görünmesi için başarılı bir PR kampanyası yürüttü, oysa bu olaylar zaten vardı. İsrail’in Batı’da demokratik bir ülke olarak ayrıcalıklı konumunu ve kendi söylemini bu şekilde yaymasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsrail, kamuoyu söylemini kontrol etmenin kendi çıkarları için kritik olduğunu baştan beri anladı ve bu sonuca ulaşmak için büyük kaynaklar ayırdı. Siyonist hareket, dünya genelinde hükümet politikalarını ve politikacıları etkilemek için stratejik yerlerde konumlanmıştır. ABD Kongresi bunun iyi bir örneğidir, burada birçok İsrail yanlısı kongre üyesini finanse ederler ve Filistin’e sempati duyan ya da İsrail’i eleştiren adayların yenilmesi için milyonlarca dolar harcarlar. Bu, kamuoyu söyleminin çok sofistike bir manipülasyonu ve aynı zamanda bir devlet propagandası biçimidir, ve bu, Filistinlilerin güçlü bir karşı anlatı geliştirememesi nedeniyle olumlu karşılanır. Siyonist lobi, kendi söylemlerinin kabul edilmesini sağlamak için yüz milyonlarca dolar harcar, oysa Filistinliler birçok önemli ülkede bu durumu dengeleyebilecek bir şey geliştirememiştir. Bu, İsrail’in başarısının büyük bir bölümünü açıklar.

Filistinlilerin buna yatırım yapacak parası yok. Bunun için bütçeleri yok, değil mi?

Evet. Tabii ki bu doğru. Onlar gerçek bir kurtuluş hareketidir ve sömürgecilik ve bu soykırım fikri, insanların ruh halini değiştiriyor, ancak henüz önemli olan elitlerin ve hükümetlerin ruh hali değişmedi. Soğuk Savaş’ın sonunda, Samuel Huntington medeniyetler çatışmasını öngörmüştü ve Gazze’deki bu çatışma bir tür medeniyetler çatışmasının metaforu gibidir. Sadece Batılı ülkeler, eski sömürgeci Avrupa ülkeleri ve hatta Kuzey Amerika, Britanya sömürge imparatorluğundan kopmuş bir ülke olarak İsrail’i destekliyor, oysa bu ülkeler apartheid uygulamış ve apartheid yeterli olmadığında toplumlarını kontrol altına almak için soykırımsal yöntemlere başvurmuşlardır. Bu ülkeler, liberal iddialarıyla çelişen çelişkileri görmezden geliyorlar. İsrail, Güney Afrika’nın apartheid sistemini savunmada kamuoyunu yeterince etkilememe başarısızlığının farkındaydı ve kendi kaderlerinin de aynı şekilde sonuçlanmasına izin vermemeye kararlıydılar.

‘UAD tavsiye kararında, yasa dışı yerleşimler de dahil tüm işgalin yasa dışı olduğu açık’

Son bir nokta: İsrail, kamuoyu söylemine büyük yatırım yaptı, bu yüzden başarılı oldu. Bunun en iyi örneklerinden biri “yerleşim”/“yerleşimciler” terminolojisidir, bu, işgal ve işgalcilerin gerçekliğini gizler. Birleşmiş Milletler ve onun Michael Lynk gibi raportörleri, işgalleri yasa dışı ilan etmelerine rağmen bu terminolojiyi kullanmaya devam ediyorlar. Bu söylemi satın almaya devam ediyoruz. Sizce bu söylem değişebilir mi? Uluslararası toplum bu söylemi değiştirmek için ne yapmalı?

“Yerleşimci” ve “yerleşim” terminolojisi, geçici olması gereken işgali yerleşimlerle karşılaştırmanın bir yoludur ve bu yerleşimler, geçici rejime bile aykırıdır. Michael Lynk’in belirttiği gibi, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 49. Maddesi, 6. Paragrafı uyarınca, işgalci güç, kendi halkını işgal edilen topluma transfer etmeye yetkili değildir. Eğer yerleşimleri kötüleme ve daha karmaşık alternatif terminolojilerle uğraşmadan, net bir şekilde tanımlanan bir sorun olarak ele alırsanız, 1967’den bu yana ele alınan bu sorunu daha açık bir şekilde görebilirsiniz. Yerleşimleri işgalin bir parçası olarak ele almak biraz dikkat dağıtıcı olabilir, ancak Uluslararası Adalet Divanı’nın tavsiye kararına bakıldığında, yerleşimlerin yasa dışı olduğu, işgalin kendisinin yasa dışı olduğu ve sona ermesi gerektiği çok açık bir şekilde ortaya çıktı. Birleşmiş Milletler, tüm devletler ve İsrail, bunu sona erdirme konusunda yasal bir sorumluluğa sahiptir ve bu, tüm işgalin sona ermesi anlamına gelir, bu yerleşimler de dahil.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Rusya ile savaş berabere sona eremez’

Yayınlanma

Estonya Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Marko Mihkelson, Harici’ye konuştu: “Rusya ve Çin’in oluşturduğu varoluşsal tehdit, NATO müttefikleri olarak birleşmemiz gerektiğini gösteriyor… Bu savaş berabere sona eremez. Uluslararası hukuk ve adaletle ilgilenen ülkeler olarak amacımız, saldırganlığın karşılıksız kalmamasıdır.”

Gazeteci kökenli bir siyasetçi olan Marko Mihkelson, daha önceki parlamentolarda da Dışişleri Komitesi Başkanı, AB İşleri Komitesi Başkanı ve Milli Savunma Komitesi Başkanı olarak görev yapmış ve 2000-2003 yılları arasında Baltık Rusya Araştırmaları Merkezi Direktörü olarak çalışmıştır. 1997-2000 yılları arasında Estonya’nın en büyük ulusal günlük gazetesi Postimees’in genel yayın yönetmenliğini yürüten Mihkelson, bu görevi üstlenmeden önce Postimees’in Moskova muhabiri olarak görev yapmıştır.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Baltık ülkelerine etkileri üzerine gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Marko Mihkelson, İsrail-Filistin savaşı ve Orta Doğu’daki gerilimler üzerine de değerlendirmelerde bulundu.

‘Rusya’nın hedefi dünya düzenini değiştirmek’

Suwalki Koridoru ile başlayalım. Bu koridor Rusya’ya karşı “savunmasız” olarak tanımlanıyor ve herhangi bir aksilik durumunda Baltıkların istikrarını bozabileceği söyleniyor. Bu tür bir istikrarsızlık tüm Baltık ülkelerinin Avrupa’ya erişimini kesebilir, bu koridor aynı zamanda NATO’nun Baltıklara açılan tek yolu. Rusya’nın Estonya, Letonya, Litvanya veya Polonya’yı işgal edeceği iddiaları hakkında ne düşünüyorsunuz, bakıldığında; Rusya’dan böyle bir açıklama gelmedi. Hiçbir yetkili Suwalki Koridoru işgal niyetini dile getirmedi. Bu iddialar nereden geliyor?

Öncelikle ne olup bittiğini anlamamız gerekiyor. Kesinlikle, Rusya’nın NATO’ya yönelik tehdidi ciddi ve varoluşsal bir tehdit. Bu sadece Estonya, Letonya, Litvanya ve Rusya ile sınırı olan diğer ülkeler için bir endişe değil. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş, yalnızca Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü yok etme veya ülkeyi siyasi haritadan silme girişimi değil, aynı zamanda dünya düzenini değiştirme amacını taşıyor. Nihai hedefleri, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana kurulan Batı güvenlik mimarisini yok etmek. Bu mimarinin köşe taşı Estonya, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve diğer ulusları da birleştiren NATO’dur. ABD ve diğer demokratik ülkeler tarafından başı çekilen bu ittifak, mevcut Rusya rejimi için bir tehdittir, ki bu rejim ağır otoriter, hatta belki de totaliter bir rejimdir. Rusya, sınırlarını genişleterek hayatta kalmak istiyor, tıpkı Ukrayna’da gördüğümüz gibi.

Ekim 2023’te, Putin açıkça belirtti ki Ukrayna’ya karşı yürütülen savaşın amacı, sadece Avrupa bölgesindeki jeopolitik gerçekliği değiştirmek değil, aynı zamanda dünya düzenini değiştirmek. Bu nedenle Rusya, Batı ülkelerinin, başta ABD olmak üzere dünya lideri olarak egemenliğini sarsmak için Çin ile stratejik ittifaklar kurmaya ve Kuzey Kore ve İran ile daha yakın ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. NATO’yu yok etmek, ittifakı zayıflatmak için her NATO üyesinin herhangi bir tehdit veya saldırı altındaki müttefiki savunma taahhüdünün ciddiyetini test edebilirler.

Teorik olarak uzun zamandır biliyoruz ki belki bizi ittifakın farklı bölgelerinde test etmek isteyebilirler, Karadeniz’den Baltık Denizi’ne, yukarı kuzeyden belki başka bölgelere kadar. İnsanların spekülasyon yaptığı ve Rusların bizi test edebileceğini düşündüğü bölgelerden biri Baltık bölgesi ve sizin de belirttiğiniz gibi, Suwalki Koridoru gibi bazı alanlar Rusların ilgisini çekebilir.

Suwalki Koridoru’nun dikkat edilmesi gereken tek alan olduğunu düşünmüyorum. Ve sadece Baltık uluslarının Rusya tarafından doğrudan tehdit edilebilecek tek ülkeler olmadığını, aynı zamanda Avrupa’da barışın yeniden sağlanmasıyla ilgilenen müttefikler olarak, uluslararası olarak tanınan sınırların sağlam olduğunu ve güç kullanılarak değiştirilemeyeceğini temin etmek için Ukrayna’ya yardım etmemiz gerektiğini anlamamız gerekiyor. Rusya, sınırları değiştirmeye çalıştığı için, bu savaşta Ukrayna’nın kazanmasını sağlamak ve Rusya’nın barışa karşı en büyük suçu olan bu ciddi savaşı başlatmanın bedelini ödemesini sağlamak zorundayız. Bu savaş, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’daki en ciddi savaş.

‘Estonya’da Birleşik Krallık, Fransa ve ABD gibi üç nükleer devletin askerleri bulunuyor’

Suwalki Koridoru’ndaki riskleri azaltmak için siz ve müttefikleriniz neler yapıyorsunuz?

En önemlisi risk sadece ittifakımızın belirli bölgelerine doğrudan tehdit oluşturmakla kalmıyor; aynı zamanda savunmaya yapılan yatırımlara da dikkat çekmek gerekli. Rusya’ya veya bize varoluşsal tehdit oluşturan herkese, hazır olduğumuzu ve “bize saldırmayı veya bu bölgedeki istikrarı bozmayı bile düşünmeyin” mesajını veriyoruz.

Estonya, GSYİH’sının %3,4’ünü kendi savunmasına yatırıyor ve caydırıcılık önlemlerini artırmak için müttefiklerle aktif olarak çalışıyor. Estonya’da Birleşik Krallık, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri gibi üç nükleer devletin askerleri bulunuyor. NATO içinde, Türkiye dahil olmak üzere müttefiklerle yakın çalışıyor ve eğitimler gerçekleştiriyoruz. İttifakın güçlü ve birlik içinde kalmasını sağlıyoruz, son 75 yılda olduğu gibi tehditleri caydırıyoruz, Estonya NATO’da 20 yıldan az bir süredir yer almasına rağmen.

Ancak bu, bize tehdit oluşturabilecek herkese çok ciddi bir mesaj: İttifak hala güçlü, birleşik ve karşılaşabileceğimiz her türlü tehdidi caydırmak için birlikte çalışıyor. Şu anda, savunma harcamalarını ciddi şekilde artırmayı, daha yakından çalışmayı, birlikte eğitim yapmayı ve Rusya’ya veya başka birine dünya düzenini değiştirme konusundaki çılgın fikirlerinin başarılı olamayacağını göstermeyi ciddiye almak en önemlisi.

‘Nükleer silahlarınız yoksa, nükleer silahlara sahip ülkeler tarafından doğrudan tehdit edilebilirsiniz’

Nükleer caydırıcılık konusunda, son aylarda Rusya’nın Belarus ile askeri işbirliğini artırdığını ve ortak nükleer tatbikatlar yaptığını gördük. Bu bağlamda nükleer savaş riskleri ne kadar gerçekçi?

Rusya’nın nükleer tehditleri, Ukrayna’ya yönelik saldırganlığını ve soykırım eylemini kabul etmeye zorlamak için şantaj olarak kullanılırken, Belarus de facto olarak Rusya tarafından siyasi olarak işgal edilmiş durumda ve NATO müttefiklerine, Polonya ve Litvanya gibi ülkeler üzerinde baskı ve yasadışı göçü bir silah olarak kullanmak için kullanılıyor.

Rusya Federasyonu’na, nükleer silah kullanma konusundaki herhangi bir gerçek tehdidin kararlı ve yıkıcı önlemlerle karşılanması gerektiğini açıkça belirtmeliyiz.

Saldırgan politikaların çıkarları doğrultusunda nükleer silahların kullanımı dünyada kimse tarafından kabul edilemez. Nükleer silahlar, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana yarım yüzyıldan fazla bir süredir caydırıcı bir önlem olarak hizmet etmiştir; ister beğenelim ister beğenmeyelim, varlar ve demokratik veya otoriter olsun, çok farklı siyasi sistemlere sahip ülkeler tarafından kabul edilen dünya ve uluslararası kuralları sürdürmenin önemli bir parçasıdırlar.

Belki de hepimiz için en mühim olan şey, nükleer silahların yayılmasının, şimdiye kadar yaptığımız gibi kontrol edilebilir durumda kalmasını sağlamaktır. Buradaki tehlike, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı kazanması durumunda, dünyanın daha da istikrarsız hale gelmesi ve hala nükleer silah peşinde olan ülkelerin bu hedeflerine ulaşmada daha aktif hale gelmeleridir. Gördüğümüz gibi, nükleer silahlarınız yoksa, nükleer silahlara sahip ülkeler tarafından doğrudan tehdit edilebilir veya saldırıya uğrayabilirsiniz. Ukrayna, 1994’te Sovyetler Birliği’nden miras aldığı tüm nükleer silahlarını teslim etti ve ABD, Çin ve Rusya dahil olmak üzere birkaç ülke, Ukrayna’ya asla saldırmayacaklarına söz verdi, özellikle de Rusya. Ne yazık ki, 2014’ten beri görüyoruz ki, nükleer silahlarından vazgeçen ülkeler saldırıya uğramakta ve egemenliklerini kaybetme tehdidi altındadır. Rusya’nın saldırganlığının başarılı olması durumunda, görebileceğimiz en tehlikeli eğilim budur.

‘Ne yazık ki Batı, Ukrayna’ya savaşı kazanma konusunda doğrudan yardım sağlamadı’

ABD’nin Almanya’ya hipersonik füzeler konuşlandırma kararı Moskova’nın misillemesine yol açtı. Bu tırmanış hakkında ne düşünüyorsunuz?

Eğer gerilimi tırmandıran biri varsa bu Rusya’dır. Rusya, 90’lı yıllardan bu yana askeri güç kullanarak egemenliğini artırmaya yönelik agresif politikalar izliyor. Bu, Güney Kafkasya’da, Dağlık Karabağ krizinde, Moldova’da ve 2008’de Gürcistan’ı işgal ederek gerçekleştirilmiştir. Rusya, Gürcistan topraklarının üçte birini işgal etti ve NATO müttefiklerinin Güney Kafkasya’da genişlememesi konusunda anlaşmalarını sağladı. 2014 yılında, Rusya Ukrayna’ya karşı savaşı başlattı, Kırım’ı işgal etti ve yasa dışı olarak ilhak etti. Bundan sonra, Rusya 2015’te Suriye’ye girdi. Rusya’nın her yerde gerilimi tırmandırdığını gördük. Batı ülkeleri, ABD ve diğerleri de dahil olmak üzere, Rusya’ya saldırganlıklarının sınırları olduğunu göstermek için harekete geçti. Ne yazık ki, Batı ülkelerinden henüz doğrudan bir yardım görmedik. Batı ülkeleri ve yalnızca Batı ülkeleri değil, dünyaya jeopolitik anlamda öngörülebilirliği ve istikrarı geri getirmek isteyen tüm ülkeler, Ukrayna’ya bu saldırganlığa karşı savunma ve bu savaşı kazanma konusunda doğrudan yardım sağlamadı. Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliği en önemlisidir. Bu, sadece bir ulus olarak Ukrayna için değil, aynı zamanda küresel savaş veya çok daha felaketle sonuçlanabilecek çatışmalara girmek istemeyen Türkiye, Estonya ve diğer ülkeler için de önemlidir. Rusya’nın daha fazla saldırganlığını caydırmaya yardımcı olan her önlem, barış ve dünya düzeni için daha iyidir.

‘Rusya ve Çin’in oluşturduğu varoluşsal tehdit, NATO müttefikleri olarak birleşmemiz gerektiğini gösteriyor’

Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinden sonra, bazı uzmanlar kuzey ülkelerini sarstığı gibi Avrupa’da merkezkaç eğilimlerin güçlendiğini söylüyor. Trump’ın başkanlığı NATO’da belirsizlikler yarattı ve Çin’in uluslararası işlerdeki varlığı daha derinleşmiş gibi görünüyor. Eğer bu gerçekten doğruysa, bazı uzmanlar bu bölgedeki ülkelerin bu risklerden kaçınmak için NATO blokundan uzaklaşmalarının daha mantıklı olacağını savunuyorlar. Bu konudaki görüşünüz nedir?

(Gülüyor) Ülkemizdeki ortalama bir Estonyalıya sorarsanız, size tarihten bir hikaye anlatır. İkinci Dünya Savaşı’ndan çok ama çok zor, trajik bir ders aldık. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Estonya tarafsız bir ülkeydi. 1939’da tarafsız olmanın güvende olduğumuz ve 30’ların sonlarında dünyada yaşanan kargaşanın bize dokunmayacağı anlamına geldiğini umuyorduk. Hayatta kalacağımızı düşünüyorduk, ancak ne yazık ki durum böyle olmadı. Bu trajik bir hataydı ve nüfusumuzun %25’ini ya Sovyet işgalcileri veya Nazi Almanyası tarafından öldürüldü ya da Estonya’dan ayrılmak zorunda kaldılar ya da zorla Sibirya’ya sürüldüler.

1991’de Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra bağımsızlığımızı yeniden kazandığımızdan bu yana, her zaman yalnız kalmamamız gerektiği konusunda güçlü bir siyasi mutabakat olmuştur. Bu durum, bugün hâlâ çok güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Her an, dünyada ne kadar çok dost ve müttefikimiz olursa, uluslararası ilişkilerde bir türbülans yaşandığında – şu anda çok çalkantılı uluslararası ilişkilerin ortasındayız – küçük ülkemiz o kadar iyi savunulmuş olur. İyi müttefiklerimiz ve gerekirse bizi desteklemeye ve savunmaya hazır dostlarımız varsa, daha güvende oluruz. NATO’nun, özgür ulusların bir ittifakı olarak, 75 yıl boyunca, ki bu tarihsel olarak çok önemlidir, yalnızca bu ittifakın Avrupa ve transatlantik bölgesinde barışı sağladığını herkese gösterdiğini söyledim.

75 yıl boyunca NATO müttefikleri arasında birçok anlaşmazlık olmuştur. Türkiye’nin NATO komşularıyla nasıl başa çıkılacağını Estonya’dan çok daha iyi bildiğini düşünüyorum. Aynı zamanda, bugün Rusya’nın ve sadece Rusya’nın değil, aynı zamanda Çin’in de oluşturduğu varoluşsal tehdit, bize dünyayı öngörülebilir ve istikrarlı tutmak istiyorsak ve uluslararası ticaret, yenilikçilik ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlarla başa çıkmak için istikrarın faydalarından yararlanmak istiyorsak, NATO müttefikleri olarak birleşerek birlikte çalışmamız gerektiğini gösteriyor. Ukrayna’da on binlerce insan öldü. Askeri ve soykırımsal güç kullanan ülkelerin başarılı olamayacağından emin olmalıyız çünkü Rusya’nın sınırları zorla hareket ettirebileceğini, insanları öldürebileceğini, sürgün edebileceğini ve işkence edebileceğini kabul edersek, diğer ülkelerin de aynısını yapabileceğini kabul etmiş oluruz. Bu, doğrudan cehenneme giden ve küresel istikrarsızlığa, muhtemelen Üçüncü Dünya Savaşı’na giden bir yoldur. Bu yüzden bir arada kalmalıyız; NATO ittifakı, bizi ve bizim bölgemizi istikrar ve barış içinde tutan en iyi ittifaktır.

‘Üçüncü Dünya Savaşı’nı önlemek için Ukrayna bu savaşı kazanmalı’

Şimdi herkes Üçüncü Dünya Savaşı’ndan, başka bir büyük savaş olasılığından bahsediyor. Bu sadece önlem aldığınız bir senaryo mu yoksa bu terimi caydırıcı bir unsur olarak mı kullanıyorsunuz?

Hayır, bu sadece caydırıcı bir unsur değil çünkü biri başka bir ulusa karşı büyük askeri güç kullanıyorsa ve bir ulusu tamamen yok etmeyi amaçlıyorsa, örneğin Ukrayna’da, 40 milyon insanın yaşadığı bir yerde, Rusya’nın 2014’te Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş, ancak Şubat 2022’den bu yana çok daha büyük bir şekilde, sadece Birleşmiş Milletler’in bir üyesini, aslında Ukrayna’nın 1945’te Birleşmiş Milletler’in kurucu babası olarak olduğunu yok etmekle kalmayıp, aynı zamanda dünya düzenini değiştirmeyi amaçlıyordur. Birisi, Hitler’in 1930’larda Nazi Almanyası’nın dünyanın nasıl yapılandırıldığını tamamen değiştireceğinden emin olma fikrine sahipse, bu mevcut dünya düzenine doğrudan bir meydan okumadır. Birisi dünya düzenini zorla değiştirmek isterse, bu büyük bir küresel çatışmaya, bir savaşa yol açabilir.

Bazen insanlar Orta Doğu’da zaten var olan çok travmatik olaylar ile Gazze ve İsrail-Hamas çatışması arasındaki bağlantıyı görmez. Bu çatışma, 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik büyük bir terör saldırısıyla başladı. Son birkaç yılda Sahel bölgesinde olanlar, oradaki çatışmanın doğasının değişmesi ve Doğu Asya’da Güney Çin Denizi veya Tayvan Boğazı etrafında potansiyel bir çatışma konusunda artan gerilimler; tüm bu sıcak noktalar birbiriyle bağlantılıdır. Uluslararası toplumun sorumlu üyeleri olarak görevimiz, bu tehditler hakkında açık ve dürüst olmak ve bu büyük çatışmayı önlemek için birlikte çalışmaktır. Ne yazık ki, her gün bu duruma daha da yaklaşıyoruz. Bunu neden söylüyorum? Ukrayna’da olanlara yeterince ciddi şekilde dikkat etmediğimiz için her gün bu duruma daha da yaklaşıyoruz. Üçüncü Dünya Savaşı’nı veya benzer küresel bir çatışma durumunu önlemek için anahtar mesele, Ukrayna’nın bu savaşı kazanması gerektiğidir. Rusya bu savaşı kazanamaz; onların saldırganlığı kabul edilemez. Aksi takdirde, sindirmemiz gereken çok daha kötü haberler olacak.

‘Bağımsızlığımızı savunmak için Sovyetler Birliğiyle ilgili tüm anıtları kaldırma kararı aldık’

Rusya’nın, Baltık ülkelerinin tarihi anıtları kaldırarak veya saldırarak tarihe saygısızlık yaptığı ve bu durumun bölgede önemli bir nüfusa sahip Rus vatandaşlarını rahatsız ettiği eleştirilerine yanıtınız ne olur?

Ben bir tarihçi olarak, Tartu Üniversitesi’nde tarih okudum. Bu konular ve sorular benim için çok önemli. Tarihi gerçekten silah olarak kullanan birkaç ülkeden biri Rusya’dır ve bunu uzun süredir yapıyor. Uzun yıllar boyunca var olan rejim, tarihi kendi halkının zihinlerini kontrol etmek ve Baltık devletleri de dahil olmak üzere başkalarına saldırmak için bir araç olarak kullanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında olanlar hakkında tamamen farklı bir anlayışa sahibiz. Rusya, herkese bizi 1944’te İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda kurtardıklarını söylüyor. Ancak, 1944’te Nazi Almanyası Estonya’dan çıkarıldıktan sonra başka bir işgalin başladığı gerçeğini kabul etmiyorlar. Özgür bir ulus olmadık. Ulusal bayrağımız artık dalgalanıyor. 1944’te bu bayrak bağımsızlık ve özgürlüğün bir işareti olarak geri getirilmedi. Sovyet işgali sırasında bağımsızlığımızı yeniden kazandığımızda bu bayrağı tekrar yükseltebildik. Tarihe olduğu gibi saygı göstermek söz konusu olduğunda, gerçekler Stalin’in Sovyetler Birliği’nin 1939’da Avrupa’yı etki alanlarına ve kontrol edebilecekleri bölgelere bölmek için Hitler ile bir anlaşma yaptığıdır. Baltık devletleri Sovyetler Birliği’ne verildi ve 1940’ta bizi işgal ettiler, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı işgal ettiler ve Finlandiya’ya karşı bir savaş başlattılar. Finlandiya, 1939-40 Kış Savaşı sırasında cesurca savaştı.

Ne yazık ki, tarafsızlık konusunda size anlattığım gibi, tarafsız bir ülke olarak bu türbülanstan kurtulabileceğimizi umduk. Yapamadık. Bu, toplumumuzun ve halkımızın kalbinde çok derin bir yaradır çünkü birçok Estonyalı, 1941 veya 1949’da çocukken zorla Sibirya’ya sürgün edilmiştir. Ebeveynleri öldürüldü veya korkunç şeyler yaşadılar. Ukrayna’daki çocuklarla bugün yaşananlar benzer. Ukrayna’dan zorla kaçırılan 20.000’den fazla çocuk var. Hiçbir şey değişmedi.

Şubat 2022’de Ukrayna’da tam ölçekli savaş başladığında, Estonya olarak kamu alanımızdan Sovyetler Birliği’nin Estonya’yı işgaliyle ilgili tüm anıtları kaldırma kararı aldık. Bu çok muntazam bir şekilde gerçekleştirildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında öldürülenlerin mezarlarına saygı gösteriyoruz. Ve her şey çok düzenli bir şekilde yapılıyor. Ancak şu anda Ukrayna’da yaşanan korkunç olaylara saygı sunan herhangi bir kamu faaliyetini kabul etmeyeceğiz.

İstemesek de bu durum geçmişten anıları canlandırıyor… Maalesef Rusya değişmedi. İkinci Dünya Savaşı sırasında veya sonrasında kullandıkları yöntemleri, araçları ve şiddeti bugün Ukrayna’da kullanıyorlar. Bu, Rusya’ya karşı değil; bağımsızlığımızı, egemenliğimizi savunmak ve Rusya gibi diktatörlükler altında ölen tüm kurbanları onurlandırmak içindir.

Rusya ile hâlâ bir sınır sorununuz var. Son durum nedir?

Şubat 2014’te bakanlar tarafından imzalanmış bir sınırımız var, ancak parlamento tarafından onaylanmadı.

Bu soruyu şuraya bağlamak için sordum: Korkuyor musunuz?

Hayır, kesinlikle hayır. Eğer korkarsanız, zaten kaybetmişsinizdir. Ne olup bittiğini, neden olduğunu anlamalı ve kararlar almaya hazır olmalısınız. Estonya’da siyasetçiler olarak, insanların stres seviyesinin her zamankinden daha yüksek olduğunu görüyoruz. Bu doğal. Avrupa’da, Avrupa’nın ortasında büyük bir savaş devam ediyor. Ne yazık ki, bunun sonunu göremiyoruz. Barışın sağlanmasını, savaşın bitmesini ve insanların bu dehşetten kurtulmasını görmek istiyoruz.

Ancak, bu savaşın nasıl sona ermesi gerektiği konusunda Türk meslektaşlarımız ve dostlarımızla farklı görüşlere sahip olabiliriz. Birkaç hafta önce, Cumhurbaşkanımız Sayın Alar Karis ile birlikte Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdim. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştük ve Dışişleri Bakanı Fidan ile bu konuları tartışma fırsatı bulduk. Bu durumun istikrar için bir tehdit olduğu konusunda hemfikiriz. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü saldırgan savaş, bölgesel istikrar için doğrudan bir tehdittir.

Ateşkesin istediğimiz barışı getirip getiremeyeceği konusunda Türkiye ile farklı düşünüyoruz’

Türkiye, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü destekliyor ve Kırım’ın ilhakını kabul etmiyor. Türkiye ayrıca, ateşkes ve arabuluculuğu destekliyor. Hangi noktada görüşleriniz ayrılıyor?

Bir ateşkesin, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğini onurlandıracak şekilde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, istediğimiz barışı getirip getiremeyeceği konusunda farklı düşünüyoruz. Arabuluculuk çabalarını yüksek takdirle karşılıyoruz çünkü bu gerekli. Ancak, bu sadece bölgesel bir çatışma değil. Rusya’nın amacı yalnızca bir ulusu yok etmek ve ortadan kaldırmak değil. Hem Putin hem de Medvedev, tüm Ukrayna’yı yok etmek istediklerini açıkça söylediler. Ateşkesle ilgilenmiyorlar. Belki sadece daha fazla güç toplamak ve tekrar başlamak için geçici bir ateşkesle ilgileniyorlar. 2014 ve 2015’te Minsk Anlaşmaları ile ne olduğunu gördük. O yıllar boyunca Doğu Ukrayna’daki cephe hatlarına defalarca seyahat ettim. Şubat 2022’den bu yana cephe hatlarına dört kez gittim. Orada neler olup bittiğini kendi gözlerimle gördüm. Sadece gazetecilerin haberlerinden değil…

Bu savaş berabere sona eremez. Uluslararası hukuk ve adaletle ilgilenen ülkeler olarak amacımız, saldırganlığın karşılıksız kalmamasıdır. Savaş suçları ciddi bir şekilde ele alınmalıdır. Rusya, Kiev’deki bir çocuk hastanesine yapılan son saldırı da dahil olmak üzere, zaten çok sayıda savaş suçu işledi. Sadece bir anlaşma yaparak ve savaş suçluları ile müzakere ederek bu mesele çözülemez. Bağımsız bir ulus olarak Ukrayna’nın hayatta kalması gerekiyor ve onlar da barışla çok ilgililer, ancak bağımsız olarak NATO’ya giden yollarını seçemezlerse kimsenin onları tekrar işgal etmesini engelleyemezler. Rusya’nın barış anlayışı, Ukrayna’nın tamamen teslim olması, onu savunamayacak kadar küçültülmüş bir orduyla tarafsız bir ülke haline getirmektir. Bu, Ukraynalı politikacılar tarafından Başkan Zelenski de dahil olmak üzere, kabul edilemez. Ukrayna, barış formülleri için aktif olarak destek arıyor, İsviçre’de konferanslar düzenliyor ve Dışişleri Bakanı Kuleba’nın da bulunduğu Çinli yetkililerle Ukrayna’nın durumunu anlamak için etkileşimde bulunuyor.

‘Kuzey Kore, İran, Çin, Rusya’ya yardımcı oluyor. Barışa giden yol çok daha zor’

Putin birkaç kez müzakereye açık olduğunu belirtti. Çin’den dönerken bir kez daha müzakereye açık olduğunu söyledi. Ancak Zelenski, yasa ile Rusya ile müzakere yapmayı yasakladı. Bir tarihçi olarak, geçmişte birçok savaşın barış anlaşmalarıyla sona erdiğini, örneğin Westfalya Anlaşması ile sona eren 30 Yıl Savaşları’nı biliyorsunuz. Avrupalılar büyük katliamlar yaşadılar, milyonlarca insan öldü ama barış anlaşmalarına ulaştılar. Barış anlaşmasına nasıl ulaşırsınız? Müzakere edersiniz. Bu konuda Türkiye’nin yaklaşımından farklılaştığınızı anlıyorum, ancak Türkiye’nin yaklaşımı, tarihin barışın yalnızca müzakere ile mümkün olduğunu gösterdiğini kanıtlıyor. Bu konudaki düşünceniz nedir?

Öncelikle, Estonya ve Türkiye bu savaşın, üzerinde anlaşmaya varılan barışın kalıcı barışı sağladığı ve dünya düzenini dramatik bir şekilde değiştirmek isteyenler tarafından gelecekteki saldırılardan ülkelerimizi ve milletlerimizi koruduğu bir şekilde sona ermesi gerektiği konusunda aynı sayfada. Ben 17. yüzyıl kadar geriye gitmezdim; yine de dünya o zamandan beri değişti. Son 100 yılda, I. ve II. Dünya Savaşları gibi büyük savaşlar, bugünkü savaşa çok benzer şekilde, kalıcı barışın bazen onun için savaşmayı gerektirdiğini gösterdi.

2008’de Gürcistan’ın beşte birinin Rusya tarafından işgal edilmesiyle meydana gelen bölgesel çatışma gibi değil. Savaş sadece 5 gün sürdü. Bugün, bu savaş 10 yıldan fazla bir süredir devam ediyor. 10 yıldır Rusya Ukrayna’yı yok etmeye çalışıyor. Ve sadece Ukrayna’da aktif değiller. Ayrıca Kuzey Kore ve İran ile çok daha büyük bir ittifak kuruyorlar. Kuzey Kore doğrudan yardımcı oluyor. İran, askeri teçhizatıyla doğrudan yardımcı oluyor. Çin, ekonomik olarak Rusya’ya yardımcı oluyor, eğer araçlar ve imkanlarıyla değilse de… Ve bu, siyasetçiler veya diplomatlar olarak bizim dikkate almamız gereken bir nokta. Bu sefer barışa giden yol çok daha zor. Ve maalesef, bazen kalıcı barışı sağlamak için savaşmanız gerekir.

Ve bu yüzden, geçmişten bildiğimiz Rusya hakkında bilgimizden dolayı, Estonya’nın çok net bir pozisyonu olduğunu savunuyorum. Türkiye’nin Rusya’yı birçok ulustan daha iyi bildiğini biliyorum, ki Türkiye geçmişte Ruslarla birçok askeri çatışmada bulunmuş. Rusya’nın sınırlarını anlamasını ve diğer ülkelerin sınırlarına saygı duymasını sağlamak için, saldırganlık savaşlarında yenilmeleri gerekir. Burada genel olarak Rusya’yı yenmekten bahsetmiyoruz, bu saldırganlıktan bahsediyoruz.

Toprakların işgali kabul edilemez. Putin size müzakereye hazır olduğunu söylediğinde, aslında Ukraynalılardan ne kadar daha fazla toprak alabileceğini müzakereye hazır olduğunu söylüyor. Bu toplantıdan önce açıkça “Bana şunu ver, bunu ver,” diyerek işgal edilmemiş Herson ve Zaporijya bölgelerini kastediyor. “Ve belki o zaman müzakereleri düşünebiliriz” diyor. Ama aynı zamanda, Medvedev gibi insanlar veya diğerleri doğrudan bize, sadece orada kalmakla değil ötesiyle ilgilendiklerini söylüyorlar. Tüm ulusu, tüm Ukrayna devletini yok etmekle ilgileniyorlar. Rus imparatorluğunu yeniden kurmak istiyorlar. Brzezinski’nin 90’ların başında söylediği gibi, eğer Rusya imparatorluğu yeniden kurmak istiyorsa, Ukrayna olmadan bunun olmasını hayal etmek imkansız.

Son 10 veya 20 yıl içinde veya daha uzun süredir yaptıkları şeye, 1994-97 yılları arasında Moskova’da gazeteci olarak çalıştığım dönemde şahit oldum. Çeçen savaşını, 1994-96 yılları arasında Birinci Çeçen Savaşını izledim. Ve o zaman zaten bu tür bir emperyal baskının hiçbir yere gitmediğini anladım. İnsanlar, Sovyet imparatorluğu çöktükten sonra, Sovyetler Birliği çöktükten sonra, bunun geçmişte kalacağını ve Rusya’nın yeni gerçekliği kabul edeceğini düşündüler. Aslında, Çeçenistan’da birinci savaş sırasında ve daha sonra Putin iktidara geldiğinde olanlar, Rusya’nın kendi ülkesini veya imparatorluğunu parçalamayı durdurmak ve güç kullanarak genişlemek istediğine dair bize net bir sinyal verdi.

Ve işte 2008’de Gürcistan’a karşı olan şey buydu. 2014’ten bu yana Ukrayna’ya karşı olan şey de budur. Ağustos 2020’deki sözde cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Belarus’ta olan şey, Rusya’nın Belarus’taki durumu fiilen kontrol etmesidir. Ayrıca Orta Asya ülkelerine, özellikle Kazakistan’a doğru genişlemek istiyorlar. Örneğin, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan ve daha sonra Rusya’ya geri dönen ünlü Rus yazar Aleksandr Solzhenitsyn’in fikirlerini hatırlayın. Kendisi 70’lerde KGB tarafından sınır dışı edilmişti. Onun fikrine göre, Rusya bir imparatorluk olmalı, Belarus, Ukrayna ve Kazakistan’ın topraklarını içermelidir.

‘Yapılması gereken şey, Türkiye’nin 2014’ten bu yana yaptığı gibi, Ukrayna’ya yardım etmek’

Bu düşünce tarzının zihinlerine güçlü bir şekilde yerleşmiş olduğunu görüyorsunuz. Ve bu, komşularına karşı çok agresif bir davranış şeklini tetikliyor. Ve ne yazık ki, bu bizi şu anda Ukrayna’da devam eden bu çok trajik savaşa götürdü. Ve bu yüzden, geçici bir barış yapmaya çalışmanın bir süre için bazı hayatları kurtarabileceğini, ancak ne yazık ki uzun vadeye hizmet etmediğini söylüyorum. Amacımız Avrupa’da kalıcı barışı yeniden sağlamaktır. Bugün yapılması gereken şeyin, Türkiye’nin 2014’ten bu yana yaptığı gibi, Ukrayna’ya yardım etmek olduğunu düşünüyorum. Bildiğimiz gibi, Türkiye’nin Ukrayna’ya yardımı önemli olmuştur ve herhangi bir ilhakı tanımama yönünde siyasi kararlar almıştır. Ancak bugün Rusya’nın müzakereleri ciddiye almasını sağlamanın tek yolu, fethetme, güç kullanarak yeni bir gerçeklik kurma fikrinin çıkmaz bir politika olduğunu görmelerini sağlamaktır. Hayal ettikleri başarılara ulaşamayacaklar.

Ve bu yüzden NATO müttefiklerinin Washington’da kabul ettikleri şeyin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nihai deklarasyon çok iyi. Ancak Ukrayna’ya olan desteğimizin ve yardımımızın zafer kazanana kadar devam etmesini sağlamalıyız. Geçici barış bazı hayatları kurtarabilir ancak Avrupa’da kalıcı barışın uzun vadeli hedeflerine hizmet etmez. Ukrayna’ya yardım etmek çok önemlidir, Türkiye’nin 2014’ten bu yana yaptığı gibi, önemli destek ve ilhakları tanımama yönünde siyasi kararlar… NATO müttefiklerinin desteği, Ukrayna zafer kazanana kadar sürmeli.

Kaja Kallas, AB’nin dış politika şefi olmak üzere istifa etti, Estonya’nın NATO ve AB içindeki rolünü yeni liderlik altında nasıl görüyorsunuz? Estonya, Rusya’nın müdahalesinden bu yana Ukrayna’nın güçlü bir destekçisi oldu. Bölgesel güvenliği sağlamak ve Ukrayna’ya destek olmak için AB ve NATO’nun atması gereken adımlar neler? Ayrıca, Kaja Kallas yönetiminde Estonya savunma bütçesini önemli ölçüde artırdı. Ulusal savunmaya yapılan bu yatırımı nasıl sürdürmeyi veya genişletmeyi planlıyorsunuz?

Kaja Kallas’ın rolü son derece önemli. Onun için çok iyi bir haber… Son birkaç yıl boyunca liderliğinin tanınması, hem başbakanımız hem de Rus saldırganlığını caydırmak ve karşı durmak konusunda müttefikler arasında çok açık ve önde gelen bir ses olarak tanınması önemli; bu, ilk kez bir Estonyalı politikacının bu tür yüksek bir tanınma ve AB içinde Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi olarak bir görev ile taltif edilmesidir.

Ve eminim ki 1 Kasım’dan itibaren göreve başladığında, AB’nin ortak çabalarını tüm zorluklarla başa çıkmak için aktif olarak yönetecektir. Sadece Ukrayna’da gördüğümüz değil, aynı zamanda Orta Doğu, Asya ve Afrika’da da karşılaştığımız zorluklarla başa çıkmak için. Bu kesinlikle onun için bir mücadele olacak.

İsrail-Gazze için yaklaşımı ne olacak? Önceki cevabınızda bunun 7 Ekim’de başladığını söylediniz. Ancak gerçek şu ki, bu birçok kişiye göre bu 1948’den beri devam ediyor. Çünkü bu süregelen bir durum. Filistinliler ve Gazze’deki insanlar işgal altında ve çok fazla insan öldürüldü. Bunu kabul edersiniz, değil mi? Onun yaklaşımı ne olacak?

Kaja’ya sormalısınız. Bir sonraki röportajınızda, onun yüksek temsilci olarak pozisyonunu bilmiyorum. 1 Kasım’dan itibaren ona sorabilirsiniz.

Peki sizin yaklaşımınız nedir?

Ne yazık ki, 7 Ekim’de ve sonrasında ya da bölgedeki son on yıllarda ne olduğuna gelince, çok fazla çıkarın temsil edildiğini anlamamız gerekiyor. Sadece Filistinliler veya İsrailliler veya İsrail’e karşı olan Arap devletleri arasındaki doğrudan şiddet değil, aynı zamanda birçok Arap devleti hala İsrail’in bir devlet olarak varlığını tanımıyor. Ne yazık ki, İran veya Rusya veya bazı diğer ülkelerin çıkarlarının da temsil edildiğini görüyoruz.

Bugün son derece karmaşık bir durum var. Hepimiz insan olarak her türlü acıya karşıyız, hem 7 Ekim’deki bu akıl almaz terör saldırısından etkilenenler hem de diğerleri için. Bu saldırıdan sadece 7 gün sonra Kibbutz Bari ve Nova müzik festival yerindeydim. Ve inanın, birçok hoş olmayan sahne gördüm. Bu, yürek inciten bir durumdu. Bunun öncesinde uzun bir hikaye olduğunu biliyorum. Ancak 7 Ekim’den önce nispeten istikrarlı bir dönem olduğunu da biliyoruz. Her ne olursa olsun, hiçbir türlü şiddet kabul edilemez. Ve özellikle tecavüz, işkence ve öldürme söz konusu olduğunda kabul edilemez. Ve maalesef, bu duruma verilen yanıt, Gazze’de birçok insanın hayatını kaybetmesine yol açacak.

Kusura bakmayın, tecavüzlerin hepsi yalan haber olarak rapor edildi ve kanıtlandı. Söylediğiniz hiçbir örnek gerçek değil…

Lütfen bu konuya girmeyelim. Bu konuyu araştırmacılara bırakıyorum. Birçok kişinin bildiği gerçekler var. Ancak lütfen…

‘Ukrayna’da Rusya’yı durdurmak, Orta Doğu’daki gerilimleri çözer’

Putin’i bir savaş suçlusu olarak görüyorsunuz. Netanyahu da gözünüzde bir savaş suçlusu mu?

Her halükarda, bu savaşın insanların barış içinde yaşama temel haklarına saygı gösterilerek sona ermesini sağlamak için uluslararası çabalar gerektirir. Ancak ne yazık ki, şu anda gördüğümüz şey, ABD’nin başkanlık seçimleriyle meşgul olduğu. Avrupa Komisyonu geçiş döneminde. Ukrayna’da savaş devam ediyor. Ve ne yazık ki, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı ile Orta Doğu’da büyük ölçüde olanlar arasında doğrudan bir bağlantı gördüğümü söyledim. Daha önce Suriye’de ve Halep’te binlerce insanı öldürmeye yönelik Rus müdahalesinde ve bölgede yeni bir jeopolitik gerçeklik yaratma çabalarında gördüğümüz gibi.

İsrail’in iç politikası bunun üzerinde büyük bir etkiye sahip ve durumu şu anda çözmek çok daha zor. Gerçekten büyük bir bulmaca. Ne yazık ki, Gazze’de kalıcı barışı yeniden sağlamak için herhangi bir acil çözüm görmüyorum. Ancak Rus saldırganlığına karşı, uluslararası toplumun uluslararası kurallara dayalı dünya düzenini tanıyan bir şekilde müdahale etmesi, Orta Doğu’da İran ve diğerlerini de içeren gerilimlerin çözülmesine yardımcı olacaktır.

Ancak bir gerçek var: Hastaneler vuruluyor. Çocuklar öldürülüyor. Kadınlar öldürülüyor. Hamile kadınlar öldürülüyor. Ve İsrailli askerler, Gazze’de neler olduğunu TikTok videolarında dalga geçerek paylaşıyorlar.

Mariupol’da kaç kişinin öldüğünü biliyor musunuz?

Tabii ki biliyorum. Rusya-Ukrayna savaşını ilk günden beri yakından takip ediyorum.

Rusya veya 7 Ekim olayları olduğunda her savaş suçu, Hamas’ın terör örgütü olarak tanınması gerekenler de dahil olmak üzere, kınanmalıdır.

Netanyahu da 7 Ekim’den sonra on binlerce sivili öldürdü. O da gözünüzde Putin gibi bir savaş suçlusu mu?

Uluslararası Ceza Mahkemesi bu konuda kararını vermeli. Ancak tüm savaş suçları eşit şekilde ele alınmalıdır. Bu çok açık bir husustur. Putin gibi suçlularla başa çıkmak için, geleceğimizi düşünmeli ve küresel barışı yeniden sağlamalıyız.

Çok iyi bir politikacı olduğunuzu söyleyebilirim.

(Gülüyor)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English