Bizi Takip Edin

AVRUPA

Polexit kapıda mı?

Yayınlanma

Polonya’nın Almanya ve Brüksel ile arasındaki çekişme, daha geniş ölçekte Brexit Britanyasının Avrupa’ya açtığı savaşın bir tezahürü.

Nazi işgali altındaki Polonya topraklarında işlenen suçların büyüklüğü göz önüne alındığında II. Dünya Savaşı’nın hatırası Polonya için hâlâ canlı. Savaş sonrasında Polonya-Almanya ilişkilerinin şekillenişi, savaş dönemine dair tartışmaların ve aynı zamanda savaşın sona ermesinden sonraki ilk yıllarda meydana gelen değişikliklerin gölgesinde gerçekleşti.

Sınır konusu geçen yüzyılda tartışmalıydı. Başlangıçta Oder ve Nysa Łużycka’yı esas alan sınır, Sovyetler Birliği’nin kurgusuydu. Alman Demokratik Cumhuriyeti (Doğu Almanya), Polonya’nın batı sınırının dokunulmazlığını 1950’ye kadar garanti altına almıştı, ancak 1991’e kadar bu muhafaza edildi.

Mesele Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra yeniden gündeme geldi. Aralık 1991’de Alman parlamentosu, iki ülke arasındaki sınırın kalıcılığını ve dokunulmazlığını onaylayan düzenlemeleri kabul etti.

Almanya tarafından Sovyetler Birliği’ne ve dolaylı olarak Polonya’ya ödenecek savaş tazminatı konusu, son yıllarda tekrar gündeme getirildi. Hasarın büyüklüğü göz önüne alındığında tazminatın toplamı, savaş ve işgal sırasında Polonya’ya verilen tahmini zarardan çok daha düşüktü.

Nitekim Polonya, Nazilerin imha politikasından en çok zarar gören ülke olmuştu. 1939 ve 1945 yılları arasında yaklaşık 6 milyon Polonya vatandaşı öldü, Nazilerin harap ettiği başkent Varşova başta olmak üzere birçok şehir neredeyse tamamen yerle bir oldu.

Almanya aleyhine bugün ortaya çıkan iddialar, ödenmemiş faturaların bir tezahürü olarak öne çıkıyor.

Tazminat konusu

Son aylarda Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki ve iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) Almanya’dan İkinci Savaş’ın tazminatını istiyor.

Morawiecki, 10 Eylül’de Der Spiegel’e verdiği mülakatta talebin gerekçesini şöyle detaylandırdı: “6,2 trilyon zloti o kadar da fantastik bir miktar değil. Tüm Federal Almanya Cumhuriyeti’nin bütçesi, yani federal hükümetin bütçesi ile eyaletlerin bütçesiyle neredeyse aynı büyüklükte. Polonya, İkinci Dünya Savaşı’nda en çok ıstırap çeken ama zararı tazmin edilmemiş tek ülkedir. Önce Berlin hükümetine diplomatik bir nota ile hitap edeceğiz. […] Almanların, Polonya’nın 1953’te Doğu Almanya ile yaptığı anlaşmada tazminat talebinden caydığı yönündeki analizlerinin de yanlış olduğu kanaatindeyiz. Bir kere Polonya’yı bunu yapmaya zorlayan Sovyetler Birliği’ydi. Polonyalılar sosyalistlerden tazminat talep edemediler. Moskova, Varşova’daki sırdaşı Bolesław Bierut’u anlaşmaya zorladı ve konu Polonya parlamentosunun önüne bile gelmedi. Birleşmiş Milletler’e (BM) herhangi bir onay belgesi sunulmadı. Anlaşmayı tanımıyoruz. Polonya’daki kurbanların yarısının Yahudi kökenli vatandaşlar olması nedeniyle görüşmeleri Berlin’de yapmak ve İsrailli temsilcileri de davet etmek istiyoruz. Daha sonraki bir aşamada iddialarımızı uluslararası mahkemelere de taşımamız mümkün.

Temmuz ayında ise Polonya Başbakan Yardımcısı ve PiS lideri Jaroslaw Kaczynski, Polonya’daki birçok insanın Almanya’ya karşı “Stockholm sendromundan” mustarip olduğunu söyledi. Gruetz kentinde seçmenlerle bir araya gelen Kaczynski, “Birçok Polonyalı, Stockholm sendromu denen şeyden, yani kurbanın cellada olan aşkından mustarip. Bundan kurtulmamız gerek. Ders çıkarmamız gerek” ifadelerini kullandı.

Almanya’nın Varşova ile hesaplaşmadığına işaret eden Kaczynski, konunun sadece İkinci Dünya Savaşı’nda işlenen suçlardan tazminat almakla ilgili olmadığını belirtti. Savaştan sonra yüz binlerce savaş suçlusunun Almanya’da hüküm giymediğini ve hatta birçoğunun makam sahibi olduğunu dile getiren Kaczynski, “Burada manevi tazminattan da söz ediyoruz” diye konuştu.

Başbakan Yardımcısı, Berlin’in savaştan sonra 70 ayrı ülkeye tazminat ödediğini anımsatarak, “Mesela Meksika. Hiçbir zarar görmemiş olan bu tür ülkeler bile cüzi de olsa tazminat aldılar. İtalya tazminat aldı ama biz alamadık. Bu burada kalmaz” dedi.

Varşova ya da sağcı PiS hükümeti, tazminat konusunu özünde Almanya ile yaşadığı jeopolitik çekişmede bir kart olarak kullanıyor. Nitekim Almanya da geçmiş travmaların üzerine giderek yakın zaman önce Adolf Hitler’in yardımcılarından Bernd Freytag von Loringhoven’in oğlu Arndt von Loringhoven’i Polonya’ya büyükelçi olarak atamıştı.

Polexit mi?

Almanya’nın lokomotifi olduğu Avrupa Birliği, Polonya’yı Anayasa Mahkemesi yargıçlarının seçilmesi sürecinde haddinden fazla etkisi olduğunu ve dolayısıyla mahkemenin aldığı kararların hukuka değil, hükümetin siyasi iradesine dayandığı gerekçesiyle Varşova’yı “hukukun üstünlüğünün altını oymakla” suçluyor.

7 Ekim 2021’de Polonya Anayasa Mahkemesi, Brüksel’i kızdıran bir karar çıkardı. AB’nin bazı yasalarının Polonya Anayasası ile çeliştiğine karar veren mahkeme, gerekçeli kararda, artık ülkenin AB üyeliğinin ve imzalanan anlaşmaların, en yüksek hukuki yetkinin AB mahkemelerine devredilmesi gerektiği anlamına gelmediğini belirtti.

AB Komisyonu’nun Adaletten Sorumlu Üyesi Didier Reynders, aynı gün “Brüksel, Polonya’da AB hukukuna saygı gösterilmesini sağlamak için tüm araçları kullanacaktır. AB hukukunun ulusal hukuktan önce gelmesi ilkesi ve AB yargısı tarafından alınan kararların bağlayıcı niteliği, devletler konfederasyonunun merkezinde yer alır” açıklamasını yaptı.

Şu anda AB fonlarını kaybetmek istemeyen Varşova da Brexit’e şahit olan Brüksel de Polonya’nın AB’den ayrılmasını istemiyor. Ancak Berlin ve Brüksel, durumu kendi lehine çevirmek için önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerde eski AB Komisyonu Başkanı Donald Tusk’ı destekliyor.

Diğer yandan sonra aylarda hem Avrupa Parlamentosu hem de Varşova, ilk önce ödemelerin yapılacağı ve bunun yargı reformundan bağımsız bir süreç olduğu taahhüdünü verdi.

Fakat daha sonra Varşova ve Brüksel arasında uyum fonlarına ilişkin görüşmelerin sürdüğü teyit edildi. Polonya’nın AB Daimî Temsilcisi Andrzej Sadoś, PAP ajansına verdiği demeçte şunları söyledi: “Fonlar ve Bölgesel Politikalar Bakanı Grzegorz Puda’nın daha ileri programların kabul edildiğini ve Varşova’nın düzenlemelere uygun olarak bir sonraki programlar için uygun ilerlemeleri sağlayacağına söz verdiğini teyit edebilirim. Görüşmelerin birkaç ay içinde neticelendirilmesi bekleniyor.”

Bunun yanında Cumhurbaşkanı Andrzej Duda daha temkinli davrandı. TVP Info’ya mülakat veren Duda, şu ifadeleri kullandı: “Bu basında çıkan haberler doğrulanırsa AB kurumlarının Polonya siyasetine müdahale ettiği ve Polonya toplumunu, ülke yetkililerini koltuklarından etmeye zorladığı açığa çıkacaktır.”

Polonya Başsavcısı Zbigniew Ziobro ise daha açık konuşarak “AB fonlarının bloke edilmesinden sorumlu olanlar Platforma Obywatelska [Sivil Platform] ve Donald Tusk ve onlara Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de dahil olmak üzere büyük destek veren Alman politikacılardır” dedi.

Hem muhalefet hem de Avrupa Komisyonu, fonların Donald Tusk ve ekibi seçimleri kazanır kazanmaz verileceğini ima ediyor. Ayrıca ülkede gayri resmi seçim kampanyası halihazırda devam ediyor ve Berlin ve Brüksel’in desteklediği Donald Tusk’ın eli şimdilik güçlü görünüyor.

Brexit Britanyası ve Polonya

Varşova ile Brüksel arasındaki çekişme daha geniş ölçekte Brexit Britanyasının Avrupa’ya açtığı savaşın bir tezahürü.

Polonya, şu anda Litvanya, Letonya ve Estonya’nın yer aldığı Üç Deniz Girişimi’ne liderlik ediyor. İstihbarat bağlantılı Rus think-tank kuruluşu Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden akademisyen Vladimir Kozin, Üç Deniz projesinin ana sponsorlarının ABD ve Büyük Britanya olduğuna vurgu yapıyor.

AB’den ayrılmasından bu yana Britanya, AB’ye alternatif olarak hem Polonya’yı hem de Ukrayna’yı içerecek yeni bir siyasi, ekonomik ve askeri ittifak kurmayı teklif ediyor…

AVRUPA

Güney Kıbrıs bankaları, yaptırımlar sonrası Rus müşterilerinin yarısını kaybetti

Yayınlanma

Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri müdahalesi sonrasında uygulanan yaptırımlar, Güney Kıbrıs bankalarının Rus müşterilerinin yarısını kaybetmesine neden oldu. 2022’den bu yana Güney Kıbrıs bankaları yaklaşık 13 bin Rus ve Ukraynalı müşterinin hesabını kapatırken, toplam mevduatlar ciddi ölçüde azaldı.

Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden bu yana, Güney Kıbrıs bankalarındaki Rus müşterilerin oranı yarı yarıya azalarak yüzde 0,35’e düştü.

Aynı dönemde Rusya’dan gelen mevduatlar da toplam mevduatların yüzde 2,21’inden yüzde 1,53’üne geriledi.

Associated Press‘in Güney Kıbrıslı finans kuruluşlarına dayandırdığı haberine göre, bu düşüş, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği (AB), ABD ve Birleşik Krallık tarafından savaş nedeniyle uygulanan yaptırımların doğrudan bir sonucu olarak gerçekleşti.

Yaptırımların devreye girmesinden bu yana, 2022’den itibaren Güney Kıbrıs bankaları Rusya ve Ukrayna’dan yaklaşık 13 bin müşteri ve 35 bin hesap kaybetti. Bu durum bankalara 2 milyar avroluk bir kayıp olarak yansıdı.

AP‘nin haberine göre, Güney Kıbrıs bankaları mevduat sahiplerini çekebilecek daha az şeffaf uygulamalardan uzaklaşarak daha sıkı denetimlere yönelmeye başladı.

Yerel yetkililer, ajansa verdikleri demeçte, bu tür işlemlerden arındırılmış, şeffaf bir mali sistemin, meşru uluslararası yatırımları çekmek için gerekli koşulları oluşturacağını dile getirdi.

Ekim ayı başında Güney Kıbrıs’ın en büyük bankası olan Bank of Cyprus, 7 bin Rus müşteriye ait yaklaşık 29 bin hesabı kapattı.

Banka sözcüsü Karen Le Cannoux, “Müşteri portföyümüzü yeniden yapılandırmaya başladığımız 2014 yılında, müşterilerimizin yüzde 4’ü Ruslardı. Bugün bu oran sadece yüzde 0,4,” diye konuştu.

2023 baharında Bank of Cyprus, Avrupa Birliği’nde ikamet etmeyen 4 bin Rus müşterisinin hesaplarını kapatacağını duyurdu. Bu kararın nedeni, Rusya’nın Şubat 2023’te Mali Eylem Görev Gücü (FATF) üyeliğinin askıya alınmasıydı.

Bu yılın şubat ayı başlarında bir başka büyük Kıbrıs bankası olan Hellenic, Güney Kıbrıs belgelerine sahip olanlar da dahil olmak üzere pek çok Rus müşterisinin hesaplarını toplu olarak kapatmaya başladı.

Kapatma işlemleri, bu müşterilere ait işletme şirketlerini de etkiledi. Banka, bu kararın gerekçelerine dair herhangi bir açıklama yapmadı.

Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasından bu yana, 2014-2023 yılları arasında Güney Kıbrıs bankaları, Rus müşterilerinin yüzde 90’ının hesaplarını kapatırken, Rusya’dan gelen mevduatlar yüzde 83 oranında azaldı.

Toplamda, çoğunluğu Rusya ile bağlantılı 72 bin gerçek ve tüzel kişiyle olan ilişkiler sonlandırıldı.

Rus şirketleri Güney Kıbrıs’tan çekiliyor

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Meloni’nin Arnavutluk’a göçmen gönderme planına yargı engeli

Yayınlanma

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin Akdeniz’den alınan sığınmacıları Arnavutluk’a gönderme yönündeki tartışmalı planı, Roma göçmenlik mahkemesinin ilk göçmen grubunun açık denizde gözaltında tutulmasını reddetmesinin ardından ciddi bir darbe aldı.

Roma mahkemesinin göçmenlik bölümü verdiği kararda, Arnavutluk’ta tutulan ve aslen Bangladeş ve Mısır’dan gelen 12 erkek göçmenin, “gözaltına alınan kişilerin menşe ülkelerinin ‘güvenli ülke’ olarak tanınmasının imkansızlığı” nedeniyle “İtalya’ya götürülme hakkına sahip olduğuna” hükmetti.

Karar, Avrupa Adalet Divanı’nın bu ay aldığı ve ülkelerin sınır dışı edilmelerine karar vermek amacıyla “kısmen güvenli” olarak kabul edilemeyeceğine hükmeden yeni bir karara dayandırıldı.

Bir İtalyan yetkili 12 kişinin daha ileri işlemler için ülkeye getirileceğini doğruladı.

Karar, sığınmacı adaylarını Arnavutluk’taki toplama merkezlerinde tutma planını, Akdeniz’den düzensiz göçmen akınını azaltma vaadini yerine getirmenin bir yolu olarak lanse eden Meloni için önemli bir siyasi darbe oldu.

Meloni’nin dışında, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in “ders çıkarılması gereken bir örnek” olarak tanımladığı ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer’ın kısa süre önce Roma’da İtalyan liderden daha fazla ayrıntı istediği planı uluslararası alanda da büyük ilgi görmüştü.

Meloni: Güvenli ülke kararı yargıya değil, hükümete ait

Meloni, karardan duyduğu üzüntüyü dile getirdi fakat bunun sadece geçici bir aksama olacağını savundu. Lübnan’a yaptığı resmi bir ziyaret sırasında yaptığı açıklamada başbakan, “İtalyanlar benden yasadışı göçü durdurmamı istediler ve ben de elimden geleni yapacağım. Tüm Avrupa’nın İtalya’nın yapmaya çalıştığı bir şeye baktığı bir zamanda, her zaman olduğu gibi tekerleklere çomak sokmaya çalıştığımız için üzgünüm,” dedi.

Meloni, yeni yasal engellerin nasıl aşılacağını görüşmek üzere bugün (21 Ekim) günü acil bir kabine toplantısı düzenleyeceğini de belirtti.

Başbakan, “Hangi ülkelerin güvenli olup olmadığını belirlemenin yargıçların yetkisinde olduğunu sanmıyorum; bu hükümetin yetkisinde. Belki de hükümetin güvenli ülke ile neyin kastedildiğini daha iyi açıklığa kavuşturması gerekiyor,” ifadelerini kullandı.

Yeni kararname hazırlığı

Meloni hükümeti, Roma mahkemesinin kararının ardından, İtalya-Arnavutluk göç modelinin uygulanmasının önündeki yasal engelleri aşmak için güvenli ülkeler listesinde değişiklik yapılmasına yönelik bir kararname üzerinde çalışıyor.

Corriere della Sera’nın haberine göre Dışişleri, İçişleri ve Adalet bakanlıklarının hafta sonu kararname taslağını hazırladıkları ve güvenli ülkeler listesinin her altı ayda bir güncellenmesini önerdikleri söyleniyor.

Adalet Bakanı Carlo Nordio da pazar günü La Repubblica’ya verdiği mülakatta, “Güvenli ülke tanımı yargıya bırakılamaz; uluslararası hukuk çerçevesinde de olsa bu siyasi bir karardır,” dedi.

Sağcı koalisyondan mahkeme kararına tepki

Meloni’nin sağcı İtalya’nın Kardeşleri partisinden Senatör Lucio Malan, mahkemenin kalan 12 göçmeni İtalya’ya geri gönderme kararını “skandal” olarak nitelendirdi.

Senatonun dış ilişkiler komitesinde yer alan senatör, X’e yazdığı mektupta, “Bazı siyasallaşmış yargıçlar güvenli menşe ülke olmadığına karar verdiler. Yasadışı yollardan giriş yapanları gözaltına almak imkansızdır; yasadışı göçmenleri ülkelerine geri göndermek yasaktır. İtalya’nın sınırlarını ortadan kaldırmak istiyorlar: buna izin vermeyeceğiz,” diye ekledi.

Meloni’nin partisi tarafından yapılan basın açıklamasında da, yargının bir bölümü “siyasallaşmakla” ve “bu hükümete karşı çıkmaya” çalışmakla suçlandı.

Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini’nin partisi sağcı Lega ise, mahkeme kararını “kabul edilemez” olarak nitelendirdi.

İçişleri Bakanı Matteo Piantedosi cuma günü öğleden sonra düzenlediği basın toplantısında hükümetin karara bir üst mahkemede itiraz edeceğini söyledi.

Roma, Arnavutluk’taki merkezler için 60 milyon avro harcadı

İtalya, geçen çarşamba günü ilk 16 göçmenin gelişiyle resmen faaliyete geçen Arnavutluk merkezlerini inşa etmek ve donatmak için şimdiye kadar en az 60 milyon avro harcadı.

Meloni ve Arnavutluk Başbakanı Edi Rama arasında geçen yıl varılan anlaşma, İtalyan yetkililer sığınma taleplerini işleme koyarken İtalya’nın Arnavutluk’ta 3.000 kadar göçmeni tutacak iki göçmen gözaltı merkezi inşa etmesine izin verdi.

Anlaşmaya göre bu merkezlerde sadece İtalya’nın potansiyel geri dönüşler için “güvenli” kabul ettiği ülkelerden gelen sağlıklı yetişkin erkekler tutulacaktı.

Geçerli sığınma talepleri olduğu tespit edilenlere İtalya’da sığınma hakkı verilirken, yasadışı göçmen olduklarına karar verilenler hızlandırılmış bir süreçle menşe ülkelerine geri gönderilecek.

Son günlerde İtalyan yetkililer tarafından Akdeniz’de kurtarılan yüzlerce kişi arasından seçilen bu ilk gruptan dördü hemen Arnavutluk’ta tutulmaya uygun görülmedi ve ikisi reşit olmadığı düşünülerek, ikisi de tıbbi nedenlerle İtalya’ya götürüldü.

İtalya’nın “kısmen güvenli üçüncü ülkeler” kumarı

Merkezlerin açılışına hazırlanmak amacıyla İtalya bu yılın başlarında aralarında Bangladeş ve Mısır’ın da bulunduğu 22 ülkeyi, Mısır’daki siyasi muhalifler ve Tunus’taki LGBT bireyler gibi bazı istisnalar dışında, geri dönüşler için güvenli olarak belirlemişti.

İtalya’nın belirlediği ülkeler şunlardı: Arnavutluk, Cezayir, Bangladeş, Bosna Hersek, Kamerun, Cape Verde, Kolombiya, Gambiya, Gürcistan, Gana, Mısır, Fildişi Sahili, Kosova, Nijerya, Kuzey Makedonya, Karadağ, Fas, Peru, Senegal, Sırbistan, Sri Lanka, Tunus.

Bununla birlikte Avrupa Adalet Divanı, Avrupa hukukunun ülkelerin “kısmen güvenli” olarak sınıflandırılmasına izin vermediğine hükmetti ve bu da Roma mahkemesinin kararını şekillendirdi.

Bununla birlikte 2026 yılında yürürlüğe girecek olan yeni AB kuralları, ülkelerin bazı bölgeler veya bazı insan kategorileri için istisnalar dışında güvenli olarak tanımlanmasına izin verecek.

Financial Times’a konuşan bir AB diplomatı, İtalya’nın birliğin göç ve sığınma anlaşmasının bu bölümünün uygulanmasını ilerletmeye çalıştığını söyledi.

Ursula von der Leyen, bu hafta AB liderlerine gönderdiği bir mektupta, güvenli ülkeler konseptinin revizyonunu 2025’e kadar öne çekmeyi taahhüt etmişti.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Moldova’da seçimler: AB entegrasyonu karşıtları önde

Yayınlanma

Moldova’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk sonuçlara göre kesin bir kazanan çıkmazken, Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili yapılan referandumda, seçmenlerin çoğunluğu entegrasyona karşı oy kullandı.

Moldova’da sandıkların kapanmasının ardından yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kesin bir kazanan çıkmadı.

Ülkenin mevcut cumhurbaşkanı ve iktidardaki Eylem ve Dayanışma Partisi’nin (PAS) kurucusu Maya Sandu, Merkez Seçim Komisyonu’nun verilerine göre oyların yüzde 34,9’unu aldı.

Sandu’nun en büyük rakibi, muhalefetteki Sosyalist Parti’nin (PSRM) adayı ve eski başsavcı Aleksandru Stoianoglo, oyların yüzde 29,6’sını aldı.

Merkez sol Bizim Parti’nin lideri Renato Usatii ise yüzde 14,6 ile üçüncü sırada yer aldı. Seçime toplamda 11 aday katıldı ve katılım oranı yüzde 50’yi aştı.

Cumhurbaşkanlığı seçimiyle aynı anda Moldova’nın Avrupa Birliği’ne (AB) katılımı konusunda bir referandum da düzenlendi.

Seçmenlere “Moldova’nın AB’ye katılması için anayasanın değiştirilmesini destekliyor musunuz?” sorusu yöneltildi. Oylar “evet” veya “hayır” şeklinde değerlendirildi.

Oyların yüzde 41’inin sayılmasının ardından, çoğunluğun (yüzde 56,2) entegrasyona karşı oy kullandığı görüldü.

Anayasa değişiklikleri, ülkenin “Moldova halkının Avrupalı kimliği” ve Avrupa yöneliminin geri döndürülemezliğine ilişkin maddeler eklemeyi öngörüyor.

Ayrıca, AB mevzuatının Moldova iç hukukuna üstünlük tanıyacak şekilde anayasa hükmüne de eklenmesi planlanıyor.

Daha önce yalnızca Komünist Parti (PCRM) ve gözden düşmüş iş insanı İlan Şor’un kontrolündeki Rönesans Partisi, AB entegrasyonuna karşı kampanya yürütmüştü.

Şor, ülkeden 1 milyar dolar kaçırmakla suçlanarak gıyabında 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve şu anda Moskova’da yaşıyor.

Bu yılki seçimler ve referandum için Moldova yetkilileri, yurt dışında 231 seçim merkezi açarak bir rekora imza attı (önceki seçimlerde bu sayı 139’du).

Merkezlerin büyük kısmı İtalya, Almanya ve Fransa’da yer alırken, Rusya’da yalnızca Moskova’daki Moldova Büyükelçiliği’nde iki merkez açıldı.

Her bir seçim merkezine 5 binden fazla oy pusulası gönderilmedi. MSK, Rusya’daki “güvenlik tehditleri” nedeniyle merkez sayısının azaltıldığını açıkladı, ancak bu karar Moldova muhalefeti tarafından eleştirildi.

PSRM, Moldova Dışişleri Bakanlığı’nı, “ülke vatandaşlarının Rusya’da oy kullanmasını sabote etmekle” suçladı.

Moldova Rus Toplulukları Kongresi Başkanı Valeriy Klimenko ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Duma’yı oylama sonuçlarını tanımamakla tehdit etti.

Şor, TASS‘a verdiği demeçte, Moldova makamlarının Rusya’da yaşayan Moldovalıları ülkenin sosyal ve siyasi hayatından kasten dışladığını belirtti.

Rusya Devlet Başkanlığı Ekonomi ve Kamu Yönetimi Akademisi (RANEPA) Sosyal Analiz ve Tahmin Enstitüsü tarafından 2022 yılında yapılan araştırmaya göre, 76 binden fazla Moldova vatandaşı Rusya’da yaşıyor. Moldova diasporasının bir temsilcisi olan Nikolay Pogonets ise Rusya’daki Moldovalıların sayısını 300 bin olarak tahmin etti.

Tanınmayan Transdinyester bölgesinde yaşayanlar da seçimlerde ve referandumda oy kullanabildi.

MSK, Dinyester Nehri’nin sağ kıyısında bulunan Dubasari bölgesinde 30 seçim merkezi açtı.

Oylamadan kısa bir süre önce, Transdinyester Cumhuriyeti Başkanı Vadim Krasnoselskiy, Moldova pasaportu taşıyan bölge sakinlerinin oy kullanmasına engel olunmayacağı garantisini verdi.

Cumhurbaşkanı Sandu, kampanyasında ülkenin Avrupa entegrasyon sürecindeki başarılarına vurgu yaptı.

Onun döneminde Kişinev, 2022’de AB üyeliği için başvurdu ve Aralık 2023’te AB Konseyi, Moldova ile katılım müzakerelerini başlattı.

Sandu, rakipleri Stoianoglo ve Usatii ile televizyonda tartışmaya katılmayı reddetti. Bu kararını, kendisine göre Şor’un vekili olan adaylarla tartışmak istememesiyle açıkladı.

Gutsul’un ikinci Moskova zirvesi, Sandu’nun AB bayraklı gizli ziyareti: Gagavuzya’da son durum

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English