Dünya Basını
Saldırı, Hamaney’in “stratejik sabrını” zorluyor

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz haber, İsrail’in dün düzenlediği ve İranlı üst düzey bir general dahil 7 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırının hedefleri ve muhtemel sonuçlarına odaklanıyor:
***
İsrail, İran’ın asker-diplomatlarına savaş ilan etti
Ali Hashem ve Mohammad Ali Shabani
İsrail’in İran’ın Şam’daki diplomatik misyon olarak tanımladığı binayı bombalaması ve Devrim Muhafızları’nın Levant’taki en üst düzey komutanı Muhammed Rıza Zahedi’yi öldürmesi, çok boyutlu yankıları olan büyük bir tırmanış.
Oyunun kuralları değişiyor
Saldırı, hukuki ve operasyonel açıdan, diplomatik personel ve binaları koruyan uluslararası normlar hakkında büyük soru işaretleri yaratıyor. İran, büyükelçiliğin yanında bulunan ve hedef alınan binayı, büyükelçinin konutunu da barındıran bir konsolosluk olarak tanımladı. İsrailli kaynaklar binanın İran Devrim Muhafızları Ordusu’na (DMO) bağlı Kudüs Gücü mensuplarının, Filistin İslami Cihadı ile görüştüğü sırada bombalandığını belirtiyor. Eğer bina diplomatik bir misyon olarak tanınıyorsa, böyle bir toplantı uluslararası sözleşmeler kapsamında korunur.
Daha da önemlisi, İsrail geçen aylarda DMO’ya ait tüm hedeflerin, çifte diplomatik kimliklerine bakılmaksızın meşru hedef olduğunun sinyalini verdi.
Yardımcısı ve diğer beş subayla birlikte öldürülen Zahedi’nin İran’ın Şam Büyükelçiliği’nde personel olarak akredite olduğu söyleniyor. Geçen yılın sonlarında şüpheli bir İsrail operasyonunda öldürülen Lübnan ve Suriye’deki bir önceki Kudüs Gücü ikinci komutanı Seyyid Razi Musavi de ikinci diplomatik danışman rütbesine sahipti. İsrail oyunun kurallarını değiştireceğinin sinyallerini verirken İran geçmiş varsayımlarında ısrar ediyor.
İsminin açıklanmaması kaydıyla konuşan Arap ve İranlı kaynaklar Amwaj.media’ya, suikasttan önceki günlerde, yaklaşan bir tehdide dair sinyaller nedeniyle Musavi’ye “Şam konsolosluğunda” kalması talimatı verildiğini söyledi. Bu, binanın saldırılardan muaf olduğu varsayımına dayanıyordu. Nihayetinde Musavi binadan ayrılıp güneydeki Seyyide Zeynep banliyösüne gittikten bir saat sonra öldürüldü.
Hizbullah-DMO bağlantısına saldırı
İran’ın Suriye’deki misyonunun ayırt edici yönlerinden biri de yüksek profilli kayıpların sayısı. Şubat 2013’te İran Devrim Muhafızları komutanı Hasan Şateri Şam-Beyrut yolunda öldürüldü. Tahran hemen İsrail’i suçladı. İki yıl sonra, 2015’in başlarında, üst düzey askeri komutan Muhammed Ali Allahdadi, İran’dan birkaç subay ve Lübnan Hizbullahı üyeleriyle birlikte İsrail’in hava saldırısında hayatını kaybetti.
Ancak Suriye’de yüksek rütbeli subayların öldürülmesi yeni bir şey olmasa da Ekim 2023’te Gazze savaşının patlak vermesinden bu yana İsrail’in şüpheli suikastlarının hızı arttı.
Uzmanlar, Devrim Muhafızları’nın Levant’taki ikinci komutanı Musavi’ye yönelik saldırının, ABD’nin eski Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’yi öldürmesi ve İsrail’in Hizbullah’ın askeri şefi İmad Muğniye’yi hedef almasıyla eşdeğer olduğunu söylüyor. Musavi, İran liderliğindeki güçlerin Suriye ve Hizbullah’a girişini ve silah sevkiyatını kolaylaştırmaktan sorumluydu. Tahran bu olayın şokunu yaşarken, birkaç hafta sonra İsrail’in bir başka şüpheli hava saldırısında Kudüs Gücü’nün Suriye’deki istihbarat yardımcısı öldürüldü.
Şam’daki en kıdemli Kudüs Gücü subayı olan Zahedi’nin suikastına gelelim. Amwaj.media’ya bilgi veren kaynaklar, 2000’li yılların ortalarında Lübnan’a gelen Zahedi’nin kısa sürede Hizbullah içinde güçlü bir ağ kurduğunu söyledi. Zahedi, Hizbullah’ın Şura Konseyi’nin Lübnanlı olmayan tek üyesi konumuna yükseldi. Bir Arap kaynağa göre, aynı zamanda hareketin Cihat Konseyi’nde Devrim Muhafızları’nın delegesi olarak görev yaptı ve etkili bir “veto yetkisine” sahip oldu.
Zahedi’nin yerine 2014’te üst düzey DMO subayı Muhammed Hejazi getirilmiş olsa da Hejazi 2020’nin sonlarında hastalanınca Zahedi geri döndü. Ertesi yıl, dönemin Suriye’deki DMO operasyonlarının başındaki isim olan Mustafa Cevad Gaffari tartışmalı koşullar altında geri çağrılınca Zahedi rütbesini yükseltti. Bir gecede tüm Levant bölgesindeki en üst düzey Kudüs Gücü subayı oldu.
Dolayısıyla Zahedi gibi bir ismin öldürülmesi sadece İran’a yönelik doğrudan bir saldırı değil. Bu aynı zamanda Hizbullah ve Devrim Muhafızları arasındaki bağın kilit bir unsuruna yönelik bir saldırı ve bölgedeki Kudüs Gücü komuta ve kontrolünü hedef alan suikastlar modeliyle uyumlu.
Daha büyük resim
İsrail’in şüpheli son saldırısı aynı zamanda Ayetullah Ali Hamaney’i harekete geçmeye zorlama çabası. İran’ın dini lideri şu ana kadar Suriye’deki üst düzey suikastlara misilleme yapmayı reddetti. Zahedi’nin ölümü İran’ı aceleci bir tepki vermeye zorlarsa -özellikle de doğrudan ve aşırı olursa- Gazze savaşının bölgeye gerçekten yayılmasına giden yolu açabilir. Tahran, odağı Filistinlilerden İran’a ve ‘Direniş Ekseni’ olarak bilinen bölgesel ittifak ağına kaydıracağı için böyle bir yaklaşımdan kaçınıyor.
Daha geniş çaplı bir çatışma uzak görünse de bölge şimdiden yolu yarılamış durumda. Geçen sekiz hafta boyunca Irak ve Suriye’de Eksen ile ABD arasında, ocak ayı sonunda Ürdün’de Amerikan askerlerinin öldürülmesinin ardından sağlanan bir ateşkes vardı. Ancak bu ateşkes sallantıda ve Joe Biden yönetiminin Bağdat’ın kalbinde üst düzey Iraklı komutanları öldürmeye hazır olduğunu göstermesinin ardından yapılmıştı. Yemen’de İngiliz ve ABD güçleri aylardır Husiler olarak bilinen Ensarullah hareketinin mevzilerini bombalıyor.
Bu dinamikler İran ve ABD’nin bölge çapında bir çatışmadan çıkarları olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, iki taraf geçen aylarda İran’ın protestoları kanlı bir şekilde bastırması ve Rusya’ya silah satışı konusundaki görüş ayrılıklarını bir kenara bırakıp gizlice görüştüler. Konuyla ilgili bilgi sahibi üst düzey diplomatik ve siyasi kaynaklar, Amwaj.media’ya bu görüşmelerin devam ettiğini ve Umman’daki toplantıların ötesinde çoklu kanallar aracılığıyla yürütüldüğünü belirtti. Diyaloğun, özellikle ABD’de seçimlerin yapıldığı bir yılda, dönüşümcü bir şeye evrilmesi pek olası değil. Ancak gerilimi azaltmaya yönelik isteğin gerçek olduğunu kanıtladı.
Ancak Biden yönetiminin İsrailli müttefikinin eylemlerini dizginlemeye yönelik bir çabası olmadığından, Hamaney provokasyonlara yanıt vermesi için artan bir baskı altında. Dini lider, tekrarlanan kışkırtmalar karşısında “stratejik sabır” gösterdi. İran’da liderlik değişimi yaşanırken ve Tahran’daki bazı muhafazakârlar daha iddialı bir dış politika çağrısında bulunurken, riskler daha yüksek olamazdı.
İran-ABD arasındaki gerilimi azaltma çabalarını hedef almanın yanı sıra İsrail’in bölgede Devrim Muhafızları’na savaş ilan etmesi, Hizbullah ile Körfez Arap ülkeleri arasında Suriye’nin arabuluculuğunda gerçekleştiği söylenen yakınlaşmayı da sabote etmeye yönelik olabilir.
Amwaj.media’nın daha önce bildirdiği üzere, üst düzey bir Hizbullah yetkilisi geçen günlerde Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) ziyaret etti. Kamuoyu önünde gerçekleşen bu nadir ziyaret Lübnanlı tutukluların serbest bırakılmasına odaklanmıştı. Bununla birlikte, Hizbullah ile BAE arasındaki ilişkilerde Suriye’nin arabuluculuk rolü üstleneceği iddiasıyla daha geniş siyasi meselelerin de gündeme geldiği söyleniyor.
Nihayetinde, bilgi sahibi Arap kaynaklar, Amwaj.media’ya Lübnanlı tutuklular konusundaki angajmanın Körfez Araplarının Hizbullah’la normalleşmesine yönelik bir ilk adım olabileceğini belirtti. Bu bağlamda üst düzey Hizbullah ve BAE yetkilileri arasında Şam’da “birkaç toplantı” yapıldığı bildiriliyor.
Geleceğe bakış
İran geçmiş yıllarda Suriye’deki ABD güçlerine yerel müttefikleri aracılığıyla misilleme yaparak İsrail’in hava saldırılarını caydırmaya yönelik stratejik bir mantık kurmaya çalıştı. Hava saldırılarını önlemede başarısız olmanın ötesinde, bu formül Irak ve Suriye’de Eksen ile ABD arasındaki mevcut ateşkesle altüst oldu.
Tahran’da karar alma mekanizması hakkında bilgi sahibi olan ve isminin açıklanmaması kaydıyla konuşan bir siyasi yetkili Amwaj.media’ya şunları söyledi: “Karşılık vermek için çeşitli seçenekler var. İsrail içindeki bir bölgeye füze atılmasını pek olası görmüyorum. Ancak İsrail’in diplomatik merkezleri, İran’ın sorumluluk üstlenmeyeceği bir operasyon için gerekli imkanların olduğu yerlerde -ilgili ülkeyle ilişkilere dair siyasi mülahazalar da göz önünde bulundurularak- saldırı olabilir.” Kaynak ikinci seçeneği daha yaygın bir eylem olarak tanımlıyor ve “asıl mesele İran ve İsrail’in nasıl karşılık vereceklerini anlamalarıdır” dedi. Kaynak sözlerini şöyle sürdürdü: “Yani sizin ve benim için net olmayan ama her iki taraf için de kesinlikle net olan bir yanıt olabilir.”
Tahran’daki kaynak üçüncü seçeneğin ise İran’ın anında karşılık vermekten kaçınması olabileceğini vurguladı. Kaynak, özellikle İsrail’in diplomatik temsilcilikleri alarm halindeyken ve Lübnan sınırındaki İsrail güçleri hazır durumdayken İranlıların bekleyebileceğini belirtti. “Hemen karşılık vermek istemiyor olabilirler, İsraillileri diken üstünde tutarak yormak ve gardları düştüğünde saldırmak istiyor olabilirler.” Sözlerini şöyle tamamladı: “Benim görüşüme göre, belirli bir yanıt kararlaştırılmadı ve eğer böyle bir karar varsa, bunu önümüzdeki iki gün içinde uygulamaları da pek olası değil. Aksine, İsrail’i alarm durumunda tutarak önce onu yormaya çalışacaklardır.”
İran Dışişleri Bakanı’nın ABD’ye “önemli bir mesaj” gönderildiği iddiasına atıfta bulunan ikinci bir siyasi yetkili, Amwaj.media’ya yaptığı açıklamada Tahran’ın İsrail’in tırmanışı karşısında Washington’dan daha aktif bir rol beklediğini söyledi: “ABD sürekli olarak İran’dan gerilimi düşürmesini istediği için İran, ABD İsrail’i durdurmazsa çabalarının sona ereceği ültimatomunu veriyor.” İranlı kaynak, Tahran’ın Zahedi’nin öldürülmesine “doğrudan yanıt vermeyeceğini”, herhangi bir misilleme eyleminin muhtemelen “dolaylı” olacağını vurguladı. İslam Cumhuriyeti’nin Suriye’de dayatmaya çalıştığı stratejik mantık göz önünde bulundurulduğunda, bu durum Eksen ile ABD arasındaki ateşkes üzerinde baskı yaratabilir.
Dikkate alınması gereken başka karmaşıklıklar da var. Bazı bölgesel gözlemcilere göre İran’ın karşılık vermemesi hem Eksen’e hem de İsrail’e Tel Aviv’in örneğin Hizbullah’ın lider kadrosunu herhangi bir sonuçtan korkmadan hedef alabileceği mesajını verebilir. Böyle bir ortam, İran liderliğindeki ittifak ağında çatlaklar ve gerilimlere neden olarak bölge için daha fazla istikrarsızlık yaratabilir.
Son olarak, İslam Cumhuriyeti bölgedeki saldırılar ile nükleer programına yönelik operasyonları birbirinden ayırma tercihinden vazgeçmek zorunda hissedebilir. İran, bölge dışı eylemlerin potansiyel maliyetlerinin, faydalarından daha ağır bastığı sonucuna varırsa, bir baskı taktiği olarak nükleer gerilimi tırmandırmayı benimseyebilir. Böyle bir tepki sadece ABD ile gerilimi azaltmayı baltalamakla kalmayacak aynı zamanda nükleer ve bölgesel dosyalar arasındaki duvar nihayet yıkılacağı için tehlikeli bir emsal teşkil edecektir.
Dünya Basını
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız, Steven D. Grumbine tarafından kaleme alınan metin, teknik terimlerin ve nötralize edilmiş kavramların egemenliğindeki iktisat yazınında, paranın sınıfsal doğasını ve politik işlevini görünür kılarak iktisadı “yeniden” siyasileştirme çağrısı yapıyor. Grumbine bu kısa makalesiyle, Modern Para Teorisi’nin devletin sınıfsal karakterinden soyutlanarak araçsallaştırılmasına karşı, parasal egemenliğin ancak ve ancak sınıf mücadeleleri içinden devrimci bir imkâna dönüşebileceğini anımsatarak, teknik iktisat jargonu ardına gizlenmiş sınıf savaşımını teşhir ediyor. Kemer sıkma politikalarının, işsizliğin ve enflasyon korkularının nesnel değil, ideolojik ve sınıfsal tercihlerle inşa edildiğini göstermesi bakımından, akademik nötralitenin ötesine geçen ve hâkim iktisat anlayışlarına doğrudan meydan okuyan bir nitelik taşıyor.
Sınıf Mücadelesinden Yoksun Modern Para Teorisi, Muhasebeden İbarettir
Steven D. Grumbine
Real Progressives
11 Haziran 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Solun iktisat eğitimi uzun süredir iki ölümcül eksiklikten mustarip: Anaakım iktisadın kemer sıkma mitleri ile ortodoks Marksizmin meta-para fetişizmi. Pavlina Tcherneva’nın The Case for a Job Guarantee [İş Garantisi Savunusu] (2020) adlı çalışmasında gösterdiği üzere, hâkim sınıflar işsizliği, işçi gücünü ve ücretleri baskılamak amacıyla bir disiplin aracı olarak kasıtlı biçimde sürdürür, ki bu da, “kıtlığın” iktisadi bir zorunluluktan ziyade siyasal bir inşa olduğunun somut kanıtıdır. Öte yandan, Marx’ın siyasal iktisat eleştirisi (Kapital, Cilt 1, 1867) temel metin olmayı sürdürdüğü için, birçok sosyalist onun emek-değer kuramını yanlış biçimde uygulayarak parayı meta değişimiyle özdeşleştirmekte ve devlet tarafından yaratılan itibari paranın modern gerçekliğini göz ardı etmektedir. Bu kuramsal kargaşa, devrimci potansiyeli felce uğratmıştır.
Kapitalist devletin parasal egemenliği, Stephanie Kelton tarafından Deficit Myth [Bütçe Açığı Efsanesi] (2020) eserinde etraflıca açıklandığı gibi, kemer sıkma politikalarının sınıf savaşımından başka bir şey olmadığını ortaya koyar. Nitekim para basma yetkisine sahip hükümetler, mali değil, fiziksel kaynak kısıtlarıyla karşı karşıyadır (Mitchell, Wray & Watts, Makroekonomi, 2019). Wynne Godley’nin sektörel denge yaklaşımının (Seven Unsustainable Processes, 1999) matematiksel olarak kanıtladığı üzere, politikacılar trilyon dolarlık askeri bütçeleri onaylarken “evrensel sağlık hizmetini karşılayamayız” dediklerinde, muhasebe hatası yapmıyor, sınıf önceliklerini dayatıyorlar. “Ulusal borç” denilen şey ise, gerçekte egemen sınıfa aktarılan reel kaynakların finansal yansımasından ibaret.
Ne var ki, seçim illüzyonlarını doğru şekilde reddeden Marksistler arasında dahi tehlikeli iktisadi yanılgılar varlığını sürdürüyor. Soldaki enflasyon fobisi, sıklıkla Godley’nin temel öngörüsünü, yani fiyat istikrarının soyut para arzından değil, reel üretim ile talep arasındaki dengeden kaynaklandığı gerçeğini, göz ardı eder. Şili oligarşisi Allende’yi devirmek için kasıtlı olarak kıtlık yarattığında, Marx’ın veciz sözünü (“Modern devletin yürütme organı, tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir”, Komünist Manifesto, 1848) teyit etmiş oldu. Randy Wray’ın Modern Money Theory [Modern Para Teorisi] (2015, 2024) eseri, itibari paranın değerini herhangi bir metaya bağlı olmaktan değil, devletin vergi toplama ve dayatma otoritesinden aldığını ortaya koyar, yine de bazı sosyalistler hâlâ altın standardını veya emek bonolarını savunmakta, mevcut parasal sistemi ele geçirmek yerine ütopyacılığa sığınmaktalar.
Tcherneva ile Mitchell & Muysken (Full Employment Abandoned, [Tam İstihdamın Terk Edilişi] 2008) tarafından geliştirilen İş Garantisi (JG) önerileri, kapitalizm altındaki reformun diyalektik doğasını açığa çıkarır: Mevcut sistem içinde uygulandığında, JG, basitçe ücret disiplinini dayatmanın bir aracına dönüşebilir [çünkü] ancak işçilerin denetimi altında, işsizler ordusu tamamen ortadan kaldırılabilir. Bu çelişki, MMT’nin tüm içgörülerinin belirleyici özelliğidir – yani bu içgörüler, yalnız ve yalnız sermayenin yapısal gücünü kıracak denli güçlü hareketlerin elinde devrimci bir niteliğe kavuşabilirler. Gramsci’nin kültürel hegemonya kuramı (Hapishane Defterleri, 1935), burjuvazinin kapitalist ilişkileri doğal ve kaçınılmaz göstermek yoluyla denetimi nasıl kurduğunu ve sürdürdüğünü açıklar.
Tarihin dersi açıktır. Wray’in belgelediği gibi, 1930’ların işyeri grevleri, politika belgeleriyle değil, Ulusal Çalışma İlişkileri Yasası imzalanana kadar fabrikaların fiziksel işgali yoluyla kazanılmıştır. Mitchell’in savaş sonrası tam istihdam üzerine yaptığı çalışmalar, tam istihdamın yalnızca militan ve mücadeleci sendikaların grev kapasitesini koruduğu sürece var olabileceğini kanıtlamıştır. Gramsci’nin kültürel hegemonya anlayışını ve Godley’nin sektörel denge analizini içselleştirmiş günümüzün finansallaşmış oligarşisi, artık çok daha rafine baskı biçimlerine başvuruyor: Algoritmik ücret gaspı, finans piyasasına endekslenmiş konut hakkı ve her yere sirayet eden borç köleliği. Kelton haklı, tüm toplumsal ihtiyaçlara yetecek para mevcut; Tcherneva ispatladı, işler derhal yaratılabilir; ve Marx haklıydı, sermaye ayrıcalığını asla gönüllü olarak terk etmeyecek.
Dolayısıyla görevimiz “MMT politikalarını uygulamak” değil, ürettiğimiz artık değeri denetleyebilecek işçi sınıfı gücünü inşa etmektir. Mitchell’in JG modelleri, ancak kendiliğinden grevlerle birleştiği bir durumda devrimci nitelik kazanır. Wray’ın parasal analizi yalnızca kredinin spekülasyondan toplumsal ihtiyaçlara yönlendirilmesi söz konusu olduğunda önem arz eder. Gramsci’nin öğrettiği gibi, hem anlık mücadelelerin “siperlerinde” (kira grevleri, borçların reddi) hem de ideolojinin “katedralinde” (paranın sınıfsal bir silah olarak teşhiri) eş zamanlı savaşmalıyız. Kelton’un bütçe açığı gerçekleri ile Marx’ın artık-değer kuramı tek bir talepte kesişiyor: Mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek. Seçimlerle falan değil- 1917, 1936 ve 1968’de olduğu gibi sermayeyi tir tir titreten örgütlü bir güçle.
Para, işçilere karşı oynanan hileli bir oyunda burjuvazinin skor tablosudur. Tcherneva’nın JG planları, Godley’nin sektörel denge analizleri ve Wray’ın vergi temelli para teorisi, başka bir dünyanın teknik olarak mümkün olduğunu gösteriyor. Fakat Marx’ın dediği gibi, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa asıl mesele onu değiştirmektir.” Değiştireceğiz: Grev hatlarımız onların polislerini sayıca aştığında, direnişlerimiz onların rezervlerini tükettiğinde ve dayanışmamız yeni bir kültürel hegemonya haline geldiğinde. Fabrikalar âtıl halde, işçiler hazır bekliyor; bizi engelleyen tek şey sermayenin şiddet tehdidi. O şiddeti tarihin çöplüğüne yollayalım.
Dünya Basını
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor

Çin İran’ı destekliyor, İsrail’i kınıyor. Pekin’in tepkisi eskisinden daha güçlü ve daha doğrudan.
James Palmer, Foreign Policy dergisinin yardımcı editörü
17 Haziran 2025
Çin, devam eden İran-İsrail çatışmasında tavrını ortaya koydu. Cumartesi günü, Dışişleri Bakanı Wang Yi, İsrailli mevkidaşına yaptığı telefon görüşmesinde, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının “kabul edilemez” ve “uluslararası hukuka aykırı” olduğunu söyledi.
Wang, İranlı mevkidaşına “İran’ın ulusal egemenliğini korumak, meşru hak ve çıkarlarını savunmak ve halkının güvenliğini sağlamak” için destek teklif etti. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping salı günü yaptığı açıklamada bu yorumları yineledi. Çin’in tepkisi, geçen sonbaharda İran ile İsrail arasında yaşanan çatışmaya verdiği tepkiden daha sert ve doğrudan.
Çin, İran’ın da üyesi olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) aracılığıyla İsrail’in son saldırılarını kınayan bir bildiri yayınlamak da dahil olmak üzere diplomatik kaynaklarını seferber etti. Bu, İsrail ile güçlü silah ticareti bağları olan ve bildirinin hazırlanmasında danışılmayan ŞİÖ üyesi Hindistan’ın tepkisini çekti.
İran, son yıllarda Çin’e yakınlaştı. İki ülke, askeri tatbikatlarda düzenli olarak işbirliği yapıyor ve 2021’de ekonomik, askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması imzaladı. İran’ın petrol ihracatının yüzde 90’ından fazlası Çin’e gidiyor. İran, yaptırımları tetiklememek için Batı bankalarını ve nakliye hizmetlerini atlatmak için bir dizi dolanma yöntemi kullanıyor ve yuan cinsinden işlemler yapıyor.
İsrail, İran’ın petrol endüstrisini bozmayı başarırsa, bu Çin için acı verici olabilir. Ancak İran, Çin’in altıncı en büyük tedarikçisi olduğu için Çin bu darbeyi absorbe edebilecektir.
Çin, güçlü açıklamasına rağmen İran’a retorik destekten öteye geçmesi olası değildir. Çin, Orta Doğu meselelerine daha fazla karışmak istememekte, bunun yerine ABD’nin dikkatinin dağılmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Washington’daki şahinler, Çin-İran ilişkilerini olduğundan daha güçlü göstermeye çalışmaktadır; ancak İran, Çin’in temel çıkarları açısından nihayetinde marjinal bir ülkedir.
Çin müdahale ederse, muhtemelen İran’a, Tahran’ın geçmişte tehdit ettiği gibi Hürmüz Boğazı’nı gemilere kapatmaması için baskı yapmak olacaktır. Çin’in ana petrol tedarikçisi Rusya olsa da, Çin’in petrol ithalatının yaklaşık yarısı Körfez ülkelerinden gelmektedir. Boğazın kapatılması ve bunun sonucunda enerji fiyatlarında yaşanacak artış, zaten zor durumda olan Çin ekonomisi için acı verici olacaktır.
Çin, 2023’te İran-Suudi Arabistan uzlaşmasında oynadığı arabuluculuk rolünü temel alarak barış elçisi olarak hareket etme umudunu taşıyor olabilir. Ancak İsrail’in Çin’i tarafsız bir arabulucu olarak kabul etmesi zor görünüyor. Çin-İsrail ilişkileri, hem Çin’in Filistin yanlısı tutumu hem de Çin internetinde antisemitizm patlamaları nedeniyle İsrail-Hamas savaşı sırasında bozuldu. Anlaşma için Çin’e başvurmak, huysuz bir ABD başkanını kendinden uzaklaştırma riskini de beraberinde getirecektir.
Çin için İran-İsrail çatışmasının bir avantajı, savunma teknolojisi için yeni pazarlar olabilir. Pakistan, Hindistan ile son çatışmasında beklentileri aştı. Bu başarı, büyük ölçüde Çin sistemlerinin kullanılmasına bağlanıyor: J-10C savaş uçağı, bu çatışmada ilk kez savaşta test edildi ve hava savunma sistemi de çoğunlukla Çin yapımı.
Şu ana kadar İsrail, İran’ın eski hava savunma sistemleri ve hava kuvvetleri üzerinde hakimiyet kurdu ve bu durumu düzeltmek, Tahran’ın biraz nefes alması halinde gündeminin üst sıralarında yer alacak. Orta Doğulu alıcılar önceden J-10’lara şüpheyle yaklaşıyordu, ancak İran mevcut çatışma öncesinde ilgi gösteriyor gibi görünüyordu.
Çin bir zamanlar İran’ın önemli silah ortağıydı, ancak iki ülke 2005’ten bu yana yeni bir anlaşma imzalamadı. Bu durum şimdi değişebilir.
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
Dünya Basını
INSS: İran dış tehdide karşı kenetlenmiş görünüyor

İsrail’in güvenlik bürokrasisine yakınlığıyla bilinen, Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren yarı resmî düşünce kuruluşu INSS (Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü), İsrail-İran savaşının gidişatına dair bir değerlendirme yayımladı. İsrail ordusunda 20 yıldan fazla İran uzmanı olarak görev alan, INSS İran ve Şii Ekseni Araştırma Programı Direktörü Dr. Raz Zimmt tarafından kaleme alınan analiz, Tahran’ın savaşta geldiği kritik eşik, İran’ın nükleer altyapısına ve komuta sistemine verilen zarar, İran yönetiminin dayanıklılığı ve önündeki seçeneklere odaklanıyor.
“İran’a Karşı Kampanya: Durum Değerlendirmesi, İkilemler ve Sonuçlar” başlıklı analizde Zimmt, savaşın nasıl sona erebileceğine dair üç olası senaryo üzerinde duruyor. Analiz, hem İran’ın kırılganlıklarını hem de İsrail’in askeri kazanımlarını sürdürme konusunda karşı karşıya olduğu stratejik riskleri ortaya koyarken, ABD’nin pozisyonunun belirleyici rolüne dikkat çekiyor. INSS, savaşın sona erme biçiminden bağımsız olarak İsrail’in uzun vadeli bir “İran tehdidine” karşı hazırlıklı olması gerektiğini vurguluyor.
Makaledeki değerlendirmelerin büyük ölçüde İsrail’in resmî güvenlik bakış açısını yansıttığı ve ülkede uygulanan askeri sansür nedeniyle, İran saldırılarının İsrail’e verdiği zararın kapsamının olduğundan düşük gösterilmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalı.
***
İran’a karşı yürütülen savaş: Durum değerlendirmesi, ikilemler ve olası sonuçlar
Dr. Raz Zimmt
İsrail ile İran arasındaki çatışmaların başlamasından üç gün sonra, İran kritik bir dönüm noktasına yaklaşmış durumda. Bu durum, İsrail’in İran’ın stratejik varlık ve kabiliyetlerine ciddi zararlar veren yoğun ve sürekli saldırılarının ardından gelişti. Tahran açısından tablo karmaşık ve çok boyutlu. Bir yandan, İran’ın üst düzey askeri liderliğini hedef alan saldırılarla ciddi bir darbe aldığı görülüyor. Bu saldırı, sadece stratejik bir sürpriz ve ulusal bir aşağılanma olmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’in İran rejiminin güç merkezlerine sızma yeteneğini de bir kez daha gözler önüne serdi. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) komutanı, istihbarat ve operasyon birimlerinin başkanları ile IRGC Hava-Uzay Kuvvetleri komutanının öldürülmesi, Tahran’ın bu askeri kampanyayı etkin biçimde yönetme kapasitesini geçici olarak sekteye uğrattı.
Son günlerde, İsrail Hava Kuvvetleri İran’ın nükleer programına yönelik saldırılarla operasyonel başarılar elde etmeyi sürdürdü. Bu saldırılar Natanz zenginleştirme tesisine kısmi (tam değil) zarar verirken, nükleer silah geliştirme programıyla bağlantılı olduğu düşünülen ve bu programın gelişiminde kilit rol oynayan ondan fazla bilim insanının hedef alınıp öldürülmesini de kapsıyor. Ayrıca, İran’ın askeri ve güvenlik altyapısı da İsrail tarafından hedef alındı: komuta merkezleri, füze ve hava savunma sistemleri, IRGC’nin istihbarat ağı ve bazı stratejik enerji tesisleri. Saldırıların devam etmesi, İran’ın komuta-kontrol sistemini zayıflatabilir ve rejimin iç sorunları yönetme kabiliyetini giderek aşındırarak genel istikrarını tehdit edebilir.
Öte yandan, İranlı yetkililer sınırlı da olsa bazı kazanımlara işaret edebiliyor. Her ne kadar nükleer program zarar görse de bu zarar henüz kritik düzeyde değil, özellikle de Fordow zenginleştirme tesisinin hâlâ sağlam. Ayrıca rejimin iç istikrarı açısından şu an ciddi ve acil bir tehdit söz konusu değil. İran liderliği dış tehdide karşı birlik, kararlılık ve canlılık mesajı vererek kenetlenmiş görünüyor. Rejime yönelik halkın duyduğu memnuniyetsizlik inkâr edilemez ancak bu aşamada halktan rejime yönelik aktif bir direniş gözlenmiyor. İsrail saldırılarında zarar gören yerleşim bölgelerine ait yıkım görüntüleri ise paradoksal biçimde iç dayanışmayı artırarak milli birlik duygusunu pekiştirmiş görünüyor.
Ayrıca İran, İsrail’in iç cephesine de sınırlı düzeyde zarar vermeyi başardı. Her ne kadar bu zarar kapsam açısından büyük olmasa da İran hükümeti ve medyası bu saldırıların belgelerini kullanarak psikolojik direnç ve uzun vadeli stratejik denge anlatısını güçlendirmeye çalışıyor. Bu söylem, İslam Cumhuriyeti’nin hem direnme hem de zamanla İsrail’e zarar verebilme kapasitesine sahip olduğunu vurguluyor.
İran liderliğinin bu savaş sonrası dönemde bazı temel kazanımları korumayı hedeflediğini değerlendirmek makul olur:
-Rejimin hayatta kalması; iç ve dış tehditlere karşı en öncelikli mesele olarak görülüyor;
-Nükleer programın devamlılığı; rejimin varlığını sürdürmesi için bir tür “sigorta poliçesi” olarak algılanıyor;
-Gelecekteki güvenlik tehditleriyle mücadele edebilmek için gerekli olan füze sistemleri, istihbarat altyapısı ve komuta-kontrol ağları gibi stratejik varlıkların muhafazası.
Tahran’ın bu temel hedefleri sürdürebilme yetisi, önümüzdeki haftalarda savaşın nasıl yönetileceği, ne zaman sona erdirileceği ve savaş sonrası bir düzenlemeye gidilip gidilmeyeceği ya da nükleer stratejide bir değişiklik yapılıp yapılmayacağı gibi kararları belirleyecek.
Şu an itibariyle İran, savaşın yürütülmesine odaklanmış durumda; İsrail saldırılarının etkisini en aza indirirken İsrail’e azami zarar vermeye çalışıyor. Ancak savaş devam edip kayıplar arttıkça, Tahran liderliği önünde birkaç önemli seçenek bulacak:
-Mevcut çatışma biçimini sürdürerek İsrail’i uzun bir yıpratma savaşına çekmek;
-Politik bir düzenlemeyle savaşı sonlandırmaya çalışmak;
-Gerilimi daha da tırmandırarak Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan (NPT) çekilmek ya da gizli bir tesiste nükleer silah geliştirme hamlesine girişerek uluslararası müdahaleyi tetiklemek ve bu yolla savaşı durdurmak.
Savaşı sürdürmek İran’a İsrail’in iç cephesini hedef almaya devam etme fırsatı tanıyabilir, fakat aynı zamanda giderek ağırlaşan bir tahribatı da göğüslemesini gerektirir ki bu da stratejik varlıklar, kritik altyapı ve nükleer kabiliyetlerin başka unsurlarını tehlikeye atabilir. Zamanla bu tür kayıplar, İran’ın savaş sonrası korumak istediği başarıları güvence altına alma kapasitesini zayıflatabilir. Ayrıca İran’ın mevcut füze ateşleme temposunu sürdürebilme kapasitesi belirsizliğini koruyor. Eğer özellikle de İsrail’in operasyonları kabiliyetlerini daha da aşındırdıkça “savaş ekonomisine” geçmeye zorlanırsa İran’ın İsrail’in hava savunma sistemlerine anlamlı bir tehdit oluşturma gücü azalabilir ve bu da yalnızca zaman zaman yapılacak dağınık saldırılara indirgenebilir.
İran’ın savaşı sona erdirme ve müzakerelere dönme yönünde bir karar alması, İsrail’in ateşkese onay vermesine ve muhtemelen ABD’nin Tahran’ın belirli şartlarını kabul etmesine bağlı olacak. Ancak, İran’ın şu anda bu konuda esneklik ve hazırlık gösterme niyetinde olup olmadığı şüpheli. Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi her ne kadar genel bir ateşkes olasılığına açık olduklarını dile getirmiş olsa da İran Dışişleri Bakanlığı ABD ile görüşmelere yeniden başlamanın faydasız olduğunu belirtti; çünkü Tahran, İsrail’in bu saldırıları bağımsız olarak değil, ABD’nin işbirliğiyle ya da en azından Washington’un zımni onayıyla gerçekleştirdiğine inanıyor.
NPT’den çekilmek ki bu adım İran Meclisi’ndeki bazı üyeler tarafından halihazırda önerildi, ya da nükleer bir çıkış girişiminde bulunmak, uluslararası müdahaleyi tetiklemek için baskı taktikleri olarak kullanılabilir. Ancak İran’ın bunu gizlice gerçekleştirme kapasitesi oldukça kuşkulu; çünkü nükleer programına yönelik istihbarat sızıntıları ve İran hava sahasında süren yoğun İsrail saldırıları bu olasılığı sınırlandırıyor. Ayrıca böyle bir hamle büyük riskler taşır: Doğrudan ABD askeri müdahalesini kışkırtabilir ki bu, İran’ın kaçınmaya çalıştığı bir senaryo. Bu ayrıca İsrail’in önleyici saldırısı sonrasında elde ettiği uluslararası meşruiyeti de baltalayabilir.
-
Görüş7 gün önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu5 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi1 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Avrupa5 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Amerika2 hafta önce
ABD’de göçmen isyanı büyüyor: Deniz piyadeleri Los Angeles’ta